Etiket arşivi: COVID-19

Artı TV Programımız – 04.08.2020

Dostlar,

Artı TV‘den Sayın Nazım ALPMAN’ın konuğu olduk önceki gün; 05 Ağustos 2020 günü.. Yaklaşık 45 dk. kapsamlı bir irdeleme yaptık..
Kurban Bayramı sonrası COVID-19 olgu sayıları  PATLADI!..

Türkiye’nin bu ciddi sorunu mutlaka akla ve bilime dayalı olarak çözmesi gerek..
Hem de olanaklı en büyük hızla..
Epidemiyoloji bilim dalının ilkeleri, kuralları temel rota.
Bu yoldan asla sapılmamalı..

İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle ilgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ağustos 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Kuşkular artıyor! Bakanlık toplam 1083 dedi, salt “Ankara’da 1400 olgu var!”

Kuşkular artıyor! Bakanlık toplam 1083 dedi, salt “Ankara’da 1400 olgu var!”

İYİ Parti Milletvekili Dr. Aylin Cesur, Sağlık Bakanlığı‘nın açıkladığı verilerin gerçekleri yansıtmadığını ifade ederek Ankara’da günlük vaka sayısının 1400’ün üzerinde olduğunu söyledi. Cesur, Bilim Kurulu üyelerinin de uyarıları nedeniyle TV kanallarına açıklama yapmasının engellendiğini dile getirdi.

İYİ Parti Isparta Milletvekili Dr. Aylin Cesur, son zamanlarda artan koronavirüs verilerindeki kuşkuları bir kez daha kamuoyuyla paylaşarak tepki gösterdi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ‘Endişeliyiz’ açıklamalarına da değinen İYİ Parti’li Cesur, “Biz 8 aydan beri endişeliyiz, Bakan Bey geç kalmış” dedi.

“HEP GEÇ KALARAK…”

Hükümetin Covid-19’a müdahale aşamasında geç kaldığını ifade eden Aylin Cesur,

  • “Bir de, hükümetler endişe duymaz, çözüm üretir. Covid-19 işinde hep geç kalarak hareket ettiğimiz için halen 1. dalgada boğulan az sayıda ülkeden biriyiz..”
    sözleriyle izlenen politkaları eleştirdi.

“YALNIZCA ANKARA’DA 1450 GÜNLÜK VAKA”

Açıklanan resmi verilerin inandırıcı olmadığını ifade eden İYİ Parti Milletvekili Cesur, “Resmi Covid-19 ölü 5700’lerde, vaka: 233 binlerde, günlük vaka 1000’lerde açıklanıyor. Sağlık Bakanı endişelenmekte haklı; sadece Ankara’da dünkü vaka sayısı 1450’ymiş çünkü. Asıl doktorlar endişeli ve bize ulaşıp bilgi veriyorlar. Daha ne kadar saklanırdı ki; ucunda ölüm var” diyerek Sağlık Bakanlığı’na tepki gösterdi.

BİLİM KURULU ÜYELERİNE SESLENDİ

Bilim Kurulu üyelerinin yaptıkları uyarılar neticesinden TV kanallarında açıklama yapmalarının engellendiğini de vurgulayan Dr. Aylin Cesur, şu soruları yöneltti:

“Değerli Bilim Kurulu üyeleri: Sadece Ankara’da dünkü vaka 1400’ün üstünde midir? Her gün TV’lerdeki bilim kurulu üyeleri, gerçekte sayılar en az 3 kat fazla olduğu için mi artık TV’lerde değiller? Temaslılara bile test yapılmama talimatı ne tür bir normalleşmedir?”

‘Artık normale dönelim’ istiyoruz… Peki, normal ne?

Özlem Yüzak
ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr
03 Nisan 2020 Cumhuriyet

‘Artık normale dönelim’ istiyoruz…
Peki, normal ne?

Herkesin dilinde: Artık normal hayatımıza bir dönsek… Ama “Normal olan neydi” sorusunu soran pek yok. Sahi şu yıllardır sürdürülen düzen normal miydi peki?

Hesapsız üretim ve tüketim mi normaldi? Doğanın amansızca katliamı mı? Zengin ve yoksul arasındaki devasa uçurum mu? Adaletsiz rejimler mi? Yanı başımızdaki hukuksuzluklara seyirci kalmak mı?

Bir yandan yeni teknolojilerle doludizgin ilerlemeler kaydedilirken, bir yandan ortaçağ karanlığı benzeri bir cehaletin artması mı?

Neydi o normal? Sağlıktaki o özelleştirmeler mi? Araştırma hastanelerinin, devlet hastanelerinin insan ve finans kaynaklarını özel hastanelere yöneltmek mi? Her hastaya gerek olsun olmasın tomografi, MR, tahlil vs. çektirterek bir avuç şirkete para kazandırmak mıydı o normal? Kendi yerli tohumumuzun bile yasaklanması ve çokuluslu bir iki şirketten satın alma zorunluluğu mu normaldi? Sadece düşüncelerini söylediler ya da yazdılar diye gazetecilerin, siyasetçilerin, sivil toplum önderlerinin hapiste çürümesi mi normaldi? Yoksa tüm bunları kabulleniş mi normaldi.. Neydi o normal? Her gün bir kadının eşi, sevgilisi, eski kocası tarafından katledilmesi mi?

Köylerin bomboş olması mıydı? Ekilecek arazilerin betona, madenlere peş keş çekilmesi miydi? Çocuk işçiler mi? Hiçbir sigortası, gelecek güvencesi olmadan kayıtsız çalıştırılan milyonlar mı? Satın aldığımız, tükettiğimiz her ürün her eşya için ödediğimiz paranın içinde emeğin payının her yıl ne kadar düştüğünün bilincinde olmamak mı, umursamamak mı normal?

Sanki bir asteroid çarptı…

Sanki bir asteroid çarptı gezegene ve bir anda her şey değişti. COVID-19 ile başlayan küresel sağlık krizi, ekonomileri, sivil toplumu, günlük yaşamı alaşağı etti. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İpi çekildi eski düzenin… En azından uzun bir süre… Büyük savaşlar, salgınlar insanların yaşadıkları dünyanın anlamına ya da sağlamlığına olan inançlarını da azaltır. Ve tarih sayfalarında geçmişin deneyimleri bu tür büyük krizlerin siyasi sistemlerin de tahtlarının sarstığını göstermiştir. Korona sonrası nasıl bir dünya olacağını şimdiden öngörmek olanaksız…

Ülkeler şimdilik kendi can dertlerinde; çöken sağlık sistemleri ile, büyük yara alan ekonomileri, işsizlikle uğraşıyorlar. Total bir çöküşü önlemek için büyükannenin sandığının diplerine atılıp sonra unutulan sosyal devleti” yeniden hatırladılar zorunlu olarak

Ve bu yüzden dünyanın en kırılgan en yoksul bölgelerinde ya da mülteci kamplarında koronavirüsün nasıl seyrettiğini, neler olup bittiğini bile bilmiyoruz daha. Ama artık şunu biliyoruz: Bir bumerang gibi bize herkese geri döneceğini…

Öyleyse…

– Daha kapsayıcı, daha sürdürülebilir temelleri olan bir ekonominin inşası artık yaşamsal. Bunun için hâlâ içinde bulunduğumuz ve faturanın daha da ağırlaşacağı koronavirüs günlerinde yapılması gereken en önemli ekonomik adım “Kimse işten çıkarılmayacak yasası”. Devlet kaynaklarının buna ayrılması.

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmemesi gerektiğinin anlaşılması. Halk sağlığı temel bir kamu yararı ve stratejik güvenlik için kritik bir faktör. Sağlık çalışanları için her şeyin seferber edilmesi..

– Dayanışmanın tekelleştirilmemesi.. COVID-19 krizidaha da yakın” ve daha derin bir dayanışma gerektiğini gösterdi. Bu dayanışmada ideolojik savaşın yeri yok. Bu da bumerang gibi geri teper. Bu bir gönüllü hareket. Dünyanın her yerinde korona ile mücadelede merkezi hükümet kadar yerel yönetimlere de büyük görev düşer…

COVID-19 salgını, 21. yüzyılın tüm insanlığı gerçekten etkileyen ilk krizi. Ve ne yazık ki son olmayacak. Bunu daha fazla kriz takip edecek ve hepsi bir virüs şeklinde gelmeyecek. Bunlara hazırlıklı olmanın, krizleri önleyebilmenin hatta azaltmanın yolu ise önce hepimizin normal üzerinde durup düşünmemizden geçiyor..

240 Yıl Önceki Çığlığa Özlem

240 Yıl Önceki Çığlığa Özlem

Prof. Dr. Mustafa Altıntaş – Çalışan | Barkın | Tezcan Hukuk Bürosu

Prof. Dr. Mustafa ALTINTAŞ
Cumhuriyet, 15 Temmuz 2020

“Beyinler, fikirler ve insanlar özgürleşecek mi? Sansürün, baskının, işkencenin kalktığını, ‘Sizin fikirlerinize karşıyım ama bunları söyleme hakkınızı kısıtlayanlara karşı sonuna dek sizi savunurum!’ diyebilenler tarafından yönetilen bir ülkede yaşayabilecek miyiz?

Özgür düşüncenin yaygınlaştığını; halk kitlelerini, ceza veren bir Allah ve cehennem azabıyla korkutarak sindiren ideoloji ve inançların eriyip yok olup gittiğini biz de görebilecek miyiz? Aydınlanma çağı bizim ülkemize de gelecek mi?”

YAŞAMSAL ÖNEMDE

Yukarıya alıntıladığım bu dileğin, atılan bu çığlığın, ülkemizden yükseldiği yanlışına düşmeyin. Bunlar, Danimarka Kraliçesi Carolina Matilde’ye ait. 240 yıl önce dile getirilen bu dilek ve sergilenen isyanın, günümüz Türkiye’sinde yaşamsal önem taşımakta olduğu bir gerçektir.

Anayasanın 5’inci maddesinde devletin temel amaç ve görevleri;

  • “Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” diye tanımlanmaktadır.

    Yasama”, “Yürütme (Cumhurbaşkanlığı)” ve “Yargı” organlarının varlık nedeni ve meşruiyeti, bu amaca erişme ve görevin gereğinin yerine getirilmesine dayalıdır.

ÖZÜMSEMEKLE MÜMKÜN

“Yükseköğretim Kurumları”; devletin temel amaç ve görevlerini gerçekleştirecek üç organdan biri olan “Yürütme Organı” içinde yer almaktadır. Yükseköğretim kurumları, bir yurttaş olarak hak sahibi olduğum huzurlu bir yaşamın gerçekleşmesi, ülke ve insanlığa hizmet etmek üzere kurulmuşlardır (AY, Başlangıç ve md. 130).

Bu nedenle, her üç organ ve üniversiteler; hak sahibi olduğum huzurlu bir yaşam hakkımın olmazsa olmazı olan “temel hak ve özgürlükler ile kişi hak ve özgürlükleri” korunması ve geliştirilmesi ile görevlidirler. Üniversite adlı kuruluşların meşruiyeti, anayasanın 25, 26, 27 ve 28 inci maddelerinde sıralanan “düşünce ve kanaat özgürlüğü”, “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü”, “bilim ve sanat özgürlüğü”, “basın özgürlüğü”ne sahiplenmesine, bunları özümlemelerine bağlıdır.

YAPILAN, ‘TERÖR’Ü SULANDIRMAK

Buna karşın, üniversite tabelalı kuruluşların yöneticileri, sıraladığımız hak ve özgürlükleri baskılamayı, görevlerinin olmaz ise olmazı kabul ederek, efendilerinin buyruğuna aykırı görüş ve düşünce sahiplerinin, ülke ve insanlık yararına çabalarını, disiplin terörü ile önlemeyi ve cezalandırmayı varlıklarının güvencesi görmekteler.

Bu terörün yığınsal hedefi, “Barış Akademisyenleri” olmuştur. Covid-19 salgını konusunda toplumu bilgilendirmeyi mesleğinin gereği bilen Dr. Güle Çınar ve Doç. Dr. Yusuf Savran, yöneticiler tarafından “yalanlamaya, özür dilemeye” zorlanmışlar,

Prof. Dr. Barbaros Çetin hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Disiplin terörü yanı sıra, yargı zulmü, KHK ile meslekten kopartılan simge isim ise Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu olmuştur. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kalp Uzmanı ve Çukurova Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Osman Küçükosmanoğlu, sağlık hizmetlerini konu alan bir konuşma nedeni ile, elleri kelepçelenerek savcı huzuruna çıkartılarak tutuklanmış, Üniversite Yönetimi ve meslektaşlarının “gıkı” çıkmamıştır.

Terörün komediye dönüştürüldüğü bir başka üniversitede ise, bir öğretim üyesi, “Av. Halit Çelenk Hukuk Ödülü Yarışması”na katılması ve ödül kazanması nedeni ile soruşturulabilmiştir.

ZULMÜN SON ÖRNEĞİ

Zulmün son örneği ise 7 Temmuz günlü gazetemiz Cumhuriyet tarafından, kamuoyuna “Muhalefet Edene Yaşam Hakkı Yok” başlığı ile duyurulmuştur. Bu kez hedef alınan ise Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AbD Öğretim Üyesi ve Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala olmuştur. Covid-19 konusunda yaptığı uyarıcı açıklamaları, Rektörlük tarafından” halkın yanlış bilgilendirilmesi ve paniğe yönlendirici olması” gerekçesi ile, disiplin soruşturmasına konu kılınmıştır.

Asıl büyük tehlike ve korkutucu olanı ise; sayıları iki yüzün üzerine çıkmış üniversite ile sayıları yüzü aşmış tıp, hukuk ve iletişim fakülte kurullarının; Sağlık Bakanlığı ile TTB, baro başkanlıkları ile Adalet Bakanlığı, RTÜK ve Basın İlan Kurumu ile bağımsız medya arasındaki anlaşmazlıklarda, çatışmalarda hukukun, aklın, vicdanın yanında yer alma yerine, güçlünün yanında yer tutmalarıdır. Bu ise, Üniversitenin intiharı demektir.

Keşke, 240 yıl sonra, Danimarka Kraliçesi Carolina Matilde’ye, “bizim ülkemizde beyinler, fikirler ve insanlar özgürleşti, sansür, baskı ve işkence kalktı, düşünce özgürlüğü yaygınlaştı, bizim ülkemize de Aydınlanma Çağı kurumlaştı ve kurallaştırıldı, halk kitlelerini, ceza veren bir Allah ve cehennem azabıyla korkutarak sindiren ideoloji ve inançların eriyip yok olup gittiği” müjdesini verebilseydik.

DSÖ : Pandemi gittikçe kötüleşmeye devam edecek

DSÖ’den flaş Covid-19 uyarısı: Pandemi gittikçe kötüleşmeye devam edecek

  • “Birçok ülke yanlış yöne saptı, virüs hala bir numaralı düşmanımız olmaya devam ediyor. Eğer temel önlemler uygulanmazsa, pandemi gittikçe kötüleşmeye devam edecek”

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, İsviçre’nin başkenti Cenevre’de düzenlenen toplantıya video konferans yöntemiyle katıldı. Ghebreyesus, yeni tip koronavirüse (Covid-19) ilişkin yaptığı açıklamada,

  • “Doğrusunu söylemek gerekirse, birçok ülke yanlış yöne saptı, virüs hala bir numaralı düşmanımız olmaya devam ediyor. Eğer temel önlemler uygulanmazsa, pandemi gittikçe kötüleşmeye devam edecek. Ancak bu şekilde olmak zorunda değil.” ifadelerini kullandı.

Ghebreyesus, liderleri, hükümetleri ve tüm insanları “salgının yayılması zincirini kırmak için” ellerinden gelen her şeyi yapmaya davet etti. “Sizinle dürüst olmak istiyorum; öngörülebilir bir gelecek için ‘eski normal’e dönüş olmayacak.” uyarısı yapan Ghebreyesus, ancak salgını kontrol ederek hayatın sürmesini sağlayacak bir yol haritası olduğunu ifade etti. Ghebreyesus, bu yol haritasını ise ölüm oranlarının düşürülmesi, virüsün yayılma hızının bastırılması, bireysel tedbirlerin alınması ve geniş kapsamlı stratejiler uygulayacak güçlü iktidarlar olduğunu kaydetti.

“OKULLARI AÇMAK POLİTİK BİR KARAR OLMAMALI”

DSÖ’nün Sağlık Acil Durumları Programı’nın Yönetici Direktörü Michael J. Ryan ise, pandemi esnasında okulların açılmasını değerlendirdi. Ryan, “Okulların açılamasının politik bir karar olmamalı. Bu çocuklar için adil değil. Eğer pandemiyi bastırabilirsek, okullar güvenle açılabilir” değerlendirmesini yaptı. Bununla birlikte DSÖ direktörü, Çin’in Hubey eyaletindeki Vuhan kentinde görülen ilk vakayı bulmaya çok yaklaştıklarını açıkladı.

DÜNYA GENELİNDE SON DURUM

Çin’in Hubey eyaletine bağlı Vuhan kentinde ortaya çıkan ve dünyaya yayılan yeni tip koronavirüs tespit edilen kişi sayısı dünya genelinde 13 milyon 49 bin 106’ya ulaştı. Covid-19 görülen ülke ve bölgelerdeki yeni vakalara ilişkin güncel verilerin derlendiği “Worldometer” internet sitesine göre, dünya genelinde virüs nedeniyle 571 bin 807 kişi öldü, virüs saptanan 7 milyon 591 bin 913 kişi iyileşti. Dünya genelinde tedavisi süren 4 milyon 885 bin 386 vaka bulunuyor. En fazla vaka ve ölümün görüldüğü ülke ABD’de 3 milyon 413 bin 995 kişide Kovid-19 tespit edilirken, salgın nedeniyle 137 bin 782 kişi yaşamını yitirdi

Hekimler normalleşmeyi hızlı buldu başa dönebiliriz uyarısında bulundu

Hekimler normalleşmeyi hızlı buldu
başa dönebiliriz uyarısında bulundu

Uzmanlar, salgının tam anlamıyla  denetim altına alınmadan AVM’ler, spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılmasının sakıncalı olduğunu açıklarken, normalleşme adımlarının bu kadar hızlı atılmasının süreci başa döndürebileceğinin uyarısında bulundu.

Sena Yaşar
Cumhuriyet, 30 Mayıs 2020

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Yamanel, “Kreşlerde sosyal mesafeyi korumak mümkün değil. Çocuklar eve geldiğinde evdeki bireylerden ve özellikle yaşlılardan uzak durmalı” derken, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar, “Salgın henüz tamamıyla kontrol altına alınmamışken AVM’ler, spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılması büyük sakınca oluşturuyor. Normalleşme adımlarının bu kadar hızlı hayata geçirilmesi durumunda, aylardır ağır bedeller ödeyerek aldığımız yolun en başına dönebiliriz.” uyarısında bulundu.

Hekimler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısının ardından açıkladığı 1 Haziran’dan sonraki “normalleşme planına” ilişkin Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulundu. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yamanel, seyahatlerin vaka sayısını artırmadan yapılabilmesi için araçlarda yanlar boş bırakılarak “çapraz oturma düzeniyle” yapılmasının çok önemli olduğuna dikkat çekti.

