Etiket arşivi: ahmet saltık

Health need assessment in labor life

Dear Phase 1 Medical Students, Research Assistants, Residents and general readers of our website

Lecture with the theme Health need assessment in labor life” was conducted today, on 26th February 2019 at Ankara University International Medical Faculty.

For downloading lecture slides, in pdf format (1,1 MB, 21 slides), please clic on..

Health_Need_Assessment_in_Labour_Life

With respect and love. 26th Feb. 2019

Ahmet SALTIK MD,
Professor of Public Health
MSc in Health Law
BSc in Public Administration and Political Sciences
Ankara Univ. Int. Medical Faculty, Dept. of Public Health 
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Labour Life and Health

Dear Phase 1 Medical Students, Research Assistants, Residents and general readers of our website

Lecture with the theme Labour Life and Health” was conducted today, on 25th February 2019 at Ankara University International Medical Faculty.

For downloading lecture slides, in pdf format (3,93 MB, 73 slides), please clic on..

Labour_Life_and_Health

With respect and love. 25th Feb. 2019

Ahmet SALTIK MD,
Professor of Public Health
MSc in Health Law
BSc in Public Administration and Political Sciences
Ankara Univ. Int. Medical Faculty, Dept. of Public Health 
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…

Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…

Dr. Alev Coşkun
Cumhuriyet
, 22.02.2019
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Hani devlet bakkallık, manavlık yapmazdı!.. 

Yapılacak iş, temelde Atatürk’ün planlı-karma ekonomisine dönmektir.

Et- Balık Kurumu, yeniden güçlendirilmeli, tarım üretici kooperatifleri her yönden desteklenmelidir. Artık sona gelindi, çıkış yolu ciddi bir mali disiplin, tarım ve sanayi üretimine destek vermekten, karma ekonomiden geçiyor.

AKP iktidarı seçimlere giderken, temel gıda maddelerindeki pahalılığı önlemek için tanzim satış mağazaları açmaya başladı. Üretici ile tüketici arasında oluşan komisyoncuları ortadan kaldırmak ve halka daha ucuz temel gıda maddeleri sağlamak güzel… Ama yetersizdir. 
AKP, Özal’dan devir aldığı küreselci ekonomi politikalarını yıllardır sürdürüyor. Özal ve onu izleyen küreselci hükümetler ne diyordu? “Devlet sanayicilik yapmaz. / Devlet ticaretle uğraşmaz. / Devlet bakkal, manav işletmez. / Devlet çiftçilik yapmaz. / Devlet ayakkabı, basma üretmez…” Dahası, anımsayalım, AKP iktidara geldiği zaman, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) için ne diyordu: “Babalar gibi satarız”. (AS: Maliye Bakanı Kemal Unakıtan!)
Sonunda ne oldu? IMF, Dünya Bankası ve emperyalist devletlerin istediği yapıldı.

  • Sümerbank, Etibank, Et-Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, SEKA, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları, barajlar, köprüler.. teker teker satıldı.

Belediyelerin piyasada fiyatları dengeleyen tanzim satış mağazaları kapatıldı. KİT’ler yandaşlara peş keş çekildi. Fabrikaları alan yandaşlar, makineleri hurda olarak sattılar, fabrika arazilerini yapıya dönüştürerek rant sağladılar. Bunlar tarihin kayıtlarına geçmiş bulunuyor…

Üretici desteklenmeli 
AKP seçimlere giderken, halkın pahalılıktan yakınmalarına karşı acele tanzim satış mağazalarına yöneldi. Bu önlemler geçicidir, yüzeyseldir, aldatıcıdır. Yalnızca üretici ile tüketici arsındaki komisyonu azaltır. Bunlar üretimin gelişmesini sağlamaz.

  • Üretici doğrudan desteklenmedikçe fiyatların yükselişi önlenemez.

AKP iktidarında tarıma, çiftçiye destek verilmedi. 2000’li yıllarda tarımın milli gelirdeki payı % 10’un üzerindeyken, bugün %3.7’ye geriledi. 2000 yılında, o günkü nüfusun %10’undan çoğu doğrudan tarımla uğraşıyordu. Bugün nüfusun artmasına karşın toplam nüfusun ancak % 5’i tarımla uğraşıyor. Tarımla uğraşana, köylüye, çiftçiye destek verilmiyor.

  • Tarımda küreselleşmenin getirdiği dayatmalarla ithal pahalı gübre, pahalı mazot, tohum kullanılıyor.

Sorunun kökü ideolojiktir! Öncelikle, konunun temel dinamiklerine bakmak gerekir.

  • Konunun kökeninde vahşi kapitalist sistemin kuralları yatmaktadır.

Kapitalist sistemi savunan, liberal ekonomistlerin Tanrı buyruğu gibi kabul ettikleri bir kural vardır. Adam Smith tarafından formüle edilen bu kurala göre “Piyasa serbest bırakılmalıdır. Devlet, piyasaya ve ekonomiye müdahale etmemelidir. Piyasanın sorunlarını, kapitalist sistem kendisi çözer. Çünkü piyasanın görünmez eli piyasayı düzenler”. Bu kural son yüzyılda birkaç kez ters yüz oldu. İlk tersine dönüş, 1929’da ABD’de başlayan ekonomik krizdir. Bu kriz ABD borsalarında başladı ve 24 Ekim 1929’da dünya ekonomi tarihine “Kara Perşembe” adıyla geçti. Çünkü New-York Borsası çökmüştü. Geleneksel kapitalist önlemler bu büyük krizin onarılmasına yetmedi, enflasyon ve giderek yükselen işsizlik sorununa yeterli olmadı.

Devletin görünen eli
Bu noktada, “piyasanın görünmez eli yerine, devletin görünen eli”nin devreye girmesi, devlet yatırımlarının ve ekonomiye müdahale politikalarının öne çıkma yaklaşımı güç kazandı. Bu politikaları öneren ve sistemleştiren ekonomist John M. Keynes olduğu için, bu yaklaşıma “Keynesci Ekonomik Yaklaşım” adı verilmişti. Açıkçası, 1929 ekonomik krizinin çözümünü kapitalist piyasa ekonomisi başaramadı. Bu başarısızlık, devletin ekonomideki rolünü ve önemini artırdı. Keynesci görüş egemen oldu. 1929 ekonomik krizinin en önemli sonuçlarından birisi, “bırakınız yapsınlar…” sloganı ile temelleşmiş olan ve devletin ekonomiye karışmasının çok kötü olduğunu kabul eden düşüncenin kenara itilmesi ve devletin ekonomiye karışmasının kabul edilmesidir.

Karma ekonomi 
1929 dünya ekonomik ve mali krizi, Karma Ekonomik Model’i ön plana çıkardı. Bütün dünyada özellikle Amerika ve Avrupa’da Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) kuruluşu yaygınlaştı. 
Türkiye,1930’larda Atatürk’ün liderliğinde planlı ve KIT’lere öncelik veren bir ekonomi politikası uygulamaya başladı. Devletin kurduğu fabrikalar Anadolu’da yayıldı. Ekonomi düzlüğe çıktı, işsizlik azaldı.

Görünmeyen el kuramı çöktü
Adam Smith’e göre “görünmeyen el” piyasayı düzenleyecekti. Ama ne var ki, “görünmeyen el” bir türlü gelemiyor, gelse bile piyasayı düzenleyemiyor, ancak kimi büyük kapitalistlerin işine yarıyordu. Marx’ın kapitalist sistemle ilgili “periyodik” kriz öngörüsü önemlidir. Marx, “kendi işleyiş mantığından ve yapısından doğan nedenlerle kapitalist ekonominin dönemsel (periyodik) olarak krizlere sürükleneceğini” belirtmiştir.  Klasik ve liberal ekonomistlerin çok bağlandıkları kapitalist ekonominin kendi kendisini düzenleyen “piyasanın görünmeyen eli” kavramının ve “bırakınız yapsınlar” temeline dayanan ekonomi politikalarının, krizlerle baş edemediği, işsizliği yenemediği açıkça ortaya çıktı.

Küreselleşme 
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılışı küreselleşme olgusunu öne çıkardı. Friedman’ın Şikago (Chicago) Okulu’nun, “parasal ekonomi” tezi bütün dünyada kabul görüyordu. ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher hükümetlerinin başlattıkları harekete bütün dünya katıldı ve özellikle gelişmiş ülkelerde KİT’ler teker teker satıldı.

  • Küreselleşme aslında, piyasaların serbestçe işleyişini sağlamak için, her türlü engeli sermaye yararına ortadan kaldırma projesiydi.
  • Yeni dünya düzeni, küreselleşme ve özelleştirme sloganı ile yürüyordu.

AKP ders almadı… 
1990’dan 2008’e 18 yıl geçti ve Marx’ın öngördüğü kapitalist sistemin “dönemsel kriz”i yeniden ortaya çıktı. ABD’de 2007- 2008’de başlayan kriz bütün dünyaya yayıldı. Türkiye 2008 Krizi’ni atlattı ama bundan ders almadı. AKP iktidarı, yılların birikimi olan KİT’leri birer birer sattı. Ekonomi politikaları üretime değil, finansal hareketlere öncelik tanıyordu. Birkaç gün önce Binali Yıldırım’ın söyledikleri çok ilginçtir. Ne diyordu Binali Yıldırım:

  • “Para yağmur gibi yağarken sanki hiç ödemeyecekmişiz gibi bol bol almışız. Geri ödeme zamanı gelince, ‘Yahu nereden çıktı bu!’ demeye başlamışız.”

Bu sözler, AKP’nin ülkeyi neden bu hale getirdiğinin açık itirafıdır. Sayın Yıldırım şunu demek istiyor: Gelen paraları üretici yatırımlara yöneltmedik. İş sahaları açamadık. Dışarıdan gelen dövizleri çarçur ettik. Paraları inşaata ve betona gömdük. İşte bugün içine düşülen krizin temel sebebi budur. Vahşi kapitalizmin ranta dayalı politikalarıdır. Bu nedenle işsizlik en üst düzeye yükseldi, iflaslar arttı. Üretim durdu. AKP iktidarının gözbebeği inşaat sektörü de sıkıntı içinde.

  • Bugün Türkiye büyük cari açık, üretim düşüklüğü ve enflasyon sarmalındadır.

Ne Yapmalı?

Ekonomi, yüzeysel önlemlerle düzelmez. Çok değil, 20-25 yıl öncesine kadar Türkiye gıda yönünden kendi kendisine yeten bir ülkeydi. Bugün buğdaydan kuru fasulyeye tüm gıda maddelerini, kurbanlık koyunu ve yemeklik sığır etini ithal eden bir ülke haline geldik.

Yapılacak iş, temelde Atatürk’ün planlı- karma ekonomisine dönmektir. Et-Balık Kurumu, yeniden güçlendirilmeli, tarım üretici kooperatifleri her yönden desteklenmelidir. 2007 dünya krizinden ders alan ABD, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, Adam Smith tarafından ortaya konulan “devlet ekonomiye müdahale etmesin” düşüncesini terk ettiler. Derece derece ekonomi ve mali alana müdahale ediyorlar, düzenlemeden geçiriyorlar. AKP iktidarı, 2000’li yıllardan bugüne, dünya borsalarında oluşan sıcak para tuzağına girmiş, büyük faizler ödeyerek, kazanılan artık değerin yurt dışına gitmesine vesile olmuştur.

Artık sona gelindi. Tekrar ediyoruz, çıkış yolu ciddi bir mali disiplin, tarım ve sanayi üretimine destek vermekten, karma ekonomiden geçiyor.
========================================

Dostlar,

AKP’ye “nafile” öneriler..
Dr. Alev COŞKUN’un “Pahalılığın sebebi çarpık kapitalist düzendir…” makalesi nedeniyle

Gerçekten nefis bir makale. Ancak bu denli etkili ve başarılı, “olgunluk ve sorumluluk” içinde yazılabilirdi. Cumhuriyet‘in saygın yazarı-yöneticisi, eski Turizm ve Tanıtma Bakanı (1978-79) Sn. Dr. Alev COŞKUN’u gönülden kutluyor, makalesine bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.. Dr. Alev Coşkun, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi alanında New-York Üniversitesi’nde master ve doktora dereceleri almış seçkin bir bilim insanıdır parlak siyaset kariyerinin yanı sıra..

AKP iktidarının, başta Erdoğan olmak üzere; tüm sağduyularını yok eden ve kendileriyle birlikte ülkemizi ağır yıkıma sürükleyen ölçüsüz kibirlerini, çok bilmişliklerini, kör inat ve dinci – gerici ve de narsisistik takıntılarını artık bir yana bırakmaları ve sağduyulu davranarak yılların biriken hatalarından dönmeleri zo-run-lu-dur.

