Etiket arşivi: Yılmaz Özdil

BAŞÖRTÜLÜ BACIN DARBECİ ÇIKTI

BAŞÖRTÜLÜ BACIN DARBECİ ÇIKTI

portresi_kravatli

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 05.08.2016

 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Senelerce başörtümüz yüzünden üniversiteye giremedik, mağdur edildik diye oy istediniz…
İlk türbanlı rektörünüz fetocu çıktı.
*
Mayo reklamlarını abdestimiz bozuluyor diye paravanla kapattınız, İstanbul’un Ankara’nın caddelerini türban reklamlarıyla donattınız… En ünlü türban firması fetocu çıktı.
*
İmam Hatip’ten terörist çıkmaz, İmam Hatip’ten terörist yetişmez dediniz…
Sırf Diyanet’te 1200 imam, müezzin, müftü FETO’cu çıktı.
Diyanet’in “bayan” Kuran kursu eğitmenleri FETO’cu çıktı.
*
Türbanlı gazeteci Hanım Büşra Erdal, kumpas davaları sırasında twitter’dan şarjör boşaltıyordu, subay eşlerinin “saçı”yla alay ediyordu, “balyoz kadınları hep sarışın, kim kimin eşi karıştırıyor-duk, eşlerinin resmi basılı olan tişörtler giymişler, işimiz kolaylaştı” diyordu. FETO’cu çıktı.
*
Kendi ellerinizle TBMM Üstün Hizmet Ödülü verdiğiniz, “eli öpülmesi gereken insan” dediğiniz işadamının türbanlı eşi, fetocu abla çıktı.
*
Meslek hayatı boyunca yakasında Atatürk rozeti taşıyan başhemşireyi hiç gerekçe göstermeden görevden aldınız, onun yerine yönetmeliğe aykırı şekilde türban üstü peruklu hemşireyi atadınız, türban üstü peruklu hemşireye itiraz eden başhekimi görevden aldınız, sonra da
bu türban üstü peruklu hemşireyi, Kamu Hastaneleri Birliğinde terfilerden sorumlu
müdür yaptınız… FETO’cu çıktı.
*
Yani?
“Benim başörtülü bacıma saldırdılar, benim başörtülü bacıma saldırdılar” diyordunuz… Başörtülü bacın devlete saldırdı birader!
*
Başörtülü bacıma saldıranlar camiye ayakkabılarıyla girdiler diyordunuz…
Başörtülü bacıların camiye F16’yla girdi.
(Amacım elbette başörtülü kadınları rencide etmek değil. Tam tersine… “Başörtülü bacı” sömürüsüyle genelleme yapmanın ne kadar yanlış olduğuna dikkat çekmek istiyorum.)
*
Türbanlılara bacı… Türbansızlara, kadın mıdır kız mıdır bilemem dediniz.
Türbanlılara bacı… Türbansızlara, perdesiz eve benzer, ya satılıktır, ya kiralıktır dediniz.
Türbanlılara bacı…Türbansızlara yarım dediniz.
*
Türbanlıları ebedi masum… Türbansızları ezeli suçlu ilan ettiniz.
Türbanlılara “benim milletim…” Türbansızlara “bunlar” dediniz.
*
Sonuç? Başörtülü bacın darbeci çıktı.
Hazır “rabbimden af” dilenirken…
Başörtüsüz kadınlardan da özür dilenmesi gerekir.

====================================

Dostlar,

Öyle yüksek perdeden “ben dili” ile “Rabbim, Milletim” öznelerine yüküm yükleyerek,
“bizi affetsin” demagojisi hatta duygu sömürüsü ile bir yere varılamaz..

Hukuk devletinde hukuksal sorumluluk vardır, hata yapan – başkasına zarar veren –
görevini gereğince yap(a)mayan.. bağımsız yargı önünde hesabını mutlaka verir..
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu suç açık itirafı – ikrarı karşısında dava açması gerekir.

Bir de “siyasal sorumluluk” türü vardır demokrasilerde..
Şapkanı alır gidersin, hem de ayak sürüyüp uzatmadan, geciktirmeden..
En son İngiltere Başbakanı Cameron’da gördük bu demokratik terbiyeyi.
Ortada, Türkiye’dek gibi çok kanlı bir felaket de yok! AB’de kalalım mı çıkalım mı
halk oylamasının kıl payı, Cameron’un kişisel görüşünün karşıtı çıkması söz konusu.
Şapkasını alıp centimence veda etti ve görevi kendi partisinden bir hanımefendi yüklendi..

*****
Efendiler, aynaya bakabiliyor musunuz??
Efendiler, vicdanınızın isyanını bastırmayı nasıl becerebiliyorsunuz??
Siz “insan ötesi” olmalısınız bu 2 soruya yanıtınız “evet” ise..
Aşk olsun size..
Sabrolsun bize ki; daha çooook çekeceğimiz var elinizden..

Sevgi ve saygı ile.
05 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

23 Nisan törenleri “şehitler var” diye iptal öyle mi?

23 Nisan törenleri “şehitler var”
diye iptal öyle mi?

portresi_kravatli

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ
, 15.4.16
(AS: Bizim irdelememiz yazının altındadır..)

 

Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. 23 Nisan henüz “Hakimiyeti Milliye” bayramıydı. Çocuk bayramı değildi.
23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hakimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.
Bir yıl sonra, 23 Nisan 1924 törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife hanım temsil etti.
*
23 Nisanlar cemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu. Mesela… Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. Gazeteler teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek manasına geliyordu. 23 Nisanlar, Himaye-i Etfal’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.
*
Milliyet gazetesi 23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında “Bu gün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” deniliyordu. Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi. 23 Nisan 1927… Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin yayınladığı bildiri gazetelerin manşetlerindeydi:

Büyük Gazimiz, çocuklarımızın 23 Nisan bayramını daha sevinçli geçirmelerine vesile olacak büyük bir jestte bulunmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”
*
Himaye-i Etfal aynı zamanda şu çağrıyı yapıyordu:

“Yaşınızı, memuriyetinizi, işinizi bir yana bırakarak, bugün çocuklarınızı şevk ve muhabbetle eğlendiriniz, çocuk şenliklerine katılınız. Bu saadetli günü yavrunuzu bağrınıza basarak bahtiyarlıkla geçirirken, sizin müşfik yardımlarınızı bekleyen, memleketin anasız, babasız yavrularını unutmayınız.”

Mustafa Kemal o sene Himaye-i Eftal balosuna katıldı. Ankara Evkaf Oteli’ndeki baloda, 10 bin lira yardım toplandı. 23 Nisan 1928, artık tümden Hakimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı adıyla kutlanıyordu. 23 Nisan 1929, salt 1 günlük bayramla bırakılmadı, Mustafa Kemal’in talimatıyla yedi güne çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’in bu organizasyonu tek başına yapabilmesi artık mümkün değildi. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların organizasyonu, dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’na verildi. (Çocuk Haftası’nın ilk sürprizi şuydu… Türk Ocakları’nın yönetimi 23 Nisan’da çocuklara bırakılacaktı. Bugünkü koltuk geleneği böyle icat edildi.)
*
Himaye-i Etfal, yalnızca üç kuruşluk rozet satarak başladığı macerada… Yedi yıl gibi çok kısa sürede 300 binden çok şehit çocuğuna ulaşmayı başarmıştı. 1929’da 300 binden çok yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti. Himaye-i Etfal sayesinde herkes gücü ölçüsünde amca, teyze, dayı, hala olmuş, şehit çocuklarının elinden tutmuştu. Mustafa Kemal vizyonuyla “dünyanın en büyük ailesi” kurulmuştu. Yani? Yanisi şu… 23 Nisan törenlerini “şehitler var” gerekçesiyle iptal etmek, salt Atatürk alerjisi değildir, aynı zamanda cehaletin daniskasıdır. 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın varlık nedeni, doğrudan şehit çocuklarıdır. 23 Nisan, kendi çocuğumuzu şefkatle bağrımıza basarken, şehit çocuklarını unutmayalım günüdür. 23 Nisan, bizim çocuklarımızın saçının teline zarar gelmesin diye, kendi canını hiçe sayan kahramanları unutmayalım günüdür. 23 Nisan, bu milletin şehitlerine ve çocuklarına borcudur.
*
23 Nisan törenlerini, süzde duyarlık göstererek “şehitler var” diye iptal etmek… Yalnızca Atatürk alerjisi değildir. Şehitlere ilişkin dut-yarlıktan haberlerinin bile olmadığının kanıtıdır. Ekstra hazin tarafı… Şehit çocuklarını himaye etmek için kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti, 1935’te Çocuk Esirgeme Kurumu’na dönüştü. Ve bugün maalesef, Ensar Vakfı’nı himaye eden aile bakanına bağlı… Hakikaten utanç vericidir.

=====================================

Dostlar,

Yılmaz Özdil kardeşimize gene şükran borçluyuz..
Ne denli emekli, araştırmaya ve kanıta – belgeye dayalı bir yazı..
AKP’liler ilk olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı anmalarını Van depremini (23 Ekim 2011) gerekçe göstererek erteleme ile “yoklama” yaptılar.. Ama kendileri hiçbir düğün vb. programlarını bozmadılar..

Ankara Gar meydanında 103 yurttaşın öldürüldüğü bombalı Ankara katliamında (10 Ekim 2015) AKP’liler ülkede yas ilan edilirken düğünlerini geri bırakmadılar..
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/386093/Ulke_yasta__AKP_liler_dugunde.html,
12 Ekim 2015)

Bunca çelişki (ikiyüzlülük!?) nasıl açıklanabilir??
Bunu hangi vicdana ve insafa, ahlaka, sığdırabiliriz??
Din ve imanın istismarı bunca açık ve yüz kızartıcı biçimde yapılabilir mi??
Atatürk ve Cumhuriyetin temel değerlerine kin ve düşmanlık böylesine meydan okurcasına, pervasızca sergilenebilir mi?

Atatürk ve Cumhuriyetin temel değerlerine aşık milyonlarca yurttaşın duyarlıkları böylesine hoyratça çiğnenebilir mi?? Demokrasilerde hükümetler seçimden sonra tüm yurttaşların hükümeti değil midir? Çağdaş demokrasi çoğunluğun azınlığa zulmü müdür? Yoksa tersine çoğunlukçuluk (majority) değil çoğulculuk mudur (pluralism) modern demokrasiler?
Ayrıca milletvekillerinin, bakanların, başbakan ve Cumhurbaşkanının yeminleri ne olacaktır?

Bu dayatmalar ülkede kutuplaşmayı, gerginliği iyice artırır. Başta AKP – RTE, hiç kimsye yarar sağlamaz.. AKP hükümeti 23 Nisan törenlerini engellemekten vazgeçmelidir. Ağırbaşlı biçimde kutlamalar yapılmalı, EGEMENLİĞİN BAĞSIZ KOŞULSUZ ULUSA AİT OLDUĞU VURGULANMALI, Çocuklarımıza ulus egemenliğinin önemi kavratılmalıdır.  Asıl sorun da burada galiba.. RTE – AKP buna inanmamaktadırlar.. Egemenliği tekellerine alarak despotik – totaliter – haifeci – dinci bir rejimin peşindedirler.. Bu bakımdan, çocuklara durup dururken tersi mesajların verilmesinin nalamı ve yeri yoktur!

AKP – RTE bir kez daha suçüstü yakalanmışlardır.
Ulus, her geçen gün AKP – RTE’yi daha da iyi tanımaktadır.
Maskeler iyice düşmüştür..
AKP – RTE’nin uzamış maskeli balosu 14. yılında son tangoları (!?) oynamaktadır..

Bu ciddi yanlıştan dönünüz efendiler.. Gecikmeden..
Kişi yanlışını bilmek gibi irfan olmazmış.. Sizin de ülkemizin de çoook hayrına olur..

Sevgi ve saygı ile.
16 Nisan 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Başkan girmeyen eve doktor girer!

Aman diim ha…
Başkan girmeyen eve doktor girer!

portresi_Yimaz_Ozdil_yazdi

Yılmaz ÖZDİL, 09.01.2016, SÖZCÜ

Meclis’in çoğunluğu saçma sapan tiplerden oluşuyor ama, varlığıyla onur duyduğumuz milletvekilleri de var. Dr. Ceyhun İrgil mesela… Bursa milletvekili. Hekim.
Çıktı meclis kürsüsüne “yeni anayasa” tartışmalarıyla resmen uyutulan, gerçekleri görmemesi için adeta uyuşturulan milletimize hitaben, tek tek anlattı.

  • “Devlet hastanelerindeki ölüm oranı %40 arttı. Devlet hastanelerinde 2010’da 83 bin kişi yaşamını kaybederken, 2014’te 114 bin kişi yaşamını yitirdi. Çünkü… Durumu kritik hastaların çoğuna özel hastanelerde bakılmıyor, zordaki hastalar Özel’den devlete sevkediliyor, ;
    devlet hastanelerinde yeterli bakım sağlanamıyor, bu ağır istatistikler oluşuyor.”
    *
    “Hekime başvuru rakamlarına bakalım… AKP iktidara geldiğinde 2002’de 209 milyon insan hastaneye gitti. 2014’te bu rakam 644 milyon oldu! Ülke nüfusunun neredeyse dokuz katı.”
    *
    “2002’de 769 milyon kutu ilaç satıldı. 2014’te 1 milyar 970 milyon kutu ilaç satıldı.”
    *
    “Acil servise başvuran vatandaş sayısı kaç biliyor musunuz? 100 milyon! Ülkenin nüfusu 78 milyon… Dünya rekorudur bu. Dünyada nüfusundan daha çok acile başvuran tek ülke, biziz.”
    *
    “Çünkü… Acil servise gidince fark ödemiyorsun. İnsanlarımız iki – üç lira farkı bile ödeyemeyecek durumda olduğu için, acil servislere yığılıyor. Kadının çocuğu ateşleniyor,
    farkı ödeyebilecek durumda olmadığı için mecburen akşamı bekliyor, acil servise götürüyor.”
    *
    “2002’de bu ülkede 2 milyon kişi ameliyat olmuştu. 2014’te kaç kişi ameliyat olmuş? 14 milyon! Bunun nedeni ne? Halka hizmet mi? Hayır. Bunun adı, performans… Hükümet, performans
    adı altında, doktorlara hastanelere ameliyat karşılığı para ödüyor, bu yüzden habire ameliyata yükleniliyor.”
    *
    Bıçak parası kaldırıldı deniyor. Halbuki, bıçak parası resmileştirildi. Özel hastanelere giden vatandaşlar %200 fark ödüyor. (AS: 2008’de % 20 ile başlanmıştı..) Bu farkın adı ne Allah aşkına? Bıçak parası işte o… Açıktan alınan bıçak parası, resmi bıçak parası haline geldi.“
    *
    “Bu performans sistemi nedeniyle, bu gidişle, memlekette neşter değmeyen insan kalmayacak!”
    *
    “Milleti kandırmayalım. Madem sağlık sisteminde her şey yolunda… O halde neden insanlarımız hastanede yer bulabilmek için, ameliyat olabilmek için habire bizi,
    milletvekillerini arıyor?”
    *
    “AKP yalnızca parası olanların sağlıklı hizmet alabildiği bir sistem yarattı. Katkı payı,
    katılım payı, reçete parası gibi çeşitli yollarla fark ücreti alarak, hasta vatandaşları
    müşteri konumuna getirdi.” (AS: AKP’nin ilk Sağlık Bakanı R. Akdağ bunu açık açık söylemişti; Milliyet, 26 Temmuz 2003)
    *
    “Piyasacı sağlık hizmetiyle anne ve bebek ölüm hızları arttı. Anne ve bebek ölümlerini bile küçük göstermeye çalışıyorlar, TÜİK rakamlarını bile küçük göstermeye çalışıyorlar.”
    *
    “Şimdi ne yapıyorlar? Şehir hastaneleri yapıyorlar. Şehir hastaneleri, özelleştirmenin
    Truva atıdır. Adama arsayı buluyorlar, adam o arsaya bina yapıyor, o binayı o adama
    49 yıllığına kiralıyorlar, %70 doluluk güvencesi veriyorlar, doktoru hemşireyi Devlet veriyor, doktorun hemşirenin maaşını Devlet veriyor, hastanenin gelirini o adam alıyor;
    binadaki kafeterya, kuaför gibi işletmeler bile o adama ait oluyor.
    Böyle bir şey dünyada nerede var?”
    *
    “Şehir hastaneleri, kamu-özel ortaklığı kisvesi altında, kamu adını kullanarak,
    küresel sermayeye kaynak yaratıyor. Halkın sağlığı, yandaş işadamlarına pazarlanıyor.”
    *
    “Sağlık çalışanlarının özlük hakları verilmiyor. Fazla mesaiye zorlanıyor.
    İtiraz edenler sürülüyor, taciz ediliyor.”
    *
    “Altı bin doktor istifa etti. Şu anda devlet hastanelerinde kritik ameliyatları yapacak adam yok. Bursa Devlet Hastanesi’nde mesela, neredeyse beyin ameliyatı yapılmıyor, tümör ameliyatı yapılmıyor.”
    *
    “Sağlık personeli mutsuz, bıkkın… Nasıl sağlık hizmeti verecekler?”
    *
    “Her dört sağlık çalışanından biri taşeron… Taşeron kafayla sağlık hizmeti olur mu?”
    (AS: “Taşeron” değil “Taşeron elemanı” demek gerekiyor.. Taşeron altişverendir,
    çalışan değildir.. İnsan çalıştırır.. Çalışanlar taşeron değil, taşeron elemanı olabilirler..)
    *
    “Eğer sağlığı bu taşeron kafayla yürütmeye devam ederseniz, bunun acı sonuçlarını gün gelir, herkes sevdikleriyle öder. Sağlık denilen kavram, ne ekonomiye benzer, ne siyasete benzer. Unutulmasın… Dünyada sağlıktan, hastalıktan daha demokratik bir şey yoktur.
    Bu meclis bile hastalıktan daha demokratik değildir.”
    *
    (Nedir bu hastalık-demokrasi ilişkisi diye merak ettim. Biraz daha açması için değerli vekil Ceyhun İrgil’i aradım. İzah etti.)“Dünyada en demokratik kavram, hastalıktır. Etnik köken, mezhep, cinsiyet, zengin-fakir ayırmaz, herkese eşit davranır, kimseye ayrıcalık tanımaz. AKP’linin prostatı da aynıdır, CHP’linin prostatı da… MHP’linin diabeti de aynıdır, HDP’linin diabeti de… Bu nedenle, sağlığın siyaseti olmaz. Asla olmamalı. İngiltere kraliçesine hangi ilacı veriyorsan,
    aynı hastalıktan muzdarip Fatma teyzeye de aynı ilacı verirsin. Sağlık hizmetinde lüks olmaz. İnsanlarımız parası olsa da olmasa da ilacını alabilmeli, hekimine ulaşabilmeli.
    İnsan için daima en iyisi olmalı. Eğer sağlığı bu kafayla yürütmeye devam edersek,
    bunun acı sonuçlarını gün gelir, herkes sevdikleriyle öder.”
    *
    Benim anladığım şu :

Asrın liderimizi Başbakan seçtik, Cumhurbaşkanı seçtik, sonuçta turp gibiyiz maşallah…
Yılda  644 milyon kez doktora gidip, 100 milyon kez acil servise yatıp, 14 milyon kez
ameliyat olup, 2 milyar kutu ilaç içiyoruz, sağlık sıhhat afiyetteyiz.

Üstüne başkan seçelim.. Yanaklarımıza renk gelsin.. Ay parçası olalım!

=======================================

Dostlar,

Usta gazeteci, araştırmacı yazar, yurtsever insanımız Sayın Özdil dün de SÖZCÜ‘deki köşesinde son derece başarılı yukarıdaki yazıyı yayımladı. Kendisine teşekkür borçluyuz. Konuşmasını alıntıladığı meslektaşımız Dr. Ceyhun İrgil ve bizim gibi Halk Sağlığı öğretim üyesi olan
hekim eşlerii yakın dostlarımızdır. Dr. İrgil’e bu çok öneml – sağır uyandıracak uyarısı için sağolsun diyoruz..

Umarız AKP’li yetkililer de duyar.. Dünya Bankası – IMF güdümünde sürdürülen
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM saçmalığının daha fazla daytılmasının olanaksılığını
ya da olağansütü yüksek – sürdürülemez faturasını
algılayabilirler..

Hastalar_musteri_olacak_Recep_Akdag

Yıllardır bu sitede yazıyoruz, konferanslarda, derslerde anlatıyoruz..
17 Ocak 2016 Pazar günü Ulusal Kanal’da Alternatif Programında Sayın Sebahattin Önkibar’ın konuğu olacağız (Sabah saat 11:00’e doğru).. Sağlık sisteminde neler yaşandığını, talanı, rantı.. bir kez daha anlatmaya çabalayacağız..

AKP iktidarını bir kez daha, iyice geç olmadan, bu dış güdümlü ve ancak dayatanlara
yararı olacak, ülkemiz – halkımız için ise yıkımdan başka sonuç vermeyen SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM politikasına son vermeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
10 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini, okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı..

Dostlar,

Araştırmacı gazeteci -yazar geleneğini sürdüren çok yetenekli yazarlarımızdan biri,
görüşlerini paylaşmayan pek çok çevrenin de hakkını vererek onayladığı Yılmaz ÖZDİL..

Yazıları gerçekten birbirinden öğretici, düşündürücü ve de en önemlisi sorgulatıcı..
İnsanlık SORGULAMAYI öğrendiğinde, Kurtuluş Güneşi ufuklarımızda
yükselmeye başlayacak.

Bize göre bir insana verilecek en büyük armağan; SORGULAYAN AKIL kazandırmaktır.
Ama Türkiye, ezberci eğitimle ZİHİNSEL SOYKIRIM uygulamakta.. AKP ile iyice hızlandı.
onbinlerce bebe Kuran’ı ezberlemeye, Hafız olmaya zorlanıyor, bu soykırım teşvik ediliyor.
Binlerce Kuran kursunda onbinlerce çocuk öğrenci.. İnsan ve çocuk hakları ayaklar altında.

Kuran’ı anlayarak öğrenmeye / öğretmeye dönük kurslara neden pek rastlamıyoruz ??

Aydınlanma öncülerinden Alman felsefeci İmmanuel Kant‘ın feryadı kulaklarımızda :

  • SAPERE AUDE, SAPERE AUDE, SAPERE….AU…
    (Aklını fark et, aklını kullan, aklını kullan…)G20 Türkiye-2015 Doruğu’nun ardından yine dağ fare doğurdu denebilir.. Ancak bu yargı beklentinize bağlı. Doğrusu biz düş kırıklığına uğramadık, çünkü -sanırız- beklentilerimiz gerçekçi idi, yani Dünya Barış ve gönenci için anlamlı bir somut katkı veya gelecek için
    uygulanabilir çözüm önerileri zaten beklemiyorduk.
  • RTE egosunu biraz daha besleme olanağı buldu, dileriz bir süre idare eder ve bu arada
    doğru şeyler yapılır Türkiye’de.. Kısa süre sonrasını bilemiyoruz.. Narsisistik kişiliklerin onmaz ego doyumsuzluğu sorununun çözümsüzlüğü için sıradan bilimsel yazına (literatüre) bakılabilir.
    (DSM V’te Narsisistik Kişilik Bozukluğu  olarak tanımlanıyor. İngilizcesi “Narcissistic Personality Disorder” ancak.. bu “Disorder” karşılığı “Bozukluk” dendiğinde kimi cevval savcılar salt bu gerekçe ile hakaret davası açabiliyor!.. Ne günlere kaldık!??)26. genel seçimlerde RTE kimleri aday yaptı ve TBMM’ye taşıdı, Kanada ile karşılaştırmalı olarak Özdil’in yazısından ibretle okuyoruz.. Özellikle son paragrafı :
  • “Bizim asrın lideri ise… Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini,
    okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı.
    Bana sorarsanız G20’nin en önemli sonucu budur. Elalem, astronotu tercih etti. 

    Bizim ahali, bizimkinin şoförünü.”Sevgi ve saygı ile.
    18 Kasım 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    ========================

    G 20

Yılmaz Özdil Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 17.11.2015

Annesi hippi’ydi. Nerde akşam orda sabah takılıyor, esrar kullanıyordu. Babasıyla birlikte olmaya başladıklarında henüz reşit değildi, 17 yaşındaydı. Aralarında 30 yaş fark vardı.
Nikah masasına oturduklarında, annesi 22 yaşında, babası 52 yaşındaydı.
*
Üç çocukları oldu ama, üç çocuk annesi hâlâ ele avuca sığmayan bir çiçek kız’dı.
Resmi davetlere sutyensiz gidiyor, süper mini giyiyor, üstelik külot giymiyor, kahkahayla
frikik veriyordu. Skandallar kraliçesiydi, paparazzi ordusuyla geziyordu. Mesela… Rolling Stones konserine gitti, çıkışta buhar oldu, nerede olduğu bilinmiyordu, geceyi Mick Jagger’la geçirdiği konuşuluyordu. Gazeteciler sabaha kadar otel otel aradı. Ertesi gün anlaşıldı ki,
Mick Jagger’la değil, Rolling Stones’un gitaristi Ronnie Wood’la beraber olmuştu.
*
Neticede, çocuklarını kocasının başına bıraktı, evi terketti. New York’un efsane gece kulübü Studio 54’ün müdavimlerinden oldu. Bir gece Andy Warhol’un kolunda, bir gece Mikhail Baryshnikov’un yanında, bir gece Truman Capote’nin masasındaydı. Sosyete dergilerinin kapaklarındaydı. ABD Başkanı’nın kardeşi, senatör Ted Kennedy’yle aşk yaşadı.
Jack Nicholson’la aşk yaşadı.
*
Diyeceksiniz ki, annesi bunları yaparken, annesinden 30 yaş büyük babası ne yapıyordu?
Gelmiş geçmiş en büyük zamparalardan biriydi. Barbra Streisand’la aşk yaşadı. Mick Jagger’ın eşi Bianca Jagger’la aşk yaşadı. Sex and the City’den tanıdığımız Kim Catrall’la yattı.
Klasik gitarın first leydisi olarak bilinen Liona Boyd’la yattı. Grammy ödüllü şarkıcı Gale Zoe Garnett’le yattı. Superman’i boynuzladı kardeşim… Superman filminde Superman’in
kız arkadaşı Lois Lane’i canlandıran Margot Kidder’la beraber oldu.
*
Görüldüğü gibi, annesiyle babası cümle alemle yatıyor, bi tek birbirleriyle yatmıyorlardı…
E nihayet boşandılar.
*
Babası, çocukların velayetini aldı. Annesi bir başkasıyla evlendi, iki çocuğu daha oldu,
gene boşandı. Babası, 2000 senesinde öldü. Babası hastanedeyken, annesi geldi, günlerce başucunda oturdu, son nefesini verene dek elini tuttu. Çünkü aslında, başka kollardayken bile birbirlerini seviyorlardı, ruhen birbirleri için yaratılmışlardı ama, evlilik onlara göre değildi. Jenerasyon farkı da, tuz biber ekmişti.
*
Annesi şu anda 67 yaşında… Yüreğindeki fırtınaları dindi, nihayet duruldu. Sivil toplum örgütlerinde çalışıyor. Gençliğinde ihmal ettiği çocuklarıyla ve torunlarıyla mutlu bir
babaanne olarak yaşıyor.
*
Kim bu insanlar diye merak edersiniz?
*
Hani, G20 zirvesinin en dikkat çekici ismi, Kanada başbakanı Justin Trudeau var ya…
İşte O’nun ebeveynleri. (AS: ebeveyn : anababa!)
*
(Babası Pierre Trudeau, kendisi gibi, Kanada başbakanıydı. 14 yıl  iktidarda kaldı.
Fransa yanlılarını yenilgiye uğrattı, Kanada’nın bölünmesini engelledi. Ülkesinin Birleşik Krallık’tan fiilen ayrılmasını sağladı, Kanada’nın tam bağımsızlığını ilan etti. Hem kendisinin, hem de eşi Margaret’in çalkantılı özel yaşamına karşın… Kanada tarihinin en başarılı başbakanıydı.)
*
(G20 ülkelerine bakarsak… Almanya’nın Cumhurbaşkanı Gauck, evli ama eşinden ayrı yaşıyor, kendisinden 20 yaş küçük sevgilisi var, saklamıyor, resmi gezilere bile sevgilisiyle gidiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin, kendisinden 30 yaş küçük jimnastikçi sevgilisi yüzünden 30 yıllık eşinden boşandı. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, eşini sevgilisiyle aldattı, sevgilisini de yeni sevgilisiyle aldattı, kadınlar birbirine girdi, adamın özel yaşamı öylesine karışık ki, anca grafikle anlatılabiliyor. ABD eski başkanı B. Clinton, stajyer Monica’yla enselendi, eşi Hillary boşanmadı, Dışişleri Bakanı oldu, seneye Başkan olabilir. Çünkü… Gelişmiş ülkelerin milletleri, kim kiminle yatmış, ilgilenmiyor. Milletin orasına koyan var mı, ona dikkat ediyor!)
*
Kanada’ya dönersek…
Üç yaşındaki Aylan’ın cansız bedeni Bodrum sahilinde karaya vurana kadar, Kanada’da muhafazakar hükümet vardı. Aylan’ın halası Kanada vatandaşıydı, Aylan’ın babası Kanada’dan sığınma talep etmiş, reddedilmişti, mecburen çocuklarıyla birlikte bota binip Yunan adasına geçmeye çalışmıştı. Aylan’ın tüm dünyada manşet olan fotoğrafı, Kanada’da hükümetin değişmesine neden oldu, Justin Başbakan oldu. Kanada halkı, hükümeti cezalandırmıştı.
*
Türkiye’de ise… Aylan öldü, bizim hükümetin oyları arttı. Kanada halkı cezalandırırken,
bizim muhafazakar ahalimiz ödüllendirmişti!
Aylan’ın ölümü, Kanada’da bardağı taşıran damlaydı. Çünkü, muhafazakar iktidar döneminde, Kanada’nın borcu artmış, yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmıştı.
Türkiye’de ise… Ayakkabı kutularından dolarlar, yatak odalarından para kasaları fışkırdı, muhafazakar ailelerde büyümüş muhafazakar siyasetçilerimiz alenen hırsızlıkla suçlandı, muhafazakar iktidarımız oy patlaması yaptı.
*
Justin Trudeau hükümet kurdu, kadın-erkek eşitliği fıtrata ters değil dedi, 30 bakanlığın 15’ini kadınlara verdi. Irk, din ayrımı yapmadı, bakanları arasında Afgan kökenli de var, kızılderili kökenli de var, müslüman da var, ateist de var. Nobel Barış Ödülü sahibi profesörü teknoloji bakanı yaptı. Afganistan’da Bosna’da vuruşmuş, madalyalı savaş kahramanı subayı savunma bakanı yaptı. Maganda kurşunuyla rastgele vurulan ve tekerlekli sandalyeye mahkum olan avukatı gazi işleri bakanı yaptı. Görme engelli, olimpiyat madalyalı, paralimpik yüzücüyü, spordan ve engellilerden sorumlu bakan yaptı. Uzay mekiğiyle bir değil, üç kez uzaya çıkan astronotu, ulaştırma bakanı yaptı.
*
Bizim asrın lideri ise… Damadını, avukatını, doktorunu, metin yazarını, muhasebecisini, okul arkadaşını, asker arkadaşını, makam şoförünü milletvekili yaptı.
Bana sorarsanız G20’nin en önemli sonucu budur.
Elalem, astronotu tercih etti. Bizim ahali, bizimkinin şoförünü.
===============

“Soykırım” emperyalist bir yalandır

“Soykırım” emperyalist bir yalandır

portresi_kravatli

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 17.10.15

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 100 yıllık iftiranın davasında, Doğu Perinçek lehine karar verdi. Böylece, evrensel hukuk resmen tescil etti:

Ermeni soykırımı iddiası emperyalist bir yalandır.
*
12 Mart muhtırasında tutuklandı.  20 seneye mahkum edildi. Üç sene yatırıldı.
12 Eylül darbesinde tutuklandı. Sekiz seneye mahkum edildi. Beş sene yatırıldı.
1990’da tutuklandı. Üç ay yatırıldı.
1998’de tutuklandı. 10 ay yatırıldı.
2008’de tutuklandı. Müebbete mahkum edildi. Altı sene yatırıldı.
*
İki saniye boş bıraktılar kardeşim…
“Soykırım” iddiasını mahkum ettirdi, Türkiye Cumhuriyeti devletini beraat ettirdi.
Hal böyleyken…
“1915 soykırımdır” diyen Ermeni kökenli milletvekilini Meclise taşıyan AKP,
19 milyon oy aldı.
“1915 soykırımdır” diyen Ermeni kökenli milletvekilini Meclise taşıyan Yeni CHP,
12 milyon oy aldı.
“1915 soykırımdır” diyen Ermeni kökenli milletvekilini meclise taşıyan HDP,
altı milyon oy aldı.
“Ermeni soykırımı iddiası emperyalist bir yalandır” diyen Doğu Perinçek,
yalnızca 161 bin oy aldı.
*E bu durumda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi sayın ahalimizden daha iyi bilecek
değil herhalde!

Bence gene içeri atılsın Doğu Perinçek
Dışarda kalınca başımıza iş çıkarıyor, sayın partilerimizi “yalancı” durumuna düşürüyor, “emperyalistlerin şahidi”durumuna düşürüyor.

==================================

Dostlar,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 15 Ekim 2015 günü kazanılan
Doğu Perinçek / İsviçre davasının ülkemiz kazanımları görkemlidir.
Ne yazık ki AKP iktidarı bir yandan, davacı Vatan Partisi Doğu Perinçek olduğundan
bu büyük ulusal kıvancı görmezden gelmekte; bir yandan da AB – ABD’nin yönlendirmesiyle
haksız Ermeni savlarıyla / iftirasıyla aymaz bir uzlaşma çabası içinde bulunmaktadır..

Bu politikanın milli olduğu söylenebilir mi??
Türkiye’nin belini kıracak gaflet içindeki dış politika, AKP’nin güttüğü gayrı milli politikadır.
AKP Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını savunMAmakta, kendisini iktidara getiren
Batı güdümünde hareket etmektedir.. Bu onursuz durum kabul edilemez ve sürdürülemez..

Vatan Partisi Doğu Perinçek, bir yurttaşın ülkesine verebileceği en değerli katkılardan birini daha vermiştir. Bu aydın insanın 70+ yıllık yaşamının 11 yıl dolayında çok uzun bir bölümü haksız yere, salt Solcu – Devrimci – ATATÜRKÇÜ olduğu için zindanlarda geçirilmiştir.. Perinçek yine de yaşama ve ülkesine küsmemiş, Devrimci – ATATÜRKÇÜ savaşımını
bilgece sürdürmüştür.

Şu yüce gönüllülüğe bakar mısınız ?!

* Görkemli evrensel hukuk – dış politika başarısını kendi kişiliğine mal etmeyerek
bir takım çalışması olarak sunmakta ve en önemlisi de
VATAN SAVUNMASINDAKİ MEHMETÇİĞE armağan etmektedir..

Bin selam olsun bu soylu duruşa…
Unutulmasın, unutturulmasın, çok yönlü diplomatik gerekleri yerine getirilsin diye,
usta ve haksever yazar Yılmaz Özdil‘in geçen haftaki yazısını özellikle paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
27 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hiç işleri bakanı

