Etiket arşivi: Yurtta Barış Dünyada Barış

İDLİP FACİASI

İDLİP FACİASI

Örsan ÖYMEN
Cumhuriyet, 02 Mart 2020
Türkiye, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Gezi” protesto eylemleriyle ilgili yargı sürecine müdahale etmesini, bu davada beraat kararı veren hâkimler hakkında soruşturma açılmasını, beraat eden Osman Kavala’nın yeniden tutuklanmasını, yargı bağımsızlığının bir darbe daha yemesini tartışırken, kendisini bir anda İdlib krizinin içinde buldu.
Suriye sınırları içinde yer alan İdlib bölgesindeki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı askerler, Rusya’nın desteğindeki Suriye ordusunun saldırısına uğradı, 36 asker yaşamını yitirdi. Bunun üzerine TSK, Suriye ordusuna yönelik saldırıya geçti, onlarca tankı, helikopteri, topçu bataryasını, silah deposunu imha etti, bini aşkın Suriye askeri yaşamını yitirdi.
* Böylece AKP hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve muhalefeti devre dışı bırakarak Suriye ile savaşa girmiş oldu!
TSK “Zeytin Dalı”, “Fırat Kalkanı” ve “Barış Pınarı” harekâtlarında, terör örgütü PKK’ye ve onun uzantısı PYD/YPG’ye karşı, Suriye topraklarında sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmişti. Bu nedenle de söz konusu operasyonlar, Türkiye’de halk tabanında yaygın bir destek görmüştü.

Ancak TSK’nin İdlib’deki varlık nedeni farklı. TSK burada, terör örgütü PKK’ye karşı bir operasyon için bulunmuyor.

  • TSK burada, Birleşmiş Milletler tarafından resmen tanınan Suriye yönetimini devirmek için mücadele eden silahlı grupları korumak amacıyla görev almaktadır!

Bu gruplar, Suriye devleti tarafından terörist olarak tanımlanmaktadır. Bir yönetimin, kendisini devirmek için mücadele eden silahlı grupları terörist olarak nitelendirmesi doğaldır. Türkiye PKK’yi nasıl terörist olarak nitelendiriyorsa, Suriye de aynı biçimde bu grupları terörist olarak nitelendirmektedir.

El Kaide ve El Nusra gibi laiklik karşıtı İslamcı köktendinci terör örgütlerinin ve laiklik karşıtı İslamcı köktendinci “İhvan/Müslüman Kardeşler” örgütünün uzantısı olan bu gruplar, Suriye’de laiklik karşıtı İslamcı köktendinci bir rejim kurmayı amaçlamaktadırlar.

  • AKP hükümeti, Suriye’de bu grupları desteklemektedir ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bu gerici projeye alet etmektedir!

AKP hükümetinin, laiklik karşıtı İslamcı köktendinci takıntıları ve dinci, mezhepçi
dış politikası nedeniyle, TSK’yi başka bir ülkenin topraklarında konuşlandırması ve
Türk askerlerinin can güvenliğini tehlikeye atması kabul edilebilir bir şey değildir.

TSK, Türkiye’ye yönelik işgal girişimlerine yanıt vermekle, Türkiye’ye karşı gerçekleşen terör eylemlerini bertaraf etmekle, Türkiye’nin savunmasını sağlamakla yükümlüdür.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi ve sorumluluğu, başka bir ülkenin yönetimini devirmek ve başka bir ülkede İslamcı köktendinci bir rejim kurmak değildir!

Erdoğan’ın, dünyanın iki askeri süper gücünden birisi olan Rusya’yı karşısına alması, Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin’e, Rusya’nın bölgeden çekilmesi çağrısı yapması, Türkiye’yi başka bir ülkeyle savaşa sokması,
ulusal çıkarlarla açıklanabilecek bir şey değildir.

  • AKP’nin ve onun destekçisi MHP’nin, ABD emperyalizmine ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarına hizmet ettikleri açıktır!

AKP hükümetinin, Avrupa Birliği’ni susturmak ve İdlib için AB’nin desteğini almak amacıyla göçmen ve mülteci kozunu kullanması, sınır kapılarını açarak AB’yi tehdit etmesi, olayları göçmen ve mülteci sorunuyla ilişkilendirerek çarpıtması da, Türkiye’ye itibar kazandıracak bir davranış değildir.

İdlib’de yaşananlar, “Arap Baharı” olarak adlandırılıp Arap kâbusuna dönüşen sürecin bir devamıdır.

  • Amaç, İsrail’in tehdit olarak gördüğü İran, Libya, Irak ve Suriye’deki yönetimleri din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden oluşturulan örgütlenmeler kullanılarak devirmekti.

Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi, Libya’da Muammer Kaddafi yönetimi bu şekilde devrilmiştir, iki ülke de bölünmüş ve iç savaşa sürüklenmiştir. Suriye’deki Beşşar Esad yönetiminin devrilmesi, Rusya’nın devreye girmesiyle engellenmiştir.
***

TSK’nin İdlib’deki varlığını ve burada yürüttüğü operasyonları
ulusal çıkarlarla açıklayanlar, Türk halkına yalan söyleyerek,
askerlerin kanı üzerinden siyaset yapmaktadırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtta Barış, Dünyada Barış ilkesinin yerini, “Yurtta Savaş, Dünyada Savaş” almıştır!

ÖLÇÜ BİRİMİ DEMOKRASİ

ÖLÇÜ BİRİMİ DEMOKRASİ

Mustafa AYDINLI

İdlip’te 5’i asker, 8 kişinin şehit olduğu haberlerini alıyoruz. Yine içimiz dağlandı, yine yüreğimiz yandı. Tüm yurda şehit ateşi düştü, şehitin evine acı haber ulaştı… haberleri ile dolu gazete sayfaları, TV ekranları

Ortadoğu bataklığına düşeli beri (AS: 2011 ilkbaharı), anlamsız ve yanlış dış politikalar yüzünden, sabah kalkınca içimizi ısıtan, sıcak bir habere hasret kaldık. Körpecik vatan evlatları, bıyıkları yeni terlemiş, gencecik insanlarımız bir bir gidiyor. Bu anlamsızlık, bu kargaşa, bu kör dövüşü içinde masum askerlerimizin ve insanlarımızın sürgit telef olması kimin içini dağlamaz ki? (AS: AKP’nin Suriye’ye İhvancı anlayışla savaş ilanından bu yana 9 yılda toplam kaç insanımızı son derece gereksiz kurban verdik, kaydı var mı? Bunun hesabını kim verecek?! Elbette AKP = RTE!)

Türkiye halkının, Mehmetçiğin başına bunlar mı gelmeliydi? Bu yıkımlar (felaketler) neden yaşanıyor? Oturup sorgulayabiliyor muyuz? Meclisin hiçbir işlevi kaldı mı? Muhalefetin sesini duyuyor mu, “tek adam iktidarı“, “Ben yaptım oldu” politikası nereye dek sürdürülebilir?

Değerli okuyucular,

Tek adam iktidarı işte böyle bir şey. Tüm kararları “tek adam” veriyor. Doğru – yanlış tüm sonuçlarına koskoca bir ülke katlanıyor. Bu içinden çıkılmaz acı ve gözyaşı, yokluk – yoksulluk, yolsuzluk dayatan ceberrut düzene birden gelmedik.

Önce TBMM işlevsiz duruma getirildi, Parlamento var da, yok! Zaten çok sınırlı olan demokrasimizin altını oya oya, tüm yetkiler “tek adama” verildi. Ortaya dünyada benzeri görülmemiş, sürdürülebilirliği asla olmayan, ucube bir sistem çıktı. Bu “sistem” (!) ne deveye, ne kuşa benziyor.

Büyük ATATÜRK‘ün ‘“Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin Türk Dış Politikasında geçerli olduğu dönemde, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş Paşanın Suriye sınırında, Hatay’da 14 Kasım 1998’de verdiği göz dağı ile Suriye, PKK terörünün başı Apo’yu hemen sınır dışı etmiş, Apo uçaktan inecek ülke bulamamış havada asılı kalmıştı! Şimdi Suriye, askerlerimizi öldürüyor. (AS: Türk askerlerinin oradaki varlığı uluslararası hukuka uygun mu??)

Ülke içinde birlik – beraberlik sağlanmış ise, ülkenizde barış ve demokrasi varsa, dış dünya sizi ciddiye alıyor. Türkiye’nin önemli ölçüde uluslararası saygınlığı vardı AKP iktidarı öncesinde. Uluslararası toplumda ağırlığı belirgindi. O zamanlar, örneğin İsrail Kudüs’ü başkent ilan edemiyordu. “Türkiye ne der acaba?” hesabı yapılıyordu.

Son zamanlarda büyük devletler arasında neredeyse pimpon topuna dönüştük!

Uygar dünya size, ülkenizdeki demokrasi düzeyine göre değer veriyor, ciddiye alıyor. Onlarca Müslüman ülkenin (AS. 57 İslam ülkesi..) günümüz dünyasındaki politik, diplomatik, finansal, askeri, kültürel.. ağırlığı nedir? (AS: Tümünün dışsatımı Almanya’ya zor erişiyor..)
Önce ülkenizde demokrasiyi – insan haklarına dayalı hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla kurup işletmeniz gerek., yoksa uygar dünyanın şamar oğlanına dönersiniz.

Uygar dünyanın “ölçü birimi demokrasi“dir. Kendi ülkenizde insanınıza duyduğunuz saygı, sevgidir, birlik – beraberliktir, ortak akıldır, barış ve kardeşlik duygularıdır. (AS: Dahası; sıra artık politik – siyasal demokrasinin de ötesine geçerek ekonomik demokrasiyi yaşama geçirmek; kağıt üstündeki anayasal hakların kullanılabilmesi için gerekli ekonomik gücü insanlara kazandırmak, sömürüyü bitirmek, yoksulluğu – işsizliği gidermek ve gelir dağılımını adilleştirerek toplumun gönencini sağlamaktadır..)

Demokrasinin olmadığı ama “tek adam iktidarı“nın başarılı olduğu, ülkenin kalkındığı, uluslararası saygınlığı olan bir tek devlet günümüz dünyasında yoktur, olamaz… (AS: Türkiye bu akıl tutulması çıkmazdan bir an önce kurtarılmalı ve demokratik parlamenter düzene, güçler ayrılığı rejimine mutlaka geri dönülmelidir..)

 

 

SURİYE SORUNU

SURİYE SORUNU

Rifat Serdaroğlu

Sayın Cumhurbaşkanı;

Siyasette her olay, sonucuyla ölçülür.
Ülke yöneten kişi olarak, “Türkiye, 17 yıllık mücadelenin sonunda artık küresel düzeyde oyun kuracak bir devlet haline geldi” deyip, ülkenin “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle özetlenebilecek dış politikasını kaldırıp atarsanız, uyguladığınız yeni politikanın hesabını Türk Milletine “Şahsınız olarak” vermek zorunda kalırsınız.

Sistemin adı, ister “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” ister “Parlamenter Sistem” olsun, eğer demokratik rejim içinde yönettiğinizi iddia ediyorsanız, mutlaka hesap vermek zorundasınız.
“Bizim abdestimizden şüphemiz yok, biz yalnızca Allah’a hesap veririz” veya “Biz Suriyeliler için 40-45 Milyar Dolar harcadık” gibi belirsiz ve saçma ifadeler, sizin doğru ve ahlaklı bir yönetim sergileyemediğinizin ifadesidir.

“Bir hafta sonra Şam Emevi Camisinde Cuma namazı kılacağız” diye başlattığınız Suriye politikasında geldiğimiz nokta şudur :
-Sayıları 5 milyona varan Suriyeli-Iraklı kaçakların tüm giderleri, Erdoğan Ailesinin değil, bizlerin yani Türk Milletinin sırtına yüklendi.
Sizden başka, kaçaklara kaç para harcandığını, paranın bütçenin hangi faslından tüketildiğini, Avrupa Birliği ve öbür ülkelerden gelen paraların tutarını, paraların nerelere harcandığını, bu harcamaların belgelerinin nerede olduğunu ne bir AKP’li Bakan bilmekte ne de AKP’li bir Milletvekili!
Daha ne denli paramızın harcanacağını, başka kaçakların gelip gelmeyeceğini, paraları veren Türk Milleti olarak biz bilmiyoruz.
Yalnızca siz ve siyasal sorumluluğu olmayan danışmanlarınız biliyor.
Ya Türk Milletine açık ve tek-tek hesap verin ya da bundan böyle kendi paranızdan Suriyeli kaçakları besleyin.

  • “Ben seçimle geldim, Türk Milleti bana yetki verdi, her istediğini yaparım” diyemezsiniz!

Eğer seçim propagandası sırasında bugün uyguladığınız Suriye politikasını açıklasaydınız, asla seçilemezdiniz. Aksini iddia ediyorsanız, Suriyeliler kalsın mı, gönderilsin mi diye bir halk oylaması yapın, sonucunu birlikte görelim!

-İşin maddi yönünden daha fecisi, önümüzdeki on yıllar boyunca Türk Milletinin başına
bela olacak olan, vatandaş yapılan Suriyeliler ve
Türkiye’de doğmuş ve doğacak çocukların sorunudur.

AKP ne denli uğraşsa, Türk Milletinin demografik yapısını değiştiremez.

  • Vatikan’ın, emperyalist devletlerin tümünün yüzyıllar boyu yapamadığını, AKP’mi yapacak?

Hiçbir güç bu vatanda Türklüğün yerine Arapçılığı yerleştiremez. Bu gerçeği ilk seçimde sizler de göreceksiniz.

  • AKP’nin Suriye serüveni sırasında şehit olan evlatlarımızın hesabını
    kim Türk Milletine verecek?

PKK/PYD terörünü önlemek için Suriye’ye girdiğinizi söylediniz. Ne oldu?
PKK/PYD Amerika 32 bin TIR silah desteğiyle, Büyük Kürdistan Devletinin ikinci parçasını kurdu! Terörü önlemek için girdiğinizi söylediğiniz Suriye’de yeni bir “Terör Devleti” kuruldu. Bunun adı, tam bir rezalettir
***

Sayın Cumhurbaşkanı;

İnat tarlasında ayrık otu biter. Lütfen Türk Milleti ile, bilimle, muhalefet partileriyle, sizin gibi düşünmeyen vatandaşlarınızla kavga etmeyin.
İlme, teknolojiye saygı duyun!
Tutturdunuz Kanal İstanbul, diye!
Buraya harcayacağınız ve bizleri borçlandırarak bulacağınız parayı, bilim insanlarının karşı çıktığı “Kanal İstanbul” projesi yerine yıllardır engellediğiniz GAP’a harcayın.

  • GAP, emperyalist devletlerin karşı çıktığı, Türk Milletinin yararına olan en büyük projedir.
  • GAP, planlandığı gibi bitirildiğinde özellikle Güneydoğu Bölgemize zenginlik ve huzur gelecektir, terör büyük ölçüde duracaktır.

Gelin;
– doğayı tahrip eden,
– ülke kaynaklarını har vurup harman savuran,
– ülke topraklarını Araplara satan,
– Türk vatandaşlığını 250 bin dolara pazarlayan kişi

diye anılmak yerine;

doğayı koruyan ülkeyi zenginleştirecek projeyi tamamlayan kişi olarak tarihe geçin…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 24 Aralık 2019

Hançeremizi yırtarcasına bağıralım: Yaşasın Cumhuriyet!

Hançeremizi yırtarcasına bağıralım: Yaşasın Cumhuriyet!

Orhan Bursalı
Cumhuriyet
, 29 Ekim 2019 Salı
Cumhuriyet Bayramı, Cumhuriyetin ilanı kutlu olsun.

Nevşehir’de, Cumhuriyet yurttaşlarının vergileriyle maaşını alıp geçimini sağlayan bir memur, Cumhuriyet törenini, yürüyüşünü yasaklamış! Gerekçesine bakın:

  • Ülkemizin içinde bulunduğu hassas durumdan dolayı milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, yürüyüşün yapılması uygun görülmemiştir.”

Ama memur bey bonkör, lütfen Ata büstüne çelenk konulmasına ise izin vermiş.
Şüphesiz hata Cumhuriyet Bayramı için bu izni talep edenlerde bence..
Yürüyüşü düzenleyen CHP İl Başkanlığı.
Millet bu yasağa uyar mı, bilmiyorum.
Gerekçede “..başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” gibi bir ucube ifade var. Şu mu yani: “Ülkemizde padişahçılar var, Atatürk ve arkadaşlarının Cumhuriyeti ilan etmesine karşı çıkanlar var; bu kutlama ile onları rencide edeceksiniz, yürüyüş yaparak onların hak ve özgürlüklerine saldırmış olacaksınız..
Aslında bu iktidarın kalben, ruhen, ideolojik olarak Cumhuriyetçi olduğuna inanmak zor.
Atadıkları memurların kafa yapısına bakın, yukarıdakilerin zihniyetini anlayın. Tek adam, sultan, padişah, Abdülhamit hayranlığı vb. gibi sıfatlardan rahatsız olmayan bir lider var. Olsa, bunları yasaklıyorum, ben Cumhuriyet çocuğuyum der. Cumhuriyeti, ilanını yüceltir. Düşünün, Diyanet’in başında oturan bir memur da var. Cumhuriyetçi mi, Atatürk ve arkadaşlarına zerre minnet, vefa duymayan, ama onun kurduğu bu topraklar üzerinde doğan, yaşayan, ekmek yiyen…

Yaşasın Cumhuriyet!

Hançeremizi yırtarcasına bağıralım:

  • Yaşasın Cumhuriyet,
  • yaşasın bu ülkeyi sıfırdan yaratan Atatürk ve tüm silah arkadaşları,
  • Kurtuluş Savaşı kahramanları, savaşanları.
  • Cumhuriyeti kuranlar ve yaşatanlar bin yaşasın!..

İnşa ettikleri, tarihe atılan büyük bir imzadır. Silinmeyecek ve her yıl anımsanacak olan.
Bu imzanın karşılığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığıdır.
Bundan daha büyük onur ve gurur olur mu!
Türkiye’nin varlığını uyguladıkları politikalarla tartışma konusu yaptıranlar, diyorlar ki Cumhuriyet Bayramı her gün ülkeyi korumak içini savaş veriyoruz..
Yurtta barış dünyada barış politikasını pasif bulduklarını açıklayanlar, bu politikayı mezara gömmüşler ve sözde aktif bir “yurtta barış dünyada barış”a dönmüşler. Zerre ilişkisi yok.
Ne yurtta barış var, ne de başucumuzda barış.
Ülkenin tapu senedi olan Lozan Antlaşması için bile, alınacakların asgarisi elde edilmiştir, gibi sözler edenler, hele hele Lozan üzerine utanılacak laf eden ucube Prof’lar, Kurtuluş ve Kuruluş’a şu veya bu şekilde karşı olduklarını belirtmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.
Kurdukları saltanat bile, başlı başına Cumhuriyet karşıtlığıdır.

    • Cumhuriyet halktır.
    • Cumhuriyet sadeliktir.
    • Cumhuriyet, gece – gündüz aç ve çıplak gezmeyenlerin, yatmayanların rejimidir.
    • Cumhuriyet fırsat eşitliğidir, gelir adaletidir.
    • Yaşasın Cumhuriyet!
*****
YÖK ve Üniversite

Okur notu, Bekir Onur: YÖK’ün nitelikli bilim insanı yetiştirme programı sevindirici ama nitelikli bilim nitelikli üniversiteden çıkar. Yani önce üniversitenin gerçek bilim yuvası olması beklenir. Üniversitelerimizin ve ülkemizin bilim fotoğrafının değişmesi için öncelikle yapılacak şey üniversiteyi evrensel bilim yuvası yapacak kültürü, atmosferi, iklimi yaratmak olmalı.
Bunun önlemlerini almadan ne eski ne yeni YÖK başarılı olabilir. Fotoğrafın değişmesi nasıl sağlanır sorusuna birkaç öneri:

Üniversiteyi kapalı kutu olmaktan çıkarmalı, saydamlaştırmalı (herkesin ne anlattığını, ne yazdığını herkes görebilmeli, korkmadan eleştirebilmeli). Akademik dereceler al gülüm ver gülüm, usulüyle alınıp verilmemeli (örneğin İngiltere’de olduğu gibi, tez danışmanı tez jürisine girememeli). Soru sorma, eleştiri yapma özgürlüğü olmalı, cesareti verilmeli, bu amaçla geniş katılımlı serbest tartışma saatleri oluşturulmalı. Çalışma alanı ne olursa olsun bütün lisansüstü öğrencilerinin bilim felsefesi dersleri alması sağlanmalı… Veri üreten ama fikir üretmeyen yığınla tez çalışmasının en önemli kusuru bu noktadadır… Üniversiteyi toplumla bütünleştirecek önlemleri de almak zorundayız: Halka açık konferanslar; üniversite kütüphanelerinde halka açık okuma ve tartışma saatleri; halkla birlikte yürütülecek araştırma projeleri..

“23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMIMIZIN” DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMIMIZIN” DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Güzide Filiz Tuzcu

Tarihçi
23.04.2019

(AS: Bizim kısa katkımız, yazının altındadır..)

BÜYÜK ATATÜRK’ÜN KONYA KONUŞMASI: 20 MART 1923

{TÜRK AYDINLARIN- “HAYAT REHBERİ” OLACAK MUHTEŞEM KONUŞMALARDAN BİRİ (ÖZET) } 

Sayın Gençler, 

      Gerçekten bu millet yüzyıllarca kendi arzusu dışında, milletin isteklerinin ve çıkarlarının aksine yönetilmiştir ve millet hiçbir tarih döneminde, doğuştan kendinde var olan kabiliyetini geliştirecek çalışma ortamına sahip olamamıştır. Ve bu olanaksızlıklar yüzünden millet, birçok felâketler karşısında zayıf kalmıştır. O acı felâketler ki, milleti ölüme götürebilecek nitelikte idi. (Şayet Büyük Atatürk, hak – hukuk tanımaz – saldırgan – işgalci düşmanlara karşı, Milletimize ve Kurtuluş Savaşına kahramanca liderlik yaparak, mucizevi zaferler kazanmasıydı, bugün ne Aziz Vatanımız Türkiye Cumhuriyetimiz vardı, ne de bizler, dünyada özgür, onurlu ve saygın bir hayat yaşayabiliyorduk… Bu bağlamda Türkler için hayati derecede önemli iki tarih vardır; 19 Mayıs 1919 – Şanlı Kurtuluş Savaşımızın İlk Adımı ve Şerefli Türk Milletinin Azmini ve Özgür İradesini Temsil Eden – Bağımsız Şanlı Ankara Millet Meclisi’nin Açılışı 23 Nisan 1920.)
……….
……………….
……………..

Özellikle bizim milletimiz, milli kimliğini – milliyetini bilmemenin çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlarıyla – milliyet idealinin gücüyle kendilerini kurtarmışlardır. (Onlar, milli dil – din ve kültürlerine yüzyıllarca sımsıkı sarılarak, okulları ve kiliseleri aracılığıyla “milli bilinçlerini” korumuşlardır; hatta Osmanlı padişahları, Türkler dışında gayrimüslim tüm toplumlara ve de Araplara bu hususta salt izin vermekle kalmamış, onları bu hususta teşvik ederek, desteklemiştir!) Biz ise ne olduğumuzu, onlardan farklı, onlara yabancı bir millet olduğumuzu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Gücümüz zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki kabahatimiz, kendimizi unutmakmış!

      DÜNYANIN BİZE SAYGI GÖSTERMESİNİ İSTİYORSAK, ÖNCELİKLE “HİSSİ, FİKRİ VE FİİLİ OLARAK, BÜTÜN DAVRANIŞ VE HAREKETLERİMİZLE” KENDİ BENLİĞİMİZE VE MİLLİYETİMİZE SAYGI GÖSTERMELİYİZ. BİLELİM Kİ MİLLİ BENLİĞİNİ – KİMLİĞİNİ BULAMAMIŞ MİLLETLER, BAŞKA MİLLETLERİN AVI OLURLAR. MİLLİ VARLIĞIMIZA DÜŞMAN OLANLARLA DOST OLMAYALIM. (Müttefik de olmayalım) BÖYLELERİNE KARŞI BİR TÜRK ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ;

TÜRKÜM VE DÜŞMANIM SANA, KALSAM DA BİR KİŞİ” diyelim.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, Konya Konuşması – 20 Mart 1923
(Kaynak: Atatürkçülük – Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 2001, s. 267-77)
****
Yazı çok uzun olduğundan, giriş ve son bölümü yukarıda verdik.. Tümü için lütfen tıklayın:

====================================

Dostlar,

Yazının sonunda bizim katkılarımız :

Biz, Tanrı da olsa, -kutsal kitabında vs.- barışçıl – hoşgörülü olsun istiyoruz..
İnanan – inanmayan .. gibi ayrımları hiçbir gerekçe ile kabul etmiyoruz…
Büyük ATATÜRK‘ün görkemli uyarısına bağlıyız : “Yurtta barış, dünyada barış!

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızın ülkemizde ve Dünyada kutlu ve mutlu
olmasını diliyoruz.

Bu eşsiz bayramı çocuklarımıza ulusal egemenliğin anlamını bayram havasında kavratmak için
bir fırsat olarak kullanmalıyız..

“HİÇBİR ULUSUN ALEYHİNE OLMAYAN BİR BARIŞ YOLU BİZİM İLKEMİZ OLACAKTIR…” / Mustafa Kemal ATATÜRK

Ve başta iktidar olmak üzere her – ke – se bir kez daha, altını çizerek anımsatıyoruz :

  • Ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur…” / Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Nükleer bombalara 10 milyar dolar takviye

Nükleer bombalara 10 milyar dolar takviye

Nükleer bombalara 10 milyar dolar takviyehttps://www.aydinlik.com.tr/nukleer-bombalara-10-milyar-dolar-takviye-turkiye-subat-2018-118.02.2018

(AS: Bizim çok kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

NTI’ın son raporunda ABD’nin Avrupa ve Türkiye’de konuşlanan nükleer bombalarının modernizasyonu için çok büyük bir harcama yapmayı planladığı belirtildi. Nükleer tehditleri araştıran uluslararası kuruluş Nuclear Threat Initiative (NTI) uzmanlarının hazırladığı raporda, serbest düşümlü nükleer bomba B-61’in modernizasyon planlarının ABD’ye 10 milyar dolardan fazlaya mal olabileceği belirtildi. Belgede, ABD Kongresi bütçe idaresinin değerlendirmesine göre ABD’nin 30 yıl içinde taktik nükleer kuvvetleri için yaklaşık 25 milyar dolar, yani ortalama olarak her yıl 1 milyar dolar harcayacağı kaydedildi.

3’TE 1’İ İNCİRLİK’TE

NTI uzmanları, Soğuk Savaş döneminden sonra NATO’nun nükleer potansiyelini oluşturan 150 adet B-61 bombasının Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye’de bulunduğuna, bombaların yaklaşık 3’te 1’inin İncirlik Üssü’nde muhafaza edildiğine dikkat çekti. Amerikan nükleer bombalarının bakım ve modernizasyonu için yapılan büyük harcamaların haklı gerekçelere dayanmadığını ifade eden uzmanlar, “ABD Başkanı’nın Amerikalı olmayan bir pilot ve bir Amerikan B-61 bombasıyla birlikte çift amaçlı bir NATO uçağı kullanarak, 70 yıldan bu yana ilk kez bir nükleer saldırıya karar vereceği koşulları hayal etmek zor” ifadelerini kullandı.

NÜKLEER ÜSLER TEHDİT ALTINDA

ABD’nin nükleer silahlarının bulunduğu askeri üslerin güvenliğinin son zamanlarda tehdit altında olduğuna dikkat çekilen raporda, Brüksel’deki terör eylemlerinin yol açtığı sonuçların Belçika’nın nükleer işletmelerinin gerçek bir tehditle karşı karşıya kaldıklarını gösterdiği ifade edildi. ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) 2016’da, IŞİD’den gelebilecek olası bir tehlike nedeniyle İncirlik Üssü’ndeki Amerikan askerlerinin ailelerini tahliye ettiği belirtilen raporda, 15 Temmuz 2016’daysa üssün komutanı olan Tuğgeneral Bekir Ercan Van’ın darbe girişiminde yer aldığı gerekçesiyle tutuklandığı vurgulandı.

50 NÜKLEER BOMBA TÜRKİYE’DE

İncirlik’teki nükleer tehlikeyi Aydınlık’a değerlendiren Emekli Hava Tümgeneral Beyazıt Karataş ise şunları söyledi:

  • “2009 yılında NATO’da yapılan görüşmeler sonrası nükleer caydırıcılık bahane edilerek NATO’nun bazı ülkelerinde bulunan ve eski nesil olduğu ifade edilen uçaklardan atılabilen ‘B61-3/4’ nükleer bombaların, yeni nesil olduğu belirtilen ‘B61-12’ tahrip gücü çok yüksek olan termonükleer bombalarla değiştirilmesi, Avrupa ve Türkiye’de konuşlandırılması kabul edilmişti. Bu plan doğrultusunda 180 adet B61-12 termonükleer bomba 70 adet İtalya, 50 adet Türkiye, 20 adet Almanya, 20 adet Belçika ve 20 adet Hollanda olmak üzere 5 NATO üyesine yerleştirildi.”

ÇALIŞMALAR TAMAMLANDI

E. Tümg. Karataş şöyle devam etti:

  • “Raporu hazırlayan isimlerden nükleer fizikçi Hans Kristensen, 2015 yılında da İncirlik Üssü’nde nükleer modernizasyon kapsamında yeni nesil nükleer bombaların yerleştirileceği ‘21 sığınağın’ bulunduğu ‘NATO sahasının’ güçlendirildiğini açıklamıştı. Nükleer bombaların yerleştirilmesi düşünülen hava üslerine ilişkin gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması için altyapı inşaatlarına 2015’te başlandı ve uçuş test atışları biten bombalar 2017 yılı başından itibaren (AS: bu yana) Türkiye’de İncirlik Üssü’ne yerleştirilmeye başlandı. Ayrıca Kristensen, Avrupa ve Türkiye’de konumlandırılacak nükleer bombaların modernize edilen bombalar olmadığını, çok işlevli yeni bir nükleer silah olduğuna vurgu yapmıştı. Kristensen, B61-12 nükleer bombaların “Hiroşima’ya atılan atom bombasının asgari dört katı gücünde ortalama 50 kiloton” yıkıcı bir güce sahip olduğunu ve yer altı ve üssündeki hedefleri yok etme gücüne sahip olduğunu da vurgulamıştı.

TERÖR YUVASI ABD’YE KAPATILMALIDIR

Sonuç olarak;

1. Nükleer silahlarını baskıyla Türkiye’ye yerleştirerek ‘Türkiye’yi nükleer hedef’ haline getiren, terör örgütlerine destek veren ve bunlar için İncirlik Üssü’nü kullanan ABD’ye İncirlik Üssü kapatılmalıdır.

2. 2011 yılı sonu 2012 yılı başından itibaren NATO maskesiyle Malatya/Kürecik’e konuşlandırılan füze savunma radarı kapatılmalıdır.

3. 01 Ekim 2015 tarihinden itibaren sözde Arama-Kurtarma maksadıyla Diyarbakır Hava Üssü’nde bulunan 3 Silahlı Helikopter, 2 Silahlı Ulaştırma Uçağı ile 500-1000 ABD askerinin kaçak olarak adlandırdığımız Diyarbakır Hava Üssü’nü kullanmasına son verilmelidir.”
==========================================
Dostlar,

ABD, NATO, Türkiye ve AKP = Erdoğan :
Lanetli İttifak Artık Dağılmalı!

İlk gençlik yıllarımızdan bu yana NATO’ya karşıt olduk. Türkiye’nin bu saldırı – savaş örgütünden ayrılmasını savunduk. Hele hele İncirlik başta olmak üzere 90 dolayında nükleer başlığın ülkemizde konumlandırılması bizi çok üzüyordu. Çünkü komşumuz SSCB’ye dönüktü bu nükleer tehdit.. Gerekçesi ise “Sovyet saldırganlığı” nı caydırmak idi. Oysa Türkiye, Doğu – Batı blokları arasında bir sıcak çatışmada Rusya’nın muazzam askeri gücü karşısında NATO’nun güneydoğu kanadında deyim yerinde ise “yem” idi.

1963 Küba Domuzlar Körfezi krizinde ABD Kongresinde yapılan gizli görüşmeler 25 yıl sonra kamuoyuna açıklanmıştı. Sovyetlerin Küba’ya nükleer başlıklar yerleştirmek istemesi sorunun kaynağı olarak ileri sürülmekteydi. Bu gizli görüşmelerde Türkiye’den beklenenin, vargücüyle, dolayısıyla kendisini tüketip harap olarak Sovyetleri 24 saate yakın oyalamasıydı Akdeniz’e inene dek.. Bu arada ABD’nin Akdeniz’den sorumlu 6. Filosu dahil gerekli tahkimat sağlanacaktı. Türkiye kamuoyu, bu dehşet verici gerçeği 1988’de Türk basınından öğrendi. Ama uslanmadık ne yazık ki!

NATO Anlaşmasının tam tersine bir misyondu bu. Çünkü Sovyetlerin olası bir saldırısında NATO, Türkiye’yi sözde savunacaktı! Böylesi bir çatışmada Türkiye’deki üslerden bizim denetimimiz dışında Sovyetlere nükleer saldırı yapılması durumunda, Türkiye açık olarak Rus nükleer bombardımanına hedef olacaktı.

NATO bunlarla da kalmadı. Ülkemizde yaygın ve sürekli kontrgerilla çalışmaları yürüttü, Maraş, Çorum ve Sivas’taki Alevi katliamı, aydın – sol öncülerimizin sözde işleyeni bilinmeyen (faili meçhul!?) cinayetlere kurban edilmesi.. Ulusal birliğin zedelenmesine dönük türlü ekonomik – sosyal – kültürel – dinsel – dilsel – politik – yönetsel – mali… operasyonlara girişti. Darbeler yaptı (12 Mart, 12 Eylül…), iktidarları değiştirdi. Dahası, TSK içinden parlak subaylarımız NATO okullarında “eğitilerek” en hafif deyimiyle NATO hayranı – bağımlısı… kılındılar. Haydi beyinleri yıkandı, assimile edildiler demeyelim.. ADD’deki yönetim görevlerimiz döneminde (1996-2006) verdiğimiz konferanslarda, gittiğimiz yerlerde askeri garnizonun en üst düzey komutanlarını ziyaret eder, etkinliğimize çağırır, ülke sorunlarını konuşurduk. Çok sayıda generalin NATO aleyhinde bize söz söyletmek istemediğini, NATO’ya toz kondurmadığını acı acı anımsıyoruz. Biz bir çırpıda “malum solcu” oluyor, hatta “işin derin içyüzünü kavrayamayan” olarak “alaycı” karşılanıyorduk.

Yaşanan acı olaylar TSK’ya da gerçekleri sanırız biz Aydınlardan sonra öğretti. Örn. İtalya NATO Kolejinde Türkiye’yi de parçalamayı öngören BOP haritasının Türk subaylara açılması önemli bir kırılma noktası oldu. 1974’te ABD Başkanı Johnson’un Başbakan İ. İnönü’ye mektubu da.. Kıbrıs’ta NATO silahlarını kullanamazsınız ültimatomu.. Ekleyelim; Almanların Leopard tanklarını PKK’ya karşı kullanmamızı istememesi, onarım – bakım – modernleştirmeye ambargo koyması..

1984’ten bu yana süregelen PKK ile Türkiye’yi de-stabilize etme, giderek bölme çabası artık bardağı aşıran dev damlalar olmalı. Kandil’e kara operasyonumuza ABD’nin sürekli engel olmasına ne demeli??

Sonuç olarak                                 :
ATATÜRKÇÜ DIŞ POLİTİKA ilkelerine dönülmelidir.
– Aktif tarafsızlık – bağlantısızlık ile hiçbir ittifaka girmeden herkesle dostluk kurmak;
YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ
– Kimsenin toprağında gözümüz yok, 1 karış toprağımızı da vermeyiz.
– BM’nin “sınırların değişmezliği” ilkesine saygılı ve bağlıyız.
– Kimsenin içişlerine karışmayız, karşılığını da bekleriz.
– Savaş, milletin yaşamı tehlikeye düşmedikçe bir cinayettir.. (ATATÜRK)
– Büyük güçler arasında denge politikası güdülmelidir.

ABD ile Türkiye’nin hiçbir stratejik ortak hedefi yoktur, kalmamıştır..
Tersine, ABD’nin özellikle Ortadoğu politikaları ülkemizi de bölmeyi hedeflemektedir.
Varşova Paktı dağılmış, soğuk savaş neredeyse çeyrek yüzyıldır bitmiştir..
NATO’nun hiçbir anlam ve işlevi kalmamıştır.
ABD ile stratejik ortaklık ne yazık ki stratejik karşıtlığa (haydi düşmanlık demeyelim..) dönüşmüştür.

  • Tüm kağıtlar yeniden karılmalı ve yepyeni bir küresel denge rejimi kurulmalı;
  • Türkiye de orada tam bağımsız – onurlu – barıştan yana – egemen/eşit – dünya uluslar ailesinin saygın bir üyesi – demokratik hukuk devleti olarak, uluslararası hukuka bağlı,
  • ülkesiyle ve ulusuyla bölünmez bir bütün olarak varlığını sonsuza dek sürdürmelidir.

AKP politikaları bu ilkelerden henüz ve hala çok uzaktır ne yazık ki.. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3 saati aşkın görüşmesinin ne gereği ve anlamı vardır? Üstelik görüşmede resmi tercüman olmadığı ve resmi tutanak tutulmadığı basında yazılmaktadır. Bu dehşet verici bir durumdur ve halktan – basından – tarihten birşeyler mi kaçırılmak istenmektedir?? Yeni ve tehlikeli serüvenler mi kotarılmaktadır?? Bu sorular rahatsız ediyor ve sorulması istenmiyorsa, diplomasinin kurallarına uyulmalıdır. Sorunlar ciddi ve ağırdır. En azından TBMM’de gizli oturumda görüşülmeli ve tutanaklar devlet arşivine girmelidir.

  • AKP = Erdoğan, ABD tarafından defalarca kandırıldığını belirtmektedir!

Bu çok hazin bir itiraftır, ayıptır, utandırıcıdır ve Erdoğan’ı kurtarmaya yetmez, yetmemelidir. Böylesine acı ve kahreden bir tablodan sakınmak ve ülke – ulus çıkarlarını en yetkin biçimde savunabilmenin yolu, Devletin kurumsal düzeneklerini kullanmaktır; burnunun dikine tek başına ve çok bilmiş tavırlarla kostaklanmak asla değil..

Artık yeter!

Bu bağışlan(a)maz hatalar yüzünden ülkemiz sıcak çatışmaların / savaşın içine bile sürüklendi. Çok ağır maddi – manevi  bedeller ödemeye mahkum olduk, ödüyoruz.. Her gün şehitler veriyoruz. Hiç kimsenin böylesine ağır bir faturayı Türkiye’ye ödetme hakkı olamaz! Hele hele hem bu durumlara ülkeyi sürüklemek, ardından da “beka” savaşı veriyoruz tafrası atmak! Halkın beynini yıkamaya dönük mesajlar dışında ağzını açanı da tehdit etmek, hapislere atmak, işine son vermek.. Olacak şey değil.. AKP hızla hatta derhal bir şokla normalleşmek zorundadır.

Sevgi ve saygı ile. 18 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

(AS: Bizim katkımızı yazının altındadır..)

CHP’nin 36. Olağan Kurultayında sonuç bildirgesi açıklandı. Bildirgede “Önümüzdeki dönemin Parti Örgütünün hedef ve öncelikleri şu ilkeler olacaktır :

– Tek adam rejimine son verilecek ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilecektir.
– Cumhuriyet ve demokrasinin temeli olan laiklik ilkesinden taviz verilmeyecek ne dinin siyasallaştırılmasına ne de siyasetin dinselleştirilmesine izin verilmeyecektir. Din, vicdan ve inanç özgürlüğüne müdahalelere izin verilmeyecek,
– Yaşamın her alanında adalet ve huzur sağlanacaktır.
– OHAL derhal kaldırılacak, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yasama ve yargı denetimine alınacak ve
– 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunan FETÖ’nün siyasi ayağı kesinlikle ortaya çıkarılacaktır.” denildi.

CHP 36. Olağan Kurultay Sonuç Bildirgesi

CHP’nin 36. Olağan Kurultayı Sonuç Bildirgesinde,

  • “CHP, kökleri Kuvayı Milliye’ye dayanan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde
  • tam bağımsız, laik, demokrat ve çağdaş Türkiye’nin kurucu Partisidir.

    80 yıllık (1923 – 2002) Cumhuriyet tarihi boyunca bütün Cumhuriyet hükümetlerinin katkısıyla uçurumun kenarında yıkık bir ülkeden, içeride ve dışarıda saygın ve güçlü bir ülke konumuna gelmişti. Ancak; bugün Cumhuriyetimizin temeli olan kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılmış, tek adama dayalı parti devleti kurulmuştur.

  • Darbe girişimi bahane edilerek karşı darbe gerçekleştirilmiş ve ilan edilen OHAL aracılığıyla temel hak ve hürriyetlerimiz yok edilmiştir.
  • Milli servetimiz ve birikimlerimiz yağmalanmış, geniş halk kitleleri işsizlik ve yoksulluğa mahkum edilmiştir.
  • Daha acı olanı ise, birlikte yaşama irademiz; ayrıştıran, kutuplaştıran ve ötekileştiren kimlik siyaseti ile aşındırılmıştır.
  • Hiç kimse unutmasın bu ahval ve şerait içinde ülkemizin umudu kuruluşun ve kurtuluşun Partisi olan CHP Cumhuriyetin temel değerleri ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden ödün vermeksizin yoluna devam edecek, ülkemizi çağdaş uygarlığa taşıyacaktır. Hiçbir güç bizi bu kutsal davamızdan alıkoyamayacaktır.” denildi.

“TEK ADAM REJİMİNE SON VERİLECEK”

Bildirgede şu maddelere yer verildi:

Önümüzdeki dönemin Parti Örgütünün hedef ve öncelikleri şu ilkeler olacaktır :

Tek adam rejimine son verilecek ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme geçilecektir. Cumhuriyet ve demokrasinin temeli olan laiklik ilkesinden taviz verilmeyecek ne dinin siyasallaştırılmasına ne de siyasetin dinselleştirilmesine izin verilmeyecektir. Din, vicdan ve inanç özgürlüğüne müdahalelere izin verilmeyecek, yaşamın her alanında adalet ve huzur sağlanacaktır. OHAL derhal kaldırılacak, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yasama ve yargı denetimine alınacak ve 15 Temmuz hain darbe girişiminde bulunan FETÖ’nün siyasi ayağı kesinlikle ortaya çıkarılacaktır.

Yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü sağlanarak, tüm vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği güvence altına alınacak, seçimler adil ve güvenli olacaktır.

  • Kürt sorunueşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözülecektir.

Çağdaş demokrasilerde 4. güç olarak benimsenen medya özgürlüğü sağlanacaktır.

Yüksek katma değerli kapsayıcı büyüme hedeflenecek,

  • eğitim ve sağlık parasız, kaliteli ve ulaşılabilir olacaktır.

Herkes milli gelirden hakkını alacak, açlık ve yoksulluk sıfırlanacak, gelir dağılımı adaletini ve bölgesel kalkınmayı sağlamak devletin temel görevi olacaktır.

Tarımsal üretim planlanacak, ekilmeyen tarım arazisi kalmayacak, çiftçi desteklenerek ithalata karşı korunacak ve Türkiye tarımda tekrar kendi kendine yeten ülke konumuna getirilecektir.

Devlet şeffaf, tarafsız ve hesap verebilir olacak, kamuda tüm atamalar liyakata uygun yapılacak, yolsuzluk suçlarında zamanaşımı kaldırılacak, cezaları ağırlaştırılacak ve yolsuzluk yapanlardan hesap sorulacaktır.

Asgari ücret vergi dışı bırakılacak, taşeronların tümü kadroya alınacak, tüm kamu ve özel sektör çalışanlarına sendikalaşma özgürlüğü tanınacak, sendikalaşma özendirilecek, eşit işe eşit ücret uygulanacaktır. Şehit aileleri ve gazilerimiz arasında uygulanan ayrımlar kaldırılacak, şehit aileleri ve gazilerimiz Milletvekillerine tanınan hak ve imkanlardan yararlanacak. Kadınlara ve gençlere hayatın her alanında eşitlik sağlanacak, kadınlar ve çocuklar şiddete karşı korunacak, şiddet uygulayanlara verilen cezalar artırılacaktır. Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata eşit katılımı sağlanacaktır.

“Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle bütün komşularımızla ulusal çıkarlarımız gözetilerek iyi ilişkiler kurulacak,

AB müktesebatına uyum sağlanacak, AB’ye tam üyelik hedeflenecektir.

Havamız, toprağımız ve suyumuz korunacak, denizlerimizin, ormanlarımızın ve tarım arazilerimizin yağmalanmasına izin verilmeyecektir.

  • Cumhuriyet ve demokrasi, laik ve çağdaş yaşam;
    eşitlik, özgürlük ve dayanışma, adalet ve cesaretle kurtarılacak, korunacak ve yüceltilecektir.”
    ==========================================
    Dostlar,

    Cumhuriyetimizin kurucusu – ATATÜRK’ün partisi CHP‘nin 36. kurultayının ardından açıklanan sonuç bildirgesi genel anlamda doyurucudur. Hatta yer yer coşkulandırıcıdır, ümit vericidir.

Şu aşamada ayrıntılı irdelemeye girmeden 3 önemli noktaya dikkat çekmek istiyoruz :

  1. “…eğitim ve sağlık parasız, kaliteli ve ulaşılabilir olacaktır.” son derece yerindedir, nasıl yaşama geçirilebileceği de bu ilkenin benimsenmesi ölçüsünde önemlidir.
  2. “AB müktesebatına uyum sağlanacak, AB’ye tam üyelik hedeflenecektir.” noktasında farklı düşünüyoruz. AB’nin emperyal – sömürgen bir yapı olduğunu, gelecek vaadetmediğini ve en önemlisi TAM BAĞIMSIZLIĞIMIZIN bitmesi olarak görüyor – biliyor ve onaylayamıyoruz.
  3. Kürt sorunueşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözülecektir.” önermesinde çok düşülen bir yanılgının yinelendiğini düşünüyoruz. Daha önceleri de web sitemizde bu konuyu birkaç kez işledik ama bir kez daha açıklayalım :
“Eşit yurttaşlık”, bir ülkede toplulukların (halkların, milliyetlerin, cemaatlerin) birbirlerine eşitliği temelinde kurulan sistemi anlatır. Farklı etnisite ve inanç topluluklarının hukuksal-siyasal olarak tanınması; farklı toplulukların birbirleri karşısında konumlandırılması demektir. Bu etnikçi anlayış, bir tür yeni-feodalizm icadıdır.
Oysa CHP Programı, devletin yurttaşların etnik köken, inanç, cinsiyet, vb. topluluk özellikleri karşısında kör kalmasını, bunlardan bağımsız olarak her yurttaşın birey olarak eşitliğini yükseltir. Bizim için “eşit yurttaş” değil, “yurttaşların eşitliği” ilkesi esastır. 
“Kürt sorunu” na böyle yaklaşıyorsa, anayasanın “ilk dört maddesinin güçlendirilmesi” hedefine ulaşamayacağı çok açıktır. Üstelik tam tersine, böylesi bir yaklaşım Anayasanın ilk 4 maddesini içeriksiz, güçsüz ve temelsiz bırakacaktır. Bu yaklaşım, CHP için çok açık olan “ilk dört madde kırmızı çizgimizdir” ilkesini reddetmek anlamına gelmektedir.
Konunun izleyen günlerde netleştirilmeei ve yersiz kavram karmaşasına yer verilmemesi gerekir. Kavramların yerli yerinde, doğru, bilinçli kullanılması zorunludur. Hele hele nazik ulusal konu ve sorunlarda..
Sayın Kılıçdaroğlu ve özenle oluşturacağı MYK’ya, Kurultaydan çıkacak Parti Meclisine, TBMM grubuna, tüm örgüte ve ülkemizin bu ağır bunalımdan çıkarılması için çaba göstermek zorunda olan tüm yurttaşlara… hepimize kolay gelsin… Önümüzdeki 2 yıl, 2018 ve 2019 Cumhuriyetimizin geleceği açısından kırılma yılları olmasın; kuşatmayı mutlaka yaralım!

Sevgi ve saygı ile. 04 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

ABD’den Afrin çağrısı: Türkiye’yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz

ABD’den Afrin çağrısı           :
Türkiye’yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz

ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Ann Nauert, olası Afrin operasyonu için “Türkiye’yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz.” dedi.

ABD’den olası Afrin operasyonuna dair açıklamalar gelmeye devam ediyor. Gün içinde Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ve Pentagon’un açıklamalarından sonra bir açıklama da ABD Dışişleri Sözcüsü’nden geldi.

ABD Dışişleri Sözcüsü Heather Ann Nauert, Türkiye’nin düzenleyeceği olası Afrin operasyonu için “Türkiye’yi böyle bir adım atmamaya çağırıyoruz.” dedi.

PENTAGON “ORDU” İDDİALARINI REDDETMİŞTİ
Pentagon, SDG’ye kurdurmayı planladıkları “Sınır Güvenliği Gücü“nün “yeni bir ordu” veya “konvansiyonel sınır muhafız gücü” olmadığını iddia etmişti.

Pentagon açıklamasında, “ABD, Suriye’de yerel güvenlik güçlerini eğitmeye devam ediyor. Eğitim, toplumları yıkıma uğramış mültecilerin evlerine dönmeleri için güvenliği artırmak üzere tasarlanmıştır. IŞİD‘in aynı zamanda yönetimsiz ve kurtarılmış olan yerlerde tekrar ortaya çıkmaması için gereklidir. Bu yeni bir ‘ordu’ veya ‘konvansiyonel sınır muhafız gücü’ değildir.” ifadelerini kullanmıştı.

DIŞİŞLERİ BAKANI “TÜRKİYE’YE BORCUMUZ VAR” DEMİŞTİ
Dışişleri Bakanı Tillerson “Suriye’nin kuzeyinde sınır koruma birlikleri kurulacağı” haberlerine ilişkin, “Türkiye’ye bir açıklama borcumuz var. Bu, tümüyle yanlış resmedilmiş ve yanlış tanımlanmış bir durum ve bazı kişiler yanlış konuşmuş. Herhangi bir sınır güvenlik gücü kurmuyoruz.” yorumunu yapmıştı. (http://www.abcgazetesi.com/abdden-afrin-cagrisi-turkiyeyi-boyle-bir-adim-atmamaya-cagiriyoruz-75635h.htm, 18.1.18)
================================================
Dostlar,

Çok dikkatli olmalıyız.
AKP’nin sabıkası 1 değil, 2 değil, 3 değil..
Hem kandırılıyor (!?) hem kandırıyor..
İç siyasette sürüklendiği kırılgan konum için yapmayacağı şey yok gibi.
7 Haziran 2015 seçiminde %41’de ve 258 vekilde kalmış, tek başına iktidarı yitirmişti.
1 Kasım’a dek hem ülke birden bire yangın yerine döndü hem de siyasal manevralarla hükümet kurdurulmayarak seçim yenilendi.. AKP her nasılsa bu kez %49,4 ile 317 vekile çıkıverdi!?
5 ayda 5 milyon oy artışı nasıl sağlandı, nlamak ve anlatmak olanak dışı.. Bir masal gibi!

Şimdi ise birkaç puanlık MHP oylarıyla da %51 bulunamıyor..
O halde “yeni”, “yepyeni” şeyler yapmalı.. Artık her ne olursa..
Son günlerde muhalefete dönük söylemler çok ağırlaştı ve düzey yitirdi.
Dış politikada ABD’ye çatma ise hudut – sınır tanımıyor..
Kıçı kirliler mi dersiniz, kalleşlik orduları mı dersiniz..
7 dakikada çeyrek domuz yiyenleri mi dersiniz??
Gerçek anlaşıldı, İstanbul’a yeni il başkanı seçilen Canan Kaftancıoğlu’nun eşinin yabancı konuğu domuz eti yiyen kişi.. Hem bu ülkede müslüman olmayan insan yok mu?
Dileyen domuz eti yeri dileyen Bulgaristan’dan, Arjantin’den ithal edilen “helal et” (!?)
Bu tercih kimseyi ilgilendirmez, Cumhurbaşkanı polemik yapıyorsa çok çirkindir, kabul edilemez ve AKP = RTE‘nin ne denli zor durumda olduğuna açık kanıttır.. Ölçü kaçırılmıştır!

Laf aramızda, müslümanlar onlarca yıl şeker hastalığı için domuz insülini kullandılar!
Bir Müslüman çıkıp da “helal insülin” üretemedi. Gene Batı bilim dünyası rekombinant DNA tekniği ile tümüyle sentetik insülin üretti de “çile” (!?) bitti!

Hamaset hiç bu denli yüksek dozda ve fütursuz kullanılmamıştı.
Dileriz Devlet aklı ve kurumları, sağduyulu AKP’liler… bu feci gidişi frenlesin..
Elbette ulusal çıkarlarımız korunsun ama siyasal çıkarlara asla alet etmeden.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ!

Bir de Ege’de işgal edilen ve sayısı 150’leri aşan ada – adacık – kayalık gibi coğrafya formasyonu VATAN TOPRAKLARI için AKP = RTE neden Suriye için olduğunun binde 1’i düzeyinde olsun ses çıkar(a)mıyor?? Neden, neden??!!

Sevgi ve saygı ile. 18 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Türk Tabipleri Birliği Başkanı
Prof. Dr. Raşit Tükel’in Yeni Yıl Mesajı

Raşit Tükel ile ilgili görsel sonucu Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

2018 yılına, olağanüstü hal (OHAL) koşullarında, temel hak ve özgürlüklerimizin daraltıldığı bir ortamda giriyoruz. OHAL gerekçe gösterilerek, yargısal bir denetime tabi tutulmaksızın yapılan pek çok işlemin etkisiyle, toplumsal yaşamda ve sağlık alanında çok sayıda hukuka aykırı durumla karşılaşıyoruz. Demokratik ilkelere ve  hukuka bağlı bir ülkede yaşamak hepimizin hakkıdır.

OHAL kaldırılmalı, KHK’lar iptal edilmelidir. Herhangi bir somut suçlama dahi yöneltilmeksizin hukuksuz olarak kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen kamu çalışanları görevlerine iade edilmelidirler.

İçinde bulunduğumuz koşullarda, 14 yıldır uygulanmakta olan sağlıkta dönüşüm programının oluşturduğu sorunların, şehir hastaneleriyle birlikte derinleştiğine; emekçilere düşük ücretin, ağır çalışma koşullarının daha çok dayatıldığına, sözleşmeli, esnek ve güvencesiz çalışmanın daha kolaylıkla yaşama geçirildiğine, halkın sağlık hakkının daha çok engellendiğine tanık oluyoruz.

Son yıllarda ülkemizde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri haline geldi. Uygulanan sağlık politikaları sağlıkta şiddeti körüklüyor.

Uzun saatler, yoğun ve yorucu koşullarda çalışma, mesleğimizi uygularken yaşadığımız
aşırı yüklenme ile yıpranıyoruz.

  • Bizi tüketenin, sağlık alanını ticarileştiren, sağlık çalışanlarını performansa dayalı,
    gece gündüz demeden, iş güvencesi olmaksızın çalıştırıp her türlü şiddete maruz bırakan politikalar olduğunu;
  • Çözüme giden yolun ise, başarısızlığı açık olarak görülmüş olan
    sağlıkta dönüşüm programının terk edilmesinden geçtiğini biliyoruz.

Toplumun ihtiyacı olan
– nitelikli,
– ücretsiz,
– ulaşılabilir bir sağlık hizmetinin
– tüm yurttaşlara eşit olarak sunulduğu

bir sağlık sistemi için mücadeleyi yeni yılda daha güçlü olarak sürdürme sözü veriyoruz.

Geleneksel olduğu ve hastalıklara iyi geldiği söylemleriyle meşrulaştırılan ve kısa süreli kurslarla herkes tarafından uygulanır ve ulaşılır hale getirilerek yaygınlaştırılan geleneksel, alternatif ve tamamlayıcı sağlık uygulamaları, büyüyen ve kâr getiren bir pazar olarak sağlık sisteminin bir parçası haline getirildi.

Böyle bir ortamda modern tıp uygulamalarına erişemeyenlere “umut tacirliği” yapılarak alternatif (AS: seçenek) yaratılmak istenmektedir. Oysa çok iyi biliyoruz ki,

  • Tıbbın alternatifi olmaz! (AS: Modern tıbbın seçeneği gene modern – bilimsel Tıp’tır!)

Türk Tabipleri Birliği olarak, etkililiği ve güvenliği belirlenmemiş, yarar – zarar değerlendirmesi yapılmamış, bilimselliği kanıtlanmamış, toplum sağlığını riske atan
tüm bilim dışı uygulanmaların karşısında olmayı; nitelikli, bilimsel, çağdaş tıp yöntemlerine dayalı hizmet sunumunu ödünsüz olarak savunmayı sürdüreceğiz.

Tıp eğitiminde ve hekimlik uygulamalarında cinsiyetçi yaklaşımın yaygınlaşmaya başladığı, hastanelerde psikolog yerine manevi rehberlik uygulaması adı altında imamların çalıştırıldığı, modern tıbbın konularının dini kavram ve uygulamalarla sorgulandığı, helal kan ve helal ilacın, organ ve doku naklinin dine uygunluğunun tartışıldığı, aşı karşıtı söylemlerin arttığı, konferans salonlarının, sosyal alanların haremlik-selamlık olarak ayrılabildiği bir dönemde laikliği savunmayı temel bir görev olarak görüyoruz.

  • Laiklik ilkesinin bedensel, ruhsal ve sosyal sağlık için yaşamsal olduğunun bilincindeyiz.

Ülkemizde hekimlik mesleğini uygularken karşılaştığımız sorunlar her geçen gün artıyor.
Ama, yılmıyoruz! Tüm hekimleri iş güvencesi, insanca çalışma koşulları, sağlık hakkı,
iyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için mücadeleye davet ediyoruz.

Birlikte güçlüyüz, başaracağız!

Hekimlik değerlerini ve halkın sağlık hakkını savunurken, barışın egemen olduğu, özgür, adil
ve demokratik bir ülkede yaşama isteğimiz de güçleniyor. Şimdi tüm bu kötülüklerden;
bizi yoksullaştıran, haklarımızı gasp eden, toplumsal sağlığımızı bozan anlayıştan kurtulmak için adım atma zamanıdır!

Meslektaşlarımızın, sağlık çalışanlarının ve tüm vatandaşlarımızın yeni yılını kutluyor;
barış, dostluk ve dayanışma içinde bir yıl diliyorum.

Prof. Dr. Raşit Tükel
TTB Merkez Konseyi Başkanı
=============================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız ve bizim de üyesi olduğumuz TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği)
Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Raşit Tükel’in 2017/18 yeni yıl iletisi son derece başarılı..

Bu açıklama ve çağrıyı biz de paylaşıyoruz..

2018’in 2017 gibi toplumu örseleyici (travmatize edici) geçmemesi için temel sorumluluk siyasal iktidarındır. AKP ve Erdoğan, yanlışlarında asla ısrar etmemeli, tersine ders çıkarmalıdırlar.

  • Toplumun “yedekleri” (sabrı!) büyük ölçüde eksilmiş hatta tüketilmiştir; bu olgu kritiktir.

Bu gerçeği görmeksizin – görmezden gelerek Ulusun daha da zorlanması çok sakıncalı olabilir. Kitlelerin tepkilerinin nerede – ne zaman – nasıl.. patlayacağını öngörmek kolay değildir.
Hele dizginlemek çok daha güç, giderek olanaksız olabilir ve iktidar hızla alaşağı olabilir.

Bu bakımlardan, 2018’de ilk olarak OHAL kaldırılmalı ve
KESİN OLARAK HUKUK DEVLETİNE – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE dönülmelidir.

Laiklik asla hırpalanmamalıdır. Yaşamı ve kamu düzenini dinselleştirme durdurulmalıdır.

Yolsuzluklara son vermeli, gelir dağılımı iyileştirilerek yoksulluk azaltılmalıdır.

Ekonomide üretim ve kamu öncülüğünde karma ekonomi politikaları izlenmelidir.

YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ şaşmaz ilke olmalıdır.

  • ATATÜRK ve ilkeleri ülkenin kurtarıcısı olacaktır; asla akıldan çıkarılmamalıdır.

Liste uzatılabilir.. Sağlık için öneriler yukarıda, yinelemeyelim ama dış dayatma olan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM – ÖZELLEŞTİRME yıkım getirmiştir,
Şehir hastanelerinden başlayarak geri dönülmelidir.

……………….

Sevgi ve saygı ile. 29 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Türk Tabipleri Birliği Üyesi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Tek yol ihracat!

Tek yol ihracat!

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 07.12.17

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

1. Dünya Harbi bitince “Dünya İktisadi Kalkınma” yarışı başladı. Bu yarışta ülkelerin birinci hedefi ihracatı artırmak oldu. Çünkü iktisadi kalkınmanın motoru ihracattır. İhracat arttıkça, ithalat da artacaktır. Ama az da olsa dış ticaret fazlası verildiği sürece ithalat artışının hiçbir sakıncası yoktur. Tam tersine faydası vardır. Hatta bu, dış ticari ilişkilerin sağlıklı bir şekilde işlediğini göstermesi bakımından arzulanan bir olgudur. Konu ihracattan açılınca hocam Fuat Çobanoğlu’nun anlattığı bir fıkra geldi. İngiltere’de “kalkınma için ihracat” seferberliğinin başladığı o günlerde, adam doğum sancıları çeken eşini hastaneye götürür. Karısını doğumhaneye alırlar ve adama bekleme odasında oturmasını söylerler. İki saat sonra bekleme odasına giren hemşire “Müjde ikiz çocuğunuz oldu, eşinizi görmek üzere odasına gidebilirsiniz” der. Adam sevinç içinde eşinin odasına gider. Eşi yanında tek bir bebekle yatmaktadır. Adam hemşireye dönerek “Bana ikiz çocuğum olduğunu söylediniz, ama karımın yanında bir bebek var” der. Hemşire “Diğer bebeği ihracat için ayırdık”diye cevap verir.

DÖVİZ FİYATLARI NİÇİN YÜKSELİYOR ?

Bu sorunun cevabı çok açıktır. Talebi, arzından çok olan malın fiyatı yükselir. Bu konuda hiç kimsenin tersini söylediği yok zaten. Ancak bu noktadan sonra döviz arzının nasıl artırılacağı konusunda yollar ayrılıyor. Benim gibi düşünen az sayıda iktisat yorumcusu “Tek yol ihracattır” diyor. Ezici çoğunluğu oluşturan karşı tez sahipleri ise “Artır faizi, gelsin döviz” diyor. Bu sonuca şu sakat mantık zinciriyle varıyorlar:
1. Hızlı kalkınmak istiyoruz.
2. Hızlı kalkınmak için çok yatırım yapmak gerekir.
3. Çok yatırım için çok tasarruf lazımdır.
4. Maalesef ulusal tasarruf oranımız düşüktür.
5. Yani tasarruf açığımız vardır.
6. Bu yüzden cari açık veriyoruz.
7. Cari açığı finanse etmek için dışarıdan döviz borcu almaya, bunun için de yüksek faiz ödemeye mecburuz.

DIŞ BORÇLA SADECE YATIRIM YAPILMAZ TÜKETİM DE YAPILIR

“Dış borcu sadece yatırım için alıyoruz” demek kadar sahtekârca bir ifade olamaz. Sanki Türkiye, hiç tüketim malı veya tüketim malı üretiminde kullanılan ham madde veya ara mal ithal etmiyor gibi konuşuluyor. Yatırım malları ithalatı, toplam ithalatın yüzde 15’i dolayındadır. Pek tabii, ithal ham maddelerin veya ara malların bir kısmı da yatırım malları üretiminde kullanılıyor. Esasen alınan dış borcun ne kadarı yatırıma tahsis ediliyor diye bir hesap yapılamaz. Çünkü “dışarıdan gelen dövizin” hangi malın ithalatında kullanıldığı belli değildir. TL’yi veren doları alır.

İHRACAT YÜZÜNDEN CARİ AÇIK ARTMAZ

İkinci büyük zırvalama, ihracat arttıkça, ithalat da artıyor; dolayısıyla ticaret açığı (neticede cari açık) kapanmıyor diye konuşmaktır. 100 dolara ihraç edilen bir malın içinde 99 dolarlık dolaylı-dolaysız ithal girdi olsa bile, cari açık yine de 1 dolar kapanır. Bu 1 doların TL karşılığı ne kadar büyük, yani döviz fiyatı ne kadar yüksek olursa, ihracat o kadar teşvik edilmiş olur. İhracat ne kadar teşvik edilirse yani döviz fiyatı ne kadar yüksek olursa “net katma değer ihracatı” o kadar artar.

Son söz: Döviz ucuzsa, ithal ürün, yerli ürünü piyasadan kovar.
==================================

Dostlar,

İyi de Sayın Cansen…

Dışsatımın (ihracatın) bileşimi neler olacak??
Temel tarım ürünlerini bile dışalıma mahkum olduk.. Geçen yıl Rusya’dan 3,5 milyon ton buğday satın aldık. Toplam iç üretimimiz 20 milyon ton / yıl dolayında donmuş gibi.. Ama nüfus hızla artmayı sürdürüyor.. İktidar da türlü türlü teşvik ediyor akıldışı politikalarla. Tarımsal ve hayvansal üretim nüfusa yetmiyor. Bu temel girdilerin dışalımını finanse edebilecek ne satabiliriz dışarıya? Bir yandan da tarım alanları ha bire yapılaşmaya kurban ediliyor. Gübre ve mazot fiyatları çok yüksek.. HI-TECH denilen yüksek teknoloji mallarının dışsatımda payı %3 dolayında. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması 1.1.1996’dan bu yana bir “kanama/kanatma” aracı. Ulusal tasarrufları 10 bin Dolar / kişi / yıl ortalama ve son derece bozuk gelir dağılımı ile nasıl artıracağız??

İktisatçıların klişe çözümler dışında yaratıcı yeni yaklaşımlar üretmesi gerek. Bu isteğimiz onlardan tansık (mucize) yaratma beklentisi olarak tanımlanmasın..

1. Çare ilk olarak ÖZELLEŞTİRMEYİ DURDURMAKTIR..
2. İkincisi kamunun israflarını ve her türlü yolsuzluğu bitirmektir.
3. Üçüncüsü kitllelerin seferberliğini (mobilizasyonunu) sağlayabilmektir.
4. Dördüncüsü gelir dağılımını iyileştirecek politikalardır.
5. Beşincisi yaşamın tüm alanlarında en üst düzeyde tasarruflu yaşam biçimine geçmektir.
6. Altıncısı HER AİLEYE 1 ÇOCUK ilkesini yaşama geçirmektir.
7. Yedincisi yenilenebilir enerji kaynakların yönelmektir.
8. Sekizincisi sağlık sektöründe KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE KESİN ÖNCELİK vererek 80 milyar Dolara varan harcamaları kısmaktır.
9. Dokuzuncusu Eğitim sistemini laik – bilimsel -karma – sorgulayıcı – kamucu – yaratıcı kılmak ve 21. yy. ın acımasız rekabet koşullarına uygun kuşaklar yetiştirmektir.
10. Onuncusu YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ siyasetiyle güvenlik giderlerini düşürmektir.
………………….
…………………….
Daha çok uzatmayalım.. Ama bir seferberliğe kesin olarak gereksinimliyiz..
Hem de hiiiç gecikmeden…
Bu AKP ile olur mu?
Batak tablodan sorumlu kadrolardan tersini beklemek ne denli akılcı ve olanaklı ise, AKP’nin yıkımı düzeltmesini – geri çevirmesini beklemek aynı derece usssaldır (akla uygun, rasyonel..).

Bir çare bulacağız, çare bulunacak elbet. Türkiye’nin bu politikalarla daha fazla gidemez.
Devlet öncülüğünde karma ekonomi – Halkçı politikalar.. 1923-38 döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın uyguladığı ve uluslararası yazına (literatüre) MUSTAFA KEMAL’in EKONOMİ MUCİZESİ olarak geçen politikalar yani… Dileriz AKP = RTE bu gerçeği gecikmeden fark eder?!

Sevgi ve saygı ile. 09 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com