Türkiye saatini Greenwich meridyenine göre ayarlamak yerine Suudi Arabistan’a bağlamak ve sabahın karanlığında on milyonlarca insanı – çocuğu yollara düşürmek, üstüne üstlük bir de namaz saatlerini gün ışığına çekerek din kurallarını da ayaklar altına almak, Anayasayı açıkça çiğnemeyi pervasızca sürdürmek sağlıklı – olağan – normal bir ruh hali ile bağdaştırılabilir mi?

Bu sitede hep yazdık, iyiniyetle uyardık, güzelim atasözlerine gönderme yaptık..

  • Hatadan dönmenin erdem olduğunu… anımsattık..
  • Artık AKP = Erdoğan‘ın başka hiçbir seçenekleri kalmamıştır. Bu ülkenin iyi niyetli gerçek aydınları ve uzmanları hala, AKP = Erdoğan‘ın ne yazık ki tüm dışlama hatta utanılası – gerçekte yapanı utandırası AŞAĞILAMALARINA karşın, bilimsel akılcılığa dayalı gerçekçi çözümleme ve önerilerini hala ve sabırla sunmaktalar.

Oysa başta dincilik ve iflah olmaz Cumhuriyet düşmanlığı olmak üzere, iktidar nimetlerine kölelik düzeyinde bağlılık ve çooook kabaran suç dosyaları yüzünden AKP = Erdoğan yalın – çıplak gerçekleri bile algılayabilmekten uzak düşmüşler, ülkenin yakıcı gerçeklerine yabancılaşmışlardır. Bu algı küntleşmesi,belagat bağlanması!- bir yandan ülkemizi ağır biçimde yaralarken, AKP = Erdoğan’ı da inanılmaz bir hızla tüketmekte, hatta bir karadelik gibi yutmaktadır, yutacaktır..

Akla hayale gelmeyen tüm anormal araçlar kullanılarak, geleceğin olanakları tüketilerek.. çok yönlü ekonomik bunalım ve çöküşün yakıcı – çökertici faturasının halka yansıması sınırlanmaya çalışılmaktadır. 31 Mart 2019 gününe dek.. Ekonomideki bu sıkıyönetim ya da OHAL önlemlerinin, yüz kızartıcı “beka masallarının” sürdürülebilirliği yoktur. Hatta 31 Mart’a dek bile! Sonrası, ne yazık ve ne acı ki bir “tufan” tüm verilere göre.. Bu AKP = Erdoğan faturası kaçınılmaz olarak ödenecek. Ama asla tek yanlı değil..

Türkiye, bu dinci – gerici karşıdevrim saldırısını hiç kuşku yok altedecektir. Ancak tarih ve Ulusumuz, AKP = Erdoğan‘ı hak ettikleri yere koyacak ve asla hayırla anmayacaktır. Koşullar elverdiğinde elbette yasal düzlemde hesabı da sorulacaktır, sorulmalıdır mutlaka.

SONUÇ :

Bir an önce “rasyonaliteye dönmek” dışında AKP = Erdoğan iktidarının ömrünü uzatabilecek hiçbir mucize ufukta görünmüyor..

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

Health Anthropology

Dear Phase 1 Medical Students, Research Assistants, Residents and general readers of our website

Lecture with the theme Health Anthropology” was conducted on 22nd February 2019 at Ankara University International Medical Faculty.

For downloading lecture slides, in pdf format (1,8 MB, 28 slides), please clic on..

Health_Anthropology_Ahmet_SALTIK

With respect and love. 22nd Feb. 2019

Ahmet SALTIK MD,
Professor of Public Health
MSc in Health Law
BSc in Public Administration and Political Sciences
Ankara Univ. Int. Medical Faculty, Dept. of Public Health 
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

The Right to the Highest Attainable Standards of Health

Dear Phase 1 Medical Students, Research Assistants, Residents and general readers of our website

Lecture with the theme The Right to the Highest Attainable Standards of Health” was conducted on 18th February 2019 at Ankara University International Medical Faculty.

For downloading lecture slides, in pdf format (1 MB, 20 slides), please clic on..

The_Right_to_the_Highest_Attainable_Standards_of_Health

With respect and love. 20th Feb. 2019

Ahmet SALTIK MD,
Professor of Public Health
MSc in Health Law
BSc in Public Administration and Political Sciences
Ankara Univ. Int. Medical Faculty, Dept. of Public Health 
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Behavioral Economics and Health

Dear Phase 1 Students, Research Assistants, Residents and general readers of our website

Lecture with the theme Behavioral Economics and Health” was conducted yesterday, on 19th February 2019 at Ankara University International Medical Faculty.

For downloading lecture slides in pdf format (0,4 MB, 10 slides), please clic on..

Behavioral_economics_and_health_AHMET_SALTIK

With respect and love. 20th Feb. 2019

Ahmet SALTIK MD,
Professor of Public Health
MSc in Health Law
BSc in Public Administration and Political Sciences
Ankara Univ. Int. Medical Faculty, Dept. of Public Health
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

30 AĞUSTOS ZAFERİ ve 9 EYLÜL’ün GÜNCEL ANLAM ve ÖNEMİ

30 AĞUSTOS ZAFERİ ve 9 EYLÜL’ün GÜNCEL ANLAM ve ÖNEMİ

(Bu Söyleşi, Çorum Haber ve Çorlu Devrim gazetelerinde 07-11 Eylül 2018 günlerinde 5 bölüm olarak yayınlanmış, 09 Eylül 2018’de web sitemize konmuştur.)

SORULAR : Mustafa AYDINLI (E. Teknik Öğretmen)

YANITLAR : Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
ve Mülkiyeliler Birliği Üyesi   www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Mustafa AYDINLI
: Sayın Hocam, 30 Ağustos ‘zafer günü’ olarak simgeleşti ancak 26 Ağustos’ta başlayıp, 9 Eylül’e dek uzayan 14 günlük çok ilginç bir tarihsel süreç var. Bu sürecin güncel anlamını ÇORUM HABER okuyucuları için kısaca özetler misiniz?

Ahmet SALTIK : Değerli Aydınlı, size ve bu söyleşi fırsatını sağlayan Çorum Haber Gazetesine teşekkürle başlamak isterim öncelikle.