Yamanel, “Seyahat işletmelerinin oturma düzenine ve araç içi hijyene çok dikkat etmesi lazım. Vatandaşlarımız da yolculuk esnasında el hijyenine dikkat etmeli. Maske ise yolculuk boyunca çıkarılmamalı” dedi.

Yamanel, uçakların havalandırma sistemlerinin daha iyi olduğunu belirtse de, karayolu veya havayolu arasında hijyen açısından çok fark olmadığını vurguladı.

SPORDA 2 METRE

Spor salonları için sosyal mesafe artırılmalı, 2 metrelik mesafeler uygun olabilir. Spor yaparken maske takmak biraz zor. Mümkün olan sporlarda maske kullanılmalı. Salonlardaki hijyene çok dikkat etmek lazım. Kreşlerde ise sosyal mesafeyi korumak çok zor, hatta mümkün değil.

ÇOCUKLA MESAFE

Virüs çocuklar için pek sorun olmuyor ama çocukların eve dönünce bulaştırma ihtimali yüksek. Çocuklar kreşten eve dönünce, anababaların ve yaşlıların onlardan biraz uzak durmaları gerekir. Virüs gündemi herhalde uzun süre daha devam edecek. Bu noktada yapılması gereken, çocukları kreşe gönderip evdeki yaşlılardan uzak tutmak.

DÖRT KURAL

Yeni normale bütün dünyanın olduğu gibi bizim de alışmamız gerek. Yeni normalin de 4 kuralı var: Kalabalık oluşturmamak, sosyal mesafeye uymak, maske takmak, hijyene dikkat etmek. Hazirandan sonra da bu 4 kurala mutlaka uymamız ve alışmamız lazım.

‘SORUMLULUK BİREYE YÜKLENİYOR’

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Erbaydar ise, salgında yeniden alevlenmenin önlenmesi için devletin ve bireylerin alacağı önlemlerin birbirini tamamlaması gerektiğine dikkat çekti. Erbaydar, “Sağlık Bakanı son günlerde sürekli olarak vatandaşların tedbirli davranmaları gereğini vurguluyor. Vatandaşın tedbirli davranması elbette gerekli ama devletin acele bir şekilde tedbirleri kaldırması bununla çelişiyor. Adeta bütün sorumluluk bireylerin sırtına yükleniyor.” dedi. Bakanlığın toplu yaşam alanları ve işletmeler için rehber oluşturduğunu anımsatan Erbaydar, şu uyarılarda bulundu:

“Bunlar işletme maliyetlerini artıracak uygulamalar ve işletmelerin inisiyatifine bırakılmamalı. Bu aşamada, salgın henüz kontrol altına alınmamışken, AVM’ler,  spor salonları, kreşler gibi toplu yaşam alanlarının açılması büyük sakınca oluşturuyor.  Normalleşme adımlarının bu kadar hızlı hayata geçirilmesi durumunda, aylardır ağır bedeller ödeyerek aldığımız yolun en başına dönebiliriz.  Bunun olmaması için sağlık, adalet, belediyecilik, gıda ve enerji gibi yüksek öncelikli alanlar dışında toplu yaşam alanlarına yönelik kısıtlamalar sürmeli, izin verilecek alanlarda kısıtlamalar birer birer, geniş zamana yayarak ve sonuçları dikkatle izleyerek kaldırılmalı. Faaliyete açılan alanlarda tesis atık sularında virüs araştırılması, çalışanların ve ziyaretçilerin temaslılık durumlarının takip edilmesi, havalandırma sistemlerinin, dezenfeksiyon işlemlerinin, maske ve fiziksel mesafe tedbirlerinin sıkı denetlenmesi, sorun tespit edilen yerlerde derhal yeniden kısıtlamaya gidilmesi gerekiyor. Bunlar olmaksızın vatandaşa kurallara uymayı tavsiye etmek anlamlı değil.”

KAMU SPOTU YANLIŞ BİLGİ İÇERİYOR

Erbaydar, Bakanlığın kamu spotlarında virüs taşıyan kişilerin ve onların çevresinde mavi noktalarla belirtilen virüslerin yer aldığına dikkat çekerek, şöyle konuştu:

“Ancak bu virüsler ilginç şekilde hasta kişilerin vücudundan uzaklaşmıyor ve etrafında dolanıp duruyor. Oysa enfekte kişinin ağzından havaya saçılan ve içinde virüslerin bulunduğu damlacıkların etrafa kolayca yayıldığını ve özellikle kapalı alanlarda bu damlacıkların saatlerce havada asılı kalabildiğini biliyoruz.  Bu kamu spotlarında fiziksel mesafenin koruyucu etkisi gerçekte olduğundan çok fazla görünüyor. Bununla, adeta, AVM’ler, spor salonları gibi toplu yaşam alanlarının açılması ile ortaya çıkacak tehlikeler basit bireysel önlemlerle aşılabilirmiş gibi algılanıyor.

Sosyal ortamlarda fiziksel mesafeyi korumak, doğru biçimde maske kullanmak, emin olmadığımız her temastan sonra el yıkamak çok önemli; ancak bütün bunlar zorunlu olarak evden çıktığımızda geçerli önlemler. Bunlardan önce, AVM’ler, marketler gibi herkese açık kapalı alanları zorunlu gereksinimler dışında kullanmamak temel yaklaşım olmalı.”
=====================================

Dostlar,

Her 2 meslektaşımızın da açıklama ve uyarılarına katılıyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın / Erdoğan’ın söylem e eylemleri örtüşmüyor.
Bu tablo halkın kafasını karıştırıyor, buna hakkımız yok.
TV vb. ortamlarda yapılan halka dönük SAĞLIK EĞİTİMİ ciddi bir iştir.
Alan bilgisi sahibi uzmanlara ek, sağlık eğitimi alanında uzmanlaşmış takımlarca (ekiplerce) hazırlanmalı ve tüm kamuoyuna sunulmadan önce sınırlı toplum kümelerinde öndenemeleri yapılmalıdır.

Ayrıca, koronavirüs bulaşının hava yoluyla havada asılı parçacıklar (aeorosol ve droplet) ile yayılıp taşınması süreçlerinin bilimsel olarak tam anlamıyla açıklanması son derece önemlidir. Bilindiği gibi bir bulaşıcı hastalık zincirinin 3 temel halkası vardır :

1. Kaynak : COVID-19’da hasta / taşıyıcı insanlar
2. Bulaşma yolu : Başlıca hava yolu, bulaşlı yüzeylere el değinimi ile ağız – burun – göz taşınması
3. Duyarlı konakçı : İnsanlar; özellikle yaşlılar, ek süregen hastalığı olanlar…

Olanak ölçüsünde  bu 3 halkaya da hücum ederek bulaş zincirinin 1’den çok halkadan kırılmasına çalışarak salgını durdurmak temel yolaktır (stratejidir). Her halkaya dönük, hastalığa göre özelleşen önlemle ve girişimler söz konusudur.

