Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

İşte seçmenin eğitim profili

YENİÇAĞ, 5 Aralık 2021

 

Eğitim danışmanı Mehmet Asal’ın “2020 Yılı İtibariyle Türkiye’nin Genel Eğitim Seviyesi” başlıklı yazısını 2000-2021 dönemindeki seçimlerde “Merkez sağ” kesimin aldığı oy oranları açısından değerlendirmek gerekir.

TÜİK resmî internet sitesinden yararlanan Asal’ın tespitlerine bakalım:

1. Okuma yazma bilmeyen sayısı : 2 milyon 24 bin 979 kişi – Nüfusa Oranı: %3
2. 5 yıllık İlkokul Mezunu sayısı : 17 milyon 579 bin 747 kişi – Nüfusa Oranı: %24
3. Okuma-yazma bilip okul mezunu olmayan : 7 milyon 782 bin 603 kişi – Nüfusa Oranı %11
4. 8 yıllık İlköğretim mezunu : 5 milyon 678 bin 694 kişi – Nüfusa Oranı: %8
5. Ortaokul ve Dengi meslek Okulu : 13 milyon 365 bin 564 kişi – Nüfusa Oranı: %18

1’inci grup ara toplam 

A. Cahil sayılabilecek kesim: 47 milyon 52 bin 447 kişi – Nüfusa Oranı: %63
B. Lise ve Dengi Meslek Mezunu: 15 milyon 426 bin 19 kişi – Nüfusa Oranı: %21
C. Yüksek Okul / Fakülte Mezunu : 10 milyon 257 bin 791 kişi – Nüfusa Oranı: %14
D. Yüksek Lisans ve 5/6 yıllık okul mezunu : 1 milyon 83 bin 331 kişi – Nüfusa Oranı: %1,5
E. Doktora yapmış mezun: 211 bin 581 kişi – Nüfusa Oranı: %0,5

Mehmet Asal bu rakamları şöyle yorumluyor:

“2019 yılında Türkiye nüfusunun yaklaşık 82.000.000 kişi olduğu kabul edilerek ve TÜİK resmî internet sitesinde yer alan 01 Eylül 2020 tarihindeki bilgiler esas alınarak yapılan hesaplamaya göre;

Tabloda 1’inci ara toplam olarak görülen, 47. 052. 447 nüfusa 6 yaşa kadar olan 8 milyonu da eklersek, 55 milyon insanımız eğitimsiz denilecek seviyededir.

Diğer bir ifade ile nüfusumuzun %67’si eğitimsizdir ya da çok düşük eğitim düzeyindedir.

Toplam 82 milyonun sadece 27 milyonu ki o da toplam nüfusun %33’ü etmektedir, lise ve üstü eğitim seviyesindedir.

Hiç okul bitirmemiş 6 yaş üstü insan sayımız 9 milyon 807 bin 582’dir.

Bunun çoğunluğu olan 6 milyon 185 bin 858’i kadınlardan oluşmaktadır.

Seçmenin eğitim profili…

%63’ü cahil denebilecek düzeydeki halkın belirlediği iktidarlar. Kalan %37’sinin ne yaptığı ise maalesef sonucu değiştirmemektedir.

Bu %63’lük cahil sayılabilecek kesime hitap edebilen, sadaka kültürü ve tevekkül aşılayıp dini siyasi amaçla kullanan partiler bizi yönetmeye devam edecektir. Bunun adı nedir?

Kalitesiz çoğulcu sözde demokratik sistem…

Bir zamanlar bir sanatçımız seçimdeki oyunun değerinin cahil biri ile aynı değerde olduğundan şikâyet ettiğinde kendisini kolaylıkla “Anti demokrat” olarak damgalamadık mı?

Demokrasi bu mu?

Demokrat olmak ve demokrasi ile yönetmek ve yönetilmek istiyorsak önce asgari eğitim düzeyinde herkesi bir seviyeye taşımak zorundayız.

  • Ülkesinin başkentini dahi bilmeyen,
  • hâlâ Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı sanan,
  • Kıbrıs’ın Karadeniz’de olduğunu söyleyebilecek kadar cahil bir güruhla demokrasi ancak bu kadar olur.

– Bu %63’ü yani 47,5 milyon kişinin en az %30’u olan 14 milyon kişi yüksek eğitim seviyesine gelmedikçe bu ülkede katılımcı demokrasi ve sonuçlarından ümit yoktur.

2002’den beri yapılan seçimler, oy değişim oranları, yaşanan onlarca skandal, kumpas ve yolsuzluğa rağmen iktidarın bir türlü değişmediği dikkate alındığında ve yukarıdaki tabloya bakıldığında ne yazık ki gelecekten umutlu olunabilecek bir durum göze çarpmamaktadır.”

Değerli okurlarım,

Türk siyasetinde “sağ seçmen” için %65 oya sahip denilmesini dikkate alırsak Mehmet Asal’ın eğitim seviyeleri raporu gerçekten çok çarpıcıdır. Siyasetçiler; Türkiye’nin makûs talihinin yönünü tekrar Batı’ya ve çağdaşlığa çevirmek istiyorlarsa;

-Dindar ve kindar değil, 
-Eğitimli nesiller yetiştirmeliler…

Ve elbette seçmenin bu eğitim profilini dikkate alarak siyaset yapmalılar…

LAİK, DEMOKRATİK ATATÜRK CUMHURİYETİ’NDE 5 ARALIK 1934’TE TÜRK KADINLARINA MİLLETVEKİLİ SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASI

logo ata

LAİK, DEMOKRATİK ATATÜRK CUMHURİYETİ’NDE
5 ARALIK 1934’TE TÜRK
KADINLARINA
MİLLETVEKİLİ SEÇME – SEÇİLME HAKKI TANINMASI

Atatürk Devrimi, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’ndan başlayarak Türk devlet ve toplum yaşamında çağdaş ve uygar boyutlarda yapılan köklü ve ani değişikliklerle (devrimlerle) tanımlanabilir. Doğu Sorunu adı altında Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya ve paylaşmaya yönelik plan ve projeler geliştiren, bu çerçevede Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu topraklarını işgal ederek Türk varlığını tamamen (AS: tümüyle) ortadan kaldırmayı deneyen Batılı emperyalist devletlere karşı arkasına Türk ulusunu alarak verdiği Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Atatürk, Türk ulusunun varlığını sürdürebilmesi ve uygar dünyada yerini alabilmesi için Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını, hatta onu bile aşmasını öngörüyordu.

O, bu ideali gerçekleştirebilmek için tam bağımsız, kalkınmış bir devlet, çağdaş ve uygar bir toplum yaratmak istiyordu.

İşte Türk insanını çağdaşlaştırmayı, dolayısıyla özgürleştirmeyi ilke edinen, bizzat halkın ayağına giderek yapacağı devrimler hakkında bilgi veren Atatürk, çağdaşlaşma hareketinin henüz başlarında, Şapka Devrimi’ni tanıtmak üzere gittiği Kastamonu’da, 30 Ağustos 1925’te yaptığı konuşmada devrimlerin amacını şöyle açıklıyordu:

  • “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı,
    Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş, bütün anlam ve görünüşüyle
    uygar bir toplum haline getirmektir…”

Aynı konuşmada, bir ulusun uygarlık yolunda ilerlemesinin ancak kadınıyla, erkeğiyle birlikte gelişmesine bağlı olduğunu, kadınlar toprağa zincirle bağlı kaldıkça bu ilerlemenin sağlanamayacağını, diğer yandan Türk kadınının dış görünüşüyle, giyimiyle, davranışlarıyla uygar olduğunu göstermesi gerektiğini açıkça söylüyordu.

Yalnızca fesin yerini uygar ulusların başlığı olan şapkanın almasını değil, kadını ve erkeğiyle tüm ulusun giyim-kuşamını çağdaşlaştırmayı, bunun da ötesinde zihniyetlerin değişmesini ve aklın egemen kılınmasını amaçlayan Şapka Devrimi, Türk kadınının sosyal yaşamda özgürleşmesi yolunda atılan çok önemli bir adımdı. Öyle ki, Türk kadınlarının büyük çoğunluğu, hiçbir yasal zorunluluk bulunmamasına karşın, kısa bir sürede peçe ve çarşafı terk ederek çağdaş giyim-kuşamı tercih ettiğini, dolayısıyla sosyal yaşam özgürlüğünü benimsediğini göstermişti.

Türk kadınını dış görünüşüyle, yaşam biçimiyle, kafa yapısıyla çağdaşlaştırmayı amaçlayan bu devrimin yanı sıra 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile Türk kadını erkekle eşit yurttaşlık hakları elde ediyor, yüzlerce yıldır evlenme, boşanma, miras gibi kişisel haklar konusunda erkeklerle eşit sayılmayan kadınlar aile ve miras hukuklarının yanı sıra ekonomik yaşam açısından erkeklerle eşit haklara kavuşuyorlardı.

Kadınların siyasal haklarına kavuşmaları ise zorlu bir süreçten sonra gerçekleşmiştir. Atatürk, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce, Ocak 1923’te İzmit basın toplantısında, kadınlara seçim hakkı verilmesi gerektiğini açıkça belirmişti. Ne var ki, aynı yıl TBMM’de seçim yasası görüşmelerinde kadınların da nüfustan sayılmasını isteyen Tunalı Hilmi Bey’in bu önerisi reddedilmiş, 1924 Anayasası görüşmelerinde ise kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyacak bir değişiklik kabul edilmemişti. Bununla birlikte kadınlara siyasal haklar tanınması yolunda ilk önemli adım 1930’da kabul edilen Belediyeler Yasası ile atılmış, Türk kadınına belediye seçimlerine katılma hakkı verilmiştir.

Atatürk kadınlara siyasal hakların verilmesi konusunda ısrarcı ve kararlıydı. 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası tüzüğüne O’nun önerisiyle kadınlara seçim hakkı tanınmasının  savunulacağı yönünde bir madde konulmuş, 1931’den itibaren (AS: başlayarak) ortaokullarda ders kitabı olarak okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabının birinci cildinde ise bizzat O’nun tarafından kaleme alınan, “Kadınların Seçim Yetkileri” başlığını taşıyan ve kadınlara bütün siyasal haklarının verilmesi gerektiğini içeren bir bölüm yer almıştı. Bu gelişmelerden sonra, 1935 milletvekili seçimlerine gidilmeden önce, Başbakan İsmet İnönü ve 191  milletvekili tarafından yapılan Anayasa değişikliği önerisi, 5 Aralık 1934’te TBMM’de oy birliğiyle kabul edilerek Türk kadınlarına milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1 Mart 1935’te çalışmalarına başlayan V. Dönem TBMM’de ise 18 kadın milletvekili yer almış ve böylece kadınlar TBMM’deki tüm milletvekillerinin %4.5’ini oluşturmuşlardır. Aynı tarihte İsveç parlamentosunda kadınların oranı %5 iken, günümüzde bu oran %47’dir. Ne üzücüdür ki, Fransa, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkelerinden önce seçme ve seçilme haklarına sahip olan Türk
kadınlarının günümüzde TBMM’de temsil edilme oranı % 17.35’tir. Bu oranla Türkiye, Avrupa’da 37 ülke içinde sondan 3. sırada, dünyadaki 192 ülke arasında ise 117. sırada yer almaktadır.

Biz Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, kadınların TBMM’de temsil edilme oranı açısından  Dünyada bu denli alt sıralarda yer almasında ve seçme hakkını daha çok kullanmasına karşın seçilme hakkını daha az kullanabilmesinde rol oynayan etmenlerin (eğitim düzeyinin düşüklüğü, kırsal yörelerde kocanın kadın üzerindeki baskısı, politik bilinç eksikliği, ekonomik sorunlar, gerek siyasal kuruluşların gerek demokratik kitle örgütlerinin kadının politik etkinliğini destekleme yönünde yeterince çaba göstermemeleri vb.) bilincindeyiz.

Atatürk ilke ve devrimlerinin toplumsal sorunlarımızın çözümlenmesinde yol gösterici niteliğe ve yaratıcı güce sahip olduğuna inanan bir demokratik kitle örgütü olarak; laiklik ilkesinin ve  demokrasinin gereği olan, Atatürk Devrimi’nin en önemli kazanımlarından “kadınların seçme ve seçilme hakkını tam olarak kullanmaları” ve “kadınların siyasette eşit temsil edilmesi” için, özellikle siyasal açıdan bilinçlenmeleri ve politik etkinliğine ilişkin sorunların çözümüne yönelik her türlü çalışmayı yapmak konusunda kararlıyız.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU
****

ADD’ye katkı vermek isteyenler için :

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ HESABI
Türkiye İş Bankası Ankara Maltepe Şubesi
TR21 0006 4000 0014 2122 0000 02

ADD 5 Aralık basın bildirisi- Prof. Dr. Bige SÜKAN.pdf

TELE1 TV Konuşmamız – 05 Aralık 2021

Dostlar,

Bu gün, 5 Aralık 2021 günü, TELE1 TV‘den Sn. Namık Koçak’ın konuğu olacağız / OLDUK.. Program kaçıranlar için erişke (link) yazımızın sonlarında..

Bilindiği gibi 09 Kasım 2021 günü Güney Afrika’dan DSÖ’ye (Dünya Sağlık Örgütü) yeni bir varyant bildirildi.

DSÖ bu son varyanta OMICRON adını verdi ve yayılma yeteneğinin (potansiyelinin) “yüksek” olduğunu bildirdi. Şu betimlemeyi de ekledi.

  • EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON…

Salt dikensi çıkıntı proteininde (Spike protein) 35 dolayında mutasyon var virüsün RNA’sında.

Bilindiği gibi, SARS-Cov-2 adı verilen Covid-19 hastalığı etkeni virüsün kendisi de bir mutasyon ürünü idi. Pangolin ve yarasalar arasında bulaşın (enfeksiyonun) geçişi sırasında SarsCov-2 adı verilen mutasyon ürünü virüs oluştu ve bir “çevresel zoonotik” hastalık olarak küresel – kıtalararası salgına (pandemiye) neden oldu.

SARS-Cov-2 adlı Covid-19 etkeni virüs, 2020’nin ilk günlerinde bu adı aldıktan sonra, aradan geçen yaklaşık 2 yılda çok sayıda mutasyon geçirdi. Bunlardan salgın açısından önemli olanlar “varyant” olarak adlandırıldı ve DSÖ’nce Grek (Yunan) abecesinden (alfabesinden) harflerle adlandırıldı. İlki “α varyantı” olarak tanıtıldı, Güney Afrika kökenliydi ve İngiltere’de yakalandı. Sonki gene olasılıkla G. Afrika kaynaklı ve bu ülkece 9 Kasım 2021 günü DSÖ’ne duyuruldu.

Son verilerle küresel ölüm sayısı 5,270,472; olgu (vaka, hasta) sayısı ise 266,101,055 (05.12.2021). Türkiye’de ise “resmi” ölüm sayısı 77,830 ve olgu (vaka, hasta) sayısı 8,901,117.
Bunlar elbette “resmi” ya da yakalanabilen ve kayda alınabilen / alınan sayılar, buzdağının ucu.
DSÖ’nün uyarılarına göre gerçek sayılar, açıklananların 3 – 3,5 katı dolayında.
***
Mutasyon, bulaş nedeniyle olmakta. Bir insandan bir başka insana bulaş gerçekleşmedikçe virüs çoğalma davranışı sergileyemediğinden, bu sırada, kendisini klonlarken yaptığı hatalara bağlı mutasyon da söz konusu değil. RNA’sını kopyalayarak çoğalırken, 36 bin dolayındaki bazdan birinde ya da birkaçında sıralama hatası olabiliyor. Bu biyolojik olgu “mutasyon” adını alıyor.