26 Ağustos 1922, İsmet Paşa’nın adlandırmasıyla “Başkumandan Meydan Muharebesi“ nin Afyon Kocatepe’den (1874 m rakımlı) başlatıldığı tarihtir. O günün belirlenmesinde işgal edilmiş Anadolu’da zamanın hızlanmış akışının ve koşulların asıl belirleyiciliği varsa da, Mustafa Kemal Paşa’nın kullandığı bir inisiyatif de vardır : O da, Alpaslan ve ordularınca Malazgirt ovasında 1071’de Bizans ile (Romen Diyojen) yaşanan meydan savaşı ile 851 yıl sonra yine aynı güne denk düşürmektir.

Bu ince esprinin – hesabın nedeni ise, 10 Ağustos 1920’de son (36.) Osmanlı Padişahı
VI. M. Vahdettin’in Sevr Anlaşmasını onaylaması ile kadim anayurt Anadolu’nun bile elden çıkışı ve emperyalistlerce işgal edilişidir. Bilindiği gibi Osmanlı Meclis-i Mebusanı, İstanbul’un İtilaf Devletlerince işgal edilidiğinde basılmış ve milletvekilleri tutuklanmış, sürülmüştü.
Tarih 16 Mart 1920 idi. Mustafa Kemal Paşa, bu çok acı olayı yüksek zekasıyla bir anlamda fırsata çevirmiş ve Anadolu’da – Ankara’da ivedilikle bir Milli Meclis toplanmasını tasarlamıştı. Bu önemli girişimi 23 Nisan 1920’de başarıya ulaşmış ve Ankara’da ilk Meclis BMM (Büyük Millet Meclisi) olarak 115 üye ile toplanmıştı. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın kapanmasından 40 gün bile geçmeden. M. Kemal Paşa bir strateji dehası olduğundan, tüm ayrıntılara hak ettikleri önem verilmektedir. Dolayısıyla ilk iş, bir Meclis’e sahip olmaktır. Gecikilmemelidir, zamanlama da çok önemlidir, seçilen sözcüklerde.. Yeni Meclisin adı Osmanlı Meclis-i Mebusanı değil, “Büyük Millet Meclisi’ dir. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa, Batı’ya mesaj vererek moral üstünlüğü yakalamaya çalışmaktadır. Osmanlı tebaasının değil ama Türk Milletinin Meclisi gene vardır, hemen yenisi oluşturulmuştur ve yeri Ankara’dır. İşgalci emperyalistlerle savaş, Anadolu’nun bağrında ateşlenecektir. Uluslararası ilişkilerde, dağıtılan bir Meclisin Ankara’da, 40 gün geçmeden toplanmasının anlamını muhataplar iyi kavramıştır.

Bir bölümü İstanbul’dan kaçabilen Osmanlı mebusları, bir bölümü Erzurum – Sivas Kongre süreçlerinde oluşturulan kadrolarla, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan ilk Meclis, Sevr’i tanımadığını ve imzalayanları da (son Osmanlı Padişahı Vahdettin) “hain“ ilan ettiğini tüm dünyaya duyurmuştur. Bir başka anlatımla, Sevr Anlaşması tanınmadığına göre, Anadolu’nun işgali de reddedilmekle, bu amaçla bir Kurtuluş Savaşı başatılacağı ilan edilmiş oluyordu.

Mustafa Kemal Paşa Başkanlığında ilk Meclis İngiliz emperyalizminin işgalci maşası Yunan birlikleri ile 2 kez 1. (6 -10 Ocak 1921) ve 2. İnönü muharebelerini (23-31 Mart 1921) başardı. Garp (Batı) cephesi komutanı İsmet Paşa, bu zaferleri ile, M. Kemal paşa’nın deyimi ile,
salt düşmanı yenmekle kalmamış, Milletin “makus“ (aksi giden) talihini de kırmıştır. Ardından, Sakarya’nın doğusuna geçerek Polatlı’ya dek yaklaşan, İngiltere adına Megali İdea hayalleri ile kışkırtılarak vekalet savaşı (proxy war) yürüten Yunan orduları ile Sakarya Meydan Savaşı verilmişti. M. Kemal Paşa komutasında 23 Ağustos – 12 Eylül 1921 arasında 22 gün – 22 gece süren büyük savaş başarılmış ve Yunan orduları püskürtülmüştü. 1683’teki 2. Viyana kuşatmasından 239 yıl sonra ilk kez Batı karşısında gerileme durdurulmuştu, ancak ne yazık ki, öz yurt topraklarında..

Fakat işgal bitirilebilmiş ve Sevr tümüyle yırtılabilmiş değildi. Sevr uyarınca İtilaf devletleri hemen hemen tüm Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Bize koşullu olarak bırakılan orta Anadolu 286 bin km2 idi, o da gereğinde işgal edilebilecekti Sevr Anlaşması uyarınca ve bu toprak parçacığı salt Karadeniz’e açılabiliyordu. Ege, Marmara, Akdeniz ile deniz sınırı yoktu! M. Kemal Paşa, bu duruma isyan ile 30 Ağustos sabahı ordularına “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!“ komutu vermişti. O dönemde Ege – Akdeniz bir bütün olarak görülüyor ve Akdeniz olarak adlandırılıyordu.

Anadolu’nun işgaline son vermek için bir “Kutsal İsyan“ başlatmak gerekiyordu Hasan İzzettin Dinamo’nun ünlü tarih romanına verdiği adla. Bu amaçla hazırlıklar olağanüstü zor koşullar ve yokluklar içinde yürütüldü 26 Ağustos’ta başlatılacak vatan savunması için. Daha 13 ay önce, Tekalif-i Milliye yasası ile perişan durumdaki Anadolu halkının elinde ne varsa yarısına saha sonra ödenmek üzere el konmuştu. Demiryolları imtiyazını Batılı şirketlere kapitülasyon olarak vermişti Osmanlı. Doğu cephesinden mühimmatı Batı’ya sevk edebilmek, ancak,
gayr-ı müslim tren makinistlerinin ensesine tabanca dayayarak olanaklı olabiliyordu.

Sayısı iki yüzbini aşan asker varlığı ve İngiltere’den “satın alınan“ ağır silahlarla Yunan ordusu
Batı Anadolu’yu işgal etmişti. Savaş hukuku diye bir şey tanımıyor, zulüm yapıyor,
ırza geçiliyordu. Elde ne kaldı ise denk bir askeri güç toplanmalı ve bu işgalci – talancı ordu Anadolu’dan sökülüp atılmalıydı..

İşte 26 Ağustos 1922 sabahına bu koşullarda (konjonktürde) gelinmişti. Mustafa Kemal Paşa, Malazgirt Meydan Savaşı kazanımları Sevr ile Osmanlı tarafından elden çıkarıldığı için,
bir tür rövanş, Sevr’in intikamı peşinde idi. Alpaslan’ın ve ordularının ruhları şad edilecekti yeniden. İşte bu tarih bilgisi, bilincidir ve başlıca moral – motivasyon kaynağıdır o yokluklar içinde. Mustafa Kemal Paşa, Mareşal rütbeli bir üstün asker olarak 15 gün içinde savaşı kazanabileceğini hesaplamıştı. Ancak 9 Eylül’de İzmir’e girildi ve plan 1 gün önce bitti.
Bunu da espriyle karşılayan ve .. kabahat bende değil.. çok çabuk dağıldılar… anlamında sözler söyleyen, Mustafa Kemal Paşa idi. Saldırı (taarruz) planlarını öbür Paşalar tümüyle onaylamamış, karşı çıkanlar olmuştu ama O, kendi sözleriyle, .. tarih önünde tüm sorumluluğu üstlenerek… kendi savaş planını üstün başarıyla uygulamıştı.

9 Eylül 1922’de 26 Ağustos 1071’in Sevr ile yitirilen rövanşı alınmış oldu.

Çanakkale savaşları kazanıldığında da Mustafa Kemal Paşa, “Hektor’un öcünü aldık.. “ diyerek Anadolu tarihi ve kültürüne –Troya’lılardan yana, Akha’lılara karşıt olarak– sahip çıkmıştı.

Mustafa AYDINLI : Kuşku yok ki 30 Ağustos, Anadolu halkının tarihinde emperyalizme karşı verilen mücadelede bir altın sayfadır. Ulusal övünç günüdür. Yakın tarihimize ilişkindir.
Fakat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip ERDOĞAN’ın son iki yıldır,
varlığımızı borçlu olduğumuz yakın tarihimizi bırakıp 1000 yıl ötesine Malazgirt zaferine dikkat çekmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Ahmet SALTIK :  Öncelikle, Mustafa Kemal Paşa’nın uzun yıllar çok yakınında yer alan,
Devrim Tarihimizin canlı tanığı olarak yazan değerli yazar Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya
adlı yapıtından kısa bir alıntı yapmak isterim : (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, syf. 363)

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

Erdoğan’ın bu tür kaynaklar yerine tam tersine Cumhuriyet – Atatürk karşıtı kaynaklardan ve sınırlı ölçüde beslendiğini, yakın tarihimize ilişkin ciddi bir nesnel bilgi birikimi olmadığını hemen herkes biliyor ve görüyor. Dolayısıyla koşullandırmaların ürünü yanlış turum ve davranışlar sergiliyor. Bu saatten sonra değişmesini beklemek tam bir hayalcilik olur. Ancak siyasal yaşamın zorlamaları karşısında, politik opportünizm gereği kimi popülist davranışlar gözlenebilir. Böyle de olmakta nitekim ve AKP’nin Atatürk’ün mirasına sahip çıkan parti olduğunu (!) söylemeye dek irrasyonel sınırlara taşıyabiliyor söylemlerini. Hocası Erbakan da, yaşasaydı Atatürk’ün kendi partileri olan Refah’a katılacağını savlamaya dek ileri gitmişti!

26 Ağustos’ta Dumlupınar yerine başka yerlere gidenler… Alpaslan’ın 1071’de bize sunduğu Anadolu’yu, sizin övündüğünüz Osmanlı, Sevr ile Batı’ya terketti. Malazgirt ve İstanbul dahil. 3,5 yıl süren işgali, Osmanlı’nın düşmanla işbirliğine karşın Mustafa Kemal önderliğinde
bu halk sonlandırdı. Osmanlının kabul ettiği Sevr’i 1. Meclis yırtıp, onay verenleri vatan haini ilan etmese idi, bu gün ne Erdoğan ne de Etienne de la Boetie’nin ünlü deyimi ile gönüllü köleleri olurdu.. ve Malazgirt Türk toprağı değildi! Tarihe ve bu toprakların mazlum insanlarına ihaneti bırakın.. ATATÜRK havalanını hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç mi hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç gerek yokken kapatıp – taşıtıp, adını silip, Alpaslan Havaalanı yapmak, ülke ekonomik bunalımda iken Ahlat’ta saçma sapan gerekçe ile Saray hülyası kurmak.. çok yönlü oyunlardır ve tarih gerçekleri yazacak, bunları yapanları ise bu Ulus asla bağışlamayacaktır! Gerçek ulusal tarihimiz önemsiz gösterilip ikincilleştirilmekte, AKP iktidarı kendince seçenek (alternatif) tarihini yaratmaya çabalamaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması da neredeyse Kurtuluş Savaşı düzeyine (!) yükseltilmeye çalışılmaktadır, resmi tatil yapılmıştır!

Mustafa AYDINLI : 30 Ağustos yalnızca Türk toplumu için değil, aynı zamanda Emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş savaşımı veren mazlum uluslara da örnek ve önder olmuştur. Öbür mazlum ulusların kurtuluş ve cesaretini tetikleyen bu utkunun (zaferin), dünyada yarattığı yankıları özetler misiniz?

Ahmet SALTIK : Önce Anadolu’daki yansımalarına bakmak uygun olur. Yunan askeri birlikleri İzmir’de denize döküldü. Ölenler ve ordu komutanı General Trikupis dahil tutsak edilenler dışında kaçabilenler, ne buldularsa denize açıldılar ve Yunanistan’a geri döndüler. Ancak
Türk ordusu karşısında geri çekilirken Batı Anadolu’da, Ege’de yapmadıkları mezalim kalmadı. Her yeri yakıp yıkarak çekildiler, köprüleri, yolları tahrip ettiler. Hayvan sürülerini taradılar
ve su kuyularına doldurdular.. Frengili (Sifiliz’li) askerlerine sardıkları battaniyeleri Ege köylülerine dağıtarak bu hastalığın salgın yapmasına neden oldular.. İzmir’i tam anlamıyla ateşe verdiler.. Bunları kin ve düşmalık adına değil, tarihsel nesnel bellek oluşması adına anımsatıyoruz. Buna karşın, savaşta tutsak alınan Ege Yunan ordusu komutanı General Trikupis, Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında kendisine ikram edilen kahvenin ve insancıl davranışın (örn. kılıcının alınmayışının!) karşılığını adeta ödedi : Ölünceye dek her yıl, 10 Kasım’da Mustafa Kemal Paşa’nın Selanik’te doğduğu eve giderek saat 09:05’te saygı duruşunda bulundu. Türkiye’de iyi bilinen kimilerinin bağışlanmaz bir vefasızlıkla “.. 10 Kasımlarda Anıtkabir’de sap gibi durma.. “ benzetmesi yapması çok acı vericidir ve köklerini yozlaştırılan Türk Eğitim sisteminde, tekke-tarikatlarda aramak gerekir.

Ayrıca eklemeliyiz ki, Yunan kralı Venizelos, çok ağır 1922 yenilgisinden yalnızca 12 yıl sonra 1934’te, Mustafa Kemal ATATÜRK’ü Nobel Barış ödülüne aday gösterebilmiştir! Örnek bir davranıştır ve hem Mustafa Kemal Paşa’nın gerçek değeri için hem de Venizelos’un büyük devlet adamı oluşuna ilişkin net, güçlü bir kanıttır. Türkiye de, 2. Dünya Paylaşım Savaşı’nın zor koşullarında, Dumlupınar gemisi ile Yunanistan’a buğday yardımı yapmıştır.

9 Eylül’de Batı Anadolu’da Yunan işgalinin sonlandırılmasının ardından İzmir limanındaki İngiliz donanması da çekildi. Mustafa Kemal Paşa’nın orduları, “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri!“ komutunun gereğini yerine getirmişlerdi. Yengin (muzaffer) Başkomutan ordularını kuzeye, Bursa taraflarına yönlendirdi. İtilaf devletleri ateşkes (mütareke) istediler
ve 11 Ekim 1922’de Mudanya’da İsmet Paşa başkanlığındaki Türk kurulu (heyeti) ile
ateşkes antlaşması imzalandı.

Bu Antlaşma Kurtuluş savaşının askeri bölümünü bütünüyle bitiren bir antlaşmadır. Bundan böyle politik görüşmeler (müzakereler) dönemi başlamıştır. Bu sayede İstanbul ve Doğu Trakya, savaşılmadan kurtarılan yerler olmuştur. Büyük Taarruz ile Anadolu toprakları Yunan işgalinden kurtarıldıktan sonra Türk Ordusu İstanbul, Boğazlar ve Doğu Trakya Bölgesine yönelmiştir. Doğu Trakya’da Yunan, İzmit ve Çanakkale’de İngiliz, İstanbul’da ise İtilaf Devletleri askerleri vardı. Daha sonra Türk birlikleri Çanakkale ve İzmit’e yönelince burada bulunan İngiliz askerleri ile çatışmaya girildi ve İtilaf Devletleri TBMM’ye çağrıda bulundular. Yeniden savaşılmadan İstanbul ve Boğazlar işgalcilerin elinden kurtarıldı. Bu yenilgiler yüzünden İngiliz Başbakanı L. George, görevinden istifa etmek zorunda kaldı. (https://antlasmalar.com/mudanya-ateskes-antlasmasi/, erişim 03.09.2018)

Hindistan özgürlük savaşımının öncüsü Mahatma Gandhi, tarihe geçen, .. Mustafa Kemal İngilizleri yenene dek biz onları yeryüzü tanrısı olarak biliyorduk.. sözlerini söylemiştir..

Ardından Lozan görüşmelerine geçilmiş ve bir ara Batının kapitülasyonlar için ısrarı yüzünden kesilen görüşmeler, son derece çetin pazarlıkların sonunda, 24 Temmuz 1923’te bitirilmiştir (8 ay!). Bu görüşmelerde de Türkiye’yi İsmet Paşa başkanlığında bir kurul ziyaret etmiştir.
(Kurulda bizim ailemizden hukuk profesörü Veli Saltık danışman olarak bulunmuştur.)

Lozan barışı ile günümüzde de geçerli Misak-ı Milli sınırları çizilerek Sevr Anlaşması yürürlükten kaldırılmış, Osmanlının başımıza bela ettiği kapitülasyonlardan kurtulunmuş
ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve tanınmış oldu. 06 Ekim 1923’te İngiliz birlikleri İstanbul’dan ayrıldı.. 16 Mart 1920’de gelmişlerdi, 3,5 yıl Osmanlı padişahının onayı ile kaldılar, hatta Vahdettin İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Derneği kurdurmuş, üye olmuştu; işgali meşru, buna direnen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını asi – isyancı ilan ederek,
Şeyhülislam fetvasıyla idam fermanı çıkarmıştı. Fatih’in 1453’te aldığı İstanbul’u son
Osmanlı Padişahı İngilizlere teslim etmiş, yeniden kurtaran ise Mustafa Kemal Paşa olmuştur.

Tüm bu zorluklara karşın emperyalizmin sıcak savaşta, meydanlarda yenilmesi ilk kez oluyordu. Ana hatlarıyla Çanakkale savunmaları, İnönü Savaşları, Sakarya ve Dumlupınar meydan savaşı başarıları, dünyada geniş yankı doğurdu. Yukarıda da değindiğimiz üzere, dönemin ABD’sinin yerinde olan, üzerinde güneş batmayan imparatorluk İngiltere ve ortakları (7 Düvel!) Türklere yenilmiş, İngiltere’de hükümet düşmüştü bu yüzden..

Lozan Barış Anlaşması ile Türkiye’nin bağımsız – egemen bir devlet olması onayalanınca, örnek olma etkisi daha da büyüdü ve Cezayir, Tunus, Hindistan başta olmak üzere ulusal kurtuluş savaşlarına umut oldu. Fransız sömürgenliğine karşı dövüşen Cezayirli özgürlük savaşçılarının göğsünde Mustafa Kemal Paşa’nın fotoğrafı vardı. Tunus ve Ceayir bayrağında bizimki gibi ay ve yıldız yer aldı. Dahası, onlarca yıl sonra Küba’nın, Bolivya’nın İspanyol sömürgeciliğinden kurtulması için yürütülen özgürlük savaşlarında öldürülen Dr. Che Guevera’nın sırt çantasından Mustafa Kemal Paşa’nın NUTUK’u çıkmıştı (Fransızcası)!
Keza Küba’nın efsane kurucu önderi Fidel Kastro da kurtuluş savaşlarında Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs Samsun stratejisini örnek aldıklarını Havana Büyükelçimize (Bilal Şimşir) belirtmişti.

Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde başarılan destansı Türk bağımsızlık savaşı, özellikle
2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında benimsenmek zorunda kalınan sömürgesizleşme (de-kolonizasyon) süreci için temel belirleyicilerden olmuş ve yeni kurulan BM (24 Ekim 1945) sistemi, pek çok sömürgeyi özgür – egemen ülkeler olarak üye yapmak zorunda kalmıştır. İnsanlık tarihine verdiğimiz bu katkılarla, Türkiye ve Türk Ulusu olarak övünebiliriz.

Mustafa AYDINLI : Emperyalist güçler ve uzantıları, 30 Ağustos sürecinde ne bekliyorlardı, neyle karşılaştılar, 30 Ağustosun tarihin akışındaki yeri nedir? Yenen ve yenilenler bağlamında 30 Ağustosun sonuçları nedir?

Ahmet SALTIK : Değerli Aydınlı, bu sorunuzu önemi ölçüde yukarıda yanıtlamış oldum sanırım. Eklemek gerekirse, Batı Anadolu’da Yunan işgali kesinleşecekti, Yunan ordusunun  yenilmesi akla – hayale gelecek şey değildi. İngiltere hem Büyük Yunanistan (Megali İdea) uğruna Yunanları kışkırtmış hem de bu savaşta onlara silah satmıştı. Ege’nin 2 yanı Yunanistan’ın olacak, Büyük İyonya yeniden canlandırılacaktı (ihya edilecekti).
Ayrıca Trabzon çevresinde de Rum Pontus Krallığı yeniden kurulacaktı. Boğazlar ve çevresi
İngiliz egemenliğine bırakılıyordu. Doğuda bir Kürt ve Ermeni devleti kurulacak,
Güneydoğu Fransızlara bırakılacaktı.. Yukarıda da değindiğimiz gibi, orta Anadolu’da şimdiki topraklarımızın 1/3’ü kadar, salt Karadeniz’e açılabilen, 286 bin km2 toprak bize adeta sürgün yeri olarak emaneten bırakılıyordu; gerek gördüklerinde buraların da işgali Sevr Anlaşmasına göre olanaklıydı. Padişah İstanbul’da kukla olarak tutulacaktı ancak TBMM 1 Kasım 1922’de Saltanatı kaldırınca (Lozan görüşmelerine TBMM hükümeti ile birlikte Osmanlı da çağrılınca), son padişah, İngiliz işbirlikçisi Vahdettin, 15 gün sonra, bir İngiliz zırhlısı ile (Malaya) kaçmak zorunda kalacaktı. Böylece Osmanlı Saltanatı fiilen sona erdirilmiş oldu. 1299’da Söğüt’te kurulan Osmanlı devleti, 10 Ağustos 1920’de resmen bitirilmiş idi.

1914’te 2,5 milyon km2 toprağı olan Osmanlı İmparatorluğu, topraklarının %90’ını yitirmişti. Sevr ile 286 bin km2 olarak öngörülen anayurt, tanımlanan Misak-ı Milli sınırlarına
Musul dışında ulaşılarak yaklaşık 800 bin km2 vatana erişilmiş oldu. Erdoğan’ın sarayında muhtarlara yanlış söylediği gibi değil.. Onca vatan toprağını Lozan’da yitirmedik,
tersine Sevr ile verdi Osmanlı; Lozan Anaşması ile, Sevr’de bize bağışlanan toprağın yaklaşık
3 katı elde edildi. 12 Ada da Lozan’da verilmedi, 1912’de İtalyanlara bıraktı Osmanlı.
Bir cumhurbaşkanı bunca önemli bir tarihsel bilgi hatasına nasıl ve niçin düşer,
takdirini okyucuya bırakalım.

Mustafa AYDINLI : 30 Ağustosu yeni kuşaklara tam olarak anlatabiliyor muyuz?
Sizce aksayan yönler var mı? Varsa nasıl olmalıydı?

Ahmet SALTIK : Ne yazık ki hayır.. Tablo, AKP iktidarıyla birlikte giderek daha da olumsuzlaşıyor.

Oysa SÖYLEV’inde (NUTUK’ta) Mustafa Kemal Paşa tüm gerçekleri yüzlerce belgeye dayandırarak yazıyor.. Hem tarih yapan hem de yazan olarak. Bakınız Sevr ve Lozan Anlaşmaları için karşılaştırarak ne söylüyor :

  • Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

Dikkat buyurulsun, Atatürk Sevr Antlaşmasını savaşta yenilen bir devlete dayatılan
herhangi bir anlaşma olmaktan farklı olarak;

Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış
– Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış
– büyük bir suikast!
– Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer

olarak tanımlamaktadır. Açıkçası Türk ulusunu – halkını Anadolu’nun ortasında hapsederek orada birkaç onyılda bitirmek, yok etmek ve tarihten silmek.. Yani apaçık SOYKIRIM!
Bir halkı, Türk halkını kökten yok etme planı ve suçu! Lozan Antlaşması ise bu planı
boşa çıkarmış, ulusun ve ülkenin bekasını sağlamış eşsiz bir başarının belgesidir;
Türkiye’nin hem tapusu hem de dokunulmaz tabusudur!

Yakın tarihimizin salt öğretimi değil, Türkiye’ye kol – kanat gerecek bilinç, sorumluluk ve özgüven kazandırmak üzere sistemli eğitimin verilmesi, ülkemizin bekası için zorunludur.

Mustafa AYDINLI : Sayın Hocam, verdiğiniz bilgiler için ÇORUM HABER ve Çorlu Devrim gazetelerinin okuyucuları adına teşekkür ediyorum.  Eklemek istediğiniz başka konular varsa eklemenizi rica ediyorum ve başka bir söyleşide görüşmek dileğiyle…

Ahmet SALTIK : Değerli Aydınlı, önemli hizmetiniz için sağolunuz. Çorum Haber Gazetesi
ile Çorlu Devrim Gazetesi ve sizin gibi aydınlık okuyucularını dostlukla selamlamak isterim.

