Etiket arşivi: Güneri Civaoğlu

Atatürk’ün Ankara’ya Gelişinin 95. Yıl Dönümü Etkinlikleri ve…


Atatürk’ün Ankara’ya Gelişinin

95. Yıl Dönümü Etkinlikleri ve
Onur Belgesi Takdim Töreni

Atatürk’ün Ankara’ya Gelişinin 95. Yıldönümü nedeniyle düzenlenecek olan etkinlikler kapsamında, 26 Aralık 2014 Cuma günü saat: 15.45’te gerçekleştirilecek olan program
aşağıda bilgilerinize sunulur:

Dostlar,

Ülkemiz gündeminin arkasından erişmek neredeyse olanaksız..
Bu olgu biraz da kurgusal.. Toplumsal algı yönetimi açısından ciddi bir araç.
Özellikle siyasal iktidarların ve de AKP’nin, ulusal – uluslararası güç odaklarının
önemli bir PR (Public Relatinons – Halkla İlişkiler) aracı.

Büyük ATATÜRK’ümüzün Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Hareketini ilmek ilmek dokumasının ardından, 16 Mayıs 1919 İstanbul’dan Samsun’a gemiyle hareket,
27 Aralık 1919 Ankara’ya Sivas’tan karayolu ile Hacıbektaş üzerinden (23 Aralık 1919) günü dönüş..

7 ay 11 gün süren bir çetin uğraş.. Boynunda 36. Osmanlı Padişahı hain ve alçak
6. M. Vahdettin
‘in (Ata’nın NUTUK‘taki deyimiyle “Den’i”) idam fermanı olduğu
ve hiçbir resmi görev ve sıfatı (ve de aylığı – maaşı) olmaksızın..

“Sine-i millette bir ferd-i mücahit” olarak..
Kendisini Sivas Kongresi açılışında 4 Eylül 1919 günü böyle tanımlamıştı..

Erzurum’dan Sivas’a gelirken işbirlikçi Elazığ Valisi Ali Galib, Sadrazam Damat Ferit’in buyruğuyla (Saltanatın bilgisi içinde elbette!) Mustafa Kemal Paşa’yı yakalayacak ve
“hal edecekti”!

Tunceli’li (o zamanki adıyla Dersim‘li) yurtseverler, bizim atalarımız – akrabalarımız Diyab Ağa öncülüğünde örgütlenerek 3 bin dolayında bir silahlı milis gücüyle Erzincan – Dersim arasında kuş uçmaz kervan geçmez boğazlarda (Kutu Deresi’nde) önlem almışlardı.

Mustafa Kemal Paşa‘nın kervanının önü Kutu Deresi’nde kesildiğinde,
tarihin kırılma noktası idi.

Kuşatmayı yapanlar Elazığ’ın işbirlikçi Valisi Ali Galib güçleri olsaydı, çok büyük olasılıkla orada kısacık bir çatışma ile Mustafa Kemal Paşa ve bir avuç arkadaşları imha edilecekti. Mustafa Kemal Paşa, kendilerini saran kuvvetlere, kim olduklarını bilmeden, vekarla;

“Bizi imha mı edeceksiniz?” anlamında bir soru sormuştu tek başına öne atılarak.

Silahlı çatışmada kurtulma olanağı yoktu.. Belki müzakere ve onu izleyen,
tutması mucizeye bağlı kimi taktiklerle (??), iknayla (?!) belki kurtuluş olabilirdi ??!

Diyab Ağa’nın yolladığı kardeşi öne çıkarak gerçeği açıklamış ve Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları derin bir nefes almışlardı. Bu bakımdan, Türk Devrim tarihinde bu olayın belirleyici bir işlevi vardır. Tunceli’nin yurtsever – devrimci – namuslu insanları, daha o zaman,
Osmanlı Saltanatı’nın yüzyıllardır Alevilere dönük kanlı zulmünün ancak
Mustafa Kemal Paşa‘nın isyancı – devrimci meşru çıkışı ile sonlandırılabileceğini görmüşler
ve Mustafa Kemal Paşa hazretleri önderliğindeki Kurtarıcı çekirdek kadronun esenlikle (salimen) Sivas’a geçmesini sağlamışlardı.

  • Gazeteci Güneri Civaoğlu‘nun anlattığına göre; dönemin Harput Valisi Ali Galip, saraydan almış olduğu emirle o sırada  Erzurum’dan Sivas’a gitmekte olan Mustafa Kemal Paşa’ya
    pusu kurdurup öldürtmek için Dersim’in namlı ağalarından Haydar Ağa isimli bir adamı tutar ve bu iş için kendisine yüklü miktarda para verir. Mustafa Kemal Paşa, yanındakilerle birlikte “Kutu Deresi” mevkisine gelince Haydar Ağa ve adamlarınca kuşatılır! Mustafa Kemal, vakur bakışlarla onları süzer ve “Kastınız beni öldürmek mi?” mealinde bir soru sorar. Haydar Ağa, “Hayır paşam, bunu vermektir, mücadeleniz için lazım olur.” diye yanıtlar ve Harput Valisi
    Ali Galip’ten aldığı yüklüce parayı kendisine uzatır. Mustafa Kemal duygulanır. Ağaya teşekkür eder ve kendisini Meclis’te Dersim Mebusu olarak görev yapmak üzere Ankara’ya çağırır.
    (AS’ın notu : Daha o tarihte Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında Ankara’da Meclis toplama fikri var.. Nitekim 16 Mart 1920’de işgalci İngilizler Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı dağıtınca,
    derhal 1. BMM için çağrı yaparak, üzerinden henüz 1 ay geçmişken BMM’yi Ankara’da
    23 Nisan 1920’de açar…) Ancak Ağa, Mustafa Kemal’in bu davetine teşekkür ederek “Paşam,
    biz buranın toprağına, dağına, çiçeğine, kuşuna alışmışız. Ankara’da yaşamam zor ama sana kardeşim Diyap’ı göndereyim. Kabul edersen, Dersim Mebusu O olsun.” der ve böylece
    Diyap Ağa, Dersim Mebusu olur… (http://www.milliyet.com.tr/ata-nin-hayatini-dersimli-kurtardi/siyaset/siyasetyazardetay/19.11.2011/1464653/default.htm)

    Site dostlarımıza, Sn. Güneri Civaoğlu‘nun yukarıda erişkesi (linki) verilen makalesini
    mutlaka okumalarını öneriyoruz : Milliyet, 19.11.2011..

Günümüz Tunceli insanı da çoğunlukla benzer çizgidedir. 90 yıldır ağırlıkla Atatürk’ün partisi CHP‘ye oy vermektedir. Son yıllardaki operasyonlar bu yapıyı kırmaya dönük sefil oyunlardır.

Diyab Ağa Kürt değildir, Çemişgezek Ferhatuşağı aşireti reisidir.
Kürt de olabilirdi, başka bir etnik kökenden de… bunda gocunacak hiçbir şey yoktur.
Hepimiz insanız, yasalar önünde eşitiz. Irkçılığı, her tür ayrımcılığı lanetleriz! 

Biz de bu bölgenin Dersim’in – Tunceli’nin Hozat / Karaca köyündeniz.Cumhuriyetimizle
barışık çizgideyiz.. Bu sitede yazdığımız (30.05.2012)
“Dersim Tartışmaları.. / Tunceli-Dersim Debates..”
başlıklı 5 sayfalık kapsamlı makalemizi okumak için lütfen tıklayınız.. 
(http://ahmetsaltik.net/2014/11/25/dersim-tartismalari-tunceli-dersim-debates/)
Günümüze dek Saltık ailesinden 6 milletvekili TBMM’de görev almıştır.

Derdimiz, Laik Cumhuriyetin eşit haklara sahip 1. sınıf YURTTAŞLARI olmaktır.

Diyab Ağa daha sonra BMM’de (1. Meclis) Dersim Mebusu olmuş ve ilerlemiş yaşına karşın,
Polatlı’ya dek gelen Yunan birlikeri nedeniyle Meclis’in Kayseri’ye taşınması görüşlerine şiddetle karşı çıkarak direnmeyi savunmuştur.
Hep birleştirici – kaynaştırıcı iletiler vermiştir Meclis konuşmalarında;
Alevi kökenini ve ayrıcalık isteklerini öne çıkarmamıştır

(Lütfen bakınız: “ATATÜRK’ÜN YAKIN DOSTU DERSİMLİ DİYAP AĞA’DAN BÖLÜCÜLERE TOKAT GİBİ SÖZLER…” (https://www.facebook.com/notes/sinan-meydan/atat%C3%BCrk%C3%BCn-yakin-dostu-dersimli-diyap-a%C4%9Fadan-b%C3%B6l%C3%BCc%C3%BClere-tokat-gibi-s%C3%B6zler/261471983912788, 17.12.2011)

Dersim Mebusu Diyap Ağa, Atatürk’ün üstü açık Mercedes’inde…
Yunan Kuvvetleri Ankara’ya yaklaşırken Meclis’in Kayseri’ye taşınması yolundaki önerilere Diyap Ağa karşı çıkmış, yumruğunu kürsüye vurarak;

-“Buraya, kaçmaya değil, ölmeye geldik.” demişti.

*****

23 Aralık 1919 günü Mustafa Kemal Paşa Hacıbektaş’a özellikle uğrayarak Pir’i
(Postnişin Cemalettin Çelebi Hazretleri) ziyaret etmiş O’ndan “el almış” tır.
Dergah’ta dar günler için biriktirilen 1700 altın Mustafa Kemal Paşa buyruğuna verilmiştir.
O kadar ki; Pir Postnişin Cemalettin Çelebi Hazretleri, Mustafa Kemal Paşa‘ya,

“Kurtuluştan sonsa Cumhuriyet ilan edeceksiniz değil mi?” diye sormuştur.

Alevilerin bekledikleri ve istedikleri de budur. Osmanlı’nın yüzlerce yıl süren zulmünden
artık kurtulmak istemektedirler.. Cumhuriyet ile nefes alacaklardır ve almışlardır.
Ve Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Pir’in kulağına eğilerek, sessizce fısıldayarak,

“Evet Pirim, Kurtuluştan sonra Cumhuriyet ilan edeceğiz..” buyurmuşlardır.

Mustafa Kemal Paşa bu düşüncesini çok önceleri Mazhar Müfit‘e (Kansu)
maddeler halinde not ettirmişti.. (Erzurum, 7-8 Temmuz 1919, sabaha karşı..)

Ata’nın Hacıbektaş ziyaretini 9 sayfalık kapsamlı bir dosya olarak bu sitede daha önce
sizlerle paylaşmıştık..  Aşağıdaki adreslerden bu dosyalar arşivimizden çağrılabilir.

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/12/Atanin_Hacibektas_Ziyareti.pdf

Atatürk’ün Hacıbektaş’ı Ziyareti : 23 Aralık 1919


Mustafa Kemal Paşa Alevilerin kolu – kanadı olmuş, O’nıun döneminde yavaş yavaş,
can güvenliğini (mal varlıkları yoktu ki!) savunma amacıyla sığındıkları dağlardan – tepelerden – bataklıklardan – yarlardan.. düzovaya inmeye başlamışlardır. Dersim, Tunceli’ye dönüşerek Cumhuriyet ile bütünleşmiş ve feodaliteden kurtulma dönemine girmiştir…

*****

27 Aralık 1919 bu bakımlardan büyük önem taşıyan bir tarihtir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı bu küçük, yoksul kasabada (25 bin nüfuslu) sürdürülmüştür.
İnsanlık tarihine örnek bir azim ve kararlılıkla inanılmaz yokluklar içinde sürdürülen
bir onur savaşımının öyküsüdür..

Bir milletin, Türk Ulusu‘nun kendini yoktan var etmesinin öyküsüdür..
İbretle, ayrıntılarıyla, özenle okunmalı – okutulmalı ve üzerinde düşünülmelidir ki;
günümüzü anlayabilelim ve şimdiki bunalımlarımıza çözümler üretebilelim..
En azından yakın tarih bilgisi olmayan bir toplumun Alzheimer’li,
belleği boşalmış zavallı bir insanın çaresizliğinden çok farkı var mıdır?

