Mısır’daki son gelişmelerin düşündürdükleri

Mısır’daki son gelişmelerin düşündürdükleri

onur_oymen

Onur ÖYMEN

Son günlerde Mısır’da yaşananlar dünyanın ve Türkiye’nin gündeminde en ön sırada yer alıyor.

Müslüman Kardeşlerin 6 haftadan beri devam eden gösterilerini sona erdirmek için harekete geçme kararı alan Hükümet aşırı güç kullandı ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bir müdahalede bulundu. Bunu hiçbir şekilde kabul etmek, mazur görmek mümkün değildir. Birçok ülke de bunu şiddetle kınadı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baraday’ın diyalog yoluyla çözüm aramak yerine aşırı güç kullanılmasını protesto ederek istifasını vermesi de bu açıdan çok anlamlıdır.

Sorun nereden kaynaklanıyor? Hüsnü Mubarek‘in devrilmesinden sonra yönetimi üstlenen General Tantavi’nin kumandasındaki askerler önce yasaklı olan Müslüman Kardeşler örgütünü, dine dayalı siyasi partilerin kurulmasını yasaklayan 1977 tarihli Siyasi Partiler Yasasını gözardı ederek meşrulaştırdı ve bir siyasi parti kurmalarına izin verdi. Sonra askerlerin düzenledikleri, kurallarını koydukları ve birçok adayı veto ettikleri seçimlerde Müslüman Kardeşlerin lideri Mursi oyların % 51,8’ini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. (A. Saltık : Bu seçime katılım % 50 dolayında olduğundan, Mursi gerçekte toplam oyların 1/4’ü ile seçildi)

Mursi’nin yönetim biçimi, özellikle muhalefeti dışlayarak Müslüman Kardeşlerin benimsediği doğrultuda bir anayasa yapma girişimi, ülkeyi şeriat rejimine götürmeyi amaçlayan kararları, yargının yetkilerini kısıtlaması ve ekonomideki kötü gidiş halkın büyük kısmının tepkisini çekti. Meydanları dolduran milyonlarca Mısır’lı Mursi’nin istifasını istedi. O istifa etmemekte direnince Mursi’nin işbaşına getirmiş olduğu Genelkurmay Başkanı General Sisi’nin komutasınaki askerler yönetime el koydu. Geçici bir sivil yönetim oluşturuldu ve 9 ay ila 1 yıl içinde yeni bir anayasa ve Parlamento seçimi yapılarak sivil yönetime geçme vaadinde bulunuldu. Müslüman Kardeşler buna şiddetle karşı çıktılar, yönetimi gayrı meşru saydıklarını söyleyip meydanları işgal ederek Mursi’nin Cumhurbaşkanlığına geri dönmesini talep ettiler. Gelişmeler özetle böyle.

Peki Müslüman Kardeşler niçin yasaklanmıştı? 1928’de kurulan ve birçok Arap ülkesinde teşkilatlanarak 2 milyondan fazla üyeye sahip olan bu örgüt “Halk ve devlet için tek referans kaynağı Kuran’dır” görüşünü savunuyordu. Geçmişte çeşitli yasa dışı eylemlerde bulunmuştu. Başbakan Mahmut Nukraşi Paşa’yı öldürmekten, Cemal Abdülnasır’a karşı suikast girişimde bulunmaktan suçlanıyordu. 1954’de yasaklanmıştı. Özellikle 1995-1996 yıllarında, binlerce Müslüman Kardeşler üyesi, Hükümeti devirmeye çalışan bir terör örgütü mensubu oldukları iddiasıyla yargılanıp mahkum edilmişti.

Müslüman Kardeşler’in 2007 yılında yayınladıkları programda kadınların ve Hıristiyanların hiçbir şekilde devlet başkanı olamayacakları belirtiliyor, yasaların kurulacak bir “İslami Ulema Konseyi”nin onayıyla kabul edileceği ifade ediliyordu. Yani Müslüman Kardeşler örgütünü geçmişi ve siyasi düşünceleri açısından gerçek bir demokratik siyasi oluşum gibi görmek mümkün değildir.

Müslüman Kardeşler 1982 yılında Suriye’de Hükümete karşı bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmanın kanlı biçimde bastırılması sırasındaki çatışmalarda en az 20.000 sivil ve 1000 Suriye askeri hayatını kaybetti.

Filistin’de Müslüman Kardeşlerin uzantısı olarak kurulan Hamas örgütü İsrail’e karşı birçok şiddet eyleminde bulundu, intihar saldırıları düzenledi. Hamas, 2006 yılında Filistin’de yapılan seçimleri kazandı. Filistin Kurtuluş Örgütüyle çatışmaya girdi ve Gazze bölgesinin yönetimini ele geçirdi. Hamas hala ABD, Avrupa Birliği, Kanada ver Japonya’nın terör örgütleri listesinde yer alıyor. Yani seçimleri kazanmış olması bu örgütü o ülke ve kuruluşların gözünde meşrulaştırmaya yetmedi.

Mısır’daki son gelişmeleri bütün bu geçmiş olayları dikkate almadan değerlendirmek zordur. Son olaylar sırasında 40’dan fazla polisin, biri kız çocuğu olmak üzere bazı sivil Hıristiyanların öldürülmesini, bazı Hükümet binalarının, 9 Kilisenin ve Hıristiyanlara ait 20 kuruluşun saldırıya uğrayıp kundaklanmasını da göz ardı etmemek lazımdır.

Türkiye uzun yıllardan beri şiddeti, kimin tarafından yapılırsa yapılsın, kime yönelik olursa olsun kınama politikasını benimsemişti. Bu nedenle son olaylarda Hükümetin ölçüsüz şiddet kullanmasını kınarken Müslüman Kardeşler yanlılarının yaptıkları saldırıları görmezden gelmesi doğru olmamıştır. Aynı şekilde Hükümetin her türlü askeri müdahaleye karşı olduğunu açıklarken Mubarek’ten sonra yönetimi devralan askeri yönetimle yakın ilişki kurduğunu, Başbakanın Kahire’ye giderek General Tantavi’yi ziyaret ettiğini, askerlerin kurduğu hükümetle stratejik işbirliği ve ekonomik yardım antlaşmaları imzaladığını da unutmamak lazımdır.

Meselenin siyasi boyutuna gelince, öyle anlaşılıyor ki, Müslüman Kardeşler, önceki askeri yönetimin hoşgörüsüyle elde ettikleri iktidarı ellerinden bırakmamak için her şeyi göze almış durumdadırlar. Şimdiye kadar, başta Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baraday’in istifa etmeden önce yaptığı girişimler olmak üzere, bütün uzlaşma çabaları sonuçsuz kalmıştır.

Yalnız Mısır’da değil, başka bölge ükelerinde de aşırı islamcı grupların iktidarı ele geçirip otoriter bir şeriat devleti kurma girişimleri de kanlı sonuçlar vermiştir. 1991 yılında Cezayir’de yapılan seçimlerin ilk turunda islamcı FIS partisinin başarı kazanmasından sonra askerlerin yaptığı müdahale ve daha sonra yaşanan dehşet verici eylemler sonucunda bazı kaynaklara göre 200,000 kişi hayatını kaybetmiştir.

Arap Baharı‘nın işte bu çatışmaları, olumsuzlukları, baskıcı yönetimleri sona erdirip gerçek bir demokrasi getirmesi beklenirken maalesef hem Suriye’de hem Tunus’ta, hem de Mısır’da meydana gelen gelişmeler bir “Arap Kışı”na doğru gidildiğini gösteriyor.

Böyle bir ortamda diğer ülkeler açısından en yapılmaması gereken şey yangına körükle gitmek, çatışmaların sürdürülmesini isteyenleri yüreklendirmektir. Onun için dünya ülkelerinin çoğu şiddet kullanılmasını kınarken bütün taraflara itidal tavsiye etmekte, bir an önce demokrasiye geçilmesini önermektedirler.

Mısır’daki aşırı güç kullanımını Türkiye’nin de kınaması doğaldır.
AncakTürkiye’deki iktidar maalesef en katı söylemlerde bulunmuş ve oradaki mücadelenin taraflarından biri olan Müslüman Kardeşleri açıkça desteklediği intibaını uyandırmıştır.
Bu tavır bölgede Müslüman Kardeşlere tepki gösteren bazı Arap ülkeleriyle de ilişkilerimizi olumsuz etkileyebilir.
Türkiye-Mısır iklişkileri şimdiden büyük bir darbe almıştır.
Türkiye’nin tavrı Birleşmiş Milletlerde de Arap ülkelerinin çoğundan da destek bulmamıştır.

Bence çözüm, bütün bölge ülkelerinin gerçek bir demokrasiye kavuşmalarından geçiyor. Adı demokratik olan ama kendileri demokratik olmayan rejimler kalıcı bir barış ve istikrar ortamı yaratamaz.

*Halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan gerçek bir demokrasiye geçilemez

    .

    Büyük devletlerin şimdiye kadar, bölgedeki kendi çıkarlarını düşünerek gerçek bir demokrasinin yeşermesine mani olucu politikalar izlemeleri ve otoriter, baskıcı rejimlerle işbirliği yapmayı tercih etmeleri de Orta Doğu’nun demokrasiye, barışa ve huzura kavuşmasını engellemiştir.

    Cumhuriyetin ilanından sonra laikliği benmimseyerek gerçek bir demokrasi yoluna giren Türkiye, bütün bölge ülkelerine güzel bir örnek olabilirdi. Ama ne yazık ki, son zamanlarda laiklik karşıtı eğilimerin güçlenmesi, bazı gösterilerde açıkça demokrase karşı çıkan Hilafeti savunan pankartlar taşıyan grupların ortaya çıkması ve hoşgörüyle karşılanması, bölgede aşırı islamcı partileri savunan politikaların benimsenmesi Türkiye’nin böyle bir yapıcı rol oynamasını güçleştirmektedir.

    Türkiye’nin demokrasi ve laiklik alanlarındaki eksikliklerini giderip gerçek bir demokrasiye kavuşması yalnız kendi halkımız için değil bütün bölge halkları için büyük bir kazanç olacak ve bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacaktır.

    Unutulmamalıdır ki, dünya tarihinde demokrasiler arasında bugüne kadar savaş olmamıştır.

    Saygılar, sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir