Etiket arşivi: DİSK

6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2015.. 43 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..


6 Mayıs 1972 – 6 Mayıs 2016..
44 Yıl Sonra “3 FİDAN” a Özlemle..

3_Fidan_Deniz_Huseyin_Yusuf


 

 

 

 

 

Dostlar,

Geçen yıl ve önceki yıllarda 6 Mayıs günlerinde “3 Fidan” için yazdıklarımız aşağıda..
Bir yıl daha geçti.. 5 Mayıs 2015 günü, “3 Fidan” ın efsane Avukatı rahmetli
Halit Çelenk‘in 4. ölüm yıldönümü anmasına katılmıştık. Türkiye Barolar Birliği’nin
Balgat’taki tesislerinde düzenlenen etkinlik için ayrılan büyük salon doluydu.
Birkaç yüz katılımcı vardı. Bu kez merhum Av. Çelenk’in anması için ailesinin ödüller koyduğunu gördük. 1. lik ödülünü “GEZİ RAPORU” başlıklı çalışma ile
“Gezi Hukuki İzleme Grubu” kazandı. Bu Grubun başında Prof. İbrahim Kaboğlu var.
Prof. Beyza Üstün, Prof. Taner Gören (dönemin İstanbul Tabip Odası Başkanı), avukatlar, hekimler, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası, DİSK kurumsal destekçilerden.. Çalışma oldukça kapsamlı ve 240 sayfa, tümüyle bilimsel nitelikli. Son bölümü biber gazının insan sağlığına kabul edilemez olumsuz etkileriyle iligili ve yasaklanması önerilmekte. Türkiye Barolar Birliği basımını üstlenmiş ve katılımcılara
ücretsiz dağıtıldı. Şu anda masamızın üstünde ve okumaya başladık bile.

Anma_5.5.2015_TBB

Merhum Av. Halit Çelenk’e en çok yakışan anma biçimi tam da böyle olmalıydı. 2. ve 3. lük ödülü alan çalışmalar da son derece değerli ancak basılı değil. Biri insan hakları ile ilgili bir tez, öbürü de ifade özgürlüğü bağlamında verilen hukuksal savaşım içindi
(AÜ SBF’den Y. Doç. Dr. Kerem Altıparmak ve ark.).

İki saati aşan sunuyu merhum Av. Çelenk’in kızı Serpil Çelenk Güvenç duygulu ama
kararlı bir tonla yaptı. Ardından verilen kokteyl cömert ikramlar ve Litai Otel’in emekçilerinin ustalığı – inceliği ile renklendi. Sohbetler de, konuklar da nitelikliydi. Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda çalışma arkadaşımız – oda komşumuz
merhum Av. Çelenk’in kızı Prof. Ferda Özyurda‘ya, eşi aynı Fakülteden Prof. Ümit Özyurda‘ya, Serpil Çelenk ve eşi Kaya Güvenç‘e (eski TMMOB başkanı), Merhumun eşi
Şekibe Çelenk‘e ve çok sayıda dosta veda ederek ayrıldığımızda saat 22:00’yi epey geçiyordu..

*****

Geçen yıla göre Türkiye, ne yazık ki daha da despotik bir ortama sürüklenmiş durumda.
Ekonomik göstergeler alarm vermekte ve Türkiye, İç Güvenlik Yasası ile hak ve özgürlükleri iyice kıskaca alınmış durumda 7 Haziran 2015 genel seçimlerine koşmakta.. (Yapıldı, AKP 258’de kaldı.. AKP – RTE bunu tanımadı! 1 Kasım’da seçim yinelendi ve AKP 316 ile gene iktidar!?)

3 Fidan’ın hukuk dışı – vicdansızca – zalimce idamından bu yana TBMM’den saygınlıklarını geriveren bir yasa gene çıkmadı!.. AKP iktidarında beklenir miydi böylesi insancıl bir girişim?

Yakın hedef, AKP iktidarına mutlaka son vermekten geçiyor..
Bunun da en etkili yolu VATAN PARTİSİ’nin TBMM’ye güçlü bir grup ile girmesi..
Mustafa Kemal ATATÜRK ideolojisinin ruhu “6 OK” u içtenlikle programına alan tek parti!

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

===============================================

“Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor”
toplantısına katıldık 3 Mayıs 2014 Cumartesi gün..
Çok önemli, tarihe not düşen 3 konuşma dinledik.
Ankara Barosu’nun Sıhhiye’deki konferans salonu doluydu.
Bu programı sitemizde sizlerle paylaştık.
(Bkz. http://ahmetsaltik.net/2014/05/06/adalet-icin-hukukcular-halit-celenki-aniyor/Adalet İçin Hukukçular, Halit Çelenk’i Anıyor)

devrimci Avukat Halit Çelenk, 3 yıl önce bu gün, 6 Mayıs 2011 günü
toprağa verilmişti.

5 Mayıs 2011 günü aramızdan ayrılmış, Deniz – Yusuf – Hüseyin‘in idam yıldönümleri olan
6 Mayıs günü (1972) yaklaşırken yüreciği daha çok dayanamamış ve aramızdan  
ayrılmıştı.
O devrim şehitleri gibi aynı gün, -ama 39 yıl sonra- toprağa verilmişti.

Bu gün O’nu ve 3 Fidan’ı gömütleri (mezarları) başında anacağız..
Şükran ve minnetimizi dile getireceğiz.

Bir kez daha yetkililerden bu

  • “3 Fidan” ın yasa ile saygınlıklarının geriverimini (iadesini) diliyor ve
  • Uygun yerlere yontularının dikilmesini istiyoruz.
  • Savaşımlarını gelecek kuşaklara aktarmak için anılarına bir Tarih Müzesi açılmasını istiyoruz. Yontuları bu müzenin bahçesinde dikilebilir örneğin..

Menderes – Polatkan – Zorlu‘ya İstanbul – Topkapı’da yapıldığı gibi..

DP Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın  27 Mayıs Devrimi sürecinde yargılanmaları sırasında, baskı altına alınan Yassıada Ağır Ceza Mahkemesi‘nde usul hukukuna uygun davranılmadığı
bir gerçek olmakla birlikte, sanık eylemlerinin Türkiye’ye ihanet sınırına dayandığı
hatta aştığı su götürmez bir gerçektir. (Bkz. 27 Mayıs 1960 Devrimi 53 Yaşında!  http://ahmetsaltik.net/2013/05/27/27-mayis-1961-devrimi-52-yasinda/)

Oysa “3 Fidan” hiç cana kıymamışlardı!
(6 Mayıs 2016 sabahı AKP iktidarı, binlerce can yitiğinden sorumlu değil mi??)

Eylemleri o zamanki TCK (Türk Ceza Kanunu) 146. md. kapsamında değildi.
Pekala TCK 141-142 kapsamında hapis cezası ile yetinilebilirdi.
Açıktır ki, Sıkıyönetim Mahkemesinin Askeri Savcısı ve Yargıçları da (Baki Tuğ,
Ali Elverdi vd.) tam bir mesleksel bağımsızlık içinde davranamadılar.. Yazık..

