Etiket arşivi: AKP – RTE

AİLE PLANLAMASI HAKKINDA TEMEL BİLGİLER

AİLE PLANLAMASI
HAKKINDA TEMEL BİLGİLER

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Doç. Dr. Esra ÇETİNKAYA
Ankara Üniv. Tıp Fak. Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

İlgili resimAile planlaması, evli çiftlerin sosyoekonomik koşulları ve arzularına bağlı olarak, istedikleri zamanda ve istedikleri sayıda çocuk yapmaları anlamına gelmektedir. Değişen sosyo-ekonomik koşullar insanların hızlı üremesinin, toplum, aile ve ebeveynler (AS: anababalar) üzerinde etkilerini ortaya koymaktadır. İnsandaki üreme hızının ölümlerden fazla olması hızlı bir nüfus artışına yol açmaktadır.
Artan nüfusun gereksinimlerini karşılamak sosyal ve ekonomik güçlükleri doğurmaktadır.

Ayrıca çok sayıda ve sık doğumlar anne sağlığını tehdit etmekte, anne ölümlerinin baş nedenleri arasında yer almaktadır. Çok çocuk her yönden aile ve aile üyeleri üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. Çocukların iyi beslenmesi, eğitilmesi, geliştirilmesi çok çocuklu ailelerde oldukça yetersizdir.

Çok doğumun anne ve çocuk sağlığı üzerine olumsuz etkileri vardır.

Özellikle doğum annenin sağlığını yakından etkilemektedir. Eğer gebelik 18 yaşından önce,
35 yaşından sonra, 2 yıldan kısa aralıklarla ve 5 veya daha çok sayılarda olursa tehlikeli olabilir.

Kadının sık doğum yapması annede kansızlık, gebelik zehirlenmesi, doğumun zor olması, bebeğin ters gelmesi, doğumdan sonra kanamalar, rahimde parça kalması, iltihaplanmalar, rahim ağzında yırtıklar, gebeliğin düşükle sonuçlanması risklerini arttırır. Bütün bunların sonunda anne hayatı kaybedilebilir. Bebekte ise rahim içinde iyi beslenememe ve gelişememe, düşük doğum ağırlıklı zayıf ve cılız bebek, erken doğum, zor doğuma bağlı beyin zedelenmesi, ölü doğum, doğumdan sonra bebeğin ölmesi ya da zeka ve beden gelişmesinin bozuk olması mümkündür. Bu sorunların çözümünde tehlikeli veya istenmeyen gebeliklerden korunmak gereklidir.

Bu amaçla pek çok etkili korunma yöntemleri vardır. Tüm bu yöntemlerin hepsi aile planlaması kapsamında değerlendirilmektedir. Gebeliği önleyici yöntemler kadına ait olanlar ve erkeğe ait olanlar olarak iki grupta değerlendirilmektedir.

Kadına yönelik olan yöntemler de geçici ve kalıcı olmak üzere iki kümede ele alınmaktadır.
Geçici yöntemler bırakıldıklarında gebeliğin mümkün olduğu yöntemler olup
– gebeliği önleyici haplar,
– rahim içi araç (RİA),
– gebeliği önleyici iğneler,
– deri altı kapsülleri,
– diyafram ve
– sperm öldürücüler (spermisitler)
bu kümede tercih edinilebilecek yöntemler arasında yer almaktadır.

Kalıcı yöntemlerde ise uygulandıktan sonra artık gebe kalınmayan yöntemler olup bu kümede
tüplerin bağlanması yer almaktadır. Erkeğe ait yöntemler arasında kondom ve sperm kanallarının bağlanması yer almaktadır.

Gebeliği önleyici haplar:

Salt progesteron içeren haplar (minipil) ile östrojen ve progesteron içeren kombine
oral kontraseptifler bu kümede kullanılan preparatlardır.
Bu haplar her gün düzenli olarak aynı saatte alındığında gebelikten korur.
Doğru kullanıldığında % 99 etkilidir. Bırakıldığında tekrar gebe kalınabilir.
Kombine haplar olmasa da salt peogesteron içeren minipiller emziren annelerde de çok etkilidir
ve anne sütünün niteliğini (kalitesini) bozmaz.

Rahim içi araç (RİA, Alet, Spiral):

Rahimin içine yerleştirilen küçük, plastik bir araçtır. Bakır ve hormon içeren tipleri vardır.
Erkek tohum hücrelerinin kadın yumurta hücresini döllemesini engeller. %98 oranında etkilidir.
Uzun süre gebelikten korur. Bir kez uygulanınca gebelikten korunmak için başka uygulama gerektirmez ve çıkartıldığında hemen gebe kalınabilir. Hiçbir ilaçla etkileşimi yoktur.
RİA uygulatmadan önce mutlaka danışmanlık alınmalıdır. Eğitilmiş sağlık personeli tarafından, gebe olunmadığından emin olunan herhangi bir zamanda rahmin içine yerleştirilir.

Gebeliği önleyici iğneler:

Aylık koruyucu iğneler düzenli olarak ayda bir kez kas içine uygulanır ve kadınlık hormonlarını (östrojen, progesteron) içerir. Ayda bir yapılan iğnelerin içerdiği hormonlar çok küçük miktarda kana salınır. Doğru uygulandığında % 99 etkilidir. Ancak ilk aylarda ara kanamaları görülebilir.

Üç aylık koruyucu iğneler düzenli olarak 3 ayda bir kez kas içine uygulanır ve kadınlık hormonlarından birini (progesteron) içerir. 3 ayda bir yapılan iğnelerin içerdiği hormon çok küçük miktarlarda kana salınır. Bu yöntem de doğru ve düzenli uygulandığında %99 etkilidir.
Aylık iğnelerin aksine emziren anneler kullanabilir. Ancak adet kanamalarında artma, azalma, lekelenme ve kesilme yapabilir. Ayrıca doğurganlığın geriye dönüşü gecikebilir.

Deri altı kapsülleri:

Kadınlık hormonlarından birini (progesteron) içeren ince ve yumuşak kapsüldür. Deri altına yerleştirilir. Doğru uygulandığında %99 etkilidir. Uyguladıktan sonra 5 yıl gebelikten korur ve anne sütünün niteliğini bozmaz.

Diyafram:

Kadınlar için geliştirilmiş bir bariyer yöntemidir. İnce  kauçuktan yapılmış, rahimin ağzını örten
şapka biçiinde bir araçtır. Diyafram kullanmaya başlamadan önce bir sağlık kuruluşundan mutlaka danışmanlık alınmalıdır. Eğitilmiş sağlık personeli tarafından kadına en uygun olan diyafram boyu belirlenir. Nasıl uygulanacağı öğretilir. Kadın cinsel ilişkiden önce (en çok 6 saat) tercihen spermisidle birlikte diyaframı hazne içine rahim ağzını kapatacak biçimde uygular. İlişkiden sonra diyaframın en az 6 saat (en çok 24 saat) yerinde kalması gerekir.
Çıkartıldıktan sonra diyafram, yıkanmalı kurulanmalı ve kutusuna konulmalıdır.
Spermisidle birlikte kullanıldığında diyaframın koruyuculuğu artar.
*****

Dr. Mehmet Murat Seval
Ankara Üniv. Tıp Fak. Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı
Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

family planning ile ilgili görsel sonucu

Sperm öldürücüler:

Hazneye konularak uygulanan fitil, köpük ve tabletlerdir. Erkek tohum hücrelerini hazne içinde öldürerek gebeliği önlerler. Fitil, tablet, köpük ve öbür sperm öldürücüler kullanılmaya başlamadan önce bir sağlık kuruluşundan mutlaka danışmanlık alınmalıdır. Fitil ve öbür sperm öldürücüler (spermisitler) her cinsel ilişkiden 15 dakika önce hazneye bir adet (olabildiğince derine) yerleştirilir. Koruyucu etkileri 1 saat sürer. Uygulamadan sonra 1 saat geçmişse ya da 2’inci kez cinsel ilişki olacaksa yeniden spermisit uygulanmalıdır. İlişkiden sonra spermisitin etkili olabilmesi için 6 saat süreyle hazne yıkanmamalıdır.

Tüp ligasyonu :

Kadında yumurtayı taşıyan tüplerin ameliyatla bağlanmasıdır. Uygulandıktan sonra gebe kalınmaz. Tüplerin bağlanması, kadının cinsel isteğinde, adet düzeninde, vücut yapısında herhangi bir değişiklik meydana getirmez. Bütün bu olaylar eskisi gibi devam eder. Geri dönüşü olmayan ya da zor olan bir aile planlaması yönetimi olduğundan ileride pişmanlık duyulmaması için işlemden önce mutlaka danışmanlık hizmeti alınmalı, bilinçli olarak karar verilmeli ve rıza formu her iki eş tarafından imzalanmalıdır.

Kondom (kaput, kılıf, prezervatif) :

Erkekler tarafından kullanılan, bir çeşit kauçuktan yapılmış, çok ince ve esnek bir kılıftır.
Cinsel ilişki sırasında erkekten atılan meni içindeki erkek tohum hücrelerinin kadın haznesine dökülmesini engelleyerek gebelikten korur. Doğru kullanıldığında %97 etkilidir. Ayrıca eşleri cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklardan (AIDS, frengi, bel soğukluğu gibi) korur.

Vazektomi:

Erkeğin tohum kanallarının ameliyatla bağlanmasıdır. Uygulandıktan sonra erkek artık gebe bırakamaz. Tohum kanallarının bağlanması, erkeğin görümünde, cinsel arzu ve yeterliliğinde, cinsel doyumunda, erkeklik organının (penisin) sertleşmesinde ve boşalmasında hiçbir değişiklik yapmaz, bütün bu olaylar eskisi gibi devam eder. Geri dönüşü olmayan bir aile planlaması yöntemi olduğundan, ileride pişmanlık duyulmaması için işlemden önce mutlaka danışmanlık hizmeti alınmalı, bilinçli olarak karar verilmeli ve rıza formu her iki eş tarafından da imzalanmalıdır. Vazektomi çok küçük bir ameliyattır, hayaları örten deri uyuşturularak
ön yüzünde küçük bir delik açılır. Buradan tohum kanalları bulunarak bağlanır ve kesilir.
Bu işlem 10-15 dakika sürer. Deride hiç iz kalmaz.

http://www.medicine.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/31/2017/06/gazete-ocak-%C5%9Fubat-mart-2017.pdf

========================================
Dostlar,

Aile planlaması ülkemiz ve dünya için yaşamsal önemde bir sorundur.
Dünya nüfusu 7,6 milyarı aşmıştır 11 Temmuz 2017 Dünya Nüfus Günü’nde..
Türkiye nüfusu ise aynı tarihte 80,5 milyonu aşmıştır.

Bu gün saat 14:00 – 15:00 arasında TRT Ankara Radyosunda konuk idik ve küresel ısınma – iklim değişikliği sorunlarını konuştuk 1 saat boyunca.. Bu yakıcı ve sürdürülemez sorunun 1 numaralı nedeni yabanıl kapitalizmin dizginlenemeyen kâr dürtüsü ile dünyanın talan edilmesi ve tüketim çılgınlığıdır. İkincisi ise israflı yaşam biçimimiz, tasarruf yapmamamızdır.
3. sırada ise anormal derecede hızlı ve gereksiz, mutlaka frenlenmesi gereken nüfus artışıdır.
Bu hız dünya için yılda %1,15 iken, Türkiye’de %1,36’dır. Türkiye nüfusu her yıl 1 milyondan çok artmaktadır. Dünya nüfusu ise her yıl bir Türkiye kadar büyümektedir.

Anayasanın 41. maddesi aile planlaması hizmetlerini Devlete ödev, yurttaşa hak olarak tanımlamaktadır.

AKP = RTE’nin akıl ve bilim dışı teşviki ile büyük bir hızla artan nüfus, başedemeyeceğimiz ağır sorunlara yol açmaktadır. Açık ve gizli işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımında adaletsizlik, üretim yetersizliğimiz, artan borçlarımız, eğitimde- sağlıkta – altyapıda yetersiz hizmetler, kentlerde anormal kalabalıklaşma ve betonlaşma, muazzam trafik ve enerji gereksinimi, konut ve yurt sorunu.. Örneğin Türkiye nüfusu şimdikinin yarısı da olsa yüksek teknolojiye yönelerek üretimimiz aynı düzeye erişebilir ve kişi başına gelirimiz 2 kat olurdu! Hollanda bizim 1/5 nüfusumuza (16 milyon!) sahip ve ulusal geliri bize denk!

Aile planlaması hizmetlerini öğrenmek ve devletin bunu vermesini istemek gerek. Çünkü bu hizmetler temel insan hakları arasında yer alıyor. 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Yasa ve ilgili Tüzük – Yönetmelik ayrıntıları düzenliyor.

Artık HER AİLEYE 1 ÇOCUK dönemine girdik. 

family planning ile ilgili görsel sonucu

Tersi durumda hem bize hem de gelecek kuşaklara yaşam olanağı kalmayacak bu Dünyada!

Bu bilgilendirme notlarını yazan meslektaşlarımıza teşekkür ederiz.
GAZETE ANKARA TIP 3 ayda bir yayınlanıyor ve www.medicine.ankara.edu.tr adresinden erişilebilir.

Bu yıl bahar döneminde Eczacılık Fakültemizde Aile Planlaması derslerini biz üstlendik.. (Görselleri biz ekledik metne..)

Sevgi ve saygı ile. 09 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

ERDOĞAN’IN KURUCU OLDUĞU YENİ DEVLET

ERDOĞAN’IN KURUCU OLDUĞU
YENİ DEVLET

Zeki Sarıhan

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

AKP’nin yetkili isimlerinden biri, katıldığı bir televizyon programında söz düşürerek Yeni bir devlet kuruyoruz. Kurucusu da Recep Tayyip Erdoğan’dır demiş. “İster beğenin, ister beğenmeyin” diye de eklemiş. “İster beğenin ister beğenmeyin” sözünü, “Siz karşı çıksanız da zorla kuracağız” diye anlamak gerekir.

“Yeni bir devlet kurulacağı”, geniş bir tepki aldı. Ucu açık bu ifadeden birçok yurttaş ürküntüye kapılmış olmalı. Öyle ya, kurulmakta olan veya kurulacak bu yeni devlet nasıl bir şey olacak? “Yeni” olacağına göre bayrağı, başkenti, resmî dili, toprakları, yönetim biçimi ne olacak?

Bu ürküntüyü sakinleştirmek için hükümet yetkililerinden bazı açıklamalar geldi. Sonunda bu yeni devletin “kurucusu” olduğu söylenen Erdoğan da konuştu. Yoktu öyle bir şey! Bu konuda açıklama yetkisine sahip yalnız kendisiydi. Tek vatan, tek bayrak…” diye başlayan Rabiasını sıraladı.

Uzunca bir süredir tehlikeyi görenler ve uyarı görevlerini yapanlar için bu hiç de inandırıcı bir açıklama değil. “Yeni bir devlet kuruyoruz” diyen sözcünün kastı da vatanı, bayrağı vb.ni değiştirmek olamazdı. Çoktandır zaten adım adım değişmekte olan, bu devletin içeriğidir. Başkanlık sistemi boşuna getirilmiş değildir. Türkiye bu sistemle kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter bir sistemden çıkmış, hem parti başkanı hem de devletin başı olan, fiilen de her işte tek karar verici padişahlık benzeri bir sistemle yönetilmeye başlanmıştır. “Cumhuriyet” adını değiştirip yerine “Sultanlık” demenin bir anlamı var mıdır? Bu gibi işlere daha sonra sıra gelecektir.

Türiye’nin hukuk sistemi değişmemiş midir? Değişmemiş ise, bir devlet başkanı, kendisinin ve partisinin atadığı hukuk adamlarına nasıl olur da kimlerin suçlu olduğuna, bunların nasıl cezalandırılacağına, hatta hangi tutuklulara nasıl bir elbise giydirileceğine varıncaya kadar talimat verebilmektedir?

Türkiye’nin eğitim sisteminin laiklikle bir ilgisi kalmış mıdır? Anaokullarından başlayarak çocukların ve gençlerin bilimden uzak tutulduğu, bütün eğitim kurumlarının İmam Hatipleştirildiği,

  • Şeriatçı bir düzene geçmek için acele edildiğinden, iktidarın emir ve kumandasındaki
    dinci vakıfların yardıma çağrıldığı bir eğitim sistemi,
    yeni kurulmakta olan devletin kanıtı değil midir?

“Eski” dedikleri devletin “Yurtta sulh, dünyada sulh” ilkesi bir yana bırakılalı çok oldu. Yeni devlet hâkimiyet alanı olarak Türkiye topraklarıyla yetinmeyeceğini ilan etti. Stratejik Derinlik politikası gereği Saraybosna’dan Endonezya’ya kadar varına yoğuna selam gönderilen Müslüman ülkeler, şimdi Suriye ve Irak topraklarından başlayarak göz dikilen ülkeler oldu.

“Eski” devlet, çağdaşlaşmayı hedeflemişti ve bu nedenle Batı’daki demokratik kurumları ülkeye getirme çabasındaydı. İkinci Mahmut’tan, özellikle Tanzimat’tan beri böyleydi. Yeni devleti kurmaya niyetlenenlerin özellikle 2012’den beri böyle bir çabasına tanık olan oldu mu? Onlar aksine kumanda ettikleri bütün kurumlara “Geriye dön! Marş marş!” komutunu verdiler. Bazı safdiller, bunu emperyalizmle mücadele zannetseler ve bu yorum iktidarın işine gelse de,

  • hedef Ortadoğu ve Körfez’dekilere benzer gerici bir kabile yönetimi kurmaktır.

İktidar mensuplarının bu geriye gidişte dayandıkları kuvvet, Türkiye’nin kırsalıdır. Bu “kır” artık yalnız köylerde ve taşra kentlerinde değil, büyük kentlerin varoşlarına yığılmış ancak kırsal kültürü terk edememiş, az eğitimli ve maalesef az kazançlı yığınlar ve onların dilinden anlayan açıkgözlerdir.

Bir torba kömür ve birkaç kilo makarna ile durumu anlatmak pek basit olur. İktidar son 15 yıldır kendisi için pek verimli bir strateji ile bu kitlenin iplerini eline geçirmiştir. Seçmenlerin yaklaşık yarısının hâlâ desteğini elinde tutuyor. İşte bu kitle, kendisini iktidarda sanıyor ve rejim değişikliği konusundaki gelişmelere şimdilik duyarsız kalıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP’nin eline geçinceye kadarki yaklaşık 90 yıllık öyküsü de derslerle dolu olmalıdır. Çağdaşlaşma ve laiklik iyidir, ancak bunların karın doyurucu da olması gerekirdi. Gelecek yazımda “Deveyi Yardan Uçuran…” yazımda bu konuyu irdelemeye çalışacağım.

Bir açıklama : “Osman Bolulu İçin” başlıklı yazımda şöyle bir cümle vardı: “Bolulu’nun Türkiye’nin geldiği bu beklenmedik durum karşısında kahır içinde öldüğü bir gerçektir. Sami Nabi Özerdim’in, Kenan Evren rejiminin yürürlükte olduğu bir dönemde “Artık yaşamanın bir anlamı yok!” dediğini hatırlıyorum. Nitekim Yalnızlık ve kahır içinde öldü. Bugünkü rejimin de birçok aydının ömrünü kısalttığını sanırım.”

Evlatları bu cümleden Bolulu’nun rahatsızlığı dönemde kendileri tarafından yalnız bırakıldığı anlamını çıkarmışlar.  Oysa paragraftan da anlaşılacağı gibi yalnızlık Sami Nabi Özerdim için kullanılmıştır. Bunda bile O’nun yalnızlığı ailesine değil, Kenan Evren rejimine bağlanmıştır. Kahır içinde ölmek ise bağımsızlığı, çağdaşlaşmayı ve toplumsal adaleti yaşamasının anlamı haline getiren her aydının, günümüzde gelinen yer açısından taşıdığı bir duygudur. Cümlede de anlatıldığı gibi “kahretmek” onların yüce umutlarıyla ilgilidir. Hangimiz kahretmiyoruz ki? Osman Bolulu da umutlarıyla yaşamış bir devrimciydi. Yazıdaki hiçbir ifade ailesiyle ilgili değildir. (Ayvalık, 8 Ağustos 2017)
===================================
Dostlar,

Sayın Zeki Sarıhan oldukça önemli bir irdeleme yapmakta bu yazısıyla.
Yazı içeriğine biz de bütünüyle katılıyoruz.
Ancak, 21. yy’ın şafağında AKP = RTE‘nin gönlünde yatan şeriat düzenini Türkiye’de “Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti” adı altında değilse bile “niteliğinde” kurmak için tarihsel konjonktür elverişli değil. Bu bağlamda bir makalemiz web sitemizde yayınlanmıştı :

Ne var ki, Türkiye Aydınlanmacıları elbette bu tarihsel diyalektik saptama – beklentiye bel bağlayacak değillerdir!

Tersine, söz konusu tarihsel – konjonktürel -diyalektik gerçekliğin – beklentinin enerjisini ve rüzgarını da ardımıza alarak; asla umutsuzluk ve yılgınlığa düşmeden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün görkemli yapıtı ve kutsal armağanı Cumhuriyetimizi savunacak ve bu kuşatmayı da savuşturacağız.. 94. yaşını sürdüren Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana kaçıncı saldırı bu AKP = RTE kuşatması; tarihsel bellek ve bilincimizde kazılıdır.

İç ve dış koşullar herkesi terbiye eder. Jeopolitik yasalar AKP = RTE’yi de gereken rotaya sokacaktır.

Stratejik diyalektik ya da diyalektiğin şaşmaz stratejisi kimseyi istisna tutmaz.

Ölümün, hastalanmanın ya da yılgınlığa kapılarak tasfiye olmanın zamanı değil!

Sevgi ve saygı ile. 068 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Müftü nikahı : Yılmaz ÖZDİL

Müftü nikahı

Yılmaz ÖZDİL

İmamlara resmi nikah kıyma yetkisi veriliyormuş, laikliğe aykırıymış filan.
*
Güzel kardeşim…
Nikah memuru belediye başkanının kendisine verdiği yetkiyle nikah kıyıyor, belediye başkanı imam değil mi?
*
Bekir Bozdağ imam nikahını savundu” diye haber yapmışlar mesela…
Bekir Bozdağ zaten imam.
Ekonomi bakanı imam, gümrük bakanı imam, şehircilik bakanı imam, hükümetimizde İngiliz vatandaşı imam bile var.
Kültür ve turizm bakanı imam… Kendisini bugüne kadar bale seyrederken, mayosunu giyip şezlongta güneşlenirken görmedik ama, camide, kıbleyi arkasına alıp mihraptan seçim konuşması yaparken görüyoruz.
İmamlar sızdı diye Kuleli’yi, Heybeliada Deniz Lisesi’ni falan kapattılar, milli savunma bakanı imam.
Beş tane başbakan yardımcısı var, beşi de imam.

  • Cumhurbaşkanı imam.

23 Nisan’da bile kim TBMM başkanı yapıldı? İmam hatipli.
*
Pensilvanya imamı yargıyı ele geçirdi… Pensilvanya imamı’nın imamlarını temizleyecek olan adalet bakanı, imam.
*
Emniyet teşkilatını “imamın ordusu” yaptılar… Düzeltsin diye teşkilatın başına getirilen emniyet genel müdürü, imam.
*
THY yönetim kurulu başkanı imam, TRT genel müdürü imam, TMSF başkanı imam, TCDD genel müdürü imam, Sayıştay başkanı imam, hayvanat bahçesinden TÜBİTAK’a yönetici getirdiler, o da imam.
*
(Bürokrasi değildir bu, ruhban saltanatıdır, imamokrasi’dir. Değerli ağabeyim Özdemir İnce kitabını yazdı. “Mesleklerin dinselleşmesi, afyon, morfin, eroin etkisi yaratır, insanları uzaktan kumandalı robota çevirir, robot toplumu oluşur” diyor o kitabında… “Çöküş dönemlerinde hep böyle olur, Roma yıkılırken de böyleydi, Osmanlı yıkılırken de böyleydi” diyor. “Tevhid-i Tedrisat amacına uygun şekilde reorganize edilmeden Türkiye komadan çıkamaz” diyor.)
*
Vali imam, kaymakam imam, büyükelçi imam, hastane imamını aynı hastaneye müdür yaptılar, başhekim imam, cami imamını öğretmen olarak atadılar, dekan imam, rektör imam.
*
Liyakat kriteri, imam hatip.
İşsizlik rekoru kırılıyor. İşşiz imam yok.
*
Halkbank genel müdürünün evinde dolar istiflenmiş ayakkabı kutusu yakalandı, Halkbank genel müdürü imam’dı. “Bu ne parası böyle?” diye sordular, “imam hatip yapıcaz” dedi!
*
İmamlara resmi nikah kıyma yetkisi televizyonda tartışılıyor. Sunucu imam.
*
Devletin imamlara ayırdığı bütçe, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın üç katı…
“Noel baba dürüst biri olsaydı kapıdan girerdi, neden bacadan giriyor” diyen imam, fizik öğretmeninin iki katı maaş alıyor bu ülkede…

  • Doktordan fazla imam var.

Dün ortaya çıktı, Atatürk’ün kurduğu botanik bahçesini imamlara vermişler.
*
Vaziyet bu haldeyken, neymiş efendim, imamların resmi nikah kıyması medeni kanuna aykırıymış…
İmamlar kökünden Anayasa’yı değiştirdi, sen hangi medeni kanundan bahsediyorsun hâlâ?
İmam partisi‘ni anayasa’ya göre denetleyecek olan Anayasa mahkemesi başkanı bile imam değil mi?
*
Memleket tepeden tırnağa imam cumhuriyeti yapılırken gıkını çıkarmayıp, imamların devleti yönetmesine rıza gösterip, nikah kıymasına itiraz etmek midir laiklik?
*
Hükümet imamken, rejim antilaik’ken… Nikahını elektronik mühendisi kıysa ne olur, manifaturacı kıysa ne olur birader. (SÖZCÜ, 2 Ağustos 2017)
===================================
Evet dostlar,

Ateş bacayı sarmıştır..
“ŞAH MAT” hamlesine ramak kalmıştır.
Stratejik plana göre Federe İslam Devleti hedefine erişilecek 2023’te kuşatma bitirilecektir.
AKP MKYK üyesi muhterem Ayhan Oğan dün gece (3.8.17) CNN Türk’te (Sunucu Ahu Özyurt, öbür katılımcı CHP Mersin vekili Prof. Aytuğ Atıcı) şunları söyledi :

  • ‘Yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu Tayyip Erdoğan’

15 Temmuz sonrası yeni bir devletin kurulduğunu belirten Ogan, kurulan bu devletin kurucu liderinin Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi. AKP’nin en üst karar organı Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan, CNNTürk’te katıldığı programda CHP Mersin Milletvekili Aytuğ Atıcı’nın OHAL ile ilgili sözlerine karşılık olarak; 

  • Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır ifadesini kullandı.

Oğan’ın bu sözleri stüdyodaki konuklar arasında soğuk rüzgarlar esmesine neden oldu. CHP’li Aytuğ Atıcı ve öbür konuklar bu duruma itiraz ederken Oğan ısrarla AKP’nin 15 Temmuz’dan sonra yeni bir devlet kurduğunu, kurucusunun da Recep Tayyip Erdoğan olduğunu savundu. Stüdyodaki konuklar ise ‘Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini ne zaman yıktınız da yeni devleti kuruyorsunuz‘ tepkisini gösterdi. Oğan’ın bu sözleri sosyal medyada büyük tepki topladı.

Programın o bölümünü izlemek için lütfen tıklayınız : https://youtu.be/W2LeoZPhV8o
***
Cumhuriyetten Bayan  Nuray Mert‘in, EVRİM’in bilimsel gerçekliğine karşın saçmalamasının ardından bu gün de imam nikahını müftülerin kıldırmasında sakınca olmadığını, hatta yararlar bile olabileceğini döktüren incilerini okuduk.. Kendisi de bir zahmet Yılmaz Özdil’in bu ağır ironili yazısını okumasını dileriz..

AKP = RTE, Babil kuşatması uyguluyor Yüce ATATÜRK’ün kutsal emaneti Türkiye Cumhuriyeti’ne..

Maaaşallah memleketin limanları, tersaneleri, bürokrasisi, polisi, mahkemeleri ve de orduları İmamlarca bilfiil ele geçirilmiştir.

9 aydır hapiste olan gazeteci Ahmet ŞIK‘ın matbada basılmadan toplatılan ve RTE’nin “kimi kitaplar bombadan daha tehlikelidir” diye paniklediği İMAMIN ORDUSU başlıklı kitabında yazdıkları bir bir gerçekleştirilmiştir.

İmamın imam ordularının zaferine 3 nefes kalmıştır..
Cenab-ı Allah’tan niyaz edelim, hayırlara  vesile olur inşallah ve de maaşallah..
****
Bu yazı Yılmaz Özdil’in trajik ironisi ve bizim eklemelerimiz bir işe yarar mı dersiniz?

Efendiler;
Şaka bir yana, kimse ham hayal görmesin..
Büyük ATATÜRK’ün kutsal emaneti ve sağlam kalesi Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır; ilelebet payidar kalacaktır! Hiç kimse şansını zorlamasın.. 21. yy’ın şafağında Anadolu coğrafyasında böylesi bir akıl dışı saçmalık kadar bir başka aykırılık örneği yok-tur! Cumhuriyetçiler de elbette kutsal emaneti savunup yaşatmanın gereğini mutlaka yapacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 04 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Leyla Tavşanoğlu : Botanik bahçesi de rant kurbanı mı?

