Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

SİYASAL DİNCİLIK NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İşin en kısa özeti şöyledir :
Siyasal dincilik demek, siyasal dinci partilerin, kendi siyasal iktidarlarını kalıcı duruma getirebilmek için kapitalizmin küresel gücünden yararlanabilmek amacıyla, İslam dinini kapitalizm ya da serbest piyasa ekonomisi kuralları ile harmanlamak ve evlendirmektir. (AS: İslamiyeti emperyalist kapitalizmin buyruğuna sokmak!)

Bu tür iktidarların temel ve kalıcı politikası, kapitalizme sürekli pazar bularak ve zenginlere de kamu kesesinden sürekli kaynak aktararak iktidarda kalmaktır. Demokrasiyi, yalnızca kendi işine geldiği ölçüde benimsemek ve araçsallaştırmaktır.

Geniş kapsamlı, iktidarı övmeye programlanmış ama iktidarı eleştirmeye kapalı bir medya desteğine sahip olabilmektir Siyasal iktidar tekelini sürdürebilecek, Güçler Birliğine dayalı bir hukuk ve yargı sistemi kurabilmektir. Tıpkı monarşilerde olduğu gibi, bütün yetkilerin tek kişide toplandığı ve her şeye yine tek kişinin karar verdiği bir parti devleti kurabilmektir.

Yoksulları da; ilahi yazgı ya da kader diyerek içinde yaşadıkları olumsuz ve kötü koşullardan başka bir seçeneklerinin olmadığına, özellikle de dini siyasete alet ederek, inandırmaktır. Sonra da genelde cahil kalmış ya da cahil bırakılmış; sosyal ve ekonomik açıdan zayıf, güçsüz, yoksul ve bilinçsiz kitleleri ırk, vatan, bayrak, din, gibi kutsalların beka tehlikesi içinde olduğu konusunda yaratılan algılarla zihinlerini yıkamaktır.

  • DİNCİ SIYASAL İKTİDARLARİN AMACİ CAHİL VE YOKSUL KİTLELERİ CEHALET VE YOKSULLUKTAN KURTARMAK DEĞİLDİR.
  • ÖZELLIKLE DİNCİLIK KOZUNU ETKİN BİÇİMDE KULLANARAK, YANİ DİNBAZLIK YAPARAK, BU GENİŞ KİTLENİN İÇİNDE BULUNDUĞU CEHALET ve SEFALET KOŞULLARİNI KALICILAŞTIRIP ONLARI KENDI VERİLİ KOŞULLARINDA SANAL OLARAK MUTLU ETMEYE CALIŞMAKTIR.

Ayrıca yoksul ve cahilleri, dış ve iç düşmanların varlığı ile ikna / tehdit edip korkutarak / aldatarak, sahip ve köle ilişkilerine benzer biçimde, ölmeyecek ölçüde sadaka kültürünü de devreye sokarak, bitmez tükenmez sabır, kanaat ve itaat telkin etmektir.

Cehennemden ebedi kurtuluş ve cennette de sonsuz egzotik ve fantastik yaşam vaadi ile cahil halkı, siyasal iktidarın asla tercihlerini değiştirmeyecek sadık dinci iktidar yandaşları durumuna getirmek demektir.

  • Başka bir deyişle siyasal dincilik dindarlık değil, dinbazlıktır.

Toplumdaki cahil bırakılan geniş kitleleri, sayın Yaşar Nuri Öztürk‘ün deyimi ile “Allah ile aldatmak“tır.

Türkiye’deki siyasal rejimin ne olduğunu ise sizlerin eğitim, akıl, zekâ, gözlem, algılama ve siyasal anlayışına bırakıyorum.

Sözün özü                   :
Cehalet yenilgiye uğratılmadan, akıl ve bilim odaklı ve insan merkezli bir anlayış egemen kılınmadan, sözde değil özde olarak, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik, laik ve sosyal bir devlet anlayışı egemen olmadan aldatmalar, aldanmalar, açlık, sefalet, geri kalmışlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik sürer.

Ayrıca İslam ülkeleri ve toplumlarının   :

a- Birlikte ve barış içinde yaşayabilmeleri için mutlaka çoğulcuğu yani laikliği keşfedip benimsemeleri gerekir. Toplumsal huzur (erinç) ancak duygudaşlık (empati) yapıp, inanç ve düşünce olarak size benzemeyenlerle adil biçimde varlık ve yaşam haklarına inanmak ve saygı duymakla olanaklı olur.

b- Aklın ve bilimin kavrayış açıcı, değiştirici, iyiye ve güzele doğru geliştirici, ekonomik ve toplumsal refahı (gönenci) artırıcı ve çağdaş uygarlığa dönüştürücü
gücünü görmeleri ve uygulamaları gereklidir.

  • Geri kalmışlık, açlık, sefalet ve en önemlisi de cehaletten kurtulmak mutlaka bunu gerektirir.

Türkiye nereye gidiyor? 

GANİ AŞIK
Eski CHP Kayseri Milletvekili / Emekli Müftü

25 Ağustos 2023, Cumhuriyet

Mekke baş imamı Şeyh Abdurrahman es Sudeys, 4 Ağustos’ta, tüm İslam coğrafyasında yankılar uyandıran bir hutbe okudu. Genel havası ve ana teması ile hutbe, çağın koşullarının dikkate alınmasının kaçınılmazlığı anlamındaydı. Oldukça uzun hutbeyi özetlemeye yerimiz elvermiyor ama çok çarpıcı bir örnek sunmak isteriz: Selefi ekolü olarak, Hanefi mezhebindeki rey ve kıyas kurumunu onaylıyor ve yaşamı kolaylaştırmak olarak niteliyordu. (Bir fakihin kendi düşüncesi ve benzer hükümlere kıyas yöntemi ile sorunlara çözüm getirmesi).

Suudi Arabistan’da bile kadınlara yaşamı kolaylaştırma açılımları planlanırken bizim İhvancı iktidar, “türbana güvence” bahanesiyle anayasal düzene bir altın vuruşa hazırlanıyor, Mecelle‘nin de temeli olan “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” prensibini (ilkesini), Türkiye’nin Atatürk Cumhuriyeti ile birlikte ilerlediği medeniyet (uygarlık) yolunu kapatma kararında ve devlete de hâkim (egemen) durumdaki tarikatlar, bilinen vakıf cemaat ve dernekler

Din elden gidiyor, din hükümleri ebediyen değişmez

çığlıkları ile toplumu tahrik ediyorlar, aydınları sindirmeye çalışıyorlar. Zaten bu yöntem siyasal İslamcı iktidarın devlet politikası. Gerçek öyle mi?

İslamın değiştirilemez hükümleri inanç ve ibadetlerdir.

Kamu düzenine zarar vermemek koşulu ile erken dönem Cumhuriyet hükümetlerinden itibaren (başlayarak) tüm iktidarlar başta İslam, insanlar neye inanıyorsa onu yaşamalarını kolaylaştırmışlardır.

LAİKLİK ve AKILCILIK

Dünya medeniyet (uygarlık) ailesinden kopmamak için kültürde, ilimde, fende, ticaret ve sanayide, kısaca devlet mekanizmasının düzenli işleyişinde bilimi yol gösterici olarak benimsemişlerdir.

İslam dünyasında suyu çekilen ama Türkiye’de etlenip butlanan İhvan hareketinin hedefi başka ve sloganı çarpıcıdır: “Cumhuriyet, İslamı camiye hapsetti.”

Yüz yıllık bir çabanın sonucu olarak şimdi İslam camiden çıktı, devleti yönetiyor, halimiz de ortada. Çünkü

  • Her dini grubun, tümü de Kuran prensiplerine aykırı kendine göre bir İslamı var, bunun sonu iç kargaşa ve parçalanmaktır.
  • Laikliğin olmadığı ya da uygulanmadığı bir ülkenin geleceği karanlıktır.

Çünkü laiklik anayasamıza, Cumhuriyet kurucularının bir fantezisi olarak değil çağların imbiğinden süzülüp gelen insanlığın son buluşu olarak girmiştir.

DİNDEN BAĞIMSIZ KARARLAR

Bir din hükmü olan zekâttan Musevilere de pay verilmesi uygulamasını (müellefei kulup) Halife Ömer, “Artık onların İslama katılmasına ihtiyacımız kalmadı” gerekçesi ile uygulamadan kaldırdı. Yine Ömer, kıtlıkta hırsızlık yapanları ellerinin kesilmesini yasakladı. Sevad’da askerin toprak ganimeti almasını menetti. Halife Ali, Hz. peygamber ve izleyen 3 Halife döneminde bayram namazlarının kent merkezinden uzak Musalla’da kılınması uygulamasına, hasta ve yaşlıların kent merkezindeki camilerde kılabileceği kolaylığını getirdi.

DİYANET’İN GÖREVİ

Birleşmiş Milletler’den (BM) bir yetkili, “Dünya ısınmıyor, kavruluyor” dedi. Türkiye’nin neredeyse tümü ama özellikle kimi bölgeleri 50 dereceye yaklaşan sıcaklıktan adeta nefessiz kaldı. Dünyanın ısınması sürecek ve gelecek oruç aylarında, ülkemiz yanıp tutuşacak.

  • Diyanet’in asıl görevi halkı birbirine düşürmek değil de İslam hükümleri ve uygulamaları konusunda aydınlatmak ise

aşırı sıcakların hüküm süreceği ve tarlada, inşaatta, kömür ve maden ocaklarında oruç aylarında çalışacak Müslümanların, akşamdan “Yarın oruç tutmayacağım” deme hakkına sahip olduğunu, tutamadığı orucunu uygun günlerde -zaten tartışmalı olan- kefaretsiz tutabileceğini halka söylemesi ve İslamın sevgi ve merhametinden haberdar etmesi gerekir.

Tekke ve Zaviyeler Kapatılmıştır

Dr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğg., Hukukçu,
Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Geri bıraktırılmış, yarı sömürge durumuna getirilmiş, yoksul, cahil, savaş yorgunu, hastalıklı bir toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı hedefleyen laiklik temelli cumhuriyet devrimi, dini siyasal araç olarak kullanan karşı devrimcilerin direnişi ile karşılaşmış ve onları etkisiz hale getirmiştir.

Devrim – karşı devrim çatışmasının en önemli aşaması genç cumhuriyete karşı yapılan Şeyh Sait isyanı ve buna karşı alınan, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını da içeren önlemlerdir.

Şeyh Sait İsyanı

Hınıs’lı bir aşiret reisi ve toprak ağası olan Nakşibendi tarikatına mensup Şeyh Sait, halifeliğin kaldırılmasına tepki olarak 13 Şubat 1925’de Elazığ’ın Piran köyünde müritleri İle isyanı başlatmıştır. İsyan bir haftada 14 ile yayılmıştır. İsmet İnönü’nün tanımıyla isyan, “Askeri mahiyet arz eden silahlı irtica hareketidir”.

  • İsyancılar yeşil bayrak altında evleri, dükkanları yağmalamışlar, telgraf tellerini kesmişler, resmi binaları işgal etmişler ve resmi görevliler ile jandarma birliklerini etkisiz hale getirmişlerdir.

–  “Allahın emriyle şeriatı geri getireceğiz”
– “Halifelik olmadan Müslümanlık olmaz.”
– “Bize katılanlar cennetliktir,”
– “Kadınlarımızı başı açık gezdiren hükümetin başı ezilmelidir.”

gibi sloganlar kullanan isyancılar Elazığ’a egemen olmuşlar. Diyarbakır’ı iki kez kuşatmışlar, halkın ve güvenlik güçlerinin direnişi karşısında bu kente girememişlerdir.

Başbakan Fethi Okyar başkanlığındaki hükümetin isyana karşı sert önlemler almaktan çekinmesi üzerine, İsmet İnönü ikinci kez Başbakanlığa getirilmiştir.

Yeni hükümet kendisine iki yıllığına geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun yasasını Meclis’e getirmiştir. Bu yasaya göre:

  • Biri isyan bölgesinde, öbürü Ankara’da olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmuş;
  • Bölgesel seferberlik ilan edilerek Adana’daki Kolordu seferber edilmiş ve isyan bölgesine gönderilmiş;
  • Basına sansür konmuş, İsyancıları destekleyen kimi dergi ve gazeteler kapatılmış, yazarları mahkûm edilmiştir.

Ayrıca Hıyaneti Vataniye (vatan hainliği) yasasına ekleme yapılarak, dini siyasete alet edenlerin vatan haini oldukları yasa hükmü durumuna getirilmiştir.

Başarılı isyan bastırma harekâtı sonunda Şeyh Said ve yakın adamları Nisan ortasında Bingöl / Genç bölgesinde yakalanarak Diyarbakır istiklal mahkemesinde yargılanmışlardır. Bu İstiklal Mahkemesinde 389 sanık yargılanmış, 29 kişi idama mahkum edilmiştir

Diyarbakır İstiklal Mahkemesi yargılama sırasında isyanda tekke ve zaviyelerin önemli etkisi olduğunu saptamıştır. 29 Haziran 1925’te mahkeme Başkanlığı savcılığa gönderdiği yazıda “tekke ve zaviyelerin memba ı şer” (kötülük kaynağı) olduklarının, mensuplarının kendilerine kutsal payeler vererek halkı kendilerine secde ettirdiklerinin anlaşılması dolayısı ile kendi il ve ilçelerindeki bu gibi yerleri kapatmalarını bütün illere bildirilmesini” istemiştir.

İsyanın bastırılması üzerine Atatürk’ün yayınladığı mesaj şöyledir:

  • “Türkler cumhuriyetin korunmasına, vatanın gelişmesine, milletin yükselme yolunda çalışmasına engel olmak isteyenlerin uğrayacakları hayal kırıklığını kesin olarak ispat etmişlerdir.” [1]

Ağustos 1925 ayında Şapka Devrimini halka tanıtmak amacıyla Kastamonu gezisinde olan Atatürk, 31 Ağustos’ta Çankırı’da yaptığı konuşmada

  • Tekkeler kesinlikle kapatılmalıdır…. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstericiliğine muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilimden, fenden güç alıyoruz. Bugün falan ya da filan şeyhin yol göstermesi ile maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını kesinlikle kabul etmiyorum. demiştir.

Atatürk Ankara’ya döne dönmez Bakanlar Kurulunu Çankaya’da toplamış ve 2 Eylül 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili Bakanlar Kurulu kararnamesini yayınlatmıştır.

Kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması hem cami veya mescit, hem tekke olarak kullanılan yerlerde cami ve mescitlerin açık kalması, kapatılan tekke binalarından oturmaya elverişli olanların okul olarak kullanılması; tarihsel değeri olan türbe binalarının yönetiminin Milli Eğitim Bakanlığına verilmesi; şeyh, derviş, mürit gibi sıfatların yasaklanması öngörülmekte idi.

Aynı ihtiyacın Ankara’daki İstiklal Mahkemesi tarafından da belirtilmesi üzerine, konu bir yasa tasarısı olarak TBMM’ye getirilmiş ve 30 Kasım 1925 tarihli 677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

677 sayılı yasanın gerekçesi şöyledir :

“Tekkeler ve zaviyeler gibi İslam dininin zorunlu kılmadığı kuruluşların, hak yolundan sapmışların elinde düşüncelerin karışmasına ve siyasal amaçların desteklenmesine kadar elverişli olduklarını mal ve canca birçok fedakarlığı gerektiren son gericilik olayı açıkça anlattı, uyanıklık yarattı. Vatan ve devletin esenliği ve huzuru için kuşkulananların dikkatini çekti. Doğu İstiklal Mahkemesinin bu nedenle kendi yargı çevresindeki tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasına karar verdiği bilinmektedir. Ankara “stiklal Mahkemesi de tekkelerin ve zaviyelerin kapatılması gerektiğine hükümetin dikkatini çekmiştir. “

Yasa:

677 sayılı yasa ile tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.
Bütün tarikatlarla şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber verme, murada kavuşturmak maksadıyla muskacılık gibi unvanların kullanılması bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kıyafet giyilmesi yasaklanmıştır.

Türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır.

Yasaya aykırı hareket edenlere iki aydan az olmamak üzere hapis, elli liradan az olmamak üzere para cezası öngörülmüştür.

Değerlendirme:

Başlangıçta iletişim araçlarının olmadığı dönemde insanların sosyalleşme gereksinimlerini karşılayan tekke ve zaviyeler, zamanla dini siyasal amaçları için kullanan ve halkın kutsal din duygularını sömürerek çıkar sağlayan tarikat ve cemaatlerin denetimine girmiş ve üretime katkısı olmayan insanların gerici düşüncelerin etkisinde boş zaman geçirdikleri yerler durumuna gelmiştir.

Bu durum Cumhuriyet devriminin temeli olan laikliğe aykırıdır. Çağdaş uygarlığa erişmek isteyen cumhuriyette bu tür ortaçağ kurumlarının yeri yoktur.

Tarikat ve cemaatlerin yuvalanarak gerici düşünceleri aşıladıkları bu tür yerlerin Cumhuriyet’e ne denli büyük tehdit oluşturduğu Şeyh Sait isyanında ortaya çıkmıştır.

Cumhuriyet henüz iki yaşını doldurmadan yapılan irtica eylemi zaten çağdaşlıkla bağdaşmayan tekke ve zaviyelerin kapatılmasını çabuklaştırmıştır.

  • Dini siyasete alet edenlerin vatan haini sayılmasını öngören hıyaneti vataniye kanunu yürürlüktedir.

Devrim – karşı devrim savaşımı (mücadelesi) günümüzde sürmektedir.

  • Tarikat ve cemaatlerin örgütlenerek Cumhuriyet’i ortadan kaldırmaya yönelik eylem girişimleri yakın zamanda da yaşanmıştır.

Karşı devrimcilerin 677 sayılı yasaya aykırı hareketle tarikat ve cemaatleri güçlendirdikleri, yasaklanan unvanları ve giysileri açıkça kullandıkları görülmektedir.
Bu tür oluşumların hoş görülmesi hatta desteklenmesi anayasaya aykırı ve yürürlükteki yasalara göre suçtur.

677 sayılı  yasaya aykırı hareket edenlere iki aydan az olmamak üzere hapis cezası ve elli liradan az olmamak üzere para cezası öngörülmüştür.

Türk Ceza Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki 4.11.2014 tarih ve 5252 sayılı yasanın  4. maddesi, eski yasalardaki para cezalarının nasıl uygulanacağını düzenlemiştir. Buna göre 31.12.1939’dan önceki yasalarda öngörülen para cezalarının seksen beş bin yedi yüz on beş (85.715) katı uygulanması öngörülmektedir.

Bu nedenle, 677 sayılı yasadaki en az elli liralık para cezasının günümüzde en az 4 285 000 TL (50 X 85.715) olarak uygulanması yürürlükteki yasalar gereğidir.

Cumhuriyet savcılarının dikkatine sunulur.

Şeyh Sait’in üyesi olduğu Nakşibendi tarikatı, isyandan beş yıl sonra 30 Aralık 1930’da da Menemen’de başka bir irtica eylemini vahşice gerçekleştirmiştir (Kubilay’ın şehit edilmesi)

Tarihin bize verdiği ders şudur :

  • Halkın din duygularını kötüye kullanan ve bundan çıkar sağlayan tarikat ve cemaatler laik cumhuriyete tehdittir.
  • Günümüzde farklı adlarla ortaya çıkan tarikat ve cemaatler hoş görüldükleri ve desteklendikleri takdirde, fırsat bulduklarında cumhuriyete karşı ayaklanmaya kalkışabilirler.

Anayasaya aykırı ve yürürlükteki yasalara göre suç olan bu tür oluşumlara izin verilmemeli, hoşgörü gösterilmemeli, ilgili yasalar ödünsüz uygulanmalıdır.

[1] Ş. Süreyya Aydemir. Tek Adam, cilt III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 210, 356

Rusya’nın KKTC’de Konsolosluk Açma Girişimi

Dr. Cihangir Dumanlı
(E. Tuğg.)

Rusya’nı resmi TASS Ajansına 9 Ağustos’ta (2023) demeç veren bir Rus  yetkili KKTC’de yaşayan Rus vatandaşlarına Lefkoşa’nın kuzeyinde (KKTC bölgesinde) konsolosluk hizmeti vermeye başlayacaklarını bildirmiştir Aynı konu Rusya’nım GKRY bölgesindeki büyükelçisi tarafından da doğrulanmıştır.

“Konsolosluk hizmetinin” verilebilmesi için bu amaca yönelik bir binanın satın alınması veya kiralanması ve hizmet verecek Rus personelin bu binada çalışması gerekecektir. KKTC’de 50 000 dolayında Rus vatandaşı yaşamakta ayrıca bu ülkeye pek çok Rus turist gelmektedir.

Halen KKTC bölgesinde ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya’nın konsoloslukları uzun zamandır varlılarını sürdürmektedir.

Tanıma anlamına gelir mi?

Rus yetkililer ve KKT Cumhurbaşkanı Tatar, bu girişimin Rusya’nım KKTC’yi tanıması anlamına gelmeyeceğini de ayrıca vurgulamışlardır. Rusya’nın girişiminin tanıma olup olmadığı veya ne tür bir tanıma olduğu uluslararası hukuk konusunda uzman bilim insanlarının kitaplarından (öğretiden) çıkartılabilir. Öğreti (doktrin) uluslararası hukukun kaynaklarından biridir.

Tanıma, bir uluslararası hukuk kişisinin öbür uluslararası hukuk kişilerince varlığının kabul edilmesidir[1]

Tanıma hukuksal (de jure) olabileceği gibi fiili (de facto) olabilir.[2] De jure tanıma, bir devleti tam olarak tanımanın sağladığı bütün hukuksal etkileri ile tanımadır. De facto tanıma ise geçici ve sınırlı nitelikte bir tanımadır. De facto tanımada tanıyan devlet tanınan devletin bağımsızlığı, ülke üzerindeki otoritesi ve ülkedeki istikrara ilişkin kuşkularının bulunduğu ve bu nedenle tam bir tanımaya gitmediği görülmektedir.[3] De jure tanıma kesin olup geri alınamazken, de facto tanıma geri alınabilmekledir.

Tanımanın başka bir sınıflandırması açık veya üstü kapalı olmasına dayanmaktadır. Açık tanımada herhangi bir devleti tanımak isteyen devlet, bu yöndeki istencini (iradesini) bildrim (notification) veya bildiri (declaration) yolu ile ortaya koyar

Üstü kapalı tanımada ise tanımak isteyen devletin herhangi bir bildirisi veya bildirimi olmaksızın, tanınacak olan devletle kurduğu öylesine işlemler vardır ki; tanımanın gerçekleştiğine ilişkin herhangi bir kuşku bırakmamaktadır. Gerçekleştirilen davranış tanımanın kanıtı niteliğindedir.[4]

Üstü kapalı tanıma şu biçimlerde olabilir :

  • Tanıma anlamına gelmeyeceğini bildirmeden ikili anlaşma yapılması,
  • Diplomatik ilişkilerin kurulması,
  • Yeni devletin yalnızca devletleri kabul eden bir uluslararası örgüte üyeliği veya temsilinin olumlu karşılanması,
  • Konsolosa “exequatur” verilmesi, (konsolosluk şefinin evsahibi devlet tarafından kabul edildiğine ilişkin belge)[5]

Girişimin konusunun  konsolosluk olması da ayrıca dikkate alınmalıdır. Pazarcı’ya göre diplomatik ilişkilerin kurulması sırasında aksi belertilmedikçe konsolosluk ilişkisinin kurulması da kabul edilmiş olmaktadır.[6]  Yani konsolosluk açmak, diplomatik ilişki kurma kapsamındadır. Bunun için Rusya’nın ve KKTC’nin karşılıklı rızaları gerekmektedir.

İki devlet arasında konsolosluk ilişkisinin kurulması genellikle bir andlaşma ile olur. Rusya ve KKTC bu konuda bir andlaşma yapmalıdır. Bu da KKTC’nin üstü kapalı tanınması anlamına gelecektir.

Konsolosluk görevi kapsamında KKTC’de yaşayan Rus vatandaşlarının haklarının korunması için, konsolosluk yetkilileri KKTC makamları ile yazılı ve ya sözlü resmi bağlantı kurmak zorunda kalacaklardır. Bu da KKTC’nin varlığının üstü kapalı ve eylemli (fiili, de facto) kabul edilmesi anlamına gelecektir.

Konsolosluk şefinin atanmasın da özel yöntemi vardır. Gönderen devlet atayacağı kişiye bir atama belgesi veya benzeri bir belge düzenleyerek konsolosluk şefine vermekte ve kabul eden devlete göndermektedir. Bu atama belgesine sahip konsolosluk şefinin göreve başlayabilmesi için atamanın kabul eden devletçe uygun görülmesi gerekmektedir.[7] Konsolosluk şefinin göreve başlaması için kabul eden devlet izin verdiğini, bir exequator ile bildirir.

Sonuç olarak; Rusya’nın KKTC’de konsolosluk  açmasında uygulanacak yöntemler ve konsolosluğun çalışması, Rusya’nın KKTC’yi üstü kapalı ve eylemli (de facto) olarak tanıması anlamına gelecek işlemleri gerektirmektedir.

“Kuzeydeki konsolosluk ayrı bir konsolosluk değil, GKRY bölgesindeki Rus büyükelçiliğinin bir uzantısıdır.” söylemi yukarıda açıklanan  gerçekleri değiştirmez.

Neden Şimdi?

Rusya’nın girişiminin zamanlaması da dikkate alınmalıdır. 21 yıllık iktidarı boyunca dış politikada pek çok gel-gitler yaşayan ve birbiri ile çelen tutum değşiklikleri yapan AKP, Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yeniden Batıya yaklaşan bir tutum takınmıştır.

Üzerinde İngiliz üsleri bulunan, Fransa’ya üs kolaylıkları sağlayan, AB üyesi, doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarına haksız olarak el uzatan, Kıbrıs’ın tümüyle Batı denetimine geçmesini Rusya istemez. En azından Kuzey Kıbrıs’ın Batı denetiminden uzak kalmasını tercih eder (yeğler).

Son zamanlarda rotasını yeniden Batı’ya çeviren, Finlandiya’nın NATO üyeliğini kabul eden, İsveç’in üyeliği konusunu açık bırakan AKP hükümetinin bu tutumuna karşı, Rusya’nın Türkiye’ye bir jest yapmak istediği değerlendirilmektedir. Fiili tanımanın geri alınabilir olması da Rusya’ya bir esneklik sağlamaktadır.

Değerlenddirme:

Rusya’nın KKTC’de konsolosluk açma girişimi yukarıda özetlenen Uluslararası hukuk öğretisi açısından değerlendirildiğinde, bunun hukuksal (de jure) ve açık bir tanıma olmadığı görülmektedir. Ancak bu girişimin KKTC’nin Rusya tarafından eylemli olarak (de facto) ve üstü kapalı bir tanıma olduğu da kabul edilmelidir.

Marine Daily News’un Temmuz sayısındaki yazımızda belirttiğimiz gibi[8], kökleri 1920’lere dayanan Kıbrıs sorununa 1974’ten sonra yoğunlaşan adil ve kalıcı bir çözüm bulma çabaları, Rum-Yunan tarafının uyuşmaz tutumu nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Gelinen noktada, Adada Türklerin ve Rumların yaşayabilir ortak bir devlet kurmasının olanaksızlığı ve egemen-eşit iki devletli çözümün en gerçekçi yol olduğu ortaya çıkmıştır.

İki devletli çözüm yolunda en önemi aşama ve temel koşul, KKTC’nin uluslararası alanda tanınmasıdır. Rusya’nın girişimi bu açıdan Türkiye ve KKTC için olumlu bir adım ve fırsat olarak değerlendirilmelidir. Bu kazanımın ileriye götürülmesi ve konsolosluk açma ile başlayan sürecin açık ve hukuksal (de jure) bir tanıma ile sonuçlandırılması için çaba gösterilmelidir. Rusya’nın KKTC’yi açık ve de jure tanıması, öbür pek çok devletin de tanımasını getirecektir.

[1] Yusuf Aksar, Uluslararası Hukuk I, Seçkin Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 237
[2] Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara,  2005, s. 338
[3] a.g.e
[4] Aksar, a.g.e. s. 241
[5] Pazarcı, a.g.e. s. 388
[6] Pazarcı, a.g.e. s. 387
[7] a.g.e.
[8] Cihangir dumanlı, “Cyprus as we near the 50th anniversary of peace operation” MDN, June 2023.

Rejim (2017 kurgusu) ve sistem (uygulaması)

İbrahim Ö. Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 24.08.2023 BİRGÜN

Rejim mi değişti, sistem mi? 2017 Anayasa değişikliği ile başlayan bu tartışma bugün de sürüyor. Yanıt açık: Her ikisi de. Neden ve nasıl? 

Kısaca; 2017’de Hükümet, parlamenter rejim ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı; kurul halinde siyasal karar düzenekleri de.

Devlet ve yürütme adına bütün yetkiler tek kişide toplandı. Yürütme, CB ile özdeş kılındı ve bakanlar, siyaset dışında bırakıldı.

Siyasal rejim, Anayasa ile belirlenen yönetim biçimi”.

Siyasal sistem, siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel, dinsel) ögeleri de kapsayacak şekilde, toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”.

Buna göre, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile ‘siyasal rejim’ değişti; bunun uygulaması ise ‘siyasal sistemi’ ortaya çıkardı.

Demokratik hukuk devleti, tek kişi yerine kurum/kurul ve kuralların yerleşmesiyle iktidarın sınırlanması ve o ölçüde özgürlüklerin güvencelenmesi sürecinde kuruldu.

2017’de ise, yönetim adına kolektif olarak ne varsa lağvedildi ve iktidarlar tek kişide birleştirildi.

Anayasa biliminin gereklerini yadsıyarak, iki yüz yıllık siyasal tarihimizin birikimini silmeyi amaçladı.

Ne var ki, beş yıllık işleyişin (sistem), 2017 kurgusundan (siyasal rejim) da tümüyle farklılaşmasında parti başkanlığı belirleyici oldu. Anayasa andı (tarafsızlık) ve uygulama (partizan) ayrışması açık.

YASAMA 

TBMM üyeleri, yasama faaliyetlerini -Anayasa ve kamu yararı gereği değil- genel başkan/lar  talimatı ile yürütmekte.

Kur Korumalı Mevduat yasası, iktisat bilimi ve Anayasa gereği değil, NAS (dinsel inanç) temelinde hazırlandı. Hükümet ve güvenoyu olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasiyi bile engelledi.

YÜRÜTME VE YÖNETİM 

Bakanların başlıca referansı, -Anayasa değil- ‘Cumhurbaşkanı talimatları’. Öyle ki; görevden alınmaları bile “af talebi ve af kabulü” şeklinde resmi işleme dönüştürüldü. Yürütme dışında tutulan bakanlar, AKP için sürekli siyaset içinde.

Devlet yönetimine ilişkin konuşmalar, Cuma namazı çıkışı ve CB forslu aracın önünde  yapılıyor; Parti yönetimine ilişkin etkinlikler CB Sarayı’nda…

‘Talimat’, kamu yönetimini kanuna saygı yerine korku ile sindirdi.

Askeriye üzerinde ‘sivil hiyerarşi’ kuruldu. Eğitimin cemaat ve tarikatlaşması ivme kazandı.

Diyanet (DİB) ise, siyaset yolunda dini araçsallaştırarak Anayasa md. 136 ve 24’ü ihlal kararlılığını süreklileştirdi. Saray hafiyeliği yapan CİMER, YÖK’e ve üniversitelere bile yaptırım uygulatabiliyor.

SINAVSIZ HUKUK! 

Yargıçlara kararları nedeniyle yaptırım uygulayan HSK başında CB memuru Adalet bakanı var. Yargı ile ilgili büyük resmi toplantılar Saray’da yapılır oldu; yargıç ve savcı adayları önünde başka siyasal parti başkanlarını eleştiren konuşmalar CB sıfatıyla yapılıyor. “Makedonya’da Sınavsız Hukuk Fakültesi” mezunları, denklik yoluyla yargıya devşiriliyor!

TOPLUM

Saray yanlıları ve hukuk savunucuları, ülke yağmacıları ve yurtseverler vb. arasında amaç ve mücadele eksenli ayrışmalar, kadın-erkek, kimlik ve yaşam tarzı temelinde demokratik toplumu ayrıştırıcı resmi uygulamalar zinciri hayli uzun.

Siyasal ve toplumsal ayrışmalar, demokratik olmayan rejim ve keyfi sistem arasındaki ayrışmadan kaynaklanıyor.

İTİRAFIN GEREĞİ… 

2016: Anayasa-fiili durum (suç) ayrımı yapılarak “Anayasa fiili durum”a uyduruldu. 2023: Hükümet/kabine/siyasal karar düzeneği yok; ama “fiili uygulama”, bunlar varmış gibi yapılıyor. Eğer bu ihtiyaç kaynaklı ise bu kez, fiili durum hukuka uyarlanırsa demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur.

Şu halde sorun, yalnızca rejimin demokratik olmayışı değil, keyfi bir sistem kurmuş olması.

Haliyle, hem rejim hem de sistem değişmeli; ama bunun için bu yönde irade ve emek gerekli.

Rejim ve sistem, Türkiye çıkmazı; siyasal partiler ise seyirci.

Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse: Türkiye Cumhuriyeti mi, yoksa Talimat yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi?

Rejim (2017 kurgusu) ve sistem (uygulaması)

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 24.08.2023, BİRGÜN 

Rejim mi değişti, sistem mi? 2017 Anayasa değişikliği ile başlayan bu tartışma bugün de sürüyor. Yanıt açık: her ikisi de. Neden ve nasıl?

Kısaca : 2017’de Hükümet, parlamenter rejim ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı; kurul halinde siyasal karar düzenekleri de.

Devlet ve yürütme adına bütün yetkiler tek kişide toplandı. Yürütme, CB ile özdeş kılındı ve Bakanlar siyaset dışında bırakıldı.

Siyasal rejim, Anayasa ile belirlenen yönetim biçimi”.

Siyasal sistem, siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel, dinsel) ögeleri de kapsayacak şekilde, toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”.

Buna göre, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile ‘siyasal rejim’ değişti; bunun uygulaması ise ‘siyasal sistemi’ ortaya çıkardı.

Demokratik hukuk devleti, tek kişi yerine kurum/kurul ve kuralların yerleşmesiyle iktidarın sınırlanması ve o ölçüde özgürlüklerin güvencelenmesi sürecinde kuruldu.

2017’de ise, yönetim adına kolektif olarak ne varsa lağvedildi ve iktidarlar tek kişide birleştirildi.

Anayasa biliminin gereklerini yadsıyarak, iki yüz yıllık siyasal tarihimizin birikimini silmeyi amaçladı.

Ne var ki, beş yıllık işleyişin (sistem), 2017 kurgusundan (siyasal rejim) da tümüyle farklılaşmasında parti başkanlığı belirleyici oldu. Anayasa andı (tarafsızlık) ve uygulama (partizan) ayrışması açık.

YASAMA 

TBMM üyeleri, yasama faaliyetlerini –Anayasa ve kamu yararı gereği değil– genel başkan/lar talimatı ile yürütmekte.

Kur Korumalı Mevduat yasası, iktisat bilimi ve Anayasa gereği değil, NAS (dinsel inanç) temelinde hazırlandı. Hükümet ve güvenoyu olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasiyi bile engelledi.

YÜRÜTME VE YÖNETİM 

Bakanların başlıca referansı, -Anayasa değil- ‘Cumhurbaşkanı talimatları’. Öyle ki; görevden alınmaları bile “af talebi ve af kabulü” şeklinde resmi işleme dönüştürüldü. Yürütme dışında tutulan bakanlar, AKP için sürekli siyaset içinde. 

Devlet yönetimine ilişkin konuşmalar, Cuma namazı çıkışı ve CB forslu aracın önünde yapılıyor; Parti yönetimine ilişkin etkinlikler CB Sarayı’nda…

  • ‘Talimat’, kamu yönetimini kanuna saygı yerine korku ile sindirdi. 

Askeriye üzerinde ‘sivil hiyerarşi’ kuruldu.

Eğitimin cemaat ve tarikatlaşması ivme kazandı.

Diyanet (DİB) ise, siyaset yolunda dini araçsallaştırarak Anayasa md. 136 ve 24’ü ihlal kararlılığını süreklileştirdi. Saray hafiyeliği yapan CİMER, YÖK’e ve üniversitelere bile yaptırım uygulatabiliyor.

SINAVSIZ HUKUK! 

Yargıçlara kararları nedeniyle yaptırım uygulayan HSK’nin başında CB memuru Adalet Bakanı var. Yargı ile ilgili büyük resmi toplantılar Saray’da yapılır oldu; yargıç ve savcı adayları önünde başka siyasal parti başkanlarını eleştiren konuşmalar CB sıfatıyla yapılıyor. “Makedonya’da Sınavsız Hukuk Fakültesi” mezunları, denklik yoluyla yargıya devşiriliyor!

TOPLUM

Saray yanlıları ve hukuk savunucuları,
ülke yağmacıları ve yurtseverler

vb. arasında amaç ve mücadele eksenli ayrışmalar, kadın-erkek, kimlik ve yaşam tarzı temelinde demokratik toplumu ayrıştırıcı resmi uygulamalar zinciri hayli uzun.

Siyasal ve toplumsal ayrışmalar, demokratik olmayan rejim ve keyfi sistem arasındaki ayrışmadan kaynaklanıyor.

İTİRAFIN GEREĞİ… 

2016: Anayasa-fiili durum (suç) ayrımı yapılarak “Anayasa fiili durum”a uyduruldu. 2023: Hükümet/kabine/siyasal karar düzeneği yok; ama “fiili uygulama”, bunlar varmış gibi yapılıyor. Eğer bu ihtiyaç kaynaklı ise bu kez, fiili durum hukuka uyarlanırsa demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur.

Şu halde sorun, yalnızca rejimin demokratik olmayışı değil, keyfi bir sistem kurulmuş olması.

Haliyle, hem rejim hem de sistem değişmeli; ama bunun için bu yönde irade ve emek gerekli.

Rejim ve sistem, Türkiye çıkmazı; siyasal partiler ise seyirci.

Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse:

  • Türkiye Cumhuriyeti mi,
  • yoksa
  • Talimat yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi? 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 23 Ağustos 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SURİYELİ

Şanlıurfa-Bozova’da bir Suriyeli 9 yaşındaki erkek çocuğa cinsel istismardan tutuklandı.

Ön plan : ”Biz Ensarız, Suriyeliler zor durumda iken yardım etmeliyiz, onlar misafirimiz.”

Arka plan : “Oy versinler de ne halt ederlerse etsinler”…

EŞEK

Prof. Özgür Demirtaş geçen yıla göre eşek sayısının azaldığını söyleyerek “Eşekler nerede?” diye sormuş.