*****

Bu önemli günleri geçen hafta, yıl sonunun da abanan yoğunluğuyla yeterince işleyememnin üzüntüsü içinde idik. 26 Aralık günü Ankara Üniversitemiz bir anma etkinliği düzenledi.
Bu programa, Tıp Fakültemizin büyük salonunda katıldık. AÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü dostumuz Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan‘ın öncülüğünde hazırlanan içerikli ve varsıl programı teatral bir ortamda keyifle izledik. Konseri de.. Emekliye ayrılan Üniversitemiz emekçilerine şükran belgeleri sunuldu, kokteyle geçildi ardından..

Yeni yıl da karşılanmış oluyordu bu arada..

Bu anlamlı, kapsamlı, güzelim etkinliğe emek verenlere, başta Rektörümüz,
sevgili meslektaşımız Prof. Dr. Erkan İBİŞ olmak üzere teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
02.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yazıya pdf olarak erşmek için:
Ataturk’un_Ankara’ya_Gelisinin_95._Yil_Donumu_ve_Oncesi

Zahide Uçar : Hedefteki ülke; TÜRKİYE!..


Hedefteki ülke; TÜRKİYE!..

Dostlar

Sn. Zahide UÇAR‘dan nefes kesen bir irdeleme..

Son günlerin İŞİD odaklı gözünen ve çok iyi kurgulanan emperyalist tezgahında
AKP – RTE yönetiminin ülkemizi nasıl bir açmaza sürüklediklerini okumak gerekiyor..

Bu gün biz de yazdık.. New York Times’ta yayımlanan savlar olağanüstü ciddi..
Türkiye’nin IŞİD ile petrol ticareti yaptığı, örgüte bu yolla parasal kaynak sağladığı ve bu süreçte kimi hükümet üyelerinin de rant sağladığı…

Korkunç bir durum – açmaz…

TBMM derhal bu akıldışı dış politikaya el koymalı, Meclis Soruşturması ile durum
açığa kavuşturulmalı ve ülkemizin esenliğini sağlayacak akılcı dış politika belirlenmelidir.
Bu gidiş Türkiye’yi HAYDUT DEVLET olmaya sürükler ve bedeli önce AKP – RTE’ye sonra da ülkemize çok ağır olur..

http://ahmetsaltik.net/2014/09/15/turkiye-ile-isid-petrol-alisverisi-yapiyor-ve-batiyi-karsisina-aliyor/

Lütfen tıklar mısınız??

Teşekkürler Zahide Uçar’a..

Sevgi ve saygı ile.
15.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

10355862_10203736939396996_7203193781107341290_n

Zahide Uçar

portresi_sloganla

 

 

 

 

 

Arap Baharı, Fas’tan Irak’a uzanan bölgede yaşanan “böl-parçala-yut” oyunu,
asıl hedefe, yani Türkiye’ye yöneldi.
Güneri Cıvaoğlu’nun 1. Körfez Savaşında Amerikalı yarbaydan dinlediklerini hatırlayalım. Cıvaoğlu yazısında;

((Zihnimde lego parçaları gibi uçuşan eylemler, söylemler, tavırlar…

Bunları bir araya getirerek büyük fotoğrafa varmaya çalışıyorum.
İşte onlardan ikisi…

1. Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’dayım ABD kumanda merkezi olarak kullanılan otelin bir odasında dinlediklerim dehşet verici.
Amerikalı yarbay duvardaki harita üzerinde Türkiye’nin Güneydoğusu’nu ve Kuzey Irak’ı işaret ediyor.
Avucunu o coğrafyada dolaştırırken şöyle diyor:i
‘Savaş bitecek. Amerika Irak’tan çıkacak. Giderken silahlarının büyük bölümünü bırakacak.
Bunlar içinde ağır silahlar, roketler de olacak.
Yöredeki Kürtler bu silahları alacaklar ve Türkiye’ye karşı kullanacaklar.
Toprak isteyecekler.
Türkiye, ya istedikleri toprağı verecek ya da vermeyecek ve savaşacak.’

Yarbay iyi derecede Türkçe konuşarak anlatıyor bunları.
Kulaklarıma inanamıyorum.
“Ya NATO ortaklığı ya üplkelerimiz arasındaki dostluk?” diye soruyorum,
oralı olmuyor.))

Türkiye-Suriye sınırı “dostum Esad” tezgahı ile açıldı. Suriye’ye ajanlar sokulurken, AYNI YOLDAN Türkiye’ye de ajanlar sokuldu. ÖSO, NUSRA, IŞİD, El Kaide gibi küresel güçlerin dolaylı yoldan beslediği kanlı, sapkın terör grupları Türkiye’yi
üs olarak kullandı. Türkiye, Fas’tan Irak’a kadar bütün operasyonlarda kullanıldı. Gırtlağına kadar teröre bulaştırıldı.
Uluslararası mahkemede teröre destek vermekten yargılanacak duruma getirildi.

Türkiye bir bombanın üzerine oturtuldu. PKK silah bırakıyor yalanıyla Türk Ordusu’na silah bıraktırıldı. Güneydoğu bölgemiz PKK’ya teslim edildi. PKK kendi güvenlik güçlerini oluşturdu. Olası bir iç savaşa hazırlanıyor. Askerlerin boşalttığı karakollara yerleşti. PKK paçavraları asıldı. PKK bütün metropolleri, MİT Müsteşar Yardımcısı
Afet Güneş’in itiraf ettiği gibi ağır silahlarla doldurdu. Yani ülke her an patlamaya hazır bir hale getirildi.

Dünyanın dört bir tarafından toplanan IŞİD denilen katil sürüsü girdiği her yerde insanlığın “onuru-namusu-şerefi üzerinden geçip” dümdüz etti. Bu sapkın katillerin içinde Irak’ta her türlü insanlık suçu işlemiş olan ABD’nin özel güvenlik şirketi olan BLACKWATER şirket elemanları da var. Adları çok kirlendiği için 2010 yılında ACADEMI adını alarak göreve devam ettiler. Bu katilleri Tunus, Libya, Mısır gibi ülkeler karıştığında da görmüştük. Türkiye’nin adı bu sapkın Haçlı katilleriyle birlikte anılır oldu.

  • IŞİD Kuzey Irak’tan Hatay’a kadar uzanan bölgede 2. İsrail’i kurabilmek için
    mıntıka temizliği yaptı.

IŞİD girdiği yerlerde öyle bir travma yarattı ki, o bölge insanlarının normal hayata dönüp normal insanlar gibi davranabilmesi çok zor. Türkmen katliamı yaparak Türkmen yerleşim alanlarını, yani petrol bölgelerini Barzani’ye teslim ettiler.

IŞİD işini yaptı. Müslümanlara ait simge mekanları yerle bir etti. Müslümanların namus-şeref ve onurlarını iki paralık etti. Bütün dünyanın Müslümanlardan nefret etmesini sağladı. Dünyaya Ortadoğu Müslüman halkları “Kürtler hariç”acımasız katiller olarak tanıtıldı. O zaman yok edilmelerinde de bir mahzur olmayacaktır(!)..
Çünkü bütün insanlık için tehlike arz ediyorlar denecektir.

IŞİD’in görevi sona erdi. Türkmenler artık geriye dönemeyecek. Barzani zaten bu durumu ilan etti.
IŞİD’in işlediği insanlık suçları birinin üzerine yıkılmalı, ABD elini yıkamalıydı.
ABD Türkiye üzerinden elini yıkamak istiyor. Türkiye’nin verdiği silahları araştırıyormuş (!).. Komik!!. Zaten AKP ne yaptı ise ABD ile beraber yaptı.
Bu durum bana İsmet Paşa’nın “büyük devletlerle ilişkiye girmek,
ayıyla yatağa girmeye benzer”
 sözünü hatırlattı.

