Etiket arşivi: Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

Prof.Dr. İzzettin Önder : “Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır


Dostlar
,

Prof. İzzettin Önder hoca (Robert Kolej mezunu), İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesi idi ve yakın yıllarda emekli oldu (2007). Türkiye’nin yetiştirdiği en nitelikli ve yurtsever aydınlardan biridir.
Yıllarca Cumhuriyet‘teki köşesinde bizleri eğitmiştir.

Türk Tabipleri Birliği’nin Prof. Dr. Nusret Fişek adına verdiği “BİLİM ÖDÜLÜ” ne yaraşır bulunmuştur (2005; belleğimiz bizi yanıltmıyor ise biz de jüri üyesiydik..).

Yıllar önce, “Faiz dışı fazla” kavramını sorduğumuz birkaç iktisatçıdan doyurucu yanıt alamamış (bizim kabahatimiz elbette!), ancak İzzetin hocadan bir çember üzerinde çizimle ne olduğunu kavramıştık. Ülkenin bütçesinden öncelikle borçlarının faizi ayrılacaktı. Kalan bölümden de taştan kan çıkarırcasına tasarruf (!?) edilecek ve borçların takvimlenen bir bölüm ana parası da ödencekti. 2014 bütçesi için bu rakamlar biraz çaba ile bulunabilir ve iktisadi durumumuzun gerçekte ne denli ürkünç (vahim) olduğu görülebilir. Biz yıllarca bu rakamları da vererek konferanslarımızda halkımızı aydınlatmaya çabaladık. “Devlet büyük, küçültülsün..” diyen gafil ve sapkınlara,
hatta kimi hainlere, bu 2 kalemi düştükten sonra devletin bütçesiyle denetlediği fonların
ulusal gelirin 1/4’ünü bile bulamadığını açıkladık. Oysa OECD ülkeleri için bu oran ortalama %45-46 dolayında idi. Türkiye’de ise hemen hemen yarısı.. Bu çarpıcı gerçeği bilmeden iktisatçı olunabilir mi? Ekonomi yazarlığı yapılabilir mi??

Prof. İzzettin Önder’in aşağıdaki yazısı da tam bir beyefendilik ve derinlikli bir entellektüellik örneğidir.

(http://www.odatv.com/n.php?msg=commentsaved&n=ne-akp-ne-cemaat-hicbirine-hakkimi-helal-etmiyorum-2707141200)

İyi ki varsınız Prof. İzzettin Önder hocamız..

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===================================================

“Dinsel referans” eleştirisine yanıtımdır  

portresi

 

 

Prof.Dr. İzzettin Önder
Odatv.com, 13.7.14

 

Geçen haftaki “Helal Etmiyorum” başlıklı yazıma bir dosttan, dini referanslar kullandığım iddiası ile fevkalade nazik ifadeler de içeren, bir itiraz geldi. Bu dostu, tatilde olduğumdan teşekkürlerimle ancak kısa olarak yanıtlayabildim. Ancak, hem yanıtımı biraz daha genişletebilmek, hem de itirazı ve yanıtımı diğer dostlarla da paylaşabilmek için bugün yukarıdaki başlıkla bir yazı yazmaya karar verdim. İtiraza konu olan
“Helal Etmiyorum” başlıklı son yazımı, sanırım, burada tekrarlamaya gerek olmadan, doğrudan yanıtıma geçeceğim.                                                                
 
Medya bir iletişim aracı olması hasebiyle, tüm kesimlere hitap edebilmeli, tüm kesimlere ulaşabilmelidir, diye düşünürüm. Böylece, toplum kesimleri arasında fikir alış verişi olur ve bu yolla toplumun parçalara ayrışması ve kutuplaşması önlenebilir. Bunun anlamı,
her fikre eğilmek değil, fakat her fikirdeki insanlarla iletişim kurmaya hazır olmaktır. Bunun aksi tam da AKP zihniyetinin yapmaya çalıştığının bir benzeridir. Farklı kesimlerle iletişime girmeyi reddetmek, bir anlamda onları baskılamakla eş anlamlıdır. Belki de bundan dolayıdır ki, İdris Küçükömer hocanın “Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinin çarpıtılarak, bir solcu öğretim üyesinin hangi siyasi grubu sol hangisini sağ olarak nitelediğini yalan-yanlış anlatımlarla toplumun zehirlediğine tanık olmaktayız.

 
Toplumun bir tanımı da kültür(ler) yığını olduğudur. Bir grubun başka bir grupla temas kurması kültürlerin barikatlar olarak kullanılmaması koşuluna bağlıdır. Kültürler barikatlaştıkça toplumlar zıtlaşma ve/veya parçalanma yaşar, bir kesim, diğerini ezer, toplumsal sembiyotik yaşam gerçekleşemez. Bu bağlamda bir noktayı aydınlığa kavuşturmalıyım. “Başörtüsü” sözcüğüne yüklenen anlamla başörtüsüne bu mantıkla karşıyım. Şöyle ki; başörtüsü kavramı, kafaya koyulan eşarp vb. gibi örtü anlamında olmayıp, beynin düşünce kanallarının önündeki engel olarak alındığında, fikirlerin engellenmesi yaşanacağından buna karşı olmak gerekir, diye düşünmekteyim. Beyni baskı altına alan böylesi yasaklayıcı ideoloji, kendisine dogma olarak aşılanan fikirler dışında hiçbir farklı düşünceye açık olamaz. Bu ideolojiye karşı olmalıyız, çünkü bu yöntemle emre itaate hazır kurşun askerler yetiştirilir; bunlar tüm mekanik becerilere sahip olabilmekle beraber, ruhu olmayan askerlerdir!    
 
BİR SİLAHA KARŞI AYNI SİLAHLA MUKABELE EDİLİR    
 
Evet, son yazımın dinsel referans içerdiği iddia edilebilir. Ama biraz dikkatlice okununca, yazıda ele alınan konu dinsel tema ile teğette tutulurken, aslında Aydınlanma ve kişisel sorumluluklara ağırlık verilmiş olduğu görülür. Bir silaha karşı aynı silahla mukabele edilir. Erdoğan devamlı olarak dinsel referanslarla yolunu açmaya çalışırken, yaptığının yanlış olduğu kendi referansları ile anlatılmalı, diye düşünürüm. Bunun da ötesinde, hak ihlali konusu salt dini referans olarak görülmemelidir. Liberalizmin ana kurucularından John Locke, daha 17. yüzyılda bu konuyu piyasa adaleti temelinde incelemiştir. Günümüzde AKP kadrolarının üst kademesi “insan hakkı” yiyerek dünyalığını yaparken, belediye kademelerinde alt-orta kademe elemanları ise, muhtemelen henüz gereği kadar kapitalistleşmemiş ve gözü açılmamış olduğundan olacak, insan hakkı yemiş olmamak için vatandaşa bire-bir hizmette kusur etmemeye çalışmakta ve maalesef, AKP buradan oldukça paye almaktadır.        
 
Yazımdan iki pasaj alarak, hafızamızı tekrar yenilersek, yazının salt dinsel içerikli olmadığı (kaldı ki, akademik anlamda olabilirdi de!) ve işi “vicdan” a bağlayarak,
dinsel söylemle halkı kandırmaya çalışmada dahi nasıl ciddi hata işlendiğini
anlatmaya çalıştığımı göstermek isterim.          

 
Helallik siyasi bir manevra aracı değildir; ciddi bir hesaplaşmadır: Bu hesaplaşmada, karşıtlarla olduğu kadar, hatta ondan da öte, insanın kendi vicdan ve kutsal duyguları ile yapılır. Acaba topluma saçılan bunca usulsüzlük ve telefon konuşmalarının vicdani ve duygusal hesaplaşması nasıl yapılabilir? Hak ihlalini bu denli sık gündeme getirmenin tek mantıklı açıklaması, vicdanların kaynıyor olması ve derin korku ve dehşet algılamasıdır: İktidardan düşersek başımıza ne gelir?”         
 
Vicdan kaynaması ancak tek şekilde sonlandırılır. Bir insanın, kim olursa olsun,
ister cumhurbaşkanı, ister başbakan vicdanını rahatlatmanın tek yolu 
YARGIYA GİTMEKTİR! Yargıyı çeşitli siyasi oyunlarla atlatmak ya da yargıyı vicdanından soyutlamak belki o insana zaman kazandırır, ama vicdanı cehenneme sokar.”      
 
Toplumda sembiyotik yaşam koşulu karşılıklı saygı ve anlayıştır. Ancak bu yöntemle, laiklik ve herkesin duygu ve inancına göre yaşama koşulları garantiye alınmış olabilir.
Bu anlayışta din olgusu, ne farklı çıkar sınıflarından oluşan toplum kesimlerini Thomas H. Marshall’ın 
“yurttaşlık” bilinci benzeri dokusal yapı içinde birleştiren, ne de Marksist yaklaşımda verildiği şekliyle bireylere ve toplumlara narkoz olarak aşılanan bir ideolojik doku olarak değil, daha çok Carl G. Jung’un “Psikoloji ve Din” başlıklı kitabında anlatımı çerçevesinde yorumlanarak ele alınmıştır. Umuyorum değerli eleştirel dostumuzu ve muhtemel diğer eleştirel yaklaşım yapan dostları tatmin edebilmişimdir.

Prof. Dr. Tolga Yarman : CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!


Dostlar
,

Sn. Prof. Dr. Tolga YARMAN, 12. CB / Yarı başkan seçiminde aday oldu.
Ancak YSK başvuruyu reddetti.
Sn. Yarman da sorunu AİHM’ne taşıdı..
Bu ilginç öyküyü kendi ağzından paylaşalım (yolladığı e-ileti ile).
Metin sanırız İngilizce klavye ile yazılmış, Türkçe Abece’ye uygun değil.
Yer yer düzelttik ama tümünü değil..

Tolga hoca çok emin ve aşağıdaki vurguyu yapıyor..
Tüm kalbimizle umduğu gibi gelişmeler olmasını diliyoruz..

  • “..AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inanıyorum… “

Tolga hoca iletisine 5 tane de ek koyarak dilekçe metinlerini paylaşmış..
Tümünü okumakiçin lütfen tıklayınız..

CUMHURBASKANI_SECIM_SURECİ_BITMEDI

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

CUMHURBAŞKANI SEÇİM SÜRECİ BİTMEDİ!

portresi

 

Tolga Yarman, Prof. Dr.

 

 

Değerli Dostlar, Sevgili Yurtseverler..

10 Agustos 2014 gunu yapilan Cumhurbaskani Secimi sonuclari belli oldu.
Bir defa secmenin; onune konulan seceneklere, bunlar “antidemokratik” olarak ve fena halde sinirlandirilmis olsa da, verdigi oya, saygi duydugumu, ifade etmek isterim. Oyle ya da boyle, secmenin teveccuhune muhatap olmus adaylari, bu cercevede kutlarim. Basta secmenin duyarliligini kutlarim…

Fakat, “SURECİN” KATİYEN BİTMEDİGİNİ, kimilerini ciddi olarak muteessir edecek olsam da, ifade etmek, zorundayim.

Once, sunu isaret etmeliyim:

Prof. E. Ihsanoglu’nun (Sahsi’na ve muktesebatina duydugum saygi sakli olarak, devam ediyorum), “cati adayligi” aciklandiginda, siddetli bir hayal kirikligi yasamis, bu baglamda, basta uyesi olmaktan onur duydugum, ana muhalefet partisinin yonetimi olmak uzere, olusumun mimarlarina, gonul koymustum.

Bu cercevede, dusuncelerimi, kaygilarimi, onerilerimi, ekteki 18 Haziran 2014 tarihli ve “Zurnanın Zart Dediği Noktadayız, Ama, TÜRKİYE SAHİPSİZ DEĞİLDİR!”, başlikli, birinci yaziyla, kamuoyuna duyurmustum. Bu yazi, ne guzel ki, cok olumlu yansimalarin odagi, oldu.

Buradaki ongorulerimde, hemen hic yanilmamis bulundugum, teslim buyrulacaktir.

“Cumhurbaskani” olarak, destekledigim adaylar arasinda, Milletvekili Arkadaslarim, Onceki Bakan ve Meclis Baskani, Dostlar, vardi… Bu isimleri, katildigim platformlarda kuvvetle telaffuz ettim… Onlar’a destek oldum, destek saglamaya calistim…

Demeye kalmadi… “Cati adayi” geldi, karsimiza…

Buna karsilik bilhassa, ana muhalefet partisi bunyesinde, TBMM’de, bir “hareketlenme” oldu. Sevgili Emine Ulker Tarhan’in adayligi, gundeme geldi. Gerekli sayida imzayi bulamayacagini, yanilmayi dileyerek tahmin etmis, telaffuz etmistim… Ayni cizgide, eger aday olursa, O’nu destekleyecegimi de, ifade etmistim.

Ongordugum gibi, oldu… Maalesef, Sevgili Emine Ulker Tarhan, aday olamadi.

**

BİR SEY YAPMAK GEREKİYORDU.

Yol boyu, hem partili arkadaslarimdan, hem demokratik kitle orgutlerinden, dostlar, omuzdaslar, beni taclandirarak, aday olmaya davet edegeliyorlardi. Ancak boyle bir yaklasimin, o asamada, sonuc vermesinin mumkun olmadigini goruyor, onerilere, olumlu yanit veremiyordum.
Nedir ki, SEÇENEKLER TÜKENİNCE, İŞ BAŞA DÜŞTÜ.

Yuksek Secim Kurulu (YSK) Baskanligi’na, adaylasmanin, ilan edilmis son gunu olan
3 TEMMUZ 2014’te şu yazıyı yolladım:

YÜKSEK SEÇİM KURULU BAŞKANLIĞI

Ankara

Bu memlekette, Kurtuluş Savaşları, bir yalnız adamın Samsunlar’a çıkmasıyla başlar. Nedir ki, O Adam gerçekte, katiyen yalnız değildir. Arkasında milyonlarca kahraman, vatan evladı, zaten vardır. Türkiye hiç bir biçimde sahipsiz değildir.“Demokrasi” yaveleri ortamında, bize dayatılan “tabldotu” yemek zorunda değiliz.

Halkımızı, bu çerçevede, seçeneksiz bırakmamak üzere ve gerekli vasıflardan fazlasını yerine getirmiş olmanın onuruyla, en önce ise, şahsımın odağı dolayına yığılmış umutları geriletme hakkına sahip bulunmayıp, CUMURBAŞKANLIĞI’NA ADAY OLUYORUM.

Bilgilerinize, güzel dilekler, sevgi ve derin saygılarımla sunuyorum…

Tolga Yarman, Prof. Dr.

**

YSK’ya, 5 Temmuz 2014 tarihli izleyen yazimla, secim takvimine uygun olarak, basvuru icin, istenen belgeleri, bilgileri yolladim.

YSK’nin, 20 milletvekili imzası – sekil sarti yuzunden, talebimi reddedecegi belliydi.

Oyle oldu. YSK’nin yazisi elime 17 Temmuz 2014’te gecti.

Şu ki, 20 milletvekili imzası – sekil sarti, Anayasal bir yaptirim olmakla birlikte, ANTİDEMOKRATİK, KİSİTLAYİCİ, AYİRİMCİ BİR ŞARTTI. Avrupa Toplulugu Muktesebati’na, hic uygun degildi. Bir defa demokratik Anayasamizin bünyesine uygun degildi. Anayasa’da yer alamazdi. Anayasa’nin 90. maddesi ayrıca, her türlü yasamizin uzerinde, Avrupa Toplulugu Muktesebati’nin bulundugunu varsayiyordu.

Bunun uzerine, 18 Temmuz 2014’te, yani, YSK’nin karari tarafima ulastiktan hemen sonra, bu karari, AVRUPA INSAN HAKLARİ MAHKEMESİ’NE (AIHM), GOTURDUM.

YSK’ya, o arada, yine secim takvimi zemininde, 7 Temmuz 2014 tarihli ikinci bir yazimla, Prof. Ihsanoglu’nun, yururlukteki mevzuata dahi uygun olarak gelismemis olan adayligina, itiraz ettim. Ayni baglamda, Kurul’un, adayligimi, 20 milletvekili imzasi – sekil sartinin, bariz bicimde, antidemokratik olmasi nedeniyle, muhakkak, kabul etmesi gerektigi, hususunu, yineleyerek hatirlattim…

Buna yanıt, bekledigim gibi, yine olumsuz geldi. YSK, isteklerimi, tartismaksızin, verdigi kararlarin kesin oldugu gerekcesiyle, reddediyordu. YSK’nin yazisi elime gecer gecmez (6 Agustos 2014), calismaya koyuldum… Onceki gibi, bu yaziyi da, AIHM’ne, iptali talebiyle tasidim. Tarih: 9 Agustos 2014.

**

Ekte sirasiyla, YSK’na yolladigim, 3-5 ve 7 Temmuz 2014 tarihli yazilarimi, ikinci ve ucuncu dosyalar olarak, ekliyorum.

İzleyen iki dosya AIHM’ne, yolladigim dosyalardir. Bunlarin onundeki “Fransizca Ozetler”, Okur’u, olumsuz etkilememelidir. Devamlarinda, cunku, Turkce ve asıl metinler bulunmaktadir.

**

Konu tarafimdan ANAYASA MAHKEMEMİZ’İN BİLGİSİNE, AYRİCA TAŞINMIŞTIR.

ÖZETLE SAVIM ŞUDUR                   :

o YSK, seçimin güvenliğinin ve her hal-u karda, demokratik cereyanın teminatı olmak, gerekirken; seçimi kendi eliyle, hukuksuzluğa ve antidemokratik bir serencama, duçar etmektedir.

o Söz konusu “en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilme gerekliliği”, fevkalade antidemokratiktir, kısıtlayıcıdır, ayırımcıdır. Bu yaptırım, Anayasa’da yer alsa dahi, demokratik bir anayasa kavramıyla, seçme ve seçilme haklarını, ciddi olarak hırpaladığı için, açıkça çelişmektedir.

o Seçmensiniz, ama aday olamıyorsunuz, yirmi milletvekili, imza vermezse, aday gösterilemiyorsunuz, kendiniz ya da üyesi olduğunuz demokratik kitle örgütleri yönetim unsurları olarak, birisini aday gösteremiyorsunuz, sakilliklerini bildiğiniz bir adaya itiraz edemiyorsunuz…

o Bu demokrasi degil, tam anlamıyla, erki ellerinde tutanların, hile yoluyla yutturmaya calıştıkları, çarpık çurpuk, uyduruk, olsa olsa (secmenin oyuna saygim sakli olsa da), bir çadır demokrasisidir.

o Söz konusu, yirmi milletvekilinin imzasinin istihsal edilmesi koşulu, demokratik bir anayasada bulunamaz.

o Böylesi bir şart, Avrupa Komisyonu müktesatına, tümüyle, aykırıdır.

o Anayasa’nın hiçbir maddesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına aykırı olamaz. Bu koşul, Anayasamız’ın 90. maddesi’nde yaptırımsallaştırılmıştır. Oysa, 20 milletvekili imzasının üstelik Anayasamız’a, adaylaşmada bir gerekirlik olarak rapt edilmesi, Avrupa Komisyonu müktesebatına, açıkça aykırıdır.

o YSK, yirmi milletvekilinin imzasının istihsal edilmesi, “şekil şartına” hapsolmuştur; bu çerçevede, dilekçemin özüne, hatasını idrak ettiğini ihsas etse de, girmemistir.

o Oysa isteğim dogrultusunda, pekalâ esasa girebilir ve re’sen (yirmi milletvekili imzasının işaret ettiği, “şekil şartı”, tartışmasız antidemokratik olduğu için), adaylığımın uygunluğuna, doğrudan, karar verebilirdi.

o Olmadı, isteğim uzantısında, Anayasa Mahkememiz’den, görüş sorabilirdi.

o Hatta, söz konusu anayasal yaptırımı; “demokratik anayasa” ile bağdaşmadığı gerekçesiyle ve iptali istemiyle, Anayasa Mahkememiz’e, rahatlıkla, taşıyabilirdi.

o Bunları yapmamakla kalmamış, önüne gelen yeni verileri ve muhkem bir savunmayı, hatasının bilincine varmış olsa da, önceki kararlarından cayamayacağı gibi, kabul edilemez bir gerekçeyle reddetmeye sıkışmıştır.

o Böylelikle “adil yargılama” yapmamış olmakta, “seçme seçilme haklarımızda” bariz ihlale, sebebiyet vermiş, bulunmaktadır.

o Seçilme hakkım, daha vahimi, şahsımı seçmeyi dileyecek milyonlarca seçmenin seçim hakkı, açıkça gaspedilmistir.

o YSK özetle, 7 Temmuz 2014 tarihli dilekçem uzantısında, adaylığımı, kabul etmesi gerektiğini idrak ettiğini ihsas etmesine karşın, adaylığımı önceden reddetmiş olması gibi abes bir gerekçeyle, kabul edemeyeceğini, ifade etmeye, daralmaktadır.

o Süreç, dediğim gibi, bütünüyle, Avrupa Komisyonu Müktesebatı’na aykırıdır.

o “Anayasa”; gelişigüzel ve her bir yaptırımı ayrı ayrı izlenmek zorunda olan bir metin, değildir. Buraya ilave edilecek herhangi yeni bir yaptırım, buradaki ana felsefeyle bağdaşıyor olmalıdır. Anayasa’nın, 90. Maddesi itibariyle, bunun üzerinde “Avrupa Komisyonu müktesebatı” olduğuna gore, ilave herhangi bir yaptırmın bu müktesebatla uyumlu olması gerekir.

o Bir kez, böyle mi, değil mi, bu denetlenmelidir, ki, örneğimizde, böyle bir soru gündeme dahi getirilmemiştir.

o Anayasa, bir “Dernek Tüzüğü” katiyen değildir, olamaz; yirmi milletvekilinin imzasının, Cumhurbaşkanı Adayı olmak uzere toplanması zorunluluğu, abestir. Kaldı ki, bir Dernek Tüzüğü’nde dahi böylesi abes bir yaptırım bulundurulamaz. Ayrıca, Cumurbaşkanı Adayı, milletvekili peşinde, imza için mi, koşar!..

o Her hal-u kârda, söz konusu türden bir yaptırım, hele anaysanın, içinde, zinhar olamaz. Demokratik anayasada, bir defa, antidemoktarik hüküm bulundurulamaz.

o Adaylaşmaya saygısı olmayanın, demokrasiye saygısı yoktur.

o Avrupa İnsan Hakları Makemesi’nin, Sejdic Vefinci’nin açtığı dava zemininde verdiği, 22 Aralık 2009 tarihli ve 27996106 sayılı, Bosna Hersek’teki, Yasama Organı / Cumhurbaşkanı Seçimi’nde, her türlü ayırımcılık ve kısıtın kaldırılması yönünde olarak verdiği abide karar, davamda, emsal teşkil edecek, davamızın olumlu olarak sonuçlandırılmasına, kolayca rehberlik edecektir.
**

Niye bu gune kadar durdugum, girisimlerimizi kamuoyuna duyurmadigim, sorgulanabilir.

Yanit basit:

AİHM’ne, son yazımı (elime, 6 Agustos 2014’te gelen YSK karari uzantisinda), ancak
gecen Cumartesi gunu, 9 Agustos 2014’te, tamamlayabildim, AİHM’ne, yollayabildim.

  • AİHM’nin istemimi KABUL EDECEĞİNİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ’NİN bu nedenle YİNELENMEK ZORUNDA kalınacağına
    kuvvetle inaniyorum…
     

Seçimin, çesitli yönlerine dönük görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim…

**

Bu asamada yalniz, su kadarini, soylemek isterim: CHP Yonetimi, cok uzgunum, zaten İFLAS ETMİSTİ; simdi ise artik TAMAMEN BİTMİSTİR.

Ama asıl soyleyecegim sudur ki (milyonlarca oya ve onlarin gittigi oznelere derin saygim sakli olarak ifade ediyorum); bugunku hezimette imzasi olan hicbir basiret ozurlu, CHP Ust Yonetim mensubu, bundan sonrasina donuk olarak – halisane tavsiye ederim – burnunu, sutre gerisinden cikartmasin!…

**

Omuzdaşlarımı temsilen, dikkatlerinize, güzel dilekler, sevgi ve saygılarımla sunuyorum…

ALMANYA FARKI : ÖLÜM CEZASI insanlık onuruna en büyük saldırıdır..


ALMANYA FARKI :
ÖLÜM CEZASI insanlık onuruna en büyük saldırıdır..


Değerli arkadaşlar,

Afganistan’da bir Afgan polis tarafından vurulan 48 yaşındaki Alman Gazeteci Anja Niedringhaus‘un katili için Afgan Mahkemesi ölüm cezası verdi. Alman Hükümeti ise cezanın müebbet (AS: yaşam boyu)
hapse çevrilmesini rica ediyor… æ (Prof. Dr. D. Ali Ercan)

Anja Niedringhaus wurde in der Provinz Khost auf einem Polizeigelände...

Anja Niedringhaus
*******************

Dostlar,

Adrassan çoooook sıcak..

Deyim yerinde ise dilimiz “dışarıda”.. beden ısımızı atmaya çabalıyoruz.
Ortamda nem de çok yüksek olduğundan işimiz oldukça zor..
Deniz suyu sıcaklığının da 27o C olabileceğini kestiriyoruz.
buna karşın oteller hep dolu ve epey bir kalabalık var..
Aslında sıcaklarda yaylalara ve kuzeye, soğuk dönemlerde de güneye ve sıcağa doğru tatil yönünü güncellemek gerek doğrusu..

Bu arada “Adrassan köyü” turizmle tanıyor ve turizme açılıyor..

Nar bahçeleri, portakal bahçeleri yapılaşmaya, küçük – orta boy otellere yerini bırakmaya başlamış.

Pansiyonculuğa soyunan  epey de Adrassan köylüsü var..

Bu atmosferde Ali hocamızın haberi buruk bir serinlik yarattı içimizde..

Dileriz Afgan hukukunda bir yol bulunur da Alman kadın gazetecinin katili polisin
idam cezası yerine getirilmez..

ÖLÜM CEZASI insanlık onuruna en büyük saldırıdır..

Sevgi ve saygıyla
27.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

 

 

Dr. Taner ÖZEK çizimi : İsrail Gazze’de Sağlıkçıları da Bombalıyor.. ve Çağrışımlarımız

Dr. Taner ÖZEK çizimi :

İsrail Gazze’de Sağlıkçıları da Bombalıyor.. ve Çağrışımlarımız..

Gazze_icin_hekime_de_Israil_bombasi_24.7.14

Teşekkürler değerli meslektaşımız Dr. Taner ÖZEK…

İsrail siyonizmi (ırkçılığı) insanlık kurallarını alt üst ediyor..

Sözde uygar Batı emperyalizmi de izliyor.. dahası yol vererek insanlık suçuna ortak oluyor..

Yazıklar olsun YAHUDİ IRKÇILIĞI SİYONİZME..

Ve lanet olsun bu zulmü görmeyip kolay edene..

7 Temmuzdan bu yana 18. gündeyiz.. (2014)

Göz göre göre bir soykırım ve TEHCİR
(zorla göç ettirme; compulsory migration – deportation) uygulanıyor..

Çoğu çocuk, kadın, yaşlı olmak üzere 750 (yediyüzelli) dolayında ölüm ve
5000 (beş bin) dolayında yaralı var..

Günde ortalama 42 ölüm ve 300 dolayında yaralı..
1,5 milyon Gazze’li tam bir bubi kapanında..
Karadan – havadan – denizden ablukada ve bombardıman altında..
Okullar, camiler, hastaneler, cankurtaranlar.. genel hedef;
bir de keskin nişancıların çıldırtıcı kurban seçişleri..

Cehennem bu olsa gerek..
Kitaplı 4 dinin de çıktığı topraklar ve halk..

Yeraltından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri = Gazze’nin göbek kordonu da tahrip ediliyor.. Bütün stratejiler Filistin halkını bölgeyi terk etmeye zorlama ve o topraklara da (360 km2 cik!) el koymaya çıkıyor. 7,5 milyon İsrailli 27 bin km2 toprakta..
Böyle böyle gaspedildi Filistinlilerin öz yurdu ve bunlar Siyonist emperyalizme yetmiyor..
Çünkü SİYON PROTOKOLLERİ böyle emrediyor..
O topraklar sözde Tevrat’ta “arz-ı mev’ud”.
Fırat – Dicle’den Nil’e dek İsrailoğullarına Tanrı’nın vaadettiği topraklar.. (!?)

Öyleyse sıkı dur Türkiye,
Sıkı dur Irak, Suriye ve Mısır..
Sıra size de gelecek..

BOP tam da gerçekte 2. İsrail = Büyük İsrail değil mi?

BOP Eşbaşkanı RTE bu çarpıcı gerçeklerden, derin oyunlardan ne ölçüde haberli?

Gaflet mi, dalalet mi, ihanet mi??

Hangisi, hangisi, hangisi??

Ve Türkiye bu sefilliği hak ediyor mu??

*****

Gazze halkına sağlık – gıda yardımı yapılması bile engelleniyor.

BM Genel Sekreteri zavallı bunak Banki Moon,
Hamas‘ı (Harakat al-Muqawama al-Islamiya, İslami Direniş Hareketi) kınayıp ateşkese çağırıyor..

Norveçli gönüllü meslektaşımız doktorun dehşeti tanımlayan sözleri (mektubunda):

  • Mr. Obama, sizi 1 gecenizi bu hastanede geçirmeye çağırıyorum..
    Eminim ardından tarihin akışını değiştirirdiniz..

Her yan cehennem ama hiçbir lojistik destek yok..

Türkiye’den ise AKP’nin RTE’si – RTE’nin AKP’sinin yüksek perdeden kuru gürültüsü bol.. Gazze zulmünden geri kalmıyor politik iğrenç istismarı ile..

Çoook yazık..

Sevgi, saygı ve acı ile.
25 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye ?!

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye !?

Dostlar,

7 Temmuz 2014 günü Gazze’de Filistinlilere karşı başlatılan İsrail zulmü 16 gününü bitirmek üzere..

Bilanço çok ağır.. Resmi sayısı 600’e varan çoğu cocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere Filistin’li Arap öldürüldü. Hastaneler bile bombalandı. Bu sonkinin kaza olacağını savlamak çok güç. İsrail ateşinin ince koordinat hesaplarına dayandığı rahatlıkla söylenebilir.

Bu bağlamda İsrail’in uluslararası savaş hukuku kurallarını bile çiğnediği açıkça izleniyor ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekiyor.

AB-ABD emperyalizmi ise İsrail’in kendini savunma hakkı bağlamında BM Güvenlik Konseyi’nden bir ateşkes ya da İsrail’e yaptırım kararı çıkmasını engelliyor..

İsrail orantısız güçle tam bir “imha” planı izliyor. Hamas ya da Hizbullah’ın düzenli ve çok yüksek teknolojili İsrail ordusu karşısında askeri bakımdan denkliği söz konusu değil. Öyle ki, İsrail’in 27500 km2’lik kara ülkesi bir elektronik füze kalkanı ile büyük ölçüde korumada.

O zaman 360 km2’lik avuç içi kadar toprakta balık istifi yaşamaya çalışan 1,75 milyon Filistinli Arap’tan ne isteniyor??

Bu politika soykırım sayılmasa ve o boyuta varmasa bile bir TEHCİR’dir. Filistinlilerin topraklarını terk etmeye zorlanmasıdır ve bu yolla Gazze’nin etnik temizliğidir.

Yapılan insanlığa karşı suçtur. Kendini savunma kapsamında değerlendirilmesi olanaksızdır.1,75 milyon yoksul ve yoksun, sanayisiz, çok geri kalmış, karnını bile doyurmaktan aciz ve ancak Mısır’dan yeraltı tunellerinden gelen gıda vb. destek ile yaşama tutunabilen bu zavallı halkın İsrail’in güvenliğini tehdit eden bir askeri donanıma hele hele offensiv (saldırgan) bir militer güce sahip olması beklenebilir mi?
Sınırlı bir defansif (savunmacı) askeri varlık sahibidir Filistin ve gerçekte BM Güvenlik Güçleriyle İsrail’e krşı korunması bile istenebilir.

Batı seyredip desteklediği gibi Çin-Rusya bloku da sessizliklere bürünmüş durumda.
Göz göre göre bir halk yok olmaya, bir ülke (Filistin) yeryüzünden silinmeye çalışılmakta. Yani Batı cephesinde yeni bir şey yok.. Emperyalizm gene eli kanlı emperyalizm..

Arap ülkeleri seyirci.. Arap Birliği (Arab League) sanki felç.. Zaten Katar ve S. Arabistan Batı’nın 5. sınıf maşaları durumunda. Mısır çok yetersiz kalıyor..

Türkiye ise başta Mısır olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerini stratejik derinlikte üstüne uzman olmayan Dışişleri Bakanımız sayesinde darmadağın etmiş durumda. “Sıfır sorun” yerini “Sıfır komşu” ya bıraktığından, Gazze’ye Türkiye’den lojistik yardım da ulaştırılamıyor..

AKP hükümeti şaibeli, daha önce Gazze’ye yardım için toplanan paralar yerine ulaştırılmamış.. Bosna yardımları gibi.. Deniz Feneri Almanya örneği gibi..
Abdullah Gül ve Necmettin Erbakan’ın kayıp trilyon davaları gibi.. Bunlar
hem müslüman, hem de müslümanlara Türk halkının yardımlarını iç ediyorlar!?

Üstelik İsrail jetlerine yakıt dışsatımı da bu günkü AYDINLIK’ta TÜİK verileriyle haber yapıldı.

Suriye ve Irak’ta iç savaş çıkmasına Türkiye yoğun destek oldu ve onbinlerce insan
bu iç savaşlarda telef edildi, binlerce kadının ırzına geçildi..

Veee besleme – büyütme IŞİD 49 diplomatımızı 2 aya yaklaşan bir süredir “rehin” tutmakta. AKP hükümeti acz içinde.. Hiçbir şey yap(a)mıyor. 1 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı ülkemizde perişan ve çok yönlü sorunların kaynağı..

R.T. Erdoğan 12. CB seçimlerine kilitlenmiş. Salt kendi güvenliği söz konusu.
Bu süreçte gelebilecek saldırılardan korunmak için vargücüyle polise abanıyor. “Paralel” yaftası ile Emniyet’te vahşi bir tasfiye sergileniyor. Polis polise ters kelepçe takıyor ve kin, nefret, intikam, bölünme-ayrışma tohumlanıyor. Ülke gündemi de bu yolla yönlendiriliyor..

Türkiye Gazze katliamında zerrece etkili olamıyor.. Sözde bölgesel aktör ve R.T. Erdoğan da neredeyse dünya lideri! Lafontaine’nin kargasına döndürüldü adam..

Sonuç olarak bölgesel ve ülke içi konjonktür son derece olumsuz ve kırılgan..
Bu tablo hiç de olumu sayılamayacak türlü gelişmelere gebe..
Hava kurşun gibi ağır ve ülkemizin stratejik devlet aklı ortada yok!
Muhalefet de makro çerçevenin ayırdında değil ne acı ki!

Günübirlik, RTE salvolarına yanıt yetiştirme ile sınırlı savunmacı siyasete kendini mahkum etmiş gibi.. Devlet Bahçeli uzuuuuun mu uzun tatillerde..

Eh Ramazan Bayramı da geldi, yarın Kadir gecesi..
Beşiktaş belediyesi 5 yıldızlı iftar yarışlarında malum çevrelerle..

Derken ver elini 10 Ağustos 2014 ve 12. CB seçiminin ilk turu..
Yalnız adam Ekmelettin İhsanoğlu yaşamının sonbaharının kabuslarında.

İster misiniz 10 Ağustos 1920’nin rövanşı, 94 yıl sonra R.T. Erdoğan,
Atlantik ötesi projelerin devamı olarak Atatürk‘ün koltuğuna oturtularak alınmış olsun??

10 Ağustos 2014’te kime oy vereceğimizi, oy kullanmaya gidip – gitmeyeceğimizi,
boş – geçersiz oy kullanıp kullanmayacağımızı bu makro çerçeve içinde bir kez daha serinkanlılıkla değerlendirmeliyiz.

Sevgi, saygı ve derin kaygıyla
22.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

 

 

 

Onur ÖYMEN : Kıbrıs Barış harekatının 40. Yıldönümünde düşünceler


Dostlar
,

Sayın Onur Öymen, bu Harekat sırasında Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Masası’nda görevli idi. Daha sonra da Türkiye’nin Lefkoşe Büyükelçiliği müsteşarlığı görevini yürüttü. Konuyu en yakından bilen ve izleyen uzmanlardan biri olarak yazdıkları önemli.
9 yıl önce Bursa’da Sn. Öymen, merhum KKTC Cumhurbaşkanı Sayın
Rauf Denktaş
… ile biz (ADD Genel Başkan Yardımcısı olarak) bir Kıbrıs Panelinde konuşmacılardık. (“KIBRIS AB’nin TUZAKLARI ve TÜRKİYE’nin GE-LE-CE-Ğİ
bizim konumuzdu.. 11.01.05, Bursa)

Nice yıllara sevgili KKTC ve Kıbrıslı soydaşlar!

Sevgi ve saygıyla
20.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

Kıbrıs Barış harekatının 40. Yıldönümünde düşünceler

Portresi_ATA_ile


Onur ÖYMEN

 

 

Kıbrıs Türklerini özgürlüğe, bağımsızlığa ve demokrasiye kavuşturan Kıbrıs Barış Harekatının 40. yıldönümünde bu şanlı harekatın öncüleri Bülent Ecevit ve Rauf Denktaş‘ı minnetle anıyor, aziz şehitlerimizin anılarının önünde saygıyla eğiliyoruz. 

