Etiket arşivi: zorunlu arabuluculuk

Arayı bulurken yitirilen adalet

Arayı bulurken yitirilen adalet

Av. HÜSEYİN ÖZBEK
Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı
Cumhuriyet, 31.3.19

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

  • İş yükü, uzayan davalar, kadro eksikliği ve diğer mazeretler, hukukun ve yargının kamusal alan dışına çıkarılmasını hiçbir şekilde mazur gösteremez.

Mülkün temelinin adalet olduğunu devlet fel­sefesi yapmış bir ge­lenekten geliyoruz.

Mahke­me kadıya mülk değildir’ sözü de aynı gelenek ve algının so­nucudur.

Sürekli olanın yar­gı ve hukuk, dönemsel ola­nın yargıç olduğunu anlatmak için kullanılır. Devlete güven­le yargıya ve hukuka güven bileşik kaplar gibidir. Hukuk ve yargıya güvensizlik gerçek­te devlete güvensizlik anlamı­na gelmektedir. 
Türk halkı dava konusu yap­tığı hukuksal ihtilafın devle­tin yargıcı tarafından mahke­mece çözümlenmesini ister. Her dereceden yargı organları­nın kamusal güvencesi altında adil sonuç bekler. Yargı önüne ‘hak’ aramak için gidilir, mah­kemeden adil yargılama sonu­cu ortaya çıkacak ‘hakkın tes­lim edilmesi’ istenir. Bu ne­denle, mülke olan güvenin sarsılmadan sürdürülebilmesi için yargılama faaliyetinin ka­musallığını ve tarafsızlığını yi­tirmemesi, zayıfı kollayan ka­musal güven alanının dışına çıkarılmaması zorunludur.

Bahane olamaz
İş yükü, uzayan davalar, kadro eksikliği ve öbür ma­zeretler, hukukun ve yargı­nın kamusal alan dışına çıka­rılmasını hiçbir biçimde mazur gösteremez. Zayıfın ve haklı­nın arkasında hissetmek iste­diği devletin yargı alanını bo­şaltmasının, halkın gönül def­terinden silinmesine neden olacağı bilinmelidir. 
Yargısal terminolojide;

‘hak, yükümlülük, borç, hukuk ve adalet’ gibi hukuk kavramla­rının yerini;
‘ihtiyaç, menfa­at, risk, taviz, kazanım’ gibi ti­cari kavramların almış olması,

yapılmak istenenleri fazlasıyla açıklamaktadır. Gerçek amaç ile anlatılanlar birbirinden ol­dukça farklıdır. Çok övülen ve yargısal mucize olarak takdim edilen uygulamanın kısa vade­li sonuçları, ortada ekonomik liberalizmin hukuk ve yargısal yansımasından başka bir şey olmadığını göstermektedir. 
Liberal kapitalizmin piya­sa ekonomisini, her derde der­man postmodern Lokman He­kim reçetesi olarak kutsayan­lar, kamusal yargıya da aynı tasfiyeci mantıkla yaklaşmak­tadırlar. Uzayan yargı, geci­ken adaletin sorumlusu olarak devleti gösterenler, yargının özelleştirilmesini mutluluk
re­çetesi olarak sunmaktadırlar. 

Yoğun bir kampanyanın ar­dından yakın geçmişte uygu­lamaya sokulan, ‘6325 sayı­lı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na bi­raz daha yakından bakalım. Tarafların arabulucu gözeti­mindeki ilk buluşmasında, ka­musal yargıda yıllarca süre­cek ihtilafın çözüleceğini vaze­derken, her ay bordrosuna im­za attığı devleti kötüleyen yar­gı bürokratlarının söyledikle­rinin gerçekliğini tarafsız bir gözle inceleyelim.

İş uyuşmazlıklarında başla­yıp, ticari uyuşmazlıklarla de­vam eden, aile hukukundan kaynaklanan uyuşmazlıkların dahil edilmesiyle genişleme­si öngörülen arabuluculuk, ilk kez gündeme getirilirken ih­tiyari olacağı söylenmişti. Ya­ni her iki tarafın istemesi du­rumunda mahkeme öncesi bir ara istasyon olacağı açıklan­mıştı. Kısa zamanda hem kap­samının genişletilmesi, hem de isteğe bağlı olmaktan çıka­rılarak dava şartı zorunlu ara­buluculuk haline getirilmesi­nin nedenleri üzerinde iyi dü­şünülmelidir.