Mutasyon biyolojik bir süreç ve sürekli. Tüm canlılarda beli olasılıklarla gerçekleşmekte. Örn. grip virüslerinin RNA’sı her yıl %7 gibi yüksek bir oranda mutasyona uğramakta ve bu yüzden grip aşıları her yıl güncellenmek zorunda.

Mutasyon, –virüsler dahil– canlıların yaşamda kalma ve uyum sağlama çabalarının ürünü. Olumlu yönde mutasyonlar canlının değişen yaşam – çevre koşullarına uyumunu ve sağkalımını (survival) sağlarken, tersi yönde mutasyonlar ise doğal ayıklanma (natural selection) sonucu ile yaşamdan dışlanma (ölüm!) anlamına geliyor.

Son 2 yılda, SARS-Cov-2 virüsünde (Koronavirüs) gözlemlenen kayda değer mutasyon sayısı 10’u aştı. OMICRON varyantı, DSÖ’ne göre “ENDİŞE VERİCİ, EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR MUTASYON” varyantıdır. İnsan hücresine girişte kullanılan dikensi çıkıntıda (Spike) yer alan proteinlerin mutasyon sonucu değişimi, hücrelerimizin bu virüsle daha önce karşılaşmış bile olsa onu tanıyamaması riski doğuruyor. Bunun uygulamada karşılığı, AŞIDAN KAÇMA ve YENİDEN BULAŞ (re-enfeksiyon)!

Sağlık Bakanı Dr. Koca ülkemizde henüz OMICRON varyantına rastlanmadığını belirtmekte ancak ne oranda gen dizilim incelemesi (sequence analyse) yapıldığı açıklanmıyor. İngiltere’de her hafta pozitif PCR testi sonuçlarının yaklaşık %20’si, ki bu 60 bin dolayında olguya (vakaya) karşılık geliyor, gen dizilimi incelemesine alınıyor. Dolayısıyla varyantları yakalama olanağı oluyor. 

ABD’de geliştirilen ve FDA’dan, ivedi kullanım onayına ek olarak tam ruhsat (Lisans) da alan Moderna ve Alman-ABD ortak ürünü BioNTech&Pfizer firmaları, OMICRON’un aşılardan kaçması ve bu aşıların güncellenerek son varyanta karşı da koruyucu / etki olması için sırasıyla 6 hafta ve 100 (yüz) gün gerekebileceğini açıkladılar. Henüz tam bilinmemekle birlikte,

  • OMICRON varyantı aşılardan kaçabilir ve bu olumsuz senaryoda tüm küresel toplum, iyimserlikle, 3 aya dek uzanan bir süre tümüyle korunmasız kalabilir!

Bu, KARANLIK BİR PENCERE DÖNEMİ‘dir ve ürkü (panik) göstermeden Küresel ölçekte hazırlıklı olmayı gerektirir.

Çok ciddi bir durum.. 2 yıl boyunca “virüs yaşamımızdan çekip gitmedi”.. Tersine yönde mutasyonlarla varlığını sürdürdü ve salgın savaşımımızı güçleştirdi.

Henüz bilgilerimiz çok sınırlı. Klinik gidişin örneğin Delta varyanta göre daha hafif olabileceği ancak %40 dolayında daha bulaştırıcı olduğu ön veriler içinde. Daha çok bulaştırıcılık yüzünden, daha hafif klinik tablo yaratsa bile, ölüm sayısında azalma değil tersini beklemek gerek.

En kötü senaryo olarak Aşılardan kaçma durumunda bir karabasan tablosu bekliyor dünyayı. Moderna 6 hafta, BioNTech&Pfizer ise en az 100 gün gerekeceğini açıkladı aşıların güncellenmesi için. Bu süre bir “karanlık pencere” dönemi oluşturabilir Küresel toplum için. Güncellenme başarılı olsa bile, bu “yeni” aşılarla dünya nüfusunu “sil baştan” aşılamak gerekecek. Çok büyük bir sorunsal..

8 Aralık 2020’den bu yana başlanan aşılama süreci, 1. yılı bitirdiğinde adeta bir hüsran ile yüz yüzeyiz. Temel neden ise tüm Küre nüfusunu bir seferberlik bilinci ile 2-3 ay içinde AŞILAYAMAMIŞ olmamız bağlı. Bunda da hem AŞIYA ERİŞİM HAKKI hem de AŞI KARŞITLIĞI belirleyici rol oynadı. Her 2 sorunun da hızla aşılması gerek ve bu olanaklı.

  • Küresel aşı adaletsizliği sürüyor.. 8,14 milyar doz aşı yapıldı 1 yılda, Dünya nüfusu 7.9 milyar iken. Ama yoksul ülkelerde en az 1 doz aşılanabilen nüfus hala %6,2! Neo-liberal yabanıl kapitalizmin utancı.
  • Küresel salgın karşısında adeta DENETİMLİ BİR DEHŞET SENARYOSU izleniyor!!??

Dünya nüfusunun %54,9’u en az 1 doz aşılandı ve her gün ortalama 34,41 milyon doz aşı yapılıyor. Ama Kara Kıta Afrika’da aşılanma %5 dolayında. Bardağın boş tarafından bakıldıkta, 1,2 milyar nüfusun %95’inin Kovit-19 aşılarına erişemediği görülüyor hazin biçimde.

Küresel toplumun ağır sınavı sürüyor, özellikle Küresel efendilerin, neo-liberal vahşetin baronlarının! Salgınla tehlikeli flörtü / valsi / kumarı bir yana bırakıp; BM (Birleşmiş Milletler) öncülüğünde bir seferberlik kaçınılmaz.. Aşı adaletini sağlayarak, patent vb. akçalı (mali) engelleri aşarak, yoksul ülkelerin borçlarını erteleyip – öteleyerek, hafifleterek, silerek..

  • 5 yaş üstünde tüm dünyalıları ETKİN / GÜVENLİ aşılarla 2-3 ay içinde aşılamak…
  • Maliyet 1 doz aşı 10 $ alınırsa, 7 milyar 5+ yaş nüfus için 70 milyar $; 2 doz için 140 Bn $! Asla kaldırılamayacak bir tutar değil. Toplam Küresel gelir 2020’de yaklaşık 80 Tr $. Tüm Dünyalılara 2 doz aşı bedelini lojistik vb. hizmet giderlerini de katarak 200 Bn $ dersek, 2002 toplam Dünya gelirinin 1/400’ü! Bu yapılmadığında tablo çok yönlü çok ağırlaşıyor ve İPLERİ ELDEN KAÇIRMA RİSKİ de var!
  • Aşı karşıtlarının akıl – bilim dışı savlarına teslim olamayız!
  • 2-3 haftalık eş zamanlı KÜRESEL KAPANMAYI gündeme ciddiyetle almak..

Bu arada, klasik korunma önlemlerini özenle sürdürmek her zamankinden daha gerekli.

– Uygun / standart maske ve dezenfektanlar; mutlaka sıkı nitelik (kalite) denetimleri yapılarak,
– 1,5 – 2 m fiziksel korunma uzaklığı,
– başta el olmak üzere genel hijyen,
– kalabalıklardan – sosyalleşmeden olabildiğince kaçınma,
– kapalı alanlarda olabildiğince kısa süre kalma ve buraları kışın da etkin havalandırma..
– 0zorunlu olmayan gezi vb. eylemleri erteleyip – öteleme,
– toplumsal hareketliliği sınırlama
– Devletin sosyal destek programlarını sürdürmesi, eğitimi ve yasal yaptırımları uygulaması..

Örneğin 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 94. maddesi çok net yaptırım olanağı tanımlamakta :

  • Yinelenen aşılarını belgeleyemeyenler kamu ve özelde, büyük çiftliklerde işe alınmaz ve okullara sokulmazlar.. 
  • Aşı karşıtlığı engelinin üzerine kararlılıkla gidilerek YAŞAM HAKKININ KORUNMASI…

Türkiye’nin perişan halleri” aşağıda..

4-5 aydır her gün 20 -30 bin yeni hasta ve 200-300 arasında “resmi” ölüm..
Bu kıyımdır ve sürdürülemez, sürdürülmemelidir; daha iyi veriler olanaklıdır.
Türkiye’de salgın “öksüz” bırakılmıştır ve

  • AKP iktidarı çok sayıda önlenebilecek hastalık ve ölümden, masum insanların sağlıklı yaşam hakkından doğrudan sorumludur tarih önünde; yargılanacaktır.
    ***
    Bunları ve daha fazlasını konuşacağız / KONUŞTUK TELE1’de Sn. Namık Koçak ile.
    Programı izlemek için lütfen tıklayınız.. (42 dk.)

***
Bu gün, 5 Aralık 1934’ün 87. yıldönümü. Büyük ATATÜRK‘ün kadınlarımıza seçme – seçilme hakkı tanımasının mutlu yıldönümü. Birçok Avrupa ülkesinden daha önce hem de!
Büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü ve eşsiz önderliğini şükranla anıyoruz.
Hiç ama hiç unutulmasın; “tüm insanlar haklar ve onur bakımından özgür ve eşit doğarlar“;
Türkiye’nin de kabul ettiği  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 1.. (10 Aralık 1948)

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile.
05 Aralık 2021, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

IRKÇILIK – MİLLİYETÇİLİK ve ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Okurlarım ve izleyicilerim bana, “Hocam ırkçılık ve milliyetçilik üzerine niçin hiç yazmıyorsunuz?” diye soruyorlar. Önce bir konunun altını önemle çizmem gerekir. Milliyetçilik öğretisi 2 yanı keskin bir bıçak gibidir. İyiye de, kötüye de yani birleştiriciliğe de, bölücülüğe de neden olabilir.

Milliyetçiliğin iyi yanı ve doğru olanı savunmacı milliyetçiliktir.
Ulusun bütün paydaşlarını bir bütün olarak sarıp sarmalar. Ortak tarih, ortak dil ve ortak kültür gibi değerlerle toplumsal bütünlüğü güçlendirir. Yine ortak ulusal geleceği, tüm paydaşları ve bileşenleri ile birlikte, hiçbir etnisiteyi dışlamadan, adalet içinde, kafa kafaya, el ele ve gönül gönüle vererek birlikte oluşturmaya çalışır.

Eğer milliyetçilik yanlış uygulanırsa, yurt içinde ırkçılığa ve dinciliğe bürünerek, ötekileştirmelere, dışlamalara, düşmanlaştırmalara ve etnik temizliğe (AS: etnik kırım!) neden olabilir. Toplumsal istikrarı bozar. Dış politikada da fetih ve cihat gibi feodal ve teokratik değerleri kullanarak saldırgan bir yapıya ve hatta ırkçılığa dönüşebilir.
Şimdi konumuzu çok özet olarak açıklamaya çalışalım :

A- Irkçılık ya da Biyolojik Irkçılık Nedir?

İnsanların kültürel ve toplumsal özelliklerini biyolojik ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren ideoloji ya da öğretidir. Derinin rengi, yaşadığı coğrafya bölgesi ve kafatası özellikleri vb. nedenlerle bu ideolojide, kimi ırklar üstün görülür.
Bu yaklaşım gericidir, çağdışıdır; akıl, bilim ve çağdaş insancıl değerlerle bağdaşmaz.

B- Kültürel Irkçılık Nedir?

Kültürel ırkçılık ise, kimi ırkların, örneğin bir bütün olarak beyaz ırkın öbür ırklardan daha çok gelişmiş, daha akıllı ve daha yetenekli olduğu yanlış ve kasıtlı çıkarsamasına dayanır.
Bu yanlış ve çağdışı yaklaşım, siyah Afrika halklarının köleleştirilmesi, ülke kaynaklarının da emperyalist Batı’nın beyaz ırklarınca kolonileştirilip (AS: sömürgeleştirilip) sömürülmelerine neden olmuştur. Hatta bu yanlış ırkçı yaklaşıma göre, beyaz ırklar siyah ırklara uygarlık (!) götürmektedir. Emperyalizmin siyah ırkları sömürü yolu böyle açılmıştır.

Günümüzün evrensel hukuk anlayışına göre herkes haklar ve özgürlükler bakımından eşit doğar (AS: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 1). Hiçbir ırkın öbürlerine üstünlüğü ya da aşağı olması söz konusu değildir.

C- MİLLİYETÇİLİK (Ulusalcılık) nedir?

Maddi, manevi, ekonomik, kültürel, sosyal ve sanatsal …her açıdan kendi halkı, ülkesi ve devletinin bütün çıkarlarını her şeyin üstünde tutma ideolojisi ya da öğretisidir.
Milliyetçilik ideolojisi de ırkçı milliyetçilik ve kültür milliyetçiliği diye ikiye ayrılır.

1- Irkçı Milliyetçilik

Kendi ırkının her açıdan başka ırklar ve toplumlardan daha üstün olduğu inancına dayanır. Başka uluslara düşman olur. Kafatasçılık olarak da tanımlanabilir. Akıl ve bilim dışı bir saplantıdır. Hem içerde ve hem de dışarıda istikrarsızlık kaynağı olur .

2- Kültür Milliyetçiliği

Dil, tarih, kültür, gelenek, görenek ve birlikte yaşama açısından ortak bir geçmişe sahip olan etnik ve azınlık kesimlerin oluşturduğu toplumsal yapının yine ortak gelecekte birlikte var olma savaşımında fikir ve davranış birliği içinde olabilme bilinci ve istencine dayalı bir öğretidir.
Saldırgan ve savunmacı milliyetçilik olarak ikiye ayrılır.

a- Saldırgan Milliyetçilik

Saldırgan milliyetçilik başka toplumların ve ülkelerin varlığını kendisi için sürekli tehlike ve düşmanlık olarak algılayan milliyetçiliktir. Başka uluslarla uzlaşmaya ve barış içinde yaşamaya karşıdır. Örneğin Hitler dönemindeki Alman Ulusunun iç ve dış saldırgan milliyetçiliktir. Yurt içindeki farklı kültür ve azınlıklara karşı etnik temizlik ve asimlasyon, yurt dışında ise başka toplumların düşman olarak görülmesi ve yok edene kadar savaş stratejisine dayanır.

b- Savunmacı ve Korumacı Milliyetçilik.

Dağılmış ulusal birliği yeniden toparlamak, halk arasında farklı etnik ve azınlıklarla birlikte ortak yaşam ilkelerini sağlamlaştırmak; toplam ulusal bilinci güçlendirerek korumak, yurt içinde ulusal birliği ve barışı kalıcılaştırmak. Yurt dışında ise başka ulusların yaşama hakkına saygı duymak, ancak her türlü iç ve dış tehditlere karşı uyanık olmak…

D- Atatürk Milliyetçiliği Nedir?

Atatürk Miliyetçiliği :
– Irkçı değildir, kültür odaklı ve kültür tabanlıdır,
– Saldırgan, fetihçi ve cihatçı değildir,
– Tüm yurttaşların eşitliğine dayanır,
– Bölücü değil birleştiricidir,
– Başka ulusların hak ve hukukuna saygılıdır,
– Emperyalizme karşı büyük bir kurtuluş savaşını birlikte kazanmış tüm paydaşların ortaklaşa birlikte yaşama ve çağdaş ortak geleceği birlikte kurabilme inancına dayanır.

Atatürk diyor ki:

  • Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.
  • Cumhuriyetin temeli kültürdür, (ırk değil)
  • Yurtta barış, dünyada barış.
  • Türkiye Cumhuriyetini kuran TÜRĶİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ (ULUSU) DENİR.

Millete ‘nanik’ yapıyorlar…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 03 Aralık 2021

 

AKP-FETÖ ittifakını, yıllardır hatta on yıllardır eleştiren, lanetleyen ve bu ittifakın ATATÜRK Cumhuriyetini yıkma amaçlarını deşifre eden kitlelerle alay etmekten, Cumhuriyeti seven ve kollayan on milyonlarca vatanseveri “aptal yerine” koymaya çalışan bir güruhtan söz ediyorum.

Teşkilatın ne kadar “ağababası – büyükbaşı” varsa ya kasıtlı olarak “uçup gitmesine” göz yumdular ya da çeşitli şekillerde “iade-i itibar” sağlıyorlar. Gün geçmiyor ki birini önemli bir mevkiye getirerek, adeta bunca yıllık “Cumhuriyet yıkımı” çabalarını ödüllendirerek milletle dalga geçiyorlar. Son olarak da Pensilvanya’lı “Ağlak Vaiz”le mutlu ve mesut pozlar veren AKP’lilerin tipik bir temsilcisini Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine ve maliyesinin başına getirdiler. Nureddin Nebati’ye, üstelik de bu kritik dönemde paramızı ve ekonomi yönetimini emanet ettiler. Yani kasamızı, kesemizi, hepimizin esenliğini, hayatını ve geleceğinin anahtarlarını teslim ettiler. Her ne kadar kararları başka biri (Şahsım) alıyorsa da “FETÖ’nün dizinin dibinden” birinin bu makama gelmesi, bu millete savrulmuş bir “küfürdür”.

“Milat” olarak ilan ettikleri 17 – 25 Aralık ve sonrasında özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden başlayarak “FETÖ ile mücadele” komedisini yazıp yönetip oynayan “yönetici klik, onların sözcüleri ve beslemeleri”, neredeyse FETÖ’nün bankasının üzerinden uçan kuşa bile “operasyon” yapıp zindana tıkarken, Cumhuriyet yazarının “pide siparişi” verdiği dükkânın akrabası üzerinden bir “iltisak” üretmeye, “Cumhuriyet çizerine parke işi yapan ustanın” ikinci derecede yakını üzerinden “FETÖ pisliği bulaştırmaya” çalışırken bizzat en yakınında poz verenleri, “Türkiye Cumhuriyeti Bakanı” sıfatı ile makama ve kırmızı plakalı arabaya yerleştiriyor.

Millete yapılmış bu “nanik” hareketini, millete utanmazca “çıkarılmış bu dili” ve hakaretin faturasını ilk sandık sınavında önünüzde bulacaksınız.

Böyle bir alay, böyle bir yüz kızartıcı pişkinlik, asla karşılıksız kalmayacaktır.

Emin olun.

KOMÜN TV Programımız – 03 Aralık 2021

Dostlar,

Bu gün 03 Aralık 2021 Cuma günü, İsviçre’den yayın yapan KOMÜN TV‘nin konuğu olduk. Akşam haberleri sonunda bizimle kapsamlı bir söyleşi yapıldı.

Komün TV konuşmamız… 55. dakikadan başlayarak sonuna dek 33 dakika..
Kovit-19 salgınında, sürüklendiğimiz son aşama ve tehlikeli yeni varyant OMICRON hakkında bilgilerimizi paylaştık.


Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI
KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

AKP iktidarı eğitim sistemini büyük bir krizin içine sürüklemiştir. Sorunun kaynağı olanlardan çözüm beklenemez. Eğitim sorunları sahte, göstermelik Şuralarla da çözülemez. Bu nedenle eğitimle ilgili tüm toplum kesimlerini, deneyim ve birikimlerini paylaşmaya, eğitim sorunlarını konuşmaya, çözümlerimizi ortaklaştırmaya davet ettik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 7 Bölgede 81 ilden gelen eğitim alanında örgütlenmiş sendika, dernek, vakıf vb. örgüt, öğrenci, veli, gazeteci, eğitim alanında sözü olduğumuz herkesi kapsayan “İktidar İçin Eğitim” toplantıları yaptık; bu toplantılarda katılımcılar görüşlerini, yazılı raporlarını bizlere sundular. Bu sunuşlarda dile getirilen görüş ve öneriler eğitim sorunlarının nerelerde yoğunlaştığının bir kanıtı olmakla kalmadı, bu toplantıların devamı olarak bütün ülkeyi kucaklayacak biçimde eğitimin tüm bileşenlerini bir araya getiren

  • “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı”

adlı çalıştayımızda üzerine çalışılan temel belgelerinden biri olmuştur.
“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” çalıştayımızı 27 Kasım 2021 tarihinde başarıyla gerçekleştirdik. Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Lale Karabıyık’ın sunuşuyla açılan çalıştayımızda davetli konuşmacılardan Prof. Dr. Ferhunde Öktem’in “Eğitim Felsefesi” konulu konuşmasından sonra Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, partimizin eğitime ve eğitim sorunlarına bakışımızı ifade eden bir konuşma yapmıştır.
Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasında;

  • Bir yüzyılı bitirdik, bir yüzyılı bitirirken istedik ki, eğitim sorununu da büyük ölçüde aşmış olalım. Ama bugün geldiğimiz noktada çok güzel başlayan bir eğitim süreci zaman içinde ciddi aksamalara yol açtı. Çocuklarımızı yeri geldi denek olarak kullandık. Bunu yaparken de eğiticileri, öğretmenleri dinlemedik. Oturduk masamızın başına kararı biz verdik, en iyisini biz biliyoruz dedik ve sonuçta da bugünkü tablo çıktı ortaya. 4+4+4 sistemi Parlamentoya geldiğinde bunun yanlış olduğunu, kalkınma planlarında olmadığını, eğitim şuralarında görüşülmediğini, Bakanlar Kurulunda görüşülmediğini, Milli Eğitim Bakanlığında görüşülmediğini, 5 milletvekilinin imzasıyla bu teklifin verildiğini, 5 milletvekilinden hiçbirinin  eğitimci olmadığını söyledik… Ama az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi; bir nesil de gitse, iki nesil de gitse biz bunu uygulayacağız anlayışı, dayatma kültürü egemen oldu. Akşam bu konuya bakarken o yasa teklifini tekrar çıkardım. Yasa teklifi bu, 5 imza var altında, 5 grup başkanvekili hiçbiri eğitimci değil. Avukat var, siyasal bilgilerden maliyeci, sanayici var, yine bir maliyeci var, ilahiyatçı var ve avukat var. Hiçbiri eğitimci değil. Dolayısıyla bugünkü tablo hepimizin yüreğini burkan bir tablo.” dedi.

Genel Başkanımızın konuşmasından sonra Millet İttifakı bileşenlerden İyi Parti’nin Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Şenol Sunat, İyi Parti’nin eğitim ve eğitim sorunlarıyla ilgili düşüncelerini paylaşmıştır.

New York Üniversitesinden Prof. Dr. Selçuk Şirin dünyayı yakalamak için “İkinci Yüzyılda Yeniden Eğitim Yeniden Reform” başlıklı bir sunum yapmıştır.

Çalıştayımızda katılımcı örgütlerin temsilcileri de ayrıca söz alarak görüş ve önerilerini çalıştayımızın katılımcılarına sunmuşlardır. Çalıştayımızın öğleden sonraki çalışmalarında ise önceden ilgi alanlarına göre davet edilen akademisyenler, eğitim örgütleri temsilcileri, eğitim yazarları, öğrenci temsilcileri, öğrenci veli dernekleri ve okul aile birliği üyelerden oluşan komisyonlarımız çalışmalarına geçmiştir.

İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlıklı çalıştayımızda;

Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim” komisyonumuzun başkanlığını Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Meral Uysal,

“Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim” komisyonunun başkanlığını Hacettepe üniversiteden Prof. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy,

İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği” komisyon başkanlığını Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Soner Yıldırım,

İkinci Yüzyılda Yükseköğretim ve İstihdam Politikaları” komisyon başkanlığını ise Çukurova Üniversitesinden Prof. Dr. Adnan Gümüş gerçekleştirmiştir.

