Etiket arşivi: AKP – RTE

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ: 2017-2018 ÖĞRETİM YILI BAŞLARKEN

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ’nden…

2017-2018 ÖĞRETİM YILI BAŞLARKEN…

Bu “Müfredat” Bir Eğitim Programı Değildir!

Nazım Mutlu ile ilgili görsel sonucu

Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı
Ankara, 16.09.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır…)

Temmuz ortasında açıklanan ve yeni öğretim yılına girerken toplumun geniş kesimlerinde tartışması süren, 50’yi aşkın dersle ilgili ayrıntılar ortaya çıktıkça kamuoyu gündeminden düşmeyeceği anlaşılan yeni müfredat”, bir eğitim programı değildir!

Başta Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz olmak üzere Bakanlık yetkilileri ve iktidar partisi sözcülerinin inandırıcılıktan yoksun söylemlerle ve ısrarla savunmaya çalıştıkları “yeni müfredat”, olsa olsa (15 yıldır yapılageldiği gibi) bir siyasal partinin ülkeye giydirmeye çalıştığı deli gömleğinin yeniden dikilenidir. Bu, daha uzun süre iktidarda kalmak için bütün kozlarını tüketen gerici – karşıdevrim yapılanmasının yeni yol haritası, her denileni sorgulamadan kabullenen seçmen yetiştirme tüzüğü, biat kültürünü pekiştirme kılavuzu olabilir; ama bir eğitim programı olamaz.

Çünkü gün geçtikçe ülke ihtiyaçlarıyla bağdaşmadığı daha çok ortaya çıkan söz konusu belge; laik ve bilimsel eğitim anlayışına; Cumhuriyet değerlerine açılan bir savaş manifestosudur. İçeriğiyle bilimi eğitimin dışına iten, öğrencilerimizi çağdışı davranış kalıplarına dökmeye çalışan; hazırlanış biçimiyle ise bilimsel tutumla bağdaşmayan söz konusu programın okullarımızda yürürlüğe konması, milyonlarca çocuk ve gencimize yapılabilecek en büyük kötülüktür ve ne yazık ki iktidar bunu yapmakta kararlı görünmektedir.

5 yıl önce yürürlüğe konan 4+4+4 yasasıyla ülkenin dokusunu kendi ideolojisine göre dönüştürmeye çalışan iktidarın zor ve güç kullanarak tutumunda ısrar etmesinin sonucu şu olacaktır: Gericiliği derinleştirmek, özelleştirmeciliği atağa kaldırmak.

Bu durumda bizim; bilimsel, laik ve aydınlanmacı-halkçı eğitimden yana güçlerin yapması gereken de bellidir: Bu anlayışla, bu programla sonuna dek mücadele etmek. Yeni öğretim yılına bu görevle giriyoruz.

2017-18 öğretim yılına girerken eğitimimizi gericileştirme yolunda atılan hızlı adımların doğurduğu olumsuz sonuçlardan bir başkası, özel okulculuğun, kolejciliğin ivmesini yükseltmesidir. Son bir yıl içinde 1777 özel okulun açılması, ülkemizi bekleyen bir başka tehlikenin somut göstergesidir. Özel okulların eğitim içindeki payı %15’lere ulaşmıştır. İmamhahipçilikteki – dinselleşmedeki artış, geleceğe ilişkin kaygıları artan laik, bilimsel eğitimden yana olanları tuzağa düşürmektedir. Özel okullarda söz konusu programlar geçerli değilmiş gibi ve bu yolla yakın geçmişte nasıl bir tehlikeyle karşılaştığmızı unutursak duyarlılığımız yanlış zeminlerin oluşmasına neden olacaktır. Öyleyse bu anlamda da yapmamız gereken, devlet okullarına sahip çıkmak ve oralarda yaşanan sorunlara örgütlü biçimde müdahale etmektir.

Yeni dönemde, yılların birikimiyle süregelen sorunlardan biri de hem nicelik hem nitelik açısından öğretmen sorunudur. Nitelik aşınması, yetişen kuşaklarda sonucunu göstermektedir. Milli Eğitim Bakanının okullarımızda 81 bin öğretmen ihtiyacı bulunduğuna ilişkin açıklaması, ama bu sayının neye göre bulunduğunun bilinmemesi, gerçeğin üstünü örtmektedir. Çağın gerektirdiği sınıf mevcutlarına göre hesaplandığında, Sayın Bakanın verdiği sayının en az iki katı öğretmene gereksinim olduğu görülecektir. Özellikle büyük kentlerdeki Milli Eğitim Müdürlüklerinin yaz aylarında başlattıkları ücretli öğretmen arayışı bunu göstermektedir. Atama bekleyen 350 bin öğretmen adayı, her şey bir yana, bu politikalar nedeniyle oluşan psikolojik hastalıklarla boğuşur durumdadır.

Yönetici atamada izlenen yollardan mülakatla sözleşmeli öğretmen alımına, sınav skandallarından adeta sopayla imamhatipleştirmeye dek yaşanan yığınla sorun, yalnız eğitim kamuoyunun değil, 80 milyonumuzun el koymasını beklemektedir. İktidarın, MEB’in yarattığı sonuç ortadadır: Ufuksuzluk, başarısızlık, umutsuzluk, çözümsüzlük…

Görevimiz: Kesintisiz mücadele. Kolay gelsin.
=====================================
Dostlar,

AKP’nin bu son saldırısı şimdiye dek, 15 yıldır yapageldiği gözükara – pervasız Cumhuriyet – ATATÜRK – bilim – laiklik – özelleştirme… ülkeye ve halkımıza düşmanlıklarının en ciddisidir. Deyim yerinde ise AKP = RTE, eğitim sistemini tümüyle imamhatipçi = gerici – yobaz – çağdaşlık karşıtı – mürit hatta cihatçı yetiştirecek bir ilkelliğe – karanlığa çekerek;

Cumhuriyet’e “ŞAH MAT” hamlesi yapmaktadır.

Değerlendirmemizde hiç abartı olduğunu düşünmüyoruz.
Bu bağlamda yazdığımız makale sitemizde.. Erişkesi manşet sayfasında. Lütfen tıklar mısınız..

MİLLİ EĞİTİMDE DİNCİ – ŞERİATÇI MÜFREDAT GERİ ÇEKİLSİN
MÜFREDAT DEĞİŞİKLİĞİ CİHAT İLANI İLE “ŞAH MAT” HAMLESİ Mİ??!

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği Genel Başkanı sevgili dostumuz eğitimci Sayın Nazım Mutlu‘nun yazdıklarını tümüyle paylaşıyoruz.

Gündemdeki en ciddi sorun budur..
Tüm Türkiye bu acımasız saldırıya direnmelidir.
AKP = RTE, hiç acımadan kendi tabanına da bu kötülüğü yapmaktadır..
İmamhatiplere doldurulan milyonlarca öğrencinin geleceğini de “OY” adına, sorgusuz “oy deposu” na dönüştürme ereğiyle mahvetmektedir. Son üniversite giriş sınavlarında İHL mezunu 220 bini aşkın öğrenciden 40 bini yükseköğrenime yerleşebilmiştir. Seçilen yerlere yerleşme ölçütünü bir yana bırakarak, kaba başarı oranı %20’nin altındadır ve öbür liselerin çooook gerisindedir.

İHO bitiren öğrenciler için de TEOG’da dökülme görüyoruz..
Bu panikledir ki AKP = RTE önceki gün bir özel TV’de, anayasal yetkisi olmamasına karşın TEOG’un kaldırılmasını istedi.. Ülkemizdeki nitelikli kamusal liselere (Galatasaray, İstanbul Lisesi, Kabataş Lisesi, Fen Liseleri…) ortaokul bitiren yüzbinlerce öğrenciden nasıl seçim yapılacaktır? Erdoğan’ın önerisi ile okul notlarına dayalı sıralama olanaksızdır. Erdoğan’ın Ölçme-Değerlendirmede de son derece yetersiz olduğu görülüyor. Ama O’nun derdi, İHO (imamhatip ortaokulu) bitiren yavrularımızın perişan dökülüşünü örtmek – engellemektir. Keza ülkemizde son derece nitelikli yerli-yabancı paralı – özel Liseler var. Bu okullara velilerin önemli ödemeleriyle birlikte kabul edilen “birkaç yüz” çok parlak öğrenci nasıl belirlenecektir TEOG gibi bir ciddi bir ölçme – sıralama sınavı olmaksızın??

AKP = RTE bu batak yoldan geri dönmelidir.

Çıkmaz sokaktır ve Türkiye artık bu denli deli saçması dayatmayı da sineye çekecek değildir. Her şeyin bir sınırı olmak gerekir. Kaldı ki, yukarıda adını – erişkesini verdiğimiz yazımızda ayrıntılı değindiğimiz üzere (Erdoğan’ın dediği gibi “üzre” değil, “üzere”.. Türkçemizde “üzre” diye bir sözcük yok!) söz konusu eğitim – öğretim programı değişikliği (müfredat sözcüğü de yanlış!) yasalara, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası andlaşma – sözleşmelere, Anayasaya pek çok bakımlardan aykırıdır. Dileriz, Danıştay hızla, Yönetmelik iptalini gerçekleştirir.
Bu kez AKP bir OHAL KHK’sı ile inatla diretecektir.
Ne yazık ki, Anayasa Mahkememiz kendini yok saydığından, sonrasında iç hukuk yolu yok.
AİHM kapısını çalmak gerekecek.. Zaman alacak elbette hepsi ülkeye yıkım, yitirilen kuşaklar.. Çok yazık çooooooook.. AKP = RTE’yi insafa – vicdana çağırmak bir işe yarar mı acaba??
Hiiiç sanmıyoruz.. Kavgadan hiç kaçmadık diyor Erdoğan tüm öfke patlamasıyla.. Bu ne hınçtır, Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’ne neden bu denli büyük hatta sonsuz alerji duymaktadır?? İşimiz çok zor ama asla teslim olmayacağız..
Zorunlu din dersleri hakkında AİHM’nin verdiği kesinleşmiş birkaç kararı da AKP = RTE ne yazık ki uygulamadı. Bu da sabıka defterinde kocaman bir leke – suç olarak duruyor..

Halkımız; öğrencileri – öğretmenleri – velileri ile bu çağdışı dayatmaya direnecek ve kadük duruma eylemli olarak (fiilen, de facto) düşüreceklerdir. Yapılan; tümü ile illegal, gayrımeşru ve temel insan hak ve özgürlüklerine aykırıdır.

Okullar yarın açılıyor.. 18+ milyon çocuğumuzun, ülkemizin geleceğidir laik – bilimsel – karma – sorgulayıcı – kamusal eğitim; asla vazgeçmeyeceğiz!

  • Bu vahşete direnmek insan hakkı – onuru gereği ödevdir ve sonuna dek meşrudur.

Sevgi ve saygı ile. 17 Eylül 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ulusal Eğitim Derneği Üyesi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ’in TEOG için MEB’na yazdığı yazı..

TEOG_icin_MEB’e_yazi_20.09.2017

 

Bilkent Şehir Hastanesi’ne 23.4 milyar TL kira ödenecek!

Bilkent Şehir Hastanesi’ne 23.4 milyar TL kira ödenecek!

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 13.9.17

(AS : Aynı konuda 2 ardışık makaleye katkımız yazıların altındadır..)

Ne vakit, şehir hastaneleri veya otoyol köprü projeleri dolayısıyla, Hazine’ye yüklenen borca değinsem, AKP’ye gönül verdiğini düşündüğüm güzide okurlardan, ya yakası açılmadık küfür, ya da “inşallah öl” kabilinden tepkiler alıyorum. 
Fakat bir de samimiyetle inanamayanlar var. Okuduğunuz yazı onlar için.
***
Uğruna ODTÜ ormanı, içindeki canlılarla birlikte katledilen Bilkent Şehir Hastanesi’ne (BŞH) Sağlık Bakanlığı’nca yılda 340.6 milyon TL kira ödeyeceğini yazdım dün.  Az yazmışım. 
Şehir hastanesi projelerinin tümünde (şimdilik 30) kira sözleşmelerinin 25 yıllık olduğu gerçeğinden hareketle bu tutar sabit olamazdı tabii. 
Sağ olsunlar; hekim Prof. Kayıhan Pala ile iktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek ayrı ayrı dikkatimi çektiler. (Her iki isim de konuya uzman gözüyle bakan önemli yazılar kaleme almış bulunuyor. Prof. Pala bianet’te. Prof. Emek, kişisel blogunda.) 
Sözün özü: Dünkü yazıda paylaştığım 340.6 milyon TL’lik yıllık kira bedeli, BŞH ihalesinin yapıldığı 2011 yılı rakamını yansıtıyor. (Bu tutara şirketin, görüntüleme, otopark temizlik vs gibi alanların işletme geliri dahil değil.)
***
Evet: Bilkent Şehir Hastanesi için Dia Holding’e 25 yılda ödenecek kira bedeli 23.4 milyar TL. O da ŞİMDİLİK. 
Sağlık Bakanlığı’nın 2017 yılı bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken, komisyon üyesi vekillere dağıtılan “Paranın Değeri -Analiz Yaklaşımı” belgesinde, bakanlığın BŞH müteahhidine ödeyeceği kiranın 2043 yılına dek uzanan projeksiyonu yer alıyor.

2019’da 419 milyon TL 
340.6 milyon TL başlangıç tutarı dedik. Ödemeler 2019 yılından başlayarak 419.2 milyon TL ile başlıyor. Bir sonraki yıl (2020) Sağlık Bakanlığı bütçesinden ödenecek kira tutarı 448.5 milyon TL’ye çıkıyor. Bizzat Sağlık Bakanlığında hazırlanmış bu belgede, yıllık kira tutarının, “kullanım bedeli” ve “hizmetler” diye iki ayrı bileşenden oluştuğu görünüyor. 
Fakat ilginçtir, 25 yıl boyunca artarak ödeneceğini gördüğümüz kira tablosunda dönem sonuna (2043) gelindiğinde 23.4 milyar TL yazması gereken toplam hanesinde 4 milyar 13 milyon TL yazıyor. Neden diye sorarsanız, cevap, “bugünkü değer”miş.

Hangi ülkenin enflasyonu 
Bakanlık analiz tablosunda, her yıl artan bir enflasyon hanesi de var. Fakat % 1’lik, 1.15’lik oranları görünce bunun Türkiye’deki enflasyon “olmadığı”nı anlıyorsunuz. 
Muhtemelen projeye kredi veren finansörlerin, küresel düzeyde aradığı standarda karşılık gelen bir enflasyon oranı bu. (Köprü projelerinde mesela, Hazine’ce şirkete ödenecek gelir farklarında ABD enflasyonu uygulanıyor.) Sonuçlardan  biri şudur:

– Şehir Hastaneleri’nin “bu milleti” nasıl borçlandırdığını parti medyasında okuyamazsınız
.
– Ne hastanelerin yapıldığı arazilerin müteahhide bedava verildiğini,
– ne Sağlık Bakanlığının o hastanede çeyrek yüzyıl kiracı olacağını,
– ne bu hastaneler açılınca şehirdeki hastanelerin kapanacağını. 


Sabah akşam gazetemiz için, 10.5 aydır tutuklu olup hâlâ tahliye edilmeyen arkadaşlarımız için duruşma sürerken dahi tetikçilik yapan parti bültenlerinde hiçbirini göremezsiniz bunların. 

Onlar size bu hastanelerde doktorların “ginger” ile hastasına gideceğini, odaların beş yıldız konforunda olacağını yazar da, hastanelerin kent merkezine 20 km uzakta olduğunu, doktorun ginger kullanmasının hastanenin, Hazine’den daha çok para çekmek için özellikle devasa planlanmasından kaynaklandığını söylemezler. 
Böyledir güzel ülkemizde 12 Eylül’ün yıldönümündeki “gazetecilik”.
================================

Şehir Hastanesi denilen…

Çiğdem Toker
Cumhuriyet
, 12.09.17

 

ODTÜ ormanı Ankara’nın akciğeri sayılırdı. İki gece önce -di’li geçmiş zaman oldu. Ankara’nın ciğerleri, “bu millet”e sağlık dağıtacak diye inşa edilen şehir hastaneleri uğruna katledildi. Yıkım, kesilen ağaçların sayısıyla ölçülemez. Melih Gökçek’in fotoğraflarını “yol açtık” diye gururla paylaştığı alanda biz taammüden öldürülmüş bir ekosistem görüyoruz. Varlığı, yaşamını sürdürmesi o ormanın varlığına bağlı binlerce canlıyı yani. Gökçek’in gülüşüne bu sonuç da dahil.
***
Siyasal İslamcıların ağaç sevgisizliğiyle yeni tanışmıyoruz. Bu sevgisizliği maskeleyen “hizmet” diye dikte ettikleri ama Hazine borcunu torunlara devredilen rant projeleriyle de. Denizli’de yaşadığım lise yıllarımda, önünden her gün geçtiğim ve Delikliçınar Meydanı’na adını veren çınarların, ne tesadüf ki yine bir gece kesilmesi AKP belediye dönemine rastlar. Denizlili Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci de iyi hatırlar.
***
Ormanı yok etme gerekçesi, Bilkent Şehir Hastanesi (BŞH) açılınca artacak trafiğe yol açmak diye açıklanıyor. Tabii bu yolun, sağında solunda yeni rantlara “yol olacağı” da herkesin bildiği sır. Yine de biz şimdi, görünürdeki “şehir hastanesi” gerekçesine bakalım. Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yaptırılan şehir hastanelerindeki “kamu”, sadece isimde. Ülkenin dört bir yanında açılan/inşa edilen şehir hastaneleri Hazine’yi tahminlerin ötesinde bir mali cendere altına soktu.
Bir kere Sağlık Bakanlığı bu projelerde kiracıDevletin, müteahhide tahsis ettiği arazinin sahibi olmasına rağmen bir de. Her biri 25’er yıllık, 30’a yakın şehir hastanesinde kimileri 2043 yılına kadar kadar sürecek bir kiracılıktan bahsediyoruz.
***
Ankara’ya birbirine yakın ölçekte iki şehir hastanesi yapılıyor. Biri Bilkent, diğeri Etlik’te. İsimlerini semtlerinden alıyor. Toplam yatak sayısı 7500 dolayında olacak 2 devasa hastane bittiğinde, -“şehir hastanesi” adını, konumlarıyla asıl hak eden- merkezdeki hastaneler kapatılacak. Bunu ben değil Etlik Şehir Hastanesi’nin ÇED Raporu (9. sayfa) söylüyor.

“Etlik ESK’nin faaliyete geçmesi ile
 kapanacak olan hastane sayısı 6 olarak öngörülmektedir (…) Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dr. Abdurrahman Yurtasan Ankara Onkoloji, Sami Ulus Pediatri, Zekai Tahir Burak Kadın Hastalıkları, Ulucanlar Göz ve Ulus Devlet hastaneleri. Ayrıca proje sahasındaki 2 hastane de Etlik ESK işletmeye geçtiğinde kapanacaktır. Bu hastaneler, Zübeyde Hanım Kadın Doğum Hastanesi ile Dışkapı  Polikliniği”

340.6 milyon TL kira
Sağlık Bakanlığı’nın Türk Tabipleri Birliği ile bu yılın başındaki görüşmede paylaştığı bir belge var: “Paranın Değeri Analiz Yaklaşımı-Bilkent Şehir Hastane Örneği.
Belgeye göre BŞH’ye Sağlık Bakanlığı’nın ödeyeceği kira 340 milyon 616 bin 21 TL ile başlıyor. Enflasyona göre “güncellenecek” bu kira, hastaneyi yapan Dia Holding’e 25 yıl boyunca ödenecek. (Dia Holding, 3. köprüyü yapan iki ortaktan İbrahim Çeçen’in oğlu Murat Çeçen’in kurduğu şirket. Tek değil, eski röportajlarda Murat Çeçen’in “üniversite arkadaşı” olduğu belirtilen Azeri işadamı Hassan Gozal ile kurduğu bir holding. )
BŞH için hep “Avrupa’nın en büyüğü” deniyor. Kolay değil tabii en büyük olmak. Şehrin akciğeri ormanlar katlediliyor, başkent merkezinde ulaşımı çok daha kolay köklü hastaneler kapatılıyor, o bölgedeki canlılığı, ekonomiyi, esnafı, sosyal yaşamı bitirme pahasına.
Yer bitti. Sürdüreceğim.
================================
Evet dostlar,

Değerli yazar Çiğdem Toker, çooook önemli akçalı yazılar yazıyor ve sorguluyor..
Şehir hastanelerini de.. Biz de yakaladığımız ölçüde web sitemizde paylaşıyor ve yorumlarımızı ekliyoruz. Yukarıda 12 ve 13 Eylül 2017 günleri ardışık 2 yazısını paylaştık.
Bu site okurları konuyu artık iyi biliyorlar.
‘Şehir hastaneleri’ diye taratsalar, karşılarına 10’dan az yazı çıkacağını sanmıyoruz sitemizde..

  • ”Hazine borç stokunun bu yılın ilk yarısında 58 milyar TL artış gösterdiğini ve 817 milyar TL’ye ulaşarak rekor bir büyüme içerisinde olduğunu vurguluyor. Bu rakama Kredi Garanti Fonu (KGF); otoyollar, Sağlık Bakanlığı’nın garantili kiracı olduğu şehir hastaneleri gibi ahbap-çavuş kapitalizminin (crony capitalism) ana unsuru olan kaynak transferlerinin dahil olmadığını da hatırlatalım. Dolayısıyla, kamunun borçlanarak büyümesi devam ederken, TÜİK’e göre kamunun harcamaları düşüyor; yatırımlar artıyor ama artan şeyin teknolojiye, üretkenliğe olan yatırımlar değil, doğayı katleden inşaat ve konut yatırımlarına yöneldiğini izliyoruz. Bu tarz spekülatif büyüme ivmeleri istihdam yaratmadığı gibi, enflasyonist baskıların da sürmesine ve Türkiye’nin gerek işsizlik (özellikle genç işsizlik) ve enflasyon göstergelerinde OECD ülkeleri arasında en kötü göstergeleri sergilemesine neden oluyor.”

Yukarıdaki paragraf, şehir hastaneleri vb. büyük ölçekli (makro) rant projelerinin (talanların!) mali anatomisini ve fizyolojisini pek güzel açıklıyor.. Prof. Erinç Yeldan‘ın 13.9.17 günlü Cumhuriyet’teki ‘Milli Gelir Hesapları’ başlıklı makalesinden.

AKP = RTE nasıl durdurulacak? Bu çılgın bodoslama sürükleniş nereye varacak?
Özellikle AKP’li sağduyulu kesimlerin yıkımı görmeleri gerekiyor artık. AKP kesiminden yazar Ahmet Taşgetiren’in, Zafer Çağlayan’ın rüşvet kol saatinin ve yolsuzluğunun ‘‘milli mesele” kalkanıyla örlütmeye çalışılmasına isyanı hoştur ancak yeterli midir?

Unutulmasın, AKP = RTE ne denli kutuplaştırıp bölmeye çalışsa da aynı gemideyiz..
Biz soruyoruz çok net olarak :

  • Kamunun borcu olağanüstü artmayı sürdürüyor ancak kamu yatırımları azalıyor.. O zaman garip – gurebadan toplanan bu vergiler nereye gidiyor? Hangi legal ya da illegal işleri finanse ediyor ve nereye dek bu bezirgan düzeni sürdürülebilir?? Sistem çöktüğünde ilk altında kalacak AKP = RTE değil midir??

    Kamu – Özel ortaklığı, pek çok ülkede büyük kamusal zararlarla çöktü.. İngiltere, Brezilya, Meksika gibi.. Ama Batı Emperyalizmi AKP’yi acımasızca bu sınanmış süreçte kullanıyor. Çoook hazindir ama bir kez daha sorarak yazalım :

    – Devlet, kimin sopalı tahsildarı olmuştur halkının sırtında;
    AKP = RTE bu yaman tuzağın ayırdında mıdır, yoksa bilerek mi misyon üstlenmişlerdir??

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

NECATİ DOĞRU: Dişleme!

NECATİ DOĞRU: Dişleme!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)
Tümgeneral Mehmet Dişli 15 Temmuz’da darbecilerin yanında yer aldığı suçlamasıyla tutuklandı. Cumhurbaşkanı da kalktı onun büyük kardeşi Şaban Dişli‘yi ekonomi baş danışmanı yaptı. Bu haber üzerine iktidar yağcılığı için her gün uyarım kollayan yazarlar; “Gördünüz mü adalete saygılı lideri… Suç kişiseldir, kardeşi bağlamaz, Reis adalet dersi verdi” diye 3-4 gün yazı döktürdüler. İnsan beyni böyle işliyor:
Uyarımı alıyor. Ona göre hatırlıyor.
Benim beynim ise, “adalete ne kadar da saygılı cumhurbaşkanımız var, ne mutlu bize” diye gevşeyip rahatlayamadı. Bendeki beyin nedense hep gerilimli işliyor.
9 yıl önceki uyarımı hatırladı. 9 yıl önce VATAN Gazetesi’nde “Arsa Dişleme” diye bir yazı yazmıştım. İşte o yazı:
* * *
“Arsa dişleme!”
Eski hortumcular laik ve Atatürkçü geçiniyorlardı. Atatürkçülüğün arkasına saklanarak; sıfır kuruş para, sıfır kuruşluk emekle bir gecede 10 milyon dolar, 20 milyon dolar, 100 milyon dolar vuruyorlardı. Hortum büyükse! Rüşvet irileşiyordu.
Halk uyandı, laik hortumcuların hesabını seçim sandığında kesti. Şimdi “dişleme” var.
Arsa dişleme! Arsa dişleme hortumculuğa çok benziyor. Şablon aynı. Götürücüler değişti. Laikler gitti, yerlerini her fırsatta Allah’ın adını ağızlarından eksik etmeyen ve “durmak yok çalışmaya devam” diyen dini bütünler aldı.
Arsa dişleme nedir? Arsaya diş nasıl atılır?
Cepten bir kuruş çıkmadan, taş atıp yorulmadan bir arsa bir gecede 13 milyon dolar değere çıkarılıp, Türkiye’nin perakende piyasasına “diş atmaya gelmiş yabancı sermaye şirketine” nasıl satılır? Bizim gazete VATAN’ın Yayın Koordinatörü Atilla Güner ile ekibinin temiz bir gazeteciliğin “halk uyansın” diye yazdığı “Beş Kuruş Harcamadan 10 Milyon Doları Vurdular” haberini okuyun.
İşte “Arsa Dişleme” odur.
Yabancı şirket gelmiş. Büyük market kuracak. Ona büyük arsa lazım.
Büyük arsa bulunur: 3.4 milyon dolara anlaşılır. Bankaya gidilir, kredi alınır, köylünün imar görmemiş arsası sahibinden kapatılır. İktidar Partisi AKP’nin yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden imar planı değiştirilir ve arsanın değeri bir gecede 13 milyon dolara çıkar, yabancı şirket TESCO‘ya satılır. Bu işin bitirilip tamamlanmasından sonra Başbakan’ın (o zaman Tayyip Erdoğan) adamı ve Cumhurbaşkanı’nın (o zaman Abdullah Gül) parti arkadaşı AKP Milletvekili ve partinin ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli‘ye iş bitiriciliğinin karşılığı olarak 1 milyon dolar ödeme yapılır.
Arsa dişleme tamamlanır.
Belgeler açıklanıyor. Dişleme, geliyor, geliyor. En tepeye ulaşıyor…”
(13 Ağustos 2008 VATAN Gazetesi-Necati Doğru)
* * *
Tam 9 yıl önce böylesine bir “arsa dişleme” işine adı karıştığı ve bu da basında o zaman muhalefet yapan VATAN’da belgeleriyle yazıldığı için ekonomiden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli parti görevinden uzaklaştırmıştı. 9 yıl sonra “metal yorgunluğunu” gidersin diye Şaban Dişli Cumhurbaşkanı’na ekonomi baş danışmanı yapıldı.
Metal yorulmasına eski dişleme!
Benim beyin böyle işliyor. Kuşkusuz suç, kişiseldir!
Günün sorusu : SARAY AHIR OLMALI!
Daha önce Kemal Kılıçdaroğlu “İktidara gelirsek Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı üniversiteye (ODTÜ’ye) vereceğiz” demişti. Arkadaşlarıyla beraber yeni bir parti kurma hazırlığında olan Ümit Özdağ da “ İktidar olursak sarayı üniversite yapacağız” sözünü veriyor. Orman Çiftliği’ni Atatürk, millete emanet edip “tarım ve hayvancılığımızın gelişmesine katkısı olsun” diye Hazine’ye bağışladığına ve saray da Atatürk Orman Çiftliği tarımsal arazisi üzerinde kurulduğuna göre, ahır yapılması daha uygun olmaz mı? (SÖZCÜ, 03.09.2017)
========================================
Dostlar,
Sayın Necati Doğru‘nun SÖZCÜ‘deki yazıları son günlerde daha da bir nitelik kazandı. Türkiye’deki soygun – talan, DİN – DİNCİLİK maskesiyle acımasız ve ölçüsüz sürdürülüyor. Öyle ki, ülkenin serveti büyük ölçüde el değiştirdi ve laik kesimden dincilere aktarıldı.
Dişli – Dişili skandalı, öyle Ceza Hukukunun bir ilkesinin ardına saklanarak örtülemez!
AKP = RTE‘nin tükenişine ilişkin somut kanıtlardan biridir. Politikacı Dişli gerçekten ”dişli” çıkmıştır ve sahip olduğu ”sırlar” nedeniyle bir tür eylemli (de facto) dokunulmazlık kazanmıştır. Kardeşi Tümg. Dişli ”şimdilik FETÖ’den tutukludur.. Hele biraz sabır, Allah büyüktür bizim balık belekli toplumumuzda.. Politikacı Dişli AKP’deki Ekonomiden sorumlu MYK üyeliği (eski Genel Bşk. Yrd.) gibi kritik bir görevden alınmıştır..
Haydi biz de 1 kezlik ”yandaş basın” aklıyla (!?) yazalım..