Hiç işleri bakanı

Yılmaz Özdil
Yılmaz Özdil

SÖZCÜ, 13 Ekim 2015

Hüseyin Çapkın, polisti. İstanbul’a gelmeden önce, Mersin, Antalya, Gaziantep, Adana,
Bursa, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı, mesleki tecrübesi zirvedeydi.
*
Celalettin Cerrah, polisti, İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 250 bin nüfusluydu. Maalesef, İstanbul Emniyet Müdürü’yken, sinagoglar, banka, konsolosluk havaya uçtu, Hrant vuruldu.
*
Geriye doğru gidersek… Hasan Özdemir, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Ankara, Samsun, Mersin, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kazım Abanoz, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı. Ramazan Er, polisti, Diyarbakır, Adana, Ankara gibi, kalabalık büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kemal Yazıcıoğlu, polisti, İzmir emniyet müdürlüğü yapmıştı. Orhan Taşanlar, polisti, İzmir ve Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı. Necdet Menzir, polisti, Diyarbakır ve Kocaeli gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Mehmet Ağar, polisti, Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı.
*
Hamdi Ardalı, polisti. İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 400 bin nüfusluydu. İstanbul Emniyet Müdürü’yken, ne Çetin Emeç kaldı, ne Turan Dursun, ne Hiram Abas, hepsini vurdular İstanbul’da… Dolandırıcılık, uyuşturucu, suç patladı. Hamdi Ardalı hac’dayken, İstanbul Adliyesi bile tarandı.
*
Ve şimdi, Selami Altınok.
Polis değil. Vali bile sayılamaz.
Çünkü, alt tarafı bir senedir valilik yaptığı Aksaray’dan başka valiliği yok. İstanbul’un Aksaray semtinin nüfusu, valilik yaptığı Aksaray şehrinden daha kalabalık… İstanbul’da hiç görev yapmadı. Görev yaptığı Anadolu ilçelerinin en büyüğü, 60 bin kişi filan.
*
Yukardaki kariyerleri ve neticelerini tekrar incelemenizi rica ederim. İstanbul’u üniversite olarak kabul edersek… İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Bursa gibi büyükşehirler, lisedir. Liseyi bitirmeden, üniversiteye geçemezsin. Büyükşehir tecrübesi olmayan emniyet müdürleri, kontrol edemez, kaçınılmaz olarak, İstanbul’da faciaya yol açar. Polis olmayan emniyet müdürü ise, resmen intihardır.
*
Selami Altınok’u küçümsemek manasında söylemiyorum… Bizzat kendisi “tanımaya çalışıyorum, farklı bir teşkilat, fazla ilgilenmediğim bir teşkilat, öğrenmeye gayret ediyorum” diyor. Daha ne desin?
*
Yanılmak umuduyla… Ama maalesef, yanılmayacağımdan emin olarak yazıyorum. Malum şahısların koltuğunu ve çocuklarını korumak için, 17 milyon insanın emniyeti, güvenliği, hayatı riske atıldı.
* * *
Buraya kadar okuduğunuz yazıyı… Selami Altınok’u İstanbul emniyet müdürlüğü koltuğuna oturttukları gün yazmıştım.
*
İstanbul’daki sadece 19 aylık görev süresi içinde, maalesef… Burakcan Karamanoğlu karanlık şekilde öldürüldü. Dolmabahçe Sarayı’na iki defa silahlı saldırı yapıldı. Çeçenistanlı kadın canlı bomba Sultanahmet’te patladı. Özbek din adamı Buhari, suikastla öldürüldü. Tacikistanlı muhalif lider Kuvatov, suikastla öldürüldü. ABD Başkonsolosluğu silahlı saldırıya uğradı. Sultanbeyli’deki Fatih Karakolu bombalandı. İstanbul’un göbeğindeki İstanbul Adliyesi basıldı, savcı Selim Kiraz rehin alındı, şehit edildi.
*
Bu büyük başarılarından (!) ötürü, ödüllendirildi. İçişleri Bakanı yapıldı. Ankara’nın göbeğinde, Türkiye tarihinin en ağır terör saldırısı meydana geldi, 97 insanımız katledildi.
*
Çünkü… “Hiç” işleri bakanıdır.
O’nun gibi tecrübesiz-yetersiz birini, hotantu kabilesinde bile emniyet müdürü yapmazlar,
çadır devletlerinde bile içişleri bakanı yapmazlar. İnsanlık tarihi defalarca kanıtlamıştır ki, liyakat hayatidir. Dolayısıyla… Testi kırıldıktan sonra Selami Altınok’u istifaya çağırmak hikayedir. Selami Altınok gibilerini, özel uçağıyla getirip, makamlardan makamlara oturtanın, istifa etmesi gerekir!
*****

LEVENT AĞABEY

Hani derler ya… Sen bizi güldürdün.
Allah da seni güldürsün. Yarın.

============================

Dostlar,

Ne ekleyelim ki kalem ustası Yılmaz Özdil‘in bu yazısınıa..
Çiçeği burnunda İçişleri Bakanı Selami Altınok hakkında dün Cüneyt Ülsever‘in yazısına da sitemizde yer verdik.. Her zamanki gibi altında da bizim yorumlarımız – katkılarımız var…
Bakılmasını, okunmasını dileriz.. (http://ahmetsaltik.net/2015/10/13/suruc-katliami-ile-ankara-katliami-arasindaki-fark/)

Bay RTE bu gün buyurmuşlar ki,
“Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.”

  • 15-20  Kasım 2003 : İstanbul’da dinci teröristler çifte bımbalı saldırı yaptı, 57 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 22 Temmuz 2004 : Hızlandırılmış tren Sakarya Pamukova’da raydan çıktı, 41 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 25 Ağustos 2009 : İstanbul’da yaz ortasında sel felaketi yaşandı, 31 kişi boğularak öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 17 Mayıs 2010 : Zongulda’da Devlete ait maden ocağında (Karadon) grizu patladı,
    30 işçi öldü, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 11 Mayıs 2013 : Hatay Reyhanlı’da Dinci IŞİD Teröristleri 2 bombalı araç patlattı,
    52 kişi öldü, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 13 Mayıs 2014 : Manisa Soma’daki maden faciasında 301 işçi yer altında yanarak öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI (AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002 – Eylül 2015 arasında 12 yıl 10 ayda, kayda girebilen toplam 16058 işçi iş cinayetlerinde kurban oldu…)
  • 6-7 Ekim 2014 : Diyarbakır’da Hizbullah PKK’ya ateş açtı, İSTİFA EDEN OLMADI
  • 20 Temmuz 2015 : Şanlıurfa Suruç’ta IŞİD bomba patlattı, 34 kişi öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • 10 Ekim 2015 : Ankara’da 2 canlı bomba patlarıldı, 97 insanımız öldü,
    İSTİFA EDEN OLMADI
  • PKK ve türevleri ile çatışmalarda Asker – polis – korucu – sivil yurttaş yitiğimizin sayısını
    bilen var mı??

Toparlayabildiğimiz bunlar.. (SÖZCÜ, 13.10.12 günlü haberinden de yararlanarak..)
Peki, hangi durumda bir devlet yöneticisi, bir politkacı istifa eder??
Bay RTE buyurmuşlar ki; “Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.”
Bunca kanlı olayda AKP iktidarında hiçbir bürokrat ya da politik sorumlu istifa etmedi.

İSTFA MEKANİZMASI ne zaman çalıştırılabilir Bay RTE?
Kafanızdaki rakam, ölü sayısı kaçtır bir Bakanın istifası için?
Hükümetin istifası için?
Sizin istifanız için??
Binler, onbinler mi telef olmalıdır istifa denen onurlu davranışı akıl edip gerekeni yapasınız??
Toplamda bakarsanız o da olmuştur..
Salt 16058 işçi ölümü var 13 yıllık tek başına iktidarınızda.
Ve AKP iktidarı olarak bu işçi cinayetlerine “fıtratında var”, “güzel öldüler..” türünden açıklamalar getiren bir tiynettesiniz Başbakan ve Çalışma Bakanı düzeyinde!?..
Soma felaketinde Bakanlık müfetişlerinin Savcıyta ifade vermesine izin vermeyenn
Çalışma Bakanı da sizin takımınızdan..

İnsanlık tarihi sizi KAP KARA yazacak, kıp kırmızı yazacak..
Bunca zulüm Türkiye tarihinde görülmedi..
İntikamsa, Cumhuriyet’ten fazlasıyla alındı!

Prof. Yaşar Nuri Öztürk
‘ün vurguladığı gibi, 1071’den bu yana 1000 yılın zulmüdür bu.

Ve yine Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün isyanı ile,

  • Ben Tanrı olsam, ilk işim bu milletin belasını vermek olurdu…

    Bunu yaşıyoruz.. Sonu nereye varacak dersiniz eyyy AKP’liler ve Bay RTE???
    Bundan size hayırlı bir sonuç, selamaetli bir menzil çıkar mı??
    Bir kez daha düşünün, vicdanınızın –kaldıysa kırıntılarının– isyanını duyabiliyor musunuz??

    Sevgi ve saygı ile.
    14 Ekim 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Rus uçağını vururuz filan…

Rus uçağını vururuz filan…

Yılmaz Özdil

SÖZCÜ, 8 Ekim 2015

Putin, Leningrad Üniversitesi’nden hukuk diploması alırken,
bizimki imam hatipten mezun oldu.
Putin KGB’ye girdi, bizimki İETT’ye girdi.
Putin yarbay rütbesiyle Doğu Almanya’da casusken, bizimki kantin asteğmeniydi.
Putin KGB’nin yerini alan istihbarat teşkilatı FSB’nin başkanlık koltuğuna otururken,
bizimki Taliban’ın dizinin dibinde oturuyordu.
Putin düzenli olarak yüzüyor, rafting ve kayak yapıyor, badmington ve buz hokeyi oynuyor, judo ve karatede kara kuşak, dünyada 10’uncu dan mertebesine ulaşmış sadece yedi kişi yaşıyor, Putin karatede altıncı dan, judoda sekizinci dan, sambo’da master seviyesinde, silahsız savunma manasına geliyor, aikijutsu, jujitsu, aikido, judo ve güreşin karışımından oluşuyor, modern savaş sanatı kabul ediliyor, bizimki spor yapmıyor.
Putin ata biniyor, bizimki düştü. Putin dalgıç, bizimki değil.
Putin arkeolojik kazıya katıldı, amfora çıkardı, bizimki “çanak çömlek” diyor.
Putin mini denizaltıyla 1400 metre derine indi, bizimki donanmayı imha etti.
Putin pilot, bizzat kendisinin kullandığı SU-27 tipi savaş uçağıyla Çeçenistan’ı vurdu, TU-160 tipi ağır bombardıman uçağıyla havacılık fuarında gösteri uçuşu yaptı, BE-200 tipi tanker uçağını kullanarak orman yangınına müdahale etti, bizimkinin ise, hangardaki uçmayan pırpır uçağın koktipinde pilot montuyla fotoğrafı var.
Putin piyano çalıyor, Brahms, Mozart, Çaykovski, Rahmaninov, Schubert, Liszt dinlemeyi seviyor, bizimki müzik aleti çalamıyor, makam otomobilinde Cengiz Kurtoğlu dinliyor.
Putin favori şarkısının Beatles’dan Yesterday olduğunu söylüyor,
bizimkinin favorisi Uğur Işılak’tan çakma dombıra.
Putin bale izlemeyi seviyor, bizimki balenin “belden aşağı bi şey” olduğunu söylüyor.
Putin klasik müzik konserlerini kaçırmıyor, bizimkinin kendi adına senfoni orkestrası var, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, ona bile gitmiyor.
Putin İngilizce, Almanca, Fransızca ve İsveççe biliyor, bizimki Arapça ve van münüts biliyor.
Putin tarih ve felsefe kitapları okumayı seviyor, Ömer Hayyam’ın hayranı,
bizimki kitap okumuyor.
Putin, Harley Davidson kullanıyor, gençlik festivaline gidiyor, bizimki motor kullanamıyor, gençlik festivalinden vazgeçtik, gençlerin parktaki banklarda yan yana oturmasını bile istemiyor.
Putinka adıyla votka var, bizimki ayran için diyor.
Putin’in köpekleri var, biri labrador retriver, öbürü çoban köpeği, bizimki köpekleriyle
yatıp kalkanları sevmiyor.
Putin’in uzay istasyonu, uzay gemileri var, bizimkinin gemicikleri var.
Putin nükleer güç, bizimki en az üç.
*
Medvedev, Leningrad Üniversitesi’nden hukuk diploması aldı, hukuk doktorası yaptı,
bize dünyanın en uzun borusunu döşeyen Gazprom’un yönetim kurulu başkanı oldu,
hard rock müzik tutkunu, Led Zeppelin, Black Sabbath, Pink Floyd ve özellikle Deep Purple hayranı, plak koleksiyonu var, çalışma ofisinde bakımını kendisinin yaptığı akvaryumu var, Sibirya cinsi kedisi var, her gün satranç oynuyor, istisnasız, her sabah 1500 m, her akşam 1500 m yüzüyor, yoga yapıyor, kürek çekiyor, halter çalışıyor. Bizimki Ahmet Kiziroğlu,
bir bilge adam, bir yiğit adam, peh peh peh peh.
*
Alexander Bortnikov, Rus istihbarat teşkilatı FSB’nin başkanı, aralıksız 40 senedir KGB’de görev yapıyor, orgeneral… Bizimki emekli astsubay, MİT’e zart diye tepeden indi,
Oslo’da yakalandı, az daha tutuklanıyordu, silah yüklü TIR’ları yakalandı,
füze attırayım derken yakalandı, kaçayım milletvekili olayım dedi, onu da beceremedi.
*
Sergey Shoygu, Rusya savunma bakanı, Türk kökenli, orgeneral, Türkçe dahil 9 lisan biliyor. Bizimkiler “Türk yoktur” diyor, kendi generallerimiz için “iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” diyor.
*
Valery Gerasimov, 2012’den beri Rusya genelkurmay başkanı, Ukrayna’yı haşat etti,
Kırım’ı işgal etti, şimdi de Suriye’ye girdi… Bizimkiler tarafından hapse atılan, terörist yaftası yapıştırılan, müebbete mahkum edilen Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı ise,
hâlâ Yargıtay’da ifade veriyor, 2012’den beri sanık.
*
Yani?
*
Sonradan yas ilan etmemek için…Önceden kı’yas yapayım dedim.

=======================================

Dostlar,

Nefis bir Yılmaz Özdil klasiği daha..
8 Ekim’de yayımlanmıştı, SÖZCÜ’de..
Ertesi gün yayımlayacaktık ama araya 10 Ekim Kanlı – Kara Cumartesi girdi araya..

Bu yazıyı paylaşmadan edemezdik…
Değerli Özdil‘i çabası, emeği, araştırarak yazışı, zekası ve esprileri ile….
Ulusumuzu uyarıcı – gözünü açıcı yazıları için kutluyoruz..
Ülkemizin yöneticileri ile Rusya’nın yöneticilerinin deriiiin farklarını sergilemiş..
Hakımız kendine benzeyeni seçiyor..
Hala kendine çoban arıyor.. Despot 2. Abdülhamit’in galatı sürüyor..

– Tebaam bir sürü, ben de onlara çobanım..

Halkımız iyi eğitim alamıyor.. Siyasetin sefil oyunlarını göremiyor..
Makarna- sabuna “oy” unu veriyor..
Osmanlı ürünü Din – tarım toplumu hala dönüşemedi..

Çirkin siyasetçi İNSANIN İNSANLAŞMASINA – ÖZGÜRLEŞMESİNE değil,
sefilce sömürüsüne oynuyor.. Kaypak iktidarlar, mide bulandıran demokrasi söylemleri
bu ahlak dışı sahnede oynanıyor..

Türkiye’nin KÖKLÜ BİR KÜLTÜR DEVRİMİNE gereksinimi var..
Hatta buna mahkum…

Sokaktaki insan AKLINI FARKEDECEK, BİLİMİ TANIYACAK..

En az birkaç onyıl kararlılıkla sürdürülecek bir KÜLTÜR DEVRİMİ..

İnsanı insanlaştıracak, ERDEMLİ BİR TOPLUM YARATACAK..

Bu nasıl olacak??

ULUSALCI – MİLLİ BİR HÜKÜMETLE!..

Hedef bu olmalı..

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Milletimizin başı sağolsun deniyor ama… Baş’ı değiştirmezsek millet sağ olmayacak


Milletimizin başı sağolsun deniyor ama… Baş’ı değiştirmezsek millet sağ olmayacak!

Yılmaz Özdil
Yılmaz Özdil

SÖZCÜ, 11 Ekim 2015

Hemen çıkmaz ortaya… Saklanır.
Ortalığın yatışmasını bekler.
“Yazılı açıklama” yapar.  “Kınıyorum” der.
“Şiddetle” kınar. “Lanet”ler.
“Menfur saldırı” der. “Teessürle öğrendiğini” söyler.

“Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı, yaralılara acil şifalar” diler.
“Birlik ve beraberliğimizin hedef alındığını” anlatır.
“Ülkemizin huzuruna, istikrarına kastetildiğini” belirtir.
“Faillerin en kısa sürede belirleneceğine inandığını” ifade eder.
“Sağduyu” çağrısı yapar. “Siyasi partileri ve medyayı sorumlu davranmaya” davet eder.
“Programlarını iptal” eder. “İçişleri bakanından bilgi” alır.
Hep aynı klişedir. Reyhanlı, Suruç, Ankara.
Hep böyledir. Öbürü desen…
“Güvenlik zirvesi” toplar.
“Derhal” toplar. “Gerekli talimatları” verir.
“Şiddetle” kınar. “Lanet”ler.
“Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı, yaralılara acil şifalar” diler.
“Birbirimizi suçlama zamanı değil, kenetlenme zamanı” der.
“Ortak deklarasyon” çağrısı yapar.
“Geniş çaplı operasyon” başlatılır.
Hep “geniş çaplı” başlatılır.
“Üç bakan” olay yerine gider. “İncelemelerde” bulunulur.
“İlk belirlemelere göre, güvenlik zafiyeti olmadığı” açıklanır.
“Zamanlama”sına dikkat çekilir. “Manidar olduğu” belirtilir.
“İstifaya gerek olmadığı” söylenir
“Yayın yasağı” getirilir.
*
Çünkü yayın yasağı getirilmezse…
“Milletin çocuklarını korumak için ne yapmalıyız; İtalya’ya mı göndermeliyiz?”

diye sorulur!

===============================

Sağol Yılmaz Özdil!

Duygularımıza, düşüncelerimize ve de acılarımıza tercüman oluyorsun..
Ustalıkla, derin özdeşim (empati) ile..
İnsan duyarlığınla..

Bu böyle gitmez!..

  • AKP – RTE bu kanlı tablonun 1. derecede sorumlusudurlar.
    Çıplak gerçek budur!

Halkımız, böylesine “kanaya kanaya” da olsa gerçeği öğrenecek..
20 milyona yakın AKP seçmeni “kitle” Stockholm sendromundan kurtulacak..
Sado-mazohizmine son verecek..
Yaşaya yaşaya öğreniyor..
Deneme yanılma ile ne yazık ki..

Eğitimsiz bırakılarak “öngörü” yapması acımasızca engelleniyor çünkü..

Aklı erene – aydına çooook  ama çoook ağır – sabırlı – akıllı – her şeye karşın serinkanlı – planlı – örgütlü çaba göstermek düşüyor..
Sonuç alana dek…

Kökü dışarıda bu “proje partisi AKP” den kurtulana dek…
Bereket ilk fırsat çok yakın..
1 Kasım 2015.. 
Kıyamet tarihi sanki..

Bir adam, koca ülkeyi TEK BAŞINA ŞİRKET PATRONU GİBİ YÖNETMEK istiyor..
Açık açık da söylüyor bunu hiç sıkılmadan..
İnsanlığın bunca yıllık uygarlık birikimini hiçe sayıyor çünkü habersiz..
78 milyon kendisine biat etsin, Halife bellesin istiyor..
Demokrasi tramvayından ineli yıllar oldu..
Bu arada çooooook ağır suçlar da işlendi..

Hedef 2023; ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ..

Ama öyle kolay değil..
Yollar mayınlı; yani Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık demokratik birikimi var..

AKP – RTE kesinlikle yenilecek ve halka hesap verecek..

1 Kasım’da seçime katılım her 1 puan arttıkça,
AKP’nin oy oranı da nerdeyse 1 puan düşüyor..

Yurttaş, 1 Kasım’da oy kullan, geçerli oy ver..
kime verirsen ver ama mutlaka oy’unu kullan..

AKP – RTE’den kurtulmanın başka yolu yok...

Sevgi ve saygı ile.
11 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

19 MAYIS

 19 MAYIS

Yılmaz Özdil

 

 

 

 

 

“Kim bu?” desem…

Kırk yıl düşünün.
Aklınıza gelmez.

*
1919’da, İstanbul’daki işgal komutanlığı tarafından, Anadolu şehirlerine dağıtılan
“Mustafa Kemal” fotoğrafı bu!
*
Kalpak değil, afilli fes takıyordu. Besili yanaklarıyla, fırfırlı papyonuyla, subay tıraşı yerine pofidik saçlarıyla, Anafartalar kahramanından ziyade, saray soytarısı damat ferit’e benziyordu.
*
“Ya istiklal, ya ölüm” diyeceğine, “gidelim serv-i revanım, yürü sadabade” diyecekmiş gibi duruyordu. Cephelerin Sarışın Kurt’u, salon fino’larını andırıyordu.
*
Çünkü…
Anadolu’da gazete yoktu.
Mustafa Kemal’in adı biliniyordu ama, cismi bilinmiyordu.
Bu zavallı durumu kullanan işgal kuvvetleri, zihinleri bulandırmak için kara propaganda başlatmıştı. “Mustafa Kemal” diye yukarda gördüğünüz vesikalık fotoğrafı yayıyordu.
Sahte fotoğrafla birlikte, sahte biyografi hazırlamışlardı, türlü yalanlarla doluydu.
*
Amaç?
Elbette, ahaliyi kandırmaktı.
“Peşinden gitmeye değmeyecek biri olarak tanıtmak”tı.
Direnişe zarar vermekti.
Bir kişi bile inansa, bir kişi bile tereddüte kapılsa, kârdı.
*
E bakıyoruz bugün…
“Ayyaş” deniyor.
“Camiyi ahır yaptı” deniyor.
“Soykırımcı” deniyor.
Bir kişi bile inansa, bir kişi bile tereddüte kapılsa, kâr biliniyor.
*
Çünkü hâlâ… Padişahları var, gazeteci kılıklı Ali Kemalleri var, Seyid Rızaları var,
İngiliz muhipleri var, hâlâ Amerikan mandacıları var.
19 Mayıs’la mücadele, aynı kadroyla devam ediyor.
– Peki millet hâlâ 1919’daki millet mi diye sorarsanız…
19 gün sabır, göreceğiz!

Kabe maketi

Kabe maketi

AKP’li Üsküdar belediyesi umreye gidemeyenler için, kutsal toprakları Üsküdar’a getirdi. Belediye binasının önüne Kabe maketi, Hira mağarası maketi, muallak taşı maketi, zemzem kuyusu maketi kondurdu. Dört metreye beş metre ölçülerindeki Kabe maketini tavaf edenlere zemzem suyu ikram ediliyor. Peygamber efendimizin evinin maketi var, peygamber efendimizin temsili eşyaları sergileniyor. Hira dağı maketi Kabe’den küçük,
iki metre yüksekliğinde… Peygamberimizin devesinin maketi ise, gerçek deve boyutlarında.
*
Kabe maketinin etrafında yasin-i şerif okuyan vatandaşlara hurma dağıtılırken…
İhram giyerek Kabe maketini ziyaret etmek isteyen temsili hacı vatandaş, gözaltına alındı.
*
AKP’li Tuzla belediyesi, hicret parkuru hazırladı. Rehber eşliğinde yürüyerek
Mekke’den Medine’ye gidiliyor. Mesire alanına kurulan dekorlarda, Kabe var,
Safa tepesi var, Merve tepesi var, Ümmü Mabed çadırı var, Sevr mağarası var.
Parkur boyunca, yol kenarlarında deve maketleri bulunuyor.
436 kilometrelik hicret, yarım saat sürüyor.
*
E, 46 gün sabredin gari…
Sıra “şeytan taşlamaya” geldi!

==============================

Dostlar,

Toplumca tırlatmaya az kaldı galiba..

AKP iyice zıvanadan çıktı..

Allah belanızı verecek hiiiiiç kuşkumuz yok..

Kabe_maketi_21.4.2015

Sevgi ve saygı ile.
22 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com