Komisyonlarımıza tanınan süre içinde üzerinde uzlaştıkları görüş ve önerileri “Kısa Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyumuzun dikkatine sunuyoruz.

İKİNCİ YÜZYILDA ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ
Komisyonumuz görüş ve önerilerini “Öğretmen adaylarının seçimi, eğitimi ve öğretmenlik mesleği başlığı altında toplamıştır. Çözüm Önerileri
Öğretmen adaylarının seçimi:
1. Öğretmen ihtiyacı önceden belirlenmeli ve bu ihtiyacın karşılanması için gerekli planlama yapılmalıdır.
2. Öğretmen Liselerinin tekrar açılması ve bu Lise mezunlarının üniversite giriş sınavlarında avantajlı kılınması sağlanmalı ve öğretmenlik mesleğine ilgi teşvik edilmelidir.
3. Eğitim Bilimleri Fakültesi yeniden güçlendirilmeli ve köklü üniversitelerde Eğitim Bilimleri Fakülteleri açılmalıdır. Diğer eğitim fakültelerinin bazıları ise bölgesel olarak birleştirilmelidir.
4. Atanmayan öğretmen sorunun aşılması, öğretmenlerin istihdamının sağlanması için fakültelere alınan öğrenci sayılarının belirli bir plan doğrultusunda azaltılması yoluna gidilmelidir.
5. Öğretmenlik mesleğine yatkın olmayan öğrencilerin 3. sınıftan başlayarak başka fakültelere geçmesine izin verilmelidir.
Öğretmen Adaylarının Eğitimi:
1. Öğretim Teknolojileri yeterlilikleri bütün öğretmen adaylarına kazandırılmalıdır.
2. Öğretmenlik profesyonel bir meslektir ve öğretmen yetiştirme Eğitim Fakültelerinin görevi olmalıdır “pedagojik formasyon” kursları kesinlikle kaldırılmalıdır.
3. Eğitim Fakültelerinin fiziksel koşulları iyileştirilmelidir.
4. Öğretmenlerin kültürel okuryazarlığının geliştirilmesi için eğitim fakültesi programlarında kültür, sanat ve spor derslerinin verilmesi, öğretmenliğin entelektüel bir meslek olduğunun vurgulanması gerekir.
5. Öğretmen adayının okul ortamını her yönüyle tanıması ve deneyimlemesi (yaparak yaşayarak öğrenmesi) için programlarda 2. sınıftan başlamak kaydıyla her yıl 1 ders olmak üzere 3 uygulama dersi yer almalıdır. Ayrıca programlar kapsamında okutulan öbür derslerde de kuram ve uygulamanın dengeli yer alması sağlanmalıdır.
6. Öğretmen adaylarının; eğitimin politika, ekonomi, sosyoloji, kültür, gibi alanlar ile bağını kurabilmeleri amacıyla öğretmen eğitimi programlarında Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Felsefesi, Eğitimin Güncel Sorunları, Çok Kültürlü Eğitim, Eleştirel Pedagoji, vb. başlıklı dersler yer almalı bu derslerin içerikleri öğretmen adaylarının entelektüel gelişimine uygun olacak biçimde düzenlenmelidir.
7. Öğretmen yetiştirme programlarında mutlaka cinsel sağlık eğitimi yer almalıdır.
8. Öğretmenlerin hizmetiçi eğitimi daha etkili hale getirilmelidir. Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü bağımsız bir enstitü haline getirilmeli ve bölgelerdeki şubeleri de eğitim-araştırma uygulama merkezleri olacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.

Öğretmenlik Mesleği:
1. Öğretmenlik Meslek Yasası ILO – UNESCO ortak belgesi olan Öğretmen Statüsü Tavsiye Kararı doğrultusunda tüm eğitim paydaşlarının katılımıyla hazırlanmalıdır.
2. Öğretmenlik mesleğinin statüsünün geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
3. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilerek tüm öğretmenlerin kadrolu olarak istihdam edilmesi sağlanmalıdır.
4. Öğretmenlere yönelik mevcut kariyer sistemi kaldırılarak, öğretmenlerin eğitim bilimlerinin farklı alanlarında akademik kariyer yapmasını sağlayacak yeni bir kariyer modeli getirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN TEMEL EĞİTİM

Çözüm Önerileri
1. Devlet bilimsel, laik, nitelikli, kesintisiz temel eğitimi tüm yurttaşlarına eşit sağlamakla yükümlüdür. Eğitim hakkı fırsat eşitliği politikaları ile sınırlandırılamaz. Temel eğitimde okullaşma ile ilgili veriler dezavantajlı toplum kesimlerinin (Çalışmak durumunda kalan, cezaevinde yaşamak durumunda olan, ıslah evinde kalan, geçici koruma altında olan çocuklar, çatışma yoğunluklu bölgelerde yaşayan, özel gereksinimli çocuklar, kız çocukları, ana dili Türkçe olmayan çocuklar, Roman çocukları…vd. eğitime erişim sorununun yalnızca eğitimsel yaklaşımlarla çözülemeyeceğini ortaya koymakta, eğitimsel çözümlerin sosyal politika önlemleri ile bütünleştirilmesini gerektirmektedir. Bu çözümlerin üretilmesi anne-babaların eğitime yönelik duyarlılıklarını geliştirmeyi amaçlayan yetişkin eğitimi programlarını da kapsayacak biçimde, pozitif ayrımcı, daha fazla kamu kaynağı ayıran bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Sosyal devlet yaklaşımının da gereği budur. Temel eğitimin her düzeyinde yüzde yüz okullaşmayı sağlayacak sosyal politikalar geliştirilmelidir.

2. 2012 yılında uygulamaya konan 4+4+4 eğitim sistemi ile eğitime erişim eşitsizliği artmıştır. Çocuk işçiliğini besleyen, çağ nüfusu öğrencileri açık öğretime yönlendiren, kız çocuklarının erken evliliğe teşvik eden, eğitimin içeriğini dinsel referanslara göre biçimlendiren, eğitimde piyasalaşmanın önünü açan bir uygulama olarak 4+4+4 dayatması eğitim hakkının önündeki engellerden biridir. Eğitimden kopuşların ilköğretimin 2. aşamasında yoğunlaştığı göz önünde bulundurulduğunda bu uygulama ile fiilen gerçekleşen zorunlu eğitim süresi 5 yılın altına çekilmiştir. 4+4+4 şeklindeki uygulama asla devam etmemelidir.

3. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının düşük olmasının temel nedeni bu alanın büyük ölçüde piyasaya terk edilmesi ve özel okulların ücretlerinin de yüksek olmasıdır. Erken yaşlardan başlamak üzere kamusal, parasız okul öncesi eğitim olanakları sağlanmalıdır. Okul öncesi eğitimde yaşanan sorun yalnızca özelleşme ile ilgili değildir. Vakıf ve cemaatlerin sıbyan mektebi adı altında dini eğitimin verildiği okul öncesi eğitim kurumları açmasına izin verilmemelidir.

4. Çalışma durumunda kalan çocukların temel eğitim sorunlarının çözümünü hedefleyen politikaların ailelerin içinde bulunduğu yoksunluk ve yoksulluk koşullarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapsamda olması, pozitif ayrımcı politikaları içermesi, süreklilik taşıması, göstermelik olmaktan öteye gitmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi sorunun bir boyutu, eğitim politikaları ile ilgili iken öbür boyutu da sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak bu toplum kesimleri için daha çok kaynak ayıracak hükümet politikaları ile ilgilidir.

5. Özel gereksinimli çocuklar için yeterli nitelikte ve nicelikte kamu eğitimi hizmeti sağlanmalı, bu kesime yönelik hizmetler bilgi ve deneyime sahip alanın uzmanları ve öğretmenleri tarafından yürütülmeli, hizmetler MEB, sosyal hizmet kurumları ve yerel yönetimler ile işbirliği içinde aileye yönelik rehberlik ve destek hizmetlerini de kapsayacak biçimde ele alınmalıdır.

6. Üstün yetenekli çocukların ilkokuldan başlayarak saptanması için ilkokul öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimi gerçekleştirilmeli, Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin fiziksel altyapı ve personel eksikliği sorunları giderilmeli, Bilim ve Sanat Merkezlerinin öğretmenlerin merkezin amaçlarına uygun nitelikte olmaları sağlanmalı ve bu merkezler aile rehberlik etkinliklerini de kapsayacak biçimde geliştirilmesi ve uygun fiziksel ortamlara kavuşturulması sağlanmalıdır.

7. Taşımalı eğitim yoluyla il ve ilçe merkezlerine öğrenci taşıma uygulamasından vazgeçilmelidir. Mevcut durumu ile taşımalı eğitimin maliyeti sanıldığı kadar düşük değildir. Kaldı ki eğitime erişim güçlüğü yaşayanları desteklemek sosyal devletin görevidir. Birleştirilmiş sınıf güçlenmeli, derslerde kullanılacak materyal desteği sağlanmalı ve yeterli sayıda lojman hizmeti sunulmalıdır. Türkiye’de atanamayan öğretmenler de göz önünde bulundurulduğunda artan nüfusun eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak öğretmen kaynağı bulunmaktadır. Öte yandan taşımalı eğitimin gerekçesi olarak gösterilen birleştirilmiş sınıflar uygulaması öğretmen eğitimi ile çözülebilecek bir nitelik de taşımaktadır.

8. Nüfusun eğitim düzeyini yükseltmenin bir yolu tüm çocukların zorunlu eğitim süresini tamamlayacak şekilde, eğitim sürecine dâhil edilmesinden geçerken, diğer yolu yetişkinlerin eğitim eksikliklerinin tamamlanmasından geçmektedir. 4+4+4 modeli ile çağ nüfusu öğrencilerinin açık öğretime geçişlerinin yolu açılmıştır. Yapılan araştırmalar bir yetişkin eğitimi kurumu olması beklenen açık öğretim lisesinin öğrencilerinin büyük çoğunluğunun çağ nüfusu öğrencilerden oluştuğunu göstermektedir. Oysaki açık öğretim uygulamaları sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak örgün eğitim dışında kalan yetişkinlere eğitim fırsatı sağlamak için gündeme gelmiştir. Çağ nüfusu öğrencilerin açık öğretim lisesine geçişleri engellenmeli bu kurumlar birer yetişkin eğitimi kurumu durumuna getirilmelidir. Özellikle kadınlarda okuryazarlık sorununun sürdüğü göz önünde bulundurularak 1. Kademe ve 2. Kademe okuma-yazma kursları işlevsel hale getirilmeli, kadınların bu kurslara katılımını özendirici önlemler alınmalıdır.

9. MEB yetişkin nüfusun eğitim ihtiyaçlarını büyük ölçüde Halk Eğitimi Merkezleri kanalıyla yürütmektedir. Bugün il ve ilçe merkezlerinde 990 Halk Eğitimi Merkezi bulunmaktadır. Halk eğitimi merkezleri hobi kursları ağırlıklı olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Bu merkezler eğitim, üretim ve örgütlenme bütünlüğü içinde katılanların öğrenmesi, öğrendiklerini üretime çevirmesi ve ürettikleri ürünleri gelir getirici bir etkinliğe çevirecek biçimde örgütlenmesini sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır. Bu merkezlerde görev yapan yönetici, kadrolu öğretmen, usta öğreticilerin yetişkin eğitimi ile bilgi eksikliklerinin giderilmesi, örgün eğitim benzeri yapıdan kurtarılması sağlanmalıdır.

10. Pandemi sürecinde uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilen eğitim uygulamalarındaki öğrenme kayıplarını telafi edecek programlar geliştirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN  MESLEKİ TEKNİK EĞİTİM 

Çözüm Önerileri
Komisyonumuz Mesleki ve teknik eğitimi, temel eğitim hakkı açısından değerlendirerek görüş ve önerilerini oluşturmuştur. Buna göre;

1. Mesleki eğitim; eğitim sistemi içinde, temel eğitimin bütünselliği dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeli ve çocuklarımızın temel eğitimden yararlanmalarını sekteye uğratacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
2. Mesleki eğitimin düşük eğitim düzeyi olarak algılanması, bütünlüklü olmayan yapısı sorgulanmalıdır.
3. Mesleki Teknik eğitimin çocukları daha fazla okuldan uzaklaştıran uygulamalarına son verilmelidir.
4. Zorunlu temel eğitimde akademik ve mesleki-teknik eğitim ayrımı ortadan kaldırılmalıdır.
5. Temel eğitim ve yaşam becerileri piyasa tahakkümünden kurtarılmalıdır.
6. Mesleki eğitimin mevcut durumuyla sürdürülmesi durumunda meslek lisesi mezunlarının güvenli, güvenceli çalışmalarını sağlayan istihdam politikaları izlenmelidir.
7- Mesleki ve Teknik Eğitimde açık bulunan kimi bölüm ve alanlar bugün geçerliliğini yitirmektedir. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında alan ve dallar güncellenmeli, yeni, çağın gereklerine uygun ve istihdam olanağı bulunan alan ve programlar açılmalıdır.
8- Staj uygulamaları ile ilgili uygulama güncellenmeli, öğrencilerin ucuz işgücü ya da çocuk işçi olmasına yol açacak uygulamalara son verilmeli, kendi gelişimlerine ve eğitim aldıkları alana uygun koşullarda staj yapmaları sağlanmalıdır. Staj uygulaması çocukların psikolojik, pedagojik ve mesleksel gelişimine katkıda bulunacak biçimde yapılandırılmalıdır.
9- Mesleki ve Teknik eğitim yöneticileri alandan gelen, yeterli yöneticilik eğitimini almış alan öğretmenlerinden seçilmelidir.
10- Mesleki ve teknik eğitim okullarının programları bölgelerin ihtiyaçları, özellikleri ve istihdam alanları göz önünde bulundurularak yapılandırılmalı, öğrencilerin zorunlu bırakıldıkları değil tercih ettikleri bütünlüklü bir eğitim programları uygulanmalıdır.
11- Mesleki ve Teknik eğitim kurumlarına öğretmen yetiştirme yeniden yapılandırılmalıdır. Nitelikli öğretmen yetiştirme politikaları yaşama geçirilmeli, Mesleki ve Teknik Eğitim Fakülteleri gerek duyulan ve istihdam sağlayabilecek alanlarda öğretmen yetiştirmek üzere, MEB ile koordinasyon (AS: eşgüdüm) sağlanarak bağımsız bölümler olarak açılmalıdır.

İKİNCİ YÜZYILDA YÜKSEKÖĞRETİM VE İSTİHDAM POLİTİKALARI  

Çözüm Önerileri

1. Üniversite fikrine uygun, üniversite tanımı yapılmalı; idari özerklik, mali özerklik ve bilimsel özgürlük üniversite fikrinin ayrılmaz parçası olarak tanımda yer almalıdır.
2. Yükseköğretim ve üniversitelerde kurumsal özerkliğin ayrılmaz parçası olarak ilgili bileşenlerden oluşan kurullar yönetimi esas olmalıdır. İdari özerkliğin sağlanmasının en geçerli yolu demokratik (bileşenlerce seçilmiş) kurullar yönetimdir. YÖK, ÜAK ve üniversiteler kurul yönetimi bile olamamıştır.

  • YÖK kaldırılmalı ve seçilmiş rektör veya seçilmiş üniversite temsilcileriyle oluşan eşgüdüm kurulu oluşturulmalıdır.

3. Rektörler, üniversite bileşenleri veya onların temsilcilerinden oluşan senato tarafından seçilmelidir ve geri çağrılabilmelidir. Birim temsilcileri de ilgili bileşenlerce seçilmelidir. Boğaziçi örneğinde, üniversite bileşenlerinin iradesine uyulmalıdır.
4. Mali özerklik sağlanmalıdır. Üniversiteler kamu kaynaklarıyla finanse edilmeli, bu kaynakların uygun kullanımı üniversitelerin yetkisinde olmalı, amaca uygun kullanımları ile ilgili şeffaflık, kamu denetimi ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır.
5. Üniversitenin işlevleri, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Araştırma, öğretim ve toplumsal hizmet ve danışmanlıklar; araştırma, öğretim, kontenjanlar ve hizmet alanları ve bunların nasıl yürütüleceği meta değerine göre değil toplumsal ve evrensel ölçüt ve ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
6. Üniversitenin kapsamı, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Meslek Yüksek Okullarının yükseköğretimle ve üniversitelerle bağları yeniden düzenlenmelidir.
7. Üniversiteler planlanmalıdır. Yeni üniversite, fakülte veya MYO açılması ilke ve ölçütlere bağlanmalıdır. Kuruluş yeri olarak ilçe veya şehir değil bölgesel öncelikler dikkate alınmalıdır. Ölçütleri karşılamayan mevcut üniversitelerin uygun dönüşümleri sağlanmalıdır.
8. “Özel-ticari yükseköğretim” üniversite fikri ve tanımıyla uzlaşmazdır. Vakıf üniversiteleri üniversite tanımına uygun hale taşınmalı, kamu hizmeti sürdürmelidir. Üniversite tanımına uymayan, ticarileşen vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır.
9. Üniversitenin yerel, toplumsal ve evrensel ihtiyaçlarla bağları kurulmalıdır. Araştırma alanları buna uygun belirlenmelidir.
10. Uluslararası ilişkiler, Bologna Süreci, AB, uluslararası standartlar ve diğer uluslararası ilişkiler üniversite tanımına, bilimsel özgürlüklere uygun şekilde geliştirilmelidir. Dışsal akreditasyon gibi kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüklerle çelişen uygulamalar gözden geçirilmeli, üniversite tanım ve ölçütlerine uygun hale getirilmeli; üniversite fikriyle çelişen ilişki ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.
11. Üniversitenin birincil işlevi olan araştırma ve araştırma alanları yerel, toplumsal ve evrensel ölçüt, ihtiyaç ve gelişmelere uygun şekilde planlanmalıdır. Araştırmacı ve öğretim elemanı yetiştirme üniversitenin asli işlevlerinden olup toplumsal ve evrensel dönüşümleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri dikkate almalı, uzun erimli olarak planlanmalıdır. Araştırma alanlarıyla bağları kurulmalıdır.
12. Güvenceli çalışma; kurumsal özerkliğin ve kurullar yönetiminin ayrılmaz parçasıdır. Araştırma görevliliği dahil idari teknik tüm çalışanlar güvenceli çalışmalıdır. Çalışanlara yaşam koşullarına ve uzmanlıklarına uygun özlük hakları ve yeterli aylık sağlanmalıdır.
13. Üniversitelerde, atama ve yükselmelerde hak ve liyakat esas olmalıdır. Akademik yükselmeler nicel değil nitelikli ölçütlere bağlanmalıdır. Kadro hakkı olanların kadroya atanmaları bekletilmeksizin yapılmalıdır.
14. İdari ve teknik personelin üniversitenin bilimsel işlevleri ile bağları kurulmalı; atama, yükselme ve özlük hakları karşılanmalıdır.
15. Üniversite tanımı ve ölçütleriyle bağdaşmayan disiplin ve denetim anlayışından vazgeçilmeli, denetim bilimsel işlevlerin yerine getirilmesine yönelik olmalı, haksız şekilde KHK ve görevine son verilenler derhal iade edilmeli, atama veya yükselme süreçlerinde hak kaybına uğrayanların hakları karşılanmalı, haksızlığa yol açan sorumlulardan hesap sorulmalıdır.
16. Üniversitenin asli işlevlerinden öğretim işlevi, bilimsel ve evrensel ölçüt ve gelişmelere uygun nitelikli olarak sürdürülmelidir. Yükseköğretim ve üniversite programlarının ortaöğretimle, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelerle bağı kurulmalıdır. Programlar ve kontenjanlar bilimsel ölçüt ve toplumsal evrensel ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
Öğrenci kabulünde yarışmacı sınavlar değil, bilimsel ve pedagojik ilkelere uygun dayanışmacı ve geliştirici geçiş sistemi oluşturulmalıdır.
17. Öğrencilerin barınma, geçinme ve öğretim ihtiyaçları kamu tarafından ücretsiz karşılanmalıdır. Öğrencilerin sosyokültürel gelişimlerine uygun başta kütüphane ve sanat etkinlikleri olmak üzere her türlü koşul sağlanmalıdır.
18. Uzaktan, açıktan, ikincil, tezsiz gibi öğretim tür ve biçimlerinin üniversite tanımına ve nitelikli öğretime uygunluğu gözden geçirilmeli; bilimsel ve pedagojik ölçütlere uygun olmayan yöntemlerden vazgeçilmelidir.
19. Yükseköğretimde ülke ve evrensel koşullarla gelecek bağlantısı kurulmalı; her mezuna onur ve uzmanlığına uygun iş ve yaşam koşulları sağlanmalıdır.
20. Merak, araştırma, bilimsel eleştirel düşünme üniversite yaşamının ayrılmaz parçası olup dersler ve üniversite ortamı buna uygun hale getirilmelidir.
21. İnsan ve üniversite tanımıyla bağdaşmayan otoriter, baskıcı, disiplinci anlayıştan vazgeçilmeli, kampüsler yasaklar değil özgür kampüslere dönüştürülmelidir.
22. Bilim, araştırma, öğretim ve danışmanlık kurumları olan yükseköğretim ve üniversiteler her boyut ve evresiyle tanımında içerilen kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlükleri esas tutmalı, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelere göre planlanmalı, demokratik ve uygar bir ülke ve toplumun motoru haline getirilmelidir.

“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı Çalıştayı”  tüm görüş ve öneriler değerlendirilerek basılı rapor haline getirilerek “Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyu ile de paylaşılacaktır.

Divan Kurulu Üyeleri:
Yıldırım Kaya
CHP Ankara Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Grup Sözcüsü

Burcu Köksal
CHP Afyonkarahisar Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Suat Özcan
CHP Muğla Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Dr. Sibel Özdemir
CHP İstanbul Milletvekili

Doç Dr. Ahmet Yıldız
Ankara üniversitesi

Deniz Gezmiş paylaşımı nedeniyle yargılanan Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı beraat etti

Deniz Gezmiş paylaşımı nedeniyle yargılanan Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı beraat etti

Deniz Gezmiş paylaşımı nedeniyle yargılanan Atatürkçü Düşünce Derneği Samsun Şube Başkanı Başkanı Işık Özkefeli beraat etti..

Sosyal medya hesabından 6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm yıl dönümü nedeniyle paylaşım yapan Samsun Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanı Işık Özkefeli, terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla yargı önüne çıktı. Özkefeli, paylaşımlarında suç ve suç unsuru (AS: ögesi) bulunmadığı için beraat etti (AS: aklandı).

Türkiye’nin Yakıcı Gündemi : AKP – RTE Tarihe Gömülürken

KARANTİNA TV Programımız..

Türkiye’nin Yakıcı Gündemi : AKP – RTE Tarihe Gömülürken

İzlemek için tıklayınız (65 dk.) : https://www.youtube.com/watch?v=cpqbzz6gCaQ

Sayın Recai Aksu ile “ÖNCE İNSAN” programında birlikte olduk ve sorularını yanıtlayarak konuyu kapsamlı irdeledik..

İlgi ve bilginize saygı ile sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

KOVİT-19’un GÜNCEL DURUMU ve EKONOMİ – POLİTİĞİ

SOL TV PROGRAMIMIZ : Gökhan KAZBEK ile

  • KOVİT-19’un GÜNCEL DURUMU ve EKONOMİ – POLİTİĞİ



İzlemek için lütfen tıklayınız (46 dk.) : https://youtu.be/Mmhhwr647iw

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik