Etiket arşivi: Ali Kemal

MEDYA TOPLUMUN KUTUP YILDIZIDIR

MEDYA TOPLUMUN KUTUP YILDIZIDIR

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Medya; iletişim sağlayan radyo, TV, gazete ve dergiler gibi basın yayın organlarının tümü, yani kitle iletişim araçları, basın yayın organları. Günümüzde, sanal ortamda “sosyal medya” olanakları da eklendi bunlara. Toplum bu organlar aracılığı ile kanaat sahibi olur. Yönünü belirler, haber alır, görüş açıklar, karar verir. Kısacası medya toplumun yön belirlemesi, bilinçlenmesi doğruları öğrenmesi konusunda kutup yıldızı görevi görür.

  1. Son yıllarda medya organları, çeşitli isimlerle adlandırılmakta. Örneğin “yandaş medya”, “Candaş Medya”, “Yoldaş medya”, “Paralel Medya”, “Havuz Medyası” gibi adlarla belirli yayın organlarını işaret ederek onları olumsuz yönleri ile eleştirmek, suçlamak, küçük görmek veya yermek gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kurtuluş Savaşımız döneminde bir de “Mütareke Basını” vardı. Doğal olarak çağdaş, demokratik ve hukuk kuralları egemen olan bir ülkede basın – yayın organlarının belli bir yayıncılık anlayışı ve mevzuat kurallarına bağlı ve güvenceli olması gerekir. Tarafsızlık ve bağımsızlık en temel ilkelerdendir. Basın Ahlak Yasası çerçevesinde doğru haber verme, basın ahlak ve ilkeleri anlayışı “Yanıt verme ve düzeltme” haklarının kullandırılması gibi. (Basın Ahlak Yasası, basın çalışanı gazetecilerin uymayı kabul ettikleri, yasal dayanağı olmayan bir anlaşma metnidir. 14 Şubat 1952’de Uluslararası Basın Enstitüsü’nün ilkelerine dayalı olarak benimsenmiştir.)
  2. Yandaş medya günümüzde, basının (Doğan Medya Grubunun, Demirören Grubuna verilmesi ile) yaklaşık %95’ine egemendir.  “İktidar yanlısı” basın – yayın organları için kullanılan bir deyimdir.
  3. Havuz Medyası; TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından el konan şirketlerin yayın organlarının sözde ihaleyle satış bedellerinin bir “havuzda” toplanarak, bu şirketleri satın alması istenen iktidar yanlısı kişilerin sahip oldukları yayın organlarına bu ad verilmiştir. Bu yayın organları, kayıtsız – şartsız iktidarı desteklemekte hatta güdümünde bulunmaktadırlar. Hiçbir sorgulama gereği duymayacak ölçüde iktidar yanlısı %95’lik yandaş – devşirilmiş blok içindedir.

Candaş ve Yoldaş Medya; iktidar karşıtı, muhalif basın-ayın organları için kullanılan bir deyimdir. Yazılı ve görsel basının ancak %5’lik bir dilimini oluşturmaktadır. Ancak aksine, toplumun en az %50’yi aşkın kesimince dikkatle izlenmektedir.

Paralel Medya terimi; Fetullah Gülen Cemaati ve yayın organları için kullanılıyordu. 15 Temmuz 2016’ya dek AKP iktidarının ortağıydı. İktidarı paylaşamama nedeniyle aralarının açılması ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra tümü kapatıldı.

Mütareke Basını : Osmanlı Devleti 1918’de 1. Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştı. Mondros Mütarekesi (silah bırakışması) imzalanmış (30 Ekim 1918), başkent İstanbul dahil, anayurdun her yanı işgal edilmişti. Teslim olmayan yurtsever güçler silaha sarılarak Anadolu’da mücadele başlatmışlardı. Adı Kuvayı Milliye direnişi, önderi de Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşadır.

İşgal altındaki İstanbul’da basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere yalakalık yapıyordu. Milli Mücadele tarihimizde utanç verici bir olaydır. İşgalci güçlere karşı çıkılmamasını, onların tüm isteklerine boyun bükülmesini, dahası Yunan işgaline bile karşı çıkılmaması gerektiğini istemiş ve Saltanat öncülüğünde haince yayınları ile halkı uyuşturmaya çalışmıştı. O gününün “Mütareke basını”ndan kimi örnekler :

ALİ KEMAL: “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah)

REF’İ CEVAT (Ulunay) : “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.” (21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)

“Yunanlar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletlerinin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!” (23 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)

“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası ağır olmalıdır!” (29 Nisan 1920, Peyamı Sabah)
*****
Basın toplumun gözü, kulağı hatta beynidir. Ona yönünü bulmasında en önemli rolü oynayan, Kutup Yıldızı konumundadır. Yeter ki basın özgür – tarafsız – bağımsız olsun, tekelleşip, kartelleşmesin, nesnel (objektif) olsun.

Kimi basın kuruluşlarının Çanakkale Savaşları kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’e yer vermemelerini, adını anmayıp yok saymalarını hayret ve dehşetle karşılıyor, soruyoruz:

  • Yukarıda örneklerini verdiğimiz Mütareke Basınından da mı hiç ders al(a)madık?