Erdoğan ve ortaklarının mecburiyetleri, koskoca ülkenin mecburiyeti haline geldi.
BOP üzerinden oynanan satranç oyununda Erdoğangiller bütün piyonları, atı, kaleyi kaptırdı. Merkel, elindeki Erdoğan CD’si üzerinden oyuna dahil oldu.

Condeleezza Rice’nin söylediği 22 ülkeyi bölme projesi tam gaz devam ediyor.

Ve asıl hedefteki ülke Türkiye, büyük oyunun içine çekiliyor. Kendi terör örgütleri IŞİD’e operasyon yapmak bahanesi ile Peşmerge ve PKK silahlandırılıyor. 1. Körfez savaşında ABD’li yarbayın Cıvaoğlu’na pervasızca verdiği mesaj 23 yıl sonra hayata geçiyor.
Ve en korkuncu ne biliyor musunuz?

TÜRK ORDUSU PKK ile birlikte IŞİD’e karşı savaşmaya zorlanıyor.

Böyle bir olay Türk Ordusu mensuplarının cinnet geçirmesine neden olur.
Doğru ile yanlışın, gerçek ile hayalin yer değiştirdiği bir cinnet hali…
Türk Ordusunun üst kesimi dizayn edildi ama alt kesimi bütün öfke ve hıncıyla bilenerek görevini yapmaya çalışıyor. Türk Ordusu’nu PKK ile aynı cephede savaştırmak tamamı ile Türk Ordusunu tepeden erine kadar FELÇ ETME oyunudur. Artık o ordu mensuplarından hayır beklemeyin. Ayağa kaldıramazsınız.

Milletçe bu alçak oyuna dur demeli, ayağa kalkmalıyız.

Erdoğangiller en hassas yerinden yakalanmıştır.
Amerikalılar PKK ve açılım konusunda ne demişti?

“Erdoğan öyle bir yola girdi ki, ileri giderse kendi halkı, geri durursa biz bitireceğiz.”
Demişti değil mi?
Hedefteki ülke TÜRKİYE…
Önce Irak’a girip çiğnediler, yardım ettik.
Libya’yı parçalayıp tecavüz ettiler, yardım ettik.
Mısır’a girdiler, karıştırdılar, rol kapmaya çalıştık.
Suriye’yi en kahpe oyunla vurdular. Katillere yer verdik. Tedavi ettirdik. Eğitim verdik. Silah verdik.
Azerbaycan’ı bile Ermenistan uğruna küstürdük.
İran’a karşı İsrail’i korumak için füze kalkanı kurduk.
ABD, İngiltere, İsrail’in yanında saf tuttuk. Şimdi silahlar bize yöneldi. Ve çevrede
buna dur diyecek tek bir ülke bırakmadık. Alman aydınının düştüğü duruma biz ülke olarak düşürüldük.

Erdoğan ve özel kalem müdürü Devit, ABD’nin istediğini yaparsa IŞİD Türkiye’de büyük patlamalar başlatır ve AKP altından kalkamaz. Yapmazsa; ABD, Almanya, İngiltere PKK’yı harekete geçirir ve metropoller patlatılır.

İşte 12 yılda Türkiye’nin AKP tarafından içine sokulduğu İHANET GİRDABI
Tarih tekerrür ediyor. 2. Kurtuluş Savaşının ayak sesleri geliyor…
Ve nasıl bir örtüşmedir ki, Erdoğan Vahdettin’in sarayına taşınıyor

Demek ki layık olduğu yeri çok iyi biliyor.

  • Türk Milleti bilmelidir ki; büyük bir savaşın içindeyiz.

Hem de bütün yaşam alanlarımızda.
Ve yaşam alanlarımız giderek DAHA ÇOK daralıyor.


Bu arada Yunanistan, “Ermeni ve Rum Pontus soykırımı yoktur” demeyi suç sayan yasa çıkardı. Emperyalist devletlerin ayakçısı olan Yunanistan, Kurtuluş Savaşında yüklendiği role yeniden hazırlanıyor. Demek ki Türkiye’ye yapılacak operasyondan haberdar ve payını koparmak için ön hazırlık yapıyor. 