Öksürük, aksırık, konuşma, sporda artan solunuma bağlı olarak taşıyıcılar virüsü ne ölçüde ve nasıl bulaştırmaktadırlar, sorunun aerodinamik boyutları tam olarak bilinmemektedir. 100 nm boyutlu korona virüsler hangi uzaklıklara hangi STP (standard temperature and pressure) koşullarında taşınabilmekte, havada ne denli askıda (suspended) kalabilmekte, yere çöküş dinamikleri nasıl gerçekleşmekte, taşınabilidikleri uzaklık ve havada – ortamlarda hastalık yapma yeteneklerini ne ölçüde sürdürebildikleri yeter ayrıntı ile bilinmemektedir.

Özellikle akışkanlar mekaniği / aerodinamisi alanı araştırılma gereksinimlidir..  Zincirin en önemli halkası BULAŞTIRMA YOLU’dur. Bu bağlamda TÜBİTAK’ı, değindiğimiz sorunsal (problematik) alanlarda proje çağrısı yapmaya davet ediyoruz. Tıp Fakültelerinin Biyofizik Anabilim Dalı öncülüğünde Makine Mühendisliği, Fizik ve Bilgisayar Modellemeleri uzmanları birlikte çalışarak bu temel sorunun aydınlatılmasına katkı vermelidirler. Türkiye bu bağlamda ön alabilecek insangücü ve teknik donanım birikimine sahiptir.

Yöneticiler, ülkemizin bu özkaynağını (potansiyelini) harekete geçirmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 30 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

65 ve Ötesi

YEŞİM YASİN
Acıbadem Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi

65 ve Ötesi

Yeşim Yasinİstanbul – BİA Haber Merkezi24 Mayıs 2020
http://m.bianet.org/bianet/yasam/224719-65-ve-otesi
Bilim Kurulu üyelerini tek tek, belki kendi kuzenlerimizden daha yakın tanımaya başladık. Uzaktan kumandamızı onlara yakınlaşmak için kullandık, tüm sanal ortamlarımıza buyur ettik her birini. Misafirperver bir milletiz malum!

Artık biliyoruz; COVID-19 açısından 65 yaş üstü nüfus en kırılgan gruplardan biri. O nedenle güvende olmaları için aylardır evlerinde ve oda sıcaklığında muhafaza ediliyorlar*. İlk kez iki hafta önce birkaç saatliğine dışarı çıkmaları mümkün oldu.

Bir sunumum için veri toplarken farkettim ki, bir ‘uzman’ onlara 16 maddelik bir listeyle ‘tavsiyelerde’ bulunmuş. Dört saat için tam 16 madde; şaka değil saat başına dört madde düşüyor!

Listede, dışarı çıkarken hangi ilaçları yanlarına alacaklarından, kalp hastalıkları ve ani damar tıkanıklıkları riskine karşı dikkatli olmaları gerektiğine kadar, aklınızı uçuracak cinsten bir dizi tavsiye süsü verilmiş uyarı bulunuyor.

Bu coşkulu listenin mimarı bir ‘göğüs hastalıkları uzmanı’. Anlaşılan uzmanlık eğitimi sırasında verem, astım, KOAH, zatürre gibi hastalıkların tedavisi ya da bronkoskopi gibi teknik uygulamalarla ilgili eğitimin yanı sıra “pandemilerde açık kamusal alanlara gerontolojik yaklaşımlar” gibi konular da ele alınmış. Hayret ve kaygı verici.

Neden böyle bir giriş yaptım?

Böyle bir giriş yaptım ama bu örnekle başlamamın asıl nedeni son günlerde fazlaca maruz kaldığımız ‘uzman hadsizliğinin’ gelebileceği seviyeye dikkat çekmek değil. Bu örnek beni şaşırttı, sarstı, kızdırdı ve bir başka noktayı fark etmemi, üzerinde düşünmemi sağladı.

Öyleyse bu yazının asıl derdi ne?

Şöyle girebilirim asıl konuya: Bilgi politik bir meseledir. Neyin bilindiği ya da öğretildiği politiktir. Neyin bilinmediği ya da öğretilmediği de politiktir. Nelerin konuşulduğu, en çok da nerelerde susulduğu politiktir. Ve bilgi, sadece iktidarı meşrulaştıran araçlardan biri değil aynı zamanda iktidar kuran da bir güçtür.

Bir süredir olağandışı bir dönemden geçiyoruz. Daha COVID-19 henüz pandemi ilan edilmemişken Sağlık Bakanlığı’nın bir ‘bilim kurulu’ oluşturduğu haberini aldık. Sevindirici bir gelişmeydi, çünkü toplum olarak en büyük ihtiyacımıza karşılık geliyordu: Güven.

Derken Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilanı geldi ve 11 Mart’ta yani pandemi ilanıyla aynı gün Türkiye, ilk vakanın tespit edildiğini açıkladı. O günden sonra hangi ‘mahalleden’ olursa olsun herkes efsunlanmış gibi medyayla yattı, medyayla kalktı.

Bilim Kurulu üyelerini tek tek, belki kendi kuzenlerimizden daha yakın tanımaya başladık. Uzaktan kumandamızı onlara yakınlaşmak için kullandık, tüm sanal ortamlarımıza buyur ettik her birini (misafirperver bir milletiz malum).

Kahvaltıda karşımıza bir enfeksiyon hastalıkları uzmanı oturdu, öğle yemeğimizde bir göğüs hastalıkları doçenti, ikindi çayımızı bir halk sağlığı öğretim üyesiyle beraber yudumladık (daha cana yakın oluyorlar), akşam yemeğinde bir yoğun-bakım profesöründen kaç kişinin daha entübe edildiğini öğrendik. Yemekten sonra da gece boyunca atıştırmalık mikrobiyoloji, psikiyatri, pediatri, patoloji, farmakoloji konularında bilgilendirildik.

Bu dönemde bilim kurulu üyeleri kamuoyuna pek çok konuda açıklama yaptı. Başlangıçta bu açıklamalar COVID-19 odaklıydı: hastalığın kaynağı ne, nasıl bulaşır, semptomları neler, tedavisi ne kadar sürer, aşısı var mı, ‘kahramanları’ aşı bulurlar mı ve benzeri konular… Ve fakat zaman ilerledikçe konular çeşitlendi. Misafirlik uzayınca malum, repertuar genişledi.