30 Ağustos Zafer Bayramı bir kez daha kutlu olsun 96. yılında! 1. Dünya Paylaşım Savaşını kazanan ülkelere karşı yenilenler arasından ulusal kurtuluş savaşımı başlatabilen olmadı.
Devasa Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalandı, koca Almanya’ya çok ağır Verasilles Antlaşması dayatıldı, çıt çıkmadı. Yalnızca Anadolu halkı Büyük Atatürk öncülüğünde
isyan etti (Kutsal İsyan; H. İzzettin Dinamo) ve meşru savunma direnişi ile, son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in onayladığı Sevr Antlaşmasını ”yok” sayarak, imzalayanları hain ilan etti ve gerçekte soykırım amaçlı Sevr’i tarihin çöplüğüne attı. İşte 30 Ağustos Zaferi ve ardından Lozan Barış Antlaşması, böylesine büyük bir varoluş kalkışmasının, soykırımı hedeflenen bir ulusun öz savunmasının (nefsi müdafaa!) özgürlükçü onur belgesi ve anahtarıdır.
(Kutsal Barış; H. İzzettin Dinamo)

Yüce ATATÜRK, neredeyse yüz yıl öncesinden hala günümüze ışık tutuyor :

  • ”Bilelim ki, kazandığımız başarı ulusun kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir.
    Aynı başarıları ileride de kazanmak istiyorsak, aynı temele dayanalım ve aynı yolda yürüyelim.”

Oysa AKP iktidarı, 16 yıldır kendisine oy verenler ve vermeyenler diye niteleyerek ulusumuzu ikiye böldü. Tabanını pekiştirmek (tahkim etmek) üzere bu yöntemi ağır düzeyde ve sürekli kullandı. Seçim kazanma uğruna ulusun bütünlüğü feda edildi. Bu politika olağanüstü yanlış, hemen durdurulması gereken stratejik bir hatadır.

Yurtta barış, dünyada barış“ sözleri Mustafa Kemal ATATÜRK’ün uluslararası yazına (literatüre) çok değerli bir evrensel armağanıdır.

Yüce önder Atatürk’e ve Kurtuluş Savaşımızın şehitlerine, merhum gazilerine minnet ve şükranımız sonsuzdur.

Bu borcu ödemenin tek yolu, kutsal emanet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek bağımsız – onurlu yaşatmaktır.

Mehmet Akif Ersoy : Çanakkale Şehitlerine / Poem by Mehmet Akif Ersoy : To Martyres of Dardanel Defense

Mehmet Akif Ersoy : Çanakkale Şehitlerine

Poem by Mehmet Akif Ersoy :
To Martyres of Dardanel Defense

Canakkale_sehitleri_DUR_YOLCU

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE..

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif ERSOY

pdf olarak okumak için (M. A. Ersoy’un fotoğrafı ile)
lütfen tıklayınız.. Canakkale_sehitlerine

Sevgi ve saygı ile. 18.3.17, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com 

GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU, SU HİJYENİ, GDO’LU GIDALAR ve HALK SAĞLIĞI

GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU,
SU HİJYENİ, GDO’LU GIDALAR ve
HALK SAĞLIĞI

Sevgili Asistanlarımız, Öğrencilerimiz (AÜTF Dönem 3 vd.)
ve Site Okurlarımız,

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde Dönem 4 (önceleri), birkaç yıl D5’te ve
2015-16 ders yılından başlayarak D3’te verdiğimiz

GIDA GÜVENLİĞİ ve SU HİJYENİ

konulu dersimizin oldukça varsıl ve güncel power point yansıları (pdf olarak) aşağıda..
Ayrıca sitemizde bu konuyla ilgili çok sayıda yazımız var…
Bu Dosyanın kaynakları içeren 2 yansısına bakılması dileğiyle..

Bu yansıları izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız?

Gida_Guvenligi_ve_Sanitasyonu  (155 yansı, 4,8 MB)

Ayrıca, “gıda güvenliği ve sanitasyonu” anahtar sözcükleriyle çağrıldığında sitemizde
çok sayıda konuya ilişkin dosyaya erişilebilir.

Saltık, A. Son biçimiyle AÜTF D3 Dersi Gıda Güvenliği ve Su Hijyeni;

4,7 MB, 154 yansı; lütfen tıklayınız :

Gida_Guvenligi_ve_Su_Hijyeni

Saltık, A. GDO Yönetmeliği Neden Geri Çekilmeli ya da İptal Edilmeli?
Bilim ve Ütopya, syf. 71-79, Ocak 2010 ve
İst. Barosu Dergisi, cilt 84, Sayı 2010/1 Ocak-Şubat, syf. 51-64, 2010.
GDO_Yonetmeligi_neden_geri_cekilmeli_01.12.09

Saltık, A. Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar : Stratejik ve Uluslararası Boyutlar.
Farklı Boyutlarıyla Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.
Ankara Tabip Odası yayını, Mart 2010, Kitap bölümü, syf. 109-117). Genetigi_Degistirilmis_Gidalar_Stratejik_Boyutlari

Saltık, A. Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar ve Halk Sağlığı. Farklı Boyutlarıyla Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. Ankara Tabip Odası yayını, Mart 2010, Kitap bölümü, sf. 33-40). GD Gıdalar ve Halk Sağlığı, Nevzat Eren kitabına, 28.02.10
……..

Tüm ilgililere yararlı olması dileğiyle..

Sevgi ve saygıyla. 28.02.2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Well-known, So Called “p” Value / Şu Ünlü “p” Değeri

Değerli AÜTF Halk Sağlığı AbD Asistanlarımız,
Sevgil Öğrencilerimiz,
Değerli Araştırıcılar..

“p değeri” (p value) Biyometematiğin adeta temelidir.
Kavranması güç değildir ancak gereğince öğrenildiğinde beklenenden daha çok işe yarar.
Aşağıda erişkesini verdiğimiz 61 yansıdan oluşan power point dosyası
(pdf biçiminde) dileriz yararlı olsun.. (2 MB)

Lütfen tıklar mısınız??

So_Called_p_Value

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
M.Sc. in Biostatistics
Ankara Univ. Medical School,  Dept. of Public Health
www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com