Etiket arşivi: AKP-FETÖ ittifakı

Millete ‘nanik’ yapıyorlar…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 03 Aralık 2021

 

AKP-FETÖ ittifakını, yıllardır hatta on yıllardır eleştiren, lanetleyen ve bu ittifakın ATATÜRK Cumhuriyetini yıkma amaçlarını deşifre eden kitlelerle alay etmekten, Cumhuriyeti seven ve kollayan on milyonlarca vatanseveri “aptal yerine” koymaya çalışan bir güruhtan söz ediyorum.

Teşkilatın ne kadar “ağababası – büyükbaşı” varsa ya kasıtlı olarak “uçup gitmesine” göz yumdular ya da çeşitli şekillerde “iade-i itibar” sağlıyorlar. Gün geçmiyor ki birini önemli bir mevkiye getirerek, adeta bunca yıllık “Cumhuriyet yıkımı” çabalarını ödüllendirerek milletle dalga geçiyorlar. Son olarak da Pensilvanya’lı “Ağlak Vaiz”le mutlu ve mesut pozlar veren AKP’lilerin tipik bir temsilcisini Türkiye Cumhuriyeti’nin Hazine ve maliyesinin başına getirdiler. Nureddin Nebati’ye, üstelik de bu kritik dönemde paramızı ve ekonomi yönetimini emanet ettiler. Yani kasamızı, kesemizi, hepimizin esenliğini, hayatını ve geleceğinin anahtarlarını teslim ettiler. Her ne kadar kararları başka biri (Şahsım) alıyorsa da “FETÖ’nün dizinin dibinden” birinin bu makama gelmesi, bu millete savrulmuş bir “küfürdür”.

“Milat” olarak ilan ettikleri 17 – 25 Aralık ve sonrasında özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden başlayarak “FETÖ ile mücadele” komedisini yazıp yönetip oynayan “yönetici klik, onların sözcüleri ve beslemeleri”, neredeyse FETÖ’nün bankasının üzerinden uçan kuşa bile “operasyon” yapıp zindana tıkarken, Cumhuriyet yazarının “pide siparişi” verdiği dükkânın akrabası üzerinden bir “iltisak” üretmeye, “Cumhuriyet çizerine parke işi yapan ustanın” ikinci derecede yakını üzerinden “FETÖ pisliği bulaştırmaya” çalışırken bizzat en yakınında poz verenleri, “Türkiye Cumhuriyeti Bakanı” sıfatı ile makama ve kırmızı plakalı arabaya yerleştiriyor.

Millete yapılmış bu “nanik” hareketini, millete utanmazca “çıkarılmış bu dili” ve hakaretin faturasını ilk sandık sınavında önünüzde bulacaksınız.

Böyle bir alay, böyle bir yüz kızartıcı pişkinlik, asla karşılıksız kalmayacaktır.

Emin olun.

Anayasa dünyevidir

Anayasal kamuoyu, 2015’ten bu yana sıkça kullandığım bir kavram. Çünkü, “parlamenter rejimi bekleme odasına aldık” açıklaması, “anayasasızlaştırma süreci” ile örtüşüyordu. Bu söz, Cumhurbaşkanı’na aitti. “Parlamenter rejim”, 27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbeleri ile bekleme odasına alınmıştı. Bu nedenle, “Anayasa’nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözet”mekle yükümlü olan, üstelik halkın doğrudan oyu ile seçilmiş kişinin TBMM’yi kilitleme iradesi, sivil “anayasal darbe” idi.

ORTAK SECDE…

TBMM’yi dışlama, 2011’de kanun hükmünde kararnameler (KHK) yoluyla merkezileşme süreci ile başlamıştı. TBMM, Kürt sorunu çözümüne yönelik söylem ve eylemlerde de devre dışı bırakılmıştı. Kamu yönetiminde liyakat yerine ‘secdeye baş koyma’ ortak eylemini öne çıkaran AKP-FETÖ ittifakı, Anayasa’yı da devre dışı bırakmıştı. Özetle,

  • Anayasa ve uygulayıcısı TBMM, Yürütme organınca dışlandıkça,
  • yargı da, AKP-FETÖ ittifakınca biçimlendiriliyordu.

KİRLETİCİ KAHRAMAN

Parlamenter rejimi bekleme odasına alma iradesinin dışavurumunu izleyen haftalarda, Parlamento başkanı, laiklik ilkesinin Anayasa’dan çıkarılmasını istedi (25 Nisan 2016).

Oysa, “TBMM’ye karşı Cumhurbaşkanı ve laikliğe karşı TBMM Başkanı” için ortak payda, Anayasa andı idi:

  • Anayasa’ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalma üzerine namus ve şeref andı.

Daha genel olarak, ‘liyakat ve hukuk yokluğu’, 15 Temmuz öncesi Türkiye resmi idi. Laiklik ilkesinin Anayasa’dan çıkarılmasında ısrar eden TBMM eski başkanı ve CB Yüksek İstişare Kurulu Başkan vekili, işi daha ileriye taşıdı (4.10.21):

• Değişmez maddeler anayasaya konmamalıdır.

• Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz.

• Sözlerini düzeltmeye çalışarak, “ben laiklik anayasadan çıkarılsın dedim” diyor (5 Ekim). Ne fark eder?

“Parlamenter sistem demokrasiyle bağdaşmaz” beyanı, demokrasiyi; “Anayasa dinsel olmalı” sözleri, anayasanın dünyevi özelliğini yadsımak demek.

Laikliği Anayasa’dan 85 yıl sonra çıkarmak, “laiklik/ e şitlik / yurttaşlık”
sacayağına dayanan Cumhuriyet’in temel taşını dinamitlemektir.

Bilgi kirliliği yaratılarak sergilenen bu karşıtlık, Anayasa yerine konulmak istenen düzen üzerine yeterince fikir veriyor. Dünyevi metin düşmanı bir kişi, ilahi kitaba inançta ne ölçüde içten olabilir? Laiklik ilkesi doğrultusunda, “bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kal”makla yükümlü Diyanet İşleri Başkanı ise, bu emredici Anayasa hükmünü, söylem ve eylemleriyle ihlalde kararlı. Elinde kılıçla Ayasofya’da namaz kıldırmaktan, Devlet protokolü ilk sıralarına kadar -denizaşırı ülke etkinlikleri dahil- bulunmadığı yer yok. Toplumsal yaşamın her alanını yönlendirmeyi amaçlayan sözleri ise, niyeti de teşhir ediyor; yani istenç + söylem + eylem tutarlılığı açık.

İNANÇ VE DÜŞÜNCE

“İnancın başladığı yerde düşünce biter” der Britanyalılar.

İlahi kitaplar, “mutlak hakikati”, inanç temelinde ortaya koyar; düşünce özgürlüğü ise, anayasalarca güvence altına alınır.

İlahi kitap, inanç alanını “mutlak hakikat” ile biçimlendirir; bu nedenle, inanç özgürlüğü bile çizilen alanla sınırlı. Buna karşılık, dünyevi nitelik taşıyan anayasa, “insan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti” ekseninde bütün inanç ve düşünce özgürlüklerini güvenceler

Tıpkı AKP-FETÖ ittifakı döneminde olduğu gibi, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) döneminde de, dini politikaya alet ederek din özgürlüğünü istismar hamleleri karşısında, anayasanın, dünyevi kitap niteliğiyle her ilahi kitabın güvencesi olma özelliği açıkça dillendirilmeli. Eğer doğru bilgilenme yoluyla anayasal kamuoyu oluşturulamaz ise, yarın, bilgi edinme, kanaat oluşturma ve ifade özgürlüğü için çok geç olabilir.

Kirletme ve kılıç eşliğinde yürütülen demokratik ve laik Cumhuriyeti yıkma faaliyeti karşısında seyirci kalmak, Anadolu’da Taliban iştahının kabarmasına örtülü destek vermek anlamına gelir.

Bu nedenle, doğru bilgiye dayalı uyanık kamuoyu ve dayanışma ağlarının örülmesi, ivedi ve yaşamsaldır.

Liyakat karşıtlığı, (FETÖ-AKP-MHP) ortak paydası mı?

 

“Ne istediler de vermedik?” (Başbakan Erdoğan) tepkisi, AKP-FETÖ ittifakını özlü biçimde açıklıyordu, ‘17-25 Aralık süreci’ sonrası tam 11 yıl boyunca, AKP, kendi deyimleri ile ‘hizmet cemaatine’ ‘her istediklerini vermişler’di.

Neler olduğunu en iyi kendileri biliyor. Herkesin bildiği ise şu: Kamu yönetiminde hukuk ve liyakat yokluğu, Anayasa kuralına karşın: “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” (md.70).

Bu ayrıksız kural yerine, kendi deyişleri ile “secdeye baş koymak” , ittifakının ortak paydası idi.

AKP ve MHP, 27. yasama döneminde TBMM’deki sayısal çoğunluğunu, katı bir lider hiyerarşisi altında uyguluyor. Öyle ki, vekilleri, örtülü ve açık olarak hak verdikleri muhalefet önerilerini bile kategorik olarak reddediyorlar.

Liyakat ilkesi, bunların başında geliyor: Sınav ve güvenlik soruşturması, başlıca iki ölçüt. Nasıl?

Sınav ölçütleri yasa ile belirlenmeyecek; yürütme ve idare belirleyecek.

“Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması”, kamu görevlileri için zorunlu olacak.

Bunların anlamı ne?

Yazılı sınavı kazanmış olan bir kamu görevlisi adayı, sözlü sınav veya mülakat aşamasında, siyasal nedenle elenebilecek.

Her iki sınavı başarmış olsa da, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasına takılan adayın ataması yapılmayacak. Bunda da belirleyici ölçüt, yine siyasal saik; tıpkı AKP-FETÖ döneminde olduğu gibi.

AYM KARARLARINA KARŞIN…

“Sözlü sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir” kuralını iptal eden Anayasa Mahkemesi’ne göre, memuriyette alım ve ilerleme ölçütlerinin yasa ile belirlenmesi esastır (24/7/19). Bu nedenle, Anayasa madde 128’de düzenlenen kamu görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri”nin kanunla düzenlenmesi kuralına aykırıdır. AYM’ye göre; sözlü sınavda gözetilecek ölçütlere yer verilmediği gibi sınavı kazanan adayların yerleştirilmesinde uygulanacak esaslara ilişkin herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Bunların yönetmeliğe bırakılması, Anayasa’nın 7, 70 ve 128. maddelerine aykırıdır.

Aynı kararda AYM, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması ölçütlerini de Anayasa’nın belirtilen maddeleri çerçevesinde saptadı.

AYKIRI DÜZENLEMELER

Her yasa önerisinde CHP’nin yapıcı somut önerilerine karşın, Anayasa’ya ve AYM kararlarına aykırılıklar hız kesmedi. Hakim ve savcılar, bekçiler ve askeri müfettişler hakkında sınav kuralları ile bütün kamu görevlilerine ilişkin arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması, liyakat ilkesine aykırıdır.
Yargıç ve savcılık: OHAL döneminde kadrolaşmak amacıyla kaldırılan yazılı sınava ilişkin en az 70 puan kaydının yeniden getirilmesi olumlu. Ne var ki, mülakat, yasa ile düzenlenmiş gibi görünse de değerlendirme ölçütleri, sınavın niteliği ve denetlenebilirlik ölçütleri yok. Kaldırılması gereken sözlü sınavın uygulanması durumunda ise, nesnelliğinin sağlanması için kamera kaydı altında saydam biçimde yapılmasına ilişkin bütün öneriler geri çevrildi. (Bkz. 7165 ve 7188 sayılı kararlar)

Bekçiler: “Çarşı ve mahalle bekçisi olarak istihdam edilmek için İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak giriş sınavında başarılı olmak şarttır.” (madde 3). Yönetmelik yerine yasa ile belirleme yapılması yönünde iyileştirici öneriler kabul edilmedi (7245 sayılı karar)
Askeriye: Askerî kaynaktan stajyer müfettiş alımında müfettişliğe giriş sınavına başvurabilmek için; Kuvvet Komutanlıklarında üst subay (binbaşı, yarbay, albay) rütbesinde bulunmak ve yönetmelikte öngörülen şartları taşımak gerekir. Giriş sınavı, yönetmelikte belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde yapılır. (7329 sayılı karar) Yönetmelik kaydına itiraz yine reddedildi.

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması: Kamu görevine girişin istisnası bulunmayan koşulu “liyakat ilkesi” hiçe sayılarak, kapsam bakımından istisna tanımayan bir düzenleme (7135 sayılı karar), TBMM’ye karşı darbe yoluyla oylatıldı.

  • 15 Temmuz Darbe Girişimi bahane edilerek yapılan ve yeni kadrolaşmalar için yasal zemin oluşturan düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için ciddi riskler taşımakta.

Bu kez, -denizaşırı ülkeler dahil- her yerde hazır bir Diyanet İşleri Başkanı, “kılıçlı secde” yoluyla çöküş veya inşa hazırlığı aracı olarak kullanılmıyor mu?

ADRES TBMM…

Anayasa’nın emredici hükümlerini ihlalde ve AYM kararlarına aykırı düzenlemelerde kararlı olan AKP-MHP ittifakına karşı demokratik siyasal mücadele yöntemlerini gözden geçirme gereği açık. Yandaşlık ve liyakatsizlik, ancak TBMM’de siyasal güç dengelerinin değişmesiyle aşılabilir. Bu bakımdan, CHP Gn. Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu çözümü için TBMM’yi işaret etmesi son derece yerinde.

Zaman, büyük ilkelerde buluşma zamanı. Bunun çerçevesi belli:

  • “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik, sosyal hukuk devleti.”

    ***
    VALİDEBAĞ EKOSİSTEMİ BOZULAMAZ

    Birinci derece doğal sit alanı olarak Validebağ korusu, mutlak koruma altında bulunan bir mekandır.

    Anayasa’nın başta madde 56 gelmek üzere birçok hükmü, Devlet için çok yönlü yükümlülükler öngörmekte. Validebağ açısından kamu makamlarının yükümlülüğü, Koru’ya müdahale etmemek ve müdahaleden kaçınmaktır. Çünkü, Koru’ya yönelik her faaliyet, Koru’daki flora ve fauna dengesi üzerinde açık bir tehdit oluşturmaktadır.

    Geriye götürülemezlik ilkesi, evrensel ölçekte geçerli olan çevre hukuku genel ilkesi olarak, tam tamına Validebağ Korusu için geçerlidir. Korudaki bitki ve hayvan dengesi, dışarıdan gelen her türlü araç-gereçten etkilenir. Bu bakımdan Üsküdar Belediyesi’nin 21 Eylül sabahı tan vaktinde, çok sayıda kamyon ve diğer makinalı araçlarla kum-moloz-çakıl vb. malzemeleri Koru’ya dökmeye başlaması, her türlü niyet sorgulamasından bağımsız olarak, Koru ekosistemine zarar verici bir eylemdir. Bu eylem, Anayasa’nın ve Türkiye’nin taraf olduğu çevre sözleşmelerinin çiğnenmesidir. Bu nedenle, yöre sakinlerinin flora+fauna+homo sapiens için yaşam alanı ve kaynağı olan Validebağ Korusu’nu sahiplenmeleri tamamen meşru ve haklıdır.

Darbeli demokrasi

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli

Darbeli demokrasi

Mahut “Işıklı Tweet”in üzerine herkesten önce ve daha büyük bir şehvetle atladılar ve lime lime doğradılar ki duyan da bu muhteremleri gerçekten “darbe sevmez” sanabilir.

Oysa gerçek manzara öyle mi?

Bütün anayasal kurumları hile ve desise ile “biz yaptık oldu. Var mı ulan?..” tavrı ile ele geçiren, seçilmişleri tek tek kulaklarından tutup içeri tıkan ve yerine vali-kaymakam atayan, yıllar boyu sınav sorularını elden dağıtıp, atamalarda tarikat-cemaat kollayıp (AKP-FETÖ ittifakını kastediyorum) kendi adamlarını devletin tüm aygıtına yerleştiren, özellikle silahlı kuvvetlerin tüm kademelerine onbaşısından orgeneraline kadar alçak darbecileri yerleştiren (şu bayat “sızma” yalanına kendileri bile inanmıyor artık) zevat, bugün çıkmış “Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor esprisi üzerinden tehdit ediliyoruz” soytarılığına nasıl başvurabiliyor? İnsanı çıldırtır bunlar.

Yahu, dünyanın en nadide mozaiği gibi motif motif işlenmiş ATATÜRK Devrimlerinin temeline, zaten bir türlü oturtulamamış Cumhuriyetimizin temeline dinamit koyan, adeta o mozaiklerle bezeli duvara “hilti” (darbeli delici-kırıcı-yıkıcı matkap) ile Timur’un filleri gibi dalan sizler değil misiniz?

Bugün, bir Anayasa Mahkemesi üyesi yargıcın (henüz tam da neye hizmet ettiği belli olmayan) “sorumsuzca ve sersemce” attığı tweet üzerinden sanki “darbelere karşıymış rolü” oynuyorsunuz?

12 Mart’tan, 12 Eylül’den, 28 Nisan’dan ve dahi harcında olağanüstü katkınız bulunan 15 Temmuz’dan sonuna kadar yararlanmış olan da siz olmasanız, bayağı “yiyeceğiz” bu numaraları.

Ama tabii, öyle değil.

Argomuzda güzel bir laf vardır:

“Hayvan terli.. Yemiyor”

Ver afyonu… Ver afyonu…

Toplumu, dini soslara batırılmış afyon parçacıkları yutturarak yönetmeye çalışmanın tipik bir örneğiydi, Cumhurbaşkanı’nın son tartışmalı demeci. (mealen) “Müminler varlıkta şımarmamalı. Yoklukta da sabretmeli. Acıyı bal eylemesini bilmeli” dedi, teknik olarak doğru sözler tabii. Zengin şımarmamalı. Yoksul da sabırlı olmalı. Dünyanın sonuymuş gibi davranmamalı.

İyi, güzel de…

Yoksullar, eğer o “şımarmaması vaaz edilen zenginler” yüzünden yoksullaşmışsa (biz buna kapitalizmin doğal sonucu diyoruz) ve o yoksul istediği kadar sabretsin “öldür Allah” asla zenginle (yer değişmekten vazgeçtim) eşit seviyeye ulaşamayacaksa?..

O zaman neyin “sabrını” bekliyorsun? Niye “zıkkım gibi” acıya “bal” muamelesi yapacakmış?
Bu sözleri sömürü düzeninin ateşine odun taşıyanlardan, düzeni daha da acımasız hale getirenlerden, zengin-yoksul uçurumunu daha da açanlardan, patronlara dönüp “Bize şükredin. Grevi-hak aramayı yasakladık. Kıymetimizi bilin yani..” diye övünenlerden duymak biraz fazla “hakaretamiz” değil mi?

İngilizlerin (bak yine İngilizce havası yapıyor demeyin) güzel bir deyimi var:

“To add insult to injury” (Yaralı insana bir de hakaret ederek acısını katlamak) derler. Tam o hesap.

Ayıp oluyor yani. Biraz vicdan yani.
****
TTB ve Şebnem Hoca

Devleti, aynı devletin başına on yıllardır bela olan ve temellerine dinamit koymaya ant içmiş bir alçak terörist örgüte teslim edenler, bugün çıkmışlar “Falanca kurum, filanca dernek teröristlerin eline geçti” diye konuşma hakkını kendinde nasıl görebiliyor? Cumhuriyet düşmanı Pennsylvanialı Sümüklü Vaiz’in eli kanlı teşkilatına, Harbiye’den adliyeye, Hariciye’den Mülkiye’ye tüm kurumların anahtarlarını kendi elleriyle verenler, “Filanca derneğin yöneticisi teröristtir. Onu oradan almak lazım” diye nasıl pişkince ve utanmadan iftirada bulunabiliyor? Anlamak, gerçekten mümkün değil.

Lafı eğip bükmeden söyleyeyim:

Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin başkanlığına yeni seçilen Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’dan söz ediyorum. Şebnem Hoca’nın dünya görüşüne, bazı faaliyetlerine, geçmişine, geçmişte aldığı ya da almadığı tavırlara, kimi desteklediğine vs. herkesin desteği de itirazı da olabilir. Benim de var. Pek çok konuda aynı düşünmüyorum. Hatta ve hatta, Türk Tabipleri Birliği gibi “Tıp bilimine, toplumun sağlık sorunlarına ve meslektaşların dertlerine odaklı” çalışan bir teşkilatın başına, keşke sadece “siyasi duruşu değil, bilim insanı olarak kimliği daha öne çıkmış” birini seçselerdi diyorum.

Ama bütün bunlar, TTB’nin kongresine katılmış “delegelerin iradesini” yok saymaya ve Şebnem Hoca’yı elinizde hiçbir kanıt ve hüküm yokken “terörist” olarak damgalamaya yaftalamaya imkân vermez kimseye. Üstelik bunu yapmak bir suctur. O zaman demokratik kitle örgütlerinin “üye iradesi”ni çöpe atmış olursunuz. Hem örgüt içinden hem de bu pırıl pırıl meslek örgütünü (aynı zamanda bilim mihrakını) ezmeye yeminli yasakçı faşist kafalardan gelen baskıya boyun eğersiniz. Hukuk devleti ve demokratik toplum ilkelerini nasıl savunacağız o zaman?
====================================
Dostlar,

Değerli Arapkirli’ye, bu sitede ve daha pek çok ortamda yayınlanan Ş. K. Fincancı hakkındaki belgelere göz atmasını öneriyoruz; “hiçbir kanıt ve hüküm yokken” demesi karşısında.

Bir de, halen yaşamda olan, demokrasi şehidi Uğur Mumcu’nun ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu ile bir telefon görüşmesi yapmasını.. Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok cinayetlerinde yakalanan sanıkların yargılanacağı Umut davasında her nasılsa devreye giren / sokulan Dr. Fincancı’nın sanıkları görüp muayene etmeden düzenlediği adli raporlarla bu kritik davanın gidişini nasıl derinden etkilediğini, Dr. Fincancı hakkında, başvurusuna karşın TTB tarafından bir disiplin işlemi yapılmadığını……. da bilgi edinmesini… bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com