Bilim Kurulu’ndan bir üye bir TV programına telefonla bağlanıp, falanca adadaki filanca otelde kahvaltı için saat başı kaç kişinin yemek kuyruğuna girebileceğini bildirdi, bir diğeri berberlerdeki ideal muhabbet süresinin formülünü verdi, başka biri milli turist politikamız ile ilgili izlenmesi gereken stratejileri sıraladı.

Okul kantinlerinden, pansiyon mutfaklarına, futbol maçlarından, sahil kenarlarına kadar sair konuda ve yeni doğmuş bebeklerden ergenlere, genç erişkinlerden 65 yaş üstündekilere kadar her yaş grubu için itinayla görüş bildirdiler.

Dönemin açık ara en flaş(ör) açıklaması “Türkçe, korona virüsü daha az yayıyor” olarak kayıtlara geçti ama bunu söyleyen profesör bilim kurulunda değildi. Olsun, o da bir uzman.

Toplumsal faydasının değerini nasıl ölçebileceğimizi bilemediğimiz bu ‘müstesna’ açıklamasıyla kendisinin bundan sonra oluşturulacak ilk bilim kuruluna asil listeden girebileceğini düşünüyorum.

“Bilim Kurulu’nun uyarmadığı, tavsiye vermediği, fikir beyan etmediği bir konu kaldı mı” diye sorabilirsiniz. Sorun tabii. Sorun, çünkü bu yazının varlık nedeni tam da bu sorunun cevabında.

Suskunluğun politik-ekonomisi

Sunumum için veri topladığımı söylemiştim ya, niyetim COVID-19 bağlamında kırılgan gruplara biraz daha yakından bakmaktı. Hani pandeminin herkesi eşitlediğine dair yaygın bir illüzyon var ya, aslında işin hiç de öyle olmadığını örnekleriyle ortaya koymaktı niyetim. Kırılgan gruplar, zaten işler yolunda giderken bile sağlıklarının bozulma riskleri daha çok ve sağlık hizmetlerine erişimleri daha sınırlı nüfuslarken, pandemi döneminde sorunlarının katmerleneceğini öngörmek hiç zor değildi.

Hayatın hemen her alanında bu derece derin bilgisi olan ve bilgisini her vesileyle sınırsızca paylaşmayı şiar edinmiş bilim kurulunun seçilmiş bilim insanları, bu gruplar için kimbilir ne kıymetli önerilerde bulunmuşlardır diye heyecanla taradım veri tabanlarını! HIV ile yaşayanlar, göçmenler, mülteciler, ev-işlerinden iş-işlerine aralıksız çalışan kadınlar, LGBTİ’ler… Ama en önce mavi yakalılar, emekçiler.

Hani salgının en başından beri işlerine aralıksız devam etmeleri istendiği için “Türkiye toplum bağışıklığı değil ama sınıf bağışıklığı” stratejisi izliyor diye düşünülmüştü.

  • Hani DİSK son raporunda COVID-19’un işçilerde, nüfusun kalanına oranla 3.2 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştu.
  • Hani İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi Nisan 2020 verilerinde iş cinayetlerinin %47’sinin COVID-19 nedeniyle meydana geldiğini duyurmuştu.

Baktım. Birkaç kez. Bu konu hakkında bilim kurulunca verilmiş tek bir beyan yoktu.

Ve sustular

Belli ki nüfusun ekonomik üretime katılmayan her kesimi için bilimin sesi gürleşmiş, hatta bilgi üzerimize boca edilmişti. Ve fakat devlet, insani kriz ile ekonomik kriz arasındaki tercih ve iradesini, devasa bir risk grubunun sağlığını gözden çıkararak gösterdiğinde, Kurul bek-vokalde bile yoktu. Anlaşılan sermayenin virüsle ilişkisinde sorun yoktu: Sosyal mesafe de neydi, maskeleri bir bir düşürüyordu. Özellikle cerrahi olanlarını.

Elie Wiesel’den aktaralım:

  • “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir;
    fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı”.

Bilim kurulu, salt tıbbi saiklerle bile itiraz etmedi; suskunluğuyla egemen söylemi ve iktidarın sınıf bağışıklığı stratejisini meşrulaştırdı.
En azından bunu yazarak bir şerh düşmek istedim.
Bulunsun diye.
Bilin istedim. (YY/APA/DB)


* Bu ifade 65 yaş üstü için “yaşlılarımız, kıymetlilerimiz, büyüklerimiz” gibi iyelik soslarına bulanmış cümleler kurunca kendini temize çektiğini sanan ama aslında onları ötekileştiren, sosyal hayatın dışına iten ve kendi kendilerine yetemeyen aciz bağımlılar olarak kodlayanlara bir nazire olarak kullanılmıştır.

Geç Olmadan Harekete Geçmeli

Geç Olmadan Harekete Geçmeli

Marco V. Sánchez CANTILLO
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
Tarımsal Kalkınma Ekonomisi Bölümü Genel Müdür Yardımcısı
23 Mayıs 2020 Cumartesi

Dünya, Covid-19 yüzünden birçok belirsizlikle karşı karşıya. Ancak bir konuda ise şüphe yok: Küresel ekonomik faaliyetler büyük yara alacak, insanların gelirlerinde ve refah düzeylerinde derin etkiler bırakacak. Özellikle de gerek ekonomik olarak zayıf gerekse de gıdada dışa bağımlı ülkeler için…

Virüsün yol açtığı sorunların çözümüne yönelik gerekli önlemlerin zamanında ve etkili bir şekilde uygulanmaması halinde, dünyada sayıları giderek artan açlıkla mücadele eden kişi sayısı kritik noktalara taşınacaktır.

FAO’nun, BM’nin öbür organizasyonları ve uluslararası ortakları ile birlikte geçen yıl hazırladığı (2019) Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu Raporu’nda (SDG-2 Suistanable Develepmont Goal- Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri) 2011-2017 arasında yaşanan ekonomideki yavaşlama ve gerilemelerin yetersiz beslenme ve açlığa kapı araladığı konusuna dikkat çekmişti. FAO raporunda 2011-2017 arasında yetersiz beslenme sorunu yaşıyan ülke sayısının 65’ten 77’ye yükseldiğine işaret etmişti. Uluslararası Para Fonu da (IMF), küresel GSYH kestirimini 6.3 puanlık bir düşüşle revize ederek, BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün bu analizini, küresel bir tehdit haline gelen sağlık ve açlık krizine karşı geliştirilecek mekanizmaların bir parçası haline getirdi.

IMF, geçtiğimiz ocak ayında küresel ekonomide 3 puanlık bir yükselme öngördüğünü açıklamış ancak bu öngörüsünü salgının dünyayı sarması ve ülkelerin hızla koruma tedbirleri kapsamında kısıtlayıcı önlemlere başvurması nedeniyle yenilemek zorunda kalmıştı. Para Fonu, Covid-19’un küresel ve ulusal piyasalara olumsuz etkilerini göz önüne alarak yaptığı yeni kestiriminde küresel büyüme oranda 3 puanlık bir daralma yaşanmasının beklendiğini duyurdu. Dünyanın halihazırda en yüksek açlık oranlarının bulunduğu, 20 yaş ile ortalaması ile oldukça genç bir nüfusu ev sahipli yapan Sahraaltı Afrika bölgesi, ekonomideki sert daralma sonucun yeni ve derin bir krizle baş etmek zorunda kalacak.

FAO’nun 1995’ten bu yana düzenli olarak tuttuğu, “Yetersiz Beslenme Endeksi (PoU) ve dışarıdan gıda ithalatına bağımlı ülkelerin daha önceki ekonomik göstergeleri temel alındığında,

  • Covid-19’un tetiklediği durgunluk nedeniyle milyonlarca insanın daha açlık sınırına gerileyeceği öngörülüyor.

AÇLIK ORDUSUNA KATILACAKLAR !

Açlık çeken insanlar ordusuna katılması olası bu insanların toplam rakamı, ülke ekonomilerindeki büyüme ve daralma senaryolarına göre 14.4 milyon ile 80.3 milyon arasında değişiyor. Gıdaya ulaşımdaki adaletsiz denge daha da bozulursa sonuçlar, açıklanan projeksiyondan da daha kötü olabilir. Dünya bunun olmasına izin vermemeli.

  • Dünyada, şimdilik bir gıda üretim sıkıntısı görünmüyor.

FAO, tam da bu yüzden bütün ülkelerin gıda tedarik zincirini canlı tutmaları için ellerinden geleni yapmasını öneriyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü, son gelen ekonomik veriler ışığında yaptığı değerlendirmelerde hükümetlere, bölgesel ve küresel gıda tedarik zincirlerinin akışkanlığının sağlanması ve gıdaya erişimin önündeki kısıtlayıcı engellerin kaldırılması çağrısını yapıyor.

  • Yetersiz beslenme ve ekonomik gelişme arasında giderek açılan makas,

BM’nin 2030 yılı için önüne koyduğu açlığı bitirme hedefini de zorlaştırıyor. FAO’nun küresel verilerden derlediği PoU Endeksi uzun yıllara yayılan mücadele sonucu düşüş eğilimindeyken, 2015’ten başlayarak yeniden yükseliş eğilimine girmiş durumda. Ne yazık ki bugün, açlık ve yetersiz beslenme endeksinde yeniden 2010 düzeyine gerilemiş durumdayız.

  • Dünyadaki her 9 kişiden 1’i yetersiz beslenme koşullarında yaşıyor.

Bu oran Asya ve Afrika’da ise çok daha yüksek rakamlarda seyrediyor.

TEDARİK ZİNCİRİNE ODAKLANMALI

Hükümetler, ekonomik sermayeyi korumak ve yeni işsizler için sosyal güvenlik alanlarını desteklemek için benzeri görülmemiş mali ve parasal teşvikler uyguluyorlar. Birçok ülke, bu tür likidite enjeksiyonlarını ve kamu harcama taahhütlerini yerine getirecek araçlardan yoksun. Uluslararası toplumun kendi harekete geçme kapasitesini kolaylaştırması gerekirken, ülkelerde Covid-19’un yarattığı en acil ihtiyaçlara yardım etmenin yanı sıra, kendi kaynaklarını yeniden tahsis etmek için mali sorumluluk bilinci ve objektif bir biçimde hareket etmeli.

  • Sağlık birinci önceliktir. 

Yeterli ve sağlıklı gıda, pandemiye verilen sağlık yanıtının merkezi bir parçasıdır.

Yetersiz eylem, önümüzdeki yıllarda savunmasız nüfusu ciddi şekilde zayıflatacaktır.

Bu, “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ne ulaşma ihtimalini daha da zorlaştıracaktır.

Dolayısıyla, çabalar yalnızca gıda tedarik zincirlerini canlı tutmaya odaklanmakla kalmamalı, aynı zamanda herkes için gıda erişilebilirliğine odaklanmalıdır. Hükümetler, gerekli resmi teşvik paketlerini en yoksul ve en yetersiz beslenenleri hedefleyerek bu sorunu ele alma şansına sahiptir. Nakit ve ayni transferler, yeni kredi limitleri, güvenlik ağları, gıda bankaları, okul-öğle programlarını canlı tutma gibi araçlar yararlı olabilir.

Varlıkları sınırlı olanlara odaklanmanın, hem en çok gereksinim duyanlara yardımcı olmanın hem de kamu kaynak harcamalarının talep dinamizmini koruma üzerindeki etkisini en üst düzeye çıkarmada etkisinin iki kat olumlu sonucu olacağı her zaman akılda tutulmalıdır.

Olası 3. olumlu etki de, gıdadaki güvensizliği ve yetersiz beslenmeyi önleyecek şekilde açlığı en aza indirmek, durgunluktan kaynaklanan uzun vadeli yara izlerini azaltacak ve gelecekte daha fazla canlılık ve daha az bağımlılık sağlayacaktır. Gerçekten de gıda erişimine yönelik mevcut tehdidi ele alan mümkün olduğunca teşvik edici önlemler, gelecekte ekonomik yavaşlamalara ve gerilemelere karşı onları korumak için gıda sistemlerinin dayanıklılığını artırmaya yönelik bir tasarıma sahip olmalıdır.
****
Aşağıdaki 2 görseli, de biz ekleyelim…

Dr. Ahmet Saltık

Kaynak görüntüyü göster

Kaynak görüntüyü göster

 

ArtıTV programımız : Korona Salgınında Neredeyiz, Ne Yapılmalı??

ArtıTV programımız :
Korona Salgınında Neredeyiz,
Ne Yapılmalı??