Sevr’in ayak sesleri…

Diclehaber’de şöyle bir haber vardı:

“İSTANBUL (DİHA) – Kadın Dengbêj ve Aşıklar projesi konserinde bir araya gelen Vanlı Dengbêj Gazin ve Ermeni Aşık Leyli, seslendirdikleri Kürtçe ve Ermenice klamlarla müzik ziyafeti yaşattı.”

Hep söyledik :

  • PKK yalnızca büyük Yahudi Kürdistanı’nı kurmak için kurulmuş bir taşeron örgüt değildir.
  • PKK Aynı zamanda Büyük Ermenistan projesini hayata geçirmek gibi bir görevi de vardır.
  • PKK’nın üst kesimi Ermeni asıllıdır. İçinde birçok Ermeni vardır.
    ASALA PKK içine gömülmüştür. Pakrudini, Ermeni Yahudileri görevini yapıyor…

Devit-oğlu Ermenilere ne demişti hatırlayalım;

“Bir gün topraklarınıza geri dönebileceksiniz..” demişti değil mi?

Peki, Sevr anlaşmasının içeriği neydi? “Kürdistan, Büyük Ermenistan, Rum Pontus Devleti Sevr anlaşmasının maddeleriydi” değil mi?

Türkiye Cumhuriyeti Devletine, Atatürk ve silah arkadaşlarına yıllardır sövenler 100 yılın sonunda SEVR’i yeniden hortlatmıştır.

Ve 2. Vahdettin 1. Vahdettin’in sarayına yerleşiyor.

Bir İngiliz gemisinin gelmeme ihtimaline karşılık 400 milyon TL’ye uçak alınıyor.

15 Eylül 2014

İLK KURŞUN

Alevi örgütleri niçin sessiz?


Alevi örgütleri niçin sessiz?

necdet_sarac_portresi

Necdet Saraç

necdet.sarac@yurtgazetesi.com.tr
22 Temmuz 2013


Kürt meselesi
ndeki müzakere sürecini rölantiye alan ve yerel seçim sonuna kadar da çözüm üretme yerine, bu rölanti halini devam ettirme niyetinde olan AKP, kendisi için Kürt meselesinden daha kolay bir alan olan Aleviler üzerinden başka bir gündem yaratmaya çalışıyor. Bu nedenle geçen haftanın en önemli gündem maddelerinden biri “tencere tava çalan komşunuzu ihbar edin” olurken, diğeri de Alevilikti.
İki hafta önce “ikinci Alevi açılımını” yeniden gündeme sokan Erdoğan, geçen hafta da bu açılımı “yeni gibi gözüken eski” sözleriyle sürdürdü…

Başbakan Erdoğan’ın “Eğer Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük bir Aleviyim. Çünkü Hz. Ali efendimizi çok seviyorum” sözleri aslında yeni sözler değildi. 2011 yılında da benzer bir konuşma yapan Erdoğan, konuşmasına bu kez yalnızca
“dört dörtlük Alevi” vurgusunu eklemişti. Tek fark buydu. Erdoğan iki yıl önce olduğu gibi bu kez de gönlünde yatan Sünnileştirilmiş bir Aleviliği” yeniden bütün Alevilere dayatıyordu!

Erdoğan bunları söylerken, bir başka kulvarda Sabah Gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı “15 Ağustos tarihinde şiddet de içeren büyük bir Alevi ayaklanması tasarlandığını” yazıyordu. Kütahyalı’nın yazdığı da aslında “çok yeni bir senaryo” değildi ama önemliydi. Kütahyalı, “objektif bir gerçeklik” diye TESEV raporuna yansıyan, arkasından da Cengiz Çandar’ın, Yalçın Akdoğan’ın, Mümtazer Türköne’nin ve Güneri Civaoğlu’nun yazılarına konu olan ve “barışın, birliğin, bütünlüğün” önünde engel olarak gösterilen “solcu Aleviler“ söylemini “ayaklanma” fikriyle bütünleştiriyor ve “Aleviler kışkırtılıyor” diye sunuyordu.

Bu son derece tehlikeli söylemler ne Alevi kamuoyunda ne de Türkiye kamuoyunda Erdoğan’ın “dört dörtlük Aleviyim” sözleri kadar yer buldu. Alevi hareketinin birçok kurum başkanı Erdoğan’ın sözleri ile ilgili olarak kendilerine tutulan mikrofonlara bu sözleri eleştirerek ve Aleviliğin ne olduğunu bir kez daha bir savunma refleksi içinde anlatmaya çalışarak cevap verdiler. Alevi kurum başkanlarının söylemleri genel olarak doğru olsa da işin doğrusu, durumu idare etmeden öteye geçemiyordu. Çünkü Alevi hareketi
ne Erdoğan tarafından Alevilere dayatılan “İslami yaşam biçimi” tartışmasını,
ne de “solcu-devrimci Alevilerin barış sürecinin önünde engel olduğu” yaklaşımını bir savunma psikolojisi ile aşamaz. Savunma psikolojisi ile bütünleşen mağdur edebiyatı Alevileri hem siyasi hem de toplumsal gündemden hızla düşürdüğü gibi “güçsüz bir Alevi algısını” da beraberinde getiriyor. Alevi dünyasının neredeyse kabak tadı veren ve yer yer dalkavukluğa dönüşen “hoşgörü edebiyatı” da bu süreci fazlasıyla besliyor.

* * *

Bir yandan “yeni Alevi açılımı” diyen bir AKP, diğer yandan AKP’nin doğrudan kontrolünde olan TOKİ’nin aynı hafta içinde “Cemevi için yerimiz yok cevabı”.
Bir yanda “dört dörtlük Alevi söylemi, diğer yanda Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinden hareketle meydanlarda yuhalatılan Alevilik. Bir yanda kardeş edebiyatı, diğer yanda köprüye konan Yavuz Selim ismi. Bir yanda eşitlik edebiyatı, diğer yanda “bu solcu Aleviler var ya, onlar barışın da demokrasinin de önünde engeller. Gezi direnişlerinde bu Alevilerin bu kadar öne çıkması tesadüf değil, aman dikkat. Bunlar yeni bir ayaklanmaya hazırlanıyor” söylemleri…

Bu söylemleri AKP ve “akıl hocaları” adım adım besliyor, büyütüyor. Bu durum karşısında Alevi hareketi son derece etkisiz. Yüz binlerce insanı sokağa döken, 2008’de başlattığı “Eşit Yurttaşlık Hakkı” mitingleriyle yeni bir dönem başlatan
Alevi hareketi, yarattığı bu etkinin sonucu sokağa çıkan “sıradan” Alevi vatandaşların bile gerisine düşmüş durumda. Ayda 2,5 milyon kişinin ziyarete ettiği Alevi kurumları (cemevleri) sanki gündemin tümüyle dışına düşmüş gibiler. Ciddiye alınmadıkları,
adam yerine konulmadıkları TV tartışmalarına katılan taraflarda bile gözüküyor.
İktidar ne kadar manüple ederse etsin, tercihte bulunursa bulunsun, eğer ortada
derli toplu ciddi ve ortak davranma yeteneği olan bir Alevi hareketi olsa televizyonlardaki “Alevi tartışmalarında” meydan ne yalnızca AKP’nin kurdurduğu ve kağıt üzerinde olan Alevi derneklerine kalır, ne de Alevilik konusunda Sünni ulema bu kadar ahkâm kesebilir! Alevi hareketi artık sıradanlaşmış demeçler dışında bu “sessizliğini” bozmak için kendi içinde acilen yeniden yapılanmalıdır. Düşünsel olarak da tıkanan bir görüntü veren Alevi hareketi son bir-kaç yıldır patinaj yapıyor. Bu patinajdan kurtulmak için Alevi hareketinin bir bütün olarak yeniden yapılanması kaçınılmazdır.

NOT   : Geçen hafta Bağımsız Dergisi’nde yayınlanan “Alevileri kim temsil ediyor?” başlıklı yazımı www.yurtgazetesi.com.tr” den okuyabilirsiniz.