Görülüyor ki, YARGI BAĞIMSIZLIĞI yaşamsal önemdedir ve adaletin aracı olarak hukuk “bir gün” herkese gerekli olmaktadır.

Aradaki fark, ölüm – yaşam farkı denlidir!

Dolayısıyla, “Güçler Ayrılığına dayalı demokratik hukuk devleti” mutlaka korunmalı, üzerinde yaygın toplumsal uzlaşma sağlanarak dokunulmaz kılınmalıdır.
Bu kurumsal yapılanma ile büyük toplumsal yıkımlardan – yanlışlardan korunabiliriz.

12 Mart faşizminin gölgesindeki TBMM, ne yazık ki bu 3 idamı onayladı..
Hem de “3′e 3 – kana kan – cana can – intikaaam” ilkel çığlıkları içinde..

Bu yaranın sarılmasının zamanı artık gelmiş ve geçmiştir.
Günümüzde Anayasada ve dolayısıyla Ceza yasamızda ÖLÜM CEZASI yoktur.

6 Mayıs 1972′nin üzerinden 44 yıl geçmiştir..

Ülkemizin bu tür barışçı girişimlere çok gereksinimli, son derece gergin bir iklim içinde olduğumuz biliniyor.. Ne yazık ki siyasal ilktidar, bu gerilim – ayrıştırma – ötekileştirme hatta toplumu kutuplaştırma “tehlikeli” siyasetini bilinçli seçimiyle sürdürüyor ve ne acı ki “acı meyvelerini” de siyasal rant olarak devşirebiliyor! Ancak bu tablonun sürgit olamayacağını, durumluk (konjonktürel) olduğunu belirtmek isteriz.

Aslolan ADALET – ÖZGÜRLÜK – EŞİTLİK – GÖNENÇ‘tir…
Bunlar sağlanmadan toplumsal barış ve erinci kalıcı kılmak olanaksızdır.

Biz, Büyük ATATÜRK‘ün özlemini ve hedefini paylaşıyor ve savunuyoruz :

YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!

Haydi, gerekli adımları atalım..

Gelecek 6 Mayıs’tan önce toplumsal vicdanı derinden yaralayan, adalet duygusunu yıkıma uğratan, güvensizlik doğuran…… çok olumsuz tabloyu onaralım..

TBMM‘de ortak önerge versin partiler..
Çok kısa sürede sorunu çözelim ve
Sosyal Psikoloji bakımından ciddi “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD) nedeni olan bu yakıcı tarihsel sayfaları çooook uzun yıllar sonra kin – nefret – şiddetten arınarak sevgi – barış – uzlaşma iklimiyle sarıp onaralım..

Bu çağrı bizden..

Devrim şehitleri “3 Fidan” ın, yılmaz ve bilge savunman Av. Halit Çelenk’in
sevgin (aziz) anıları önünde saygı ile eğiliyoruz..

Ve çoook özverili emekleri için, Deniz- Yusuf – Hüseyin’e annelik de yaptığı için…
“Şekibe anne” yi esenlik dileğiyle, saygıyla selamlıyoruz..

Bir şiirle bağlamak istiyoruz (cep telefonumuza gelmişti..)

divider_yesil_fiyonk

Bir Hıdrellez sabahı
6 Mayıs 1972 günü
3 Baharı yağlı urgana mahkum ettiler
Devrimcilerin 3 gülü
Deniz gülü;
Yusuf gülü
Hüseyin gülü
Darağıcında gömülü
Devrimcilerin 3 gülü
Gezmiş gülü
Aslan gülü
İnan gülü..
Ölümdür kimileyin kavganın tek ödülü
Öldürdünüz mü sandınız beni cellat, 6 Mayıs’ta?
Say bakalım o günden bu güne doğan çocukların adını?
Kaçı cellat, kaçı DENİZ??

divider_yesil_fiyonk

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

Not     :
Halit Çelenk ve eylemi -savaşımı hakkında kapsamlı bilgilere
http://www.halitcelenk.org/ web sitesinden erişilebilir..

Geçen yıl bu gün yazdığımız “3 Fidana Özlem : 41. yıl…”
başlıklı yazımız da sitemizde okunabilir..
(http://ahmetsaltik.net/2013/05/06/3-fidana-ozlem-41-yil/)

Önceki yıl (40, yıl, 6 Mayıs 2012) yazımız ise :
40. yılda Deniz’e, Yusuf’a, Hüseyin’e..”
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/6_Mayis_2012_Deniz_Yusuf_Huseyin_40._yil.pdf

Sendikacılar aynı hatayı tekrarlamamalı

Sendikacılar aynı hatayı tekrarlamamalı

Yıldırım Koç

Yıldırım Koç
AYDINLIK, 13 Şubat 2016

Hükümet 8 Şubat 2016’da TBMM Başkanlığı’na “İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nı sundu.
Tasarının, özel istihdam bürolarına işçi kiralama (geçici iş ilişkisi kurma) yetkisi veren hükümleri işçi sınıfı açısından son derece sakıncalıdır. Bu konu Aydınlık’ta çıkan haberlerde ayrıntılı olarak ele alındı. Sendikaların bu düzenlemeye kesinkes karşı çıkmaları gerekiyor. Zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır. Ancak kanun tasarısının 2. maddesi son derece önemli ve olumlu.

UZAKTAN ÇALIŞANLAR, İŞ KANUNU KAPSAMINA ALINMALI

Bu madde uzaktan çalışmayı düzenliyor. Maddeye göre, “uzaktan çalışmada işçiler, esaslı neden olmadıkça salt iş sözleşmesinin niteliğinden ötürü emsal işçiye göre farklı işleme
tabi tutulamaz.”
Bu maddeyle, evlerde veya işyerleri dışında herhangi bir yerde bir işverenden aldığı işi yapan kişiler, İş Kanunu kapsamına alınıyor.
Böyle bir düzenleme 2011 yılının ilk aylarında gündeme geldi. 6111 sayılı Torba Yasa olarak kabul edilen tasarının 76. maddesi “evden çalışmanın usul ve esasları” konusundaydı.
Bu madde, bu tarihe kadar İş Kanunu kapsamında kabul edilmeyen kişileri İş Kanunu kapsamına alıyordu. Önemli bir olumlu adımdı. Bu düzenleme, TBMM genel kurulundaki görüşmeler sırasında, sendikaların isteğine uyularak, metinden çıkarıldı. Sendikacıların bilgisizliği ve bilinçsizliği nedeniyle, eve-iş-verme sistemi içinde evlerde çalışan
on binlerce insan, İş Kanunu’ndaki haklardan yoksun bırakıldı.

Türk-İş, 13 Şubat 2011 günü yayımladığı bildiride, Torba Kanun Tasarısındaki 76. maddeyi (evden çalışmanın usul ve esasları) çıkartmayı başardığını söylemekteydi.
Sendikacıların bu yanlış tavrını, “İşçinin Ayağına Kurşun Sıkan Sendikalar” başlığıyla Aydınlık’taki köşemde eleştirmiştim (13 ve 15 Mart 2011).

UZAKTAN ÇALIŞANLAR ZATEN İŞÇİ KABUL EDİLİYOR

Halbuki bu tarihlerde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, Resmi Gazete’nin 4.2.2011 tarihli sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Türk Borçlar Kanunu’nun 461-469. maddeleri “evde hizmet sözleşmesi” konusundadır. Sendikacılar bu düzenlemenin farkında bile değildi. Bu biçimde çalışan işçilerin herhalde hiçbiri de, Türk Borçlar Kanunu’na göre işçi sayıldığını bilmiyordu. İşçilerin bilmemesi ayıp değil; ancak sendikacıların bu konuyu bilmemesi
büyük ayıp.

Türk Borçlar Kanunu, evlerde parça başı ücretle çalışan ve istisna sözleşmesiyle
(eser sözleşmesiyle) çalıştığı kabul edilerek İş Kanunu kapsamı dışında bırakılan işçilerin hakları açısından olumlu bir adım atmıştı.
Hükümetin 8.2.2016’da TBMM Başkanlığı’na sunduğu tasarıda çok büyük olumsuzluklar var. Ancak 2. maddede uzaktan çalışma konusunda getirilen düzenleme, Türk Borçlar Kanunu’ nun 461-469. maddelerine açıklık getiriyor; mevcut haklardan daha ileri haklar sağlıyor.
Sendikaların yapması gereken asıl iş, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılarak, uzaktan çalışma veya eve-iş-verme sistemi içinde çalışan kişilerin sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev haklarını kullanmalarının sağlanmasıdır.

Sendikacılar!
Artık bu işleri biraz öğrenin ve sakın ha aynı hatayı tekrarlamayın!
Hükümetin işçi aleyhine attığı adımları değil, işçi lehine attığı adımları destekleyin!
Bu işçilerin İş Kanunu kapsamına alınmasına bu defa engel olmayın!
Kıdem tazminatının bugünkü durumunu savunmak yerine, herkesin yararlanabileceği ve
(12 Eylül öncesindeki gibi) tavanın uygulanmadığı kıdem tazminatı hakkı için mücadele edin!

=======================================

Dostlar,

Sevgili dostumuz Sayın Yıldırım Koç‘un işçi hakları – sendikacılık konusundaki uzmanlığı
ve bilgi birikimi tartışma dışıdır.

Uyarılarına kulak vermek gerekir. Dahası, sık sık danışarak yararlanmak gerekir.

TBMM’deki özel istihdam bürolarına işçi kiralama (geçici iş ilişkisi kurma) yetkisi veren yasa tasarısı, bu boyutuyla çağcıl (modern ya da post-modern!) köle pazarları anlamına gelmektedir. Bunu engellemeye çalışmak gerekir vargüçle..

TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ bu yaşamsal konuda olsun ortak davranabilseler..
Birkaç miting yapsalar birlikte, AKP iktidarı sallanır ve önerisi geri çeker..
Deneyin ve görün..

Ya da geçtiğimiz hafta sonu Van’dan gelen 130’a yakın işten çıkarılmış garibanı Polis zorla otobüslere bindirerek Van’a geri yollar ve Anayasa suçu işler.. Hak arama özgürlüğünü çiğner, toplantı gösteri yürüyüşü hakkını çiğner,  gezi özgürlüğünü çiğner… çiğner de çiğner…

Bütün ülkelerin ezilen emekçileri birleşin!
Ya da AKP faşizmi böyle diz çöktürür..

Sevgi ve saygı ile.
15 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu: Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:

Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

erkan

Dr. Erkan Duymaz
Hukukçu,
erkan.duymaz@istanbul.edu.tr
http://www.sosyaldemokratdergi.org/2015/03/erkan-duymaz-gezi-hukuki-izleme-grubunun-gezi-raporu-demokrasi-ve-totalitarizm-sarkacindaki-turkiye/
17.03.2015

Taksim Gezi Parkı protestolarının güvenlik güçlerince bastırılması sırasında yaşanan
hukuk dışı uygulamalara ve hak ihlallerine dikkat çekmek ve süreci hukuksal açıdan izlemek amacıyla Haziran 2013’te kurulan “Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu” yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığı Gezi Raporu’nu 30 Aralık 2014 günü düzenlenen bir basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin, Gezi davalarını izleyen avukatların, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası,  Çevre Mühendisleri Odası, DİSK ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hazırlanan Rapor, çok disiplinli bir yaklaşımla Gezi’yi merkeze alarak Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlıyor.
Gelin hep birlikte
Demokrasi,
– İnsan hakları ve
– Hukuk devleti üçlüsünün ne durumda olduğuna kısaca bakalım.

Özetin özeti

Rapor’un alt başlığı derin bir kaygıyı yansıtıyor…

Türkiye’nin demokrasi ve totalitarizm arasında gidip gelen bir sarkaçta tasavvur edilmesi
bir yandan rejimin öngörülemez niteliğine gönderme yaparken, öte yandan iktidarın otoriter eğilimlerinin sıradanlaştığını ve artık toplumu bütünüyle denetim altına almaya çalışan totaliter bir rejime kayışın söz konusu olduğunu ifade ediyor. Nitekim Gezi sonrası tanık olunan uygulamalar ve çıkarılan yasalar, demokratik bir toplumun vazgeçilmezleri olan

– ifade,
– basın,
– örgütlenme,
– toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri

üzerindeki baskıları artırmakla yetinmemiş, toplumsal muhalefetin her türlüsünün “suç” olarak kabul edildiği bir “topyekûn suçlulaştırma ve yıldırma” siyasetinin izlendiğini göstermiştir.

“Darbe girişimi” saptırmasına yanıt

Gezi eylemlerini uzaktan izleyen tarafsız bir gözlemci, hiç kuşku yok ki, yaşam alanlarına
sahip çıkmak amacıyla sokaklara dökülen insanların meşru ve barışçıl yollarla istemlerini
dile getirmesini demokrasi açısından bir kazanım olarak değerlendirirdi. Gösterilerin kitleselleşmesini ve ülkenin her tarafına yayılmasını ise demokrasiye olan inanç ve güvenin
her şeye karşın sürdüğünün bir işareti olarak yorumlardı. Ne var ki siyasal iktidarın gösterilere ilk tepkisi bir kez daha “milli irade” söylemini öne sürmek oldu. Protestolara verilen desteği kırmak ve göstericileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bu yöntemle Gezi muhalefeti
milli iradeye karşı gelişen bir hareket, bir darbe girişimi, bu muhalefetin bileşenleri ise “marjinal” ve “darbe yanlısı” olarak topluma sunulmaya çalışıldı. Dahası, ülkenin 80 ilinde sokaklara çıkan üç milyondan çok insan ulusal iradenin bir parçası değilmiş gibi,

Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak “milli iradeye saygı mitingleri” düzenlendi.
Bugün bakıldığında Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olarak sunulmasının bir siyasal stratejiden ibaret olmadığı görülmektedir. Nitekim Çarşı taraftar grubuna mensup göstericilere karşı hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, hukuksal olarak ve eylemli olarak olanaklı olmasa da, Hükümeti devirmeye girişim suçunun oluştuğu savunulmuştur.
Öte yandan, Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan ve ceza alan bir polis memuru,
Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, kendisinin de darbecilere karşı güç kullandığını ve
böylece hükümeti koruduğunu öne sürebilmiştir!

