Kategori arşivi: Hekim Saltık

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Görevden Uzaklaştırılan Meslektaşlarımızın Yanındayız!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şubesi ve Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) İzmir 3 No’lu Şubesi, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attıkları gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından haklarında soruşturma yürütülen 13 akademisyenin 28 Haziran 2017 tarihinde rektörlük tarafından görevden uzaklaştırılmalarına tepki gösterdi.

TTB, SES İzmir Şube ve Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şubesi tarafından açığa alınan akademisyenlere destek amacıyla 29 Haziran 2017 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamaya TTB Merkez Konseyi İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, TTB Merkez Konseyi üyeleri Prof. Dr. Funda Obuz ve Dr. Şeyhmus Gökalp katıldılar.

İzmir Şube Başkanı Dr. Fatih Sürenkök, Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şube Başkanı Kıyaseddin Yasa ve açığa alınan akademisyenler adına TTB Merkez Konseyi eski üyesi ve TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK) eski başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, kısa birer konuşma yaparak açığa alınmaya tepki gösterdiler.

TTB İkinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman tarafından okunan ortak açıklamada, “Meslektaşlarımızın yanında olduğumuzu, görevlerine dönmesi için tüm kurumsal ve hukuksal olanaklarımızla mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşırız.” denildi.

28 Haziran 2017 tarihli rektörlük yazısıyla “soruşturmanın selameti açısından” görevden alınanlar arasında Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Cem Terzi, Prof. Dr. İzge Günal, Prof. Dr. Halil Resmi, Doç. Dr. Halis Ulaş, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr Ayşen Uysal, Prof. Dr. Yeşim Ediz Şahin, Dr. Nuri Erkin Başer, Araştırma Görevlilerinden Aydın Arı, Serap Sarıtaş, Dilek Karabulut, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Seçkin Aydın ve Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Emel Yuvayapan  bulunuyor.
(29.06.2017, http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/ihraclar-6746.html)

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Görevden Uzaklaştırılan Meslektaşlarımızın Yanındayız!

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza attıkları gerekçesiyle haklarında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülen 12 akademisyen, 28 Haziran 2017 tarihli rektörlük yazısıyla “soruşturmanın selameti açısından” görevden uzaklaştırılmıştır. Görevden alınanlar arasında Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Cem Terzi, Prof. Dr. İzge Günal, Prof. Dr. Halil Resmi, Doç. Dr. Halis Ulaş, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr Ayşen Uysal, Prof. Dr. Yeşim Ediz Şahin, Dr. Nuri Erkin Başer, Araştırma Görevlilerinden Aydın Arı, Serap Sarıtaş, Dilek Karabulut, Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Seçkin Aydın ve Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Emel Yuvayapan  bulunmaktadır.

Daha önce görevden uzaklaştırılan veya ihraç edilenler gibi, meslektaşlarımız iyi hekimlik değerlerini, akademik özgürlükleri savundukları, emek, barış ve demokrasi mücadelesi verdikleri için hedef seçilmişlerdir.

OHAL ile birlikte toplumun her alanında eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi isteyenler susturulmak istenmekte, işinden ve özgürlüklerinden olmaktadır. Ülkemizde umut kesilen adalet, büyük bir toplum kesimini harekete geçirmiş ve onu arayanları ortak bir hedefte birleştirmiştir.

Emeğin, demokrasinin, hukukun, toplumsal barışın ve iyi hekimlik değerlerinin güçlenmesi ve görevlerine son verilen meslektaşlarımızın öğrencilerine ve hastalarına bir an evvel yeniden kavuşmaları talebini güçlü bir şekilde dile getiriyoruz. Meslektaşlarımızın yanında olduğumuzu, görevlerine dönmesi için tüm kurumsal ve hukuksal olanaklarımızla mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşırız.

Türk Tabipleri Birliği (TTB)
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir Şubesi
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) İzmir 3 No’lu Şube
================================
Dostlar,

Adli – idari Soruşturma ve ardından gerekliyse Koğuşturma hukuk devletinin araçlarıdır.
Ne var ki bizzat AKP Gn. Bşk. Erdoğan’ın acı itirafı ile “at izi it izine karışmıştır” ve kuru ile birlikte yaş da yanmaktadır. Bu durum kabul edilemez.

İktidar, tek 1 vatandaşının bile hukukunu sonuna dek kollamak ve korumak zorundadır.
Anayasa md. 130 / 6 son derece nettir :

  • Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar.

İktidar, pervasızca yaptıklarından ürkmüş olmalı ki (?) bu kez maşa kullanılmış,
OHAL KHK’sı yerine Üniversite Rektörlüğü kullanılmıştır. Rektörlük de İstanbul C. Başsavcılığının istemini (varsa?!) yerine getiriyor gözükmektedir. Oysa bu isteme, savcılık soruşturmasının suç konusu edilen eylemden 1,5 yıl sonraya sarkmasının hukuk dışılığına dayanarak direnebilirdi.. Bir bildiri söz konusu ve imza konalı 1,5 yıl olmuş. Başkaca “suç” (!?) kanıtı yok.. Bu insanlar görevde kalarak, aradan 1,5 yıl geçmesine karşın başlatılan adli soruşturmada nasıl olumsuz etkili olabilirler? Tüm kanıt bir barış bildirisi.. Neden görevden uzaklaştırırsınız bu yüzden? Daha savcılık iddianamesi mahkemece kabul bile edilmiş değil.. Bildiğimiz ölçüde, açılan davada da 1128 “sanık” tutuksuz yargılanmaktalar. İleride aklandıklarında doğan kişisel maddi – manevi zarar ve toplumun zararı nasıl telafi edilebilecektir?

Neresinden tutsanız hukuka uyar  iler – tutar yanı yok..
Türkiye’nin hızla normalleştirilmesi başta iktidar olmak üzere herkesin sorumluluğu. AKP = RTE sıklıkla Türkiye’nin beka sorunu niteliğinde ağır ve ciddi sorunlarla kendilerinin boğuştuğunu ileri sürerek ülkenin öbür ağır sorunlarını gözden kaçırmaya, ikincilleştirmeye çalışırken, iç cephede yeni sorunlar yaratmayı sürdürüyor. Oysa AKP = RTE’nin savı doğru ise, bu beka sorunlarıyla savaşmak için öncelikle iç cepheyi pekiştirmek, Ulusu birleştirmek kaçınılmaz bir öncelik değil midir??

Gelişmeler bizi çok üzüyor ve kaygılandırıyor..
AKP = RTE’yi uyarmaktan yorulduk..
Ne yazsak, ne söylesek duvara çarpıyor..
Bu gidiş gidiş değil.. Ülkemiz için de AKP = RTE için de “hayırlı” değil..
Erdoğan “umutsuz vaka” demek istemiyoruz ama görünen köy ne yazık ki böyle.

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroğlu : GERÇEK NEDİR BİLMEMİZ ŞART

GERÇEK NEDİR BİLMEMİZ ŞART!

Rifat Serdaroğlu

(AS : Bizim kapsamlı tıbbi irdelememiz yazının altındadır..)

Oflu Hoca, cemaate vaaz veriyormuş;
“Ey Cemaati Müslim’in, kimse kendini kandırmasın! Azrail’in elinden kurtulmak imkansızdır. Bakın size bir hikâye anlatayım, der!
Üç yaşlı kadın, akılları sıra Azrail’i kandırmak istemişler. Azrail geldiğinde üçü de bebek taklidi yapmaya başlamışlar; Biri ‘ıngaa’ diğeri ‘mama’ üçüncüsü de ‘çişim geldiii’ diye bağırmaya başlamışlar. Azrail bir süre bunları seyretmiş, sonunda ne dese beğenirsiniz? ‘Hadi bakalım attaaa gidiyoruz!’
Gördünüz mü, Azrail’i kandırmak mümkün değildir.
Al’i İmran Suresinin 185. Ayeti Her canlı ölümü tadacaktır’ der, herkes buna göre davransın…”

AKP Genel Başkanı Bağımsız ve Tarafsız Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Bayram namazını eda etmek için gittiği camide, namazını kılamadan yine bayıldı!
Neyse ki sağlık ekibinin yardımıyla kendine geldi ve yaptığı açıklamada
– “Şekerden kaynaklanan bir tansiyon problemi yaşadık.” dedi!

Erdoğan, bildiğiniz gibi daha önce de makam otosunda bayılmış ve arabanın camları balyozla kırılarak kurtarılmıştı. Medeni ülkelerin hiçbirinde böyle bir ilkellik, böyle bir rezillik yaşanmaz.
Erdoğan’ın iki kez de “kolon operasyonu” geçirdiğini hepimiz biliyoruz.

  • Erdoğan’ın vücut ve ruh sağlığında problemler yaşadığı davranışlarından ve yüzünden (makyaja rağmen) net olarak anlaşılmaktadır.

Herkes hasta olabilir, günün birinde sağlığını kaybedebilir. Tüm bunlar biz insanlar için olağan olaylardır. Fakat

  • Ülkeyi yöneten kişilerin, varsa sağlık problemlerini saklamaları,
    kamuoyunu bilgilendirmemeleri doğru bir hareket değildir.

Tüm demokrat ülkelerde, Başkanların veya Başbakanların yıllık sağlık raporları yayınlanır ve kamuoyu aydınlatılır. Böylelikle asılsız dedikoduların da önüne geçilmiş olunur.
Kimse bu dünyaya kazık çakamaz. Hepimiz bir gün ölümü tadacağız, sırası geldiğinde Erdoğan da ölecek. Yönetim sorumluluğunu geçici bir süre için üstlenmiş kişilerin, sağlık problemlerini saklama gibi bir hakları yoktur, olamaz. Uluslararası bir toplantıda Erdoğan’ın bayılıp, küüüt diye düştüğünü düşünebiliyor musunuz?
Sözün özü; Gerçek ne ise onu bilmek hepimizin doğal hakkımızdır…

Oflu Hoca ile başladık, onunla bitirelim;
“Dediklerimi iyi dinleyin! Eğer imanın şartlarını tam olarak yerine getirir ve yaşarsanız, kesin cennete gidersiniz. Her birinizi orada 72 Huri bekleyecek, der!

Cemaatten biri ‘Hocam bir şey sorabilir miyim’ diye izin ister. Hoca sor bakalım deyince;
Hocam; Aliye (kadın) / Ali (erkek), Emine (kadın) / Emin (erkek), Zekiye (kadın) / Zeki (erkek), Nuriye (kadın) / Nuri (erkek) değil mi?
Hoca; Evet öyledir!
Adam; O zaman Huriye kadın ise Huri de erkek olmuyor mu Hocam? Sen bizi öte tarafta yakacak mısın?
Oflu Hoca, şekerden kaynaklanan tansiyon problemi varmış gibi küüt diye devrilir kalır…”

Sağlık ve başarı dileklerimle 28 Haziran 2017
===========================================
Dostlar,

“.. şekerden kaynaklanan tansiyon problemi..” diye tıbben geçerli, tanımlı bir tablo yoktur.

Şeker (diyabet) hastalığıdır.. Tansiyon da kan basıncının yükselmesidir ve bu 2 hastalık ayrı ayrı hastalıklardır. Birlikte olmaları kimi komplikasyonları kolaylaştırır, artırır, sağaltımı zorlaştırır.
Erdoğan’da her ikisi de vardır. Ayrıca Epilepsi (sara) hastalığı da vardır ve klon (kalın bağırsak) kanseri nedeniyle bir bölüm kalın bağırsağı ameliyatla alınmış, tedavi görmüştür… Aşırı sinirliliği, yorgunluğu, narsisistik kişiliği nedeniyle destek sağaltımı (tedavisi) alıyor olması çok yüksek olasılıklıdır.

“Olasılıklıdır” diyoruz, çünkü bilmiyoruz! Oysa bilme hakkımız var! Erdoğan’ın sağlık durumu kişisel veri değildir. 80 milyonun geleceği 2 dudağı arasında olan adamın TAM SAĞLIKLI olduğunu geçerli resmi kurul raporu ile HER YIL belgelemesi zo-run-lu-dur!

Bu zorunluk hem yasal hem de demokrasinin gelenekleri (teamülleri) gereğidir.

Meslekte 40 yılını aşan bir hekim olarak, Erdoğan’ın açıklamasını da dikkate alarak, yaşanan sorunun çok yüksek olasılıkla “TIA (Transient Ischemic Attack)” olabileceğini düşünüyoruz.

Bu çok ciddi bir tablo ve hastalıktır. Türkçesi “geçici iskemik atak” tır. Daha açıkçası, Erdoğan’ın beynine kan akımı “bir süre”, “geçici” olarak O’nu bayıltacak ve bilincinin yok olmasına neden olacak ölçüde çok azalmış – durmuştur! Bu süre uzarsa beyin infarktüsleri oluşabilir ve klinik tablo felçlere, konuşamamaya, görememeye, yürüyememeye… dek uzanır.

Olası “Serebral dolaşım yetmezliği”nin nedenlerini hızla bulmak ve serebral kontrast anjiyoda beyin atardamarlarında olabilecek darlık – anevrizma (baloncuk) gibi sorunların stent vd. yöntemlerle denetim altına alınması (yok edilmesi diyemiyoruz..) zorunludur. Tersi durumda, er an yaşamsal tehlike söz konusudur.

TIA atakları geriye doğru bellek boşlukları (retrograde amnesia) bırakır. Bayılma öncesi ve sonrası belli bir süre bellekte kayıt oluşmaz, o süre yaşantıları anımsanamaz. Bu ataklar bayıltmayacak ölçüde hafif ama sık – sürekli olabilir ki, bu durumda entellektüel melekeler ciddi derecede geriler.. Sürekli dikkat toplayamama, anımsama zorlukları, muhakeme güçlüğü ve kopuklukları, uyuklama, unutkanlık….

Bu sorunu olan insanların yaşamları ve işleri oldukça kısıtlanır.
– Otomobil kullanmaları, ağır – tehlikeli işler yapmaları,
– yalnız kalmaları, motosiklet – bisiklete binmeleri, ağır spor vb. birçok etkinliğe,
– yükseklere çıkmalarına, uzun süre ayakta kalmalarına,
oruç tutmalarına, namaz kılmalarına sınırlama getirilmesi gerekir.

  • Bu sorun giderilene –  ciddi ölçüde denetim altına alınana dek böyle bir insan BİR ÜLKEYİ YÖNETEMEZ!

AKP = Erdoğan kendini hızla tüketmektedir. Ülkemizi de..
Sağlık sorunları ağır ve ciddidir kanımıza göre..
Ağır çalışma temposu, bu hastalıklarla birlikte dengede kalmayı neredeyse olanaksız kılıyor.
Değilse elbette seviniriz ama bunun için yetkin bir Üniversite Hastanesinden, TTB temsilcisi uzman hekimlerin de katıldığı bir kurul eliyle sağlık durumunu belgelemelidir. Spekülasyonları, şehir efsanelerini, dedikoduları, fısıltı gazetesini, sosyal medyayı.. düşünerek HALKIN BİLME HAKKININ ve Erdoğan’ın da yasal yükümlülüğünün gereği gecikmeden yerine getirilmelidir. Bu bağlamda bu sitede daha önceleri de epey yazı yazılmıştır..

Bu yazdıklarımız tıbbın genel bilgileridir, belli bir dalda uzman olmayı bile gerektirmez. Erdoğan ile yakın çalışanlar ve aile, yazdıklarımızın üzerinde dikkatle durmalı, düşünmeli ve hem Erdoğan’ın hem de ülkemizin selameti bakımından gereken sorumlulukları üstlenmelidir.

Eski Sağlık Bakanımız Sn. Rifat Serdaroğlu’na konuyu gündeme taşıdığı ve bizim de bu notları yazmamıza vesile olduğu için teşekkür eder, TTB (Türk Tabipleri Birliği), TPD’ni (Türk Psikiyatri Derneği) ve TND’ni (Türk Nöroloji Derneği) göreve çağırır, Erdoğan’a da şifa dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 29 Haziran 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Yürümek sevinçtir

Ataol Behramoğlu


Yürümenin bir sevinç olduğunu 1962 yazında, 20 yaşımda, Ege’nin bütün körfezlerinde denize girmek amacıyla Bursa’dan Bandırma’ya doğru yürüyerek yola çıktığımda duyumsamıştım…
Kuşkusuz bir otostoptu bu. Fakat İzmir’e girerken ayaklarımın altının derileri soyulmuştu ve kanamıştı. Amacımı, anımsadığımca bir ayda gerçekleştirip otobüsle döndüm… Bu yolculuk bana hem şiirlerim hem bütünüyle yaşamım bakımından tükenmez izlenimler, deneyimler kazandırdı…
Yeniliğe doğru yürüyor olmak her şeyden önce bir mutluluktur…
***
Aynı yıllarda bir gün, bir gece yürüyüşü deneyimi yaşadım… İnegöl’de davetli olduğum bir düğün eğlencesinde iki kadın ya da genç kızın birbirleriyle dans ettiklerini görünce derin bir sıkıntı duyarak kalktım ve kimseye bir şey söylemeden gecenin ilerlemiş bir saatinde Bursa’ya doğru yürüyerek yola çıktım… Arada bir yaptığım, bugün de pek uzak olmadığım deliliklerimden biriydi bu… Bir otobüs beklemek ya da geceyi bir başka yerde geçirmek aklımın ucundan geçmemişti… Sıkılmıştım ve sıkıntımı ancak sonsuzca yürüme duygusuyla aşabilirdim… Kaç kilometre yürüdüğümün farkında değilim…
Ipıssız gecede, yeryüzünü çepeçevre kuşatan yıldızlı bir gökyüzünün altında, dünyanın yuvarlaklığını gözlerimle görüp duyumsayarak yürüdüm…
“Yeniden, Hüzünle” adlı şiirimin son dizelerinde yazdığım gibi, saatler sonra, “sabah oldu, oluyor ânında / eski, külüstür, kömür / yüklü sarı bir kamyonla” yolculuğun geri kalan bölümünü tamamladım…
***
On yıl sonra, bu kez 1970 başlarında, Paris’ten Nice’e uzanan yarı yürüme, yarı otostop yolculuğumun da apayrı öyküleri vardır. Fakat yazıyı bunlarla daha fazla uzatmayayım…
***
19 Haziran Pazartesi öğleye doğru, o günkü Büyük Adalet Yürüyüşü’nün Kızılcahamam çıkışında başlayan ikinci evresinde Kılıçdaroğlu’yla omuz omuza yürümekteyken, neredeyse unuttuğum o büyük sevinci, yürüme sevincini bir kez daha kuvvetle duyumsadım. Siyasal amaçlarla elbette pek çok kez yürüdük.
Mitinglerde, 1 Mayıs’larda, gösterilerde, protestolarda…
Fakat genellikle (Deniz’lerin büyük yürüyüşünü saygıyla bir yana ayırarak) kentlerde, bulvarlarda yürüyüşlerdi onlar… Kır yollarını, ırmak kıyılarını, bir yanı uçurum bir yanı ormanla kaplı tepelerden kıvrıla kıvrıla geçen yolları aşarak bir hedefe doğru yürümenin olağanüstü bir tadı var.
Hele bu hedef kutsal bir kavram olan adaletiçinse…
Beş altı kilometrelik yürüyüş bir an gibi sona erdi ve içimde bir yetinmezlik duygusuyla ayrıldım o sevgili arkadaş konvoyundan… Fakat sona doğru, mola ne zaman verilecek diye düşünmeye başladığımı itiraf etmeyecek olursam, başta Kemal Bey’in kendisi olmak üzere yürüyüşün asıl kahramanlarına haksızlık etmiş olurum…
***
Adaletsözcüğü TDK sözlüğünde “yasalarla tanınan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” diye tanımlanıyor. Yasalar da adil olmayabilir. Bence doğrusu “evrensel insan hak ve özgürlükleri” olmalıdır.
Bir de yazılışı ve söylenişi adalete çok benzeyen “atalet” sözcüğü var. Yani tembellik, eylemsizlik, durağanlık…

  • Büyük Adalet Yürüyüşü, toplumu çürüten ümitsizlik ve korku duygularıyla
    onların besleyip büyüttüğü büyük ataletin aşılacak oluşunun işaret fişeğidir…
    ****

    NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI KAYBEDİYORUZ!
    BİR ÜST YETKİLİNİN ÇIKARAK “GREVİ BIRAKIN. DURUMUNUZ YENİDEN
    VE ACİLEN GÖ
    RÜŞÜLÜP BİR HAKSIZLIK VARSA GİDERİLECEKTİR” DEMESİ
    BU KADAR MI GÜÇ? İNSAF, VİCDAN, MANTIK, HUKUK, ADALET
    BUNU GEREKTİRMİYOR MU?
    =============================
    Dostlar,

    Üstad Prof. Ataol Behramoğlu bir yazı mimarı ustalığı ile her bir sözcüğü yerli yerince yerleştirerek bu etkili köşe yazısını üretmiş.. Eklenecek birşey yok..

    Bütünüyle katılarak paylaşıyoruz..

    Yazının altındaki çooooooook önemli uyarı ve çağrıyı bir kez daha yineliyoruz..
    Bu konu son 1 aydır sitemiz manşetinden inmiyor..

  • NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI KAYBEDİYORUZ!
    BİR ÜST YETKİLİNİN ÇIKARAK “GREVİ BIRAKIN. DURUMUNUZ YENİDEN
    VE ACİLEN GÖ
    RÜŞÜLÜP BİR HAKSIZLIK VARSA GİDERİLECEKTİR” DEMESİ
    BU KADAR MI GÜÇ? İNSAF, VİCDAN, MANTIK, HUKUK, ADALET
    BUNU GEREKTİRMİYOR MU?

Bu 2 masum genç insanın ölüme kanatlanışı 110. gününde.. Batsın bu dünya!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

MEB sınır tanımıyor

MEB sınır tanımıyor

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
İmam hatipler için 50 bin olan nüfus koşulu 5 bine düştü. Fen liselerinde öğrenci kontenjan limiti, ildeki 8. sınıf öğrenci sayısının %5’i ile sınırlandı.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), nitelikleri bakımından en çok tartışılan konumdaki imam hatip liselerinin açılmasını 10 kat daha kolaylaştırdı. Son 10 yılda binin üzerinde imam hatip lisesi açan MEB, Anadolu İmam Hatip Lisesi açılması için gereken 50 bin nüfus koşulunu, yerleşim birimi merkez nüfusu için 5 bine kadar düşürdü. Öğretim binasında ise en az 8 derslik, binada veya bahçesinde uygulama mescidi, geleneksel/görsel sanatlar atölyesi, mûsikî/müzik dersliği bulunması, okulun açılacağı yerleşim birimi merkez nüfusunun 5 bin veya yerleşim birimine bağlı mahalle ve köyleri ile birlikte en az 10 bin olması kararlaştırıldı. Eğitimdeki başarısına karşın sayılarının azlığı ile dikkat çeken fen liseleri için ise öğrenci kontenjan limiti, ildeki 8. sınıf öğrenci sayısının %5’i ile sınırlandı. MEB, “Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği”nde değişikliğe giderek bakanlığa bağlı ilk ve ortaöğretim okullarının açılmasına ilişkin esasları yeniden düzenledi. Bakanlığın en dikkat çeken düzenlemesi ise imam hatip liselerinin açılmasına ilişkin koşullar için yapılan kolaylıklar oluşturdu.

  • 2002’de 450 olan imam hatip lisesi sayısını 2017’ye gelindiğinde 1408’e,
  • 71 bin olan öğrenci sayısını ise 517 bine yükselten MEB, yeni
  • yönetmelik ile her mahallede bir imam hatip lisesi kurulabilmesinin önünü açtı.

Her okula mescit

Yeni açılacak okulların ortak standartlarını belirleyen MEB, her okula abdesthane ve kadın ile erkek için ayrı ayrı olmak üzere mescit bulundurma zorunluluğu getirdi. Bakanlık, her okulda yeteri kadar müdür yardımcısı odası, idari oda, revir, su deposu, sistem odası, sığınak, depo, yeterli sayıda tuvalet, öğretmenler odası, çok amaçlı salon, okulların ya da programların özelliklerine uygun laboratuvar, bilgisayar odası, atölye, beden eğitimi salonu, kütüphane, okul aile birliği odası, zümre öğretmenler odası ve destek eğitim odası bulunacağını belirtti.

En fazla 32 derslik

Bakanlık, okul öncesi eğitim kurumları açılabilmesi için; anaokulunda öğrenci sayısının en az 20 olması, oyun odası bulunması; ana sınıfında öğrenci sayısının ise en az 10 olması, dersliğin binanın giriş katında aydınlık, güneş alan bölümünde bulunması ve ayrı giriş-çıkışının olması şartlarını belirledi. Yeni yönetmelikte birleştirilmiş sınıf uygulaması yapılan ilkokulların kurulması için en az 1 derslik ve 1, 2, 3, 4. sınıflarda toplamda en az 10 öğrenci bulunması, ilkokul, ortaokul ile imam hatip ortaokulları için en fazla 32 derslik koşulu getirdi. Okullarda ayrıca görsel sanatlar atölyesi, müzik dersliği, fen dersliği, spor veya drama salonu bulunması koşuluna yönetmelikte yer verildi.

Fen liselerine %5

Bakanlık verilerine göre ortaöğretimdeki öğrencilerin %6.5’inin eğitim gördüğü fen liseleri, sayılarının azlığı ile eleştiri konusu olsa da MEB yeni kurulacak liseler için kontenjan üst sınırı belirlendi. Yönetmelik ile fen lisesi ile sosyal bilimler lisesi açılabilmesi için ilde 8. sınıfta öğrenim gören toplam öğrenci sayısının %5’ini geçmeyecek şekilde öğrenci kontenjanı üst sınır olarak belirlenmesi kararlaştırıldı. Eski yönetmelikte kız ve erkek öğrenciler için ayrı ayrı olmak üzere kurulacak pansiyonlar için 300 öğrenci kapasitesi de 200’e düşürüldü. Ayrıca illerde ve büyükşehirlerde nüfusu 50 binin üzerinde olan ilçelerinde, büyükşehir statüsünde olmayan illerin ilçelerinde ise nüfusunun en az 20 bin ve il merkezi ile birlikte toplam nüfusu en az 200.000 olması şartı belirlendi.

100 kişilik öğretmen enstitüsü

MEB, çok tartışılan Öğretmen Strateji belgesinde yer alan ‘öğretmen akademisi’nin de nasıl kurulacağı yeni yönetmelikte yer aldı. Öğretmenlere yönelik öngörülen 4 yılda bir sınav ve yıllık performans değerlendirmesine karşı eğitim için adres olarak gösterilen öğretmen akademisi ve hizmetiçi eğitim enstitülerinin en az 100 kişi kapasiteli olacak. İhtisaslaşmış olduğu alanlara ilişkin atölye, eğitim salonu, laboratuvar, spor salonu, kütüphane, eğitim yöneticisi/eğitim görevlisi odasına sahip olacak. Ayrıca en az 100 kişiye hitap edebilecek nitelikte, banyo ve tuvaleti içinde bir ve iki kişilik odalardan oluşan yatakhane bölümü, engelli yatak odası, kapalı veya açık spor alanları, aletli spor salonu bulunacak.
====================================
Dostlar,

Gerçekten, AKP iktidarının duracağı bir sınır görülemiyor..
İHL sayısı 1500’lere koşuyor.. Öğrenci sayısı yarım milyonu aşkın.
Bir de İH Ortaokulları var.. Orada öğrenci sayısı 700 bini buluyor. Toplamda 1,2 milyonu aşan öğrenci 2017’de İHO + IHL’de eğitim görüyor. Son 10 yılda bu sayılar hızla artırıldı. Normal okullarda ise geçtiğimiz günlerde Biyoloji 1 saat azaltılıp zorunlu din dersi haftada 2 saate çıkarıldı. Ayrıca EVRİM dersleri de yetişekten (müfredattan) dışlandı.

Yapılanlar siyasal bir tercih olma sınırlarını aşmıştır. Bilinçli – kurgulu bir biçimde laik toplumsal yapı ve doku, köktenci ölçülerde adım adım değiştirilmektedir. Gelinen sınır temel insan hak ve özgürlüklerini çiğnemektedir. Anayasal ve uluslararası ölçütler aşılmıştır. Toplumun geleceği tehdit altına sokulmuştur, daha da sokulmaktadır. Yakın – orta erimde laik – dinci çatışması tohumlanmaktadır. Dinci, bu çatışmayı kazanacağını ve Türkiye’yi bir İslam Devletine dönüştürebileceğini tasarlıyor olmalıdır.

Bu öngörüler dehşet vericidir ve tek bir adamın kafasından çıkmaktadır. AKP’nin sağduyulu kesimleri ne zaman ülkenin geleceğine sahip çıkacaklardır? Atı alan Üsküdar’a geçme kararlılığındadır.. hem de gözünü karartmış olarak.. Bilinmesini dileriz;

Bu gidiş Türkiye için hayırlı değildir.

Katar emiri ve eşi ile ilgili görsel sonucu

Yukarıdaki fotoğraf neler anlatıyor?? Katar Emiri ve eşi ve de Erdoğan..

Erdoğan nereye koşuyor? Tabanını pekiştirmek? Gündemi elinde tutmak? Karşıtlarına gözdağı ve psikolojik üstünlük sağlama? Laik – seküler çevreleri yorup bezdirme?

IHL mezunlarının ulusal – uluslararası sınavlarda başarıları en geride, Fen Liselerinin en üstte olmasına karşın %5’lik Fen liseleri kontenjanları neye düşmanlığın dışavurumudur? Bu kararın idari – politik bir tercih ve seçim kazanmış siyasal iktidarın erk alanı içinde olduğu savlanabilir mi; Yoksa meşru – demokratik – temel insan hak ve özgürlükleri sınırı çoktan aşılmış mıdır?

Bizce bu ikincisidir ve AKP = RTE iktidarı keyfiliği de çok aşan meşru olmayan alana savrulmuştur eğitim politikalarında; yaşamın hemen pek çok alanında olduğu gibi, eğitim – ekonomide özellikle ve ne yazık ki rastlantısal da olmaksızın..

Bu gidiş durmalıdır, durdurulmalıdır; giderimi olanaksız yıkımlar doğmadan..

Not : “EĞİTİM-İŞ : 2016-2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI DEĞERLENDİRME RAPORU” başlıklı dosya ve irdelememize de bakılması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İHALEYİ VEREN SORUNLUDUR – ASKERİN KARNI

KISA KISA 2 YAZI…

İHALEYİ VEREN SORUNLUDUR

İlker Yücel ile ilgili görsel sonucuM. İlker Yücel
ilkeryucel@aydinlikgazete.com
AYDINLIK Gazetesi, 25.6.17 

(AS: 2 yazı için bizim katkımız en alttadır..)

Tam 5 bin acemi asker. Bin bir türlü önyargı ve endişeyle etrafını izleyenler, sağını solunu bilmeyenler, adımlarını uyduramayanlar, korkudan ağlayanlar…

Sadece 20 günde; ayaklarını bir tay gibi sağlam yere vurarak uygun adım yürüyüp, gururla dolu göğüsleri önde, ‘vatan sana canım feda’ diye haykıran Mehmetçikler olduk!

20 yaşına kadar geçim derdiyle orda burda itilip kakılarak çalışan mahçup gençlere kısa sürede duygu ve disiplin yüklenerek cepheye atılma bilinci verildi.

359. dönem Piyade Er M. İlker Yücel başta olmak üzere bütün bir alay, askerlerini özgüven aşılayarak eğiten Alay Komutanı Piyade Albay Şefik Güvenç’e hayran kalmıştık.

15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişiminde Albay Şefik Güvenç’in, vatansever bir subay olarak, Ordu’nun namusunu koruduğunu öğrendiğimizde askeri olarak gururlandık.

Yetenekleri onu Albay rütbesinde Tugay sorumluluğu almasını sağlamıştı.

Bu satırların yazarı Manisa’da askerlerin zehirlendiği yemekhanede 20 gün boyunca istihkakını aldı. Hükümete yakın şirkete ihaleyi veren, tam 4 kez zehirlenme hadisesine rağmen önlem almayan Milli Savunma Bakanlığı, ihaleyi feshetme yetkisi bile olmayan Albay Şefik Güvenç’i görevden alarak sorumluluğunu perdeledi.

  • Böyle komutanın emrinde bir ömür askerlik yapılır
    ama böyle Bakanlığın emrinde bir öğün yemek yenmez!
    ===================================

ASKERİN KARNI

Oktay YıldırımOktay Yıldırım
Aydınlık Gazetesi, 25.6.2017

Benim Türk Ordusu’ndaki asıl sınıfım piyade idi. Ama sakatlandıktan sonra sınıfım değiştirildi, levazım oldum. Her ne kadar bu sınıfta uzun süre görev yapmadıysam da eğitimini aldım, okulu da çok iyi dereceyle bitirdim. Sistem öyle bir kontrol mekanizmasıyla kurulmuştur ki, emin olun değil zehirlenme bayatlama bile olmaz. 1985’ten beri sürekli kışla mutfaklarında üretilen yemekleri yedim. Bir tek zehirlenme vakası ne gördüm ne de duydum. Halen levazım sınıfında görev yapan bir arkadaşıma sordum, O da hatırlamıyor.

Ama ne zaman ki, işin içine para girdi, daha fazla kâr girdi, toplu zehirlenmeler başladı.

  • Ciğeri beş kuruş etmeyen adamlar, beş kuruş daha fazla kâr etmek için
    Mehmetçiğin canına kast etti.

Ani Di Franco, “Doğru tutulduğunda her şey bir silah olabilir” der.
Doğrudur, silah sınıfında olmayan şeyler bile biraz eğitim ve maharetle silaha dönüşebilir. Ama savaşmak için bu yetmez.
Türk atasözüdür, “asker karnının üstünde yürür…”

Silahı olmayan asker bir şekilde savaşabilir, ama karnı doymayan asker savaşamaz. Kimseden kendisine yemek vermesini de bekleyemez, kendisi yapar.

  • Ordu, işleyen bir mekanizma gibidir. Yarın cepheye gittiğinde ne olacak?
    Yemekleri yine özel şirketler mi getirecek?
    ===============================
    Dostlar,
    M. Savunma Bakanı hala “salmonellozis” adlı besin zehirlenmesine, şirketi aklayabilecek fantastik çözümler peşinde.. Bu gün Bursa’da 10 askerin zehirlendiği yeni bir “olay” daha! Sağlık Bakanlığı’nın 12 uzmandan oluşan bilim kurulunun “bu salmenollozis” tir diyen yazılı raporuna karşın.. Sağlık Bakanının kameralar önünde bizzat uyarısına karşın. Birisinin / birilerinin kasten bu tabloya yol açması söz konusu değildir. Etler kasten soğuk zincir dışında tutulmadı ise.. Zaten tüm sürecin kamera kayıtları da var.. Bereket, imam M. Savunma Bakanı depremlerle askerin kışlada zehirlenmesi arasında kurduğu parlak zekasının ürünü “olası bağ” (!) tezinde ısrar etmedi, edemedi..

Bir ülkenin “yaraşırlık” tan (liyakat – meritokrasi) uzaklaşmasının hayal bile edilemeyecek ağır bedellerinden biridir masum Mehmetçiğin asker ocağında kutsal karavanadan zehirlenmesi.. AKP sicilinde hep kara bir leke olarak kalacaktır. Uygarlık tarihi için yüz karasıdır 21. yy’ın şafağında..

Der- hal; OHAL KHK’ları ile darmadağı edilen gözbebeğimiz

  • TSK, önceki kurumsal ve kadim bütünselliğine döndürülmelidir.
    Bu stratejik hatada ısrar edilirse daha ağır sorunlar kaçınılmazdır ve ille de bunları yaşayarak Ulusun güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin hakkı olamaz..Stratejik yönetim öngörüye dayanır, deneme – yanılma ile asla başarılamaz.

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sağlık Bakanlığı askerlerin zehirlenme nedenini açıkladı

Sağlık Bakanlığı askerlerin zehirlenme nedenini açıkladı

MANİSA 1’inci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı’nda geçen cumartesi günü hastaneye kaldırılan 731 askerin yemekten zehirlendiği kesinleşti. Savcılığın başlattığı soruşturmada gözaltına alınanlardan dün adliyeye sevk edilen 25 kişiden 6’sı tutuklanırken, bugün adliyeye sevk edilen 23 kişiden 6 asker serbest bırakıldı.

Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Manisa 1’inci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Albay Arif Seyhun Kışlası’ndaki askerlerin zehirlenmesiyle ilgili ön incelemenin tamamlandığı belirtildi. Açıklamada

  • … klinik bulgular, hastalardan alınan örnekler ve epidemiyolojik analiz sonuçlarına göre olayın besin zehirlenmesi olduğu kaydedildi.

SAVCILIK SORUŞTURMASI SÜRÜYOR
Manisa 1’inci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Albay Arif Seyhun Kışlası’nda, geçen 17 Haziran’da akşam yemeğinden sonra 731 asker rahatsızlandı. Hastanelere kaldırılan askerlerin tamamı tedavilerinin ardından taburcu edildi. Olayla ilgili başlatılan soruşturmada ilk olarak 17 Haziran’da yemek şirketinin Manisa’daki yönetici ve çalışanı 19 kişi gözaltına alındı. Sonraki günlerdeki gözaltılar ile birlikte toplam sayı 48’e yükseldi. Dün adliyeye sevk edilen ilk 25 kişilik gruptan şirketin Genel Müdürü A.T. ile Manisa sorumlusu V.A.G.’nin de aralarında bulunduğu 6 kişi tutuklandı. 16’sı savcılık tarafından, 3’ü de sulh ceza hakimliği tarafından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

ASKERLERİN TAMAMI SERBET
Soruşturma kapsamında gözaltında bulunan yemeklerin kontrolünden sorumlu subay ve astsubaylar S.Ç., S.Z., O.K.Y., A.Ö., H.Ş. ve A.A. ile yemek şirketinin satın almadan sorumlu müdürü M.A. ile diğer çalışanlar Y.H., C.E., A.Y., E.E., İ.Ü., F.E., S.S., Z.S., F.T., Y.K., H.G., H.Y., M.D., D.Y., K.Ö., S.T. emniyetteki işlemlerinin ardından bugün adliyeye sevk edildi. Adliyeye sevk edilen 23 kişilik ikinci grupta yer alan askerlerin tamamı, savcılıkta ifadelerinin ardından serbest bırakıldı. Diğer şüphelilerin adliyedeki işlemleri ise sürüyor.

BAŞSAVCIDAN ÖN RAPOR AÇIKLAMASI

Manisa Cumhuriyet Başsavcısı Akif Celalettin Şimşek, 1’inci Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı’nda askerlerin zehirlenmesiyle ilgili açıklama yaptı. Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı ‘Gıda zehirlenmesi ön raporuna’ ilişkin telefonda değerlendirme yapan Başsavcısı Şimşek, “Tahlilleri biz istemiştik. Açıklanan rapor bir ön rapordur. Ayrıntısı çıktıktan sonra bize gelecek. Biz zaten, bugüne kadar gıda zehirlenmesi üzerine soruşturmamızı sürdürüyorduk. Rapor geldiğinde, dosyasına koyup, mahkemeye sunacağız.” dedi.
==========================================
Dostlar,

Manisa’daki asker zehirlenmeleri 4. kez yaşanıyor. Açıkçası GIDA HİJYENİ önlemlerine uyulmamasının ve bunun denetlenmemesinin sonucudur. Askerin beslenmesini bile ehil olmayan yandaş ve kâra tapan firmalara ve onların taşeronlarına (ne de koyu müslümanlık taslarlar üstelik!) bırakırsanız olacağı budur.

Tablodan siyasal iktidar doğrudan sorumludur.

Teessüf ediyoruz.. Yazıklar olsun.. Çok üzüntülüyüz, Dünyadan utanıyoruz. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı neden susar? Yargı mutlaka sorumluları hızla ortaya çıkarmalı ve hak ettikleri en ağır yaptırımı uygulamalıdır.

  • OHAL kalkanıyla darmadağın edilen TSK bütünlüğü sistemine mutlaka ve
    hızla geri dönülmelidir
    .

M. Savunma Bakanı, depremlerle – zehirlenmeler arasında bağ kurma safsatasına son vermelidir.. diye yazmıştık. Mızrak çuvala sığmadı ve Sağlık Bakanlığı 22.6.17’de GIDA ZEHİRLENMESİ bilimsel raporunu geciktirerek de olsa kabul ve açıklamak zorunda kaldı : SALMONELLA bakterisine bağlı enfeksiyon – toksikasyon.. Yalın BESİN ZEHİRLENMESİ!

Önceki kapsamlı irdelememizi okumak için lütfen tıklayınız :
Manisa’daki Askerler Neden Zehirleniyor? 

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Türk Tabipleri Birliği : Manisa’daki salgın ciddi bir gıda güvenliği sorunudur!

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi ve TTB Halk Sağlığı Kolu, Manisa’daki askeri birliklerde ciddi bir gıda güvenliği sorunu yaşandığını açıkladı.

TTB Merkez Konseyi ve TTB Halk Sağlığı Kolu tarafından 19 Haziran 2017’de yapılan basın açıklamasında, Manisa’da yaşanan salgınların Türkiye’de tüm askeri birliklerin gıda kaynaklı salgın tehdidi altında olduğunu gösterdiği belirtildi. Bu salgınlar silsilesini ortaya çıkaran nedenlerin başında, askeri birliklerde halk sağlığı hizmetlerinin sahipsiz kalmasının geldiğine dikkat çekilen açıklamada,

  • “Halk sağlığı hizmetlerinin olmadığı yerde her türlü bulaşıcı hastalık tehlikesi olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.” denildi.
  • Açıklamada, halk sağlığı hizmetlerinin olmamasının aynı zamanda ortaya çıkacak bir bulaşıcı hastalık salgınının kontrol altına alınmasını da zorlaştıracağı uyarısında bulunuldu.

Askeri birliğe yemek sağlayan Rota Yemek Firması’nın, siyasi iktidara yakınlığı ile bilindiğine ve Manisa dışında Türkiye genelinde 11 büyük askeri birliğe daha yemek sağladığına da dikkat çekilen açıklamada,
askeri birliklerde acilen halk sağlığı hizmet yapılanmasının oluşturulması ve
– taşeron hizmet alımına son verilmesi gerektiği vurgulandı.

BASIN AÇIKLAMASI 19 Haziran 2017
Manisa’daki salgın ciddi bir gıda güvenliği sorunudur!

Manisa’daki askeri birliklerde 17 Haziran 2017’de ortaya çıkan besin zehirlenmesi, son üç haftada aynı yerde çıkan 4. büyük salgındır. Mayıs ayının son günlerinde ortaya çıkan ilk salgında, besin hazırlaması ile ilgili hatalar sonucunda hindi etinden kaynaklanan salmonella etkeninin salgından sorumlu olduğu belirtilmiştir. Ancak kısa süre içinde ardı ardına gelen salgın atakları ile olayın münferit (AS: tekil) olmadığı görülmüştür.

Gıda zehirlenmesine neden olan mikrobiyolojik etkenler ne olursa olsun, ortaya çıkan gerçek Manisa’daki askeri birliklerde ciddi bir gıda güvenliği sorunu olduğudur. Bu gıda güvenliği sorunu ile son üç haftada bir er yaşamını yitirmiş, yüzlercesi hastalanarak sağlık kuruluşlarına sevk edilmiştir. Kalan erlerin çoğu ise yaşadıkları endişe ile bisküvi vb. paketlenmiş gıdalara yönelerek kötü beslenmeye itilmiştir.

Askeri birliklere “dışardan hizmet alma” yoluyla yemek temin edilmesinin ‘doğal’ sonucu, taşeron şirketin maliyeti en düşük olan dolayısıyla ucuz ve kalitesiz gıdalara yönelmesidir. Bu nedenle yemeklerin kalitesinin sürekli olarak denetiminin yapılması, yemekleri hazırlayan kişilerin sağlık denetimlerinin yapılması, hijyen eğitimlerinin yapılması, gıda hazırlanan ve sunulan mekanların hijyen açısından gözetim altında olması elzemdir. Ancak GATA’nın ortadan kaldırılmasıyla gıda güvenliği hizmetinin hangi kurum tarafından yürütüldüğü ya da bu hizmetin olup olmadığı da belli değildir. Bunun ötesinde,

  • Yemek hizmetinin dışarıdan alınmasıyla askeri birlikleri biyolojik ve kimyasal saldırılara açık hale getirmekte, bu nedenle de daha sıkı bir denetim gerekmektedir.

Manisa’da yaşanan bu salgınlar, Türkiye’de tüm askeri birliklerin gıda kaynaklı salgın tehdidi altında olduğunu göstermektedir. Bu salgınlar silsilesini ortaya çıkaran nedenlerin başında, askeri birliklerde halk sağlığı hizmetlerinin sahipsiz kalması gelmektedir. Daha da önemlisi, halk sağlığı hizmetlerinin olmadığı yerde her türlü bulaşıcı hastalık tehlikesi olduğunu bir kez daha vurguluyoruz. Halk sağlığı hizmetlerinin olmaması aynı zamanda, ortaya çıkacak bir bulaşıcı hastalık salgınının kontrol altına alınmasını da zorlaştırmaktadır.

Öte yandan binlerce askeri etkileyen bu durum karşısında kamuoyuna yeterli bilgi verilmemiştir. Son olayın ardından Milli Savunma Bakanı, askeri birliğe yemek sağlayan firmanın sözleşmesinin iptal edildiğini açıklamıştır. Ancak bu bilgiler kamuoyunu ve binlerce asker ailesini tatmin eden açıklamalar değildir.

Askeri birliğe yemek temin eden Rota Yemek Firması, siyasi iktidara yakınlığı ile bilinmektedir. Firmanın kamuoyuna yaptığı açıklamada kullandığı dil bu anlamda dikkat çekicidir. İlk salgında askeri birliğe yemek temin eden söz konusu firma ile ilgili bir inceleme ve denetleme yapılarak sonraki salgınların önlenmesi mümkün iken bu yapılmamış, durum çığırından çıktığında sözleşmesi iptal edilebilmiştir. Rota Yemek Firmasının Manisa dışında Türkiye genelinde 11 büyük askeri birliğe daha yemek sağladığı da hatırlanmalıdır.

Bundan sonrasında böylesi olayların önüne geçilmesi için önerilerimiz şunlardır      :

  • Bir an önce gerekli araştırma ve denetimler yapılarak sorunun kaynağı saptanmalı, buna uygun önlemler alınmalıdır.
  • Askeri birliklerin halk sağlığı hizmetleri, çok özel ve önemli bir hizmet türüdür. Geçmiş deneyimlerden de yararlanarak, askeri birliklerde gerekli halk sağlığı hizmet yapılanması acilen oluşturulmalıdır.
  • Yüzlerce askerin toplu yaşam alanlarında, gıda güvenliğinin temel olduğu beslenme hizmetinin taşeron şirketler aracılığıyla verilmesine son verilmelidir.
  • Kamuoyunun yaşanan süreçle ilgili sağlıklı, doğru ve ilk ağızdan bilgi alma gereksinimi karşılanmalıdır.

Kamuoyuna sunulur. 19.06.2017

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
TTB Halk Sağlığı Kolu
====================================
Evet dostlar,

Durum gösterilmek istendiğinden çok daha ciddi..
M. Savunma Bakanı’nın “Önemli bir sorunumuz yok gibi görünüyor” sözleri dehşet vericidir.
İmam Bakan Manisa’da birkaç gün kalmalı ve her karavanayı öncelikle kendisi tatmalıdır. TSK’nın kadim geleneklerindendir; hazırlanan karavanayı önce o birliğin en üst komutanı tadar ve onay verirse askerlere servis yapılır. Dua ile oturulur yenir ve dua ile kalkılır. Ordu – Millet bütünlüğü ve dayanışmasının heyecan veren saygın ritüellerinden biridir karavana yemek.

Şimdilerde ise Mehmetçiğin kışlasında beslenme güvencesi de bırakılmamıştır.
Bu Ordu nasıl vatan savunması yapacaktır?
Yüzlercesi, tek kurşun atılmadan hastalanarak saf dışı bırakılmıştır.
Olay 1 ay içinde 4. kez yinelenmektedir ve İmam M. Savunma Bakanı, İHL eğitiminin kendisine armağanı (!) olan biçimde düşünerek hurafe üretmektedir. Yerin kilometrelerce altında oluşan depremlerin yeraltı sularını kirletebileceği ve bunun Manisa’da genel olarak yöre halkında değil de salt askeri birliklerde zehirlenme bulguları verebileceğini, herhalde Cinci Hoca, İmam Bakan’a telkin etmiş olmalıdır!

Bu tablo bile AKP iktidarının ülkemizin ciddi ve ağır çok sayıdaki sorunlarını çözmede ne denli yetersiz kaldığını ortaya koyuyor. Bu Bakan görevden alınabilecek midir? Nerdeee o cesaret!

TSK komutanları, bu hazin tablo karşısında seslerini yükseltmelidir.
Hulusi Paşa bir açıklama yapmalı ve hem gerçekleri halka anlatmalı hem de önerilerini açık – seçik koymalı ve kamuoyu desteği sağlamaya çabalamalıdır; TSK’yı darmadağın eden intikamcı OHAL KHK’larının geri alınması için!

Vali beyin de maşallahı var.. İlk salgınlarda “psikolojk etkilenme” demişti askerlerin zehirlenmesine.. Akıl ve bilim dışında yol gösterici yoktur. Bu salgının kaynağı (filyasyonu) bulunacaktır. Yeter ki hekim meslektaşlarımız engellenmesin ve verileri örtülmesin. Dahası, laboratuvar verileri olmaksızın da Biyomatematiksel olarak kuşkulu menü ögesinin belli olasılıklar içinde hesaplanması bile olanaklıdır.

Toplu beslenme yapılan yerlerde menü örneğinden bir örnek 24 saat buzdolabında saklanır.
Bu örnek yetkili laboratuvara yollanır. Mikrobiyolojik-toksikolojik-radyoaktif kirlenme kaynakları belirlenen dek, ilgili laboratuvar ve Tarım – Sağlık Bakanlığı, Savcılık, Kolluk (özellikle Belediye zabıtası) güçleri ile istatistik test sonucu paylaşılarak, diyelim Mantel-Haenszel X2 testinde “kuşkulu” çıkan etin alındığı yere gidilerek ivedi önlemler alınabilir. Bu ürünlerin dağıtımın, tüketiminin tedbiren askıya alınması gibi. Kaldı ki 24-48 saat içinde laboratuvar sonucunu almak günümüz teknolojisiyle olanaklıdır.

İnceleme uzmanları arasına TTB’den de bir Halk Sağlığı Uzmanı  ve Klinik Mikrobiyolog katılmalıdır.

Bu arada CHP’nin TBMM Mili Savunma Komisyonu’nu ivedilikle toplantıya çağırması önemli ve anlamlı bir girişimdir. Dileriz AKP – MHP engellemez de Milletin Meclisi olayı inceler..

Türkiye, Cumhuriyet’in ilanından bu yana geçen 94 yılın en kötü, en aciz, en beceriksiz yönetim dönemini yaşıyor.. Bu dram 15 yıldır sürüyor.. Dileriz necip milletimiz gerçekleri görüyordur..

Manisa’daki Askerler Neden Zehirleniyor?” başlıklı yazımızın da okunmasını dileriz.

Sevgi, saygı, endişe ve üzüntü ile. 20 Haziran, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com 

AÇLIK GREVLERİ ÜSTÜNE

AÇLIK GREVLERİ ÜSTÜNE..

Açlık grevleri üreten hukuk düzeni, insan haklarına aykırıdır.
Demokratik hukuk devleti; açlık grevini yaratan ortamın her halini;
hukuki ve siyasal dayatmalarını gözden geçirip çözüm üretmelidir.

(http://bianet.org/bianet/insan-haklari/187324-acik-grevleri-uzerine)


Av. Fikret İlkiz 
ilkiz@mail.koc.net, İstanbul – BİA Haber Merkezi 12 Haziran 2017

Geçmiş yıllarda yaşadığımız günlere ve benzer süreçlerin acılarına dönmemek dileğiyle…
Açlık grevi yapan tutukluları zorla beslemek çözüm müdür? Bu yola başvurmak suretiyle yaşam hakkının zorla korumak acaba tutukluların özgür iradesine uygun mudur?
Açlık grevi; içinde bulunulan duruma başkaldırma amacıyla başvurulan son çare olarak görülebilir. Sorunun çözümü için dikkat çekmenin binbir türlü yolundan birisidir. Öğretim görevlisi Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça, KHK ile işten atılınca işsiz ve ekmeksiz kaldılar… Seslerini duyurmanın bir yolu olan ve son çare olarak gördükleri süresiz aç kalmaya kendi özgür iradeleriyle karar verdiler. Tutuklandılar ve cezaevindeler…
Aç kalmayı içeride sürdürüyorlar!

  • Açlık grevleri üreten hukuk düzeni insan haklarına aykırıdır.
  • Başka çare bırakmayan bir düzen adalet üretemez.
  • Böyle bir yola başvurulmasına neden olan bir hukuk düzenin kendisi hukuka aykırıdır.
  • Demokratik hukuk devleti; açlık grevini yaratan ortamın her halini;
    hukuki ve siyasal dayatmalarını gözden geçirip çözüm üretmelidir.
  • İnsan onuru ve her şeyden önce yaşam hakkını korumalıdır. 

Bilinmelidir ki, açlığa ve ölüme yatmaya karar veren kişinin kişisel kararı; sorunların çözümde bir insanın ölümü veya sakat (AS: engelli! Bir yasa ile tüm yasalardan bu sözcük ve çürük – özürlü sözcükleri çıkarıldı-2013) kalması pahasına kazanılacaksa eğer; üstün tutulması gereken asıl değer, insan yaşamının korunmasıdır. Bir kişi bile ölmemelidir, sakat (AS: engelli) kalmamalıdır. İster hukuki, ister siyasal ve isterse politik tercihlerden kaynaklanan ve kimseye zarar vermeyen ama kendi bedenini taleplerinin kabulü için kendi kararı ile açlığa ve ölüme yatıran her insanın yaşamı korunmaya değerdir.

  • Açlık grevi tasvip ve teşvik edilmemelidir, etmiyorum.

Zorla besleme yoluyla baskı ve işkence arasında nasıl bir ilinti vardır?

Tartışılıyor ama yaygın kabule göre zorla besleme bir tür işkence olarak kabul edilmektedir. Dünya Tıp Örgütü’nün (AS: Dünya Tıp Birliği – World Medical Association) 1975 Tokyo Bildirgesi, hekimleri aktif ya da pasif bir biçimde veya tıbbi bilgi tedarik ederek işkence eylemine katılmaktan men etmiştir. Tokyo Bildirgesi’nin 5. maddesi açlık grevindeki mahkumların zorla beslenmemesini özel koşul olarak kabul etmiştir.

Bildirge’nin açlık grevi ile ilgili beşince maddesi; “Bir hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim, beslenmeyi gönüllü olarak reddetmenin yol açacağı sonuçlar üzerinde kişinin tam ve doğru bir yargıya varacak yetenekte olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından hükümlüye anlatılması gerekir.”

İşkence gören bir mahkum kendisine yapılan baskıyı protesto etmek amacıyla açlık grevine başlarsa doktor, mahkumu rızası dışında gıda almaya zorlamamalıdır. Bir başka deyişle, böylelikle mahkumu, ileride daha fazla işkence görmek üzere sağlığına kavuşturmamalıdır. Madde 5’in Tokyo Bildirgesinin kapsamı içine alınmasının temel nedeni budur. Özellikle zorla beslemeyi yasaklayan 5. madde işkence mağduru mahkumlarla ilgilenen doktorlara destek sağlamayı amaçlar.

1989 yılında, Güney Afrika’da madde 5’in uygulanmasını gerçekleştiren hekimlerin tavrı geniş yankılar uyandırmıştır. Johannesburg’da Kalk ve Veriava adlı doktorlar (1991) mahkumiyet koşullarını protesto etmek amacıyla açlık grevine giden 33 mahkumu tedavi ettiler. Mahkumlar hastaneye kaldırıldığında, Tokyo Bildirgesi’nin 5. maddesi gereğince bilgilendirildiler. Zorla yemek yedirilemeyeceği kendilerine izah edildi. Dahası, Dr. Kalk mahkumların yargısız mahkumiyetlerinin bir tür işkence olduğunu öne sürerek, açlık grevinin etkilerinden kurtulan hastaların mahkumiyetlerine geri dönmelerini engellemek için hastaneden tahliye (AS: taburcu) edilmelerini de kabul etmedi.

“Kalk reddiyesi” olarak anılagelen bu karar tam da Tokyo Bildirgesi’nin açlık grevi hükmüyle gerçekleştirmek istediği amaca örnektir.

Dünya Hekimler Birliği 1991’den itibaren Malta Bildirgesini benimsemiştir.  Bu Bildirge, işkencenin olduğu durumlara atıfta bulunmaksızın, sadece gönüllü olarak sınırsız aç kalma/oruç tutma eylemini ve bu durum bağlamındaki mahkum-doktor ilişkisini içerir. Eğer açlık grevcisi zorla beslenmeyi net bir ifadeyle reddetmişse, o zaman hekim klinik ve ahlaki muhakemesini hastanın yararını gözeterek en iyi biçimde kullanmalıdır. Doktor hastanın ölümden döndürülmekten memnuniyet duyacağına ikna olmuşsa, hastanın isteklerine “karşı gelmek” ve onu hayata döndürmek gerekebilir. “Malta” bildirgesi doktorlara oruç tutan hastaya son bir şans verme imkanını tanır. (…)  Mahkumların zorla beslenmesine (….) doktorlar asla iştirak etmemelidir. Bu tür davranışlar bir tür işkencedir ve doktorlar “açlık grevcisinin hayatını kurtarma” kisvesi altında bu eylemde hiçbir şekilde yer almamalıdır. Oruç tutan mahkumun insanlık onuruna saygı duyma, karşılıklı güvene dayanan doktor-hasta ilişkisi çerçevesinde açlık grevcisinin bilinçli rızasını dikkate alma hastasının yararını gözeten doktorun mesleki sorumluluğunun bir parçasıdır  (Hernan Reyes. Tutukluluk Halindeki Açlık Grevlerinin Tıbbi ve Etik Yönleri ve İşkence Meselesi).

Malta Bildirgesi de her tür zorla besleme durumunu reddetse de, doktorların nihai olarak hastalarının yararı doğrultusunda hareket etmesini şart koşar.

“Açlık grevcilerinin sağlığından sorumlu hekimler için bir rehber niteliğindeki, Açlık Grevleri Üzerine Deklarasyon, Kasım 1991’de Malta’da toplanan, 43. Dünya Tıp Kongresi tarafından kabul edilmiştir. Malta Bildirgesi’ne göre: “Hastanın kendi kararına saygı göstermek hekimin görevidir. Hekim müdahale etmeden önce hastayı bilgilendirerek iznini alır, ancak acil durum ortaya çıktığında, hekim, hasta için en iyi olanı yapmak zorundadır(md.1/2). “Bu çelişki, özellikle müdahaleyi reddettiği konusunda açık bir beyana sahip olan açlık grevcisi komaya girdiğinde ve ölmek üzereyken ortaya çıkar. Ahlaki yükümlülükleri açısından hekim, hastanın iradesine aykırı da olsa hastayı yaşama döndürmek zorundadır; mesleki sorumluluğu açısından ise hastanın iradesine saygı göstermek durumundadır” (md.2). “Müdahale etmek ya da etmemek konusundaki son karar, temel çıkarları hastanın iyiliği olmayan üçüncü tarafların müdahalesi olmaksızın hekimine bırakılmalıdır. Gerektiğinde hekim, hastaya açıkça, onun (hastanın)  tedaviyi reddetme, koma durumuna ilişkin olarak, yapay beslenme ve ölüm riski gibi konulardaki kararını onaylayıp onaylamadığını belirtmelidir. Eğer hekim, hastanın reddetme kararını onaylamıyorsa, onun başka bir hekim tarafından takip edilmesini sağlamalıdır” (md. 4).

“Açlık grevi yapan kişi, baskı altında tutulabileceği ortamlardan korunmalıdır. Bu durum onun diğer grevcilerden ayrılmasını gerektirebilir” (md.5) (Sevinç, Murat. Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak: Açlık Grevleri. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi. www.Politics.Ankara.Edu.Tr).

  • Hukuk devleti, bireylerin hukuken kendilerini güvende hissettikleri ortamı yaratmak zorunda olduğunu ve kendisinin de hukuk kurallarıyla bağlı olduğunu bilir, bilmelidir.
  • Hukuk devletinin asıl varlık nedeni, kişi haklarını koruyacak ve güvence altına alacak bir hukuk düzeni yaratmaktır.
  • Demokratik hukuk devletinde, devletin sahip olduğu gücün hukuki sınırları, insan temel hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Çünkü “özgürlüklerimizi koruyan, biçimsel anlamda yasalar değil, haklardır”.
  • Herkes, içeriği adil olan yasaların var olduğu adaletli bir toplumda yaşamaya hak sahibidir.

Yasalara aykırı görülse bile hukuksal olan, eylemleri siyasal olsa bile hukuka, adalete ve hakka uygun olan; iki eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başlattığı ve tutuklandıktan sonra sürdürdükleri açlık grevlerine duyarlı olunması ve onların yaşam hakkının korunması hepimizin görevidir. Sorunların çözümü için son çareyi kullanma yolundalar ve cezaevindeler…
O halde sokaktaki vatandaştan az biraz daha çok, onların yaşamları devletin koruması ve hukukun teminatı (AS: güvencesi) altındadır.

Sorunların çözümü için yaşamlarını açlık grevlerine yatıran insanların hiçbiri “düşman” değildir.

Türkiye’nin ceza hukuk sistemi “düşman ceza hukuku” hiç değildir, olmamalıdır.
================================
Dostlar,

Değerli Hukuk adamı, kıdemli Avukat Sn. Fikret İlkiz‘in bu derlemesi çok önemlidir. Güncel hengame içinde kayna(tıl)mamalıdır.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ciddi ve kararlı AÇLIK GREVİ 3 ayı geçmiştir. Bu süre son derece ciddi zamandır. Her 2 masum, haklarında kesin yargı kararı olmaksızın işlerinden atıldıkları için, çaresizlik ve insan onuru adına yaşamlarını bile bile feda etmektedirler ve kesin kararlıdırlar!

Bu 2 insan sırasıyla 12+ ve 22+ kg tartı yitirmişlerdir. Hızla erimektedirler!
Wernicke-Korsakoff sendromu sınırındadırlar. Bu çok ciddi ve dönüşümsüz bir beyin hastalığıdır ve kişiyi tam engelli kılar (5510 sayılı yasa md. 25).
Vakit kalmamıştır. Alarm çalıyor..

İçişleri Bakanı Soylu, bu 2 insan için savcılık kayıtlarının tersine suçlama yapmıştır. Bu ayıptır, günahtır, Bakan suç işlemiştir. Kato dağına gitme yürekliliği gösteren Bakan Soylu, şimdi bir adım atsın ve hapishanede bu 2 genç insanı hemen ziyarete gitsin.. Hem kendini bağışlatsın bir ölçüde hem de bu insanlara geçici güvence versin.. Adalet Bakanı Bozdağ da yapabilir böylesi bir insani girişimi.. Haklarında kesinleşmiş yargı kararı olmadığı için hukukun evrensel ilkelerinden ‘‘masumiyet karinesi” gereği masum olan bu 2 genç insan işe iade edilsinler, idari izne ayrılsınlar (zaten hastanede epey süre sağaltımları zorunlu) ve tutuksuz yargılamaları sürsün. Bağımsız – tarafsız yargının kesin kararı ne çıkarsa onun gereği yerine getirilsin..

Türkiye ve AKP iktidarı bunca sağır – dilsiz – kör olup 3 maymunu oynayamaz. Vicdanlar henüz bunca nasır bağlamamış olsa gerektir. Bu dram sonlansın!

Bu arada ilgili mahkemenin de, sanıkların ÖLÜM – KALICI ENGELLİLİK NEDENLİ KRİTİK SAĞLIK DURUMUNU GÖZETEREK tutuksuz yargılama ve istiyorlarsa sağlık kurumunda sağaltım olanağı sağlaması yasal görevidir:

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

”…hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

İlgili savcı ve sorumlu mahkeme neden kayıtsız kalarak siyasilerin suçuna ortak oluyor?

Katar sorununun ‘‘Bayramdan önce çözülmesini” (!) uluslararası topluma buyuran Türkiye Sultanı, Katar Emiri biraderini nedense herkeslerden çok kollarken, neden ülkesindeki bu yaman trajediyi görmezden geliyor?????

Sevgi, saygı ve yürek yangını ile. 12 Haziran 2017, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Uyarı üstüne uyarı… Dünya ‘DUR’ diyor

Uyarı üstüne uyarı…
Dünya ‘DUR’ diyor

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Aynı anda 4 ayrı konuda, 4 farklı uluslararası kurumdan ve farklı ülkelerden Türkiye’ye alarm düzeyinde uyarılar geldi.

Türkiye’de kısıtlanan özgürlükler ve insan hakları, hukukun üstünlüğü, ifade ve basın özgürlüğünde her geçen gün daha da geriye gidişin ardından Ankara’ya, başkentlerden ve uluslararası örgütlerden peşpeşe uyarı yağdı. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ışığında Cenevre, Brüksel, Washington, Lahey, New York, Strazburg ve Berlin’den Ankara’ya dün 4 ayrı konuda, 4 farklı kurumdan ve farklı ülkelerden uluslararası yükümlülüklerine uyması için çağrı yapıldı. İşte Türkiye’nin demokrasi karnesine her geçen gün eklenen son uyarılar:

1 GAZETECİLER İÇİN ACİL ADIM

BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye, acil olarak başta gazeteciler olmak üzere, akademisyen, yazar ve hâkimlerin serbest bırakılması çağrısı yaptı. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi 35’inci İnsan Hakları Oturumu çerçevesinde 12 Haziran’da görüşülecek raporun yanı sıra ‘Türkiye Özel Oturumu’ da yapılacak. Kaye raporunda şu çağrılarda bulundu:

* İfade ve medya özgürlüğü ile bilgiye ulaşımda uygulamaya konan orantısız ve düzensiz tedbirler, OHAL ile meşrulaştıramaz.

* Raportör, terörle mücadele ve KHK’lerle tutuklanan gazeteci, yazar, hâkim ve akademisyenlerin acilen serbest bırakılması çağrısını yapar. Kimse nefret ve şiddete başvurmadığı müddetçe tutuklanamaz.

* Basının sansür veya kısıtlama olmadan kamuyu bilgilendirmesi sağlanmalı.

* Hükümet, medya kurumlarını kapatma sürecini tersine çevirmeli.

* İnternet yasası gözden geçirilmeli ve engelleme ve kaldırma kararını veren kurumun yetkileri kısıtlanmalı.

* Hükümet, ifade özgürlüğüne yönelik herhangi bir kısıtlamada, kesinlikle orantı olmalı. Gereklilik ve orantılılık hali, OHAL için getirilen derogasyonlar boyunca da askıya alınmaz.

* Hükümet, 15 Temmuz’daki koşulların hâlâ geçerli olup olmadığını yeniden düşünerek, OHAL’i sona erdirmeli. KHK’ler, uluslararası insan hakları standartları ile uyumlu olarak yeniden düzenlenmeli ve gözden geçirilmeli. Hukuksuz olarak özgürlüklerinden mahrum edilenler, işlerinden olanlar buna karşı çıkabilmeli; tazmin edebilmeli. Bunun için bağımsız yargı mekanizmaları oluşturulmalı.

* Hakaret ve terörle mücadeleye yönelik yasalar uluslararası standartlara getirilmeli; TMK değiştirilmeli. Ceza Yasasının devlet büyüklerine hakareti düzenleyen hükümleri değiştirilmeli. Komiser, üst düzey yetkililere, eleştirileri susturmak için, ‘hakaret’ diyerek bu tür yöntemleri kullanmaktan kaçınmaya çağırır.

YİNE MEDYAYI SUÇLADI

Hükümet, yanıtına “ifade özgürlüğü ve medya Türk demokrasinin temellerindendir” ifadeleriyle başladı ve Anayasa’daki, “Hiç kimse düşünce veya görüşleri nedeniyle suçlanamaz” hükmünü örnek verdi. Ancak bu tutumu kısa sürdü ve “Sözde medya ve bilgi hakkına saldırı” arabaşlığında, kapatılan tüm medya kurumlarının terör ile bağlantılı olduğunu savundu. Gazetemizden tutuklanan yönetici ve yazarlarımız konusunda verdiği yanıtı ek olarak sunduğunu belirten Türkiye’nin yanıtı açıklanmadı.

Almanya ve ABD’den ‘insan hakları’ uyarısı

Türkiye ile ilgili oturum öncesinde Almanya ve ABD de kaygılarını Konsey’e sundu. ABD, muhaliflere yönelik kısıtlamalardan duyduğu rahatsızlığı kayda geçirirken, Almanya, Türkiye – Bangladeş ve Azerbaycan için şu görüşü kayda geçirdi: “Almanya, gazeteci ve bloggerların korkutularak, taciz edilerek, sansüre tabi tutulması, adli takibat ile tehdit edilmesinden kaygılıdır.”

2 GÖZALTILAR DEVAM EDİYOR

Uluslararası Af Örgütü Türkiye şubesi yönetim kurulu başkanı Taner Kılıç’ın gözaltına alınmasına hem ABD hem de AB sert tepki gösterdi. ABD: Bu gözaltı, Türkiye’de bir dizi saygın insan hakları savunucusu, gazeteci, akademisyen ve aktiviste yönelik gözaltıların son örneğidir. Çoğunlukla yetersiz kanıtla ve şeffaflık gözetmeden yapılan bu gözaltılar, alarm verici bir eğilime işaret etmektedir. Bu vakaları yakından takip etmekteyiz ve Türk anayasasıyla, Türkiye’nin kendi uluslararası taahhütleriyle korunan yargı süreci ve kişisel hakların öneminin altını çiziyoruz. Türkiye daha az değil, daha fazla etkin sesin ortaya çıkmasından faydalanacaktır. Taner Kılıç benzeri gözaltılar, kamuoyundaki tartışmaları susturmakta ve demokrasinin kalitesine zarar vermektedir.

AB: Kılıç’ın gözaltına alındığını endişeyle öğrenmiş bulunuyoruz. Türkiye’deki resmi makamları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde belirlenen standartlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı uyarınca hakkındaki suçlamalara bir an önce açıklık getirmeye davet ediyoruz. Uluslararası Af Örgütü, demokrasinin temel ögelerinden olan sivil toplumun, uluslararası alanda önemli itibar (AS: saygınlık) sahibi bir üyesidir.

Berlin: Alman hükümetinin insan hakları sorumlusu Bärbel Kofler gözaltı kararı nedeniyle Almanya’nın çok derin “üzüntü” içinde olduğunu ve Kılıç’ın “Türkiye’de insan haklarının korunması için korkusuzca görev aldığını” söyledi.

3  YARGI VURGUSU

AK İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, HSK’ye yönelik son düzenlemelerin ardından, kurul üyelerinin yeminlerini ettiğini anımsattı ve kurulun 4 üyesinin doğrudan, 7’sinin de parlamento tarafından, siyasi partilerin katılımını garantilemeden, atandığını belirtti. Muiznieks, “HSK’nin yeni kompozisyonu yargı bağımsızlığı için yeterince koruma sağlamıyor ve siyasi etkiye açık olma riskini artırıyor. Bu riskten kurtulmak için, Avrupa standartları, yargı konseylerinde, (atama terfi, görev değişimi, disiplin cezası ve uzaklaştırma kararlarında) hakim ve yargıçların en az yarısının meslek içindeki profesyoneller tarafından seçilmesini gerektirir. Bu çerçevede, HSK’nin çalışmalarını ve hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkesine pratikte ne kadar uyduğunu takip edeceğim; ki zaten bunlar olmadan Türkiye’de etkili bir insan hakları koruması da olamaz.”

4 AKAY’I BIRAKIN

Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemeleri Mekanizması Başkanı Theodor Meron, BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporunda bir kez daha hâkim Aydın Sefa Akay’ın serbest bırakılması çağrısı yaptı. Konsey’in Ngirabatware davasında kurduğu sistemi çökertme noktasına getirdiğini belirterek Güvenlik Konseyi’nden hakkındaki tüm yargılamalara son verilmesi ve serbest bırakılması için karar almasını istedi; sorunu çözmek için Türkiye’nin işbirliğinin şart olduğunu vurguladı.
==========================================
Dostlar,

Ne yazmalı, ne söylemeli?
Türkiye’de pervasızca hatta vahşetle – zulümle sürdürülen, Anayasa’yı ayaklar altına alan bir OHAL rejimi 11. ayını bitiriyor.. Neredeyse olağanlaştırılacak bu ”olağanüstü” yönetim biçimi! İktidarın çooook işine geliyor. Örn. Ankara Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı çevresi ve İstanbul Taksim’de en küçük kıpırtı AKP’nin nasırına basma ile eşdeğer.. Derhal boğuluyor. İnsanlar yerlerde sürükleniyor ve tutam tutam saçları kafalarından kökünden yolunuyor!
En küçük kıvılcım yaygın halk hareketine dönüşebilir karabasanı (kâbusu) AKP’yi sarmış.

Olacak şey değil.. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ”.. uyuşturucu tüccarlarına acımayacaksınız, sorumluluk bizde..” diyerek kolluğa açıkça hukuk dışı buyruk veriyor. Oysa ‘.. uyuşturucu tüccarlığı” da dahil, Devlet savaşımını (mücadelesini) hukuk içinde yapmak zorundadır.. Çünkü Devleti de vareden Hukuk’tur; tersine sanıldığı gibi Hukuk’u yaratan Devlet değildir!

  • Devlet, her durumda Hukuk Devleti kalmaya mahkum ve zorunludur.

OHAL ve Sıkıyönetim dönemlerinde, hatta Seferberlik ve Savaş’ta bile.. Çünkü bu olağandışı dönem ve rejimlerin de aşamayacağı – bağlı olduğu, uygar dünyanın benimsediği evrensel hukuk kuralları – ilkeleri – standartları (jus cogens) ve mevzuatı (insancıl hukuk, Sözleşmeler..) ve Kurumlar vardır.. Uluslararası Ceza Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, BM Güvenlik Konseyi vb.

Adalet Bakanı, hukuk fakültesi bitireni (mezunu) Bekir Bozdağ’ın ‘‘OHAL döneminde Anayasaya aykırı KHK çıkarılabileceğini..” (!) söylemesi dehşet vericidir. Bu kişinin derhal
o Bakanlıktan alınması, siyasal yaşamının son bulması ve Barolar Birliği / bitirdiği Hukuk Fakültesi tarafından eğitime alınması gerekir iken…. Erdoğan da, eski içişleri bakanı Efgan Ala da, yeni içişleri bakanı ve adalet bakanı da… benzer hukuk çiğnemlerini (ihlallerini) ardışık ve pervasız biçimde, bilerek ve amaçlı olarak kamuoyu önünde sürdürmektedirler. Bu tablo kabul edilemez ve sürdürülemez.

  • İktidarın Devlet aklı (Raison d’etat) ile davranması kaçınılmaz ve zorunludur.
    Toplumun sabrı ve dayanma gücü kalmamıştır artık.. Zulüm = meşru direnme hakkıdır!

Saçları kökünden koparılan Varan, gördüğü kötü muameleyi şöyle anlatmıştı:

  • Kültür merkezine baskın yaptıklarında bizi çevik kuvvet aracına bindirdiler.
    Aracın içinde
    yoğun bir işkence yaptılar. Bilerek sanki onun için hazırlanmış gibiydiler. Saçlarımı önce tutup çevirdiler sonra kökünden kopardılar. Elinde kalan saçı sallayarak mehter marşıyla oyun oynuyorlardı. Saçımı savuruyorlardı. Koltuğun üzeri saçla dolmuştu.

Bu vahşet der-hal soruşturulmalı ve hızlı ve adil bir yargılama ile sorumlular hak ettikleri
en ağır cezayı almalıdır. Başta her şeyden sorumlu TEK ADAM Erdoğan olmak üzere İktidar en yüksek tonla ve kararlılıkla – içtenlikle ölçüsüz – insanlık dışı kolluk şiddetini kınamalı ve benzerlerinin asla olmaması, –balığın baştan kokmaması için– tüm kamu görevlilerini kamuoyu önünde kesin bir dille sözü ve yazılı uyarmalıdır. Böylesi ağır insan hakları çiğnemlerine (ihlallerine) ”isyan etmek” yurt içinde ve dışında herkesin ve kurumların insani hakkı ve ödevidir. Hiç kimse kalkıp ”içişlerimize karışmayın” teranesi etmesin!

İnsan hakları, tüm uygar insanlığın ortak değeri ve sorunudur.

Sevgi ve saygı ile. 10 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA)

Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA)

Havaların ısınmasıyla birlikte ülkemizin belli bölgelerinde (endemik) özellikle olmak üzere bu hastalık gene ”sorun” olmaya başladı. Yeterli ve doyurucu bir bilgilendirmeyi, ”dün” öğrencimiz ama günümüzde 20+ yıllık kıdemli ve başarılı bir hekim olan Dr. Müslüm Güney‘den okuyalım. Lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız?

http://www.meslekhastaligi.net/kirim-kongo-kanamali-atesi-kkka/

Dr. Güney özellikle Meslek Hastalıkları alanında derinleşti ve bu adı taşıyan çok başarılı bir web sitesini yönetiyor, İşyeri Hekimliği yapıyor,.. Bu siteyi izlenmesini öneririz..  Kendisine emekleri için teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 06 Haziran 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com