Botanik bahçesi de rant kurbanı mı?

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

İstanbul’da zaten üç buçuk yeşil alan kalmış. Kaç milyon olduğu bilinmeyen, kayıt dışı nüfuslu mega kent ahalisi soluk almak için yeşil alan ararken bağlar, bahçeler, bostanlar, parklar inşaat müteahhitlerine, ranta peşkeş çekiliyor. Son örnek İstanbul, Fatih’te, Vefa semti yakınlarındaki İstanbul Üniversitesine ait tarihi Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi.

Üç bini aşkın canlı bitki türünü bünyesinde barındıran, Uluslararası Botanik Bahçeleri’ne kayıtlı iki bahçeden birisi olan Botanik Bahçesi, o alanda Osmanlı döneminde Şeyhülislamlık binası bulunduğu gerekçesiyle İstanbul Müftülüğü’ne devrediliyor. Ne demekse? Acaba Müftülük dini imanı bir yana bırakıp bahçecilik ya da arboretumculuk mu yapmaya karar verdi?

Türkiye’de 1933’te üniversite reformu yapıldığında Atatürk’ün davetiyle İstanbul’a gelen Prof. Alfred Heilbronn ile Prof. Leo Brauner tarafından 1935’de oluşturulan İstanbul Üniversitesi Botanik Behçesi dünyada sayılı örneklerinden kabul ediliyor.

Haberi Birgün gazetesinde okuduğumda başımdan aşağı kaynar sular iniyor. Haber şöyle:

Fatih Belediyesi’nin CHP’li Meclis Üyesi Fazıl Uğur Soylu konuya ilişkin Başbakanlık İletişim Merkezi’ne (BİMER) Bir dilekçe yazıyor. CHP’li Soylu’ya Topkapı Emlak Müdürlüğü’nden gönderilen yazıda şu ifadelere yer veriliyor:

‘Bakanlığımızdan (Milli Emlak Genel Müdürlüğü) alınan 03.06.2015 tarih ve 83889 sayılı muvafakat yazılarına istinaden söz konusu taşınmazın İstanbul Üniversitesi’ne tahsisli 14 bin 878 metrekarelik kısmının tahsisinin kaldırılması ve Botanik Ana Bilim Dalı Binası’nın yeniden inşa edilecek Biyoloji Binası’na taşınıncaya kadar süre verilmek kaydıyla Müftülük hizmetlerinde kullanılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsisinin uygun görüldüğü bildirilmiştir.’

Şimdi, burada esas soru Müftülüğün devasa bahçeyi ne amaçla kullanacağı?

Demin de sorduğum gibi dini imanı bir yana bırakıp bahçecilik, seracılık ya da arboretumculuk mu yapmaya karar verdiler?

Yok canım. Aynı soruyu CHP’li Belediye Meclisi üyesi Soylu da soruyor ve ardından devam ediyor:

“Bahçede, Uluslararası Botanik Bahçeleri’ne kayıtlı dokuz adet sera ve yaşayan fosil bitkileri var. Bahçede Türkiye’nin ilk herbaryum’u (kurutulmuş bitkilerin sınıflandırılmış kütüphanesi) ve 40 bine yakın bitki kayıtları bulunuyor. Bahçe bugüne kadar doğadan zor şartlarla toplanan bitkilerden oluşmakta ve öğrenciler için uygulama alanı olarak hizmet vermektedir. Bu bitkilerin taşınması ve tekrardan tutmasının para olsa da pek mümkün olmadığı bilinmektedir. Müftülük bu 14 bin 878 metrekarelik dev araziyi hangi amaçlarla kullanacak?

  • Atatürk’ün kurdurduğu, cumhuriyetimizin en eski Botanik Bahçesi Şeyhülislamlık mı olacak?”

Botanik Bahçesi’nde ağaç, çalı, otsu, tropik, subtropik yaklaşık beş bin bitki bulunuyor. Bitki çeşitliliği ve Türkiye’nin en eski botanik bahçesi olması niteliğiyle gerek yurt içi gerekse yurt dışında tanınıyor.

Botanik Bahçesi’nin bir özelliği de hem yurt içi hem yurt dışında 400 botanik bahçesiyle tohum alış verişi yapması.

Yeşilden nefret etme ve betona tapma dürtüsüyle yapılan bu tahsis umarım çok yakın bir zamanda geri alınır ve Botanik Bahçesi sundurma altında rant kapmayı bekleyenlere peş keş çekilmez. Her zamanki gibi yanıltılmış olmalarını, bir an önce bahçenin kuruluş amacına uygun olarak yaşamını sürdürmesini ve Müftülüğün elinden alınmasını dilerim.

Maruzatım budur.
=====================================
Dostlar,

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’nin 15  DÖNÜMLÜK
BOTANİK BAHÇESİNİN
MÜFTÜLÜĞE DEVRİNİN
SEBEB-İ HİKMETİ NEDİR??

Sayın Leyla Tavşanoğlu‘nun bu yazısı bizim de içimizi sızlatıyor..

Tabii yazının kendisi değil teması ya da gerekçesi..

İstanbul Üniversitesi rektörü, seçimlerde 1200’ü aşkın oyla 1. olan ve 2. sıradaki şimdiki rektörden en az 300 oy daha çok alan meslektaşımız Prof. Dr. Raşit Tükel (halen Türk Tabipleri Birliği Başkanı) atansaydı bu talana izin verir miydi??

AKP = RTE tarafından İstanbul Üniversitesi’nin 1200+ öğretim üyesinin oyu yok sayılarak 2. sıradan atanan şimdiki rektör Tarihçi Prof. Mahmut Ak, emanet aldığı kadim İstanbul Üniversitesi’ne böyle mi sahip çıkacaktır? Tarihçi Rektör Ak, tarihe hiç de “ak” olarak geçemeyecektir. İstifa etmeli ama Botanik bahçesini vermemeliydi.. Rektör Ak hemen istifa etmelidir..

(Parantez içinde ekendi kendimize soralım : Rektör Prof. Tükel olsaydı ve Botanik bahçesini Müftülüğe vermeseydi ne olurdu acaba? AKP = RTE tüm TV’lerde “Eyyyyy rektör efendi..” diye gürler miydi acaba? Ya da birkaç saat içinde TBMM noterliğinden “duruma özel tek maddelik bir yasa” mı çıkarılırdı? Ya da sanal bir Bakanlar Kurulu toplantısında görüşülmüşcesine Sarayın Sekreterlerine -pardon Bakanlara- elden dolaştırılarak imzalatılacak bir OHAL KHK’sı RG’nin bilmem kaçıncı mükerrer sayısında aynı gün yayımlanır ve sorun “hal” edilir miyidi??!!??)

Efendiler; bu bahçe İstanbul Üniversitesi’nin Botanik bölümünün ayrılmaz parçasıdır, uygulama alanıdır, laboratuvarıdır, araştırma birimidir, dünyaya örnektir ve salt Türkiye’nin değil küresel ölçekte Botanik bilim dünyasının övüncü, ortak varlığıdır..

Siz burayı daha da geliştirmek dururken, neden Müftülüğe verirsiniz?
Gerekliyse ve kaldıysa, müftülüğe İstanbul’da başkaca bir bahçe verin..
Veya uygun arazi kaldıysa binasını da yapın, peyzajını da… gitsin otursunlar..

Bu karar bilim ve bilim kurumlarına düşmanlıkla eşdeğerdir.
Botanik Bölümü sürgün edilmekte, Biyoloji bölümü içinde kendisine yer aranmaktadır.
3-5 oda belki bulunur ve sıkışılır da..
Ama Botanik bölümü laboratuvarsız nasıl bilim üretir, araştırma yapar, öğrenci yetiştirir?

Örneğin Sultan Ahmet Camisini Botanik Bölümüne devretsek nasıl olur
eyyy Türkiye’nin başına gelmiş tüm zamanların en kötücül (malign) yönetim anlayışı?!

Arada sırada, eski deyimle ender-i nadirattan bir de doğru iş yapın ve bu kararı geri alın..

Sevgi ve saygı ile. 04 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Her 100 işçiden 88’i sendikasız!

Her 100 işçiden 88’i sendikasız!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)

Çalışma Bakanlığı’nın açıklamasına göre 20 işkolunda kayıtlı çalışan 13 milyon 600 bine yaklaşırken sendikalı işçi sayısı 77 bin artarak 1 milyon 620 bini aştı.

Çalışma Bakanlığı, işkollarındaki işçi sayılarına ve sendikaların üye sayılarına ilişkin 2017 Temmuz ayı istatistiklerini dün Resmi Gazete’de yayımladı. 20 işkolunda kayıtlı çalışan sayısı bir önceki döneme göre 881 bin 785 artarak 13 milyon 581 bin 554’e çıktı. Kayıtlı çalışanların yalnızca 1 milyon 623 bin 638’i yani %11.95’i sendikalı oldu. Son 6 ayda da 77 bin 73 işçi sendikalara üye oldu. Kayıtlı çalışan sayısındaki artış en çok 272 bin 52 ile inşaat işkolunda yaşandı. İnşaat işkolunu 190 bin 496 artış ile “ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar” takip etti. Sendika sayısında da düşüş yaşandı. Bir önceki dönemde yayımlanan istatistiklerde 161 işçi sendikası bulunurken yeni dönemde bu sayı 160’a düştü.

105 SENDİKA BARAJ ALTINDA

Üç işçi konfederasyonu da üye sayısını artırdı. Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonu Türk-İş’in üye sayısı bir önceki döneme göre 17 bin 819 artarak 907 bin 328’e yükseldi. Türk-İş’i, 544 bin 566 üyesiyle Hak-İş, 145 bin 988 üyesiyle DİSK takip etti. Bir önceki dönem, toplu iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli olan %1’lik işkolu barajını aşamayan sendika sayısı 106 iken bu sayı Temmuz ayında 105’e düştü.

ÖRGÜTLÜLÜK DÜŞÜK ÖLÜM FAZLA

Ölümlü iş kazalarının en çok yaşandığı işkollarından olan inşaatta sendikalaşma oranının düşük olması dikkat çekti. İşkolunda 1 milyon 828 bin 455 kayıtlı işçi çalışırken bunun salt 52 bin 580’i sendikalı. İşkolunda 9 sendika bulunuyor ancak işkolu barajını geçen tek sendika 50 bin 318 üye ile Türk-İş’e bağlı Yol-İş oldu. Baraj altındaki öbür 8 sendikanın üye sayısı ise 3 bine bile ulaşamadı. (AYDINLIK, 28.7.2017)

======================================
Dostlar,

Emek örgütlenmeleri darmadağın ve güçsüz…
100 işçiden salt 12’si sendika üyesi, %88’lik ezici kesimi ise örgütsüz..
12 Eylül 1980 döneminde bile sendikalılık oranı 1/3’ün üstünde idi. Türkiye’nin iyice KüreselleşTİRildiği = emperyalizme post-modern sömürge kılındığı son 35 yılda emek örgütlülüğü planlı olarak avuç içinde kar gibi eritildi. Sermaye bloku kaya gibi ve tek parça : örgütlü; TİSK! (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu)

Türkiye’ye dayatılan MAI (Multilateral Agreement on Investment – Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) Anlaşması 13 Ağustos 1999 otarihlidir ve açık açık emeğin örgütlenmesinin önüne geçilmesi öngörülmektedir. Bu emperyalist buyruğun gereği sadakatle yerine getirilmiştir. Üstelik bir de AKP eliyle desteklenen HAK-İŞ, hormonlu biçimde iktidar yandaşı olarak büyük bir hızla büyütülmüştür. Şimdilerde ise AKP = RTE, OHAL’i kullanarak grevleri ertelediğini sermayeye arzederek sınıfsal islevini netleştirmekte, emekçilere karşı konum almaktadır.

Çare, bütün ezilenlerin işbirliği ve örgütlenerek dayanışmasıdır!

Venezulella’nın Ankara Büyükelçiliği yapan Prof. KALDONE G. NWEIHED‘in
“İki Yüze Bir Maske”
 adlı yapıtında (Çev. B.T. Gürel, Memleket Yayınları, ISBN: 978-9944-5435-1-4, 2006) tanı ve reçete çok nettir :

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK,
    azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
    İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

HSK’NIN HAKİM VE SAVCI ATAMALARI ÜZERİNE

HSK’NIN HAKİM VE SAVCI ATAMALARI ÜZERİNE

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır…)

1. HSK’nın son atama kararnamesi, öncekiler gibi toplumda tartışma yaratmıştır. İktidarla emir-komuta ilişkisine girmeyen hakim ve savcıların sürüldüğü iddiaları ortaya atılmıştır. Bunlar çok ağır ve çok ciddi iddialardır.

2. Yıllardır söylediğimiz ve halk oylaması sırasında tüm Türkiye’ye bir kez daha anlattığımız üzere, yargının güvenirliğini sağlamanın yolu, Hakimler ve Savcılar Kurulu’na siyasi iktidarın müdahalesine imkan tanımayan bir sistem oluşturmaktır.

3. Maalesef her hakim – savcı ataması, toplumu ilgilendiren her soruşturma ve dava, toplumun bir kesimi tarafından alkışlanmakta diğer kesimi tarafından yerden yere vurulmaktadır.

4. Çünkü adalet sistemi siyasi müdahaleye açıktır. Hakim bağımsızlığının ve tarafsızlığının güvencesi olması gereken HSK, doğrudan doğruya siyasi iktidar tarafından belirlenmektedir.

5. Bunun sonucu olarak, toplum, gündemdeki her hakim -savcı ataması ya da soruşturma ve kovuşturmayla ilgili olarak siyaseten ikiye bölünmektedir.

6. Oysa adalet, siyasetle değil, hukukun üstün kılınmasıyla sağlanabilir. Hukuk, siyasi parti siyasetine üstün tutulmazsa, mülkün yani ülkenin temeli olan adalet çöker. Ülke temelsiz kalır.

7. Devlet birey içindir. Devlet olmadan da bireyin güvencesi sağlanamaz. Devleti sürdürebilmenin yolu, adaleti güvenilir kılmaktır. Adaleti güvenilir kılmak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sürdürülebilirliği meselesi haline gelmiştir. Yani beka meselesi!

8. Bu mesele; iktidarda ya da muhalefette olsun tüm siyasi partilerin ve tek tek bütün vatandaşlarımızın meselesidir.

9. Biz; siyaset yapan hakim – savcı da istemiyoruz, siyasetten talimat alan hakim – savcı da istemiyoruz. Hukukun gereği neyse onu yapan hakim gibi hakim, savcı gibi savcı istiyoruz. Bunun için de, hakim ve savcıları siyasi iktidara karşı güvenceli hale getirecek, aynı zamanda keyfi işlem yapmalarını önleyecek doğru düzgün, çağdaş bir sistem istiyoruz. Bunu tüm Türkiye için istiyoruz. Biliyoruz ki, bu ülkenin fedakarca görev yapan binlerce avukatı, hakimi, savcısı da bunu istiyor.

10. Daha da somutlaştıralım: Cemaat – tarikat yargısı istemiyoruz. Siyasi iktidarın yargısını istemiyoruz. Keyfi davranan yargı istemiyoruz. Hukuku üstün tutan, adalet dağıtan, güvenilir bir yargı istiyoruz. En önemlisi, bunu güvenceye alacak bir sistem istiyoruz.

11. Türkiye Barolar Birliği olarak somut çözüm önerilerimiz hazırdır. Yıllar önce tüm siyasi partilere ve milletvekillerine sunulmuştur.

12. Türkiye Barolar Birliği, yargının en üst kurumlarından biridir. Siyasi partilerin tamamına eşit mesafededir. Dün olduğu gibi bugün de; 80 milyon vatandaşımızın güvencesi olacak, siyasi görüşü, mezhebi, inancı, etnik kökeni, cinsiyeti, cinsel yönelimi ne olursa olsun her vatandaşımızı ortak paydada buluşturacak bir adalet sistemi için herkesi kucaklayarak çalışmaya devam etmektedir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
(http://www.barobirlik.org.tr/Detay77678.tbb)

Türkiye Barolar Birliği
====================================
Dostlar,

AKP = RTE’nin HSK OPERASYONU GAYRIMEŞRUDUR VE GERİ ALINMALIDIR

Açıklamayı son derece dengeli, yerinde ve doğru içeriklendirilmiş buluyoruz.
Katılıyoruz istemlerin tümüne.
AKP = RTE‘nin bu vazgeçilmez istemleri dikkate almasını ve gereklerini yerine getirmesini istiyoruz.
Ancak bu o denli kolay değil… 16 Nisan deli saçması halkoylaması yetmezmiş gibi bir de sonuçlarına Anayasal bir kurum ve kararları kesin olan YSK tarafından hile katılarak tersine çevrilince Türkiye de alt üst oldu..
Onarımı kolay değil ama zorunlu..
AKP = RTE‘nin kendiliğinden geri adım atacağını hiç ama hiç ummuyoruz..

  • Açıkça söyleyelim bir kez daha               :
  • 16 Nisan halkoylaması sonunda yapılan ve bir bölümü yürürlük alan Anayasa değişiklikleri meşru değildir!
  • Türkiye, meşru olmayan bir anayasa ile yönetilmemelidir, yönetilememelidir; bu ciddi bir rejim bunalımı doğuracaktır ve mutlaka düzeltilecektir.
  • 34 üyeli HSYK yine AKP tarafından 12 Eylül 2010 anayasa değişikliği halkoylaması sonunda oluşturulmuştu. Bu sırada FETÖ “ölülere bile oy kullandırın” buyurmuştu ve gereği yapıldı; yargı FETÖ’ye AKP eliyle teslim edildi / FETÖ tarafından ele geçirildi.
  • Ardından, kumpas davaları hız kazandı ve FETÖ’nün AKP=RTE’ye 17-25 Aralık operasyonu başlatıldı…

Şimdilerde FETÖ’den rövanş alınarak “AKP Yargısı” yaratılmak isteniyor HSK ile.
Oysa Yargı hiç kimsenin, hiçbir kurumun, organın… güdümünde olmamalıdır.
Halkoylaması öncesi 13 üyeli yeni HSK önerisi çok eleştirilmiştir. Bizzat Erdoğan TV’lerdfe kendisinin 4 üye atayacağını söylemiştir. Oysa Adalet Bakanı ve Müsteşarı da HSK üyesidir ve bu 2 kişinin Erdoğan tarafından belirlenmediği asla söylenemez! Üstelik Bakan HSK Başkanıdır ve yokluğunda Müsteşar Başkanlık etmektedir Kurula. Kalan 7 üye de RTE’nin Genel Başkanı olduğu AKP’nin TBMM’deki salt çoğunluğu nedeniyle hiç kuşkusuz AKP yandaşı, RTE’nin işaret ettiği kişiler olacaktır. Nitekim MHP’ye 1 üye rüşveti dışında HSK böylece oluşturularak yargının beyni tümüyle ele geçirilmiştir. Sonra da yukarıdan aşağıya operasyonlara girişilmiştir..

15 üyeli Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 12 üyesi de doğrudan Cumhurbaşkanınca seçilecektir!
Oysa Yüksek Yargı kendi içinde HSK – AYM üyelerini bağımsız – tarafsız biçimde oluşturabilir.

Tablo budur, tarafsız – bağımsız yargı yıkılmıştır ve kimsenin aklıyla alay edilmemelidir.

HSK, son anayasa değişikliğinin en kritik maddelerinden belki de ilkidir ve 18 madde içinde 3 Kasım 2019 seçimlerini beklemeden yürürlüğü düzenlenmiştir. Anayasa değişikliği oylaması YSK tarafından hukuk dışı biçimde tam kanunsuzluk ile tersyüz edilerek Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra 1 ay içinde HSK operasyonu RTE tarafından tamamlanmıştır. 2. önemli değişiklik, partili Cumhurbaşkanlığı sistemidir ve Erdoğan 21 Mayıs 2017’de AKP Genel Başkanı seçilmiştir; apaçık tek adamdır ancak demokrasi kişiler değil kurumlar rejimidir!

Tüm bunlar şekil olarak belki hukuka uygundur ama öz bakımından kesin olarak hukuk dışıdır. Kaldı ki usul esasa egemendir; şekil bakımından da 16 Nisan 2017

  • Anayasa değişikliği yok hükmünde sakattır; yoklukla maluldür, keenlemyekündür!!

Bir biçimde ve hızla bu gayrımeşru anayasa değişikliğinin iptal edilmesi zorunludur.

İşler iyice arap saçına dönmeden, yaratılan rejim bunalımı ülkeyi çökertici düzeyde derinleşmeden soruna çözüm getirilmelidir.

  • AKP = RTE’nin geri adım atması ka-çı-nıl-maz-dır!…  

Sevgi ve saygı ile. 25 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Fatih ALTAYLI : Eksiğimiz bilim mi – cihat mı?

Eksiğimiz bilim mi – cihat mı?

Fatih ALTAYLI
HABERTÜRK
Gazetesi, 22.7.17,

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Olacağı buydu. Sonunda “cihat” Milli Eğitim’imizin müfredatına girdi. Şöyle bir soru sorsam, ne cevap verirsiniz?

“İslam ülkelerinin cihatçı eksiği mi var, yoksa bilim insanı eksiği mi?”

Ya da şöyle sorayım isterseniz :

  • İslam dünyası “lanetlediği” Batı medeniyeti karşısında yeterince cihatçısı olmadığı için mi
    geri durumda, yoksa yeterince bilim üretemediği için mi?

Bu soruya vereceğiniz yanıt, müfredatta neye ağırlık vermeniz gerektiğinin de yanıtı olacaktır.

Eğer yeterince cihatçı Müslüman olmadığı için İslam dünyası “tek dişi kalmış canavarın” o tek dişi tarafından yıllardır ısırılıyor, canı acıtılıyor ve kendi topraklarında huzura muhtaç yaşıyorsa müfredatı baştan sona “cihat”la donatalım.

Bununla yetinmeyelim, cihat kursları, cihat gece okulları açalım.
Hatta TÜBİTAK’ı kapatıp yerine bir CİBİDAK’ı kuralım.

Yok eğer İslam dünyasının tek dişi kalmış canavara yem olmasının nedeni bilimde geri kalmış olmamızsa o zaman müfredatımızı da ona göre şekillendirelim. Eğer eksiğimizin gerçekten “cihat” olduğu düşünülüyorsa o zaman adına ister DEAŞ, ister ISIS deyin, o örgütle de savaşmayı bırakalım. Tam aksine tamamını Türkiye’ye çağırıp eğitmen ve öğretmen yapalım. Yine de açık kalırsa Taliban’dan buraya beyin göçü yapalım. Ne de olsa onlardan daha âlâ cihatçı mı bulacağız.

GÜVENLİK ASLINDA GÜVENSİZLİK Mİ? 

Herhalde bir 10 yıl önce falan yazmışımdır kişilerin en büyük sorununun “bireysel güvenlik” haline gelmeye başladığını ve bunun da “demokrasi ve insan hakları ihlallerini” beraberinde getirecek güvenlikçi rejimlere neden olabileceğini. Gerçekten sadece biz değil, pek çok gelişmiş demokrasi de bu ikilemle karşı karşıya.

Kişilik hakları ve bireysel özgürlükler mi, yoksa aşırı güvenlikçi politikalar mı? İnsanlar öyle bir noktaya doğru itiliyor ki, “Canın mı, özgürlüğün mü?” ikilemiyle karşı karşıya kalıyor.

Taksilerde uygulamasına geçilen “kayıt” meselesi de böyle bir sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Bir yandan güvenlik endişesi, diğer yandan özel hayat, kişilik hakları. Takside hem sesli hem görüntülü kayıt altına alınıyorsunuz. İyi mi, kötü mü? Takside rahat konuşamayacaksın, öpüşemeyeceksin, koklaşamayacaksın, sevgilinle binemeyeceksin, siyasetten bahsedemeyeceksin, gizli konulardan söz edemeyeceksin, nereye gittiğin, kiminle gittiğin devletin elinde bilgi olarak bulunacak ve daha onlarca sakınca.

Buna mukabil (AS : karşılık) bir güvenlik hissi olacak. Hangisini tercih edersiniz?
Zor soru. Basit yanıtı, “Korkacak bir işi, bir ayıbı olmayan niye çekinsin?” olacaktır.
Ama iş hiç de öyle değil.
Mesela şöyle düşünün, bu kayıtlar birkaç sene önce başlasaydı, bugün muhtemelen FETÖ’nün elinde bir koz olarak yer alan unsurlardan biri olacaktı.
Böyle bir durumda da “güvenlik” zannettiğiniz şey aslında çok büyük bir güvenlik sorunu haline gelecekti. Bu uygulamayı başlatanlara sormak isterim, yarın öbür gün bir örgütün veya bir cemaatin elinde böyle kayıtlarınızın olmasını ister misiniz?
==================================
Dostlar,

Sayın Fatih Altaylı’ya “Eksiğimiz bilim mi – cihat mı?” sorgulaması için teşekkür ederiz.
Bu sitede çok yazıldı sorun… Bir kez daha uyaralım :

  • Milli (Dini!?) Eğitim Bakanlığı Müfredatı’nda cihat = din için savaş eğitimi” verilmesi
    AKP = RTE ve Türkiye için bir siyasal intihardır.Bu Yönetmelik, yol yakınken, okullar açılmadan geri çekilmelidir..
    Umar ve dileriz ki; Danıştay Anayasaya, öbür mevzuata, hukuka, insan haklarına, uluslararası andlaşmalarımıza…. hepsine ama hepsine açık seçik aykırı bu Yönetmeliği iptal eder (OHAL nedeniyle yürütmeyi durdurma kararı verilemiyor..) ve AKP de yasa çıkararak üstüne üstüne gitmekten vazgeçer.. İç – dış sorunlar boğucu düzey ve ağırlıkta.

Sevgi ve saygı ile. 25 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Güngör Mengi : Kafamızdaki ‘Neden’ soruları!

Kafamızdaki ‘Neden’ soruları!

Güngör Mengi
VATAN Gazetesi, 23.07.2017  
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye’de her gün öyle beklenmedik olaylar, gelişmeler oluyor ki sanırım birçoğumuz artık bunları gördükçe ilk tepki olarak “Neden” sorusunu soruyoruz. Neden böyle bir karar verildi, neden şeffaflık yok, neden iç ve dış politika hep gerilim üzerinde yürüyor gibi…
Birkaç gün önce Washington’da düşünce kuruluşu “Partilerüstü Politika Merkezi”nde Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden sonraki 1 yılın değerlendirildiği bir panel düzenlendi. Bu panelde konuşmacılar “Darbe girişimiyle ilgili hala çok sayıda soru işareti bulunduğunu, Türk hükümetinin darbe girişimine dair ciddi bir inceleme yürütmediğini, özellikle 15 Temmuz sonrası baskıların arttığını” vurguladılar.
İfade özgürlüğü
Mc Cain Enstitüsü’nden bir konuşmacı “Türkiye’de kaos ve korku ortamının arttığını” söyledikten sonra “Hiç kimse birbirine güvenmiyor.
* Cumhurbaşkanı veya hükümete en küçük eleştiri yöneltenler ‘casus, terörist ya da darbe planlayıcısı gibi yakıştırmalarla’ karşılaşıyor” dedi.

– Gazete(ci)lerin mesleklerini icra edemez hale geldiği,
– ifade özgürlüğü – hukukun üstünlüğü gibi ilkelerin kaybolduğu konuşuldu.
Batı ülkelerine kızdığımız konular var, örneğin Suriye ve Irak’ta ABD ve diğerlerinin PYD-PKK’ya verdikleri destekle bu terör örgütlerinin “Türkiye aleyhinde olacak şekilde güçlendirildiği” bu konulardan biridir. Ancak… Ülke içinde “demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet” gibi konularla Ortadoğu politikası ayrı ele alınmalıdır.
Sorular cevaplanabilir
Örneğin; Türkiye’de önemli ölçüde bir “hukuk, adalet, demokrasi” sıkıntısı yaşandığını
ve bu sorun nedeniyle milyonlarca insanın “Adalet yürüyüşü” yaptığını unutmamalıyız.
Biz Batı’ya “15 Temmuz’da beklenen tepkiyi vermediniz” diye kızarken onların
* “15 Temmuz’la ilgili soru işaretleri çözülmedi” sorusunu da dikkate almalıyız.
Bu soru işaretlerini “Meclis’te tartışarak, muhalefetin sorularını cevaplayarak çözmek” gayet kolaydır ve olayın tarihe doğru aktarılması için şarttır.
AB ile ilişkilerimiz referandum öncesinde “toplantı izni” nedeniyle bozulmuş, Almanya’nın İncirlik’ten çekilmesiyle devam etmişti, şimdi de farklı konulardaki gerilimlerle sürüyor.
Diplomasi ile…
Büyükada’da insan hakları aktivistlerinin yaptığı toplantıda biri İsveçli, biri Alman iki kişinin de tutuklanması bizi “Türkiye- Almanya ilişkilerinin tamamen kopması” noktasına getirdi.
Almanya, turizm ve yatırımlardan başlayan ve Türk ekonomisine büyük zarar  verecek yaptırımlar açıkladı. Neyse ki dün Almanya ve Türkiye Dışişleri Bakanları “krizi medya yerine diplomasi ile yönetmek” üzerinde görüş birliğine vardılar.
Dış politikada fevri çıkışlar genellikle “Öfkeyle kalkan zararla oturur” sözünü doğrulayacak sonuçlar yaratır ki biz de bunu sıkça yapıyoruz.
Televizyon programlarında yapılan;
– “AB olmasa da olur”,
– “Biz kendi kanunlarımızı kendimiz yaparız” gibi yüzeysel yorumların gerçeklerle ilgisi yoktur.
==============================
Evet dostlar,

Kıdemli ve ılımı yazar Sn. Güngör Mengi’nin aklına takılan sorular ve kendisinin verdiği “makul” yanıtlar.. Çok sakin, çok olgun, yumuşak ve sorumlu bir dille..

Dileyelim AKP = RTE de benzer yumuşak, olgun, ayrıştırmayan – ötekileştirmeyen, asla fevri olmayan, öfkeyi bir hitabet sanatı görme ilkelliği ve zavallılığından…. uzak, ADALET- HUKUK temelli, insanı en ortaya koyan… bir sağduyulu çizgiye yaklaşır…

İlk iş MÜFREDAT’taki dinci – kinci – çağdışı – cihatcı değişikliği geri almak..
Sonra OHAL’i bir daha uzatmayacağını açıklamak ve bu son 3 ayda özellikle kendi içindeki FETÖ’cüleri tasfiye etmek… OHAL’in yaralarını hızla sarmak..
Maltepe meydanında milyonlarca yurttaşın oylayarak oybirliği ile benimsediği 10 temel isteme duyarlı olup adımlar atmak…
TBMM’yi çalıştırıp muhalefetle demokratik ilişkiler içinde olmak..
…………….
………………….
Gerçekte zor değil ve AKP’nin 15 yıl önceki köklerine dönmesi demek bu!
Neydi 3 temel YYY hedefi??

1. Yoksullukla savaş
2. Yolsuzlukla savaş
3. Yasaklarla savaş..

Her 3’ünde de tam ters kutuba sürüklendiğini ve bu Donkişotvari gidişin akıl içre olmadığı, sürdürülemeyeceği….
AKP = RTE tarafından artık görülmeli.. Zaman – iklim – sabur… tükenmek üzere.

Sevgi ve saygı ile. 25 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ahmet SAY : Rütbeler söküldü – madalyalar alındı

Rütbeler söküldü – madalyalar alındı

Ahmet SAYAhmet SAY, 18 Temmuz 2017, EVRENSEL

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yeniden bir “OHAL Dönemi” yaşıyoruz. Son OHAL Kanun Hükmünde Kararnamesi, geçen haftanın sonunda, 14 Temmuz 2017 günü yürürlüğe girdi ve bu “kararname” ile 7348 kişi işten atıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan 418, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 2303 ve Sağlık Bakanlığı’ndan 789 kişinin işine son verildi. Kara Kuvvetleri’nden 181, Deniz Kuvvetleri’nden 180, Hava Kuvvetleri’nden 185 asker atıldı. Üniversitelerden ise aralarında profesörlerin de olduğu 302 akademisyenin yanı sıra, üniversitelerin idarî kadrolarından da 54 kişi ihraç edildi. İçişleri Bakanlığı’nda işine son verilen 31 kişi arasında, eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da vardı. Silahlı Kuvvetler’den emekli olmuş 342 emeklinin ise rütbeleri söküldü.

Bütün bu az görülür işlemlerin yanı sıra, daha önce KHK’lerle işten atılan 312 kişi n’oldu dersiniz? Bu 312 kişi, görevlerine iade edildi! “Demokrasi” dediğin böyle işler: Eğriye eğri, doğruya doğru! Alın size bir örnek: Kapatılan derneklerden (ve Başbakan Binali Yıldırım’ın hemşerilerinden oluşan) Erzincanlı Sanayici ve İşadamları Derneği yeniden açıldı!

Peki, firari sporculardan Hakan Şükür ve Arif Erdem’in madalya ve nişanlarının alınmasına ne demeli? Hatırlayın: Hakan Şükür, millî takımda attığı ve attırdığı gollerle 2002 yılında Devlet Üstün Hizmet Madalyası almıştı! Hakan ayrıca, 2002 Dünya Kupası’nda bronz madalya kazanmıştı. Çünkü futbol millî takımımız, bu turnuvada Güney Kore’yi 3-2 yenerek dünya üçüncüsü olmuştu, hatırlarsınız belki…
*
Eğitimcilerimiz Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın, açlık grevinde kritik eşiği aşarak hayatla olan bağlarının her gün biraz daha koptuğunu, dünyanın bütün vicdanlı insanları kaygıyla izlerken CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Zeynep Altıok, bu iki eğitimcinin göreve bir an önce iade edilmesini istedi ve Türkçe konuşmasına karşın, bazı insanların anlayamayacağı bir cümle kurdu:

“Yaptığımız bu çağrı, siyasi bir çağrıdan öte, evrensel insan hakları kriterlerince sâbit bir hak ve âcil bir insanlık çağrısıdır.”

CHP’li Sezgin Tanrıkulu ise KHK ile işten atılan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Meclis araştırması açılmasını istedi.

Umarım bütün bunlar için “Artık çok geç” demeyiz. Bizim bildiğimiz temel ilke çok yalın ve açıktır:

İNSAN HAYATINDAN DEĞERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR!
====================================
Dostlar,

Belki 2 aydır web sitemizin manşetinde tutuyoruz 2 masum eğitim emekçisinin hepimize ders olması gereken dramını.. Dile kolay, 138 gün oldu bu gün (23.7.17). Bu 2 genç insan 4 ay 18 gündür açlar! Salt şekerli – tuzlu su ve B12 vitamini alıyorlar Wernicke-Korsakoff sendromuna karşı. Beden ağırlıkları neredeyse yarıya indi. Ciddi ağrıları, kas güçsüzlükleri var. Ziyaretçilerine tekerlekli sandalye ile gelmek bile çok güçleşti..

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, açlık grevindeki bu 2 hüküm giymemiş masum insanın gözaltına alınma nedenini DHKP-C üyeliği olarak açıkladı ve daha önce de birkaç kez gözaltına alındıklarını, sabıkalı olduklarını açıkladı. Oysa hem CHP hem de Nuriye ve Semih’in avukatları hemen savcılıktan sabıka kaydı çıkardılar ve adli sicillerinin temiz olduğunu kanıtladılar..

Şimdi biz İçişleri Bakanı, üstelik soyadı da Soylu olan kişinin bu davranışını nasıl niteleyeceğiz tazminat – ceza davasına muhatap olmadan ? Bu iftira değil de nedir???

Hep yazdık, bir kez daha yazalım.. 138 gün, ölme yatan açlık grevcisi için son derece uzun ve önemli bir süredir. Her an her türlü olumsuz ve geri dönüşümsüz sonucun eli kuşağındadır.
Bu 2 masum genç insanın kalıcı olarak engelli kalması ya da ölmesinin sorumlusu doğrudan iktidardır. Vicdan azabından nasıl kurtulacaklar?

Yapılacak “insani” iş bellidir. Güvenlik tedbiri ile serbest bırakıp işlerine iade etmek..
Çok kıdemli bir öğretim üyesi hekim olarak söyleyelim; hemen yoğun ve uzun süreli bir tıbbi sağaltıma (tedaviye) alınacaklardır, ruhsal – bedensel ve sosyal esenlendirmeye (rehabilitasyona) alınacaklardır. Göreve eylemli olarak başlamaları aylarca olanaklı olmayacaktır. Bu sürede de yargılamaları bitirilebilir. Aklanırlarsa (berat ederlerse) ne ala… Değilse yaptırımı görürler..

Şimdi AKP = RTE‘yi ve yargıyı, en yüce değer İNSAN YAŞAMI – ONURU bağlamında adım atmaya bir kez daha çağırıyoruz.. 2 genç ve masum insanın katili olmasınlar istiyoruz.. Unutulmasın, yargılamanın da temel işlevi ADALETİ gerçekleştirmektir. Bu 2 masum genç insan engelli kalır ya da ölürse adaleti gerçekleştirme olanağı asla kalmayacaktır.

Vakit kritik vakittir.. Tez elden adım atmak gerekir. Mevzuat, bu 2 insanın tutuksuz yargılanmasına elvermektedir :

  1. Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı
    bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA)
    md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
  2. Anayasa md. 104 (ilgili fıkra : “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,”

Cumhurbaşkanının kesinleşmiş cezası olan hükümlüleri bile af yetkisi varken, henüz tutuklu olanlar için de bu yetkisinin her 2 seçenekte haliyle var olduğunu kabul edilmektedir..

Hatadan dönmek erdemdir, irfandır. AKP = RTE‘nin olumlu – olgun bir kararı ülkemize
derin bir nefes aldıracak, muazzam boyutlara erişen gerilimi epey hafifletecektir.

Akıldan çıkarmayalım; zulüm asla tek yanlı bir işlem değildir, zulmedeni de tüketir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroğlu : 15 TEMMUZUN FATİHİ

15 TEMMUZUN FATİHİ

Rifat Serdaroğlu

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır…)

Bir insanı hiç tanımasam da konuşmasam da o kişide beni rahatsız eden bir şey varsa onunla tanışmamaya, konuşmamaya gayret ederim. Bu huyumu bir türlü düzeltemedim. Fakat ne hikmetse bir kere hariç hiç yanılmadım! Benim için tarihi nitelikte olan o yanılgıyı aşağıda anlatacağım. Haz etmediğim, davranışlarından konuşmalarından rahatsız olduğum kişilerden biri de Fatih Terim’dir. Kabalığı, cehaleti, görgüsüzlüğü konuşma tarzı “Milli Takımlar Sportif Direktörü” olmaya uygun değildir. Bir Şenol Güneş’e bakın bir de Erdoğan’ın adamı AKP’li Fatih’e, ne demek istediğimi anlarsınız! Fatih Terim’in son karıştığı dükkân basma olayı maalesef beni doğrulamıştır. Bu terbiyesizliğin üstüne yaptığı basın toplantısında söyledikleri ise bu kanaatimi pekiştirmiştir.

Olayın olduğu an niçin konuşmamış ve kaçmış biliyor musunuz? Olay tarihi 15-16 Temmuz’a denk gelmiş! Konuşup 15 Temmuz kutlamalarını gölgede bırakmamak için susmuş Fatih Terim! Kendi terbiyesizliğini, saygısızlığını, yasaları çiğnemesini 15 Temmuz’un arkasına saklamayı tercih etmiş! Ne 15 Temmuzmuş be! Fatih Terim dükkân basar, adam dövmeye gider fakat dayak yer, “erkekliğin onda dokuzu kaçmak, biri ise hiç görünmemek” kuralına uyup vınnn!
3 gün sonra 15 Temmuz için sustum der!

İleride 15 Temmuz’un üstündeki örtü kaldırıldığında, Hulusivil-Fidan iş birliği ile sahnelenen tiyatronun gerçeğini, Tayyip-Gülen iş birliğinin esas yüzünü, kendi insanının üzerine kurşun sıkan istihbaratçıları, mafya tetikçilerinin nasıl adam öldürdüklerini, CIA uşaklarının gerçek yüzlerini göreceğiz.

Eyy Fatih Terim; Zerre kadar Türk Milletini düşünüyor isen durma, tüpçü ile konuş ve istifa et…

TANSU ÇİLLER;
Erbakan’ın Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, 28 Şubat davası için hâkim önünde ifade verdi! 7,5 saat süren ifadesinden Türk Devletini ve Türk Milletini hala tanıyamadığını bir daha anlıyoruz. Çiller özetle şunları söyledi;
-28 Şubat, Postmodern bir darbedir.
-28 Şubat’ta Milletin iradesi, başka bir iradeye teslim edilmiştir.
-Genelkurmay Başkanı bize değil, Cumhurbaşkanı Demirel’e bilgi verirdi.
-DTP’yi kurup, DYP’yi parçaladılar.

Çiller’in dediklerinin hiçbir kıymeti olmadığını herkes bilir ama ben bir daha ve yeniden doğruları sizlerle paylaşmak isterim!
-28 Şubat, 2002’den bu yana Türkiye’yi ele geçirmeye çalışan “Karşı Devrim’i” engellemek, Lâik Cumhuriyeti ve hukuk devletini korumak, emperyalist devletlerin oyununu bozmak için yapılan bir direniştir.
– “Ben Atatürk’ün ürünüyüm” diye Türk Milletinden oy alan Çiller, milli iradeyi başka bir iradeye teslim eden kişidir. Malvarlığı için Refah Partililerin kendisi için neler söyledikleri hala arşivlerde mevcuttur. Kendisine “HIRSIZ” diyenlerle iktidar ortağı olan Çiller hem milli iradeyi hem Lâik Cumhuriyeti, “Müslüman Kardeşlerin” Başkan Vekiline teslim etmiştir.
-Genelkurmay Başkanı, Başbakana değil de Cumhurbaşkanına bilgi veriyorsa problem sizdedir. Kendisini saydırmasını bilmeyen kişinin devlet yönetiminde işi yoktur.
-DYP’den bizler bilerek ve isteyerek ayrıldık. Çünkü başka çaremiz kalmamıştı. Ayrılış gerekçelerimizi defalarca ve saatlerce hem Çiller’in yüzüne hem DYP TBMM Meclis Grubuna hem de DYP Genel İdare Kuruluna anlattık.
“Erbakan’ı Başbakan yaparsanız, o hükümeti yıkarız” diye haykırdık.
Dediğimizi de yaptık. Bize ne Demirel ne askeri kesimden herhangi biri bu konuda hiçbir şey söylemedi, söyleyemezdi. Demokratik rejimin doğal kuralları içinde Refahyol’u bizler yıktık. Bugün de Çiller’in yurtdışı yatırım danışmanlığını yaptığı Erdoğan Hükümetini, demokratik rejim içinde yıkacak çalışmanın içindeyiz. Bunun için her gün yazıyoruz, vatanımızı, demokrasimizi, lâik Cumhuriyetimizi ve hukuk devletini savunuyoruz! Fakat bu işleri Çiller’in kafası ve gönlü almaz…

Mahkeme Çiller’e şu soruları da sormalı;
Malvarlığınız TBMM Komisyonunda hangi anlaşma karşılığında aklandı?
-Amerika’daki malvarlığınızı “Şehit Ailelerine” bağışlayacaktınız. Bağışladınız mı?
-İstanbul Belediyesi sizin arazileriniz üzerinde nasıl bir imar uygulaması yaptı?
-DYP’nin nasıl parçalandığını, AKP’nin önünün size nasıl açtırıldığını
“Has Adamınız” Süleyman Soylu’ya, Susurluk olayının baş sorumlusu yine
“Has Adamınız” Mehmet Ağar’a, Erkan Mumcu’ya ve sık-sık başbaşa görüştüğünüz Fethullah Gülen’e sorun. Nasıl bir emperyalist oyuna alet olduğunuzu belki anlarsınız…

Tansu Çiller, siz benim için tarihi bir yanılgısınız. Sizden de ileride hesap sormak benim boynumun ve benim soyumun borcudur…

Sağlık ve başarı dileklerimle. 21 Temmuz 2017
====================================================
Dostlar,

MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ CİHAT İLANI İLE
“ŞAH MAT” HAMLESİ Mİ??!

Sayın eski Sağlık Bakanı Rifat Serdaroğlu‘ndan çok çok önemli bir yazı daha paylaşmalıyız…

Özellikle şu dizelere bakar mısınız???

  • İleride 15 Temmuz’un üstündeki örtü kaldırıldığında, Hulusivil-Fidan iş birliği ile sahnelenen tiyatronun gerçeğini, Tayyip-Gülen işbirliğinin esas yüzünü, kendi insanının üzerine kurşun sıkan istihbaratçıları, mafya tetikçilerinin nasıl adam öldürdüklerini, CIA uşaklarının gerçek yüzlerini göreceğiz.

Bu korkunç gerçeklerin hızla, gecikip – oyalanmadan ortaya çıkarılmasını istiyoruz.
Elinde bilgi – belge olan namuslu – vicdanlı herkesi hemen göreve çağırıyoruz.
Özellikle Anamuhalefet Partisi CHP’nin Sn. Serdaroğlu ile hemen ilişkiye geçmesini diliyoruz.
Sn. Serdaroğlu’nun yazdıkları kanıtlanırsa Türkiye’de her şey yeni baştan çatılacak!
Sn. Serdaroğlu’nu da hesaplaşmayı “ileride” yerine günümüze çekmesini istiyoruz..
*******
AKP = RTE iktidarının daha fazla sürmesi artık pek olanaklı gözükmüyor..
Bir kez iktidar süresi demokratik bir rejim için olağanın çok dışında uzadı.. 15 yıl tek başına iktidar çok uzun bir süre ve gelişmiş Batı ülkelerinde pek görülmüyor..

İkincisi iktidarın pek çok uygulaması saydam – açık değil ve her tür denetimin dışında.
Kamuoyu denetimi yok, yönetsel iç-dış denetim yok, yargı denetimi yok, medya denetimi yok. ulusal ve uluslararası bağımsız kuruluşların denetimi yok… Sayıştay’ın mali denetimi yok, TBMM’nin siyasal denetimi yok…

Oysa hukuk devletinin ilk koşullarından biri, İdarenin her türlü işlem ve eyleminin yargı denetiminde olmasıdır.

Sayılan denetim süreçleri üzerinden hesap sorulabilmesi ve hesap verebilirliktir.
Bunların olmadığı yerde her türlü yasa dışı, hukuk dışı karanlık işler olabilir, olmaktadır!
Ayrıca AKP iktidarı apaçık Cumhuriyet’e savaş ilan etmiştir son Eğitim Müfredatı değişikliği ile.. Evrimi = Bilimin özünü bütünüyle, Atatürk’ü ve Cumhuriyet tarihimizle devrimleri iyice silerek yerine CİHAT – UKUBAT – MUAMELAT – ŞERİAT – PEYGAMBER – DİN – DİN – DİN… koymuştur..

  • Bu açıktan Cumhuriyet’e meydan okuma ve “ŞAH MAT” hamlesidir.

Anayasaya (Başlangıç, md. 2, 24, 42, 174…), hukuka, uygarlığa, çağdaşlığa, uluslararası anlaşmalara, insan haklarına, akla ve bilime, sağduyuya, demokrasiye, laikliğe.. ve salim insan vicdanına aykırı olan söz konusu müfredat değişikliği çırılçıplak CİHAT İLANIDIR…

Nitekim bir AKP’li vekil, “Cihat dinin çadırıdır, cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yoktur..” diyebilecek ölçüde ileri gitmiş ya da kendinden geçmiştir :

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi için hazırlanan müfredat taslağında 9. sınıf öğrencileri için ‘cihat’ konusuna yer verilmesini değerlendiren TBMM Eğitim Komisyonu’nun AKP’li üyesi Ahmet Hamdi Çamlı,

  • Namaz dinin direğiyse, cihat çadırdır. Direksiz çadır bir işe yaramaz.
    Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok
    dedi.CHP Milletvekili Metin Lütfi Baydar ise “Milis yetiştirip bu milislerle dünyaya savaş açmak mı istiyorlar?” diye duruma tepki gösterdi. (http://www.mynet.com/haber/guncel/akpli-vekil-cihat-bilmeyen-cocuga-matematik-ogretmenin-faydasi-yok-3160616-1)

Bu Yönetmelik der-hal geri çekilmelidir!
Hemen Danıştay’a taşınmalı ve iptal edilmelidir.
AKP de artık orada durmalı, bir adım daha asla atmamalıdır.
Artık yeter, anlıyor musunuz, artık yeter!

Sevgi ve saygı ile. 23 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com