Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

YOL TV Programımız : Ukrayna Bunalımı ve Bitti Sanılan Salgın

Dostlar,

Bu akşam, 7 Mart 2022 Pazartesi, saat 21:00’de YOL TV’de olacağız.. / OLDUK..

Gazeteci Sn. Recai Aksu, Karantina TV’deki düzenli – sürekli programlarına ek olarak YOL TV’ye de programcı olarak destek vermekte.

Bu bağlamda bizimle olacak bu akşam.. / OLDU

  • Konumuz :

    Ukrayna Bunalımı ve Bitti Sanılan Salgın

Mülkiyeli ve Hukukçu şapkamızla Ukrayna Bunalımını, hekim kimliğimizle de AKP iktidarınca bitti sanılan (!) salgını irdeleyeceğiz.

https://youtu.be/lW3QWfgD358

https://youtu.be/lW3QWfgD358

Bilgi ve ilginize sunarız. (Güncelleme : 08.03.22, 23:59)

Sevgi ve saygı ile. 07 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik   

Yeni, yepyeni, en yeni dünya düzeni

author

Bundan 35 yıl kadar önceydi. ABD’nin başkenti Washington’da, (o zamanki üyesi sayısı ile) 16 NATO üyesi ülkeden davet edilmiş 16 gazeteciden biri olarak Savunma Bakanlığı (Pentagon)’un bir brifing salonunda bir Amerikalı generali dinliyordum. Doğu Berlin – Batı Berlin sınırındaki “Çelik Hattın” nasıl güçlendirilmesi gerektiği ve Batı İttifakı’nın hiç taviz vermeden (nükleer dahil) nasıl “silahlanmaya devam etmesi gerektiğini” anlatıyordu. Suratı kıpkırmızı, iştah ve heyecanı doruktaydı. Gözlerinden ateş ve barut fışkırıyordu adeta.

Ertesi gün programda başka bir eyalette, başka bir askeri brifinge geçmeden önce otelin kahvaltı salonunda kafiledeki herkes bir gazetenin başına üşüşmüş (o zaman internet, sosyal medya, digital bilmem neler yok tabii), manşetteki ve haberi ve fotoğrafı konuşmaya koyulmuştu. Daha dün gibi aklımda… Haber, Berlin Duvarı’nın yıkılmakta olduğunu ve insanların, ellerinde kazmalarla çekiçlerle duvarı delip kafileler halinde nasıl “çift taraflı” geçişlerle, yepyeni bir çağın açılışını kutladıklarını anlatmaktaydı. Dünya değişiyordu. Hatta değişmişti bile. Haberi de, o gazetenin manşetinden Washington’a ulaşmıştı.

Basın turunun o durağındaki kafilede, bir gün önce bize o “vecd ve huşu içinde silahlanma brifingini” veren Amerikalı generalle göz göze geldim bir an. Suratını tarif edebilmek için kalınca bir kitap yazmak, uzunca bir film çekmek gerekebilir. Dünya değişmiş, “Yeni Dünya Düzeni” kuruluyordu.

Hemen ardından emperyalist ülkelerin medyası, zafer çığlıkları arasında bir “Peace Dividend” masalı yazıp, yönetip oynamaya başlamışlardı. Soğuk Savaş ve baş döndürücü silahlanma dönemi bitecek, bundan tasarruf edilen muazzam miktarlarda para da, “insanlığın refahı ve toplumların iyiliği” için harcanacaktı. Barış Bonusu!
***

Aradan yıllar geçti. Ne silahlanma yarışı durdu, ne de emperyalist paylaşımlar için alan kazanma mücadelesi. Sovyetler’in ve ona bağlı peyklerin çözülüp dağılmasını fırsat bilen Batı Bloku, kendi peykleri ile kol kola “miras paylaşımı” için kendi saldırgan paktlarını genişletme yarışına giriştiler. 2000’li yılların ilk 20 senesi, ABD ve müttefiklerinin “terörle mücadele” adı altında bir “sınırötesi saldırganlık” senaryosu ile gelişti.

Her aşamasında “yeni, yepyeni, en yeni, daha da yeni dünya düzeni” adı altında, hiç bitmeyen bir dizi filmin senaryosu, güncellenerek yazılmaya ve oynanmaya başlandı. Dağılan Sovyet Bloku, önce “Bağımsız Devletler Topluluğu”, sonra da “Çar, Oligarkları ve diğerleri” gibi sürekli başkalaşıma uğrar bir mahiyette varolma savaşı içine girdi. “Perifer” yani çevre ülkeler de bu kıtalar arası bitmeyen paylaşım düzeninin rüzgarında bir oraya bir buraya savrulmaya devam etti ve ediyor.
***

Bugün gelinen noktada, Rusya – Ukrayna çatışması, daha doğrusu Rusya’nın, “NATO’nun yeni ileri karakolu yapılmaya çalışılan” Ukrayna’ya saldırısı henüz yeni başlamışken, önümüzdeki 3 hafta, 3 ay veya 3 yıl için erkenden yorumlar – tahminler yapmak ve çıkarımlarda bulunmak için henüz çok erken. TV ekranlarında ve gazete sütunlarında bu işe soyunanları, müstehzi bir gülümseme ile izliyorum. Daha dün bir bugün iki. İddialı öngörülerden kaçınmak lazım. Köprülerin altından daha çok sular akar. Ama, bir tek konuda kesin konuşabilmek mümkün.

Emperyalizmin, aç gözlü kapitalizmin, faşizmin asla nitelik değiştirmeden, dünyaya egemen olma iştahını hiç yitirmediğini görerek, bu “hırslı, canhıraş ve can alan, vahşi paylaşım kavgasının”, öngörülebilir bir gelecekte de süreceğini tahmin etmek kehânet olmaz. Bereket ki; çare, reçete, çözüm de bellidir. Bu iştaha ve felaketin çarklarının dönmesine son verecek olan, gezegenin dört bir köşesindeki halkların, demokratik yönetimleri işbaşına getirme iradesidir.

Tek adamların, “çarların, reislerin, despotların, diktatörlerin” değil, halkını dinleyen, demokratik iştişare ve denetim mekanizmalarına değer verip çalıştıran siyasetçilerin işbaşına gelmesi için mücadele edecek halklar, son sözü söyleyecektir. Asıl “gönlümüzden geçen Yeni Dünya Düzeni” bu olmalıdır.

Asıl “Peace Dividend” o olacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 02 Mart 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DAVUT

Davutoğlu, ”Ukrayna krizi, uluslararası krize dönüşmüştür. Türkiye acilen özellikle NATO’da etkin ve proaktif bir diplomasi yürütmeli.”

Sanki sorunun kaynağı ABD-NATO değilmiş,

Görevdeyken çıkardığı sorunlar yetmemiş…

KARARLI

RTE,”NATO kararlı adım atmalı”

  1. Kendi üyesi (Türkiye) için kılını kıpırdatmayan NATO’dan ne bekliyor?
  2. NATO silahlı müdahale kararı alsa Türkiye çıkmaza girmez mi?..

DOST

Türk vatandaşlığına geçip Muhammed Halebi olan ismini Muhammed Sabancı yapan Suriyelinin, AKP Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Akay adına kayıtlı TBMM kartını kullandığı anlaşıldı.

Dost alış-verişi olmuştur…

OK

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Şubat’ta 28 başörtülü kadınla bir araya geldi.

Türbana, çarşafa, tarikata-cemaate selam durarak “6 Ok“tan kurtuluş hareketi…

DEFTER

Karamollaoğlu, ”28 Şubat’ın defterini düreceğiz”

Defterde Akşener imzalı Bakanlık emri var, o ne diyor?

Madımak’ın defteri açık!..

EMPERYALİST

Perinçek, ”Putin, barış ve huzur getiren modeli uygulamaya devam ediyor ve ABD’nin NATO’yu doğu devletlerinin ve milletlerinin üzerine sürme girişimini bozguna uğratıyor.

Kendi topraklarını savunmadığına göre, Rusya’nın saldırısı emperyal davranış olmuyor mu?

Ukrayna devleti, halkı insan değil mi? Özgür iradeleri yok mu?

Emperyalizme karşı olduğunu söyleyip, emperyalizme tapmak böyle bir şey olmalı…

MESAJ

Altı muhalefet partisinin açıkladığı programı “Biden programına demokrasi kılıfı” olarak gören Aydınlık toplantıdaki “Savaşa hayır”, “Masum insanların bombalanmasına hayır” sözleriyle Amerika’ya mesaj verildiğini yazdı.

Ne demelilerdi?

  1. Savaş, hep savaş! Rusya’nın savaşı yasaldır!
  2. TSK Rusya’nın yanında savaşa girsin!
  3. Ukrayna’da tek canlı kalmasın!
  4. Parlamenter demokrasi kılıfı istemiyoruz, tek adamın kılıyız!

BORÇ

Rusya’nın saldırısı ile Montrö’nün önemini vurgulayandan geçilmiyor.

En başta da Erdoğan’ın Montrö’yü değiştirebileceğini söyleyen iktidar mensupları ve amirallere “zevzek” diyenler geliyor.

Amirallere borçludurlar; bir özür bir de teşekkür…

SORUYORUM

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. 20 Aralık 2021 gecesi döviz bozdurarak vatandaşın sırtından vurgun yapanlar kimlerdir?

Bunlara bilgi sızdıran kimdir?

  1. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk ve fahiş fiyatla) soruşturulması neden engellendi?
  2. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Uyuşturucu kaçakçılığının üzerine neden gidilmiyor?

Sedat Peker’in susturulması karşılığında BAE’ye ne verildi?

  1. Orman yangınlarının sebepleri ve ihmali olanların soruşturulması TBMM’nde neden engellendi? Yangınlar kasıtlı mıydı
  2. Yurt dışına para aktararak vergi kaçıranlardan hesap sorulmayacak mı? Yasal engel çıkarılmayacak mı?..

TELE1 ROGRAMIMIZ : ÖNLEMLER Mİ KALKTI YOKSA SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI MI

Dostlar,

Bu gün, 6 Mart 2022 Pazar, sabah saat 10:35’te TELE1’de olacağız / OLDUK..


Sn. Namık KOÇAK bizi programına konuk edecek 11:15’e dek.. / ETTİ.

Salgında varılan, “Türkiye’ye özel” son durumu – sorun alanını  değerlendireceğiz.. / değerlendirdik..

AP’nin Haziran 2003’te başlattığı “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” süreci duvara dayandı.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM = “Health Transformation” sözcüklerinin karşılığı ve tümü ile Dünya Bankası (ABD!) dayatması. Yani “yerli – milli” oldukları masalın anlatan AKP’ye yabancı ve gayrı milli olarak dayatıldı. Zaten bu gerekçelerle taşeron iktidar yapılmıştı.. Buyrukları yerine getirmekte.

Sağlık sistemi her bakımdan tıkandı.. 
Salgın yönetimi (!??) de apaçık duvara tosladı.
İşi, gerçek ve bilim dışı biçimde AŞI GELİŞTİRDİK.. noktasına dek taşıyabildiler..

  • Oysa TURKOVAC, asla uluslararası bilimsel standartlara göre henüz aşı değil!

Keşke olabilseydi, göğsümüz kabarırdı..


2021 Aralık ayı son günlerinde bu bağlamda kapsamlı makale yazmıştık web sitemizde. O zaman paylaştığımız tweet içeriği de üsttekine çok yakındı ve 1 milyona yakın kişi tarafından okundu.
…..
Sorunlar çok ve ağır..

  • AKP tam anlamıyla bir kısır döngüde..
  • Politik ömrünü biraz daha uzatmak istiyorsa, apaçık, tükürdüklerini yalamak ve
  • akla – bilime – ulusun yararına odaklı politikalara dönmek zorunda
  • 180 derece tersine, hem de gecikmeden..

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerini yapılması dileğiyle youtube erişkesini (linki) verelim :

https://youtu.be/UZwanAz1SSI

İlgi ve bilginize sunarız. (Güncelleme: 07.03.22, 00:53)

Sevgi ve saygı ile. 06 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

Rusya – Ukrayna savaşı

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
04 Mart 2022 Cumhuriyet

24 Şubat 2022 günü Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in emriyle Rus askeri birliklerinin Ukrayna topraklarına girmesiyle başlayan saldırı, Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemek ve Rusya’nın etki alanında kalmasını sağlamak amacıyla 2014’te Kırım’ın işgalinden sonra yaptığı en büyük harekâttır. Bu harekât, Rusya’nın Ukrayna ile aralarındaki sorunları –Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda öngörüldüğü gibi– “barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak” çözmek ilkesine (m. 1/1),

  • tüm üyelerin uluslararası ilişkilerinde… başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasal bağımsızlığına karşı… kuvvet kullanma tehdidine veya kuvvet kullanmaya başvurmaktan” kaçınmak yükümlülüğüne (m. 2/4)

aykırı olarak yürüttüğü bir savaş niteliğindedir.

İLİŞKİLER

Aslında Ukrayna ve Rusya’nın geçmişlerinde ortak, uzun bir tarih vardır. 1917 Sovyet Devrimi ile çarlık rejiminin yıkılmasından sonra 30 Aralık 1922’de Rusya ve Transkafkasya Sovyet Federe Sosyalist Cumhuriyetleri ile Ukrayna ve Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri tarafından “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” (SSCB) adıyla yeni bir devlet kuruldu. Kısaca “Sovyetler Birliği” olarak da anılan ve 1991 yılına kadar devam eden bu devlet, son yıllarında aralarında Ukrayna da bulunan 15 sovyet sosyalist cumhuriyeti ile 20 özerk sovyet sosyalist cumhuriyetinden oluşuyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve/veya devlet yönetiminde Andrey Vişinsky, Nikita Kruşçev ve Nikolay Podgorni gibi önemli görevlere gelmiş Ukrayna kökenli insanlar da vardır.

Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde 24 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Aynı süreçte bağımsız bir devlet olan Rusya Federasyonu ile Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın öncülüğünde 21 Aralık 1991’de kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu’na  11 devlet daha katıldı.

ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’daki siyasi bölünmenin yansıması olarak 14 Mayıs 1955’te SSCB’nin öncülüğünde 8 devletin katılımıyla bir savunma örgütü antlaşması olarak imzalanan Varşova Paktı, Doğu Avrupa’da SSCB’nin dağılmasını izleyen rejim değişikliklerine paralel olarak 1 Temmuz 1991’de sona erdi. SSCB’nin yerini alan Rusya Federasyonu dışındaki Varşova Paktı üyeleri, 1999-2009 yılları arasında NATO’ya alındılar. Geçen yıl Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski, ülkesinin NATO’ya üye olmak istediğini söyledi. Ancak Rusya Federasyonu Başkanı Putin, NATO’nun Ukrayna’yı da içine alacak şekilde genişlemesini ülkesi için yeni bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Bu açıdan Rus askeri harekâtı, böyle bir durumun ortaya çıkmasını önlemeye yönelik bir erken müdahale niteliğindedir.

UKRAYNA’YA DESTEK

Rusya Federasyonu’nun Ukrayna topraklarında ilerlemeye devam eden askeri harekâtı, Ukrayna’nın kahramanlık örnekleri verilen cesur direnişiyle karşılaşmıştır. Henüz herhangi bir ittifak içinde yer almayan Ukrayna, toprak bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını tek başına savunmak durumundadır. Savaş, Rusya ve Ukrayna arasındadır. Gerçi harekât emrini veren Putin başta olmak üzere, Rusya, bu saldırı dolayısıyla dünyanın hemen her tarafında kınanmakta, Ukrayna’yı desteklemek için Rusya’ya karşı bazı yaptırımlar uygulanmaktadır. Ancak bu yaptırımlar, daha çok, sonuçları uzun vadede ortaya çıkacak, dolayısıyla kısa vadede caydırıcı etkisi olmayan ekonomik yaptırımlar niteliğindedir. Son olarak Almanya Ukrayna’ya silah (1.000 tanksavar ve 500 Stinger füze) göndereceğini; ABD Ukrayna’ya hafif silah ve tanksavar yardımı yapacağını açıklamıştır. ABD, Ukrayna işgalinin NATO ülkelerine de sıçrayacak bir genişleme göstermesi olasılığına karşı Avrupa’ya takviye birlikleri göndermeye başlamıştır.

TEMELDEKİ SORUNUN ÇÖZÜMÜ

Buna karşılık 26 Şubat 2022 günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınayan ve Ukrayna’ya karşı güç kullanmayı “derhal durdurmasını” öngören karar tasarısı, Rusya’nın vetosuyla önlendi. Bu durum, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 15 üyeli Güvenlik Konseyi’nin usule ilişkin olmayan konularda dokuz üyenin olumlu oyu ile alınan kararlarında beş sürekli üye Çin, Fransa, SSCB, Birleşik Krallık ve ABD’nin olumlu oyunu arayan, dolayısıyla onlara veto hakkı tanıyan 27. maddesinin 3. fıkrası, barışın tehdidi, bozulması ve saldırı eyleminin bir sürekli üye tarafından gerçekleştirilmesi durumunda sistemin işlemediğini, işlemeyeceğini gösteren en yeni örnektir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan bu düzenlemenin değişen koşullara göre gözden geçirilmesi gerekir.

Uzun bir sınırla komşu olan iki ülke konumundaki Rusya ve Ukrayna arasındaki uyuşmazlığın temelinde Ukrayna topraklarının ileride NATO üyesi olarak, hatta NATO üyesi olmadan Rusya’ya güneybatıdan yapılacak bir saldırıda kullanılması olasılığı konusundaki kaygıların bulunduğu anlaşılıyor. Bu kaygıların giderilmesi için Ukrayna’nın NATO üyeliğini ertelemek, hatta Ukrayna için İsviçre benzeri bir tarafsızlık statüsü üzerinde durmak gerekir. Her iki tarafın da soruna çözüm bulmak için görüşmeye hazır oldukları konusundaki açıklamaları umut vericidir.

TÜRKİYE’NİN TUTUMU

Gerek Rusya gerek Ukrayna ile siyasi planda genelde iyi ilişkileri yanında güçlü ekonomik ve ticari ilişkileri olan Türkiye, bir yandan Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasını uluslararası hukukun ihlali olarak nitelerken öbür yandan iki ülke arasındaki uyuşmazlığın barışçı yollardan çözümü için aralarında yapılacak görüşmelere ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Savaşın açtığı yaraların sarılması için her türlü insani yardımda bulunmaya da hazırdır.

Bu arada Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, özellikle “Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri 10-18. maddelerde belirtilen koşullar içinde, Boğazlardan tam bir geçiş ve gidiş geliş serbestliğinden yararlanacaktır.

Bununla birlikte, savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin boğazlardan geçmesi yasak olacaktır” cümleleriyle başlayan 19. maddesinin her ikisi de Karadeniz’de kıyısı olan iki devlet arasındaki savaş koşullarında Türkiye tarafından uygulanması kritik önemdedir.

KARARIN NEDENİ

Son olarak yine 26 Şubat 2022 günü Avrupa Konseyi’nin, Ukrayna saldırısı nedeniyle siyasi yaptırım olarak Rusya Federasyonu’nun üyeliğini askıya alan kararına ilişkin oylamada Türkiye’nin çekimser kalması, her iki ülke ile ilişkilerinde dengeyi gözeten bir politikanın uygulaması olarak görünmektedir. Ancak bu kararın alınmasına neden olayın, bağımsız bir devletin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına yapılan bir saldırı olarak devam ettiğini unutmamak gerekir. Avrupa Konseyi’nin kararı, Rusya’yı durdurmaya, Ukrayna’yı işgalden vazgeçirmeye yöneliktir.

Dil Derneği : “BİZ CUMHURİYETÇİYİZ!”

SESLENİYORUZ : “BİZ CUMHURİYETÇİYİZ!”

Dil Derneği ile Çankaya Belediyesi, 3 Mart 1924‘teki Hilafetin, Şer’iye Evkaf Vekâletinin Kaldırılmasının ve Öğretim Birliği Yasasının Kabulünü onaylayan 3 devrim yasasının 98. yıldönümünü kutlamak için bir açıkoturum düzenledi. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde kitle örgütlerinin temsilcisi kadınlar,

  • Biz Cumhuriyetiz” diye seslenecek.

Açış konuşmasını Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen’in yapacağı oturumu Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel yönetecek. Sunuşunu, Ankara Tiyatro Yapımcıları Derneği Başkanı olan Sanatçı Ali Nihat Yavşan’ın yapacağı açıkoturumda Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü; Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı ve Trabzon Barosu Başkanı Av. Sibel Suiçmez ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel konuşacak.

Ülkemiz uzun zamandır laik cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öncüsü olduğu 3 Devrim Yasasıyla birlikte tüm devrimlerin yaralandığı bir sürece saplanmış bulunmaktadır. Özellikle öğretim birliğini önceleyen “Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası”ndan çok uzaklaştığımız bir dönemde çocuk ve gençler aklın öncülüğü, bilim ve sanatın ışığıyla beslenmesi gereken çağdaş eğitimden yoksun kalmaktadır.

  • Yüzyıllık Cumhuriyet deneyiminin geçmişe özlemle zedelenmesi,
  • eğitimin dinselleşmesi,
  • bilimsel akıl ve verilerle öncü olması gereken üniversitenin suskunluğu,
  • basının tekdüzeleşmesiyle yargısal olumsuzluklar
  • en çok çocukları, gençleri ve kadınları etkilemektedir.

Kadın-erkek eşitliği gibi temel bir hakkın hukuksal ve bilimsel akıldan uzaklaşarak dinsel bakışla siyasallaştırıldığı, çocuk yaştaki kadınların bile öldürüldüğü, çocuklarla kadınlara cinsel saldırıların sıradan haberlere dönüştürüldüğü bu sıkıntılı süreçte tüm yurttaşlara, bütün siyasetçilere, özellikle de kadınlara önemli görevler düşmektedir.

Hangi inanç ve düşünceden olursak olalım, yurttaşlık bilinciyle akılcı, bilimsel ve sanatsal olanda birleşmek zorundayız.

4 Mart 2022 Cuma günü, saat 18.00’de,
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezindeki etkinlikte duygu ve düşüncelerimizi paylaşacağız.

Salgın sürdüğü için maske-mesafe kuralına uyulması ve HES sorgulaması zorunludur.

En içten saygılarımızla.

Dil Derneği Yönetim Kurulu

3 Mart Devrim Yasaları 98. Yılda Yoğun Saldırı Altında!

3 Mart Devrim Yasaları 98. Yılda Yoğun Saldırı Altında!

Dostlar,

8 yıl önce, 3 Mart Devrim Yasaları hakkında yazdığımız 12 sayfalık kapsamlı değerlendirmeyi, ne yazık ki zamanın acı öngörülerimizi doğrulaması karşısında bir kez daha paylaşmak istiyoruz.
Bir fotoğraf ekleyeceğiz sürüklendiğimiz yere ilişkin tanık, belge…

Karşıdevrimin hızla durdurulması gerek…
6 Partinin MİLLET İTTİFAKI uzlaşma metninde bu yakıcı olgu, olası oy kaygıları bir yana bırakılarak net ve kararlılıkla mutlaka vurgulanmalı..

Sevgi ve saygı ile. 03 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Makaleler

**********

3_Mart_2014_90._Yil_BCP_Konf.

90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları : 

Onlar da Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada ve Ne Yapmalı ??

“ Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

“3 Mart 1924”, 1923 Türk Devrimi’nin en önemli dönüşümlerinin gerçekleştirildiği kritik bir tarihtir. Osmanlı döneminde kadının ve eğitimin Ortaçağ karanlığına gömülü olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyan sayısız belge arşivlerdedir. Kadınlar ve çocuklar.. Toplumun en temel 2 kesimi ve de en stratejik alanda; “Eğitim” sürecinde acımasızca gericiliğe mahkum edildikleri bir kıskaçta idiler..

Mustafa Kemal Paşa niçin Ulusal Kurtuluş Savaşı ortasında, Eğitim Kongresi topladı? (15-21 Temmuz 1921)

1 Mart 1922’de TBMM açış söylevinde;

Kadınlarımızın aynı öğretim devrelerinden geçerek yetiştirilmesine önem verilmesi” nden söz ederek, kız-erkek Türk çocuğunu birbirinden ayırmadığını gösterir. Benzer düşüncesini Ağustos 1924’te de dile getirmiş ve 3 Mart 1924’te “Öğretimin Birleştirilmesi” yasası ile kız ve erkek çocukların bir arada (karma)
ve çağdaş biçimde eğitimini sağlamıştır. 20 Nisan 1924’te, Anayasa’nın 87. maddesi değiştirilerek, Türk kızlarına eğitim-öğretim eşitliği sağlayan ilköğretim zorunluğu getirilmiştir.

T.C. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Devrimci kararlılıkla, 1 Kasım 1922‘de Saltanatın kaldırılmasında olduğu gibi, enerjik bir girişimle Halifelik yanlılarının yoğun engelleme girişimlerine karşın, 3 Mart 1924‘te Halifeliğin kaldırılmasını (Kurtuluş Savaşı’na ihanet eden, Sevr’e imza koyan Osmanlı Hanedanı’nın yurt dışına çıkarılmasını) TBMM’de büyük bir çoğunlukla gerçekleştirmiştir. Böylece Şeyhülislamlık, dinsel (şer’i) mahkemeler ve fetva usulü, dervişlik nişanı, medreseler de kaldırılmıştır.

Halifeliğin kaldırılmasıyla, dinsel devlet düzeninin son artığı yok ediliyor; devlet ve öğretim laik temeller üzerine oturtuluyordu. Atatürk, kendisine Halife olması önerildiğinde, Uygarlık Tarihine ışık tutacak değerlendirmeler yapmıştır :

  • “ Konusu, anlamı olmayan efsaneli bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?”
  •  “…Tarihin herhangi bir döneminde, bir halife, zihninden bu ülkenin yazgısına karışmak arzusunu geçirirse, o kafayı derhal koparacağız….Yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için ‘Kutsal Ayaklanma’ adı altında haydut çeteleriyle, cana kıyma düzenleriyle bize karşı durmadan çılgınca çalışmaların amaçları gerçekten kutsal mıdır?”
  • “ Buna inanmak için gerçekten bilinçsiz ve aymaz olmak gerekir… Yüzyıllarca olduğu gibi, bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini araç olarak kullanmaya kalkışanların, ne yazık ki içerde ve dışarda var oluşu, bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor. ”
  • “ İnsanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş inanlardan (hurafelerden) sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır… Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının artık kendi varlığından ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur.”

“… Halife’nin Devlet Başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın, bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, o halkın başındaki kişiler bunu isterler mi? Halife’nin buyrukları ve yasakları yerine getirilir. Beni Halife  yapmak isteyenler buyruklarımı yerine getirebilecekler midir? Bu duruma göre, yapacak işi ve anlamı olmayan bir kuruntu sanını takınmak gülünç olmaz mı?”

“Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki; bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve makamının, gerçekte ne din, ne de siyasa bakımından varlığının hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti varlığını, boş lâf yüzünden tehlikeye atamaz… Amaç, yaldızlı ve gösterişli yaşamak değil, insanca yaşamak ve geçim sağlamaktır…” (Başbakan İsmet İnönü’ye, 23 Şubat 1924)

Gazi, 1 Mart 1924 TBMM Konuşmasında ise :

1)    Ulus, Cumhuriyetin, bugün ve gelecekte, her türlü saldırılardan kesinlikle ve sonsuzluğa dek korunmasını sağlayacak ilkelere dayandırılmasını istemektedir.
2)    
Kamuoyu, eğitim ve öğretimin birleştirilmesinden yanadır ve bunun hiç zaman geçirilmeden uygulanması gereklidir.
3)    
İslam dinini, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtararak yüceltmenin zorunlu olduğunu da görüyoruz.” sözleri ile Halifeliğin kaldırılacağı işaretlerini veriyordu.

90 yıl önce TBMM (seçimle gelen 2. Meclis), arka arkaya 3 yasa önerisini benimsedi. Bu yasalar onaylanış sırasına göre (429, 430 ve 431 sayılı yasalar) :

  1. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nın kaldırılması yasası,
  2. Öğretimin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) yasası,
  3. Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Yurt dışına Çıkarılması..
    ile ilgili yasalardır. (Ne yazık ki, Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye’ye girişini yasaklayan maddeler, 50 yıl sonra kaldırıldı..)

1982 Anayasası, 174. maddesinde Devrim Yasalarını sıralamakta ve anayasal korumaya almaktadır :

  • “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :

3 Mart 1924 DEVRİM YASALAR NELER GETİRİYORDU ??

Bu yasalardan ilk ikisi 3 Mart 1924 günü TBMM’nin ilk oturumunda, hemen hemen hiç tartışılmadan 15-20 dakikada benimsenmişti. Oysa 1. yasanın ilk maddesi Devrim’in doğrultusunu belirleyen bir pusula gibiydi. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın dünyasal yaşamını düzenleme yetkisinin Meclis’e ve onun hükümetine ait olduğunu saptıyordu. Böylelikle, şeriat yasalarının dinsel kurallarının bu alanda artık bir işlerliği kalmıyordu.

Egemenliğin kaynağı; sözde gökyüzünden yeryüzüne indirilerek
Aydınlanma’nın en önemli adımı atılıyordu.

Türk Toplumu; Tanrısal (ilahi) değil, insanların yaptığı, çağın gereklerine yanıt veren laik (seküler; akla ve bilime dayalı) yasalarla yönetilecekti.. Dinsel inanç ve yaptırımların toplumsal yaşamı düzenlemede bundan böyle bir işlevi olamayacaktı.

“ Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir…”

“… Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki; çürümüş bir hanedanın, Halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, Cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir.” (Atatürk; SÖYLEV II, syf. 831)

Peygamber vekil bıraktı mı?

Hz. Muhammet Tanrı’nın elçisi idi (Resulullah). Ölümünden sonra herhangi bir kimseyi “vekil” bırakması söz konusu değildi. Tanrı ile Müslümanlar arasında aracı ruhban sınıfı yoktur. Dolayısıyla Peygamberden sonra başlatılan “Halifelik” uygulaması başlangıçta Peygamberi izleyen, O’nun ardılı “Yönetici” bağlamındadır.

4 Halife Devri kanlı geçmiş, Müslümanlar Peygamber yerine kendi seçtikleri
bu 4 Halifeden 3’ünü, nasılsa, öldürebilmişlerdir! Zaman içinde “Halifelik” kavramı çarpıtılarak Osmanlı Padişahlarınca “Zıllullah”, “Tanrı’nın gölgesi” düzeyine yükseltilmiştir!? Özünden saptırılmış, haşa “Tanrı vekilliği”ne yükseltilmiştir. Bunun nedeni Padişahların güçlerini mutlaklaştırmaktır;

  • Hilafet açıkça siyasete alet edilmiştir.

Böylelikle Osmanlı padişahları 4 yüz yıla yakın süre kadir-i mutlak olmuşlardır.

  • Atatürk’ün Halifeliği kaldırması, bu bağlamda İslam dinine de son derece büyük bir hizmettir.
  • “ Türkiye Cumhuriyeti’nde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani âyin hürriyeti korunmuştur. Tabiatıyla, âyinler asayiş ve umumî adaba aykırı olamaz; siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bütün tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, Halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vb. yasaktır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.”
    (Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, syf. 471-72, 1930)

Laik Eğitimin Yaşamsal Önemi                                                     :

Şeriye (Dinişleri) ve Evkaf (Vakıflar) Bakanlığı kaldırıldı. Tevhidi Tedrisat (Ögretim Birliği) yasası kabul edildi. Sözde dinsel bilgiler, değerler ve alışkanlıklarla beyni sulanmış mollalar yetiştiren Medreseler, Mahalle mektepleri kapatıldı. Batı örneği okullar açıldı. Böylece, tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve öğretimde birlik sağlandı.. Atatürk; aydını, köylüyü ve kentliyi birbirine yakınlaştırmada; toplumsal değişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesinde, ulusal ve çağdaş bir eğitimin tüm yurt düzeyine yayılmasının önemini çok iyi biliyordu. Bu konu üzerinde çok durmuş ve özel ilgi göstermiştir. Bundan böyle tek tip ve laik eğitim yapılacaktır. Böylelikle çocuklar ve ilerde onların oluşturacağı toplum, artık;

– “Tütün ve kahve haram mıdır, değil midir?
– “Sineğin tek kanadı tabağın içindeyse, öbürünü de sokmak günah mı değil mi?”
– “Dünya öküzün boynuzunda mı hâlâ ?”

vb. ipsiz sapsız tartışmalarla; bilime, eleştiriye, tartışmaya kapalı bir ortamdan, Usun (aklın) özgürlüğünü kısıtlayan bağnazlıktan (taassuptan, fanatizmden) kurtulmuş olduk..

ÖĞRETİMDE İKİLİK                :

“Öğretimin birleştirilmesi,” laik öğrenime geçilmesi son yıllarda önemli yaralar almıştır. AKP hükümetlerince delik deşik edilerek, Devrim Yasası niteliğinin yok edilmesine çalışılmaktadır. Kamusal eğitim giderleri aşağı çekilmekte, özellikle Atlantik ötesi destekli Yeşil Sermayenin bu alana yatırım yapması, % 100 vergi bağışıklığı ile teşvik edilmektedir. Neden acaba ?!?

  • “Bir ulus ancak bir terbiye (eğitim) görebilir. İki türlü terbiye bir memlekette
    iki türlü insan yetiştirir. Bu ise -fikirde, duyguda- her türlü birliği yok eder.”

Ne yazık ki Türkiye, eğitimde bu tehlikeli “ikiliğe” savrulmuştur :
Sonuç, kaçınılmaz iç çatışmadır! Sivas’ta, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Fatsa’da, Gaziosmanpaşa’da sergilenen toplu öldürüler (katliam) gibi.. Ya da fotoğrafta görüldüğü üzere, yaşam biçimleri ve temel değerleri birbirine tümüyle karşıt kuşaklar yetiştirerek.. Peki ulusal birlik nasıl sağlanacak?? Ortak toplumsal değerler nasıl üretilecek?

2_basli_egitimin_aci_sonucu

Ardından, “Us ve Bilim” in şaşmaz öncülüğünde -ki bu ikisi Büyük Atatürk’ün bizlere bıraktığı “biricik tinsel kalıt ”tır- ulusumuzun yüce ideali olan çağcıl uygarlık düzeyinin de ötesine erişim gerçekleştirilecektir. Bu yolda temel anahtarın EĞİTİM olduğu anlaşılmaktadır. Oysa

Atatürkçü eğitim sistemi ile; 

– Özgürlük
– Bağımsızlık
– Ulusal Egemenlik ..

ayakları üstünde yükselecek;

“Altı Ok” u bütüncül rehber edinerek
Anadolu Aydınlanması =  Türk Rönesansı 

yaşama geçirilecektir. Dolayısıyla, Başbakan R.T. Erdoğan’ın “Dindar – kindar nesil yetiştireceğiz” söylemi açıkça başta bu Devrim Yasalarına, Anayasa md. 174 ve laiklikle ilgili 24. maddeye ve Cumhuriyetin temel niteliklerini belirleyen 2. maddeye ve 42. maddeye açıkça aykırıdır. Anayasa Mahkemesince laikliğe karşı “eylemlerin” odağı olmuş bir siyasal parti, her nasılsa, kapatılmayarak “buyur, devam et..” denilmiştir. AKP iktidarı, Anayasa dahil hiçbir hukuksal düzenlemeyi dikkate almadan, ülkemizde laik rejimin ve dolayısıyla laik eğitim ve kamusal düzenin yıkımını sürdürmektedir.

4+4+4 ucube yasası, TBMM Komisyonlarında Anamuhalefet CHP vekilleri dövülerek geçirilmiş ve “Yeni” Anayasa Mahkemesi’nce -düşündürücüdür ki- iptal edilmemiştir!

Gerici kalkışmalar              :

  • Başbakanı Adnan Menderes; “ Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar.
    Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak var mıdır? Siz öylesine güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir, Hilafeti bile geri getirebilirsiniz! ” der.. (22 Kasım 1955)

Ülkede Devrim karşıtlığı doruğa ulaşmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden yalnızca
1 ay sonra, 1932’den sonra 18 yıldır Türkçe okunan Ezan, yeniden Arapça okunmaya başlanır..

  • Halkevleri ve Halkodaları’na düşmanca tutum takınılır,
    dış kökenli 12 Eylül 1980 gerici darbesi sonrası kapatılır
  • Köy Enstitüleri 1954’te kapatılır; imam köyde kalır, öğretmen kasabaya / ilçeye çekilir..
  • 2002-2013 AKP iktidarları döneminde üniversiteler medreseleştirilir,
    yabancı üniversite açılması için yasal düzenlemeye girişilir..
  • Atatürk döneminde 1 tane açılan İlahiyat Fakültesi sayıları 30’ları aşar, ilçelere dek kurulur..

İmam Hatip Liselerinin açılmasına hız verilir.. O denli ki, bu rakam 28 Şubat 1997 öncesinde 610’a erişerek toplam liselerin ¼’ünü bulur. Tüm okullar İHL mi olacaktır!? Son verilerle (4+4+4 yasası ile) İHL’ler adeta mitoza girer.. Sayıları yüzlerce, öğrencileri yüzbinlercedir! Tüm yükseköğrenim kurumlarına girme hakkı verilir..

Kuran, Peygamberin yaşamı, Arapça dersleri yetişeke (müfredata) konur, öğrenciler ve öğretmenler giderek yaygınlaşan biçimde türbanla derslere girmeye başlarlar. İlköğretimde verilecek güdük Arapça bilgisiyle Kuranı anlamaya çalışan çocuklarımız, giderek toplumumuz dinden de çıkacaklar, sorumlusu AKP!

Bu böyle sürer gider.. Köylerden Cumhuriyet’in öğretmenleri çekilirken, tümüne imamlar yollanır.. 2011 sonrasında ise AKP hükümeti diplomasız mollaları da (Mele!) memur kadrosuna aldı. Diyanet İşleri Başkanı “sahaya iniyor..” kendi deyimleri ile. Başbakan “Dindar nesil” (Mücahit, Cihat savaşçısı?) yetiştirmeyi dayatıyor topluma iktidarını iyice pekiştirdiği 10. yılda.

Başbakan bir yandan “dindar nesil” yetiştirme hevesinde (!?), öbür yandan $ milyarderi yaratma rekoru kırıyoruz!

*  İşte laik, parasız, karma, uygulamalı, akla-bilime dayalı kamu sorumluluğunda eğitim, ülkenin geleceği de bu kırıma = yoksullaşTIRma politikasıyla feda ediliyor.. Bu tablo kurgu değil de rastlantı mı?

Sayıları beş bini aşan resmi Kuran Kursları yetmiyor, binlercesi kaçak açılıyor, bunlara göz yumuluyor ve çok rahat parasal kaynak sağlanıyor? Laik rejime ve Anayasa’nın 174. maddesiyle korunan Devrim Yasalarından Öğretim Birliği Yasası’na meydan okunarak, Kuran kursları Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanıyor ki; laik bir düzende İslam’ın Sünni mezhebine dayalı bu ucube yapının varlığı ve işlevleri başlı başına çıban başı. Çoğu Kuran kursları, haremlik-selamlık uyguluyor.

Dahası, çocuklar yerlere oturtularak ortak tabaklardan ELLERİYLE yemek yemeye zorlanıyor! Oysa Ulusal Eğitimin Ana Hedefi, Atatürk tarafından çok kesin ve keskin olarak belirlenmişti:

  • “ Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, her şeyden önce ve en evvel Türkiye’nin geleceğine, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan tüm ögelerle mücadele etme gereği öğretilmelidir.”
  • “ Eğitimdir ki; bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum durumunda yaşatır veya bir ulusu kölelik ve yoksulluğa terk eder.”..

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre devrimlerin amacı..

  • “ Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağcıl (modern), bütün anlam ve görüntüsüyle uygar bir toplum olarak kurumlaştırmaktır. Devrimimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri yerle bir etmek zorunludur. Bugüne dek, ulusun düşünme yeteneğini paslandıran, uyuşturan, bu zihniyette bulunanlar olmuştur.” değil miydi?

Şunları da eklemiyor muydu tamamlamak için :

  • “ O tür zihniyetlerde yuvalanan kara düşünceler,  boş inanlar (hurafeler) kökten yok edilecektir. Ölülerden medet ummak, umut dilenmek, uygar bir toplum için aşağılanmaktır. Bugün bilim ve tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın olanakları bizi beklerken; filan ya da falan şeyhin öncülüğünde özdeksel ve tinsel (maddi-manevi) mutluluk arayacak denli ilkel insanların varlığı, uygar Türkiye toplumu içinde asla kabul edilemez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, syf. 217)

S o n u ç                                                        :

  • Ülkemizin, bu 3 Mart 1924 Devrim Yasalarıyla kazanımları yaşamsaldır
    ve vazgeçilemezdir.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıl öncesine, başa dönmesine asla izin verilemez.

Üstelik bu kez işbirlikçiler emperyalizmle birlikte çok daha örgütlü, araçları çok daha güçlü ve kinle-kör intikam güdüleriyle, bilenmiş olarak saldırmaktalar. Dolayısıyla buna göre konumlanmak ve hepimizin ortak anavatanı olan Türkiye’de bu kahir emperyalist saldırıya “topyekun” karşılık vermek zorunludur.

90 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları :
Onlar da, Türkiye de Tam Bir Şeriatçı Kuşatmada ve Ne Yapmalı ??

Başlıklı 12 sayfalık kapsamlı makalemizi okumak için lütfen tıklar mısınız??

3_Mart_Devrim_Yasalari_90_Yil_Sonra

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 3.3.14
*****

Dostlar,

Bu gün 3 Mart 2015…

Kapsamlı dosyamız güncelliğini koruyor uyarıları, öngörüleri ve önerileri ile..
Bir kez daha paylaşıyoruz kaygı ile..
AKP’yi ve Türkiye’yi bir kez daha uyararak..

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DEVRİM YASALARI

GÜNGÖR BERK
Atatürkçü Düşünce Derneği Danışma Kurulu üyesi
ADD Fethiye Şb. Eski Bşk.
https://www.add.org.tr/makaleler/ 03 Mart 2022

DEVRİM YASALARI

3 Mart 1924 de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önemli 3 Devrim Yasası kabul edildi. Bu yasalarla ‘Hilafet’ kaldırıldı, Şer’ iye ve Evkaf Bakanlığı’na son verildi, eğitim ve öğretimde birlik sağlandı. Saltanat kaldırıldıktan ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra Osmanlı Devleti’nden geriye sadece ‘Hilafet Kurumu’ kalmıştı. Halifelik, padişah Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’ı ele geçirdiği 1517 yılında Osmanlı hanedanına geçmişti. Osmanlı döneminde babadan oğula kalıyor ve halk üzerinde bir baskı işlevi görüyordu. İslam dünyasında ise önemsizdi. Gerçekte halifeliğin Kuran’da yeri yoktu ve dinsel bir makam olması söz konusu değildi. Çünkü İslam dininde tanrıyla kul arasında bir aracı bulunamazdı. Bu kurum, Cumhuriyet döneminde devrim karşıtları ve saltanat yandaşlarının sığınabileceği bir merkez oluşturacak, çağdaş devlet anlayışıyla çelişecekti. Çıkarılan yasayla halifenin görevine son verildi ve hilafet makamı kaldırıldı. Halife ve Osmanlı saltanatı kökeninden gelen tüm kişilerin ülke içinde oturması yasaklandı. Bu kişiler Türk vatandaşlığından çıkarılarak ülke dışına gönderildi. Hilafetin kaldırılmasıyla devlet yönetimindeki iki başlılık olasılığı ortadan kalktı. Uluslaşma ve laik devlet yolunda yapılacak köklü değişimlerin önü açıldı.

Çıkarılan ikinci yasayla ‘Şer’ iye ve Evkaf Bakanlığı’ ve ‘Genel Kurmay Bakanlığı’ kaldırıldı. Bu bakanlıklarla din ve devlet işleri birlikte yürütülüyor, adalet şeriat mahkemelerince dağıtılıyor, dinsel vakıflar ve ordu yönetiliyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde ise toplumsal yaşamdaki düzenlemelerle ilgili yasama ve yürütme, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun oluşturduğu hükümete aitti. Çıkarılan yasayla din kurumlarının yönetimi için başkent Ankara’da, Başbakanlığa bağlı, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanacak Diyanet İşleri Başkanı, ülke içindeki tüm cami ve mescitler ile buralarda çalışan imam, müftü ve diğer din adamlarını yönetecekti. Bunun yanı sıra vakıf işlerini ulusun gerçek yararına uygun olarak yürütmek üzere yine Başbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlük kuruldu.

Aynı yasayla Genel Kurmay Bakanlığı da kaldırıldı. Yerine Cumhurbaşkanını temsil etmek üzere, Ordunun barış döneminde yönetim ve komutası ile görevli, en yüksek askeri kurum olarak Genel Kurmay Başkanlığı kuruldu. Genel Kurmay Başkanı, Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanının onayı ile atanacak ve görevlerinde bağımsız olacaktı. Bu ikinci devrim yasasıyla din ve ordunun siyaset dışı bırakılması sağlandı ve laik devlet yolunda önemli bir adım daha atıldı.

Devrimin 3. önemli yasası ‘Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’ idi (AS: Öğretim Birliği). Osmanlı döneminde hem dinsel eğitim veren medrese gibi okullar hem de çağdaş eğitim veren kurumlar vardı. Bu ikili eğitim sistemiyle iki türlü insan yetişiyordu. Devrimlerin benimsetilmesi, ulusun düşünce ve duygu birliğinin sağlanması, bu ikiliğin ortadan kaldırılması amacıyla ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Bu devrim yasasıyla da çağdaşlaşma ülküsü doğrultusunda laik eğitime geçildi.

  • Anayasamızın 174. maddesiyle, başında Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası olmak üzere, Devrim Yasalarının tümü koruma altına alınmıştır.

Bu Devrim Yasalarının üzerinden doksan sekiz yıl geçti. Yıllar içinde laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasal iktidarlarca yasalarda laiklik ilkesini aşındıran değişiklikler yapılageldi. Yirmi yıldır ülkemizin yönetiminde Siyasal İslam çizgisini çağrıştıran (AS: dayatan!) bir parti bulunuyor. 24 Haziran 2018’de yapılan seçimler sonunda rejim değiştirildi. Demokratik Parlamenter rejimden alaturka Başkanlık rejimine geçildi. Yaşadığımız günlerde yeni rejimin kurumsallaşmasına çalışılmaktadır. Ufukta ise yeniden güçlü Demokratik Parlamenter rejime dönüşün ayak sesleri duyulmaya başlamıştır.

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

DOÇ. DR. HALİL ÖZCAN
BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ

Cumhuriyeti 3 Mart Devrim Yasaları ile yaşatmak

Cumhuriyet, 03 Mart 2022

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Atatürk’ün Milli Mücadele’deki yakın arkadaşları başta olmak üzere ortaya çıkan muhalifler, İstanbul’daki Halifeden siyasi güç almaya çalıştı. “Hilafet bizde kaldıkça biz ortaçağdayız” diyen Atatürk, en büyük eserine halifelik üzerinden bir tehdit geldiğini hissederek 1 Mart 1924’te TBMM’yi açış konuşmasında, “Cumhuriyetin bugün ve gelecekte her türlü saldırıdan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmuş bulundurulması gerekir” dedi. Bu konuşmadan iki gün sonra 3 Mart’ta Cumhuriyeti, akıl ve bilim temelinde, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırarak sonsuza kadar koruyabilmek için Türkiye’yi laikleştiren üç yasa kabul edildi.

Dinin ve ordunun, siyasetin dışında bırakılması gerekçesiyle hazırlanan 429 sayılı Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin (AS: Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlığının, yasanın özgün adı : Seriye ve Evkaf ve Erkânı harbiyei umumiye vekâletlerinin ilgasına dair kanun) kaldırılması yasası kabul edildi. Bu kanunla, hukuk ve devlet laikleştirilerek yasa yapma ve yönetme yetkisi, TBMM’ye ve hükümete verildi. İnanç ve ibadetlerle ilgili hizmetleri yerine getirmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Aynı yasayla orduyu siyaset dışı bırakmak için Harbiye Vekâleti kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı kuruldu. Bu yasayla din ve devlet işleri ayrılmış, manevi güç kullanan din ile maddi güç kullanan Ordunun millet egemenliğine müdahalesinin önüne geçilmiş oldu.

Cumhuriyeti sonsuza kadar akıl ve bilim temelinde yaşatacak nitelikte kadroların yetiştirilebilmesi için de 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Yasası kabul edildi. Bu yasa ile medreseler dahil tüm eğitim kurumları, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilerek eğitimdeki mektep ve medrese ayrımına son verildi. Aklın, hukukun ve bilimin önündeki ulema ve medrese engeli kaldırıldığı için Aydınlanma süreci hızlandı.

MANİFESTO GİBİ KONUŞMALAR

Egemenliğin üzerinde kayıt ve şart istemeyen TBMM, yüzyıllardan beri Türk milletinin felaket sebebi ve imparatorluğun çöküş aracı olarak değerlendirdiği hanedanın halifelik makamıyla varlığını devam ettirmesini, Türk milletinin milli varlığı için tehlikeli gördü. Bunun için 431 sayılı Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi Dışına Çıkarılması yasası kabul edildi. Ancak diğer iki yasa hemen kabul edilmesine rağmen bu yasa, TBMM’de uzun tartışmalara neden oldu. Tartışmaların uzaması üzerine kalplerdeki “endişe ve tereddütleri” gidererek “akıl ve vicdanlara açıklık getirmek” isteyen dönemin Adalet Bakanı ve İslam fıkıhı müderrisi olan Seyit Bey, Kuran’dan, hadislerden, İslam ve Osmanlı tarihlerinden örnekler vererek bir manifesto niteliğindeki konuşmasıyla halifeliğin, dinin gereği olmadığı konusunda TBMM’yi ikna ederek yasanın oybirliği ile kabul edilmesini sağladı.

SAPMANIN AĞIR BEDELİ

Sadece yaptığı yeniliklerle değil, 3 Mart’ta Devrimin ve Aydınlanmanın önündeki kurumları ortadan kaldırarak da devrimciliğini ispat eden Atatürk, Cumhuriyeti sonsuza kadar belirlenen çağdaş hedef doğrultusunda yaşatmak için 3 Devrim Yasasını gündeme getirdi. Böylece dinin ve Ordunun siyasete müdahale etmesinin önüne geçilerek laik Cumhuriyetin gerektirdiği özgür bireylerin yetiştirilmesinin ve Türk Aydınlanmasının da önü açıldı. Atatürk sonrası, çok partili yaşam ile birlikte, din ve Ordunun siyasete müdahalesi ve Öğretim Birliği Yasası’nın ihlal edilmesi, 15 Temmuz kalkışmasına sebep oldu. (AS: Makalenin yazarıyla konuştuk; 15 Temmuz 2016 ayaklanması ile bu Devrimler tümden yok edilmek istendi!) Cumhuriyeti bilimsel akıl temelinde sonsuza kadar koruyup yaşatabilmek için sadece ülkeyi yönetenlerin değil, yönetmeye aday olanların da 3 Mart 1924 Meclis müzakerelerinin yer aldığı Türkiye’yi Lâikleştiren Yasalar adlı eseri okumaları ve laik Cumhuriyetin kuruluş felsefesini özümsemeleri gerekir.