Etiket arşivi: Arap Baharı

Hüsnü MAHALLİ : MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2


MÜSLÜMAN KARDEŞLER 1 ve 2

Dostlar,

Ortadoğu konusunda derin uzmanlığı tartışma dışı olan Sn. Hünü Mahalli
18 ve 19 Eylül 2014 günlerinde YURT‘ta çok önemli 2 ardışık makale kaleme aldı.. (aşağıda..)

RTE’nin İslami örgütlere terörist oslun – olmasın bize çok anlaşılmaz gelen “aşkının” artalanı bu yazıda aydınlığa kavuşuyor :

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

Erdoğan başta olmak üzere her-kes aklına bir güzel koymalı ki;

HALİFELİK; tarihsel işlevini yitirmiş, içi boşalmış, çağdışı bir dinci baskı amaçlı
siyaset kurumudur.

Türkiye’de 3 Mart 1924’te (1340) 430 sayılı yasa ile

HALİFELİK bir Devrim Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu yasa, Anayasa’nın 174. maddesinde sıralanan 8 Devrim Yasasından biridir ve Anayasl koruma altındadır. Dolayısıyla Anayasa’nın ilgili maddesi değiştirilemden Hilafet kurumu yeniden getirilemez. Kaldı ki, Türkiye, Anayasası’nın 2. maddesinde sayılan değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilemez temel Cumhuriyet değerlerinden birisi olarak “Laik” bir ülkedir. (Ayrıca md. 24 vd.)

Dolayısıyla ancak KURUCU BİR İKTİDAR ile yepyeni bir Anayasa yapılır ve bu “hukuksal” (!?) engeller aşılabilirse (!) Türkiye’nin laik-demokratik-hukuk devleti olma
(ayrıca 3 özellik daha var 2. maddede : insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, sosyal
) yapısı değiştirilebilir.

Ham hayaller peşinde serüvenciliğin yeri yoktur.
HALİFELİK dünya insanlık tarihinde artık çöplüğe atılmış bir kurumdur.
Onu yaşatacak – işlevsel kılacak toplumsal – ekonomik – politik – sosyal – kültürel –
sosyal psikolojik… doku ve iklim artık çağcıl dünyada yoktur ve böylesi bir iklime
geri dönüş de söz konusu değildir.

Ülkenin sınırlı enerjisi bu tür yersiz alanlarda tüketilmemelidir.

Türkiye, AKP kadrolarınca başlatılan Cumhuriyetin temel değerleri üstündeki yapay
ve gereksiz tartışmaları derhal bir yana bırakarak üretmeli, üretmeli, üretmelidir.
21. yy’da tutunabilecek akıl ve bilim – teknoloji toplumu olmaktan başka çare yoktur.

Çocuklarımıza Arapça değil geleceğin dillerini öğretmeliyiz.. Çince, Hintçe, Japonca..

Çocuklarımıza boooooooool kepçe din, ilahiyat, fıkıh, tefsir, siyer (peygamberin yaşamı)… gibi konuları değil; Matematiği, Mantığı, Felsefeyi, Çözümleyici (analitik) düşünmeyi, eleştirel aklı geliştirici eğitimi yaşama geçirmeliyiz..

  • Ne yapıp edip ERDEMLİ – AHLAKLI bir toplum yetiştirmeliyiz.

Bunca İHO – İHL – İlahiyat Fakültesi – Cami – Hoca – Hacı – Mele – Cemaat – Tarikat..
ama dünyanın en ahlaksız toplumu aynı zamanda…

2 seçenek var : Ya izlenen eğitim politikaları özlenen AHLAKLI- ERDEMLİ toplumu üretmede başarısız – yetersiz..

Ya da “dünyanın en ahlaksız toplumu” nun başat nedeni!
Dolayısıyla, zorunlu din derslerinin hiç kıvırtmadan, AİHM kararı uyarınca
artık kaldırılması kaçınılmazdır..

Canalıcı sorun budur..

RTE ya da başkalarının (Davutoğlu vd.) akıldışı (irrasyonel)
Yeni Osmanlı – Hilafet özlemleri, ham hayalleri asla değil..

RTE’nin akıl haritasını – ruhsal dünyasını ele geçiren ve yönlendirenler başta olmak üzere Ulusumuza..

Duyururuz…

Sevgi ve saygı ile.
18.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not       : Mustafa Kemal Paşa’ya Halife olması önerildiğinde ne yanıt verdiği okunmalıdır. 90 yıl önce Paşa, bu kurumun içi boş bir tahakküm kurumu ve dini siyasete alet eden bir heyula olduğunu belirterek kesin ve set bir dille geri çevirmişti. Aradan geçen 90 yıl Halifelik adına lehte midir, aleyhte midir? Yandaşlar iyi tartmalıdır. Sitemizde konuya ilişkin epey yazı vardır.. Okunması dileğiyle..

– 3 MART 1924 DEVRİM YASALARININ ÖNEMİ

– 90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları : Onlar da Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada !

Müslüman Kardeşler hakkında :

– Müslüman Kardeşler ve Şeriata Gömülen Mısır…

========================================

Portresi

 

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 18.9.14

 

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-1

Müslüman Kardeşler hareketi 1928’de Hasan El-Benne tarafından Mısır’da kuruldu
Bu hareketin kuruluşu ile ilgili olarak çok şey söylendi.
Örneğin İngilizlerin dolaylı desteği.
Örneğin Suudi Arabistan sponsorluğu.

1950’li yıllarda Arap milliyetçiliği ile sola karşı komplolara başlayan örgüt yasaklandı, liderleri idam edildi ve kaçanlar hep Suudi Arabistan ya da İngiltere’ye sığındı.

Müslüman Kardeşler’in Arapçası El-İhvan El-Müslimin.

İhvan kelimesini ilk kez Suudiler kullandı. 1747’den başlayarak Osmanlı’ya ve Osmanlı ile işbirliği yapan aşiretlere karşı ayaklanan Suud Ailesi ve Vahabi mezhebinin kurucusu Muhammed Abdülvahab, bu ayaklanmada örgütledikleri serserilere İhvan adını verdiler. Çok bağnaz dini öğretiler ile beyinleri yıkanan bu İhvanlar yani Kardeşler inanılmaz katliamlar yapıyordu.
.
Suud Ailesi İngiliz işbirliği ile Hicaz ülkesinde Suudi Arabistan Kırallığını kurunca,
Kral Abdülaziz 1929’da İhvanları ortadan kaldırdı.
Nasıl olsa kardeş ülke Mısır’da yeni İhvanlar ortaya çıkmıştı.
O tarihten sonra Arap ve İslam dünyasında ortaya çıkan tüm İslami hareketler
ideolojik olarak Suudi ve Mısır İhvanlar’ından etkilenmişlerdir.

ABD ve Batı ise 2. Dünya Savaşı sonrasında komünizme karşı savaşta hemen hemen tüm İslami hareketleri kullanmıştır. Çünkü din kökenli bu hareketlere göre
‘Komünistler dinsiz ve Allahsızdır’.
CIA onlara öyle öğretmişti.

Bir Amerikan araştırma kuruluşunun hesaplarına göre Suudi Arabistan,
çağdışı Vahabi mezhebini yaymak, dünyadaki Müslümanları daha da bağnazlaştırmak ve onları Amerikan hizmetine sunmak için 1931-91 arasında 87 milyar $ harcamış.
En büyük payı hep Kardeşler almıştı.
Suudi Arabistan ve büyük patron onları çok seviyordu.
Ülkelerinden kovulanların tümü ya Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine ya da ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve öbür Avrupa ülkelerinde konuk ediliyorlardı.

AKP’nin Kasım 2002’de iktidara gelişi ile birçok şey değişmeye başladı.
İhvanları sevme konusunda AKP yönetiminde Türkiye, ezeli düşman Suudiler ile yarışmaya başlamıştı.
Vahabi mezhepli olmasına karşın Suud Ailesi’nden hoşlanmayan Katar Emiri Hamed ise bunu fırsat bilerek Ankara’nın çizgisine yaklaştı.
Adam inanılmaz zengin.
AKP ise iktidara gelir gelmez Rahmetli Erbakan Hoca’nın yolunda yürüyerek dünyadaki tüm İslamcı parti, grup, örgüt ve hareketlere el uzattı. Çekingen başlayan bu ilişki zamanla çok gelişti ve İstanbul bu kesimler için etkin bir merkez oldu.

AKP Hükümeti İhvan olan herkes ile ilişki kurmuş, farklı içerik ve düzeylerde
birlikte hareket etmeye başlamıştı.

‘Arap Baharı’ öncesinde bile ülkelerinden kaçan ya da Batı ülkelerinde barınan İhvanların büyük bölümü İstanbul’u yeni mesken edinmişti.
AKP Hükümeti hepsi ile çok sıkı ve kapsamlı mali ve ekonomik ilişki kurmuştu.
Yasin El- Kadı yalnızca bir örnek .

Kardeşlerin yönetiminde Yeşil Sermaye kurumları içte ve dışta hızlı bir şekilde zenginleşiyordu.
Esad ise Türk ve Arap medyasına verdiği demeçlerde

“Erdoğan bana gelip ‘reform yap’ dediğinde aslında bir tek şey istiyorudu :
Müslüman Kardeşleri serbest bırak ve hükümeti onlarla paylaş..” diyordu.
Yani Erdoğan bu söylem ve tutumu ile dünyadaki tüm Kardeşlere

‘ Bundan böyle koruyucunuz Suudiler değil benim’ demek istiyordu.
Hamas’a da bunun için sahip çıkıyordu.
Çünkü Hamas İhvan idi.
Yani AKP’liler gibi.
.
Çoğunluk onlar ile anlaşamıyordu .
Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Libya, Tunus ve diğerleri…
Onları İhvan olmayan İhvan tanımı ile ‘Kafir Alevi Esad ve onun müttefiki Şii Iran ve Hizbullah’ sahipleniyordu.

ABD bile Esad’a gidip ‘Bu terörist Hamas İhvanlarından vazgeç sana istediğini verelim’ demişti.
Esad İhvan değildi ama ‘ Kardeş kardeşten vazgeçmez’ diyerek Amerikalılar’ı kovmuştu.
Sonrasında ‘Arap Baharı’ oyunu başladı.
Neler mi oldu onu da yarına bırakalım.

  • Çünkü Erdoğan yeniden Halife olabileceğini hayal etmişti.

=======================================================

MÜSLÜMAN KARDEŞLER-2

Portresi

Hüsnü MAHALLİ
hmahalli@hotmail.com
YURT, 19.9.14

 

Arap Baharı tezgahı ile İhvanlar Tunus, Fas, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidara geldi
ya da güçlendi. AKP yönetiminde Türkiye, tüm bu süreçte İhvanlara her alanda sınırsız destek verdi. İstanbul İhvanların yeni uğrak yeri ya da başkenti olmuştu. AKP her gün bu ülkelerden yüzlerce İhvanı konuk ediyor, yardım ediyor ve eğitiyordu. TRT’de onlar için Arapça özel bir kanal bile kuruldu. Her hafta İstanbul’da İhvanların katılımı ile bölgesel ve uluslararası konferanslar, sempozyumlar, seminerler düzenleniyordu.

Erdoğan ‘Yakında Sultan olurum’ rüyasını görmeye başlamıştı

Davutoğlu ‘stratejik derinlikten’ giderek tüm bölgenin Kardeş olacağını söyleyip duruyordu.
Katar Emiri’nin televizyonu Elcezire, Erdoğan ve Davutoğlu’na durmadan gaz veriyordu.
Ama olmadı.
Belki de kendi Mason Biraderlerin nazarı değmişti.
Erdoğan ve Suriye’nin Dostları Grubu’ndaki 100 ülkenin sınırsız desteğini alan
Suriyeli Kardeşler Esad’ı deviremedi. Suriyeli Kardeşlere başta Arap ülkeleri olmak üzere 70-80 ülkeden başka hakiki Kardeşler geldi ama yine olmadı.
Esad hep direndi ve ayakta kaldı.
Esad direnince Mısır’daki Kardeşler iktidarı  devrildi.
Hasan Elbenne’nin ülkesi Mısır gidince, Erdoğan’ın rüyası kâbusa dönüştü.
Üstelik Kardeşlerin işi Tunus, Libya, Fas, Yemen, Irak  ve Filistin’de çok kötü gidiyordu.
Suriye’de durum daha da kötüleşiyordu.
Tüm desteğe rağmen Kardeşler işe yaramamış ve ortaya yeni türden Kardeşler çıkmıştı.
Nusra, İslami Cephe, Mücahitler Ordusu ve daha niceleri .
Ama en orjinal Kardeşler IŞİD‘in saflarında iman ediyordu.