Eşekten çok ne var? Yukarı çık, aşağı in her yer dolu…

PRANGA

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Türkiye’nin laiklik prangası olduğunu, İmam Hatiplerin ülkeyi elli yıl ileri götürdüğünü söyledi.

Akıllar prangalı…

PİÇ

Yeniden Refah Partisi (YRP), Konya Milletvekili ve MYK üyesi Ali Yüksel çok eşliliği savundu ve “Niyetim dörde kadar gitmekti.. Piyasayı piçlerle mi dolduralım” dedi.

Kime piç dersiniz?..
(AS: Nüfusta kadın – erkek sayısı neredeyse denk. 1 erkek nasıl 4 kadın alabilir??)

TÜRK

CNN TV, Kuzey Kıbrıs’taki yol sorununda “BM ve Türkiye askeri karşı karşıya geldi” yazdı.

CNN “Türk” yerine de “Türkiye” yazsalar ya…

ADALET

34 kg uyuşturucu ile yakalanıp  10 yıl hapse mahkum olan İsrail vatandaşı Danny Aweke, siyasal girişimler sonucu serbest bırakıldı.

Adli Tıp’tan raporlu 80’lik generaller içeride.

AKP nin A’sı…

YARGI

38 OECD ülkesi içinde “YARGIYA GÜVEN ENDEKSİ” nde sondan ikinciyiz.

Yargının bağımsız olduğuna inanan %18.

Yargıyı siyasallaştıran RTE’ye  ve O’nun siyasi konuşmasını alkışlayan yargı mensuplarına alkış…

Kutsal Zalimlik ve İktidar II

58. gün…

Merdan Yanardağ
Siyaset 21.08.2023, BİRGÜN

Türkiye, popüler dilde ‘‘tek adam rejimi’’ de denilen yönetim anlayışı ile, kabile-aşiret düzenine iade edilmiş bulunuyor. Dolayısıyla din-tarım-tacir toplumlarına özgü bir kabile/aşiret kültürü ve asabiyesi (sosyo-psikolojisi) bürokratik düzen ve idari işleyiş üzerinde giderek etkili hale geliyor. Liyakatin yerini sadakat alıyor. Diplomasız olmak neredeyse avantaja dönüşüyor. Toplumsal ahlak, ortak etik değerler çöküyor. Toplum ‘‘ortak iyi’’yi yitiriyor.

İslamo-faşizmin en önemli gücü, işte bu siyasal dönüşümün kitle tabanını oluşturan kesimlerdir. Eziklik, dışlanmışlık, kenarda kalmışlık psikolojisini, kutsal değerler ve siyasallaşmış bir dincilik üzerinden hoyrat bir saldırganlığa ve kıyıcı bir intikamcılığa dönüştüren İslamcılar; bu gücü etkin iktidar aracına dönüştürür. Böylece ulusal zenginliklerin yağmasına dayalı bir talan ekonomisini ilkel sermaye birikimi modeli haline getiren iktidar, yarattığı İslamcı-muhafazakâr burjuvazi (buna ‘‘sermaye sınıfı demek sanırım daha doğru olacak) ile kurduğu düzeni garanti altına almaya çalışır.
***
Siyasal İslamcılık, yeni zenginler sınıfının ve muhafazakâr kodamanların sermaye birikim aracına dönüşür. Türkiye’de popüler olan ve ‘‘Beşli Çete’’ diye kodlanan iktidar yanlısı sermaye çevreleri, bu modelin ürünüdür. Bu sermaye çevreleri, ‘‘sıra bizde’’ saldırganlığı ve ilkelliğiyle servetten ve iktidardan daha fazla pay isteyen, doymak bilmez bir saldırganlık içindedir. Su akarken küplerini doldururlar; çünkü önlerinde hiçbir engel yoktur. Başyüceyi memnun etmek yeterlidir.

‘‘AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tanıdığı olağanüstü yetkiler nedeniyle parti ve devlet aygıtının, lider hizmetinde yönetilmesine ve -Osmanlı ve cumhuriyet idare tarihinin neredeyse hiçbir döneminde görülmeyen- bir güç yoğunlaşmasına neden oldu.’’ (Açıkel, 2023 s.47)

Siyasal İslamcılık ve saldırganlığın bir aşırı milliyetçilik ile ne kadar sentezlenmeye çalışılsa da ortaya eklektik bir yapı çıkar. Bu, içinde yer yer uyumsuzlukları da taşıyan bir yapılanmadır. Tam anlamıyla bir ‘‘sentez’’den söz edilemez. İslamcılar, milliyetçi kültürel havza ile ‘‘terörle mücadele ideolojisi’’ diyebileceğimiz güvenlikçi bir retorik üzerinden ilişki kuruyor. Muhafazakâr ve İslamcı havza, eziklik kompleksinden kutsal bir zalimliğe doğru biraz da retorik üzerinden kışkırtılır.

Bu anlayışa göre, ‘‘Vatan dış güçler ve onların uzantısı olan iç düşmanlar’’ tarafından kuşatılmıştır. Terörü de onlar beslemekte ve desteklemektedir. O halde bu kesimlere ‘‘düşman’’ muamelesi yapılmalı, savaş hukuku uygulanmalıdır. Yapılacak her zulüm meşrudur, mubahtır.

Böylece gerçek olmayan hayali düşmanlar üzerinden açığa çıkarılan ilkel öfke, toplumun en geri, eğitimsiz ve geleneksel değerlerin etkisi altındaki kesimlerine dayanır, onlardan beslenir. Cehaletin despotizmidir.

SİLİVRİ NOTLARI

Evet, Barış Pehlivan da Silivri’ye geldi. İslamcı oligarşinin, hastalıklı bir ruh hali içindeki iktidar trollerinin umarım başları göğe ermiştir! Barış Pehlivan, bu zulüm rejiminin simgesi haline gelen Silivri Cezaevi’ne konuldu diye, Türkiye daha demokratik, daha güvenli, daha kalkınmış, daha eğitimli, daha zengin bir ülke haline gelmedi. Daha güçlü olmadı. Tam tersine güç ve statü kaybetti. Demokrasi dışı totaliter rejimler kategorisine alındığı gibi bu skalada (ölçekte) daha geriye düştü.

Barış ile avukatlarımız aracılığıyla karşılıklı selamlarımızı ilettik birbirimize. İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini bilemiyor, ‘‘Hoş geldin’’ desen olamayacak, ‘‘Geçmiş olsun’’ desen uymayacak, adli tutuklu ve hükümlüler gibi ‘‘Allah kurtarsın’’ demek yakışmayacak -buradaki FETÖ’cüler bile böyle demiyor artık- geriye, ‘‘Yanındayım kardeşim, omuz omuzayız’’ demek kalıyor; ‘‘Bu duvarları hep birlikte yıkacağız!’’

İki Barış (Pehlivan ve Terkoğlu) 2010’da buradayken, onları ziyaret için gelmiş fakat savcılıktan izin alamamıştım. Silivri Adliyesi’nde savcı ile neredeyse birbirimize girmiştik. Şimdi ise aynı kampüste (yerleşkede) ama ayrı ayrı cezaevindeyiz! Çünkü yerleşkede 10 ayrı cezaevi bir de duruşma salonlarının bulunduğu adliye kısmı var. Bunlardan 9’u kapalı, biri ise Barış Pehlivan’ın kaldığı açık cezaevi. Kampüsün ekmeği ve yemekleri de orada üretilip dağıtılıyor. İyi halli ve kıdemli mahkûmların kaldığı işçi koğuşları var.
***
Her cezaevi ayrı binalar ve avlulardan oluşuyor. Her birinin güvenliği ve personeli ayrı. Açık cezaevi koğuş sistemine sahip, hükümlüler sadece ortak alanlarda değil, her yerde görüşebiliyorlar. Koğuş kapıları açık ve farklı suçlardan yatan herkes birbiriyle görüşebiliyor. Fiziksel temasın önünde engel yok. Açık cezaevinde hafif suçlardan ceza almış hükümlüler ile cezasının büyük bölümünü yatmış iyi halli olduğu belgelenmiş (disiplin cezası olmayan) ve yatarı 5 yılın altına inen mahkûmlar kalıyor.