 

YILMAZ ÖZDİL: Konyalı Mehmet’ten utanır biraz insan…

Konyalı Mehmet’ten utanır biraz insan…

YILMAZ ÖZDİL
SÖZCÜ
, 23.8.17

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

​Punta’da bayram vardı… Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış, toprağımıza ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden, uzun boylu, siyah takım elbiseli bir delikanlı fırladı ortaya… Elinde revolver tabir edilen toplu tabanca vardı. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından… Şen şakrak kahkahaları suratlarında dondu. Baktılar ki, tek başına, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse orasına… Hasan Tahsin‘di o. Henüz 30’unda.
*
Böyle başladı macera.
*
Saray hükümetimiz hâlâ işgali yalanlıyor, “bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin” diyordu. Mustafa Kemal ise “vakit tamam” demişti, “Anadolu’ya geçiyoruz.”
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar… Takvimler 30 Ağustos 1922‘yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyordu. Yüzbaşı Kanellopulos, hatıra defterine çaresizce şunları yazıyordu: “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu.
*
Kudurmuştu Ali Kemal… Efendilerinin büyük gazetecisi! Köşesinden kin kusuyordu. “Bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir” diyordu.
O “mahluk”lardan biriydi, İzmirli süvari teğmen Yıldırım… 18 yaşındaydı. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen, hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine defnedilmişti.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne girdi. Gözleri Fatma’ya takıldı. 15’indeydi. “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti, alev alev… Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada… Sakarya’da şehit düşen Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi. “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bedelli askerlik” yoktu o zamanlar. Zenginse canı sağolsun, garibansa vatan sağolsun denmiyordu. Albay “deli” Halit, belinin sağ tarafında “namuslu” dediği tabancasını, belinin sol tarafında “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim” diyordu, “istersen buyur kaçmaya çalış!”
*
Deli’ren biri daha vardı. İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı general Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Elindeki haritayı yırttı, fırlattı attı, “bu hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, Fahrettin Altay’ın süvarileri tarafından darmadağın edilmişti. Hayalet gibi, bi ordan bi burdan çıkıyorlar, birliklerin arasına dalıyorlar, hızar gibi biçiyorlar, blok halinde hareket etmesi gereken orduyu, lokma lokma bölüyorlardı.
Kaçıyordu Yunan.Ecel peşlerinde.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi Mustafa Kemal, İzmir’i seyrediyordu. Nif’te kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine… Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet” dedi… “Bir rüya görmüş gibiyim.”
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya… Çiçekler açıyordu İzmir’in dağlarında.
*
Bornova’dan boşaldılar aşağıya, dörtnala… Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek bedel vardı daha…
İkinci tümen dördüncü alaydan, Antalyalı Hakkı, Avanoslu Ahmet ve Konyalı Mehmet, son şehitler! Bugün anıtları var orada. Şehitler Abidesi.
“Vatan ve Namus” yazıyor altında.
Ve…
*
Milli mücadele’nin son şehidi Konyalı Mehmet’ten utanmadan İzmir Marşı’na dil uzatan, kendi tribünlerinde İzmir Marşı söylenmediği için gurur duyan Konyaspor başkanında bylock çıktı iyi mi!
Allah’ın tokadı yok dedikleri, işte budur.
Konya’daki somut ibret bir kez daha göstermiştir ki…
İzmir Marşı “vatan ve namus”un turnusol kağıdıdır.
*
Eğer biri İzmir Marşı’ndan rahatsız oluyorsa…
Telefonunda olmasa bile, ruhunda bylock vardır!
===========================================

Yaşşşa Yılmaz Özdil, sen bin yaşşşa!

Bu Konyaspor’un taraftarlarının şiddet taşkınlığı yüzünden  Futbol Federasyonunca verilen cezasını Başbakan Binali bey ”halletmek” için elinden geleni yapacağını söylerken, Sam-sun’-da, Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluşu başlattığı kentte, maça ”Yaşa Mustafa Kemal Paşa” dövizi sokulması yasaklandı ve Beşiktaş taraftarları için soruşturma başlatıldı..

Sizin adaletinizi sevsinler iyi mi eyyyy ”Adalet” ve bilmem ne …… Partisi..
Haydi canım sen de! Resmen ve açıkça milletin aklıyla alay ediyor ve zulüm uyguluyorsunuz.. Bunca zulüm bumerang gibi dönüp sahiplerini boğacaktır. Dün Hasan Tahsin’lerin vatan uğruna dökülen tertemiz yiğit kanlarının,
Ali Kemal gibi emperyalist uşaklarının kirli kalemlerini susturduğu gibi; günümüzde de Mustafa Kemal’in askerleri olan yurtseverler – vatan sevdalıları kazanacaktır bu namus kavgasını.. Ruhunuz ”bylock”a tutsak olsa bile!

15 Temmuz Çanakkale savunmasından daha büyük / daha mübarekmiş..
Bunlar resmen kışkırtma.. Ağzımızdan bir yanlış söz çıksın da, bir biçimde Cumhurbaşkanına hakaretten eziyet görüp hapislere tıkılsın insanlar..
Çanakkale savunmasında avuç içi kadar yerde, Gelibolu yarımadasında 250 bin yabancı 250 bin de vatan evladı olmak üzere 500 bin = yarım milyon insan yitirildi.. Uyduruk 15 Temmuz’da genellikle silahsız yurdum insanı AKP – RTE aşkıyla bile bile canlı kalkan yapıldı 250 insanımız.. Allah’tan korkmak gerekir.

Sayıları karşılaştırmak şık olmayacak ama 1915’te karşında 7 düvel tüm kara – deniz – hava güçleriyle Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u işgal etmek ve Çarlık Rusya’sına destek amaçlı kahredici ateş gücüyle yüklenirken; kalkıp hiç utanıp sıkılmadan 15 Temmuz’u alternatif tarih yaratmaya kalkarak Çanakkale Direnişi ile karşılaştırmak için yeryüzünün en sefil ahlak anlayışına sahip olmalı! Değil bu halk, Ulusumuz, orta zekalı her insan acıyla gülecektir!

Efendiler, artık kendinize gelin!
Gündem yaratayım vb. sosyal – politik mühendislik.. adına tüm değerleri akıl dışı biçimde ayaklar altına alıyor; gülünç, maskara, rezil-rüsva oluyorsunuz!

Sevgi ve saygı ile. 24 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

19 MAYIS

 19 MAYIS

Yılmaz Özdil

 

 

 

 

 

“Kim bu?” desem…

Kırk yıl düşünün.
Aklınıza gelmez.

*
1919’da, İstanbul’daki işgal komutanlığı tarafından, Anadolu şehirlerine dağıtılan
“Mustafa Kemal” fotoğrafı bu!
*
Kalpak değil, afilli fes takıyordu. Besili yanaklarıyla, fırfırlı papyonuyla, subay tıraşı yerine pofidik saçlarıyla, Anafartalar kahramanından ziyade, saray soytarısı damat ferit’e benziyordu.
*
“Ya istiklal, ya ölüm” diyeceğine, “gidelim serv-i revanım, yürü sadabade” diyecekmiş gibi duruyordu. Cephelerin Sarışın Kurt’u, salon fino’larını andırıyordu.
*
Çünkü…
Anadolu’da gazete yoktu.
Mustafa Kemal’in adı biliniyordu ama, cismi bilinmiyordu.
Bu zavallı durumu kullanan işgal kuvvetleri, zihinleri bulandırmak için kara propaganda başlatmıştı. “Mustafa Kemal” diye yukarda gördüğünüz vesikalık fotoğrafı yayıyordu.
Sahte fotoğrafla birlikte, sahte biyografi hazırlamışlardı, türlü yalanlarla doluydu.
*
Amaç?
Elbette, ahaliyi kandırmaktı.
“Peşinden gitmeye değmeyecek biri olarak tanıtmak”tı.
Direnişe zarar vermekti.
Bir kişi bile inansa, bir kişi bile tereddüte kapılsa, kârdı.
*
E bakıyoruz bugün…
“Ayyaş” deniyor.
“Camiyi ahır yaptı” deniyor.
“Soykırımcı” deniyor.
Bir kişi bile inansa, bir kişi bile tereddüte kapılsa, kâr biliniyor.
*
Çünkü hâlâ… Padişahları var, gazeteci kılıklı Ali Kemalleri var, Seyid Rızaları var,
İngiliz muhipleri var, hâlâ Amerikan mandacıları var.
19 Mayıs’la mücadele, aynı kadroyla devam ediyor.
– Peki millet hâlâ 1919’daki millet mi diye sorarsanız…
19 gün sabır, göreceğiz!

BÜYÜK ZAFERİN ÜZDÜKLERİ

Dostlar,

Değerli aydınımız, arkadaşımız Sn. Zeki Sarıhan, yakın tarihe ışık tutan birkaç değerili makalesini bizlerle paylaştı ve bu siteden hepsini yayımladık.

Aşağıdaki yazı ise, 30 Ağustos ve onu tamamlayan 9 Eylül 1922 İzmir’in kurtarılması utkularının (zaferlerinin) ardından, Padişah ve Sadrazamı Damat Ferit dahil, işbirlikçi ve hainlerin başlarına gelenleri anlatıyor..

Hazin bir ibretlik öykü..

Türkiye’yi yönetenlerin bu yakın tarih olayımızı yakından bilmelerinde saymakla bitmez yararlar var..

  • Evet, AKP’liler ve işbirlikçileri çooook dikkatele okumalı bu makaleyi..

Sn. Sarıhan’ı kutluyor ve teşekkür ediyoruz kendisine..

Yokusl ama ilkeli Hint müslümanlarına da şükranlarımızı sunuyor,
onları dostlukla selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 13.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================


BÜYÜK ZAFERİN ÜZDÜKLERİ

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan

Kurtuluş Savaşı’nın zaferi üzerine Türkiye’de yaşanan büyük sevinç dalgasını ve zaferin mazlum milletler ve sosyalist çevrelerde
nasıl kutlandığını iki ayrı yazıda anlatmaya çalışmıştım. Söz verdiğim üzere bu yazıda da bu zaferden zarar gören ve üzülen çevreleri anlatacağım.

BÜYÜK DERS

Büyük Türk Zaferi’nden dünya çapında zarar gören İngiltere olmuştur.
O zamana dek yenilmez kabil edilen, toprakları üzerinde güneş batmayan İngiltere’nin ilk kez esaslı biçimde “burnu kırılmış”tır.  Yunanistan ise
bu yenilgi ile büyük bir felaket yaşamıştır. Afyon’dan İzmir’e kadar olan bölgede on binlerce askeri ölmüş, pek çoğunu esir vermiş olmasından başka, bu büyük yenilgi Yunanistan’da bir ayaklanmaya neden olmuş, yenilgiden sorumlu tutulanlar idam, hapis gibi cezalar almışlardır.