Sn. Nazım Alpman beyefendi ile bu sabah 10:00’da başlayarak Korona Salgınını değerlendirdik. 48 dakika sürdü.
Sn. Alpman’ın sorularını yanıtlamaya çalıştık.
Önce 19 Mayıs 1919’un 101. yılının anlamını aktardık.
Ardından da COVID-19 salgınını irdeledik.
Olanak verildiği için teşekkür ederiz.
Kayıdın herkese yararlı olmasını dileriz.
Ne yazı ki ortada bilimsel olmayan bilgileri kimi “uzmanlar” (!?) dillendiriyor.
Bilgi kirliliğinden çok ürküyoruz.

  • Çocuklara bir şey olmazmış, futbolculara bir şey olmazmış!?

Dünya Sağlık Örgütü‘nün uyarıları ortada:

  • Her yaştan insanın virüsten korunmak için gerekli tüm adımları atması isteniyor..Genç insanların da, ek hastalıkları olmasa bile (eşlik eden 5 önemli hastalık) bu hastalıktan (COVID-19) ölme olasılığı var.. Bu risk göz ardı edilemez.Bütün birikimimiz ve bilim namusumuzla halkımıza doğruları aktarmak için olağanüst bir çaba ile çalışıyoruz.Paylaşılması, dağıtılması… dileğiyle

    Sağlık Bakanı F. Koca’nın deyimi ile “kelebek etkisine” feda etmeyelim insanlarımızı. Dr. Koca “haklı” olarak uyarıyor cik (tweet) ietisi ile : Dr. Fahrettin Koca @drfahrettinkoca

  • Küçük bir etkenin, kestirilemez büyüklükte sonuçlar doğurmasına Kelebek Etkisi denir. Vuhan’da ortaya çıkan Koronavirüs’ün tüm dünyada hayatı alt üst etmesi gibi. Şimdi de küçük bir ihmal, bir uçtan bir uca tüm Türkiye’yi etkileyebilir. Risk devam ediyor. Tedbirlere uyalım.

    Image

İyi de, kabak çiçeği gibi açılma girişimlerine ne demeli??

Geçelim KELEBEK ETKİSİ’ni, TSUNAMİ ETKİSİ riski ile yüz yüze gelebiliriz..

  • Salgın ANONİM ŞİRKET’in kör kâr güdüsüyle yönetilemez!Yalnızca EPİDEMİYOLOJİ BİLİMİ ilkeleri ile yönetilir.İktidarın sözü ve eylemi çok çelişkili..
  • Dileriz faturası fazladan ama önlenebilir masum insan ölümleri olmasın / olmaz ??!!

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Şehir hastaneleri hakkında sorular

Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 07 Mayıs 2020

Cumhuriyet’te Tuncay Mollaveisoğlu’nun başlattığı, TELE 1’de İsmail Dükel’in sürdürdüğü “Şehir Hastanelerini sorgulama” sürecine bugün Balıkesir Milletvekili Op.Dr. Fikret Şahin’in Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın cevaplaması için TBMM’ye vermiş olduğu soru önergesi ile devam ediyorum:

(Aslında bu konu, medya tarafından değil, COVID-19 sürecinde, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından gündeme getirildi; medya da bunun üzerine olaya yeniden ayrıntılı olarak eğildi.)
***
Sağlıkta Dönüşüm programının bir parçası olarak yapılan Şehir Hastanelerinin yatırım maliyetlerinin gerçek değerinin çok üzerinde olduğuna ve Devlet Bütçemize büyük oranda yük getirdiğine dair değerlendirmeler ve raporlar bulunmaktadır.

Ayrıca Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin Bakanlığınız tarafından “ticari sır” gerekçesiyle kamuoyu hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle paylaşılmaması bu kaygıları daha da artırmaktadır.

Kamu harcamaları şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleriyle yapılması gerekirken, Bakanlığınız tarafından Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin gizlenmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin denetim yetkisini de engellemektedir.

Bu bilgilere istinaden;

1- Yabancı menşeli (ABD) yönetim danışmanlık şirketi Frost & Sullivan tarafından hazırlanan ve

https:// ww2.frost.com/frostperspectives/analysis-public-private-partnershipppp-hospital-campusesconstruction-programme turkey/

internet adresinde, Haziran 2015 tarihinde yayımlanan “An Analysis of Public-Private-Partnership (PPP) Hospital Campuses Construction Programme of Turkey” isimli raporda yer alan tabloda; ülkemizde yapılmış veya yapılması planlanan 15 Şehir Hastanesine ait yatırım maliyetlerinin miktarları belirtilmektedir.

Maliyet miktarları 255.000.000 – 1.232.000.000 USD arasında değişen bu 15 Şehir Hastanesinin tabloda yer alan yatırım miktarları doğru mudur?

2- Hastanelerin yatırım maliyetleri, yatak sayısına bölündüğünde her hastane için yatak başına düşen maliyet miktarının 255.148 USD (Kayseri Şehir Hastanesi) ile 459.358 USD (İstanbul İkitelli Şehir Hastanesi) arasında değişmekte olduğu görülmektedir.

Yatak başına düşen yatırım miktarında bu derece büyük oranda farklılıklar olmasının sebebi nedir?

3- Şehir Hastaneleri için yapılan yatırımlar; Kamu Özel İş Birliği modeli benimsenmeden doğrudan Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmış olsaydı maliyetleri ne olacaktı? Bu konuda bir çalışmanız oldu mu?

4- Şu ana kadar sözleşmeleri yapılan ve işletilmekte olan Şehir Hastanelerine ödenen kira bedelleri nedir?

Hastanelerin gelirleri kira bedellerini karşılayabilmekte midir?

5- Şehir Hastanelerini işleten şirketlerle yapılan sözleşmelerde hasta sayısı garantisi ve tıbbi hizmet garantileri verildiği doğru mudur?

Verilen garantiler doğru ise hangi oranda garantiler verilmiştir?

6- Yabancı menşeli danışmanlık ve yatırım şirketlerinin bilgisi dahilinde olan şehir hastanelerine ait sözleşmelerin örnekleri daha önce istenmiş olmasına rağmen neden Milletin Temsilcileri olan Milletvekilleri ile paylaşılmamaktadır.

Bu sözleşmelerin açıklanmasının mahsuru nedir?

Sözleşmelerin açıklanmamasının nedeni aşırı kamu zararı barındırıyor olması mıdır?

7- Şehir Hastanelerine ait sözleşmelerin birer örneğini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde paylaşılmak üzere tarafımıza göndermeyi düşünüyor musunuz?

***

Bu yazıyı yazmadan önce, Fikret Şahin’e yeniden, “Bir yanıt geldi mi” diye sordum ve hiçbir açıklama yapılmadığını öğrendim.

Gelirse açıklama metni ve kısa yorumlar yarınki yazıya!