Rakamların dediği!
Arabuluculuk uygulaması­nın olağanüstü başarısının en çok iş uyuşmazlıklarında gö­rülmesi, kapsam genişletilme­sine bu başarının dayanak ya­pılmak istenmesi nasıl değer­lendirilmelidir? Arabuluculu­ğun zorunlu dava şartına dö­nüştürülmesinden önce 2017 yılında 210 bin iş davası açıl­mış iken, 2018 yılında 92 bin­de kalması arabuluculuk yan­lıları açısından ikna edici bir oran olarak ileri sürülmekte­dir. Yine arabuluculuk aşama­sında çözümlendiği için yargı­ya intikal etmeyen 238 bin iş uyuşmazlığının, iş mahkeme­lerini ciddi ölçüde rahatlatma­sı sistemin başarısı olarak gös­terilmektedir.

Ve sorulması gereken
Kamusal yargının hantallığı, kamusal adaletin tarafları tat­minden (!) uzak olması, arabu­luculuğun kısa sürede sonuç vermesinin avantajları, dema­gojik yorumlu istatistiklerle güçlendirilmeye çalışılmakta­dır. Arabulucuya giden işçi – iş­veren uyuşmazlıklarında so­rulması gereken anlaşıp-anla­şamama oranı değildir. Arabu­lucu masasından hangi tara­fın kazançlı kalktığıdır! Sorul­ması gereken, işçinin kamusal yargılama sonucu alabileceği­nin yüzde kaçını alabildiği hu­susudur. Sorulması gereken, ilk derece ve Yargıtay aşama­sında işçi yanlısı uygulama ve içtihatlardan yakınan işveren­lerin, arabuluculuk kurumuna yönelik olağandışı övgülerinin nedenidir. 
Sorulması gereken, hangi ta­rafın arabulucu masasından kazançla kalkarken, hangi ta­rafın masanın sürekli yitireni olduğudur. Sorulması gereken,yurttaşların kamusal yargı önünde çözülmesini iste­diği hukuksal anlaşmazlıkların, ülkeyi yönetenlerce bir an önce kur­tulmak istenen ağır bagaj ola­rak görülüp görülmediğidir.
Sorulması gereken, kamu­sal yargı ve kamusal hukukun yerini piyasa hukuku alırken, kamu kurumsallığının ve ça­lışma barışının nasıl sağlana­bileceğidir.
========================
Dostlar,

Aşağıdaki sözler TOBB başkanı R. Hisarcıklıoğlu‘nun :

  • “Büyük sıkıntı yaşadığımız bir başka alan, yargı sistemiydi. Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda işveren %99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık. Aylar, hatta yıllar süren davalar, artık günler-haftalar içinde çözülüyor. Bu vesileyle, bizlere her zaman destek olan sayın cumhurbaşkanımıza, başbakanımıza, bakanlarımıza ve Meclis’imize, bizimle birlikte çalışan, emek veren bürokratlarımıza, camiamız adına teşekkür ediyorum.”

Sorunu sitemizde daha önce işlemiştik,, Lütfen tıklayınız ve ayrıntıları okuyunuz..

TOBB başkanı ‘engel kaldırmış’: Davalarda haksız çıkıyorduk…

Sermaye, ülkenin yargısını da nasıl kendi çıkarlarına pervasızca alet etmekte!..

Yukarıda erişkesini (linkini) verdiğimiz dosyada şu soruyu sorarak konuyu irdelemiştik :

  • YEREL – KÜRESEL SERMAYENİN EMEK DÜŞMANLIĞI AYNI İLKELLİĞİYLE SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ??

Okunmasını dileriz..

AKP = RTE’nin emek – sermaye ekseninde konumunu kanıtlayan somut bir olgudur..

Sevgi ve saygı ile. 02 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

sol.org tr. 21/06/2018
Alıştırdılar…

Demokrasiyi seçim, seçimi sandık, sandığı çoğunluk olarak göstermeye; kaybettikleri seçimi gecikmeden yenileyip çoğunluğu almaya, baskın seçime, seçime istedikleri partileri davet etmeye, seçim barajını kaldırmayıp siyaset uzlaşması ve barışı kandırmacasıyla ittifaklara alıştırdılar.

Hukuksuzlukları hukuk yapmaya, Anayasayı istedikleri zaman istedikleri gibi değiştirmeye, adaleti yandaşlaştırmaya alıştırdılar.