– Reis, aslında politikacı Dişli’yi akıllıca tasfiye etti.. Doğrudan görevden alsa idi AKP ve kamuoyunda büyük gürültü çıkabilirdi.. Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığına çekerek ustaca kızağa alındı..

Bakalım ağabey Dişli’nin sahip olduğu kritik bilgiler, Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Başkanı tutuklu Tümgeneral Mehmet Dişli’yi kurtarmaya yetecek mi? Bir de TBMM’de dokunulmazlığını kaldırmayı isteyen fezleke hala, aylardır, bekletilirken..

Bir de, FETÖ ile böylesine didişen bir gazete olan SÖZCÜ‘nün FETÖ‘cülükle ilişkilendirilmeye kalkılması var.. 2 yazarı 3 ayı aşkın zamandır hapiste! Yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasına bundan ala örnek mi olur? Gökmen ve Mediha salıverilmeli, gerçekte yargılanması gerekenlerden şimdilik vazgeçelim; hiç olmazsa tutuksuz yargılanmalıdır. Ama AKP‘yi kesmez.. Karşıtları susturmak için az gelir tutuksuz yargılama..
Biraz hatta epey, en iyisi olabildiğince zulüm gerek!

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Gülmen, “Kendime gelince serumu çıkartıp atacağım, yine açlık grevine gireceğim”

‘Zorla müdahale’ ile tehdit edilen Gülmen:

”Kendime gelince serumu çıkartıp atacağım!”

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Avukat Ayşegül Çağatay, 167 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen‘in ışığa karşı hassasiyetinin arttığını, derisinde dökülmeler olduğunu kaydetti. Zorla müdahale’ ile tehdit edilen Gülmen, “Kendime gelince serumu çıkartıp atacağım, yine açlık grevine gireceğim” dedi.

[Haber görseli]167 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça, “zorla müdahale ile tehdit ediliyor. Derileri dökülmeye başlayan direnişçilerden Gülmen,

  • “Ben her şeyi, açlık grevini bile unutsam, bize yapılan bu zulmü unutmayacağım.
  • Kendime geldiğim an o serumu yine çıkartıp atacağım,
  • yine açlık grevine gireceğim taleplerim kabul edilene kadar..”

    diyerek duruma tepki gösteriyor.

Akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça ilgili avukatları Ayşegül Çağatay bilgi verdi. Sincan Cezaevi Kampus Hastanesi’ne yaptığı ziyaret sonrası Gülmen ile Özakça’nın “zorla müdahale” ile tehdit edildiklerini söyleyen Çağatay, Gülmen’in

  • “Ben her şeyi, açlık grevini bile unutsam, bize yapılan bu zulmü unutmayacağım. Kendime geldiğim an o serumu yine çıkartıp atacağım, yine açlık grevine gireceğim taleplerim kabul edilene kadar.” dediğini belirtti.

    Gülmen’in ışıktan rahatsız olduğunu aktaran Çağatay, “Derilerinde dökülmeler oluyor, çok inceldi derileri ve kuruyor. Her gün duş almaları gerekiyor, yatak yaraları oluşuyor. Deri döküntüleri için de yağ sürmeye çalışıyorlar. Kitaplarla ilgili sorunlar hâlâ mevcut ayrıca daha önce daha düzenli verilen gazeteler şu anda gardiyanların keyfi uygulamaları nedeniyle düzensiz veriliyor” diye konuştu.

Bir tek ”Cumhuriyet”

Direnişçilerin avukatlarından Ebru Timtik, Seyr-i Sabah’a Gülmen ile Özakça’nın hareketlerinin yavaşladığını, onun dışında günlük performanslarının iyi olduğunu söyledi. Timtik, “Daha çok yatakta ya da bir yerden bir yere giderken sandalye ile yapıyorlar bunu. Ancak şu anda bulundukları yer çok küçük bir hücre. İçinde tuvaleti bulunan hastanenin hücrelerinde kalıyorlar. Bu yüzden sandalye kullanamıyorlar” diyerek durumu aktardı.

Refakatçi onayının verilmesinin ardından Semih Özakça’nın annesi Sultan Özakça ve Nuriye Gülmen’in kardeşi Beyza Gülmen’in yanlarında refakatçi olarak bulunduğunu söyleyen Timtik, “Bunun savaşını çok verdik ve birkaç gündür bunu sağlayabildik ancak. Bu aradan geçen zaman içinde yalnız kaldılar. Günlük gazeteleri ve televizyonları var. İçeriye girebilen en muhalif gazete Cumhuriyet gazetesi, onun dışında politik yayınların hiçbirinin içeriye girmesi mümkün değil.” dedi.

İktidar kabul edecek

Timtik, AKP iktidarına karşı kazanım elde edilemeyeceği uyarısında bulunanlar için “Dünyada bütün kazanımlar nihayetinde bu tip eylemler sonucunda olmuştur. İktidarlar elbette sıkışırlar, elbette halkların geniş taleplerine cevap vermek durumunda kalırlar. Yoksa biz demokratik hak kazanımına inanmazdık. Bu zamanın sonunda iktidar onların taleplerini kabul edecek, umuyorum” yanıtını verdi.
********
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın avukatları gözaltına alındı

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevlerinin 169. gününde açıklama yapmak isteyen avukatları gözaltına alındı.

[Haber görseli]Tutuklu eğitimciler Gülmen ve Özakça için OHAL Komisyonu‘nun hizmet verdiği binanın önünde avukatlar ve doktorlar tarafından yapılmak istenen açıklamaya polis saldırdı. Doktor ve avukatlar, OHAL Komisyonuna yaptıkları başvuruların ‘derhal görüşülmesi’ talebiyle komisyonun çalıştığı binanın önündeydi. Halkın Hukuk Bürosu’nun gözaltılarla ilgili sosyal medyadan yaptığı açıklama şu şekilde:

– Büromuz avukatları Ayşegül Çağatay, Ebru Timtik, Didem Ünsal ve stajyer Avukat Naim Eminoğlu Ohal Komisyonu önünden gözaltına alındı. (Cumhuriyet web sitesi, 24.8.17)
=====================================
Dostlar,

Eyyy AKP! NURİYE ve SEMİH’in KUL HAKKINI ÇOK ÇİĞNEDİNİZ : 
Huzur-u Mahşerde Sizi Yüce Tanrı Bile Asla Bağışlamayacak!

Bu dram, öncesi (işten atılma!) bir yana, bir insan ve hekim olarak 169 gündür yüreğimizi yakıyor. Sitemizin manşetinden kaldıramıyoruz bu yakıcı sorunu. Her gün, açlık grevinin = HAK İÇİN ÖLÜME YATIŞIN bilmem kaçıncı günü olduğunu ellerimiz titreyerek ‘güncelliyoruz’ (!?). Her gün 1 sayı daha büyüyor açlık grevinin = HAK İÇİN ÖLÜME YATIŞIN süresi.. Nereye dek? He gün içimiz ürpererek Nuriye – Semih haberlerini arıyoruz basında.. Acaba, acaba??!!

İlgimizin elbette açlık grevinin = HAK İÇİN ÖLÜME YATIŞIN 169. gününde bu direniş eylemini inanılmaz bir azim, sebat, kararlılık, devrimci inanç ve dayanç ile sürdüren 2 genç masum insanın etnik kökenleri ile, açıkçası Kürt oluşları ile zerrece ilgisi yok. Böylesine bir ölçü / ayrımcılık / damgalama çok utandırıcı ve insanlık dışı olurdu hiç ama hiç kuşku yok!

Açlık grevindeki insanların istemleri dışında zorla beslenmeleri Uluslararası İnsan Hakları metinlerine göre suçtur.

Hep yazıyoruz, kamil – olgun insan inat etmez, kin tutmaz, hoşgörülü ve bağışlayıcıdır. Bu nitemler (sıfatlar) iktidarlar – ülkeyi yöneten devlet adamları için kezlerce geçerlidir ve keyfe keder olmayıp bağlayıcıdır. Örn. Anayasalar Devlet Başkanlarına kesin hükümlü de olsa kimi yurttaşları belli koşullarda bağışlama yetkisi tanır. Niyedir bu düzenlemeler?? Toplumsal huzur, barış, hoşgörü, dayanışma…. içindir.. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda bu değerlere gereksinimi öylesine çok ki! İktidar bunları gör(e)miyor olamaz! Kör şeytan aklımıza ”kasıt” olasılığını getiriyor.. Bunun da sorumlusu iktidar!

AKP = RTE sık sık Şeyh Edebali’nin güzelim sözünü yineliyor :

  • İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın!

Semih ve Nuriye insan değil mi?? Onlar suçsuz – günahsız ölür ya da sürekli
biçimde engelli kalırlarsa –ki bu olasılık tıbben halen çok yüksektir, her geçen gün de risk hızla büyümektedir– Şeyh Edebali’nin sözü çiğnenmiş olmaz mı?

Eyyyy AKP iktidarı; bu sözünüz de takiyye mi?
Yani halkı aldatmak, ”oy” için yapageldiğiniz gibi mi??

Kör inadı bırakın; evladınız yaşındaki 2 genç insanın yaşamı, sağ kalırlarsa gelecekleri, onurları ile oynamaya derhal son verin! Sonuçlardam siz sorumlu tutulacaksınız.. Bu 2 masum genç insanın katili olmayın!

Zulüm ile kimse abad olmamış, rezil -rüsva olmuştur.

Avukatlarını, doktorlarını bile yaka – paça gözaltına alıyorsunuz. OHAL de bahaneneniz.

Hiç ama hiç unutulmasın : Açlık grevleri üreten hukuk düzeni insan haklarına aykırıdır.

Dünya Hekimler Birliği’nin (WMA) Tokyo Bildirgesi’nin 5. maddesi açlık grevindeki mahkumların zorla beslenmemesini özel koşul olarak kabul etmiştir.

  • “Bir hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim, beslenmeyi gönüllü olarak reddetmenin yol açacağı sonuçlar üzerinde kişinin tam ve doğru bir yargıya varacak yetenekte olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından hükümlüye anlatılması gerekir.” (Açlık grevi yapan tutukluları zorla beslemek çözüm müdür?)

”Bağımsız hekimler” Ankara Tabip Odası ya da Türk Tabipleri Birlği’nin görevlendireceği doktorlardır; Sincan Cezaevi Hastanesi’nin devlet memuru hekimleri tek başına zorlanabilirler nesnel karar almada..

Dünya Hekimler Birliği’nin (WMA) Malta Bildirgesi,
”Oruç tutan mahkumun insanlık onuruna saygı duyma”
yı öngörür.

Ayrıntılar için sitemizin manşetinde 4 yazının erişkeleri (linkleri) var..

CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA (13.12.2004 tarih 5275 sayılı) md. 82/2’de yer alan dünenlemeyi zorlamayınız..

(2) Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, ……. hayatî tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhâl hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbî araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır…

Bu içerik hem ”hükümlüler” içindir ki, Nuriye – Semih halen tutuklu yargılanmaktadırlar, haklarında hüküm kurulmuş değildir; hem de her 2 durumda yukarıda açıklanan Dünya Hekimler Birliği Bildirgelerine aykırı düşecektir..

Geliniz; hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA (13.12.2004 tarih 5275 sayılı) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle sağlanan olanağı ge-cik-me-den kullandırınız :

”…hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike
oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

******
Suçlarınız öyle katmerlendi ki, öylesine ağır – ölçüsüz – vicdansızca kul hakkı yediniz ve yemektesiniz ki;

  • Huzur-u mahşerde sizi Yüce Tanrı bile asla kurtaramayacak!

Sevgi ve saygı ile. 24 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İLK HEDEFLER BEYANNAMESİ

İLK HEDEFLER BEYANNAMESİ

Necdet SARAÇ

Necdet SARAÇ
ABC Gazetesi

http://www.abcgazetesi.com/ilk-hedefler-beyannamesinin-tam-zamani-7904yy.htm

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

……. “artık yeter” diyen bütün çevreleri kapsayacak bir “İlk Hedefler Beyannamesi”  ciddi bir ihtiyaçtır.  Bu “beyanname” bir “Kurucu Meclis” mantığıyla, adaletli, laik ve demokratik bir Türkiye perspektifini içermeli, yüzü sola dönük, net ve anlaşılır olmalıdır:

• AKP ile Cumhuriyetin temel değerleri ve ilkelerimiz üzerinden hiçbir pazarlığa girmeyeceğiz. Bu çürümüş sisteme ve “Parti Devleti Düzenine” son vereceğiz!
Bu düzeni değiştireceğiz, ülkeyi demokratikleştireceğiz. Parlamenter sistemi güçlendireceğiz. Seçim barajını kaldıracağız. Kuvvetler ayrılığını yeniden oluşturarak, yargıyı bağımsızlaştıracağız. “Özel Mahkemelerin” aldığı bütün kararları yeniden yargıya taşıyacağız! Adaleti sağlayacağız!
Türkiye’yi özgürlükler ülkesi yapacağız! Sorunlar karşısında baskıcı, kısıtlayıcı, otoriter değil, özgürlükçü yöntemleri tercih edeceğiz!
Kürt meselesini açık-şeffaf ve barışçıl yöntemlerle, eşit yurttaşlık (AS: Yurttaşların eşitliği olmalı, aşağıda açıkladık..) temelinde çözeceğiz! Tüm toplumsal grupları çözümlere ortak edeceğiz!
• Bütün ayrımcılıkların, ötekileştirmelerin panzehiri olan laikliği hayata geçireceğiz!
• Bütün yurttaşları kucaklayacak, yoksulluğu ve işsizliği çözecek sosyal refah devleti inşa edeceğiz! Kamuculuğu, kooperatifleşmeyi ve dayanışmayı öne çıkaracağız!
• Eğitimde eşitliği, laikliği ve bilimi öne çıkaracağız! Özelleştirmeye son vereceğiz!
Sağlık hizmetlerinin tümünü parasız hale getirerek parası olanların şifa bulduğu parası olmayanların ölüme terk edildiği düzene son vereceğiz!
Barınma ihtiyacının bir hak olduğunu, bu doğrultuda tüm toplu konut kurumlarımızı öncelikle yoksul insanların barınma sorununu çözmeleri için görevlendireceğiz!
• Yayılmacı ve maceracı olmayacağız. “Yurtta barış, dünyada barış” diyeceğiz. Ortadoğu Barış Konferansı’nı toplayacağız. Irak’tan, Suriye’den, Katar’dan askerlerimizi geri çekeceğiz. Savaştan kaçıp gelen Suriyelilere “insan” muamelesi yapacağız!
………….
======================================
Dostlar,

Yukarıdaki dizeler sevgili Necdet Saraç dostumuzun..
CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ADALET YÜRÜYÜŞÜ‘nün bitmesine birkaç gün kala yazılmıştı (05.07.2017). CHP’ye bir öneriler demeti sunmaktaydı CHP’nin köklerinden hareketle. Ancak 10 maddelik Maltepe Bildirisi okundu yürüyüşün bitimini izleyen ertesi gün, 9 Temmuz 2017’de…

Bu büyük – görkemli – tarihsel yürüyüşün 3 temel teması HAK +HUKUK + ADALET idi.

Kamuoyunda yarattığı dev enerjinin sönümlenmemesi, AKP = RTE‘nin o olumlu rüzgarı kıracak propagandasına izin verilmemeli! Toplum istim hatta diken üstünde.. Bu sorumluluk da tümüyle CHP’nin olamaz.. Zaten ADALET YÜRÜYÜŞÜ’nün kurumsal sorumlusu tek başına CHP değil, bu 3 değere susamış tüm toplum kesimleriydi. İstimin soğutulmaması gerek.

Önemli bir düzeltme de yapmak zorundayız                     :

  • “Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuki-siyasi olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır. Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır.

    (Basın duyurusu, 27.09.2013, Prof. Dr. Birgül AYMAN GÜLER CHP İzmir Milletvekili, PM Üyesi ve Prof. Dr. Süheyl BATUM CHP Eskişehir Milletvekili)

1959 Ocak ortalarında toplanan CHP 14. Kurultayı, bir ”İlk Hedefler Beyannamesi”’nde
Güç Birliği’nin hedeflerini saptanmıştı..

Başbakan Menderes’in DP hükümeti, deyim yerinde ise ‘gemi azıya almıştı!’… CHP karşı atak ile İLK HEDEFLER BEYANNAMESİNİ yazdırdı. 58 yıl sonra ülkemizin kurucu partisi CHP, bir başka biçimde toplumun ertelenemeyecek hizmet gereksinimlerini dile getirmekte..

58 yıl öncesinin çok benzeri hatta çok daha ağırı günümüzde yürürlüktedir ve bu kez iktidarda AKP = RTE var; hem de DP gibi 10 yıl değil 15 yıldı tek başına!

Ders alınmalı ki; tarih yinelenmesin!..

Sevgi ve saygı ile. 22 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TBB : MÜFTÜLÜK NİKAHININ RESMİLEŞTİRİLMESİ TOPLUMU BÖLMEYE YÖNELİKTİR

MÜFTÜLÜK NİKAHININ RESMİLEŞTİRİLMESİ
TOPLUMU BÖLMEYE YÖNELİKTİR

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır…)

Ülkemiz boğucu iç ve dış sorunlarla mücadele ederken, hükümet tarafından müftülüklere nikah kıyma yetkisinin verilmesini öngören kanun tasarısını derin bir üzüntü ve kaygıyla karşılıyoruz.

İtirazımız dini nikaha yönelik asla değildir. Çünkü dini nikah hukukumuza göre zaten serbesttir. Sorun, müftülükler tarafından kıyılacak nikahın da resmileştirilmesi ve belediye nikahının yerini alacak olmasıyla ilgilidir.Şöyle ki, bu düzenlemeyle toplum, “müftüye nikah kıydıranlar” ve “belediyeye nikah kıydıranlar” diye bir kez daha bölünecektir. Müftülere nikah kıydıranların ne kadar dindar, belediyelere nikah kıydıranların ise dinsiz olduğu teması işlenecektir.

Toplumumuzun karşı karşıya olduğu farklı kırılma hatları, bu kez doğrudan doğruya toplumun bel kemiği olan aile kurumunun içine girecektir.

İşte bu sebeple resmi nikah, Anayasamızın 174/4. maddesiyle koruma altına alınmış olan İnkılap Kanunları arasında sayılmaktadır. Şu halde; dini nikahı resmileştiren düzenleme Anayasanın özüne aykırıdır.

Ortadoğu’nun iç savaşların pençesinde yakılıp yıkılmasının arkasında laik toplum ve devlet düzenlerinin yerleştirilememiş olmasının en temel sebep olduğu ortaya çıkmıştır.

Küresel güç odaklarının Ortadoğu’nun yangınını Türkiye’ye sıçratmak için sahneledikleri tüm oyunların şu ana kadar boşa çıkmış olmasının sebebi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluştan başlayarak laik bir düzeni benimsemiş olmasıdır. Masum gibi görünen gerekçelerle takdim edilen müftülük nikahının resmileşmesi ise laik düzeni doğrudan tehdit etmektedir.

Bu gerçekleri ve duyduğumuz derin kaygıyı başta kadınlar olmak üzere toplumun tüm kesimleri ile siyasi iktidarın ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dikkatine sunuyoruz.

Saygılarımızla. 
(http://www.barobirlik.com/YaziliBasin3941.tbb 26.07.2017)

Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
====================================
Dostlar,

Sorunu, büyük önemi nedeniyle gündemde tutmak gerek.
Konuyu sitemizde sürekli işlemekteyiz. Birkaç yazıya yer verdik.
Örneğin eski Aileden Sorumlu Bakan Av. Önay Alpago’nun CB Erdoğan’a açık mektubu..

– Eski devlet bakanı Alpago’dan Erdoğan’a ‘müftü nikahı’ mektubu

Uzman insan hakları hukukçusu Dr. Kerem Altıparmak’ın makalesi :
Dini Nikah ve Din ve Vicdan Özgürlüğü

– Yılmaz Özdil’in MÜFTÜ NİKAHI başlıklı yazısı..

– Prof. Dr. Tülay Özüermen’dan ”MEDENİ HUKUK’TAN….
Müftülere nikah yetkisi

Bu yazılar, üzerinde tıklanarak çağrılıp okunabilir, okunmalı ve paylaşılmalıdır kanımızca.

Demokratik kamuoyu baskısı sürmelidir iktidar üzerinde.
Siyasal katılmanın zorunlu (a priori) gereğidir bu süreç.
Bundan önce, iktidarın birkaç yasa teklifinde sonuç alındı ve AKP tasarıları geri çekildi.
Bu kez de öyle olmalı. Zeytinlikler, tecavüzcüsü ile evlendirme, kürtajın yasaklanması.. önerileri yasalaştırılamadı.

  • AKP 1 ”oy” un bile peşinde!AKP = RTE toplumla inatlaşmamalı ve yukarıdaki yazıda uzman hukukçular tarafından açıklanan, özlü biçimde sıralanan çok ciddi sakıncalar dikkate alınarak yasa tasarısı TBMM’den hükümetçe geri çekilmelidir.

    Halkla inatlaşarak siyaset yapılmaz, ülke yönetilmez.
    Demokratik rejimlerde iktidarlar halkın istencini öne koyarak siyasetini çizer.
    Siyaset, halkla inatlaşma kurumu değildir.
    AKP = RTE‘nin 15 yılı dolduran çok uzun tek başına iktidar dönemlerinde bu yalın gerçekleri öğrendiklerine kuşku yoktur..
    Bu tasarı sessizce TBMM’den geri çekilmelidir.
    AKP = RTE için de, ülkemiz için de ”hayırı” olan budur..

Sevgi ve saygı ile. 20 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Necati DOĞRU : KOMİSYONCU

KOMİSYONCU

 Necati DOĞRU
SÖZCÜ

(AS  Bizim katkımız yazının altındadır..)

Piyango bileti gibi. Herkese vurmaz. Komisyoncu gerekli. Yıllar içinde şehirler büyümüş, 17 fabrikanın hepsi kentlerin içinde 40 dönüm-50 dönüm-60 dönüm-100 dönüm pırlanta değerinde şehir arsalarına sahip hale gelmişti. 13 yıl önce 2004 yılında arsaları, binaları, sosyal tesisleri, içlerindeki makine ve ekipmanları (AS: donanımları) ile depolarında tüm stokları; alkol, üzüm, arpa, şişe mantarı, etiket, kapak, kutu, koli dahil 292 milyon dolara müteahhit şirketler; “Limak-Özaltın-Çarmıklı” nın kurduğu ortaklığa satıldı. 17 TEKEL içki fabrikasının sadece depolarındaki stoklar, 140 milyon TL tutuyordu. Bu da, o günün kuruyla, yaklaşık 100 milyon dolar ediyordu. TEKEL Başmüdürlükleri depolarında satışa hazır paketlenmiş içki kolileri de 30 milyon dolar değerindeydi. Ayrıca işçilerin tümünün kıdem tazminatı, sıfırlandı. Tazminat devlete yüklendi.
Çırpınan.
Uyaran.
Yapmayın.
TEKEL’in içki fabrikalarını satıyorsunuz bari hepsini tek kişiye vererek “devlet tekelini özel tekele dönüştürmeyin, bundan ülkeye fayda gelmez, alıcılar yarın 17 fabrikanın 17’sini de yabancıya satarlar” diyenler oldu.
Onları dinlemediler.
Ulusalcı bunlar dediler.
* * *
TEKEL’in 17 fabrikasını 292 milyon dolara alan ÜÇLÜ, bir yıl sonra, tek bir çivi bile çakmadan, 820 milyon dolara Amerikan şirketi Texas Pasific (AS: Pacific) Group’a sattı. O da 2.5 milyar dolara İngiliz Diego şirketine devretti. TEKEL’in içki fabrikaları “özelleştirme adı altında yabancılaştırılmış” oldu. (Ara notu yazayım: TEKEL fabrika müdürlerinden Kerim Yanık, 17 fabrikanın bin bir emek, öz veri, çalışkanlık, ülke kalkınmasına adanmışlık değerleri üzerinde nasıl kurulduklarını anlatan kitap yazdı, yakında yayınlanacak.)
Ey okur!
Piyango bileti gibi.
Herkese vurmaz.
Komisyoncu gerekli. (AS: Buraya dikkat!)
Sözümü aklında tut.
Diego Firması’nın, TEKEL’in 17 fabrikasını ele geçirmesinden önce yerli pazara sattığı viski, cin, votka gibi ithal içkilerden doğan 300 milyon dolarlık bir vergi borcu vardı. O dönemin İngiliz Başbakanı Tony Blair bir gün sessizce Ankara’ya geldi. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan (AS: ”Babalar gibi satarım..” diyordu!) ile görüştü. Dönemin Başbakanı da Recep Tayyip Erdoğan’dı. Ve bu sessiz ziyaret sonrası “Diego’nun Türkiye Cumhuriyeti Devlet Hazinesi’ne olan 300 milyon dolarlık borcunun yeniden yapılandırılarak birkaç milyon dolara indirildiği” Ankara’da konuşulur oldu. Başbakanlık, bakanlık açıklama yapamadı.
* * *
Rastlantıya bak!
Cumhurbaşkanı’nın Isparta’da Amerikan merkezli Coca Cola fabrikasını açtığı gün, 86 yıl önce kurulmuş TEKEL TEKİRDAĞ Rakı Fabrikası, sahibi İngiliz Diego (Mey içki) tarafından kapatıldı. Fabrikanın 102,5 dönümlük arazisi üzerinde konut-rezidans-alışveriş merkezi yapılması için imar izin faaliyetleri başladı. Aynı gün yine TEKEL’in 17 fabrikasından biri olan ve Atatürk döneminde Atatürk Orman Çiftliği’nde kurulu Bira Fabrikası‘nın (AS: Bomonti biraları) arazisine bitişik arazinin de TOKİ tarafından Amerikan Büyükelçiliği’ne satıldığı haberi yayınlandı. (AS: lütfen tıklayınız; Atatürk’ün emanetini ABD’ye sattılar!)

Piyango yabancıya vuruyor!

Günün sorusu : ONBEŞLİM!
15 yaşında Eren Bülbül, çatışmanın çıkma ihtimali yüzde yüz olan bölgeye neden götürüldü? Götürülürken gerçekten çelik yelek giydirildi mi? Giydirildiyse sonuç niçin böyle oldu?  İhmal mi var? Annesi, “Eren’in oraya neden götürüldüğünün cevabını istiyorum” diyor. (16.08.17)
=====================================
Dostlar,

Sayın Doğru’nun bu yazısı, ‘‘Tekirdağ Suspus!’‘ başlıklı yazısı ile bir bütün.
Birlikte okunmasında büyük yarar var.. (17 Ağustos 2017)
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/tekirdag-suspus-1976645/)

Biz yukarıda makale içinde yer yer birkaç not ekledik..
Yazının başlığına dikkat isteriz : Komisyoncu!

Bu başlık metin içinde daha da açık edilerek kullanılmış, biz de dikkat çektik :

Komisyoncu gerekli.

Niye acaba, kim acaba bu ”Komisyoncu” ???!

Necati Doğru da hep böyle yapıyor, kapalı geçiyor.. Korkuyor herhalde?!
Halbuki ne gerek var; AKP = RTE ha bire söylüyor :

  • ”Türkiye’de gazetecilik yaptıkları için hapiste olan gazeteci yok!”

    Yerseniz ya da yutarsanız…

    Sevgi ve saygı ile. 20 Ağustos 2017, Tekirdağ

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Akademisyenlere güvenlik soruşturması!

Akademisyenlere güvenlik soruşturması!

Prof. Dr. Süleyman ÇELİK : Eğitimde millilik kaybedildi

Eğitimde millilik kaybedildi

Süleyman Çelik, değişen eğitim müfredatını yazdı.

Prof. Dr. Süleyman ÇELİK
ADD Samsun Şb. Eski Başkanı
14.8.2017, AYDINLIK web sitesi

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Tayyip Erdoğan, ‘İslâm Dünyası Yükseköğretim Alanının Oluşturulması’ toplantısı açılış oturumunda yaptığı konuşmada, “Soran, sorgulayan nesil yetiştirememekten” yakındı. “Soran, sorgulayan” nesil yetiştirebilmek bir eğitim sistemi meselesidir.

İNSAN ÖZGÜR ORTAMDA GELİŞİR

İnsanlar özgür bir ortamda büyür ve eğitilirlerse; yani kuşkuya, özgürce soru sormaya/ sorgulamaya, eleştiriye ve tartışmaya yer veren; kısaca demokrasi kültürüne dayalı, eleştirel akılcı bilimsel eğitim görürlerse akılları gelişir; yaratıcı olur, buluş ve keşifler yaparlar. Kendi akılları ile sorunların üzerinden (AS: üstesinden) gelebilecekleri için kimsenin peşine takılmaz; yalnız akıl ve bilimi rehber edinir, demokratik rejime uygun, özgür birey olurlar. Buna “Aydınlanmacı Eğitim” denir.

Tersine dogma, hurafe, korku masallarına dayalı; olayları / olguları neden – sonuç ilişkisi ile açıklamayıp doğaüstü güçlere bağlayan; tabular dayatılan, biat kültürünü esas alan, ezberci eğitim sistemi ile eğitildiklerinde, insanların akılları gelişmez ve büyüdüklerinde de bebekler gibi içgüdüsel reflekslerle yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. İçgüdüsel refleksler, yaşamın sorunlarının üzerinden gelmeye yetmeyeceği için, bunlar kullanılmaya elverişlidirler; çoğu kendilerini güdecek bir şarlatanın peşine takılır / mürit olur ve kullanılırlar. “Dogma, tabu, biat, mürit” gibi sözcükler genellikle dini söylemler olmakla birlikte demokratik olmayan ideoloji ile yönetilen ülkelerde de eğitim bu şekilde yapılır.

ÇAĞDAŞ EĞİTİMİN ÖNEMİ

Önüne engeller konulmuş sular bazen taşar; bentleri, barajları yıkarak felaketler oluşturur. Önüne engeller konularak gelişmesi önlenmiş akıllar da taşabilir; o zaman karşımıza El Kaide, IŞİD, Boko Haram vs. olarak çıkıp felaketlere neden olurlar…

Sayın Erdoğan’ın aynı konuşmasında, “Hoca kılıklı şarlatanın peşine takılan insan müsveddeleri; doçent, profesör olmuşlar ama şarlatan için ‘bize şah damarımızdan daha yakın’ diyorlar,” diye tanımladığı FETÖ’cüler, bu şekilde eğitilmiş insanların tipik örnekleridir. Bunların okumuş olmaları, profesör ya da general olmaları fark etmez.

  • 15 Temmuz’da gördüğümüz gibi, koskoca generaller, hiçbir askerlik bilgileri olmayan sivil imamların aklına uyup darbe yapmaya kalktılar.

Batı, Aydınlanma Devrimi ile aydınlanmacı eğitime geçerek Ortaçağ karanlığından çıktı ve daha önce gerisinde olduğu Doğu’nun önüne geçti, sömürmeye başladı.

Atatürk devrimlerinin nihai (AS: sonal, soncul) amacı Aydınlanma Devrimi idi.

  • Atatürk, “Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istiyor”diyerek bu amaca aydınlanmacı eğitim ile erişilebileceğini işaret etmişti. Bu nedenle eğitim en önem verilen konu oldu. Öyle ki, öğretmenlere milletvekillerininki kadar aylık verildi.

‘BENİM DE PEŞİMDEN GELMEYİN’

Bununla birlikte cehalet diz boyu idi ve bu eğitimi uygulayacak yeterli eğitimci yoktu. Padişahın kulu olarak yetiştirilmiş öğretmenlerin çoğunluğu Aydınlanmadan habersizdi.
Öyle ki Samsun’da öğretmenlerle yaptığı bir söyleşide, söz alan herkes, mürşit (kılavuz, rehber) ve benzeri betimlemelerle kendisine övgüler dizerek konuşunca, Atatürk söz almış ve özetle şu konuşmayı yapmıştır:

  • “Kardeşlerim, gönülden söylediğinize inandığım için iltifatlarınıza teşekkür ederim. Ancak geçmişte milletimizin başına ne geldiyse bir insanı mürşit edinip peşinden gitmeleri yüzünden gelmiştir. Artık ben de dahil, hiç kimseyi mürşit edinmeyin. Benim de peşimden gelmeyin. Yalnız bilimi rehber edinin” diyerek kısaca “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” şeklinde özlü söze dönüştürülen konuşmasını yapmıştır.

Köy Enstitüleri ile amaca erişilir gibi olunmuştu ki, halkımızın mürit olarak kalmasını isteyen emperyalistler ve yerli egemenler / işbirlikçilerce kapatıldılar. (AS: 1954, Demokrat Parti, Adnan Menderes hükümeti.. ayrıca Halkevleri ve Halkodalarını da DP-Menderes kapattı!)

EĞİTİMDE MİLLİLİK KAYBEDİLDİ

Bundan sonra gerici ya da aymaz / sapkın iktidarlarca adım adım aydınlanmacı eğitimden uzaklaşılarak dogmatik / ezberci eğitime doğru gidildi. Sonunda ‘Milli Eğitim’ milliliğini kaybetti. Özlemle andığımız Sevgili Ahmet Taner Kışlalı‘nın deyimiyle

  • Milli İhanet Bakanlığı’‘na dönüştü.

Bu Bakanlıkça hazırlanmış olan Yeni Öğretim Programı (müfredat) ile eğitim tümüyle dogmacı / ezberci sisteme dönüşecektir. Bu eğitim programı ile Türkiye Ortaçağ’a gider / Suudi Arabistan düzeyine düşer.
===================================
Dostlar,

DİNCİ – KİNCİ NESİLLER YETİŞTİRECEK EĞİTİMİ HALKIMIZ REDDECEKTİR!

Sayın Prof. Dr. Süleyman Çelik Eczacılık kökenli Farmakoloji hocasıdır. Uzun yıllar Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyeliği yapmış ve emekli olmuştur. Nitelikli bir Cumhuriyet aydınıdır. ADD’de (Atatürkçü Düşünce Derneği) dava arkadaşımızdır. Bu yazısıyla, AKP = RTE‘nin eğitim – öğretim programında geçtiğimiz ay yaptığı kökten gerici – yobaz yetiştirmeye dönük değişikliği özlü biçimde irdelemekte.

Dileriz uyarılar tek yetkiliye = TEK ADAM‘a erişir!? Ancak umutlu olmak için bir neden yok! Çünkü;

  • ”… dindar ve kindar bir nesil yetiştirmede kararlıyız..” diyen de,
  • ”.. okullarda altyapı vb. tamam, sıra müfredatta..” diyen de;
  • ”.. sosyal kültürel alanda beklediğimiz dönüşümü yapamadık..” diyen de aynı kişi;
    AKP’li Cumhurbaşkanı, laiklik karşıtlığını kezlerce itiraf etmiş R.T. Erdoğan!

Dolayısıyla kafalar duvara çarpmadan feci sonuçların öngörülemeyeceğini düşünüyoruz.

Öte yandan;
– bunca gerici, yobaz, ayrımcı, ötekileştirici, toplumu bölücü ve çatışmaya sürükleyici,
– pozitif bilimler yerine din adına hurafe ile doldurulmuş, ezberci – sorgulamayan,
– din için savaşacak cihat militanı yetiştirmeyi….. hedefleyen,
– temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı,
– laiklik düşmanı,
– Anayasa’nın başlangıç hükümleri ile 2, 24, 42 ve 174. maddelerine açıkça aykırı,
– Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası hukuk metinlerine, başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi… olmak üzere açıkça aykırı..
Artık tartışılmayan Bilimsel bir gerçek olan EVRİM’i dışlayan,
– Ülkemizin kurtarıcısı – kurucusu ATATÜRK‘ü ve Devrim tarihimizi görmezden gelen
Dinci – kinci nesiller yetiştirmeye kararlı ….

Dolayısıyla bu gerici sistem üzerinden toplumu oy deposu müritlere dönüştürmeyi ve ölene dek iktidarda kalmayı, sonra da halife sultanlıkla cülusu (babadan oğula geçen iktidar) hedefleyen bir anti-demokratik siyasal iktidar olgusu ile yüz yüzeyiz..

Ne var ki, böylesine bir eğitim – öğretim programı (!) çokkültürlü bir toplumda, 21. yy’ın şafağında değil Türkiye’de, Körfez Emirlikleri – Afrika kabilelerinde bile asla dayatılamaz!

Bu girişim ölü doğmuştur, meşru değildir, hatta suçtur. İktidar açıkça suç işlemektedir. Cumhuriyetin savcıları, Cumhuriyet Başsavcısı görevlerini artık yapmalıdır.

Danıştay ne beklemektedir önüne getirilen bu Yönetmeliği oyalanmadan iptal etmek ve Yürürlüğünü Durdurmak (YD) için? OHAL mi engeldir YD kararına? O halde yargılamayı hızla tamamlamak ve bu belayı ülkenin başından okullar başlamadan defetmek gerekir.. Yargıç cübbesinin olmayan düğmelerini Başbakan iken Erdoğan’ın önünde iliklemeye çalışan (bilinçaltındaki biatçı eğitimin içgüdüsel refleksi!) kimi yetkililer artık hiç olmazsa gölge etmemelidir.

  • Cumhuriyetin öğretmenleri ve veliler böylesine halkı hiçe sayan faşist ve çağdışı, bütünüyle hukuksuz, TBMM’de özgürce tartışılıp onaylanmamış, toplumsal uzlaşma aranmayan ve olmayan… çocuklarımızı geleceğe hazırlamayan bu dayatmayı tanımayacak, uygulamayacak ve fiilen kadük bırakacaklardır. Büyük ATATÜRK‘ün kurduğu ve bizlere kutsal bir emanet olarak bıraktığı
  • AYDINLANMACI Türkiye Cumhuriyeti, hiç kimsenin ve hiçbir kurumun yol geçen hanı olarak göremeyeceği ölçüde saygın ve köklüdür. Herkes attığı adıma dikkat etmeli, ”haddini bilmelidir”! AKP iktidarı da elbette gidicidir, sonu görünmektedir ama Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün koyduğu ilkelerle ilelebet payidar kalacaktır. 

    Sevgi ve saygı ile. 14 Ağustos 2017, Tekirdağ

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Levent Gültekin’den bomba Atatürk itirafı

Levent Gültekin’den bomba Atatürk itirafı

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Levent Gültekin: AKP yenildi, bu yenilgiyi kendi yenilgim olarak görüyorum çünkü İslamcı gelenekten gelen biriyim.” dedi

Levent Gültekin'den bomba Atatürk itirafı

Güne Bakış’a konuşan Levent Gültekin müftülük nikahıAKP ve medeni kanun hakkında açıklamalarda bulundu. ”Geçmişte AKP’nin savunduğu değerlerin hepsini savundum ve yenildim.” diyen Gültekin, ”Dinle, Müslümanlıkla Türkiye’nin barış içinde yaşayacağını Atatürk‘ün yapıp ettiklerinin tamamının aslında din düşmanlığından kaynaklandığını zannediyordum. Ancak fark ettim ki, Medeni Kanun bir ihtiyaçmış. Ben zannediyordum ki, imam nikahı kıydığımızda karşımızda Allah’tan korkan bir müslüman var. İmam nikahına bağlı kalır. Şunu gördüm, Allah’tan en az korkanlar dindarlarmış. Onları yalnızca medeni kanunla kontrol edebilirmişiz. İmam nikahı onları kontrol etmez, kadınların hayatını cehenneme çevirirmiş’.. dedi.

Konuşmasına devam eden Gültekin, ”Medeni Kanun  hem islamın ihtiyacını karşılıyor hem de bir kadının çocuğun hukukunu koruyor. Siz bundan niye rahatsızsınız? Niye müftüye dönüyorsun. Çık izah et. Nikahın müslümanlığa uygun olmasının tek şartı var o da duyurulması. Zaten resmi nikahın işi o. Düğün yapıyorsun, memuru çağırıyorsun şahitler huzurunda kayıt altına alınıyor bütün bunlar. Eğitimde mesela sen sarayda oturuyorsun, 5 milyonluk makam aracına biniyorsun fakat cihat dersi koyuyorsun. Niye koyuyorsun cihat dersini? Nefis terbiyesi için. Cihat insanların nefislerini terbiye ediyorsa seninkini niye etmedi? Sen 40 yıl boyunca cihat okudun ben biliyorum.” açıklamalarında bulundu. (http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/levent-gultekin-den-bomba-ataturk-itirafi-h42609.html, 13.8.17)
==========================================
Dostlar,

Levent Gültekin’in geldiği yer sevindiricidir, umut vericidir.
Gültekin’i kurtaran aklını kullanması ve aşağıdaki soruyu sormasıdır.

  • ‘…. Eğitimde mesela sen sarayda oturuyorsun, 5 milyonluk makam aracına biniyorsun fakat cihat dersi koyuyorsun. Niye koyuyorsun cihat dersini? Nefis terbiyesi için. Cihat insanların nefislerini terbiye ediyorsa seninkini niye etmedi? Sen 40 yıl boyunca cihat okudun ben biliyorum.” 

Sorgulayan akıl yaşamın gerçeğine erişir. Alman düşünür (felsefeci) İmmanuel Kant’ın insanlığa temel çağrısı ”AKLINI KULLAN – AKLINI KULLAN!” yönündedir. Kadim Socrates sorgulanmayan yaşamı yaşam saymamaktadır. Ölümüne karar verilmesine dek Atina sokaklarında insanlara soru sorarak yaşamın gerçeklerini kavramayı öğretmişti.

AKP=RTE‘ye sorgusuz sualsiz destek veren yurttaşlarımız da Sn. Gültekin gibi sorular sormalı ve çelişkileri yakalayarak kendilerine dürüst davranılmadığını fark etmelidir. Örneğin Erdoğan ‘

  • … dindar ve kindar nesiller yetiştirmekte kararlıyız..” 
  • ”… dininizi ve kininizi eksik etmeyin..” demiştiBu 2 tümceye karşılık Erdoğan’a sormak gerek :

    1. Dindarı haydi anladık, neden kindar nesiller yetiştirelim?
    2. Kindar insana Kuran’da yer var mıdır?
    3. Diyelim ki Kuran’da kindarlığa yer var, bu kindar nesiller ülkemizde kime karşı yetiştirilecektir?
    4. Kindar yetiştirilmek bu nesillere 21. yy. başında ne kazandıracaktır?
    5. Kindar yetiştirilen nesiller örn. IŞİD gibi cihada = din savaşına mı sokulacaktır, kime karşı; ülkemizde iç savaş çıkarmak için mi ??
    6. Bu sözler ve ardından neredeyse tüm okulların İmam- Hatipleştirilmesi dinin siyasete acımasızca alet edilmesinden başka ne olabilir ?

    Ve son 2 soru :
    AKP = Erdoğan, karşısında soru soran bir kitle olsa bunları yapabilir miydi?
    – Yoksa bütün manevralar halk uyanmasın, soru sormasın, körü körüne biat etsin diye mi????? Bu hedef ya da politika hangi kitapta yazıyor??

  • İnsanların idraki sonsuza dek tutsak alınamaz.
  • AKP = RTE’nin politik illüzyonu da siyasal yaşamını tamamlamak üzeredir.

İnsanlarımıza yaşadıkları süreçlerin birbiriyle bağlantısını ve nedenlerini sorgulamayı öğretmeyi sürdürmeliyiz.

Yaşamın dinamosu sorgulayıcı akıldır!

Sevgi ve saygı ile. 13 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com