Kıbrıs Barış Harekatı, başından beri Rumların ve Yunanistan’ın yanında yer alan ve Türkiye’yi tek yanlı ödünler vererek Rum ve Yunan tarafının istediği doğrultuda bir çözüme zorlamak isteyen ülkelerin karşısında Türkiye’nin güçlü bir direnç göstererek kazandığı büyük bir zaferdir. 

O zaferden sonra da baskılar sürmüş, Türkiye Amerikan Kongresi’nin 3 yıldan uzun süren askeri ambargo kararını da hiçbir ödün vermeden geri aldırılmasını sağlayarak büyük bir diplomatik başarı kazanmıştır.

Ne yazık ki, son 10 yılda, Kofi Annan Planını kabul ederek Kıbrıs’taki kazanımlarımızdan tek yanlı ödün verebileceğinin işaretini veren AKP Hükümeti,
şimdi de o Plandan bizim için daha da kötü sonuçlar vereceği anlaşılan yeni bir çözüm süreci için, hiçbir ön koşul ileri sürmeden masaya oturulmasına razı olmuştur.

Kıbrıs Yönetiminin Türkiye’nin AB müzakere sürecinin 6 başlığına tek başına koyduğu vetoların kaldırılmasını, Kıbrıs’lı Türklere yönelik ambargoların
sona erdirilmesini bile talep etmeden yeni bir müzakere sürecinin başlatılmasına
razı olunması kaygı vericidir.

Kıbrıs devletini kuran antlaşmalara aykırı olarak Kıbrıs’ın dolayındaki deniz tabanında bulunan doğal gaz rezervlerinin işletilmesini, bitişik bölgedeki İsrail’le birlikte bir Amerikan şirketine veren Rumlar, bu olanaktan yararlanması beklenen devletlerden aldıkları güçle Türk tarafını daha da büyük ödünler vermeye zorlama çabası içindedir. 

Yıllarca Türkiye’nin ulusal davası olarak partilerüstü bir anlayışla yürütülen ve TBMM’nin oybirliğiyle aldığı kararlarla bu niteliği güvence altına alınan Kıbrıs konusunda
son yıllarda benimsenen ödüncü yaklaşım yalnız Türkiye’nin stratejik çıkarlarına zarar vermekle kalmamış, Kıbrıs’lı soydaşlarımızın egemen eşitlik hakkından vazgeçilmesi noktasına da gelmiştir.


Umudumuz ulusal davalarda kenetlenmesini bilen Türk halkının ve Kıbrıs’lı soydaşlarımızın dış baskılara direnerek tek yanlı ödünlere razı olan siyasetçilerin ve onların destekleyicisi olan bir bölüm basının teslimiyetçi çabalarına engel olmalarıdır. Kıbrıs sorununun ancak her iki yanın dış baskılardan uzak biçimde, karşılıklı ve dengeli ödünlerde adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulabileceği
akıldan çıkartılmamalıdır.


Saygılar, sevgiler. 20.7.2014

Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR : Sağlıkta süregelen sahtelikler – skandallar


Sağlıkta süregelen sahtelikler – skandallar..

coskunozdemir
Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR
AYDINLIK, 18.7.14

Üzerinden epey zaman geçti hatırlayacaksınız suların kirliliği, kaynakların, imalathanelerin güvensizliği, damacanaların tehlikesi ile ilgili haberler halk arasında dalga dalga yayılmış ve doğaldır ki kaygılara yol açmıştı. Uzmanlar televizyonlarda yine aylar önce tavsiyelerde bulundular ama net açık bir şey de söyleyemediler.
Kent suyunun en güvenilir olduğu belirtildi. Ya da en güvenilir hale getirilmesi en iyi çözüm olarak ileri sürüldü. Plastik damacanalar, pet şişeler yerine cam şişeler üzerinde ısrarla duruldu. Firma adları yayınlandı. Onlar itirazlar yaptılar. Bir kaos diyebiliriz.
Öyle zengin bir gündemimiz var ki, geride kalanlar unutuluveriyor.
Keşke sağlıkla ilgili derdimiz sudan ibaret olsa.

DENETİM YOK

Piyasada çok sayıda güvensiz ürün var. Kozmetik ürünler, kolonyalar, pudralar, tıbbi aletler, giysilerde kanserojen boyalar, meyve ve sebzelerde tarım ilaçları, salam sucuk hepsi kuşkulu. Balların çoğunluğunun sahte olduğu ileri sürülüyor. İşte böyle bir ortamda ne yapabilirsiniz? Çok iyi, çok etkili denetim mekanizmaları gerekli. O da bizde yok. TV’lerde internette, gazetelerde her hastalığı tedavi eden mucize uydurma ilaç pazarlamaları yapılıyor. TV’lerin de gazetelerin de paraya ihtiyacı var. Para karşılığı
bu sahtecilikleri yayınlıyorlar. Ne yapalım, maaş ödüyoruz diye gerekçe ileri sürüyorlar. Ne hazin değil mi? Sağlık Bakanlığı kimi yasaklar getirdi, para cezaları verdi, ama bunu umursamıyor mucize ilaç mucitleri.

Bir tanesi ve en ünlüsü bir doktor… Benim ilaçlarım tüm hastalıklara (beyin tümörü dahil) iyi geliyor, şifasız hastalık olmaz, üniversiteler, uzman kişiler bunları bilmiyorlar,
gelsinler öğreteyim onlara diye yıllarca meydan okudu. Sağlık Bakanlığı’na da
aynı çağrıyı yapıyor, bu cesur ve cüretkar adam.

Bir de hacamat merkezleri var…

Peygamber efendimiz göğe çıkmadan önce (Miraç) bunu yaptırmış ve “En iyi tedavi hacamattır..” diye tavsiyede bulunmuş. Bununla ilgili hadis olduğunu ileri sürüyor hacamatçılar. Ya Yunus terapi merkezleri, sarılıyorsunuz yunusa şifa veriyor.
Kas hastalarına, otizme engellilere iyi geliyor. Biz binasını büyükşehirden kurtarmaya çalıştığımız derneğimizde bir tarafta tedavisi olmayan genetik kaynaklı kas hastalarına destek vermeğe, yaşam niteliğini yükseltmeye, öte yandan onların sahte tedavilerle aldatılmalarını önlemeye çalışıyoruz.

Kimi aileler, kas hastası çocukları için “Ben onu biyoenerji ile 4 ayda ayağa kaldırırım” diye umut verenleri anlattılar. Ad da veriyorlar. Nasıl bu denli insafsızca bir yalanı bu denli pervasızca söyleyebiliyorlar.

Bir profesörün tavsiye ettiği şeker hastalığı için bire bir doğal ürün var, gazetelerde sık sık rastlanıyor.
Gümüş çamaşırlar var.
Tansiyon için ting tong bilezikler.
Tüy dökücü jel ve basur…

Başbakan yardımcısının

  • “Allah hastalıkları yaratmışsa mutlaka onun tedavisini ve çaresini de yaratmıştır. Tıp fakültelerinde tıbbı-ı nebevi enstitüleri kurulmalı..”

dediği bir memleket bu.

Bir de kök hücre meselesi var.

Kök hücre dejeneratif hastalıklar için bir umuttur.

Ancak çalışmalar ve denemeler henüz klinik uygulama aşamasına ulaşmamıştır.
Ama sorumsuz yayınlar milyonlarca hasta ve ailede olmadık umutlar yaratıyor. Kuşkusuz halkımızın demokrasi bilinci gibi sağlık bilinci de yetersiz.

Sevgili okuyucular,

Bütün bunlar metalaşan sağlık alanımızda halka sunulan ama bilimsel denetimden geçmeyen ürünler yöntemler.