Dini yargıya, hukuka, siyasete, topluma şırınga etmeye alıştırdılar.

OHAL’e, OHAL’i her şeye gerekçe göstermeye, OHAL’de hukuksuzluğa ve Anayasa değiştirmeye, OHAL’de seçim yaptırmaya alıştırdılar.

Tehditlerle ve tuzaklarla toplumu manipüle (AS: manuple) etmeye alıştırdılar.

Kandıra kandıra yönetmeye alıştırdılar.

Kazanırlarsa OHAL’i kaldıracaklarmış. Seçimden önce kaldırmadılar. Neden kaldırsınlar; tehdit olarak tutmak, olası seçim sonuçlarına göre OHAL koşullarını kullanmak varken, yeni OHAL KHK’leri ile korku salmak varken neden kaldırsınlar.

Erdoğan ne diyor OHAL için: Şu anda bu işi ciddi manada yumuşattığımız için 24 Haziran’dan sonra neşter vurabiliriz, ara verebiliriz. Herhangi bir sıkıntı olduğu anda tekrar getirilebilir.

Kime göre sıkıntı? Bu tehdit değil de nedir?

Yeni rejimde artık bakanlar kurulu yok. OHAL ilanında ve uzatılmasında, TBMM onayı ile Cumhurbaşkanı yetkili. OHAL KHK’si de yerini cumhurbaşkanlığı kararnamesine bırakacak.

  • OHAL’i kaldırmak yetmez. OHAL hukuksuzlukları, hak ihlalleri, mağduriyetleri de tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılmalı. OHAL zararları karşılanmalı. Sorumlular da cezasını çekmeli.

31 OHAL KHK’si yüzlerce maddesiyle yasalaştı. Bunlar mevzuattan tek tek ayıklanmadan OHAL kalksa ne olacak?

Anayasaya uyum KHK’leri için Yetki Kanunu çıktı, gereği hâlâ yapılmadı. Neden yapsınlar; olası seçim sonuçlarına göre CB’nin ant içerek göreve başlayacağı tarihe kadar düzenleme yapmak varken neden yapsınlar.

Tehditlerden biri de yeniden seçim kararı… AKP kaybederse yeniden seçim tehdidi… Kaybederlerse, cumhurbaşkanı ile parlamentonun çoğunluğu aynı partiden olmazsa seçimi yenileyeceklermiş. Birileri çıkarı için karar veriyor, halk da uysun isteniyor. İstedikleri olmazsa “Suruç” tehdidi, şiddet ve saldırı tehdidi, OHAL tehdidi

Tehdit ve tuzaklarla, hukuksuzluğun hukukuyla yürütülen seçim nasıl demokrasinin olmazsa olmazı sayılır?

“Ağır soru” denmesin. Daha ağırı var.

Soru, iktidar partisi AKP’nin tehdit ve tuzaklarıyla, hukuksuzluklarıyla destekli. Daha ağırını ise düzen partileri ve bu partilerden başka seçenek olmadığını, mutlaka onlara destek verilmesi gerektiğini dayatanlar yapıyor. Düzeni, piyasacı ve gerici yapısıyla, sömürü politikasıyla ve sınıfsallığıyla bütünsel olarak karşısına alanlara, “bu düzen değişmeli” diyenlere karşı açık ya da örtülü baskıda ortak çok.

İşçi sınıfına ve devrimci mücadeleye inanmayı ertelememizi, yalnızca Erdoğan ve AKP’yi yıkmaya kilitlenmemizi, yıkmak için de sınıfsal karşıtımız olan sermayeyi ve sınıfsal mücadele vermeyen partileri görmezden gelmemizi, sömürücülerle uzlaşmamızı söyleyen, tavsiye eden, hatta baskı yapan demokratlar/solcular var.

Bu Düzen Değişmeli” seçim bildirisinde söylediklerimizi haklı bulan “ama”cılar var. “Yıkalım ama düzene dokunmayalım” diyenler var. Yalnızca edilgen bireyler istiyorlar; sandıktan sandığa siyaset yeter diyorlar. Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler sınırlanabilir, sermaye özgürlüğüne dokunulmasın diyorlar.

  • Dinsel özgürlük Aydınlanmanın, NATO yurtseverliğin, sermaye emeğin üstündedir diyorlar.

Emek mücadelesini kesici birçok etkiye, zorunlu arabuluculuk kurumuna karşı, grev yasaklarına karşı tavır akıllarına bile gelmiyor. Sömürünün yasalarını, sınıfsal mücadeleyi unutun diyorlar. Sermayenin sınırsız tahakkümüne, emperyalizmin taleplerine, dinsele dokunmasak; düzen partileriyle uzlaşarak AKP’yi yıksak; gereğine sonra baksak diyorlar.

Komünist olduğunuzu birazcık unutsanız diyorlar… Tüm sorunların, yozlaşma ve çürümüşlüklerin, eşitsizlik ve adaletsizliklerin, sömürünün kaynağı aynı: kapitalist emperyalist düzen… Düzen, gericiliği de yanına alarak aynı kaynaktan besleniyor. 24 Haziran seçimlerine “Bu Düzen Değişmeli” diyerek girmekle, seçimlere sokulmayan Türkiye Komünist Partisi program ve ideolojisini 17 bağımsız adayla seçim hattına taşımakla, sömürü ve gericiliğe karşı sömürülenlerin, Bilimin ve Aydınlanmanın yanında tavır almakla, “siyasal uyuşukluk” içinde boğulup kalmamakla, örgütlü sınıfsal mücadeleyi vazgeçilmez kılmakla ne kadar yerinde ve ilkeli davrandığımız kat kat kanıtlanıyor.

Gerçeklerin üzeri ne seçimlerle ve düzen parlamentosuyla ne cumhurbaşkanlığı etiketli başkanlıkla ve anayasal hükümdarlıkla ne de dinsel ya da şoven perdelerle kapatılabilir; sınıflı toplumda sınıfsallık yok sayılamaz.

Düzeni korumak isteyenlerle bu düzen değişmeli diyenlerin farkı, düzenin zincirine bağlı kalıp mücadele edileceğini sanmakla, zinciri kırıp atmak için mücadele arasındaki farktır.
================================

Bağımsız aday, Anayasa Mahkemesi emekli raportörü sayın Ali Rıza Aydın‘a seçimde başarı diliyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AKP’nin Gitme ‘vakti’!

Gitme ‘vakti’!

Yakup Kepenek

AKP’nin gitmesini gerektiren çok, ama çok önemli nedenler var; hukukun üst yönetimini tümüyle kendisine bağımlı kılması; düşünce ve ifade özgürlüğünü baskı altına alması; üniversiteleri YÖK eliyle öğütmesi; dış politikada yalnızlaştırdığı ülkeyi iç barış sürecinden de iyice uzaklaştırması. 
Bunlara iki büyük olumsuzluk daha eklenebilir; siyasal ve ekonomik istikrarsızlık.

Siyasal belirsizlik 
Anımsanacağı gibi, parlamenter düzenden tek kişi yönetimine geçilmesinin ana gerekçesi siyasal istikrar sağlanacağıydı. Tek başına ülkeyi Kasım 2002’den bu yana yöneten AKP, tam bir çelişkili tutumla, siyasette istikrar arıyordu! 
Ancak AKP’nin, şimdilerde yaptığı açıklamalarından anlaşılıyor ki, yeni rejim özünde istikrarsızdır; önceki dönemlere kıyasla çok daha büyük bunalımlara gebedir. Erdoğan, eğer kendisi CHS (AS: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen dünyada örneği olmayan ucubenin kısaltması) Başkanı seçilir, içinde yer aldığı Cumhur İttifakı Meclis’te 301 kişilik çoğunluğu sağlayamazsa, B ve C planlarının hazır olduğunu açıklamıştı. Geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Mehmet Uçum“Seçim çoğunluğunu biz alamazsak seçimler tekrarlanabilir” sözleriyle konuya açıklık getirdi, böyle bir durumda “sistemin tıkanacağını”, bunu önlemek için yeni seçimlere -elbette milletvekili seçimlerine- gidileceğini açıkladı (Cumhuriyet, 7 Haziran). Meğer Erdoğan’ın B ve C planları, istediği sonuç alınıncaya kadar milletvekili seçimlerinin yenilenmesi anlamına geliyor! 
Milletvekili seçiminde istediği çoğunluğu alamayacağı kamuoyu araştırmalarına göre neredeyse kesin olduğuna göre siyasal istikrarsızlıktan kaçınmanın yolu, Erdoğan’ın seçilmemesidir.

Ekonomik tıkanmışlık 
AKP’nin yanlış politikalarının sonucu olarak döviz gelirleri yetersiz kalıyor; büyüme sağlıksızdır ve emekçi kesim eziliyor. 

Ekonominin toplam döviz gelir-gider farkı ya da cari açık yıllık 57 milyar dolar. Dış borç anapara ve faiz ödemeleriyle birlikte 2018’de döviz gereksinimi 240 milyar dolardır. Hukuk sisteminin evrensel kurallara göre işlememesi; yandaş sermaye oluşturma yanlışı; rüşvet ve yolsuzluklar ekonomide güven ortamını yok ediyor; yabancı sermaye ve döviz girişi çok sınırlı kalıyor; yerli sermayenin ülkeden çıkışı hızlanıyor; TL dolar karşısında sürekli değer yitiriyor.  AKP, bu yılın ilk çeyreğinde ekonominin %7.4 oranında rekor düzeyde büyümesiyle övünüyor. Bu büyüme oranının asıl kaynakları hanehalklarının ağır biçimde borçlanarak tüketime yönelmeleri; faiz indirimi ve diğer desteklerle inşaat sektöründe sağlanan çok aşırı şişkinliktir ki sürdürülemez! 

AKP sermayenin partisidir.

DİSK’in 29 Mayıs tarihli “AKP Döneminde Emek” adlı kapsamlı raporunda açıklandığı gibi AKP iktidarında: 

  • Sendikal hak ihlalleri devam etti; gerçek sendikacılık zayıflarken yandaş sendikacılık büyüdü; 200 bine yakın işçinin grevi yasaklandı; iş hukuku esnetildi; güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı; taşeron uygulaması yaygınlaştı; sosyal güvenlik hakları tırpanlandı; emeklilik güçleştirildi ve emekli aylıkları düşürüldü; milli gelir artışı asgari ücrete yansımadı; gelir dağılımı bozuldu; kiralık işçilik yasalaştırıldı; iş davalarında zorunlu arabuluculuk sistemi getirildi; gelir dağılımı bozulmaya devam etti; işsizlik arttı; bütün kamu işletmeleri satıldı; en adaletsiz vergi olan dolaylı vergilerin oranı 2000 yılında %59’dan 2017’de %65’e çıkarıldı; vergiler çalışana ve tüketiciye yüklendi; iş cinayetleri tırmanmaya devam etti; OHAL uygulamasıyla çalışma hakkı ortadan kaldırıldı; 140 bine yakın çalışan ve kamu görevlisi hukuksuz biçimde işten atıldı. 

Daha ne olsun? AKP’nin iktidardan gitme vaktidir.
==============================================

Dostlar,

Mükemmel bir yazı.. Tek sözcük eklemeye yer ve gerek yok!
Teşekkür eder kutlarız Sn. Ekonomi uzmanı Prof. Yakup Kepenek hocamızı..

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

TOBB Başkanı : Davalarda haksız çıkıyorduk…

[Haber görseli]

TOBB başkanı ‘engel kaldırmış’:
Davalarda haksız çıkıyorduk…

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Beşinci kez Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) başkanı seçilen Rifat Hisarcıklıoğlu
“İş ve yatırım ortamı önündeki engelleri tespit edip hükümetimizle birlikte kaldırdık.” dedi.

2001’den bu yana TOBB Başkanlığını sürdüren Hisarcıklıoğlu, TOBB 74’üncü Genel Kurul konuşmasında istihdam maliyetlerinin düşürülmesini ve

  • iş sağlığı ve güvenliği mevzuatının işveren lehine değiştirilmesini sağladıklarından

söz ederek;

“Büyük sıkıntı yaşadığımız bir başka alan, yargı sistemiydi. Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda işveren %99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık. Aylar, hatta yıllar süren davalar, artık günler-haftalar içinde çözülüyor. Bu vesileyle, bizlere her zaman destek olan sayın cumhurbaşkanımıza, başbakanımıza, bakanlarımıza ve Meclis’imize, bizimle birlikte çalışan, emek veren bürokratlarımıza, camiamız adına teşekkür ediyorum.” dedi.

‘Zorlaştırmayın, kolaylaştırın’

TOBB başkanı şöyle konuştu: “Kültürümüzde güzel bir söz var: ‘Zorlaştırmayın, kolaylaştırın.’
Biz de iş ve yatırım ortamı önündeki engelleri tespit edip, hükümetimizle birlikte kaldırdık.

  • En çok şikâyet ettiğimiz konu olan, istihdam maliyetlerinin düşürülmesini sağladık.
  • İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık.

Mesleki yeterlilik konusunda da hemen inisiyatif aldık. 81 ilde üyelerimize tehlikeli mesleklerde sınav ve belgelendirme hizmeti verdik.”

Arabuluculuk koşulu

‘Dava şartı olarak arabuluculuk’ kurumunu da ilk kez uygulamaya koyan kanuna göre, düzenlemede yer alan uyuşmazlıklarda dava açmadan önce arabulucuya başvurulması zorunlu kılınıyor. Bu kapsamda yasaya veya bireysel ya da toplu iş sözleşmesine dayanan işçi, işveren alacağı, tazminatı ve işe iade istemiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulması dava koşulu olarak aranacak. Arabulucuya başvurma zorunluluğu için alacak veya tazminat isteminin iş ilişkisinden kaynaklanması gerekecek.

İşçi kıdem, ihbar gibi tazminat ve fazla mesai, yıllık izin gibi ücret; işveren de alacak ve tazminat kalemleri için dava açmadan önce arabulucuya başvuracak.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/977131/TOBB_baskani__engel_kaldirmis___Davalarda_haksiz_cikiyorduk….html 17.5.18 -17.5.18, Cumhuriyet

================================================
Dostlar,

YEREL – KÜRESEL SERMAYENİN EMEK DÜŞMANLIĞI AYNI İLKELLİĞİYLE SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ??

Bu bağlamda yazılıp söylenecek öyle çok şey var ki..
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, ülkemizde öteden beri tartışılan İŞ KAZALARI – MESLEK HASTALIKLARI sorununa çözüm için adeta tepkisel olarak çıkarıldı. 30 Haziran 2012’de aşamalı olarak yürürlüğe kondu. Tüm çalışanlara düzenli iş sağlığı – güvenliği eğitimleri başlatıldı….

Sanayiden ya da değil tüm işyerlerinde ilke olarak İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ / ÇALIŞAN SAĞLIĞI BİRİMLERİ oluşturulması hedeflendi. Kamu işyerleri de içinde olmak üzere. Ne var ki bu hüküm 3 kez ertelendi ve 2020 yılına ötelendi. Kurallar epey gevşetildi işveren yararına.. Dolayısıyla İş Sağlığı Güvenliği göstergelerimiz perişan!

Meslek hastalıklarına tanı konamıyor.. Örtük – saklanan salgın sürüyor.. En son 2016 verisiyle 597 meslek hastalığı tanısı elde. Oysa 29 milyonu bulan resmi istihdam için, uluslararası yazına (literatüre) göre yıllık en az binde 4 insidens (yeni tanı) hızı ile 116 bin meslek hastalığı tanısı konması bekleniyor!

İkinci temel gösterge İŞ KAZALARI.. Çalışma ve SG Bakanlığı ile gönüllü kuruluş İş Sağlığı – Güvenliği Meclisi (www.guvenlicalisma.org) farklı rakamlar veriyor. Doğallıkla anlaşılabileceği gibi Bakanlık hep “çok eksik” saptama yapıyor!? Adı geçen Meclis’in 2017 sonu verisi 2006 İŞ CİNAYETİ’dir! AKP’li 15,5 yılda 21 022 iş cinayeti!

  • Emekçiler, ağır “bildik” sömürüye ek olarak, devr-i post-modernitede (KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm çağında) sermayeye KAN ve CAN VERGİSİ ödemektedir! Çıplak gerçek bu-dur!

TOBB başkanı, “sermaye sınıfı” temsilcisi olarak “işini yapmakta“. Yüzünde gülücükler esiyor..
Ne var ki, emek örgütleri ülkemizde bölük – pörçüktür. Kayıt dışı istihdam en iyimser 1/3 düzeyinde iken, kayıt içi çalışanların yaklaşık %12’si sendikalıdır. TÜRK-İŞ, DİSK‘e ek olarak AKP döneminde HAK-İŞ‘in hormonlu olarak büyütüldüğü bildirilmektedir.. Gene de bu %12’nin yaklaşık yarısı toplu sözleşme yetkisi olan sendika üyeleridir. Bir başka anlatımla, 21. yy.’ın şafağında Türkiye’de emekçilerin (salt 4857 sayılı İş Yasası kapsamında olanlar!) %94-95’i emeklerinin karşılığını işverenle toplu pazarlığa, greve konu edinme olanağından yoksundur. Oysa işveren yüksek oranda ve monoblok, kaya gibi örgütlüdür; TİSK! Ayrıca, bay Hisarcıklıoğlu’nun 17 yıldır başkan olarak kazık çaktığı TOBB…

Türkiye işvereni, küresel sermaye ve taşeron siyasal iktidarlar elbirliği (ittifakı) ile yabanıl (vahşi) ve hızlı özelleştirmelerle ülkemizde geldiği yer, sağladığı “başarı” (!) ile övünebilir!

  • Çalışanların kan ve can vergisi ile EN ÇOK (MAKSİMUM) KÂR ve
    SERMAYE BİRİKİMİ’ne devam öyle mi?!

Sürdürülebilir mi? Hiç sanmıyoruz.. Maksimum kâr, yerini yeni bir uzlaşma ile “makul (reasonable) kâr” a bırakmak zorundadır.. 1760’lardan bu yana (1. Sanayi Devrimi) benzer birçok kırılma, dönüşüm örnekleri belleklerde ve tarihte kayıtlıdır.

İktidar ise iş cinayetlerini “.. bu işin fıtratında var..” diyerek en ilkel biçimde kabul ettirme, hatta meşrulaştırma çabasındadır. Başlıbaşına bu ilkel tutum, ülkemizdeki emekçi cinayetlerinin temel nedenidir! Oysa UN-ILO (Birleşmiş Milletler Uluslararası Çalışma Örgütü) verilerine göre

  • Meslek hastalıkları %100, iş kazaları ise en az %98 önlenebilir niteliktedir. 

Üstelik üretim maliyetlerinin %5’ini aşmayan harcamayla.
Üstelik, iş sağlığı – güvenliği giderlerinin işverence vergiden düşülmesi olanaklıyken..

Gerçekte ise işveren, söz konusu %5 maliyeti bütünüyle topluma yansıtmakta; ulusal kaynaklar verimsiz ve insancıl olmayan biçimde israf edilmektedir.

İş mahkemelerinin kuruluş, görev, yetki ve yargılama usulünü düzenleyen 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 25.10.2017 günlü ve 30221 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 01 Ocak 2018’de yürürlüğe giren İş Mahkemeleri Yasasının 3. maddesi ile yasaya veya bireysel ya da toplu iş sözleşmesine dayanan işçi, işveren alacağı, tazminatı ve işe iade istemiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulması dava koşulu olarak aranacaktır.

Öte yandan, ZORUNLU ARABULUCULUK dayatması Anayasaya açıkça aykırıdır!

İş uyuşmazlıklarında dava şartı olarak arabuluculuk, Anayasa’nın 2., 36. ve 49. maddelerine aykırıdır.

Hak arama hürriyeti
Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

TOBB’un uzatmalı başkanı açıkça itiraf ediyor; iş davaları mahkemelerde %99 aleyhimize çıkıyor ve uzuyordu ama zorunlu arabuluculukla hem lehimize biti(rili)yor hem de tez elden sonuçlanıyor. 1 taşla 2 kuş vurmuş oluyor TOBB üyesi işverenler. Mahkemelerde yargıçları pek etkileyemediklerinden, arabulucuyu yönlendirmek daha kolaylarına geliyor. Olan emekçiye oluyor. Anayasal hakkı olan mahkemeler önünde hak arama özgürlüğü dolaylı olarak gasp edilmiş oluyor. TOBB başkanı, emekçilerden esirgenen – çalınan bu anayasal hak için iktidara teşekkür etmekte. Bizim yurdumuzun emekçisi iktidarın kendinden yana değil, sermayeden yana tutumlarını görebiliyor mu acaba?

Öte yandan, görülecek iş davalarında zorunlu arabuluculuk düzenlemesinin bir biçimde Anayasa Mahkemesi önüne götürülmesi yerinde olacaktır.. (götürülüp – götürülmediğini, sonucu bilmiyoruz??)

Ne yazık ki sermaye, günümüzde küresel ortaklıklarıyla dünden çok daha azgındır.
Siyasal iktidarları ciddi biçimde çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedir.
Ancak 21. yy. insanını “dün” olduğu gibi sürgit ve vahşetle sömürmek artık olanaksızdır.

Sevgi ve saygı ile. 17 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com