  • Çünkü kestikleri kafalar ile zevkle top oynuyorlardı!

Orijinal Vahabi Kardeşliği‘nden çok şey öğrenmişlerdi.
Yoksa Nusra, ÖSO ve öbür kardeş örgütler içindeki Kardeşlerinin kafalarını
keserler miydi?
Kardeş Erdoğan çok üzülmüş ve çaresizdi.
.
IŞİD’çi İhvanlar 49 Türk vatandaşını rehin almıştı

Ama olsun Erdoğan-Davutoğlu yönetiminde Türkiye Kardeşler’den vazgeçecek gibi görünmüyor.
İhvan hareketinin çökmesine rağmen.
İhvan kelimesinin patentine sahip Suudiler ve Mısırlılar artık Kardeşlere terörist diyor.
Nusra ve IŞİD’ten farkları yok.
AKP yönetiminde Türkiye ise ülkelerinde terörist muamelesi gördüğü için kaçan
tüm Kardeşlere kapılarını açmış durumda.
Mısır, Libya, Suriye, Tunus, Irak ve daha birçok ülkenin Kardeşleri İstanbul’da barındırılıyor.
İstanbul’da her hafta Kardeşler ile ilgili bir etkinlik yaşanıyor.
Arap medyasında bunlar ile ilgili olarak bolca haber yayınlanıyor.
En son bu ay başında Dünya Müslüman Alimler Birliği Kongresi vardı.
Kardeşlerin ruhani lideri, ideologu ve her seçimde Erdoğan için dua ve Gülen için beddua eden Yusuf Kardavi yeniden birliğin başkanı seçildi.
Adam Suriye’de Alevi ve Şiilerin öldürülmesi fetvasını vermişti.
Kardeşler de O’nu dinlemişti. ÖSO, Nusra, IŞİD ve öbürleri .
Hepsinin Türkiye’de Kardeşleri var.
Hepsinin Washington’da Çeyrek Müslüman Obama gibi Big Brother‘ları var.
‘Ben bilmem eşim bilir’ misali.
Hangi Kardeşler nereden kovulacak ya da hangileri nereye gidecek,
hepsine Büyük Birader karar verir.
Bazen söz bazen de telapati.
O da olmazsa beyzbol sopası.
Kardeş Kardeşi isterse sever isterse döver.
Şekil ve şemal hiç önemli değil :
Ilımlı, mülayim, yumuşak,  mazbut, light, sakin, hırçın, sert, kavgacı, radikal
ya da kapkara…
Hepsi frençayzing usulü ile çalışır.
Önemli olan ‘helal mal’ satmaktır.
Yani hakiki İhvan olmaktır.
Hepsine İstanbul’da yer var.
TOKİ boşuna bu kadar inşaat yapmıyor.
Umarım depreme dayanıklıdır.
Bir de tsunami ile uğraşmayalım.

Zahide Uçar : Hedefteki ülke; TÜRKİYE!..


Hedefteki ülke; TÜRKİYE!..

Dostlar

Sn. Zahide UÇAR‘dan nefes kesen bir irdeleme..

Son günlerin İŞİD odaklı gözünen ve çok iyi kurgulanan emperyalist tezgahında
AKP – RTE yönetiminin ülkemizi nasıl bir açmaza sürüklediklerini okumak gerekiyor..

Bu gün biz de yazdık.. New York Times’ta yayımlanan savlar olağanüstü ciddi..
Türkiye’nin IŞİD ile petrol ticareti yaptığı, örgüte bu yolla parasal kaynak sağladığı ve bu süreçte kimi hükümet üyelerinin de rant sağladığı…

Korkunç bir durum – açmaz…

TBMM derhal bu akıldışı dış politikaya el koymalı, Meclis Soruşturması ile durum
açığa kavuşturulmalı ve ülkemizin esenliğini sağlayacak akılcı dış politika belirlenmelidir.
Bu gidiş Türkiye’yi HAYDUT DEVLET olmaya sürükler ve bedeli önce AKP – RTE’ye sonra da ülkemize çok ağır olur..

http://ahmetsaltik.net/2014/09/15/turkiye-ile-isid-petrol-alisverisi-yapiyor-ve-batiyi-karsisina-aliyor/

Lütfen tıklar mısınız??

Teşekkürler Zahide Uçar’a..

Sevgi ve saygı ile.
15.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

10355862_10203736939396996_7203193781107341290_n

Zahide Uçar

portresi_sloganla

 

 

 

 

 

Arap Baharı, Fas’tan Irak’a uzanan bölgede yaşanan “böl-parçala-yut” oyunu,
asıl hedefe, yani Türkiye’ye yöneldi.
Güneri Cıvaoğlu’nun 1. Körfez Savaşında Amerikalı yarbaydan dinlediklerini hatırlayalım. Cıvaoğlu yazısında;

((Zihnimde lego parçaları gibi uçuşan eylemler, söylemler, tavırlar…

Bunları bir araya getirerek büyük fotoğrafa varmaya çalışıyorum.
İşte onlardan ikisi…

1. Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici.
Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu’nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor.
Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor:i
‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak.
Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak.
Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar.
Toprak isteyecekler.
Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’

Yarbay iyi derecede Türkçe konuşarak anlatıyor bunları.
Kulaklarıma inanamıyorum.
“Ya NATO ortaklığı ya üplkelerimiz arasındaki dostluk?” diye soruyorum,
oralı olmuyor.))

Türkiye-Suriye sınırı “dostum Esad” tezgahı ile açıldı. Suriye’ye ajanlar sokulurken, AYNI YOLDAN Türkiye’ye de ajanlar sokuldu. ÖSO, NUSRA, IŞİD, El Kaide gibi küresel güçlerin dolaylı yoldan beslediği kanlı, sapkın terör grupları Türkiye’yi
üs olarak kullandı. Türkiye, Fas’tan Irak’a kadar bütün operasyonlarda kullanıldı. Gırtlağına kadar teröre bulaştırıldı.
Uluslararası mahkemede teröre destek vermekten yargılanacak duruma getirildi.

Türkiye bir bombanın üzerine oturtuldu. PKK silah bırakıyor yalanıyla Türk Ordusu’na silah bıraktırıldı. Güneydoğu bölgemiz PKK’ya teslim edildi. PKK kendi güvenlik güçlerini oluşturdu. Olası bir iç savaşa hazırlanıyor. Askerlerin boşalttığı karakollara yerleşti. PKK paçavraları asıldı. PKK bütün metropolleri, MİT Müsteşar Yardımcısı
Afet Güneş’in itiraf ettiği gibi ağır silahlarla doldurdu. Yani ülke her an patlamaya hazır bir hale getirildi.

Dünyanın dört bir tarafından toplanan IŞİD denilen katil sürüsü girdiği her yerde insanlığın “onuru-namusu-şerefi üzerinden geçip” dümdüz etti. Bu sapkın katillerin içinde Irak’ta her türlü insanlık suçu işlemiş olan ABD’nin özel güvenlik şirketi olan BLACKWATER şirket elemanları da var. Adları çok kirlendiği için 2010 yılında ACADEMI adını alarak göreve devam ettiler. Bu katilleri Tunus, Libya, Mısır gibi ülkeler karıştığında da görmüştük. Türkiye’nin adı bu sapkın Haçlı katilleriyle birlikte anılır oldu.

  • IŞİD Kuzey Irak’tan Hatay’a kadar uzanan bölgede 2. İsrail’i kurabilmek için
    mıntıka temizliği yaptı.

IŞİD girdiği yerlerde öyle bir travma yarattı ki, o bölge insanlarının normal hayata dönüp normal insanlar gibi davranabilmesi çok zor. Türkmen katliamı yaparak Türkmen yerleşim alanlarını, yani petrol bölgelerini Barzani’ye teslim ettiler.

IŞİD işini yaptı. Müslümanlara ait simge mekanları yerle bir etti. Müslümanların namus-şeref ve onurlarını iki paralık etti. Bütün dünyanın Müslümanlardan nefret etmesini sağladı. Dünyaya Ortadoğu Müslüman halkları “Kürtler hariç”acımasız katiller olarak tanıtıldı. O zaman yok edilmelerinde de bir mahzur olmayacaktır(!)..
Çünkü bütün insanlık için tehlike arz ediyorlar denecektir.

IŞİD’in görevi sona erdi. Türkmenler artık geriye dönemeyecek. Barzani zaten bu durumu ilan etti.
IŞİD’in işlediği insanlık suçları birinin üzerine yıkılmalı, ABD elini yıkamalıydı.
ABD Türkiye üzerinden elini yıkamak istiyor. Türkiye’nin verdiği silahları araştırıyormuş (!).. Komik!!. Zaten AKP ne yaptı ise ABD ile beraber yaptı.
Bu durum bana İsmet Paşa’nın “büyük devletlerle ilişkiye girmek,
ayıyla yatağa girmeye benzer”
 sözünü hatırlattı.

Erdoğan ve ortaklarının mecburiyetleri, koskoca ülkenin mecburiyeti haline geldi.
BOP üzerinden oynanan satranç oyununda Erdoğangiller bütün piyonları, atı, kaleyi kaptırdı. Merkel, elindeki Erdoğan CD’si üzerinden oyuna dahil oldu.

Condeleezza Rice’nin söylediği 22 ülkeyi bölme projesi tam gaz devam ediyor.

Ve asıl hedefteki ülke Türkiye, büyük oyunun içine çekiliyor. Kendi terör örgütleri IŞİD’e operasyon yapmak bahanesi ile Peşmerge ve PKK silahlandırılıyor. 1. Körfez savaşında ABD’li yarbayın Cıvaoğlu’na pervasızca verdiği mesaj 23 yıl sonra hayata geçiyor.
Ve en korkuncu ne biliyor musunuz?

TÜRK ORDUSU PKK ile birlikte IŞİD’e karşı savaşmaya zorlanıyor.

Böyle bir olay Türk Ordusu mensuplarının cinnet geçirmesine neden olur.
Doğru ile yanlışın, gerçek ile hayalin yer değiştirdiği bir cinnet hali…
Türk Ordusunun üst kesimi dizayn edildi ama alt kesimi bütün öfke ve hıncıyla bilenerek görevini yapmaya çalışıyor. Türk Ordusu’nu PKK ile aynı cephede savaştırmak tamamı ile Türk Ordusunu tepeden erine kadar FELÇ ETME oyunudur. Artık o ordu mensuplarından hayır beklemeyin. Ayağa kaldıramazsınız.

Milletçe bu alçak oyuna dur demeli, ayağa kalkmalıyız.

Erdoğangiller en hassas yerinden yakalanmıştır.
Amerikalılar PKK ve açılım konusunda ne demişti?

“Erdoğan öyle bir yola girdi ki, ileri giderse kendi halkı, geri durursa biz bitireceğiz.”
Demişti değil mi?
Hedefteki ülke TÜRKİYE…
Önce Irak’a girip çiğnediler, yardım ettik.
Libya’yı parçalayıp tecavüz ettiler, yardım ettik.
Mısır’a girdiler, karıştırdılar, rol kapmaya çalıştık.
Suriye’yi en kahpe oyunla vurdular. Katillere yer verdik. Tedavi ettirdik. Eğitim verdik. Silah verdik.
Azerbaycan’ı bile Ermenistan uğruna küstürdük.
İran’a karşı İsrail’i korumak için füze kalkanı kurduk.
ABD, İngiltere, İsrail’in yanında saf tuttuk. Şimdi silahlar bize yöneldi. Ve çevrede
buna dur diyecek tek bir ülke bırakmadık. Alman aydınının düştüğü duruma biz ülke olarak düşürüldük.

Erdoğan ve özel kalem müdürü Devit, ABD’nin istediğini yaparsa IŞİD Türkiye’de büyük patlamalar başlatır ve AKP altından kalkamaz. Yapmazsa; ABD, Almanya, İngiltere PKK’yı harekete geçirir ve metropoller patlatılır.

İşte 12 yılda Türkiye’nin AKP tarafından içine sokulduğu İHANET GİRDABI
Tarih tekerrür ediyor. 2. Kurtuluş Savaşının ayak sesleri geliyor…
Ve nasıl bir örtüşmedir ki, Erdoğan Vahdettin’in sarayına taşınıyor

Demek ki layık olduğu yeri çok iyi biliyor.

  • Türk Milleti bilmelidir ki; büyük bir savaşın içindeyiz.

Hem de bütün yaşam alanlarımızda.
Ve yaşam alanlarımız giderek DAHA ÇOK daralıyor.


Bu arada Yunanistan, “Ermeni ve Rum Pontus soykırımı yoktur” demeyi suç sayan yasa çıkardı. Emperyalist devletlerin ayakçısı olan Yunanistan, Kurtuluş Savaşında yüklendiği role yeniden hazırlanıyor. Demek ki Türkiye’ye yapılacak operasyondan haberdar ve payını koparmak için ön hazırlık yapıyor. 


Sevr’in ayak sesleri…

Diclehaber’de şöyle bir haber vardı:

“İSTANBUL (DİHA) – Kadın Dengbêj ve Aşıklar projesi konserinde bir araya gelen Vanlı Dengbêj Gazin ve Ermeni Aşık Leyli, seslendirdikleri Kürtçe ve Ermenice klamlarla müzik ziyafeti yaşattı.”

Hep söyledik :

  • PKK yalnızca büyük Yahudi Kürdistanı’nı kurmak için kurulmuş bir taşeron örgüt değildir.
  • PKK Aynı zamanda Büyük Ermenistan projesini hayata geçirmek gibi bir görevi de vardır.
  • PKK’nın üst kesimi Ermeni asıllıdır. İçinde birçok Ermeni vardır.
    ASALA PKK içine gömülmüştür. Pakrudini, Ermeni Yahudileri görevini yapıyor…

Devit-oğlu Ermenilere ne demişti hatırlayalım;

“Bir gün topraklarınıza geri dönebileceksiniz..” demişti değil mi?

Peki, Sevr anlaşmasının içeriği neydi? “Kürdistan, Büyük Ermenistan, Rum Pontus Devleti Sevr anlaşmasının maddeleriydi” değil mi?

Türkiye Cumhuriyeti Devletine, Atatürk ve silah arkadaşlarına yıllardır sövenler 100 yılın sonunda SEVR’i yeniden hortlatmıştır.

Ve 2. Vahdettin 1. Vahdettin’in sarayına yerleşiyor.

Bir İngiliz gemisinin gelmeme ihtimaline karşılık 400 milyon TL’ye uçak alınıyor.

15 Eylül 2014

İLK KURŞUN

KIBRIS MUTLU BARIŞ HAREKATININ 40 .YILI


KIBRIS MUTLU BARIŞ HAREKATININ 40 .YILI

“TURKEY TAKES OFF”

PORTRESİ

 

Şahap Osman ARAS
Emekli Kurmay Albay

Harp Akademisinin Yüzbaşı rütbesindeki öğrencileri olarak, Batı Avrupa Ülkelerine ilk gittiğimizde, 1974 Kıbrıs Savaşının üzerinden henüz bir yıl geçmemişti. Bu harekatta, diplomasimiz ve askeri gücümüz tam  bir uyum içinde sevk ve idare edilerek zafere ulaşılmıştı. O nedenle, Belçika’daki NATO Karargahında (AS: SHAPE, 1971’de ziyaret etmiştik..) karşılaştığımız müttefik subaylar bize gıpta ile bakıyordu. Ancak, onların gözlerindeki kıskançlığı da hissedebiliyorduk. Olacak şey mi?… Savunma ordusu zannettikleri Türk Silahlı Kuvvetleri, deniz ötesindeki bir savaşı Kara-Deniz-Hava Kuvvetlerinin ve de Kıbrıslı Mücahitlerin kahramanlığı ile, dosta/düşmana ders olacak bir maharetle kazanmıştı. Kutlu Barış Harekatının 40. Yılında; bize bu gururu yaşatan Aziz Şehitlerimizi rahmetle, Kahraman Gazilerimizi hürmetle anıyoruz. 

1975’teki gezimiz Haziran ayında gerçekleşmişti. Ülkemiz Batı medyasında sıklıkla yer alıyordu. Bir sabah, gazetelerde “Turkey Takes Off ” manşetini görünce; hem sevindik, hem şaşırdık. Bu bir havacılık deyimiydi. Batılı medyada, tıpkı bir uçağın yerden havalanması gibi, Türkiye’nin yükselişi duyuruluyordu. Ne var ki, bu manşetlerin bize destek için değil de, yöneticilerini uyarmak için atıldığını, Batılı Ülkelerden Türkiye’ye yönelik sert ambargolar art arda gelmeye başlayınca, acı bir şekilde anladık… İngilizlerin 2. Dünya Savaşındaki ünlü Başbakanı Churchill (Çörçil)’e yüklenen bir deyiş vardır:

  • “Türkiye, Batı’nın ihtiyaç duyduğu bir fidandır. Kurumaması için sulanmalı;  büyümemesi için budanmalı!”

Evet, Türkiye bugün Batı’yla ittifak içindedir. Ancak,“İttifaklar ne öldürür,
ne oldurur…”
Ulusumuz bu gerçeği asla unutmamalıdır.

Bu konuda, 1960’ların başında NATO Askeri Karargahında görevli (o zamanki rütbesi Kurmay Albay olan) merhum Korgeneral Atıf Erçıkan’ın eline kazara geçen bir dosyadan, ibret  almamız gerekir. Bu dosyada; “Gelecekte (30 yıl sonra) Sovyetler Birliği çökertildikten sonra, 15-16 devlete ayrılacağı; bunlardan 5-6’sının Türk kökenli devletler olacağı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bunlarla birleşip, güçlenmeMesi için ne gibi önlemler alınması gerektiği” incelenmekte imiş. Bu olay, merhum Muzaffer Özdağ’ın kurucu genel başkan olduğu, Türkiye-Azerbaycan Dostluk Derneği’nin Haziran 1998 tarihli,12 No.lu Yayınında, Emekli Tümgeneral M. İlhan Atabaş tarafından ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Ulusumuz bugün, otuz yıldan beri mücadele ettiğimiz “bölücü terörün” hangi amaçlara hizmet ettiğini çok iyi kavramalıdır. 1984’ten beri başımıza bela edilen PKK , 1984 öncesinde, yurt dışındaki diplomatlarımıza ve vatandaşlarımıza amansız saldırılar düzenleyen Ermeni ASALA terör örgütünün bir türevidir.

BUNUN NERESİ ARAP BAHARI ?  

2011 başından beri, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslümanlar birbirini boğazlıyor. Her yerde kan gövdeyi götürüyor. Batılı medya, bu felakete “Arap Baharı” diyerek, yangına körükle gidiyor. “Özgürlük ve demokrasi” palavrası ile, maddi/manevi yıkımlar örtbas edilmeye çalışılıyor. Atalarımız; “Mızrak çuvala sığdırılamaz” derler. Uygulanan senaryonun Ortadoğu’daki Müslüman halkları olabildiğince parçalanmaya götürdüğü, emperyalizmin bölgedeki nüfuzunu daha da artırdığı ve Büyük İsrail projesinin gerçekleştirilmesi (AS: BOP’un asıl amacı!) için elverişli ortam hazırladığı, net olarak görülmektedir. Bu senaryonun son perdesi; bütün Ortadoğu’yu sarsacak, kanlı bir Sünni-Şii savaşının patlak vermesidir.Ortadoğu gündemini belirleyen iki ülke; Şii İran İslam Cumhuriyeti (İİC) ve İsrail’dir.

İran, Çin ve Rusya’nın; İsrail ise Avrupa Birliği ve ABD’nin desteğine sahiptir.
İsrail, Kuzey Irak’taki Kürt Yönetimiyle stratejik işbirliği içindedir.
Buna karşılık; Irak’taki Şii çoğunluk yönetimi, Suriye rejimi ve
Lübnan’daki Hizbullah güçleri, İİC’nin etki alanı içindedir.

Ortadoğu’da İslam Ülkeleri arasındaki bu cepheleşmenin kanlı bir Şii-Sünni savaşına dönüşmesinden yarar uman dış güçler var. Şii İran’ın karşısındaki Suudi Arabistan ve Katar, Sünnilere finansman ve silah desteği sağlayacak potansiyele sahiptir. Ancak, Ordularının savaş gücü sınırlıdır. Bu nedenle, savaşa sürüklenecek kimi enayilere gereksinimleri vardır.

  • Bu  tehlikeli süreçte Ülkemiz, Ortadoğu’da çok büyük yıkımlara neden olacak olan, bir Sünni-Şii çatışmasının içinde olmamalıdır…

Rusya’nın halen Suriye/Lazkiye’de bir deniz üssü var. İsrail’in Doğu Akdeniz’de keşfettiği yeni petrol ve doğalgaz yatakları, bölgenin stratejik önemini daha da artırmış bulunmaktadır. Bu nedenle, AB ve ABD, Rusya Federasyonu’nun Doğu Akdeniz’deki varlığından büyük rahatsızlık duymaktadır. Ne var ki, AB-D ile Rusya arasındaki egemenlik mücadelesinin bedeli, mazlum Suriye halkına ve bölgedeki öbür Müslümanlara ödetilmektedir. Diplomasimiz ise, “Komşularla Sıfır Sorun” söylemiyle çıktığı yolculukta, maalesef bataklığa saplanmıştır.

Halen Türkiye’nin güneyi-güneydoğusu ve kuzeyi savaş alanıdır. “Üç haftada devrilecek” dedikleri Esad rejimi, üç yıl geçtiği halde, direncini sürdürmektedir.
Önceleri Suriye’de Beşar Esat rejimine karşı savaşan sözde IŞİD (Irak-Şam İslam Devleti) güçleri, etki alanlarını daha da genişleterek Bağdat’ı ele geçirmeye çalışmaktadır. Karadeniz’in kuzeyindeki Ukrayna’da derin bir siyasi kriz ve bölünme tehlikesi vardır. Rusya, Karadeniz’i kontrol eden stratejik Kırım Yarımadasını Ukrayna’dan kopararak, ilhak etmiştir. Bundan en çok, 1944 yılında sürüldükleri yerlerden 1990’dan sonra yurtlarına dönmeye çalışan, Kırımlı Kardeşlerimiz zarar görmüştür. AB ve ABD bölgemizi alt-üst eden bütün bu felaketlere fiilen müdahale etmekten dikkatle kaçınarak, bol bol nasihat ve öneriler üretmektedir.

Bu koşullarda, Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin her zamankinden daha hazırlıklı bir durumda bulunması, Ulusumuzun birlik ve dirlik içinde olması gerekmektedir.

Uyanık olalım.

 

Suriye Tiyatrosu

AÇI
Mümtaz Soysal

 

Suriye Tiyatrosu

Bazılarının etekleri zil çalıyor.
Bir bayram havası estirmekteler; galiba saldırı saati gelmek üzere.
Ama saldırıyı planlayanlar “saldırı” demiyor da “müdahale” diyorlar:

Suriyelilerin birbirini katletmelerine son verilecek (!)

Yalnız, kimin kimi katlettiği pek belli değil. İngiltere’yle Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın kodamanları Esad yönetiminin muhalifler üzerine kimyevi silahlarla çullanıp kadın erkek, çoluk çocuk binlerce kişiyi öldürdüğünü iddia etmekte;
iktidar ise ulusal savunma için depolanmış bu tür silahların muhaliflerce ele geçirilip iktidar yandaşlarına karşı kullanıldığını ileri sürmekte.

Müdahaleciler kimin kimi, niçin ve nasıl öldürdüğünü anlamak için Birleşmiş Milletlerce oluşturulmuş bir heyeti Suriye’ye göndermişti ama incelemeleri yapan heyet henüz raporunu yazıp açıklamadı.

Dolayısıyla, katliam sorumluluğunun kimin üzerine düştüğü resmen bilinmiyor.

Gelgelelim, müdahaleciler, “olsun, biz girip gerekeni yapalım da istim sonradan gelsin..” demekteler.

Belli ki, uzun süredir “Arap Baharı” denen işi bir an önce noktalayıp Ortadoğu coğrafyası ve yönetim düzenini kendi çıkarlarına uygun biçimde yeniden kararlaştırmak için gitgide sabırsızlaşıyorlar. Yıllar öncesinde oğul Beşşar Esad’la sarmaş dolaş olup ardından pek anlaşılmaz biçimde köprüleri atan Tayyip Recep Erdoğan da.

Bu işin sonu nereye varır?
Kendi ülkesinin başına neler gelir, saçmasapan bir savaş uğruna kaç kişi ölür?
Böyle bir tutuma karşı çıkan Rusya ile Ankara’nın ilişkileri ne kadar bozulur?

Sayın Başbakanımızın ve Dışişleri Bakanı’nın hiç umurlarında değil.

Böyle devlet adamlığı olmaz. Türk dış politikası yıllar yılı ülkenin Batılı ve Kuzeyli komşuları arasında son derece duyarlı dengelerle yürütülegelmiştir.
AKP iktidarının bazen mezhepçi, bazen kısa erimli fırsatçı tutumları yüzünden
eski parlak döneminin saygınlığını yitirmiş olması son, belki de en ağır başarısızlıklarımızdan biridir (Cumhuriyet, 28.8.13)

KÜRT KUŞAĞI SAVAŞI ve YENİ SEVR

Dostlar,

Sayın Ahmet Kılıçaslan AYTAR‘dan müthiş bir yorum ulaştı.

Mutlaka paylaşılmalı..

Sayın Aytar’ın son derece çarpıcı belirlemeleri ve kritik soruları var :

– Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün tasfiyesi sürdürülmektedir.
– İslamcı radikalizmin tasfiye edilmesi,
– Erdoğan iktidarının desteğinde Cihadçı İslamcı radikal örgütlerin tasfiyesi,
– Kim, NATO’nun 6 adet Patriot bataryalarına güvenebilir? 
– PKK hükümetin adım atması için 1 Eylül’e kadar süre vermiş,
Türkiye’yi tehdit etmektedir
.

– Kim PKK ile yeniden çatışmaların başlamayacağını söylüyor?
– Türkiye yeni bir Sevr’e tabi tutulmaktadır…
………………..

Sayın Aytar’ın bu önemli makalesi özenle okunmalı ve üzerinde fikir jimnastiği yapılmalı.

Teşekkür ederiz Sayın Aytar..

Sevgi ve saygı ile.
Tekirdağ, 29.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

KÜRT KUŞAĞI SAVAŞI ve YENİ SEVR

Fotoğraf

Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com,
29.8.13

ABD liderliğinde bir koalisyon caydırıcılığını azmettirmek, Suriye’de rejimi değiştirme değil, rejimin kimyasal silah kullanımına askeri yanıt vermenin görüntüsünde
geri sayımdadır.

ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı S. Lavrov‘un telefon diplomasisi, saldırının Haziran’da Kuzey İrlanda/Enniskillen’de G8 Zirvesi‘ndeki mutabakat çerçevesinde yapılacağını gösteriyor.

Destek istenmesi halinde Türkiye’nin vereceği desteğin muhariplik değil, Hava Kuvvetleri’nin koalisyon güçleri uçaklarına eskortluk yapma (High Asset Value Combat Air Patrol) ile sınırlı olacağı bildiriliyor.

*
G8 Zirvesi’nde iç savaşı komşu ülkelere ya da dünyaya yayılma potansiyeliyle Suriye sorununu çözümlemek ve Suriyelilere istedikleri değişiklerde yardımcı olmak kararı alınmış,

İngiltere Başbakanı David Cameron kararı,

  • “Geçici bir yönetimi sağlayacak Cenevre sürecini desteklemek; Irak’tan dersler çıkararak devletin temel kurumlarının geçiş sürecinde korunmasını sağlamak; Suriye’yi islamcı teröristlerden ve aşırılık yanlılarından arındırmak için çalışmak; kimyasal silah kullanımını önlemek; Sünni, Şii ya da Alevi değil tüm Suriyelilerin onayını alan bir Suriye hükümetini desteklemek”
    ifadesiyle açıklamıştı.
*
Kararın açılımı; ABD’nin küresel, Rusya ve Çin’in bölgesel lider olarak çıkarları bileşkesinden Üçüncü Dünya Savaşına yol açmadan,Suriye’de iç savaşın yayılma olasılığının önüne geçilmesi -sonuçta, lider ülkelerin memnuniyeti doğrultusunda Kuzey Irak-Kuzey Suriye hidrokarbon kaynaklarının, suyun ve tarım topraklarının küresel ekonomiye entegrasyonuyla küresel istikrar, güvenlik ve gelişmenin sağlanmasına yönelik adımlar atılmasıdır.
*

Nasıl? Prensipte ABD; Rusya ve Çin’in küresel barış, istikrar ve gelişmeye katkı sağlayacağı iddiası ve yeni bir uluslararası hukukun BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasıyla yeni dünya statüsünün oluşturulması şartında,
Rusya ve Çin; ABD’nin başlattığı İsrail-Filistin arasında yeni bir barış planında İsrail’e güçlü bir teşviği teminen Suriye iç savaşının önlenmesi ve yeni Suriye’nin kurulmasından -giderek, öbür sorunlar için stratejik müttefikliğin geliştirilmesinde hemfikirdir.

Üstelik ABD ve Rusya, kanıtlanması durumunda Suriye’de kimyasal silah kullanımına sert bir tepki vermek konusunda da anlaşmıştır!

*
O yüzden Batı’da uluslararası camiayı, Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’da  Rusya’yı tehdit eder duruma yükselen İslamcı radikalizmin tasfiye edilmesi,
Geliştirilen stratejik ortaklıkla  İran’ın nükleer programı konusunda işbirliğinde olunması,
ABD’nin füze savunma sisteminde Rusya ve Çin ile işbirliği yolundaki engelleri kaldırarak NATO’nun Soğuk Savaş mantığından uzaklaşması ve Stratejik Silahların Azaltılması Andlaşmasının devamına ilişkin adımlar atılacaktır.

*
İşte, İsrail ve Filistin arasında 1967 sınırlarına harfiyen uymak yerine aralarında toprak değişimi yapabilmeleri, İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak tanınması, yerleşim inşasının dondurulması ve mahkûmların serbest bırakılması gibi konularla barış görüşmelerine başlanmıştır.

Arap Baharı‘nda ABD’nin adına çalışan cihadçı radikal örgütlerin küresel istikrara tehditkâr karakterinin anlaşılması ve İsrail’e güçlü bir teşvik sağlamak üzere -mesela, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün tasfiyesi sürdürülmektedir.

*

Geriye, G8 Zirvesi mutabakatı çerçevesinde ABD liderliğinde bir koalisyonun Suriye rejiminin kimyasal silah kullanımına askeri yanıt vermek üzere  bir saldırının yapılması kalıyor.
*
Saldırının ardından oluşan keşmekeşte Erdoğan iktidarının desteğinde Cihadçı İslamcı radikal örgütlerin tasfiyesi,
Yeni Suriye kurulması yolunda güçlü Esad rejimi ordusuna karşı üstünlük sağlayamayan dağınık ve zayıf Özgür Suriye ordusunun müzakerelere güçlü olarak katılmasının sağlanması,
Nihayet  Suriye ve Irak Kürdistan’ında  hidrokarbon kaynaklarının, suyun ve tarımın küresel ve bölgesel liderler arasında  herhangi bir hır-güre mahal vermeden;
Türkiye güneyinde Kürtlerin oluşturduğu tampon bölgenin paralelinde İran’ın batısından, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de Büyük Kürdistan’dan Doğu Akdeniz’e akıtılması işi kalıyor -ki;
*
Türkiye iktidarı -elbette, toplam 910 km’lik sınır hattı nedeniyle, Suriye ile yaşanabilecek olası askeri gerginliğin yaratabileceği güvenlik kaygılarının farkındadır.
Hava Kuvvetlerinin dost ülke uçaklarına yapacağı eskortluk dışında yaşanacak gelişmeler doğrultusunda 
TSK’nın gerekli göreceği her türlü  adımı atacağından da endişe edilmiyor, fakat,

Kim, ABD liderliğinde bir koalisyonun -şu sıralarda,yukarıdaki amaç için bir askeri operasyon hazırlıkları içinde olmadığını söyleyebiliyor?
Ya da kim, bu operasyon sırasında  Türkiye’nin vereceği desteğinin sınırlı kalacağından emindir?
  • Kim, NATO’nun 6 adet Patriot bataryalarına güvenebilir? 
*
Halbuki, Suriye Dışişleri Bakanı Valid Muallem, muhalefeti destekleyen ülkelerin kimyasal saldırı bahanesiyle ülkesine saldırmak üzere olduklarını söylüyor.

“Suriye’ye saldırmak hiç de kolay olmayacak. Teslim olmayacağız ve elimizdeki
tüm araçlarla kendimizi savunacağız. Herkesi şaşırtacak savunma araçlarına sahibiz.
Dış askeri müdahalenin amacı güç dengesinin kurulması ise bu bir yanılgıdır”diyor.
Kim, Suriye’nin Türkiye’ye saldırıda bulunmayacağını söylüyor?

 
*
Halbuki Türkiye iktidarı, Kuzey Suriye’de 1954’te yapılan nüfus sayımından sonra yüz binlerce Kürt’ün kimliklerinin ellerinden alınması ve vatansız sayılmaları ya da BAAS partisinin iktidara gelmesiyle uyguladığı sınır boyunda yaşayan Kürtlerin sınırdan 50 kilometre uzaklaştırılıp yerlerine Arapların yerleştirildiği  uygulamayı -bu kez, uluslararası çevrelerin tasfiyesine karar verdiği El Kaideci radikal örgütler eliyle tekrar ediyor, bölgeyi boşaltmaya yönelik ambargo uyguluyor ve  bölgeye Arapları yerleştiriyor.
Kim, Suriyeli Kürtlerin bu uygulamaya kayıtsız kalacağını söylüyor?

*
Halbuki PKK, Türkiye iktidarının Demokratik Çözüm süreciyle ilgili herhangi bir hazırlığının olmadığı -aksine,büyük bir savaş hazırlığı içinde olduğu kanaatindedir.

  • PKK hükümetin adım atması için 1 Eylül’e kadar süre vermiş, Türkiye’yi tehdit etmektedir.
  • Kim PKK ile yeniden çatışmaların başlamayacağını söylüyor? 
*
Doğrusu  Başbakan Erdoğan‘ın, eğitildiği
“La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye’ hacı cavcav”
kültürüyle, Türkiye’yi Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak algılamasının, İslamiyet’in yalnızca bir din değil topyekün bir hayat tarzı olduğu, onun emirlerinin ancak mutlakiyetçilikle uygulanabileceği algısı ve nın dünyanın yeni macerası olduğu anlaşılmıştır -ki,
 Müslüman dünyasına lider olmak hırsı
*

Mısır’dan sonra -şimdi, o hacı cavcav kültürün  Türkiye’den de tasfiye edilmesine gidiliyor.


  • Türkiye-Kürdistan-Suriye üçgeninden çıkarılacak dersle uluslararası hukuk zenginleşecek ve yeni dünya statüsü oluşturulacaktır.
*
Bay Erdoğan, savaş ekonomisinin sürdüğü kanlı günlerde, Gezi Direnişçilerinden bir çığ gibi büyüyen ve

“Duyuyor musun sesi, işte bu halkın öfkesi
Olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi
Sanki kalp atışları karışıyor davullara
Yürüyoruz gururla yeni bir yarına
Sen de gel katıl bize, diren bütün bu baskıya
Durur; koca dünya barikatın arkasında
Sen de özgürlüğün için diren omuz omuza
Duyuyor musun bizi, işte çapulcunun sesi”

diyenlerin insafına terk edilmiş olacaktır -fakat, 
Türkiye yeni bir Sevr’e tabi tutulmaktadır…

 
*
Ne kıymeti var?
Ey Recep Tayyip Erdoğan, Hey Davutoğlu, Alo Necdet Paşa! 
*

Aynı sonuca çıkan başka bir alternatif daha vardır :

  • Ya kimyasal silahlar Türkiye’nin desteklediği İslamcı terör örgütlerince kullanılmışsa ve faturasından Erdoğan sorumlu sayılacaksa?  

 

*

Ne kıymeti var?
Ey Recep Tayyip Erdoğan, Hey Davutoğlu, Alo Necdet Paşa! 
29.8.2013
 
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

Mısır’daki son gelişmelerin düşündürdükleri

Mısır’daki son gelişmelerin düşündürdükleri

onur_oymen

Onur ÖYMEN

Son günlerde Mısır’da yaşananlar dünyanın ve Türkiye’nin gündeminde en ön sırada yer alıyor.

Müslüman Kardeşlerin 6 haftadan beri devam eden gösterilerini sona erdirmek için harekete geçme kararı alan Hükümet aşırı güç kullandı ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bir müdahalede bulundu. Bunu hiçbir şekilde kabul etmek, mazur görmek mümkün değildir. Birçok ülke de bunu şiddetle kınadı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baraday’ın diyalog yoluyla çözüm aramak yerine aşırı güç kullanılmasını protesto ederek istifasını vermesi de bu açıdan çok anlamlıdır.

Sorun nereden kaynaklanıyor? Hüsnü Mubarek‘in devrilmesinden sonra yönetimi üstlenen General Tantavi’nin kumandasındaki askerler önce yasaklı olan Müslüman Kardeşler örgütünü, dine dayalı siyasi partilerin kurulmasını yasaklayan 1977 tarihli Siyasi Partiler Yasasını gözardı ederek meşrulaştırdı ve bir siyasi parti kurmalarına izin verdi. Sonra askerlerin düzenledikleri, kurallarını koydukları ve birçok adayı veto ettikleri seçimlerde Müslüman Kardeşlerin lideri Mursi oyların % 51,8’ini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. (A. Saltık : Bu seçime katılım % 50 dolayında olduğundan, Mursi gerçekte toplam oyların 1/4’ü ile seçildi)

Mursi’nin yönetim biçimi, özellikle muhalefeti dışlayarak Müslüman Kardeşlerin benimsediği doğrultuda bir anayasa yapma girişimi, ülkeyi şeriat rejimine götürmeyi amaçlayan kararları, yargının yetkilerini kısıtlaması ve ekonomideki kötü gidiş halkın büyük kısmının tepkisini çekti. Meydanları dolduran milyonlarca Mısır’lı Mursi’nin istifasını istedi. O istifa etmemekte direnince Mursi’nin işbaşına getirmiş olduğu Genelkurmay Başkanı General Sisi’nin komutasınaki askerler yönetime el koydu. Geçici bir sivil yönetim oluşturuldu ve 9 ay ila 1 yıl içinde yeni bir anayasa ve Parlamento seçimi yapılarak sivil yönetime geçme vaadinde bulunuldu. Müslüman Kardeşler buna şiddetle karşı çıktılar, yönetimi gayrı meşru saydıklarını söyleyip meydanları işgal ederek Mursi’nin Cumhurbaşkanlığına geri dönmesini talep ettiler. Gelişmeler özetle böyle.

Peki Müslüman Kardeşler niçin yasaklanmıştı? 1928’de kurulan ve birçok Arap ülkesinde teşkilatlanarak 2 milyondan fazla üyeye sahip olan bu örgüt “Halk ve devlet için tek referans kaynağı Kuran’dır” görüşünü savunuyordu. Geçmişte çeşitli yasa dışı eylemlerde bulunmuştu. Başbakan Mahmut Nukraşi Paşa’yı öldürmekten, Cemal Abdülnasır’a karşı suikast girişimde bulunmaktan suçlanıyordu. 1954’de yasaklanmıştı. Özellikle 1995-1996 yıllarında, binlerce Müslüman Kardeşler üyesi, Hükümeti devirmeye çalışan bir terör örgütü mensubu oldukları iddiasıyla yargılanıp mahkum edilmişti.

Müslüman Kardeşler’in 2007 yılında yayınladıkları programda kadınların ve Hıristiyanların hiçbir şekilde devlet başkanı olamayacakları belirtiliyor, yasaların kurulacak bir “İslami Ulema Konseyi”nin onayıyla kabul edileceği ifade ediliyordu. Yani Müslüman Kardeşler örgütünü geçmişi ve siyasi düşünceleri açısından gerçek bir demokratik siyasi oluşum gibi görmek mümkün değildir.

Müslüman Kardeşler 1982 yılında Suriye’de Hükümete karşı bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmanın kanlı biçimde bastırılması sırasındaki çatışmalarda en az 20.000 sivil ve 1000 Suriye askeri hayatını kaybetti.

Filistin’de Müslüman Kardeşlerin uzantısı olarak kurulan Hamas örgütü İsrail’e karşı birçok şiddet eyleminde bulundu, intihar saldırıları düzenledi. Hamas, 2006 yılında Filistin’de yapılan seçimleri kazandı. Filistin Kurtuluş Örgütüyle çatışmaya girdi ve Gazze bölgesinin yönetimini ele geçirdi. Hamas hala ABD, Avrupa Birliği, Kanada ver Japonya’nın terör örgütleri listesinde yer alıyor. Yani seçimleri kazanmış olması bu örgütü o ülke ve kuruluşların gözünde meşrulaştırmaya yetmedi.

Mısır’daki son gelişmeleri bütün bu geçmiş olayları dikkate almadan değerlendirmek zordur. Son olaylar sırasında 40’dan fazla polisin, biri kız çocuğu olmak üzere bazı sivil Hıristiyanların öldürülmesini, bazı Hükümet binalarının, 9 Kilisenin ve Hıristiyanlara ait 20 kuruluşun saldırıya uğrayıp kundaklanmasını da göz ardı etmemek lazımdır.

Türkiye uzun yıllardan beri şiddeti, kimin tarafından yapılırsa yapılsın, kime yönelik olursa olsun kınama politikasını benimsemişti. Bu nedenle son olaylarda Hükümetin ölçüsüz şiddet kullanmasını kınarken Müslüman Kardeşler yanlılarının yaptıkları saldırıları görmezden gelmesi doğru olmamıştır. Aynı şekilde Hükümetin her türlü askeri müdahaleye karşı olduğunu açıklarken Mubarek’ten sonra yönetimi devralan askeri yönetimle yakın ilişki kurduğunu, Başbakanın Kahire’ye giderek General Tantavi’yi ziyaret ettiğini, askerlerin kurduğu hükümetle stratejik işbirliği ve ekonomik yardım antlaşmaları imzaladığını da unutmamak lazımdır.

Meselenin siyasi boyutuna gelince, öyle anlaşılıyor ki, Müslüman Kardeşler, önceki askeri yönetimin hoşgörüsüyle elde ettikleri iktidarı ellerinden bırakmamak için her şeyi göze almış durumdadırlar. Şimdiye kadar, başta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baraday’in istifa etmeden önce yaptığı girişimler olmak üzere, bütün uzlaşma çabaları sonuçsuz kalmıştır.

Yalnız Mısır’da değil, başka bölge ükelerinde de aşırı islamcı grupların iktidarı ele geçirip otoriter bir şeriat devleti kurma girişimleri de kanlı sonuçlar vermiştir. 1991 yılında Cezayir’de yapılan seçimlerin ilk turunda islamcı FIS partisinin başarı kazanmasından sonra askerlerin yaptığı müdahale ve daha sonra yaşanan dehşet verici eylemler sonucunda bazı kaynaklara göre 200,000 kişi hayatını kaybetmiştir.

Arap Baharı‘nın işte bu çatışmaları, olumsuzlukları, baskıcı yönetimleri sona erdirip gerçek bir demokrasi getirmesi beklenirken maalesef hem Suriye’de hem Tunus’ta, hem de Mısır’da meydana gelen gelişmeler bir “Arap Kışı”na doğru gidildiğini gösteriyor.

Böyle bir ortamda diğer ülkeler açısından en yapılmaması gereken şey yangına körükle gitmek, çatışmaların sürdürülmesini isteyenleri yüreklendirmektir. Onun için dünya ülkelerinin çoğu şiddet kullanılmasını kınarken bütün taraflara itidal tavsiye etmekte, bir an önce demokrasiye geçilmesini önermektedirler.

Mısır’daki aşırı güç kullanımını Türkiye’nin de kınaması doğaldır.
AncakTürkiye’deki iktidar maalesef en katı söylemlerde bulunmuş ve oradaki mücadelenin taraflarından biri olan Müslüman Kardeşleri açıkça desteklediği intibaını uyandırmıştır.
Bu tavır bölgede Müslüman Kardeşlere tepki gösteren bazı Arap ülkeleriyle de ilişkilerimizi olumsuz etkileyebilir.
Türkiye-Mısır iklişkileri şimdiden büyük bir darbe almıştır.
Türkiye’nin tavrı Birleşmiş Milletlerde de Arap ülkelerinin çoğundan da destek bulmamıştır.

Bence çözüm, bütün bölge ülkelerinin gerçek bir demokrasiye kavuşmalarından geçiyor. Adı demokratik olan ama kendileri demokratik olmayan rejimler kalıcı bir barış ve istikrar ortamı yaratamaz.

*Halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan gerçek bir demokrasiye geçilemez

    .

    Büyük devletlerin şimdiye kadar, bölgedeki kendi çıkarlarını düşünerek gerçek bir demokrasinin yeşermesine mani olucu politikalar izlemeleri ve otoriter, baskıcı rejimlerle işbirliği yapmayı tercih etmeleri de Orta Doğu’nun demokrasiye, barışa ve huzura kavuşmasını engellemiştir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra laikliği benmimseyerek gerçek bir demokrasi yoluna giren Türkiye, bütün bölge ülkelerine güzel bir örnek olabilirdi. Ama ne yazık ki, son zamanlarda laiklik karşıtı eğilimerin güçlenmesi, bazı gösterilerde açıkça demokrase karşı çıkan Hilafeti savunan pankartlar taşıyan grupların ortaya çıkması ve hoşgörüyle karşılanması, bölgede aşırı islamcı partileri savunan politikaların benimsenmesi Türkiye’nin böyle bir yapıcı rol oynamasını güçleştirmektedir.

    Türkiye’nin demokrasi ve laiklik alanlarındaki eksikliklerini giderip gerçek bir demokrasiye kavuşması yalnız kendi halkımız için değil bütün bölge halkları için büyük bir kazanç olacak ve bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacaktır.

    Unutulmamalıdır ki, dünya tarihinde demokrasiler arasında bugüne kadar savaş olmamıştır.

    Saygılar, sevgiler.

SURİYE’NİN ÖLÜM TARLALARI

Dostlar,

İnsanın yüreğini derinden inleten bir irdeleme..
Ne yazık ki gerçekçi..

Syrian_dead_kids

US-Backed Death Squads Massacre Hundreds of Syrian Kurds

Kahrolsun emperyalizm ve de her nerede iseler özellikle yerli
sözde Müslüman yerli işbirlikçileri, BOP çetecileri..

Sevgi ve saygı ile.
17.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

SURİYE’NİN ÖLÜM TARLALARI

Turan Eser

ABD emperyalizmi ülkesinde obezite yaşarken, Ortadoğu’da açgözlülüğe devam ediyor. Ortadoğu’nun diktatörleri kendi yoksulları yerine, emperyalist aç gözlülüğü doyurmak için kendi evinde savaşın ve paylaşımın sofrasını hazırlıyor. Ortadoğu’nun yoksulları ise umuda yolculuk eden mülteciler haline getiriliyor. Mülteciler, kendilerine çadır açanların, çadırın açılmasına sebep olanlar olduğunun farkında değiller.

“Arap baharı” ve “devrim” diyenler, “ölüm tarlasına” dönüşmüş Suriye’de 100 bin insanın ölümüne, 100 binlerce insanın yaralanmasına ve 2 milyonu Suriye dışına olmak üzere, 6 milyon Suriyeli insan evini terk etmesine, açlığa, yoksulluğa ve savaşın soğuk yüzüne kör bakıyorlar.

AKP hükümeti de mezhepçi politikalarıyla emperyalist açgözlülüğe aşçılık,
El kaide, El Nusra ve ÖSO gibi çetelere ilham kaynağı olmaya ve mağduriyetinden sorumlu olduğu mültecilere sahte çadırlar kurmaya devam ediyor.

11 Eylül’de Cihatçı çetelere “göz açtırmayacağız” diyenler ile kendi otoriterlikleriyle yüzleşmeyenler, cihatçıların “Lazkiye’de Aleviler katledilecek” mesajını yayıyor. Lazkiye’deki Alevi köylerine yönelik katliamları, “zaferin” haberi olarak veriyorlar.

AKP iktidarı, Türkiye’nin sınırını cihatçı çetelere açarak Lazkiye’de ve Rojava’daki katliama suç ortağı olmayı, stratejik kazanım olarak görüyor.

Cihatçı çetelerin, Arap Alevilerinin dini önderlerine işkence yapması, onlarca savunmasız ve silahsız Aleviyi öldürmesi, 136 Aleviyi fidye için kaçırması, öldürdükleri insanların kalbini yiyen açgözlülükleri, asırlardır süregelen Alevifobinin devamıdır.

LAZKİYE ALEVİLERİ VE YAVUZ’UN CİHATÇILARI

Yavuz ismi Anadolu ve Lazkiye’deki Arap Alevilerinin tarihinde, katliam, zulüm, acı ve kıyımı ifade eder. Yavuz 1514’de 40 bin Anadolu Alevi’sini katletti. 1516’da Hama’da, Humusta, Şam’da Alevilere karşı katliamlar gerçekleştirir. 1517’de Suriye’yi ele geçiren Yavuz, 70 bin Arap Alevisini öldürtmüştür.
Bu katliamdan kurtulanlar Lazkiye, Antakya ve İskenderun’a yerleşmişlerdir.

Tarih tekerrür ediyor.

Şimdi Yavuz’un Cihatçı torunları, Türkmenleri de aralarına alarak “Yavuz Sultan Selim Birliği” kuruyor. Aralarında Fatih Sultan Mehmet Tugayı, Sultan Abdülhamit Tugayı’da var.

Bu birlikler Lazkiye’de Alevilere, Rovaja’da Kürtlere yönelik katliam gerçekleştiriyorlar. Açgözlü emperyalistleri doyurmak için, Suriye’den yeni bir Afganistan ve Irak yaratıyorlar.

NEDEN LAZKİYE VE ALEVİLER?

Lazkiye Alevilerin, Sünnilerin, Türkmenlerin ve Hıristiyanların barış ve kardeşlik içinde yaşadığı, farklılıkların zenginlik olarak korunduğu bir kenttir. Cihatçı çeteler ise Lazkiye’deki barışı ve kardeşliği ortadan kaldırmak ve Akdenize açılacak enerji koridorunu efendilerinin hizmetine sunmak istiyorlar.

Alevileri öldürmek ve emperyalistlere hizmet cihatçılar için bir tür ibadettir. Tıpkı Maraş’ta, Çorum’da masum insanları öldürmek ve Sivas’ta insanları yakarak ibadet ettiklerini sanan kardeşleri gibi düşünüyorlar.

ALEVİ DEVLETİNE KARŞI!

Lazkiye emperyalist müdahale ile ilk kez tanışmıyor. Lazkiye “Alavi Özerk Bölgesi” olarak da bilinir. 1925’den 1944’e kadar “Alavi Devleti” özerklik statüsü sürmüştür. Lazkiye Alevi devletinin başkentiydi! Aleviler Fransız mandasını ret ederken, Sünni Araplar “Özgür Suriye” adı altında Fransız mandasını kabul ettiler. Bugün ise Aleviler emperyalist müdahaleye karşı iken, cihatçılar “Özgür Suriye Ordusu” ismi ile emperyalizme paralı çetelik yapıyor.

Bugün için vicdani siyaset, Suriye’deki cihatçı çetelerin zulmüne, emperyalist müdahaleye ve Esad diktatörlüğüne dur demektir. Savaş, Suriye’de toplumsal muhalefetin kendi dinamikleri ile demokratikleşme mücadelesi sürdürmesini engelliyor ve demokratik mücadele zeminlerini tıkıyor.

Şimdi doğru tutum kanımca, Suriye halklarının demokratik taleplerine sahip çıkarak, Suriye’de etnik ve mezhepsel eksende yaratılan çatışmalara ve emperyalist açgözlülüğü doyurmak için artan ölümlere engel olunmalıdır.

Turan Eser
Ankara/ Türkei


https://www.facebook.com/pages/Turan-Eser/411739765538307

AKP Türkiye’yi Batağa Çekiyor

Dostlar,

Sayın Onur Öymen, Leyla Tavşanoğlu’na verdiği ve 4.8.13 günlü
Cumhuriyet‘te yayınlanan görüşmenin metnini bize de ulaştırdı.

Gayya kuyusu Ortadoğu’da tam bir karmaşa…
Türkiye’nin yaşamsal ulusal çıkarlarını uzun erimli istikrarlı politikalarla korumak için, çok deneyimli diplomat Sn. Öymen önerilerde de bulunuyor..

Unutulmasın, Büyük ATATÜRK ne demişti :

  • YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!

Paylaşalım ve “AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!” saptaması karşısında
somut politik eylem planları geliştirelim..

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

AKP, Türkiye’yi batağa çekiyor!

  • Onur Öymen İstanbul 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede savunma politikaları konusunda doktora yaptı. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bakanlığın yurtiçi çeşitli kademelerinde ve yurtdışı misyonlarında görev yaptı. 1988-1990 arası Kopenhag Büyükelçiliği yaptıktan sonra 1995-1997 döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oldu. 1997-2001 arası Türkiye’nin NATO Daimi Temsilciliği görevinde bulundu. 2002 ve 2007 genel seçimlerinde CHP’den
    Bursa milletvekili seçildi. 
    Bir Süre CHP Genel Başkan Yardımcılığı’nı yürüttü. Temmuz 2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı.

Dışişleri Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından emekli büyükelçi Onur Öymen,

  • “Nüfusu Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan
    gerçek demokrasi yerleşmez!”
    diyor.

Ortadoğu’nun kaynayan bir kazanken artık patlamaya hazır hale geldiğine
işaret eden Öymen, Arap Baharı’nın gittiği ülkelerde demokrasi bekleyen halkın Müslüman Kardeşler’in otokratik yönetim anlayışına çok ciddi tepkiler verdiğini vurguluyor. Buna son örnek olarak Mısır’ı gösteriyor. Libya, Tunus ve
öteki Ortadoğu ülkelerinde de çok ciddi rahatsızlıklar olduğunun altını çiziyor.
Bizim hükümete de şu çağırıyı yapıyor:

  • “Türkiye insan hakları,özgürlükler ve demokrasi alanında bu kadar geriye gitmeseydi birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.”

Ortadoğu tam bir kaynayan kazan. Mısır’da Batı’nın darbe diyemediği,
Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrilmesine yol açan
askeri müdahale, Tunus’ta altı aydır laik muhalif siyasi liderlerin suikastlara
kurban gitmesi, bizim Suriye sınırında süren savaş bölgeyi nerelere götürür? Bunun Türkiye’ye yansımaları ne olur?

O.Ö.- Başlangıçta Arap Baharı diye başlayan olayların amacı bölgeye demokrasi getirmekti. Bu hareketin öncüleri diğer bütün ülkelerde demokrasi gelişirken Ortadoğu’da gelişmemesinin sıkıntısını yaşıyorlardı.
Hedefleri gerçek demokrasiydi.

Ama bir süre sonra görüldü ki, bu bölgede öteden beri var olan bazı siyasetçiler, başta da Müslüman Kardeşler grubu değişim ortamından yararlanarak bölge ülkelerinde eski liderlerin yerine otoriter din devletleri kurmayı hedeflediler.
Bunlar çok örgütlüler. Yaknızca Mısır’da 600 bin üyeleri var. Tüm bölgede iki milyon üyeleri olduğu söyleniyor. Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra yönetimi devralan askerlerin yaptığı ilk iş, 1954’ten beri yasaklı olan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırmak oldu. Onlara ve onlardan daha da radikal olan Selefiler’e de siyasi parti kurdurdular. İlk seçimde anlaşıldı ki,
bunlar büyük bir siyasi güç sahibi.

Müslüman Kardeşler ve Selefiler’in toplam oyu %70 dolayında.
Sonuçta Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Müslüman Kardeşler’in adayını seçtirdiler. Bu seçim ortamını yine Mısır’da askerler sağladı. Yani bir taraftan Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdılar, öbür yandan da Müslüman Kardeşler’in adayının seçilmesini sağlayacak koşulları yarattılar.

– Hatta askerler o seçim öncesi kimi adayları veto etmediler mi?

O.Ö.- Ettiler. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan El Baradey,
“Bu kadar antidemokratik seçim olmaz” diye adaylıktan çekildi. O seçimde yurtdışından çok paralar geldiği, bazı Mısırlılara zorla oy verdirildiği söylendi.

Şimdi demokratik seçim diye bugün atıfta bulunulan o seçimin ne kadar demokratik olduğu da ayrıca tartışmaya değer. Bundan sonra gelen rejim ve hükümet de demokratik mi oldu? Bu da ayrıca tartışılır. Hatta Müslüman Kardeşler,

  • “Mısır’da hiçbir kadın Cumhurbaşkanı olamaz.” diye de ifadeler kullandı.

Kadın-erkek eşitliğine bu kadar uzak olan bir partiden demokrat bir parti diye
söz etmek mümkün olabilir mi?

Müslüman Kardeşler’in çıkardığı anayasada yargının denetim altına alınmak istenmesi ve daha çeşitli girişimler büyük tepkilere yol açtı. Ekonominin kötüye gitmesi tepkileri daha da arttırdı. Askerler müdahale etmeden demokrasi içinde yumuşak geçiş yapılabilseydi çok daha iyi olurdu. İşin içine askerler girince
ortaya çıkan tablonun başka sakıncaları da oluyor.

– İyi de şimdi bizimkiler Sisi’nin darbesine büyük tepkiler gösteriyorlar.
Ama Mübarek’i deviren o dönemin Genelkurmay Başkanı Tantavi’nin
askeri darbesine acaba neden ses çıkarmadılar?

O.Ö.- Darbeyle siyasal çözüm bulmak yanlış bir iş. Ama bu politikayı izliyorsanız başından beri buna karşı çıkacaksınız. Tantavi iktidara gelince bizim Sayın Başbakan 13 Eylül 2011’de Mısır’ı ziyaret etti. Tantavi ve Savunma Bakanı’yla görüştü ve Mısır Hükümeti’yle stratejik işbirliği anlaşması imzaladı.

Askeri darbelere karşıysanız o zaman hepsine karşı koyacaksınız.
Ama Tantavi’ninki Müslüman Kardeşler’i meşrulaştırdı diye bize göre olumlu bir müdahaledir, ama şimdi askerler Müslüman Kardeşler’i devre dışı bıraktığı için suçludur, gibi bir ayrımcılık yaparsanız o zaman ilkeli bir yaklaşım sergilememiş olursunuz.

Her halükârda Mısır’da durum son derece karmaşıktır. Yabancı ülkelerin olaya bakışında da çok farklılıklar var. ABD gibi büyük devletler kim iktidarda sorusundan daha çok, iktidarda olan bizim politikalarımıza ne kadar hizmet eder, ne kadar yardımcı olur, sorusuna cevap arıyorlar. Müslüman Kardeşler’i bir ölçüde himaye ettiler. ABD Başkanı Obama Müslüman Kardeşler iktidar olur olmaz 450 milyon dolarlık yardım vaadinde bulundu. Ardından askeri yardım da vaat ettiler.

– Peki, neden?

O.Ö.- Çünkü onlar Ortadoğu dengelerinde Mısır’ın çok önemli rol oynadığını biliyorlar. İster Müslüman Kardeşler, ister başkası olsun, kendi beklentileri doğrultusunda adımlar atarsa bundan memnunluk duyuyorlar. O nedenle de Mursi’den memnundular. Örneğin Mursi Suriye konusunda ABD’nin her istediğini yaptı. Hamas’ın İsrail’le ateşkes yapmasına yardımcı oldu. O yüzden de Mursi’den şikâyet etmiyorlardı.

Ama Mısır halkı başka türlü düşünüyordu. Mısır halkı Mursi yönetiminden memnun mu, halkın demokratik, ekonomik beklentilerini karşılıyor mu, sorusunu hiç kimse sormadı. Ama milyonlarca insanın sokağa dökülmesi gösterdi ki, Mısır halkı
çok tepkili. Aynı göstericiler bir süre önce Tahrir Meydanı’nda, “Ordu kışlasına çekilsin” diye gösteri yapıyordu. Karşısındaki Müslüman Kardeşler gayet örgütlü bir güç. Bu iki gücün çatışması Mısır’ı yeni bir Suriye ortamına götürebilir.
Bütün sıkıntılar da buradan kaynaklanıyor.

– Sözüm ona demokrasi götürülmek istenen Libya ve Tunus’ta da siyaset sahnesi durulmuyor…

O.Ö.- Evet. Libya’da hükümet değişikliği gündeme geldi. Aşırı İslamcılara karşı olan bazı muhalif liderler öldürüldü. O nedenle de Müslüman Kardeşler’e karşı büyük bir tepki oluştu. Tunus’ta da son altı ay içinde İslamcı yönetime karşı olan siyasi liderler öldürüldü. Bu olaylar üzerine orada da Müslüman Kardeşler’e karşı tepkiler oluştu.

Bölge genelinde bütün bu olaylara bakacak olursak, bunları çok önemli gelişmeler olarak görüyoruz. Başka ülkelerde de Müslüman Kardeşler’e çok sert tepkiler var. Örneğin Ürdün de onlardan çok şikâyetçi. Kral Abdullah Türkiye’yi ziyaretinden sonra ABD basınına verdiği demeçte, Türkiye’yle Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün bölgede adeta bir hilal oluşturduklarını söyledi.

  • Türkiye’nin hedefi de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) aracılığıyla
    Suriye’de Müslüman Kardeşler’i iktidar yapmak.

Bunu çok kısa sürede gerçekleştireceklerini sandılar. Gerçekleştiremedikleri gibi Mısır’da bizimkilerin bel bağladığı Müslüman Kardeşler iktidardan uzaklaştırıldı. Böylece bizim hükümetin beklentilerinin tersine gelişmeler oldu.

– Bütün bu olanlar Türkiye açısından çok ciddi bir güvenlik riski demek değil mi?

O.Ö.- Türkiye eskisinden çok daha büyük bir güvenlik riskine girdi.
Suriye’yle bin km’ye yakın bir sınırımız var. Bu sınırın güneyi silahlı grupların denetiminde. Bu sınırın güvenliğini sağlamak sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) ait.

Irak’la 384 km sınırımız var. O sınırda Irak devletinin tek bir askeri yok.
Bu sınırlarda bir çatışma olduğu zaman normal koşullarda ilgili hükümete çağrıda bulunulur. Ama bugün Suriye’yle ilişki yok. Kime çağrı yapacaksınız?

Yani

  • Suriye Hükümeti’ne karşı silahlı grupları desteklemenin bir bedeli var.
  • Siz Suriye’deki iç çatışmalarda taraf haline geleceğinize ilkeleri savunup oradaki iç çatışmaların dışında kalsaydınız daha doğru bir politika
    uygulamış olurdunuz.
  • Ama ne yazık ki bugün orada çatışan grupların karargâhı Türkiye’dir.

Suriye Ulusal Konseyi dedikleri silahlı grupların yönetimini üstlenen örgütün merkezi İstanbul’da. Sadece Suriye Ulusal Konseyi değil, PKK’nin bir uzantısı olan PYD denilen bir örgüt ve daha başkaları da var. Sınırımızın büyük kısmını
PYD denetliyor. El Kaide’nin uzantısı El Nusra’yla PYD çarpışıyor.

Tam bir kaos ortamı. Türkiye’yi böyle bir kaosun parçası haline getirmek
bence siyasal açıdan çok vahim bir hatadır. Bizimkiler neredeyse yeni bir Osmanlı kurma hayaliyle yola çıktılar. Ama şimdiki durum Osmanlı’nın son zamanlarından daha da sıkıntılı görünüyor.

– Suriye’de bizimkiler Esad rejiminin devrilmesi için var güçleriyle çalışırken ABD ve büyük güçler Suriye’deki sözüm ona muhalif silahlı grupları terorist ilan etmedi mi?

O.Ö.- Bizimkilerin hedefi Türkiye, Suriye, Hamas, Mısır üzerinden Atlantik’e kadar uzanan bir Müslüman Kardeşler kuşağı kurmaktı. Bu kuşak şimdi kırıldı. Libya’da Müslüman Kardeşler iktidar ortağı ikinci parti. Onların da iktidardan çekilmesi söz konusu.

Tunus’ta Müslüman Kardeşler ağırlıklı, Gannuşi’nin Ennahda partisi sallanıyor. Bölge böyle bir kaos ortamı içine girdi. Bütün mesele sadece eleştirmek değil, durumu tespit edip çıkış yolu göstermek. Bence Ortadoğu’da bütün bu badireden çıkış yolu o ülkelerde gerçek demokrasiyi yerleştirmektir.

  • Halkı Müslüman olan ülkelerde demokrasi olabilmesi için laiklik şart.
    Laiklik olmazsa demokrasi de olmaz.

Ortadoğu’ya demokrasi önerenlerden hiçbiri laiklikten söz etmiyor.
Bir zamanlar bizim Başbakan Mısır’ı ziyaret ettiğinde laiklikten söz edecek oldu, Müslüman Kardeşler’den büyük tepki geldi. Bir daha da laikliği ağzına almadı.
Ama esas olan Batılı ülkelerin hiçbiri laik bir demokrasi olsun istemiyor.

  • Herkes, kendi çıkarına yardım edecek Müslümanlar istiyor.

Yani halkın özlemlerine cevap verecek gerçek, birinci sınıf bir demokrasiyi kimse istemiyor.

  • Türkiye, özgürlükler, insan hakları ve demokrasi alanında bu kadar geri gitmeseydi böyle birinci sınıf bir demokrasiye öncülük yapabilirdi.
  • Türkiye bugün dünya demokrasileri arasında 89. sıraya indi.
  • Basın özgürlüğü konusunda Mısır’la aramızdaki fark dört puan.
    Mursi’nin bu otoriter rejimi ve kaos ortamına rağmen basın özgürlüğünde
    Mısır 158., Türkiye 154. sıradaydı. Böyle bir ülke demokrasi alanında başkalarına esin kaynağı olabilir mi?

– Yani Türkiye bölgede etkili olmak istiyorsa önce gerçek demokrasinin ilkelerini mi yerli yerine oturtmalı?

O.Ö.- Türkiye öncelikle kendine çeki düzen vermeli ve demokratik standartları ve özgürlüklerini çağdaş normlara uyarlamalıdır. Ondan sonra da Doğu için değil, birinci sınıf demokratik yönetimlerin işbaşına gelmesine çalışmalıdır.
Bence çıkış yolu budur; istikrar da buradan geçer.

Bölgeye gerçek demokrasi yerleşmeden bölge ülkelerinin istikrara kavuşmalarını beklemek bence hayaldir. Bir de ayrım yapmayacaksınız. Mısır’da 72 kişi öldü. Başbakan haklı olarak tepki gösterdi. Bahreyn’de 86 kişi öldü. Ama bizden
ses çıkmadı. Yemen’de iki bin kişi öldü. Oralarda ölenler insan değil mi?

Aynı ilkeleri, aynı yaklaşımı her yerde savunacak ve sergileyeceksiniz.
Yani, Mübarek’i deviren askerler iyi, Mursi’yi deviren askerler kötüdür, diyemezsiniz. Askeri müdahale her yerde yanlıştır, diyorsanız o zaman da askerlere mesafe koyacaksınız. O bakımdan bu meseleleri serinkanlı düşünüp iç politika malzemesi yapmamak lazım.

Türker Ertürk: AYAKLAR BAŞ OLMUŞ

AYAKLAR BAŞ OLMUŞ!

portresi_sade

 

Türker ERTÜRK

 

 

Son günlerde görüyoruz ki, ABD, sahibi olduğu açılım projesine tekrar hız verdi.

ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone bu nedenle hassas bölgelerde ziyaretler yapıyor. Washington-Ankara arasındaki iletişim trafiği normalin üstüne bu nedenle çıktı.

“Beşinci KoL“ faaliyetleri, yazılı/ görsel basın ve sosyal medya operasyonları
bu amaca yönelik (maksada matuf) olarak hızlandırıldı.

Açılım” demek ülkemizi emperyalizmin istekleri doğrultusunda başkalaştırmak ve yeniden dizayn etmektir.

  • Bu “açılım” operasyonun en önemli merhalesi Türkiye’ye rejim değişikliği yaptıracak olan yeni anayasadır.

Bugün geldiğimiz noktada yeni anayasa girişimi kısmen geriletilmiş olmakla birlikte tamamen yok edilmemiştir.

Girişimin sahipleri yalnızca taktik olarak geri çekilmişlerdir.

Çevre duyarlılığı eylemime yapılan vahşice saldırı ile tetiklenen kolektif bilinç nedeniyle halk hareketine dönen isyanın arkasında içinde rejim değişikliği anayasa girişimi de olan AKP’nin 11 yıllık icraatı vardır.

  • Türkiye’deki halk hareketi Arap Baharı gibi emperyalizmin bir tasarımı olmamakla beraber örgütlü ve lideri olmadığı için emperyalist yönlendirmeye karşı korunmasız ve açıktır.

Halen şekil değiştirerek devam eden halk hareketinin hiç tartışmaya bile gerek duyulmadan kabul edilen en önemli ortak paydaları özgürlükler, yaşam tarzlarına yönelik müdahale ve diktatörlük girişimleridir. İşte emperyalizm elindeki vasıtalarla halk hareketini bu ortak paydalar üzerinden kendi istediği tarafa çekmeye çalışmaktadır.

Kendi siyasi partisini yaratmalıdır!

Halk hareketinin omurgasını ve itici gücünü oluşturan gençlere yönelik olarak
“Madem özgürlüklerin yeterli olmadığını ve yaşam tarzlarınıza müdahale edildiğini düşünüyorsunuz, yeni anayasa bir şans, gelin beraber hazırlayalım,“ ve direnişi bölüp, parçalamak, birbirine düşürmek için söylemleri emperyalist yönlendirme operasyonunun bazı belirgin öğeleridir.

Bu arada Başbakan Erdoğan gerçekten ne dediğini bilmiyor ve halkın haklı isyanına karşı düşmanlığını hala sürdürüyor. Çapulculardan sonra şimdi de “Ayaklar ne zamandan beri baş oldu?“ açıklaması.

Bu söz niteliksiz insanların yetkili yerlere gelmesini eleştirmek için kullanılır.
Bu sözde ayak niteliksiz olmanın baş ise nitelikli olmanın ifadesidir.

Nitelik alınan iyi bir eğitim ve öğretim yolu ile kazanılabilir. Ekonomik durumu iyi veya eğitimli / öğretimli bir ailenin çocuğu olmak nitelikli olmak için avantaj sağlar ama
bu avantajı kullanamayan insanlarda çoktur. Sayın Erdoğan’ın böyle bir aileden
gelip gelmediğinin yorumunu sizlere bırakıyorum.

Erdoğan sahip olduğuna inandığı üstün nitelikleri daha sonra aldığı eğitim ve öğretim yolu ile kazanmış olabilir mi?

Ben kendi adıma hangi üniversiteden mezun olduğunu bilmiyorum!
Bugüne dek birisinin çıkıp ben Erdoğan ile üniversiteden sınıf arkadaşıydım,
amfide beraber ders dinledik, birlikte şu projeyi hazırladık ve okul takımında güreş tuttuk veya top oynadık dediğini duymadım. Bunun sakın normal olduğunu söylemeyin. Dünyanın neresinde olursanız olunuz bir başbakan ile sınıf arkadaşlığı yapmış olmak prestij kazandırır ve mutlaka bu sınıf arkadaşları ortaya çıkarlar.

Bazen insan yeterince eğitim ve öğretim almasa bile doğruluk, dürüstlük, sözüne güvenilme ve yalan söylememe gibi erdemli davranış nitelikleri ile de öne çıkabilir.

Fakat Erdoğan’ın zamanında en yakın çalışma arkadaşlarının başında gelen

  • Abdüllatif Şener 11 yıllık AKP dönemini Cumhuriyet tarihimizin
    en büyük hırsızlık ve soygun dönemi olarak adlandırıyor.

 

İnternet ve sosyal paylaşım siteleri Erdoğan’ın dakikalar içinde söylem değişiklikleri yapan ifadeleriyle, çelişkilerle dolu beyanlarıyla ve daha önce söylediklerinin
aksini iddia eden açıklamalarıyla dolu.

Bizim de besmelemiz var!

Halkı kamplaştırmaya ve çatıştırmaya çalışıyor.

Müezzin ret ettiği halde hala “Camimize ayakkabıları ile girdiler ve içki içtiler“ açıklamaları bile bile yalan söylemek ve iktidarını sürdürmek için halkı birbirine kırdırmaya çalışmak değil midir?

Bunlar erdemli olmak nitelikleri ile bağdaşır mı?

Gezi Parkı eyleminin en zorlu günlerinde CNN International canlı bağlantılar yaparak eyleme katılan gençlerle konuştu. Gençlerin terörist olmadıkları, çoğunluğunun kadın olduğu, aklı başında, kendine özgüveni olan, iyi eğitimli ve öğretimli oldukları,
dertlerini yabancı dilde anlatabildiklerini tüm dünya gördü. Bu gençlerle ben de konuştuğum için iyi biliyorum, bunlar gerçekten Türkiye’nin aydınlık yüzüdür.

Ya avantalarla ve korku ile ikna edilerek bindirilen,
taşınan Kazlıçeşme’de toplanan kalabalığı alıcı gözü ile incelediniz mi?

Miting sonrası bir AKP Milletvekilinin açıklamasını televizyondan izledim,
inanır mısınız derdini ana dilinde anlatamıyor ve ne dediği anlaşılmıyor!
Nitelik bu olsa gerek!

“ Onların twitter’ı varsa bizimde besmelemiz var“
söylemi nitelikli ve erdemli birisinin söylemine benziyor mu?
Yoksa besmele diye bir sosyal paylaşım sitesi var da bizim mi haberimiz yok!

Sayın Erdoğan şunu bilmenizi isterim :

  • 3 bin yıldır bu topraklarda ayakların baş olduğu tarihin başlangıcı 2002’dir.
  • Bu durumu tez elden bitirmek evrensel değerlere saygılı insan olmanın
    ve helal süt emmiş yurtsever olmanın gereğidir.

Saygılar sunarım.
28.6.13

HANİ BU HALK ADAM OLMAZDI!

Dostlar,

Meslektaşımız hatta aynı dalda (Halk Sağlığı) uzman arkadaşımız
Sevgili Doç. Dr. İlker Belek’in bir makalesini paylaşmak istiyoruz.

Dr. Belek, Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi’nde 2. mescite karşı çıkmış, türbanla derse giren öğrenciler için tutanak düzenlemişti. Bu yüzden disiplin cezası almış, görevden uzaklaştırılması için YÖK’e dosya yollanmıştı. Bu sitede kendisine destek vermeye çabaladık..İmza kampanyalarına destek verdik..
(Örn. http://ahmetsaltik.net/yok-baskanligina-cagri/, 3.5.13)

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Hani bu halk adam olmazdı!

portresi


Doç. Dr. İlker Belek

 

 

Halkın onuru vardır. Belli etmese de yaşadıklarından biriktirir. Bir noktada taşar. Diyalektiğin kuralıdır.
Yaşadıklarımız tam bir halk hareketidir:

Olaylara işçi ve emekçi sınıfların hemen hemen bütün tabakalarının katıldığı görülüyor. Toplumun her kesiminden insanlar sokaklara çıktı. Sermayedarları hükümete tepki göstermek zorunda bırakan da budur. Eğer katılanların orta sınıf karakterinden söz edilecekse, bu hızla konum yitiren bir orta sınıftır. Sokaklardaki öğrenci yığınları ise geleceklerinin işsizler ordusunun safları olduğunun farkındalar.

Olayların içinde yer alan insan sayısı Türkiye tarihinin gördüğü en kitlesel boyuttadır. Kitleler bütün baskılara rağmen vazgeçmemişler, şiddete direnmişler ve siyasi farklılıklarına rağmen belirledikleri ortak hedeflere yönelerek bütün büyük şehirlerin meydanlarını ele geçirmişlerdir. Hedefte AKP vardır.

Eylemlere katılımın bu sınıfsal ve kitlesel niteliği ile eylemlerin radikal tarzı yaşananları halk hareketi olarak nitelemek bakımından yeterlidir.

* * *
Hareketin içeriği kimilerinin iddia ettiği gibi çevresel konularla tanımlı değildir.
Yaşananları orta sınıfların, laik kesimlerin, AKP’nin yaşam tarzlarına yönelttiği saldırıya tepkileri olarak tanımlamak, bundan sonrasına ilişkin sınıf stratejilerinin geliştirilmesini de engelleyecek büyük bir yanılgı olur.

  • Halk, AKP’yi, AKP ne ise onu karşısına almıştır. 

AKP gericilik, piyasacılık ve işbirlikçilikle tanımlıdır
ve ayaklanma tam da bunlara karşı biriken öfkenin, yine bunlara karşı olduğunu belirten bir içerik ve tarzda ortaya konulması şeklinde yaşanmaktadır. Halk diktatörlüğe ve kendisinin onursuzlaştırılmasına karşı ayağa kalkmıştır.;

Bu en başından beri, sanatçı, aydın ve çevrecilerin Gezi Parkı’nda oturmaya başladıkları ilk andan itibaren böyleydi. Gezi Parkı’nın yerine yapılmak istenen Kışla’nın 31 Mart 1909 olaylarıyla tanımlı gerici-siyasi bir niteliği ve AVM’nin de vurgun, yağma, rant ve sömürüyle bağlantılı kapitalist bir karakteri vardı.

Uzun zamandır, AKP’nin özellikle izlediği tekleşme ve Türkiye’yi ele geçirme stratejisinin kendisini kaçınılmaz biçimde hedefe yerleştirdiğini, bunun kendisi açısından büyük riskler yarattığını belirtiyorduk.

* * *
Bu halk hareketini Türkiye tarihinde bir ilk olarak tanımlamak yanılgı olmaz.

Arkasında ordu ya da herhangi bir destekçi “yüksek” kurum yoktur. Bu anlamda özellikle Cumhuriyet Mitingleri’nden ayırmak gerekir. İşçi ve emekçi sınıflar tamamen kendilerine güvenerek, gazlandıkça güven tazeleyerek düzenin üzerine yürüdüler.

* * *
Eylemlerin kendiliğinden nitelikli olup olmadığını tartışmanın bir anlamı kalmamıştır.
Eylemleri yönlendirebilecek güçte sosyalist bir öznenin bulunmayışı kendiliğindenliğin göstergesi olarak okunabilir.

Ancak unutmayım ki, Gezi Parkı’nda başlatılan eylemin organizasyonunda yer alanlar belli bir dünya görüşüyle ve siyasi angajmanla hareket ediyorlardı.

Sonrasında kitlelere “yeter artık” dedirterek, evlerini terk etmeye zorlayan da sosyalist öznelerin sokakta her şeyi göze alarak verdikleri kahraman mücadele olmuştur.
Üstelik her halk hareketinin baskın karakteri kendiliğindenliktir. Bu özellik sosyalistlerin içinde yer almayacağı anlamına gelmez.

Bu, bundan sonra yaşayacağımız sınıf-halk hareketlerinde de böyle olacaktır. Tartışılması gereken esas şey sürecin iktidar perspektifiyle nasıl daha ileri noktalara taşınabileceğidir.

* * *
31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi biçimsel olarak Arap Baharı olaylarına benzetilebilir. Ancak içerikleri tümüyle farklıdır.

  • Arap Baharı Arap ülkelerinin AKP’sini yaratmıştır. 

Türkiye ise AKP’ye, Amerikancı-işbirlikçi-taşeron İslam’a karşı ayaklanıyor.
Bu ayaklanma siyasal dolayımlarla gerçekleşiyor. Halk AKP’nin yaratmak istediği düzeni reddediyor.
Arap ülkelerinde sokakları ve iktidarı dinci gericilerin ele geçirme ve kitleleri manuple etme olanakları vardı.
Bizde ise bugün sokaklar gericiliğe karşı ayaktadır. Hareketin nitelikleri kaba hatlarıyla laik ve antiemperyalisttir. Bu hareketin ele geçirilmesi değil, ancak yenilgiye uğratılması söz konusu olabilir.
* * *

31 Mayıs-1 Haziran halk hareketi pek çok bakımdan tam bir kırılma noktası olmuştur.
Erdoğan’ın başkanlık planları, yeni Anayasa beklentisi yüksek olasılıkla bitmiştir.
AKP ile Cemaat arasındaki gerilimlere AKP içindeki kimi çatlakların eklendiğini,
İstanbul ve Ankara çatışmaları sırasında Erdoğan ile Kadir Topbaş ve Bülent Arınç’ın açıklamalarının farklılaşmasından anlıyoruz.

AKP karşıtı muhalefet güçlendikçe AKP’nin kitle desteği azalacaktır.

AKP’nin “barış” süreci inandırıcılığını tümüyle yitirmiştir. Bundan sonra BDP mi “barış” ısrarında bulunabilecektir ve artık Kürt “barışı” ne ifade edebilir ? Aslında Erdoğan’ın Obama’dan ayar aldıktan sonra yapması gereken, elindeki tek olanağı, “barış” sürecini kullanması iken, O alkol ve Taksim üzerinden yeni bir saldırı başlatmayı denemiş ve yenilmiştir.

BDP’nin kendi beklentileri uğruna son haftada yaşanan olaylara Parti düzeyinde sessiz kalmış olması büyük talihsizliktir.

Halk ilk kez korkuyu yenmiştir: Gaza yüzünü açan kırmızı elbiseli kadınlar, panzerin önündeki siyah elbiseli kadınlar, basınçlı suyun altında yumak olmuş erkekler,
polise “gel gel” yapan gençler…

* * *
Ancak sokaklar adına pek çok belirsizlik, kırılganlık da varlığını koruyor.
AKP bunlardan yararlanmak isteyecektir. AKP, iktidarını, şiddet ile kitleleri korkutarak, umutsuzluk yayarak yerleştirdi. Şiddet olmazsa AKP’nin kitle desteği de erir. Bu nedenle Taksim düzenlemesiyle ilgili kimi geri adımlar atacak olsa bile şiddet politikasından
geri adım atması mümkün değildir. Bu eylemlerde ön plana çıkmış siyasi yapılara yönelik bir saldırı başlatacak, AKP İslami projesinden vazgeçmeyecektir.

  • Herkese görev düşüyor.

Maddi, siyasi her tür katkının en yüksek noktaya çıkarılması ve o noktadan
asla geri düşülmemesi gereken bir dönemi yaşıyoruz.