Bu ülkenin bilinen ortamında bunlarla başa çıkmak zor görünüyor.
İstanbul Tabip Odası geçen yıllarda övgüye değer bir girişimde bulundu.
Bir komisyon kuruldu, rapor hazırlandı. Ben de bu komisyonda yer aldım.
Ne olursa olsun bu meydanı boş ve denetimsiz bırakmak olamaz.
Sağlığınızı her şeye karşın iyi koruyacağınızı, bunu başaracağınızı umarım.

******************

Dostlar,

85 yaşlarına yaklaşan bilge hekim, öğrencisi ve dostu, dava arkadaşı olmaktan
övünç duyduğumuz Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir nefis bir yazı kaleme almış..

Üzerine ekleyeceğimiz tek bir sözcük yok!

Hocamız Sn. Prof. Coşkun Özdemir’e hayranlığımızı belirtiyor,
şükranlarımızı sunuyoruz.

O’na bu yaşında toplumu aydınlatma olanağı sunan AYDINLIK gazetesine de
“bravo” diyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
18 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net


Doğumunun 96. yılında NELSON MANDELA ve Gazze’de İsrail’in Soykırımı


Doğumunun 96. yılında NELSON MANDELA ve Gazze’de İsrail’in Soykırımı..

Nelson_Mandela'nin_96._ dogum_gunu_kutlu_olsun

Dostlar,

Bir özgürlük kahramanı, bir bilge, bir filozof, bir halk savaşçısı, bir direniş anıtı..

İngiliz emperyalizmi, Güney Afrika’nın gerçek sahibi olan Güney Afrikalılarca yönetilmesi için bağımsızlık savaşı başlatan Mandela’yı sudan gerekçelerle hapse atmış ve
bu onurlu tutsaklık 26 yıl sürmüştü..

  • Mandela zindanlarda vereme yakalanmış, kan tükürmüş
    ama diz çökmemişti..

Utku, direnen ve savaşımını sürdüren örgütlü Güney Afrika halkının oldu..

İngilizlerin ırkçı APPARTHEID rejimi uzun onyıllar süren özgürlük savaşımı ile
ve on binlerce can bağımsızlık uğruna şehit – gazi verilerek Soweto’da, Johannesburg’da… çökertildi.

Mandela serbest bırakldı ve halkının başına geçti yaşamının son yıllarında..

Geçtiğimiz yıl O’nu yitirdiğimizde (5 Aralık 2013) web sitemizde kapsamlı dosyalar yayımladık (http://ahmetsaltik.net/2013/12/17/nelson-mandela-yasamini-yitirdi/, 17.12.13). Bakılmasını dileriz..

Güney Afrika’nın Efsane lideri öldüğünde 95 yaşındaydı.
Mandela’nın ölümünü saat 22.45’te Devlet Başkanı Jacob Zuma
‘Halkımız babasını yitirdi’ sözüyle açıklarken ulusal yas ilan edildiğini belirtti.

Tıbbiye’de öğrenci iken, “zindanda kan tüküren Mandela”,
karabasanlı ıslak düşlerimizin konuğu olurdu.. Dertleşirdik!

İngiliz kültür emperyalizminin koyduğu İngiliz adıyla Nelson Mandela,
halkının – oymağının (kabilesinin) koyduğu özgün adıyla MADİBA!
Selam olsun sana…

İnsanlık tarihi, senin paha biçilmez katkılarını ve öğrettiklerini, özgürlük savaşı destanını, kahrolası emperyalizme boyun eğmeyen yiğit ve onurlu başını
hiç ama hiç unutmayacak!

Senden öğrenmeyi ve dahası güç almayı sürdüreceğiz koca kara derili anıt adam!

  • Taa ki; senin gibi büyük bir özgürlük savaşçısı olan masum – mazlum – mağdur Anadolu halkının bağımsızlık önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün
    büyük bir öngörüyle haykırdığı gibi :
  • “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak
    ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Ve tüm dünya senin ve Yüce ATATÜRK’ün öğütlerini – uyarılarını hiç aklından çıkarmamalı :

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak kapitalizme karşı
    ulusça savaşmayı gerekli gören toplumsal bir mesleği izleyen insanlarız.

Demek ki Madiba; hepimizin 2 mesleği olacak.. Biri olağan uğraşımız, ekmek kapımız ve klasik toplumsal sorumluluğumuz;

Öbürü Madiba; 2 kadim düşmanı iyi belleyeceğiz.. Kadim Mustafa Kemal onları beynimize kazıdı.. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak kapitalizme karşı sürekli olarak, 2. bir meslek edinerek, moda deyimle “7/24 örgütlü savaşım”ı sürdüreceğiz.

İnsanlık onuru elbet üstün gelecek..

Son onyıllarda bu kez KÜRESELLEŞME = YENİ EMPERYALİZM masalları ardına saklanarak insanlığa kan kusturmayı sürdürüyorlar..

Bu hayasız yüzsüzlüğü insanlara vargücümüzle anlatacağız, anlatmalıyız Madiba!.

MADİBA“; sana selam olsun çoooook hoş sada bıraktığın bu ölümlü dünyadan!

Yapacak çoook işimiz var..
Eli kanlı iğrenç SİYONİZM, Ortadoğu’da Gazze’de mazlum Filistin halkına
kan kusturmayı sürdürüyor. Uygar dünya seyrediyor..

Türkiye’nin stratejik (trajik?!) müttefiki göz yummayı sürdürüyor ve Türkiye de kuru gürültü çıkarıyor.. Düne dek Gazze’yi bombalayan İsrail uçaklarına yakıt sağlıyordu
AKP iktidarı hiç sıkılmadan.

260’ı aşkın masum ve silahsız Filistin’li kadın-çocuk-yaşlı kahpece öldürüldü..
Zaten 360 km2 bir avuç toprakta 1,75 milyon yoksul – yoksun garip halk yaşama tutunmaya çalışıyor.. Havadan-karadan-denizden İsrail ablukası yıllardır utanmazca sürdürülüyor. Tek yaşam kanalı yeraltından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..

Bir halk, kendi topraklarında yaşayabilmek için yeraltından tunel kazarak yaşam umudunu Mısır’a bağlıyor ve “tek dişi kalmış medeniyet” (Mehmet Akif Ersoy) izliyor..

Batsın sizin emperyal – soykırımcı – eli kanlı uygarlığınız.. ve de özellikle işbirlikçileriniz..

  • Mazlum Filistin halkına en içten dayanışma duygularımızı bildiriyor;
    Yahudi ırkçılığı olan SİYONİST EMPERYALİZMİNİ lanetle kınıyoruz.
  • Önceki gün, İsrail Büyükelçiliğinin önünde “kınama” eylemine katıldık;
    görün-duyun!
  • İsrail, uluslararası hukuk terimi ile “HAYDUT DEVLET” olmuştur.
    İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürülmeli, yargılanmalı
    ve hak ettiği ceza yaptırımlarını görmelidir.
  • BM Güvenlik Konseyi derhal İsrail’i kınamalı, saldırıyı durdurma kararı almalıdır. Bölgeye ivedilikle BM Barış Gücü yerleştirilmelidir.

Bu zulmü – soykırımı – etnik temizliği onaylamayan Dünyanın her yerindeki Yahudileri özellikle ve en başta, en önde derhal ayağa kalkarak İsrail hükümetini durdurmaya
davet ediyoruz.

İlk ve asıl görev, SİYONİST OLMAYAN (?!) bu büyük ve yaygın
Yahudi diyasporasınındır.

Bu gün ve hemen ve derhal girişim yapmazlarsa, “jenosit suçuna ortak” olacaklardır ve Yahudi = Musevi = SİYONİST denklemi ister istemez kurulacaktır..

Madiba; iyi ki Filistin’deki İsrail zulmünü görmedin, yüreğin kanardı bizim gibi..

(Yazının pdf biçimi : Dogumunun_96._yilinda_NELSON_MANDELA_ve_Gazze’de_Israil_Soykirimi)

Sevgi, saygı ve ACI ile, İSYAN ile.
18 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türker ERTÜRK : SORUN İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYET!


Türker ERTÜRK : SORUN İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYET!

Sorun İşbirlikçi Zihniyet

 

Dostlar,

Değerli emekli Amiral Türker ERTÜRK, ülkemize daha yararlı olacağını düşünerek,
3 kuşak denizci bir ailenin evladı olarak çok sevdiği, aşkla bağlı olduğu görevinden
istifa ederek Yurt savunmasını sürdürüyor..

Çok hazin ve traji-komik değil mi?

Bir amiral resmi görevi olan yurt savunmasında yeterince etkili olamayacağı gerekçesiyle erken emekli oluyor ve sivil savaşımı (mücadeleyi) seçiyor..

Ne diyelim, neden olanlar utansın..

Sivil amiral Türker Ertürk’e de kolay gelsin..

Kısa, etkili, vurucu bir görsel daha..
Özellikle az okunan, “okumayı sevmeyen” (!?) yurdum insanı da baksın,
“bakarak okusun” diye.. Çoook ilginç bir fiili oluştu değil mi??

“bakarak okumak”..

Dün de Sayın Ertürk, sitemizde yayımladığımız “Merdoğan” başlıklı yazısında
benzer temayı kapsamlı olarak işlemişti :

  • Erdoğan, bölgemiz ve ülkemiz için stratejik hedefleri olan emperyalist bir projenin ürünüdür. Bu proje için bulunup desteklenmiş ve iktidara getirilmiştir.
    Böyle bir proje olmasaydı siz Erdoğan’ı hiç tanımayacaktınız.

– Çektiğimiz acıların,
Teröristlerle masaya oturulmasının,
Ekonomik değerlerimizin haraç mezat satılmasının,
– Ayrışma ve bölünme sürecinin,
– Bölgede haydut devlet olarak algılanmamızın esas nedeni

Erdoğan değil, O’nun arkasındaki emperyalist düşüncedir.

Sevgi ve saygı ile.
17 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ


Dostlar
,

ADD İsparta Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıllık çok başarılı Başkanı, dava arkadaşımız
Sn. Mahmut Özyürek yurtsever çalışmalarını duraksız sürdürüyor..

Son yıllarda Ulusal Eğitim Derneği’nin İsparta Şubesini kurdu ve yönetimini üstlendi. Aşağıda önemli bir derlemesini paylaşmak istiyoruz :

Korkunç boyutları olan bir ivedi ulıusal sorun…Kapsamlı yazı 14 öneri ile aynen şöyle sonlanıyor ve biz de aynen katılıyoruz..

  • Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır. 

AKP iktidarı 11,5 yıldır ülkenin taşını – toğrağını, altını – üstünü, havasını – suyunu satmakta..

Bu acımasız vatan talanının hızla durdurulması gerek.

Filistin de bu ürkünç (vahim) hatayı yapmadı mı?? İsrail yoken ortada Yahudilerin orada devlet kurma politikası ile parsel parsel sistematik olarak satın alınan Arap topraklarında 1948’de Ben Gurion Yahudi İSRAİL Devleti‘nin kuruluşunu ilan etmedi mi??

Satılan topraklar önce çitleniyor (İngiltere’deki ÇİTLEME – Fencing dönemi benzeri!) ve “Private Property NO ENTRY” (Özel Mülktür GİRİLMEZ!) tabelası ile korumaya alınıyordu. Ardından bu parseller birleştirildi ve bayrak dikilerek İsrail yurdu yapıldı..

O tariten bu yana da Siyonist emperyalizm güdümünde sürekl genişliyor İsrail toprakları. Gazze Şeridi ve Batı Şeria dünyanın en bahtsız topraklarına, cehenneme döndürüldü. 1,75 milyon Filistinli dünyanın en yoğun nüfus yerleşimi ile avuç içi kadar topraklarda (360 km2) havadan – karadan ve denizden tam bir abluka altında yaşıyor.. Km2 ye 4860 kişi düşüyor! (Dünya ortalaması 50 kişi/km2). İsrail ise Filistin’in 75 katı topraklarda 27 bin km2 alanda 7,5 milyon nüfuslu..

Filistin’in tek yaşam kaynağı yer altından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..
Bebeğin anne karnında Göbek kordonu gibi (Gazza’s Umbilical Cord!)….
Son 1 hafta – 10 gündür (Temmuz 2014) yeni bir havadan – karadan askeri operasyon ile apaçık bir soykırım (massacre, genocide, ethnic cleansing) dünyanın gözü önünde sürdürülüyor!

Hedef, Tevrat’ya yazılı olduğu vehmedilen ARZ-I MEVDUD topraklara erişmek.. (Tanrı’nın kendilerine sözde vaadettiğine inanılan ideolojik – dinsel ütopya)
O sınırlar ki, Fırat ve Dicle’nin doğuş yerlerine, Türkiye’nin bağrına  dek uzanyor..
Nasıl mı?? Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi ile..Bölgede tüm ülkeleri küçülterek, parçaşayarak.. Türkiye dahil.. Büyük Kürdistan adı altında geçiş dönemi kukla devleti üzerinden Yahudi İmparatorluğu..

Türkiye’nin hızla aklını başına devşirmesi gerek..

Hele Başbakan R.T. Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi’nde EŞBAŞKAN oluşu çıldırtıcı bir harakiridir Türkiye için..

Bir kez daha yazmış, uyarmış olalım.

Bu arada Türkiye’de vatan topraklarının yabancı sermayeye satışı ile ilgili kamuoyunu uyarıcı çok emek yurtsever insanlarımızdan biri de eski Tapu Kadasro Genel Müdür Yrd. Sayın Orhan ÖZKAYA‘dır. Özkaya’nın kitabı “ANAHTAR TESLİMİ TÜRKİYE” başlıklı ve ibretle okunmalı, okutulmalı..

Bizler paranoyak vs. asla değil, tarih bilinciyle ileriyi görmeye çabalayan geleceği öngörmeye çalışan bilimsel emek sahibi yurtseverleriz. Eski Maliye Bakanı K. Unakıtan’ın saçmaladığı gibi “Götürdüler mi malı, işte burada duruyor..” söylemini aptalca değilse hain tuzak yüklü görüyor ve uyarıyoruz..

Şehir – gazilerimizin mübarek kanları ile sulanmış; canlarını – kemiklerini barındıran vatan topraklarımızın satılması için hiçbir akılcı gerekçe bulamıyor, ileri sürülenlerden tatmin olmuyoruz. Mehmet Akif’in dizeleri dilimizden düşmüyor :

– Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda..

  • Türkiye Filistin olmasın; kendi öz yurdumuzda sürgün olmayalım!

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

portresi


Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Dern.
Isparta Şb. Bşk., 13.7.14

Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.
Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin 514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!…
(Bkz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, Yabancı Mülkiyeti Türkiye Geneli, http://www.tkgm.gov.tr/yabancilar)
“Türkiye Batı’nın gözdesi!…”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!…”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su” imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı…
Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür,
o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!… Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!…
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım” deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin; İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.

Türkiye’de ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir. Türkiye’de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?…

Olaya geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb. vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında “gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye’nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır.
İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.
8 Aralık 2010 01:19, Yunus Yıldız / Mesajhaber.com

Kaynakça
Prof. Dr. Cihan Dura, Türkiye’de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler ve Hipotezler
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63
Prof. Dr. Cihan Dura, Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin Boyutları
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=279&Itemid=63