Benim kaldığım 9 No’lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ise yüksek güvenlikli. Genellikle tek kişilik odalarda kalınıyor. Havalandırma avluları ayrı. Koğuşlar ise en fazla üç kişilik. Tutuklu ve hükümlüler arasında fiziki temas olanağı sıfır. Sadece pencerelerden, kapı altlarından ve bir de açık yapılan avukat görüşmeleri sırasında denk gelinirse fiziki temas olmaksızın uzaktan görüşüp sohbet edilebiliyor. Biz de öyle yapıyoruz. Can Atalay, Osman Kavala ve diğer “Gezi“ci arkadaşlar ile çeşitli sol örgütlerden siyasiler, 15 Temmuzcular bu bölümde kalıyor. Ağır suçlular, ‘‘terör örgütü’’ mensubu olmakla suçlananlar, suç örgütü liderleri de bizim bölümde. Personel eğitimli ve iyi, güvenlik yüksek. Ortak spor ve üç kişilik koğuşlarda kalmak için ‘‘hasım’’ ve ‘‘düşman’’, zıt örgütlere ya da görüşlere sahip olmamak gerekiyor.
***
Bu karşılaştırmayı, Barış Pehlivan’ın güvenli bir ortamda kalmadığını anlatabilmek için yaptım. Birbirinden çok farklı suçlar işlemiş kişilerin fiziki bir temasa imkân verecek şekilde bir arada olması, ortak alanların kullanımı, koğuşlar arasında gidiş-geliş serbestisi ciddi bir güvenlik sorunu yaratabilir. Bir duyum almış değilim, ciddi bir sorun çıkacağını da sanmıyorum. İdare yüksek bir dikkat göstereceği gibi Barış da kendi önlemlerini alacaktır. Ona destek olacak çok sayıda kişi çıkacağını düşünüyorum. Ancak bütün bunlar nihayet bir öngörü ve varsayımdan ibaret. Barış Pehlivan hakkında sosyal medyada yapılan saldırgan mesajlara açıkça suça azmettirici telkin ve kışkırtıcı yayınlar anımsanınca, önlem almak şart; çünkü hınç ve intikamcı bir hastalıklı ruh haliyle yapılan bu yayınlar, tam da irdelemeye çalıştığım ‘‘kutsal zalimlik’’ kavramının ifade ettiği durumuna denk düşüyor. İlgililerin ve kamuoyunun dikkatini ‘‘içeriden biri’’ olarak bir kez de ben çekeyim istedim. Mutlaka önlem alınmalı.
***
Bu hafta ziyaretime gelenler arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer de vardı. Çok mutlu oldum, İzmir’den kalkıp ziyaretime gelmesi büyük incelikti. Sayın Soyer, kültürel donanımı ve siyasal birikimi ile görgülü ve bilgili bir Belediye Başkanı. Bu yanıyla öne çıkan bir siyasetçi, Türkiye’nin geleceğinde önemli roller üstlenebilecek potansiyellere sahip bir aydın.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili ve ortak dostumuz Avukat Taner Kazancıoğlu ile gelen Soyer ile güzel bir sohbet yaptık. Benim davamı, TELE1’i, memleket sorunlarını konuştuk.

  • İhanete uğrayan cumhuriyeti, yarım bırakılan devrimi konuştuk.

Desteği, dostluğu ve TELE1 ile dayanışması için çok teşekkür ediyorum.

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin değerli Başkanı Zeydan Karalar da selamlarını ve dayanışma mesajını iletmiş. Sevgilerimi iletiyorum.

Bu arada özellikle belirtmeliyim; bütün sosyalist ve devrimci partilere gösterdikleri destek ve dayanışma için çok teşekkür ediyorum. Benim için çok değerlidir. Hemen hemen tamamı avukat dostlarımızı göndererek yanımızda olduklarını bildirdiler, güç verdiler. Sevgiyle selamlıyorum.
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla, benim için milletvekillerinden oluşturulan özel komisyon daha ilk haftadan itibaren (başlayarak) beni yalnız bırakmadı. Bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu ve Parti yönetimine çok teşekkür ediyorum. Enis Berberoğlu, Utku Çakırözer, Evrim Korkmaz, Yüksel Mansur Kılınç ve Zeynel Emre’den oluşan komisyon üyeleri hem toplu olarak hem de ayrı ayrı ziyaretime geldiler. Komisyonun sözcüsü değerli meslektaşım Enis Berberoğlu her hafta geliyor. Zahmet verdiğim için mahcup oluyorum. Ayrıca, parti yönetiminde bulunanlar dahil çok sayıda CHP milletvekili de ziyaretime geldi ve gelmeyi sürdürüyor. Tümüne minnettarım isimlerini not aldım, yazacağım. HDP’den de Ömer Faruk Gergerlioğlu geldi, sağ olsunlar.

Oluşturulan komisyon şimdi Barış Pehlivan ile de ilgileniyor. Zaten her geldiklerinde Can Atalay ve diğer arkadaşlarla da görüşmeye özen gösteriyorlar. Eren Erdem de bu hafta geldi. Bu tablo Silivri’nin, siyasal bir mekân ve rejimin niteliğini ortaya koyan simge olarak ülke gündeminde daha sık yer alacağını gösteriyor. Bu durum, ülkenin nereye gittiğini gösteriyor.

Sonuç olarak; dayanışma güç veriyor, yaşamı Silivri’de bile güzelleştiriyor.
Bizim sevincimizdir. Teşekkür ediyorum.

Bakanlar, seçim çalışmalarına katılamaz!

Siyaset 17.08.2023, BİRGÜN

Mahalli seçimlerde bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” sözleri, “Cumhurbaşkanı yardımcısı dâhil bütün bakanlar milletvekili adayı olacak” (22 Mart) talimatını çağrıştırdı.

ÇİFTE SEÇİM 

Önceki nasıl sonuçlandı?

-Kurul yok, ama toplu sevkıyat var: 2017’de hükümet kaldırıldı; ama  tek kişilik Yürütme, “kolektif sevkıyat” iradesi ortaya koydu, ilgililerin bilgisi dışında. Nitekim hastaneler ve oteller zincirleri olan işinsanı iki bakan, sevkıyata uymadı.

-Bakanlıktan TBMM üyeliğine: Oysa Bakanlar da  başka kamu görevlileri gibi  ancak görevlerinden ayrılmaları kaydı ile aday olabilirdi.

Ne var ki, görevlerini sürdürdükleri gibi, seçildikten sonra da TBMM’de -2. tur sonrası- and içinceye dek Bakanlık makamını ‘işgal’ etti. YSK kararı yanlıştı; ama 6’lı Masa paydaşı partiler de,  gerekli tepkiyi göstermedikleri için 14 ve 28 Mayıs seçimleri, ‘Devlet seferberliği’ eşliğinde, Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) birleşmesini pekiştirdi. Böylece AKP,  3 Kasım 2002’de olduğu gibi beklediğinden daha yüksek sayıda vekil elde etti. (Kuşkusuz bunda CHP’nin tercihlerinin de payı var…)

YEREL SEÇİMLER 

Aslında parlamenter rejim uygulaması olduğu halde “Kabine” adıyla yapılan fiili  toplantılara Bakanlar dışındaki bürokratlar da katılmakta.  Şu halde, “sandık sevkıyatı” hepsi için geçerli ve çağrının amacı belli:

-Siyasal açıdan; yerel seçimler için de, “devletin bütün birimlerini iktidar partisi lehine seferber” etmenin amacı, “demokratik yerel yönetimler” e çökmek.

-Anayasal açıdan; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi (CBK -1) ile Anayasa’ya aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlanan yerel yönetimler üzerinde 2. bir vesayet halkası oluşturuldu. AYM ise, aradan beş yıl geçtiği halde karar vermedi.

Bakanların seçim kampanyasına katılması, Anayasa’ya aykırı uygulama (kayyum) ve aykırı düzenleme (çifte vesayet) ötesi bir anlam taşıyor.

Şöyle ki; ‘Talimat’ yoluyla, her Bakanlığın taşra teşkilatı, Cumhur İttifakı adayları için faaliyete geçirilir. Devlet’in insani, mali ve lojistik bütün olanakları, Ankara’dan Adana’ya, İstanbul’dan Hatay’a kendi adaylarının kazanması için seferber edilir. Depremler de, dün-bugün-yarın sürecinde ‘yaşamda kalma’ tehdidine dönüştürülür. K+P+D birleşmesinde ideolojik aygıt işlevi gören TRT ve RTÜK, yüzlerce TV kanalı eşliğinde Cumhur İttifakı’nı destekler. Diyanet İşleri Başkanı, kılıçla namaz kıldırır. Dahası, sahte video ve terör şantajı deneyiminden esinle resmi makamlar eliyle “yeni suç tipleri” devreye sokulur.

Bunlar ve daha birçok nedenle siyasal partiler, “bütün vekiller, kabine üyeleri de dahil sahaya inecek” açıklamasına hemen siyasal ve hukuksal olarak tepki göstermeli.

Eğer şimdiden tepki verilmez ise, seçim kampanyasına katılım ötesinde belediye başkanlığına aday gösterilen bazı Bakanlar, Bakanlık koltuğundan kalkmadan  başkanlık koltuğuna oturtulabilir.

Özetle; “Kabine üyeleri de sahaya inerse, bunun adı seçim olmaz,  olsa olsa K+P+D birleşmesinin göstergesi olarak, kişi ve parti adaylarının devlet desteğiyle sandıktan çıkarılması olur.

‘GÖREV SUÇU’ DIŞINDA 

2017 kurgusuna göre siyaset, CB tekelinde; siyaset dışına çıkarılan Bakanların CB ile ortak karar alma yetkileri olmadığı gibi, TBMM’ye karşı hiçbir sorumluluğu yok. Ancak 400 vekilin oyu ile  başlatılabilen bakanların Yüce Divan yargılaması, görev suçu ile sınırlı.

Bakanların görev alanı dışına çıkarak yerel seçim kampanyalarına katılması, görev dışı olduğu için, doğrudan savcılıklara suç duyurusu yapılabilir.

Cumhur İttifakı dışındaki siyasal partiler, Anayasa’ya aykırı düzenlemelere ve “Devlet seferberliği”ne karşı hukuki ve siyasal araçlar eşliğinde bir “toplumsal seferberlik” başlatmalı. Yerel seçimlere yönelik Anayasa dışı uygulamalara seyirci kalmak, 14 ve 28 Mayıs benzeri hezimete şimdiden rıza göstermek anlamına gelir.

Böyle bir rıza, ‘demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ nde, ‘sandıktan çıkan monark’ın ‘yeşil totalitarizm koşusu’na seyirci kalmakla eşanlamlı.

Parmağımdaki nasır

Barış Pehlivan
Barış Pehlivan
baris.pehlivan@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

“Hiç canını sıkma kardeşim, yine baştan yazarız.”

27 yaşındaydım ve terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyordum. Koğuşlarımızın açıldığı cezaevi maltasında Barış Terkoğlu’nu gördüm. Avukat görüşünden dönüyordu.

Haftalar önce tutuklanmasaydık ilk kitabımızı yayınevine teslim etmiş olacaktık. İzin vermediler. 14 Şubat 2011 sabahı evimize gelen onlarca polis hem bizi hem tüm bilgisayarlarımızı ele geçirdi. Gardiyanların hızlıca koğuşa sokmaya çalıştığı Barış’a “Kitap da gitti, yazık oldu onca emeğe” diye bağırdım. Yanıtı, bu yazının ilk cümlesi oldu. Sahi, yazar mıydık? İyi de nasıl? Birbirimizi bile göremiyorduk ki…

(AS: Fotoğrafı biz ekledik, cezaevine girerken hala gülümseyebiliyor!)

Bir gün avukatımla o küçücük görüş odasında konuşuyorduk. Barış’ın bana yazdığı bir mektubu verdi, gizlice okumaya başladım. “Yazalım” diyordu. Dönemin Taraf gazetesi WikiLeaks belgelerini sansürleyerek yayımlıyor, Fethullahçıları zora sokacak bölümleri saklıyordu. Madem öyle, asıl şimdi yazmalı, bizi içeri atanlara kalemimizle meydan okumalıydık.

Gizli yazışmalarımız günlerce sürdü. Konuları paylaştık, işbölümünü yaptık. Dışarıdaki dostlarımız belgeleri Türkçeye çeviriyor, onlarca sayfayı parça parça içeri sokuyorduk. Gece olduğunda da hücremizdeki o plastik masaya oturuyor, boş beyaz kâğıtlara elimizle yazmaya başlıyorduk. El yazılı sayfalar yine gizlice dışarıya çıkarılıyor, eşlerimiz tarafından bilgisayara geçiriliyordu. Kimse duyup engellemesin diye sakladığımız bu süreç aylar sürdü.

Bir gün Çağlayan Adliyesi’nde duruşmamız vardı. Ne güzel bir gündü, sanık sandalyesinde de olsak sevdiklerimizi görüyorduk. Sonra, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’la göz göze geldik. Haluk ağabey onlarca jandarmanın arasından bir kâğıt uzattı bize. Kimse anlamadı ama kitap sözleşmesiydi.

Duruşmaya ara verildi. Adliyenin eksi 7. katındaki nezarethanedeydik. Orada imzaladık sözleşmeyi, mahkeme salonuna çıkarılınca geri teslim ettik. Artık heyecanla ilk kitabımızın çıkmasını bekliyorduk…

Ve o gün geldi. Koğuşta yerimde duramıyor ve kitaba dair gazetelerde çıkan haberleri tekrar tekrar okuyordum. Başarmıştık. Gazetecilikten tutuklanmış, tutuklu olsak da gazetecilik yapmıştık. Dünyada örneği var mıdır bilmiyorum ama biz Barış’la birbirimizi görmeden cezaevinde ortak kitap yazmıştık. Önsözünü de bir başka koğuşta abide gibi dik duran Doğan Yurdakul ağabey kaleme almıştı.

Sızıntı/WikiLeaks’te Ünlü Türkler kitabının çıkış öyküsü böyleydi.

  • Bu topraklardaki adaletsizliklerin nasıl planlandığını gizli Amerikan belgeleriyle ortaya koyduk.
  • İktidarın devlete yerleştirdiği terör örgütünün büyükelçilere verdiği kirli brifingleri duyurduk.

Evet, kimine göre teröristtik ama aylarca en çok okunan bir kitabın yazarlarıydık da…

19 ay tutuklu kaldık. Gün geldi, devlet “Pardon” dedi, beraat ettik. Bizi yargılayan hâkimler kaçtı, bizi mahkeme önüne atan savcılar kaçtı, bizi takip eden polisler kaçtı. Bilirkişi diye önümüze attıkları şakirtler bile kaçtı. Biz ise iman tahtamıza memleket ve hürriyet yazdık.

Şimdi 40 yaşındayım. Barış’ın da benim de parmaklarımızda bir nasır halen duruyor. Bu satırları yazarken ona bakıyorum. Bundan 12 yıl önce ellerimizle yazdığımız kitabın nasırı, Yine yazarız diye bana sesleniyor.

Ve şimdi yine yeni bir mücadelenin içine giriyorum.

  • Can güvenliğimin olmayacağını bilecek deneyimdeyim.

Lakin kimsenin kuşkusu olmasın, yine yazacağım.

Ne güzel demiş Ahmet Telli“Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün…”


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Parmağımdaki nasır16 Ağustos 2023
Bildiğiniz gibi değil11 Ağustos 2023