Büyük Türk zaferinden zarar gören başka bir grup, Yunanların işgali altında bulunmuş olan bölgede yaşayan Rum nüfustur. Gene Afyon-Eskişehir çevresinden İzmir’e dek yüz binlerce Rum, Türklerin kendilerinden öç alacakları korkusuyla, yerlerini yurtlarını bırakarak
can havliyle çekilen Yunan ordusunun ardına takılmış, sağ olarak
Ege denizi kıyılarına ulaşanlar buradan adalara ve Yunanistan’a sığınmışlardır. 14 Eylül (1922) tarihli Vakit, yalnız Marmara sahillerinden kaçanların sayısını 80 bin olarak yazmıştır. Korkunun nedeni,
Yunan ordusunun bu bölgeden Rum gençleri askere alarak cepheye göndermesidir. İstanbul dışında Türkiye’nin öbür bölgelerinde yaşayan Rumlar ise Lozan Antlaşması’ndan sonra mübadele (karşılıklı değişim) yoluyla Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir. Bütün bu acılar, İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olmak için Yunan hükümetini bir alet olarak kullanması nedeniyle yaşanmıştır. Bu gelişme, yayılmacı (istilacı) veya emperyalist bir ülkenin teşvikiyle başka ülkelere, hatta kendi ülkesine karşı savaşa kalkışan halklar için büyük bir derstir.

150’LİLİKLER

Büyük Zafer’den büyük bir üzüntüye ve korkuya kapılanlar listesinde daha sonraki sırayı işbirlikçi Türkler almaktadır. Aslında bunların mevcudu olukça fazladır. İşgal güçleriyle doğrudan doğruya işbirliği yapanlar, işgalcilerin atadığı ve onlardan maaş alan vali, mutasarrıf, polis müdürü, müftülük gibi görevleri yapanlar, casusluk yaptığı belirlenenler, Milli Mücadele sırasında Kuvayı Milliye’ye karşı ayaklananlar, kalemlerini işgalcilerin lehine kullanan gazeteciler, Padişah, Damat Ferit Paşa ve çevresi… Padişah’ın kaçış öyküsü çok yazılmıştır. Ali Kemal’in feci sonunu ise ayrıca anlatmak gerekecektir.

Hükümet, bu kişilere karşı herhalde hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Kendileri de bunu biliyorlardı. Bu nedenle, içlerinden kimileri Yunan ordusuyla birlikte gitmişler, bir bölümü İstanbul’dan gemilere binerek çeşitli ülkelere kaçmışlardır. Lozan Antlaşması’nda 1914-1922 yılları arasında işlenen suçlarla ilgili genel af kabul edilmiş, ancak Türkiye, 150 kişiyi Türkiye’den çıkarma hakkını da kabul ettirmiştir. Bu kişileri hükümetin önerisi ile TBMM saptamıştır. 1 Haziran 1924’te, zaten o tarihte çoğu yurt dışında bulunan kişilerden 150 kişilik bir liste, Meclis’ten geçmiştir. Bunların sürgün cezaları 1938’de kabul edilen af yasasına dek sürmüştür. O tarihte yaşamda olan 50 dolayında kişi Türkiye’ye dönmüştür.

“BEN VATAN VE MİLLET HAİNİYİM!”

Kurtuluş Savaşı ile ilgili en ilginç belgesel kitaplardan biri olan “Demirci Akıncıları (Gerilla)” adlı kitabın yazarı, Akıncılar Kumandanı İbrahim Ethem Bey’in anlattığına göre, Akıncılar 3 Eylül günü Sındırgı’yı kurtarırlar. Ertesi gün, düşman lehine hareket etmiş olan iki hoca ve bir serserinin başına “Ben vatan ve millet hainiyim. Bu cezaya layığım. İbret alın” yazılı karton külahlar geçirerek çıplak eşeklere bindirilirler, davul
ve tellallarla çarşı içinde dolaştırılırlar. Büyük bir kafile bunları tükürük yağmuruna tutar. Kurulan bir millet mahkemesinde herkes bunlar hakkında görüşlerini söyler. Eşraftan bazıları, bunların zafer şerefine affedilmelerini ister. Buna halk da katılır. Her biri bir akıncı giydirmesi ve imanlarını yenilemeleri koşuluyla affedilirler. Kemalettin Sami Paşa, Kirmasti’de (Mustafa Kemal Paşa) Yunanlara hizmet ettiği anlaşılan
72 kişiyi kurşuna dizdirmiştir. 11 Eylül günü, Edremit halkı, bir yıl kadar önce Yunanlar tarafından kaymakam tayin edilen Mehmet Vehbi’yi hapishanede linç etmiştir.

5 Ekim’de Gönen’de Yunanlarla işbirliği yapmaktan sanık Süleyman adında biri İstanbul’da yakalanmıştır. Sabah gazetesinin haberine göre Yunan işgali sırasında Bursa’da müftülük yapan Feraizci Hamdi Efendi de yakayı ele vermiştir. Gazetenin yayınına göre hoca, Türk bayrağını yırtmış, çiğnemiş, Yunan ileri hareketini Krala çektiği bir telgrafla kutlamıştır. Türkleri şikâyet ederek tutuklatmıştır. Müslüman kadınların Yunanlılarla evlenebileceği konusunda fetva da veren hoca, Bursa’nın kurtuluşuyla İstanbul’a gelip saklanmıştır. Sorgusu sırasında suçlarını saklamamış, ancak bunların Mustafa Kemal Paşa tarafından affedildiğini ileri sürmüştür. Gazetenin muhabiri ile yaptığı görüşmede ise Bursa’da ancak 20 gün müftülük yaptığını söyleyerek bayrak yırtığını ve Yunanlar Eskişehir’e girdiğinde secdeye kapandığını reddetmiş, fenalık yapanın kendisi değil şimdi Hicaz’da olan Ömer Feyzi olduğunu söylemiştir.

7 Ekim (1922) tarihli İkdam’ın haberine göre, Bursa’da İslam halkı
Kuvayı Milliyeci diye ihbar edenler hakkında hüküm vermek üzere
İstiklal Mahkemesi Bursa’ya ulaşmıştır.

17 Ekim günü, İşgal altındaki bölgede Yunanlara hizmet etmiş olanların İstanbul’da yargılanmalarına devam edilmiştir. Gönen’de kaymakamlık yaparak Yunan amaçlarına hizmet etmekten, Gönen eşrafından bazılarını, müftüyü ve belediye başkanını, Anzavur’a baş eğmedikleri için katlettirmekten sanık Osman Remzi de adliyeye sevk edilerek yargılanmasına başlanmıştır.

MİZAH DERGİLERİ ALAYA ALIYOR

14 Eylül’de mizah dergisi Ayine, “Muhalefetten bir hayli insan insaniyetten istifa edecektir” diye yazdı. Peki, bunlar hangi hayvanlığı kabul edeceklerdi?

Ali Kemal: Yılan,
Refik Halit: Kirpi çıkardığı (Aydede’ki takma adıydı)
Sait Molla: Dombay,
Lider Sadık: Saksağan,
Mehmet Ali Bey: Ördek,
Rıza Tevfik: Hindi,
Pehlivan Kadri ise Ayı Balığı kılığına gireceklerdi.  

Refik Halit, çıkardığı Aydede mizah dergisinde kendisini de alaya alabiliyordu.  5 Ekim tarihli dergisinde “Gideceklere tavsiyeler” başlığı altında “Gurbetçilik kötüdür. Giderayak İstanbul’un bütün lezzetlerinden birer kere daha tadınız.” tavsiyesinde bulundu.

19 Ekim tarihli Güleryüz, Türk Jandarmasının İstanbul’a çıkmasından
bir gün önceki sayısında İstanbul’daki muhaliflerin kılık değiştirdiğini,
kiminin kalpak, kiminin ise pasaport tedarik ettiğini yazdı.

Aynı günkü Aydede, muhalefet reislerinin bazılarının bugünlerde çeşitli memleketlere geziye çıkacakları hakkında şayialar olduğunu yazarak
bazı adlar sıraladı. Bunlar Rıza Tevfik, Hüseyin Daniş, Kadri Pehlivan, Sait Molla, Sakallı Rıfkı, Ömer Feyzi idi.

16 Kasım tarihli Ayine, gidenler için “Bu muhterem zevat, memleket ne zaman işgale uğrasa, o zaman geliyorlar. Dileğimiz bir daha sizin bu memlekete dönebileceğiniz felaketlerden uzak yaşamamızdır” diye yazdı.
Refik Halit’in de benzerleri gibi Mihraniye vapuruyla Avrupa’ya azimet ettiğini yazdı.

İNGİLİZ ELÇİLİĞİNE SIĞINIYORLAR

Damat Ferit Paşa, Büyük zafer sırasında yurt dışında bulunuyordu. Rastlantı bu ya, İzmir’in alındığının ertesi günü olan 10 Eylül günü İstanbul’a döndü. Mustafa Sabri, Sadık Bey, Selim Paşa, Cemal Bey, Rıza Tevfik ve daha birkaç kişi istasyonda beklemeye başladılar.
Birçok yurtsever genç de O’nu “karşılamak için” istasyona geldi.
Damat Ferit, tren Sirkeci’ye gelmeden Çekmece’de trenden indi ve
bir yabancı istimbotla Baltalimanı’ndaki evine gitti.

  • Sadrazam (Başbakan) Damat Ferit Paşa, 22 Eylül günü eşi Mediha Sultan, oğlu ve kızıyla birlikte Şark Sürat katarı ile ve polislerin koruması altında Fransa’ya hareket etti. O’nu hiç kimse uğurlamadı. İngiliz işbirlikçilerinin her biri kendi derdine düşmüştü.

Açıksöz, 21 Eylül 1922 tarihli sayısında “Hain Rumlarla hain İtilafçıların birçoğu İstanbul’dan kaçmaya başladı” diye yazdı. 24 Eylül günü İçişleri Bakanı eski bakanı Mehmet Ali Bey, Kâmil Bey ve Sait Molla İstanbul’dan kaçtılar. Mihran Efendi ise İtalya’ýa gitti. İçişleri eski bakanlarından Cemal Bey de İstanbul’dan ayrıldı. 27 Eylül tarihli Yeni Adana, “İstanbul’dan hainler kaçıyorlar” başlığını attı.

6 Kasım günü, kendilerini İstanbul’da güvende hissetmeyerek İngiliz Elçiliğine sığınmış 150 kişi, İngilizler tarafından Taşkışla’ya yerleştirildi.
9 Kasım günkü Hâkimiyeti Milliye, Ali Kemal’in yakalanıp Anadolu’ya sevk edildiği haberi üzerine 200 hainin İngiliz elçiliğine sığındığını, bir gemi ile derhal sevk edildiklerini yazdı. 13 Kasım’da İstanbul Vali Vekili Ankara’ya, 25 hainin bir İngiliz gemisiyle Mısır’a kaçtığını haber verdi. Bunlar arasında Hürriyet ve İtilaf Merkezi’nden Şaban, Rıza Tevfik, Polis eski umum müdürü Hasan Tahsin, eski şeyhülislam Mustafa Sabri, Alemdarcı Kadri Pehlivan, Polis Okulu Müdürü Galip, Ankara eski valisi Muhittin Paşa, adliye eski bakanı Mustafa, Cemal, Polis müdürlüğü eski memurlarından Mehmet Celalettin, Hoca Sabri,  Konyalı Zeynelabidin, Gümülcineli İsmail, Mahir Sait vardı.

9 Kasım’da Refik Halit Bey, bir süredir saklandığı İstanbul’da bir vapura binerek yurt dışına kaçtı. 2 Ocak’tan beri çıkardığı Aydede mizah dergisinin de son sayısı bugün yayımlandı. Renin gazetesine göre
Refik Halit Bey Bükreş’e gitmişti.

18 Kasım’da da Çerkez Ragıp, Ali, Murat, Adil, Kasım Mazlum, Mehmet Necdet, Kâzım, Talat adlarındaki Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı on “hain” Yunan Bandıralı Espuvar vapuruyla Mısır’a kaçtılar.

HİNT MÜSLÜMANLARI HAİNLERİ KABUL ETMİYOR

19 Kasım tarihli Journal, “VI. Mehmet’le birlikte bütün eski Türkiye gözden uzaklaştı” diye yazdı. Aynı gün El Mukaddem gazetesinin Cidde muhabirinin istihbaratına göre Hicaz Kıralı Hüseyin, Sultanı iyi kabul göreceğine söz verdiği Mekke’ye sığınmaya çağırdı. Şeyhülislam Mustafa Sabri ile Rıza Tevfik, İngiliz himayesinde Hindistan’a giderken, düşük sultanın el yazısıyla bir mektup götürdüler. Mektupta Şeyhülislam’ın Vahdettin tarafından dikte ettirilen emirlere uyulması isteniyordu.
20 Kasım günü, Hint Hilafet Cemiyeti Başkanı Chotani, Bombay’dan Ankara’nın Roma Temsilcisi Celalettin Arif Bey’e gönderdiği telgrafta, Vahdettin’in, Rıza Tevfik ve Mustafa Sabri Efendi’nin İngilizler tarafından Hindistan’a getirtilip propaganda için kullanılmasına Hint Müslümanlarının izin vermeyeceğini, İslamiyet ve vatanseverliğe aykırı davranan
bu kişilerin saygınlığı bulunmadığını anlattı ve Hint Müslümanlarının TBMM’ne tam saygıları bulunduğunu belirtti.
  (13 Eylül 2013)

19 MAYIS 1919 GÜNÜ NELER OLDU?


19 MAYIS 1919 GÜNÜ NELER OLDU?

Zeki Sarıhan

Zeki_Sarihan_portresi

19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Türkiye’de ve Türkiye ile ilgili olarak dünyada olup bitenler şunlardı:

1.       9. Ordu Birlikleri bölgesinde asayişi sağlamak ve Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın uygulanmasını denetlemek üzere 16 Mayıs günü İstanbul’dan
Bandırma Vapuru ile  ayrılmış olan 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal Paşa
ve yanındakiler, sabah saat yedide Samsun’a ulaştılar. Mülki ve askeri ileri gelenler tarafından karşılandılar. Paşa, kendisi için ayrılmış bir Rum otelinde karargâhını kurdu. Teftiş bölgesinde bulunan idareci ve komutanların bölgelerindeki asayiş durumunu
bir telgrafla sordu.

2.       İstanbul’daki İngiliz karargâhı, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gönderilmesinden tedirgin olmaya başladı. Karadeniz Orduları Başkumandanı General Milne, Osmanlı Harbiye Nezareti’ne “Mustafa Kemal Heyeti’nin Samsun’a gönderilme nedeni nedir?” diye sordu.(Bu yazıya 24 Mayıs’ta “Ateşkes hükümlerini denetlemek üzere gönderildi.” yanıtı verilecektir.)

3.       Türkiyeli bütün Müslümanlar, 15 Mayıs günü Yunanların İzmir’i işgalini
protesto etmeye devam ediyor. Bugün Fatih’te işgali kınayan bir miting yapıldı. Konuşmacılardan Halide Edip Hanım “Her gecenin bir sabahı vardır” dedi.
Devletler Hukuku Profesörü Profesör Selahattin Bey “Milletler uyanıyor,
devlet oluyorlar, hakkını isteyen bir millet ortadan kaldırılamaz.” 
diye konuştu.
Gazeteci Hüseyin Ragıp Bey, “Hiçbir milletin bize efendi olmasını kabul edemeyiz” dedi. İstanbul’da dükkânlar beş gün süre ile kepenklerini kapattılar. İngilizler miting alanı üzerinden uçaklar uçurarak halkı korkutmak istediler. Üniversite’de ve Türkocağı’nda da gösteriler yapıldı. İngilizler, Sadrazam Damat Ferit Paşa’dan mitinglere karşı
önlem alınmasını istediler. Niksar’da yapılan mitingde de Wilson İlkelerinin uygulanmayışı protesto edildi. (ABD Başkanı Wilson, Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerin Türkiye’ye bırakılacağını barış programında açıklamıştı). Gece Alaşehir’in Ulucami’sinde yapılan kalabalık bir toplantıda Kuvayı Milliye kurulması kararlaştırıldı. Edirne’den çekilen telgrafta şöyle denildi:

“İzmir’in işgali Edirne’de duyulunca, bütün memleket yaslı bir ruh haleti içinde
gece gündüz baştan başa titredi. Bugün yapılan halk toplantısında bu açık haksızlığın büyük devletlerin kendi koydukları formüller içinde düzeltilmesini dileriz.”

Babaeski’den çekilen telgrafta da on bin kişinin miting halinde bulunduğu belirtilerek “İşgal operatif amaçla geçici ise İtilaf Devletlerince yapılsın..” denildi.

4.       İzmir’in işgali üzerine müşkül durumda kaldığı için 16 Mayıs’ta istifa eden ve Padişah tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Damat Ferit Paşa’nın
İkinci Hükümeti açıklandı. Kendisi Sadrazamlığın yanında Dışişleri Bakanlığını da üstlendi. Kamuoyunu yatıştırmak için, ünlü bazı devlet adamları da sandalyesiz bakan olarak yeni hükümete alındı. Mustafa Sabri Efendi yeniden Şeyh-ül İslamlığa,
Birinci Damat Ferit Paşa kabinesinde Eğitim bakanı olan gazeteci Ali Kemal
bu kez İçişleri Bakanlığı’na, Şevket Turgut Paşa Harbiye, Sait Bey Eğitim Bakanlıklarına getirildi. Şakir Paşa, Reşit Akif Paşa, Abdurrahman Şeref Efendi, Haydarizade İbrahim Efendi, Ahmet Abuk Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa, İsmail Hakkı Paşa, Rıza Paşa, Sadık Bey de bu “Büyük kabine”de sandalyesiz bakan oldular.

5.       Damat Ferit Paşa, İkinci hükümetini kurma vesilesiyle yayımladığı bildiride

“Bu felaketli devrede Padişah’ın kalbi, milletin kalbi ile beraber çarpıyor.
Ben tekrar sadrazam oldum. Fakat icap ederse yarın vatanın bir eri olarak
vazife yapmaya hazırım!” 
dedi.

6.       İtilaf devletleri arasında işgal yarışı devam ediyor. İtalyanlar 28 Mart’ta
işgal ettikleri Antalya’dan sonra Burdur ve Bucak’ı, Yunanlar Torbalı’yı işgal ettiler. İngilizler de İzmit’i işgal etti.

7.       Aydın-Denizli bölgesinde İzmir’in işgali üzerine yapılan moral kırıcı propaganda, askerlerde panik yaratmaya devam ediyor. Kaçışlara engel olmak için 57. Tümen komutanı Mehmet Şefik Bey, vur emri çıkardı.

8.       İzmir Jandarma Kumandanı Süreyya Bey, Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiği raporda, İzmir’in işgali günü Yunanlar tarafından nasıl gözaltına alındıklarını ve uğradıkları hakaretleri anlattı. Dün harabe haline dönmüş dairedeki  görevlerine döndüklerini fakat kendisinin artık burada görev yapamayacağını bildirdi, başka bir yerde görevlendirilmesini istedi.  Urla’daki Türk subay ve er aileleri bir Yunan muhribiyle İzmir’e sevk edildi.

9.       Hindistan Müslümanları ileri gelenlerinin önceki gün Paris Barış Konferansı’nda Türkiye lehine yaptıkları uyarı üzerine Dört Büyükler (İngiltere, Fransa, İtalya, ABD), Türkiye ve Padişah’ın geleceğini yeniden tartıştılar. İngiliz Başbakanı yeni bir manda planı sundu. İtalyan temsilci, bütün Anadolu’nun İtalyan mandasına verilmesini istedi. Yunanistan’ın işgal edeceği bölge İzmir ve Ayvalık’la sınırlandı. Dört büyükler ayrıca Macaristan’da proletarya diktatörlüğünü nasıl yıkacaklarını tartıştılar.

10.   ABD, İngiltere ve Fransa, Paris Barış Konferansı’nın yeni İtalyan delegesi Sannino’dan Anadolu kıyılarına yaptıkları çıkarma konusunda bilgi istediler. Sannino, Londra ve St. Jean Anlaşmalarındaki İtalyan haklarının gözetilmediği ve sözü edilen yerlerde karışıklık olduğu için çıkarma yaptıklarını söyledi. ABD Başkanı Wilson,
İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clamenceau, İtalya’nın böyle bir hakkı olmadığını söylediler.

11.   Venizelos, İzmir’i işgal eden kuvvetlerin komutanı Zafiriu’ya düzenin sağlanması ve göçmenlerin dönüp yerleşebilmesi için memleket içine girilmesini emretti. Yunanistan’ın İzmir’e siyasal temsilci olarak atadığı Steryadis, Yanya’dan Atina’ya geldi. Bakanlar Kurulu’nun toplantısına katıldıktan sonra İzmir’e gitmek üzere Pire’ye
hareket etti.

12.   İstanbul’da 60’tan çok parti ve derneğin oluşturduğu
Millî Kongre, ABD Başkanı Wilson’a bir muhtıra gönderdi.

O’na adil bir barış için koyduğu ilkeleri ve sözlerini anımsattı. İzmir’in işgalinin bu ilkelere aykırı olduğunu bildirdi. 1500 yıllık varlığı olan Türk milletinin imha siyasetine
boyun eğmeyeceğini belirtti.

Muhtırada “Silahlarımızı, prensiplerinizin doğruluğuna güvenerek terk ettik.
Sesimiz galiplerin süngüleri altında boğuldu.
Ümitlerimiz boşa çıktı.
Son karar bizimdir ve o karar, şeref ve namusla ölmektir.”
 denildi.

13.   İstanbul’da Divan-ı Harpte, İttihat ve Terakki Fırkası bakanları ve
genel merkez yöneticilerinin yargılanmasına, İzmir’in işgali üzerine bir süre ara verildi.

14.   Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın uygulanmasını denetlemek ve çıkacak pürüzleri gidermek amacıyla 13 Kasım’da Türkiye ve İtilaf Devletleri temsilcilerinden kurulmuş olan Ateşkes Karma Komisyonu Başkanı Galip Kemali Bey,
İzmir’in işgali üzerine “İtilaf devletlerinin aleti olamam” diyerek istifa etti.

15.   İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Amiral Webb’in raporu:

“İzmir’in işgali bütün ülkede fırtına kopardı. Sükûnetle yapılan gösterilere izin veriliyor.”

Webb’in başka bir raporu:

“Ferit Divan-ı Harp yargılamalarından memnun değil. Tutukluların Malta’ya götürülmesini tavsiye ediyor!”

Webb’in Milne’e mektubu:

“Tutuklular, Türk Hükümeti’nin rızası olmaksızın Malta’ya götürülebilir. Liste eklidir.”

Yüksek Komiser Calthorpe’un İzmir’den raporu:

“İzmir tahkimatı Yunanlara teslim olundu. 21 Mayıs’ta İstanbul’a döneceğim.”  

16.   Kuzey Irak’taki Süleymaniye’de Kürt aşiret reislerinden Şeyh Mahmut,
Kürtlerin istiklalini isteyerek İngilizlere isyan etti. (İngilizler tarafından Hindistan’a sürgüne gönderilecektir.)

17.   Fransız Hükümeti’nin yarı resmî organı Le Temps’ın yazısı:

“İngiltere Ortadoğu’da Fransız etki alanını daraltıyor.
İmparatorluğun parçalanması Fransız çıkarlarına uymaz.” 

Marsilya gazetesi ise şöyle yazdı:

“Mademki Türkiye parçalanıyor, ziyafete geç kalanlardan olmayalım.”

18.   İzmir’de Yunanlar basını sansür koydu.

19.   Bugünkü İstanbul gazetelerinin manşetleri ve kimi köşe yazılarının özeti şöyle:

*Hadisat: “Ahalimizin millî dayanışması.”, “İşgal hakkında tafsilat.”, “Zafiriu’nun bildirisi.”   Süleyman Nazif: “İnsaf ve basiret.”

*Memleket: “İstanbul dün matem içindeydi. Bütün mektepler, müesseseler, ticarethaneler, mağazalar, dükkanlar kapalı, bütün yüzler hüznün ve kasvetin
timsali idi. Bütün gözler ağlıyor, fakat yaşlarını kalplerine gömüyorlardı.”, “ Darülfünun’un azmi.”

*İkdam: “Heyecan ve buhran devam ediyor.”, “İzmir olayının İstanbul ve illerdeki tesirleri.”

*Zaman: “Dünkü matem münasebetiyle.”,
“İzmir’in işgali ve milletin üzüntüleri, Anadolu’nun gözyaşları.”

*Sabah: “Dünkü millî matem.”, “ Taşradaki gösteriler.”

*İstiklal’de İzmir işgali karşısında halkın tepkisi ile ilgili haberler. Rauf Ahmet, Hükümetin kurulmasındaki gecikmeyi eleştiriyor: “Tehlikeli tereddütler: Yegâne selamet çaresi hilafet makamının, Osmanlı tahtının etrafında yekvücut olarak hükümetimize yardım etmek, dünya medeniyetine karşı millî varlığımızı sükûn ve azimle göstermektir.”

*İleri: “Hükümet buhranı.”,  “Dün bütün Anadolu’da olduğu gibi şehrimizde de
İzmir’in işgalinin doğurduğu üzüntüyle birçok millî gösteri olmuştur.”
“Türkler İzmir’i unutamaz.” “Türk milleti zindedir.”

*Vakit’te M. Asım: “Milletin matemi”, “Darülfünun’da heyecanlı bir toplantı.”,
”İzmir beşiğimiz, yatağımız ve mezarımızdır.”

*Tasviriefkâr’da Velit Ebüzziya: “Bütün bu gösteriler, memleketin gerçek evlatlarının vatanının devam ve varlığına ait meselelerde nasıl sağlam ve azimli olduğunu göstermektedir. Millî kitlenin gösterdiği birlik öyle bir kuvvettir ki, o kuvvet her halde ve her zaman tesir ve hükmünü icra edebilir.

*Alemdar’da, Hürriyet ve İtilaf’ın İzmir işgali üzerine tepkisini dile getiren millete teşekkürü.

(Toplu kaynak: Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. I, Ankara 1993,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 255-9)