Gezi Raporu’nun kuşkusuz en önemli katkılarından biri, Gezi’yi meydana getiren
toplumsal muhalefetin kaynağını objektif bir bakışla analiz ederek, Gezi’nin bir özgürlük ve demokrasi hareketinden ibaret olduğunu ortaya koymaktır. Her türlü darbe girişimi ve
komplo kuramlarını dışlayacak bu çalışma, kent ve doğa talanına dayalı kalkınma modeli, toplantı ve gösteri hakkının sürekli engellenmesi, polis şiddeti, kişilerin yaşam alanına ve tercihlerine müdahaleler, eğitim sisteminin muhafazakarlaştırılması çabaları ve daha birçok etkenin Gezi hareketini besleyen damarlar olduğunu göstermektedir. Gezi’ye katılan veya
destek veren belli başlı grup ve oluşumların aktarıldığı Gezi’nin özneleri bölümü bu saptamayı doğrulayacak niteliktedir. Gezi Parkı’nın yaş, cinsiyet, meslek, sosyal statü, inanç ve siyasal görüş bakımından görülmemiş bir çeşitliliğe sahne olması, yukarıda anılan etmenlerle birlikte düşünüldüğünde,

  • Gezi’nin kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hak ihlallerinin bilançosu

Hukuk İzleme Grubu’nun çalışmasının önemli bir bölümü Gezi müdahalelerinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine ayrıldı. Göstericilere karşı açılan soruşturma ve davalar ve gösteriler sırasında gerçekleşen gözaltılar konusunda ayrıntılı bilgiler sunan Rapor,
bu yönüyle önemli bir belge niteliğinde.

Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ışığında Gezi müdahalelerine bakıldığında oldukça kaygı verici bir insan hakları ihlalleri tablosundan söz edilebilir. Bu süreçte
ortaya çıkan hak ihlallerinin temelinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının keyfi bir şekilde engellenmesi yatmaktadır. Rapor’un altını çizdiği en temel gerçek, yer yer ve zaman zaman şiddet olayları yaşanmış olmasına karşın Gezi protestolarının genelinin barışçıl nitelikte olduğudur.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadının da işaret ettiği gibi, kolluğun gereksiz ve ölçüsüz güç kullanımı sonucu göstericilerin direnmesi veya gösteri
sona erdikten sonra kimi kesimlerin polisle çatışması toplantı veya gösterinin barışçıl niteliğini değiştirmemektedir. Kısacası, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, barışçıl eylemlere müdahale edilmesi ve müdahale sırasında gereksiz ve yasalara aykırı güç kullanılması olağanüstü durumlarda bile görülmeyen yoğunlukta bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur.

Ne var ki yaşanan ihlaller bununla sınırlı kalmamıştır. Gezi’ye herhangi bir biçimde destek veren birçok kişi ve kurum soruşturmalarla, davalarla, işten çıkarmalarla yıldırılmaya ve cezalandırılmaya çalışılmıştır. Anayasa’nın düzenlediği çevre hakkı ve yüklediği çevresel değerleri koruma ödevinin (AS: md. 56) doğal bir sonucu olarak demokratik yollarla
barışçıl toplantı çağrısı yapan Taksim Dayanışması üyelerinin suç örgütü kurmak ve yönetmek ile itham edilmesi, polis şiddeti sonucu yaralananlara tıbbi yardım sağlayan hekim odalarına karşı açılan davalar, Çarşı grubu üyelerinin hükümeti devirmekle suçlanması, işten çıkarılan onlarca gazeteci ve soruşturmalara maruz kalan akademisyenler bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Polis şiddeti ve cezasızlık

Gezi Parkı protestolarının kitleselleşmesinde polis şiddetinin payı göz ardı edilemeyecek bir gerçek. 27 Mayıs gecesi çadır kurarak Park’ta nöbet tutan yaklaşık 50 kişilik bir gruba gün doğarken müdahale edilmesi ve yasalarla yönetilen bir devlette izahı olmayan bir saldırıyla çadırların yakılması haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Takip eden günlerde polis şiddetinin artarak can kayıpları ve yaralanmalara yol açması, siyasi iktidarın ise göstericilere uygulanan şiddeti haklılaştırmaya gayret etmesi kalabalık kitlelerin sokaklara dökülmesine neden oldu. Polis şiddetinin özlü bir envanterini çıkaran Rapor, kolluk güçlerinin suç teşkil eden eylemlerinin soruşturulmadığını, sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmadığını, yargılanan az sayıdaki görevliye etkili bir yaptırım uygulanmadığını ve dolayısıyla devlet eliyle bir cezasızlık ortamı yaratıldığını somut örneklerle gözler önüne seriyor.

Kayıt altına alınmış ve insan hakları kurum ve örgütlerinin hazırladıkları raporlarla tespit edilmiş olmasına rağmen, polis şiddetinin yol açtığı yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin devlet tarafından tanınmaması ve cezalandırılmaması yalnızca bu şiddetten zarar gören kişilerin mağduriyetini artırmamış, aynı zamanda toplumun bütününe kaygı uyandırıcı bir mesaj vermiştir. Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar söz konusu olduğunda hukuk devleti ilkesinin askıya alınabileceğini söyleyen ve ülkemizde duymaya alışık olduğumuz bu mesaj devletin meşruiyetini tartışmaya açacak derecede vahimdir.

Gezi sonrası anti-demokratik mevzuat dalgası

Gezi eylemlerinin son bulmasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yeniden oluşmasını ve örgütlenmesini engelleyecek bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirildi. Ortak yönü temel hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlandırmak ve toplumun muhalif kesimini denetim altında tutmak olan bu düzenlemeler göstericilere karşı açılan onlarca davayla birlikte ele alındığında Rapor’un başlığında ifade edilen rejimin totaliterleşmesi kaygısının hiç de abartılı olmadığı görülüyor.

– Üniversitelerde ifade özgürlüğünü hem öğrenciler hem de öğretim elemanları açısından kısıtlayan disiplin yönetmeliği değişiklikleri;
– İmar Kanunu’na eklenen bir düzenleme ile meslek kuruluşlarının (TMMOB’a bağlı Odalar) elinden birtakım yetkilerin alınması;
– Hekimlerin Gezi’de yaralananlara tıbbi yardım sağlamasına tepki olarak Sağlık Hizmetleri  Temel Kanunu’na eklenen cezaa yaptırımı;
– Statlarda siyasal slogan yasağı ve
– Futbol taraftarlarının “fişlenmesine” olanak verecek Passolig kartı uygulaması;
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yetkilerini genişleten ve
internet erişim engellemelerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler

bunlardan öne çıkanlarıdır.

Halihazırda Meclis’in gündeminde olan İç Güvenlik Paketi, tabloyu daha da karamsar kılmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde sınırlandıran 2911 sayılı Kanun’u daha da
“özgürlük karşıtı” bir duruma getiren ve toplumsal olaylara müdahale konusunda polise
geniş yetkiler tanıyan paket, içerdiği öbür güvenlikçi düzenlemelerle birlikte,
yeni insan hakkı ihlallerine ve polis şiddetine davetiye çıkarmaktadır.

Sonuç

Gezi eylemlerinin ve devletin bu eylemlere verdiği tepkinin Türkiye demokrasisine nasıl bir katkı sunacağı veya zarar vereceği zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Gezi Hukuki İzleme Grubu önümüzdeki sürece olumlu bir yön vermek arzusuyla bir dizi öneri sunmuştur.
– Çoğunlukçu demokrasi anlayışının terk edilmesinden hukuka bağlı bir yönetim istemine;
– Uluslararası insan hakları hukukuna saygı gösterilmesinden hükümet dışı örgütlerin
insan hakları alanındaki rollerinin pekiştirilmesine;
– Katılımcı karar alma süreçlerinin gerekliliğinden “torba yasa” tekniğinin terk edilmesine;
– İnsan ve çevresine zarar veren araç ve yöntemlerin ve özellikle biber gazının yasaklanmasından sorumluların yargı önünde hesap verdiği saydam ve adil bir yargı mekanizmasının oluşturulmasına….

Uzanan istem ve önerilerle son bulan Rapor,
insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti için verilen mücadeleye
katkı yapacak bir çalışmadır.

Rapor, önümüzdeki günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin değerli katkılarıyla yayımlanacak
ve kurumun internet sitesinde paylaşıma sunulacaktır.

=======================================

Dostlar,

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:
Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Raporunu çok önemsiyoruz. Bu yazı, sitemizde 5 Mayıs’tan bu yana son günlende
yer verdiğimiz 3. yazı oluyor. Dileriz Türkiye Barolar Birliği web sitesinde tam metin olarak yayımlanır ve tümünü (240 sayfa) size sunabiliriz.

Dr. Erkan Duymaz, söz konusu Rapor’u omuzlayan genç bir Hukuk Doktoru.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden… O’nun özeti bu bakımdan değerli.

Bir kez daha bu Rapora emek verenlere şükranlarımızı sunarken;
Gezi direnişi şehit ve Gazilerini saygı ile selamlıyoruz.

Bu hazin tablonun sorumlusu, Darbe kuruntusu içinde iktidarını pekiştirme güdüsüyle davranarak şidddete sarılan – totaliterleşen, hukuk ve insan hakları alanı dışına savrulan;
dahası bu sakıncalı davranış ve tutumlarını tırmandırarak sürdüren AKP iktidarını
şiddetle kınıyor; birkez daha sağduyuya ve hukuka – insan haklarına saygıya çağırıyoruz.
Bu çağrımızınçok işe yarayacağı umudunu taşımadığımızı da hüznle belirtelim.

Tek çare, AKP iktidarını 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidardan uzaklaştırmaktır.

Sevgi ve saygı ile.
8 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ?


ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ?
 


Dostlar
,

AKP iktidarı ülkemizi yozlaştırarak dönüştürmeyi sürdürüyor..
İnat, ısrar ve kararlılıkla..
Geri dönüştürülmemek üzere koyu bir totaliter rejim adım adım inşa ediliyor.

Yaşamın hemen her alanına sistematik olarak el atarak..

Yasamayı bir Noter dönüştürerek..
Anaysal suç işleyerek, erkler ayrımını ortadan kaldırarak..
İstediği her düzenlemeyi dilerse “yasa” olarak TBMM’den mutlak çoğunluğuyla çıkarıyor. Biçimsel hukuk bakımından da uyulmasını istiyor, bizleri bağlıyor.
Beğenmezse hemen değiştiriyor ya da çiğniyor..
Kamu İhale Yasası 100’den (yüz!) çok kez değiştirildi örneğin..
Meşruiyet diye bir kaygıları asla yok.

Açık söyleyelim :

  • Ülke dar-ül harp alanı olarak görülüyor ve “kutsal cihat” (!) ile
    kale kale düşürülerek teslim alınıyor; Hedef 2023!
    Bu bilinç kuşatması ile her türlü yolsuzluk bile halka yutturuluyor..

Ülkemiz tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor..
Ülke ayakta ama polis devleti de tüm ceberrutluğuyla, direnen insanımızın üstüne sürülüyor. Hükümet şiddeti gözükara, çok sayıda adam öldürme pahasına bilerek sürdürülüyor; toplum gözdağı ile korkutularak baskılanmaya çalışılıyor.

Örnekler öyle çok ki..
Son bir tanesi de Ekonomik ve Sosyal Konsey..

Bu kurumun yasasında son derece tehlikeli, geriye giden ve kesinlikle anti-demokratik değişiklikler tasarlanıyor. Sözde 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması ile
Anayasanın 26 maddesi “toptan” değiştirildi ve bu Kurum (ESK) Anayasa’ya alındı.

Bu dönemde 1’den çok sendikaya üyelik hakkı tuzağı da ustaca (….?!) kuruldu ve
“ileri demokrasi” (!?) diye sunularak eğitimsiz halk yığınları aldatıldı. Satılık – kiralık sözde uzmanlar kalem oynatarak bu ilkel düzenlemeyi de ileri bir hak olarak sunma utanmazlığını sergilediler. Süreç içinde emek sendikaları ufalandı, hükümet yanlısı
HAK İŞ büyütüldü ve DİSK‘ten daha çok üye sahibi 2. büyük konfederasyon yapıldı.

Memur sendikalarına (!) toplu sözleşme ve grev hakkı gene verilmedi bu kapsamlı anayasa değişikliği ile. Hükümetle memur sendikalarının –siz toplu sözleşme ve
grev hakkı olmayan örgüte sendika diyebiliyorsanız!
– ücretler, sosyal haklar… görüşmeleri hep tıklandı ve son sözü Hükümet ağırlıklı ESK, AKP hükümetlerinin öngördüğü biçimde “kesin” olarak sonlandırdı (Anayasa md. 166).

Şimdi, bu yapısıyla gerçekte tümüyle hükümet güdümünde olmasına karşın,
bu da AKP iktidarına yetmiyor ve ipleri daha da sıkılaştırarak eline almak istiyor.

Gerisini Sn. Prof. Oğuz Oyan ustalıkla açıklıyor..

Bu tehlikeli girişimin mut-la-ka durdurulması gerek..

  • AKP AİHM kararlarını da dinlemiyor..
    (Örn. son AİHM kararı zorunlu din derslerinin kaldırılması..)

Böyle giderse, Avrupa Konseyi başta olmak üzere Batı ile kurumsal – hukuksal bağlarımız kesilecek ve Türkiye yalnızlık içinde Ortadoğu’da olabildiğince yeşil bir
şeriat kuşağına itilecek.. Federe bir İslam Devleti çatısı altında.. Suudi Arabistan’a benzer, bu coğrafyada emperyalizmin çıkarlarının bekçiliğin yapma karşılığında
ölene dek onlarca yıl iktidarda kalma / tutulma pazarlığı karşılığında
işbirlikçi siyasal kadrolar eliyle karanlığa sürükleniş..

Yüce ATATÜRK‘ün Cumhuriyet tasarımı asla bu değildi..
Çağdaş uygarlık düzeyinin üstü idi..
Değil ki çağdışı şeriatçı Ortadoğu rejimlerinin mide bulandıran bir versiyonu!

Cumhuriyet kuşakları bu lanetli kuşatmayı yaracaklardır;
bundan hiç ama hiç kuşku yok!

Sevgi ve saygı ile.
03 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

ESK TASARISI : BOŞA KÜREK Mİ? 

portresi_CHP'li

 

Prof. Dr. OĞUZ OYAN
İzmir Mv. (CHP)

 

 

Bugünlerde Meclis komisyonlarında görüşülen “Ekonomik ve Sosyal Konseyin (ESK’nın) Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı”, hazırlanış koşulları ve içeriği bakımından mevcut düzenlemeyi aratacak gözükmektedir.

UYDURMA GEREKÇELER 

Tasarının gerekçesi, yürürlükteki 4641 sayılı yasanın “hem etkin çalışma için gerekli fonksiyonel yapıyı sağlayamadığı hem de toplumun tüm kesimlerini içermediğini” ileri sürmekte ve “bu durum, Konseyin temel amacı olan sosyal diyalog fonksiyonunun aksamasına neden olmakta ve Avrupa Komisyonu’nca eleştiri konusu yapılmaktadır.” demektedir. Bu gerekçe tümüyle temelsizdir.

Bir kere, 12 yıldır tek başına iktidarda olan bir Hükümetin, istediği şekilde değiştirebileceği bir yasayı mazeret olarak öne sürmesi kabul edilemez. Kaldı ki, yürürlükteki yasa Başbakana istediği kadar STK temsilcisini Konseye dahil etme yetkisini verdiği için de bu gerekçenin altı boştur.

İkincisi, yasayı düzenli işletmeye teşebbüs bile etmeden işlemediğine hükmedilemez. Sorunun daha çok bir siyasal niyet ve irade sorunu olduğu, ESK’nın bir yasal dayanağa sahip olmadığı dönemlerde bile daha sık toplanmış olmasından bellidir. 1995’te bir Başbakanlık Genelgesiyle kurulan ESK, 1995-2001 arasında tam 12 kez toplanırken, 2001’de çıkarılan 4641 sayılı yasadan sonra yani 12 yıllık AKP döneminde yalnızca 8 kez toplanabilmiş ve 5 Şubat 2009’den sonra ise hiç toplanmamıştır. Daha vahimi, 12 Eylül 2010 referandum aldatmacasıyla bir anayasal kurum haline getirilen ESK, bu tarihten sonra hiç çağrılmamıştır. AB eleştirilerinin merkezinde de bu vardır.

GERÇEK GEREKÇELER 

AKP’nin ESK mekanizmasını işletmemesinin gerçek gerekçelerini, bilinçli siyasal tercihleri bağlamında değerlendirmek doğru olur:

Birincisi, ESK’nın AKP döneminde çalıştırılmamasının asıl gerekçesini, Hükümetin kendi iktidarını hiçbir kurumsal güçle paylaşmama niyetlerinde aramak gerekir.

İkincisi, AKP iktidarı, yürürlükteki düzenlemenin içerdiği sosyal dengeleri ve kurumsal temsil edilişleri benimsememiştir. Nitekim yasadan farklı olarak tasarıda işçi ve işveren örgütleri ismen sayılmayarak kurumsal temsil güvencesine son verilmektedir. İktidar, çağırılacakları bir yönetmelikle belirleyecektir. Partizanlığın, siyasal kliantelizmin (AS: sözcük anlamıyla müştericilik, müşteri odaklılık) tepe yaptığı bir dönemde yönetmeliğe bırakılacak her yarı-mamul düzenleme, yeni keyfiliklere yol açacaktır. Yönetmeliğin hangi sürede çıkarılacağına ilişkin bir kayıt da yoktur.

Kritik bir konu da, 2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun, ESK üyesi işçi konfederasyonlarına bağlı sendikalar için işkolu düzeyinde yetki koşulunu %3’ten %1’e düşürmesi; ayrıca, çerçeve sözleşme yapma yetkisini de münhasıran (AS: salt) ESK’da temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikalarına tanımasıdır. Bu durumda Hükümet, ESK üyeliğini “Demokles’in kılıcı” gibi sendikaların tepesinde tutma, bunu bir cezalandırma/ödüllendirme aracı olarak kullanma olanağını ele geçirmektedir.

Üçüncüsü, gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de varolan üçlü denge (İşçi-işveren-STK veya STK yerine Hükümet) bu tasarıyla ortadan kaldırılmaktadır. ESK’yı STK’larla kalabalıklaştırarak temsili artırdığını iddia eden Hükümet, aslında işçi/memur ve işverenin temsil oranını düşürmekte ve Avrupa ESK uygulamasına uyumsuz bir yapı oluşturmaktadır. Bu, eldeki duruma göre bile bir geriye gidiştir ve etkisi emek kesimleri açısından daha belirgin olacaktır; çünkü sermaye örgütleri sistemde baskı aracı olarak her zaman ağırlıklıdır; AKP iktidarıyla ideolojik yakınlık kuranlar açısından daha da belirleyici olmak üzere…

Dördüncüsü, Konsey’in görev ve yetkilerinin tasarıyla önemli ölçüde budanması; özellikle de çalışma kurulları oluşturma yetkisinin, kimi yasa tasarıları ve kalkınma planı ile yıllık programların hazırlanması sırasında görüş bildirme yetkisinin kaldırılması, iktidarın sistem içinde sürekliliği olacak bir danışma-diyalog yapısıyla yetki paylaşmaktan özenle kaçınmak istediğini göstermektedir. Nitekim, bu sözde diyalog tasarısını hazırlanırken bile sosyal tarafların görüş ve önerileri dikkate alınmamıştır.***

Sonuç olarak, bugünkü girişim, içerde sosyal taraflarla bir diyalog arayışından ziyade, genel seçimler öncesinde AB görüşmelerinde yeni fasıllar açılmasına yönelik taktik bir göz boyama çabasının parçası gibi gözükmektedir. Ama çok iyi biliyoruz ki; totaliterleşen iktidarlar, her düzenlemeyi, kendi çıkardıkları kısıtlayıcı yasalar dahil, giderek bir ayakbağı olarak görme eğilimine girerler. (Cumhuriyet, 03.12.14)

Can DÜNDAR : 1 Mayıs’ta Taksim’de


Dostlar,

Can Dündar‘ın 29.4.14 günlü Cumhuriyet‘te yayımlanan makalesini sitemizde paylaşmayı 1 Mayıs sonrasına bıraktık..

Tablo gene kan- revan…
Yalnızca İstanbul’da 19’u polis 90 kişi sağaltım (tedavi) altında..
142 gösterici de gözaltında.. Ölçüsüz, yersiz, hatta aşırı şiddet kullanılarak..

İstanbul Tabip Odası’nın açıklaması : 

  • “Binlerce kişinin polis copu, plastik mermi, basınçlı su, biber gazı ve fişeğiyle yaralandığı 2014 1 Mayıs günü bize ulaşabilen yaralı bilgileri:
    En az 4 kafa travması, 1 kulak kesiği, 1 kol kırığı, 15-20 gaz kapsülü ile yaralanma, yüzlerce gaz maruziyeti (AS: sunukluğu) nedeniyle
    klinik başvurusu ile
    bir göz yitiğine yol açabilecek göz yaralanması.”

Halkına görülmemiş zulüm uygulayan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız..
Ulaşım özgürlüğü, hatta evden çıkma özgürlüğü engellenmiş milyonlarca yurttaş..
Birkaç CHP milletvekili bile tartaklandı, gazlandı – sulandı!..
Dehşet verici bir saldırganlık.

Başbakan R.T. Erdoğan, son derece tehlikeli ve hiç ama hiç rasyonel
(akılcı – ussal) olmayan bir siyasal kumar oynamakta.

İç – Dış danışmanlarını gözden geçirme ve sorgulama zamanıdır tam da..

Çook yalın : Tayyip bey diyecekti ki;

  • Evet hanımlar – beyler.. Ben de geliyorum, dün ben de işçi – emekçi idim..
    Sucuk satıyor, su dağıtımı yapıyor ve ev kiramı bile veremiyordum.
    Emekçilerimizi derin bir empati ile anlıyorum..
    Taksim’e geliyorum ve birlikte halay çekerek,
    1
    Mayıs İşçinin – Emekçinin bayramını birlikte kutlayacağız..

*****

İşte bu denliii…
Kimsenin burnu kanamazdı,
Üstelik Tayyip bey bu centilmenliği gösterdiği için işçilerce protesto bile edilmezdi..

Yine de protestodan ve yükselecek karşıt gösterilerden korkuldu ise,
NEDENİNİ sorgulamak gerekmez mi?? Baskıyla çözüm olanaklı mı??

Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimi var.. İnanın, aday olacak ise kredisini bile artırırdı..
Yazık oldu, çok önemli bir fırsat daha kaçtı kendisi adına ve ülkemiz adına..

Tayyip bey, Alman Cumhurbaşkanı’nın diplomatik uyarılarını da tepkiyle karşıladı.

Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck;

  • “Söylediklerimi içişlerine müdahale olarak algılamayın.
    İtiraf ediyorum gelişmeler beni korkutuyor
    demişti oysa…

Anlaşılan artık sağduyu çoook derin kuytularda elden çıktı..
Çok yazık..
Hatta TBMM Grup konuşmasında “içişlerimize karıştı” kartı bile oynandı..
Acaba Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck‘a ikili görüşmede de böylesine tribüne yönelik efelenme tavrı sergileyebildi mi?
Kaç tane Tayyip bey var bu ilkede??
Yabancılar gülüp geçiyor halimize..Uluslararası saygınlığımız dibe vurdu.

Umarız AKP içindeki sağduyulu yetkililer artık üstlerine düşeni gecikmeden yapsınlar..
Bu gidişin faturasının çok ağır olacağını belirtmek asla falcılık vs. değil..
Yalın ve gerçekçi bir siyaset bilimi öngörüsü..

Sevgi ve saygı ile.
2 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

1 Mayıs’ta Taksim’de  

portresi

Can Dündar
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/65927/1_Mayis_ta_Taksim_de_.html, 29.4.14

1 Mayıs’ta Taksim’de! “Yasak” tabelası, her iktidarın vazgeçilmezidir. Ne kadar çok yere bu tabelayı dikerse, toplumun gemlerini o kadar çeker, o kadar kolay hükmeder.

Evde uslu çocuk ister; okulda düzenli öğrenci, camide katıksız mümin, kışlada itaatkâr asker, büroda, fabrikada “Vur başına al ekmeğini” memur, işçi…

“Yapma” dedin mi, “Niye?” diye sorulmasın ister iktidar…

“Yasak” dedin mi, sorgulanmasın, uygulansın. “Vardır amirlerimin bir bildiği” densin, kurcalanmasın.

Çünkü böylelerini yönetmesi kolaydır. Bir havuçla bir sopa yeter.

Zor olan, asileri yönetmektir. Çünkü onlar itaati değil, itirazı bilir. Kendisine uzatılan havucun peşinden girmez ağıla hemen; her emri dinlemez, “yasak” tabelasını sevmez. “Neden?” diye sorar, “Ne hakla!” diye kızar, arar hakkını hukukunu; sopalamaya kalktın mı azar. Böyleleri için “Girilmez” tabelası, tahrik edici bir “Gir!” çağrısından ibarettir. “Yasak”sa zaten delinmek içindir.

1 ‘Mayıs’a Taksim yasağı, yalnızca bir inat sorunu değil elbette; ama bu anlattığıma ilişkin bir boyutu da var. Kimi büyük işçi sendikalarının “Taksim yasak hemşerim” talimatını duyunca kuyruğu kıstırıp “Haşmetmeap nereyi uygun görürlerse orada kutlayalım” diye hazırola geçmesi, bunun işareti… DİSK’in, KESK’in, muhalif partilerin, gençlik ve öğrenci örgütlerinin “Taksim” diye diretmesi de öyle… Havuç yeme peşindeki uysallarla “Yemişim havucunu” tavrındaki asilerin tarihsel ayrışması bu bir yerde…

Daha önce sıkıyönetim baskılarına karşın savunulmuş bir hak var ortada…
Orada katledilmiş insanların anısı var. Alan açıldığında barış içinde kutlama geleneği var. Ve şimdi de mantığı olmayan bir yasak var. Hükümetin “Bunlar gövde gösterisi yapar, façamızı bozar” korkusuyla koyduğu, dayanaksız, hukuksuz bir yasak…

Hukuk devletinde bu tür kilitlenmeleri yargı çözer.
Demokratik devletlerde uzlaşma kültürüyle çözülür.
İnsan haklarının egemen olduğu yerlerde, kişi hak ve hürriyetleri gözetilir.
Otoriter rejimlerde ise “Şef” ne derse o olur.

Türkiye, şimdi bu sonuncu şablona sokulmaya çalışılıyor. “Şef” istediği belgeye “Gizlidir” damgası vurabilsin, istediği yayın organını “Sansür” koyup susturabilsin, istediği meydanı “Yasaktır” tabelası asıp kapatabilsin isteniyor.

Uslu çocuklar, katıksız müminler, itaatkâr askerler, gözde memurlar,
“Canım şu uzaktaki kum havuzunda oynayalım, ne olacak” diye kenara çekiliyor.

Bu ödünün, yarın yenilerini getireceği, yakında hükümetin uygun görmediği hiçbir yerde, onun izin vermediği hiçbir sözün söylenemeyeceği, giderek toplumsal muhalefetin tümden susturularak ağıla tıkılacağı görülmüyor.

Başbakan’ın göremediği de şu:

Biz, kendisinden farklı olarak, itaate değil itiraza dayalı bir kültürde yetiştik.
Koşulsuz boyun eğmeyi değil, her koşulda sorgulamayı öğrendik; çocuklarımıza da öyle öğrettik. İnsanlığın, sinerek değil, sorarak geliştiğine inandık.

Her emrin, sözün, kitabın, yasağın, kararın nedenini, niçinini sorguladık. Belki o yüzden 3 kişi bir araya geldiğimizde bir örgüt disiplinini beceremiyoruz, ama yine de hiç değilse -çok şükür ki- bunca darbeye, yasağa, baskıya, zorbalığa, bütün o meydanlara yığdığınız TOMA’lara, göz çıkaran gaz bombalarına, kurşunlara karşın yılmıyor,
itiraz ediyor, meydanlara çıkıyor, haykırıyor, hayal ettiğiniz gibi bir uysallar ordusu olmuyoruz.

Zorlamayın, sizin kalıp bize dardır. Okullar kadar, meydanlarda okuyarak yetiştik biz…

Şimdi her yasağa meydan okumamız ondandır.

Cumhuriyet Gazetesi’nin 7.3.13 günlü sayısının ön sayfası ve yorumlarımız..

Dostlar,

Cumhuriyet Gazetesi’nin 7.3.13 günlü sayısının ön sayfası..

Gene çok tatsız haberler ile ülkemiz gündemi yüklü..

Velilere tekbirlerle saldırdılar

  • AKP hükümetinin toplumda yarattığı ayrışma gerici saldırıya dönüştü. Kâğıthane’deki Gültepe İlkokulu’nun imam hatip ortaokuluna dönüştürülmesini protesto eden öğrenci ve velilere, okulun önünde toplanan yaklaşık 40 kişilik grup tekbir getirerek taş ve demir çubuklarla saldırdı.
    Olayda yaralanan 5 veli suç duyurusunda bulundu.
    Sivil polisler saldırgan grubun önünü açmakla suçlanırken
    çevik kuvvetin de olaya geç müdahale ettiği vurgulandı. ■

Dehşet verici bir haber..
Hükümet ve AKP soruna derhal duyarlıkla eğilmelidir.
Politikalarını gözden geçirerek etnik ve inanç temelinde halkı ayrıştırıcı
söz ve eylemlerine kesin olarak ve derhal son vermelidir.

Olayı kesin bir dille kınamalı ve eylemcileri hızla bularak adalete teslimetmelidir.
Yangın büyümeden söndürülmelidir.
Şiddetin hiçbir türüne geçit verilmemelidir.
Tek bir yurttaşın tırnağı bile incinmemelidir.
Devletin ve hükmetin en öncelikli görevi tüm yurttaşların can güvenliğini mutlak olarak sağlamaktır (hukuksal deyimi ile kusursuz sorumluluk!).,

==============================================

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik’in sözleri büyük bir sorumsuzluk ve asap bozucu.. Aşağıya aldık.. Sendikalrın tepkisini de..
Bakan üstelik Sosyal Güvenlik’ten de sorumlu. Çok ama çok ayıpladık.
Bakan Çelik’in empatiden haberi yok galiba..
Bunun için değil 1 ay, 770 TL asgari ücretle 1 hafta yaşamaya çalılmasını öneriyoruz.

Devletin lojmanı (eve bir mastafınız yok), makam aracı altınızda (ulaşıma bir mastafınız yok), çocuklarınız yetişmiş durumda, telefona da – iletişime de para vermiyorsunuz..
Sağlık hizmetlerini siz ve aileniz hiçbir sınırlama olmadan alıyor ve hiç katkı ödemiyorsunuz..

Ve de 770 TL’lik asgari ücretin en az 14 katı aylık alıyorsunuz (11 bin TL..
(Yolluklarınız dışında..)

Bu davranışınıza iliştirilecek en uygun sıfatı sizin bulmanızı dileyerek,
size teessüflerimizi sunuyoruz..

Bu gafınız sizi çok utandırsın ve istifa edin Bakan Çelik, istifa..

‘800 lira büyük para’ diyen Bakan Çelik asgari ücretliyi kızdırdı:

Gel de sen bu parayla geçin

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, 3-4 kişilik bir ailenin
asgari ücretle geçinebileceğini söyledi.

Yoksulluk sınırının 3 bin TL/ay olduğu Türkiye’de, Çelik’in

  • “Niye geçinemeyeceksiniz, 800 lira büyük para.
    Peynirin, zeytinin, ekmeğin fiyatı belli”

Şeklindeki konuşması sendikaların tepkisini çekti.

DİSK Başkan Yardımcısı Ebetürk, Bakan’ın sözlerinin hükümetin emekçiye bakışını yansıttığını belirterek“insafsızlık.” dedi.

Petrol-İş Başkanı Öztaşkın da“Söyleyecek bir şey bulamıyorum” diyerek
Çelik’i kınadı.

======================

Ve diz çökmeyen romantik savaşçı Hügo Chavez sonsuzluğa göçtü..
Bu konuda, 7.3.13 günü sitemize koyduğumuz AYDINLIK Gazetesi ön sayfası.. sitemizde de birkaç sözümüz oldu.. Bakılması dileğiyle..

Venezuella halkının ve tüm devrimcilerin acısını paylaşıyor, başsağlığı diliyoruz.

  • Devrimciler ölür; devrimler sürer..

Tarihin tunç yasalarından biri de budur..

Sevgi ve saygı ile.
8.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İşçiler taşeronlaşmaya karşı ayakta..


İşçiler taşeronlaşmaya karşı ayakta

Maden işçileri ve sendikalar “Taşeronlaşmaya Hayır” demek için Zonguldak’ta bir araya geldi. Türkiye’nin dört bir yanından sendikaların katıldığı mitingde taşeronlaşma
protesto edildi.

Kömür madenleri ile ünlü Zonguldak’ta, kömür emekçisi maden işçileri ve çeşitli emek örgütleri bugün ölümlü iş kazalarını ve taşeronlaşmayı protesto eti. Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS)’in düzenlediği miting, saat 12.00’da İstasyon Caddesi’den Madenciler Anıtına yapılan yürüyüşle başladı. Mitinge Zonguldak’daki tüm maden işçilerinin, yerel sivil toplum kuruluşlarının ve emek örgütleri katıldı.

Türk-İş, DİSK, Sendikal Güç Birliği, Maden-İş, Belediye-İş ve Tek Gıda-İş başta olmak üzere birçok sendika da mitinge katıldı. (AYDINLIK, 27.1.13)

Zonguldak'ta 'Emeğe Saygı' Mitingi