Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Özelleştirmenin yeni adı : Şehir Hastaneleri

Özelleştirmenin yeni adı : Şehir Hastaneleri

Halk Sağlığı Uzmanı ve Türk Tabipleri Birliğinin İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri’ kitabının derleyicisi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile son dönemde sağlıkta en çok tartışılan konulardan biri olan şehir hastanelerini  konuştuk. Şehir hastaneleriyle birlikte sağlık alanında yeni bir özelleştirmeyle karşı karşıya olduğumuzu belirten Prof. Dr. Pala, kamu özel ortaklığı yönteminde, risk ve maliyetin kamu üzerinde kaldığına dikkat çekti. Sağlığa erişimin kolay ve ulaşabilir olmasının önemine işaret eden Prof. Dr. Pala, kentlerin dışına inşa edilen şehir hastanelerine ulaşımın da büyük bir sorun olduğunu söyledi. KÖO yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde amacın kamu yararı olmadığının bilindiğini dile getiren Pala  “KÖO çerçevesinde çalışan hastaneler, sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler vermektedir. Burada hizmetin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kâr oluşturmaktadır” dedi.  Pala, Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunları çözebilmek için kamucu, eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemine gereksinim duyulduğunu vurguladı.

Şehir hastaneleri Türkiye için gerekli mi?

Kamu-özel ortaklığı (KÖO) yöntemi ile yapılan şehir hastaneleri ülkemiz için gerekli değil, gereksinim duyduğumuz kamu hastanelerini kendi olanaklarımızla yapabiliriz. Devletin yatırımlarını belli bir plana uyarak yapması halinde uzun dönem borçlanarak ya da kira ödeyerek KÖO gibi yöntemleri kullanmasına gerek yoktur. Çünkü bu yöntemler çok pahalıdır ve bu yüksek maliyetler halkın cebinden çıkmaktadır. Örneğin yalnızca 2018 bütçesine ‘şehir hastaneleri’ kullanım ve değişken hizmet bedeli için konulan 2.6 milyar TL ile 150 yataklı tam teşekküllü 64 hastane yaptırılabileceği hesaplanmıştır. Kiranın 25 yıl boyunca ve her yeni açılacak hastaneyle birlikte artarak ödeneceği düşünülürse, toplumun ne kadar büyük bir maliyetle karşı karşıya bırakıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

RİSK VE MALİYET KAMUYA

Şehir hastaneleriyle sağlık alanında ‘yap işlet devret’ yöntemine geçilmesi ne anlama geliyor?

Şehir hastaneleri ‘kamu’ adını kullanarak küresel sermayeye yeni ve büyük bir kaynak aktarmanın aracı olacak gibi görünmektedir. Kamuoyu sağlık alanında yeni bir özelleştirme ile karşı karşıyadır.

Şehir hastanelerine verilen ‘garantili hasta kapasitesi’, kira ve vergi muafiyeti nedir?

Kamu özel ortaklığı yönteminde, risk ve maliyet kamu üzerinde kalır, özel şirketlere kiralar yoluyla yatırım finansmanı ve hizmet devriyle de gelir garantisi verilir. Türkiye’de şehir hastanelerinin ihalelerini alan şirketlere, hacme dayalı hizmetler için hastanelerin yüzde 70 doluluk oranında çalıştırılacağı garanti edilmektedir. Bu oran yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastaneleri için yüzde 80’dir.

Şehir hastaneleri hükümet tarafından ‘lüks otel gibi’ tanımlanıyor. Bunun gerçekliği nedir?

Şehir hastanelerinin büyüklüğü ve yatak başına kapalı alanın yüksekliği hükümet tarafından topluma ‘lüks otel’ gibi tanıtılmasına yol açsa da, hastaların gereksinimi lüks otel değil, nitelikli sağlık hizmetidir. Şehir hastanelerinde ortalama olarak yatak başına 287 metrekare kapalı alan düşmektedir, bu bazı şehir hastanelerinde 350 metrekareyi geçmektedir. Ancak açık söylemek gerekirse, kapalı alanların çok fazla planlanması ile bir hastanenin gerek yapım gerekse de hizmet sunumu maliyetlerini yükseltmek için bulunabilecek en etkin yollardan birisi tercih edilmiş gibi görünüyor. Çünkü gelişmiş ülkelerde yeni yapılan hastanelere bakıldığında yatak başına düşen kapalı alanın genel olarak 150-200 metrekare dolaylarında olduğu görülüyor.

Şehir hastanelerinin yerleşim merkezlerine uzak olmasının sağlığa erişim açısından bir dezavantajı var mı?

Elbette var. Sağlık hizmetlerine kolay erişim için, hastanelerin toplumun yaşadığı yerlere yakın inşa edilmesi gerekir. Örneğin Bursa Şehir Hastanesine ulaşmak için kentin doğusunda yaşayan bir hastanın 29 kilometre yol katetmesi gerekecektir. Üstelik şehir hastanesine her hangi bir kamu ulaşımı da yoktur.

Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘tıp fakültesi hastaneleri bize zarar ettiriyor. Bunları kapatmamız gerek’ açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık en temel insan hakkıdır ve hükümet halkın her hangi bir engelle karşılaşmaksızın sağlık hizmetlerine erişiminden sorumludur. Bu bağlamda kamu hastanelerinin kâr/zarar açısından tartışılması söz konusu değildir. Üstelik tıp fakültelerinin en önemli işlevinin hekim yetiştirmek olduğu da unutulmamalıdır.

‘SAĞLIK, ÜCRETSİZ VE ULAŞILABİLİR OLMALI’

Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunların çözümü gibi sunuluyor şehir hastaneleri, sizin çözüm öneriniz nedir?

Şehir hastaneleri ‘çözüm’ değil, ‘sorun’ kaynağıdır. Türkiye’de şehir hastaneleri için öngörülen temel sorun alanları başta finansman yöntemi (Kamuya çok yüksek maliyet, taşınacak kamu hastanelerinin ödeme güçlüğü, Hazine garantisi ve iflas durumunda izlenecek yol) olmak üzere, yer seçimi (Tarım arazilerinin imara açılmasıyla taşkın alanlarında inşaat yapılması), kent merkezlerindeki hastanelerin kapatılmasıyla birlikte yurttaşların söz konusu hastanelere ulaşım ve erişim sorunları (coğrafi/ekonomik erişilebilirlik), taşınacak kamu hastanelerinin boşaltacağı yerleşkelerin durumu (İhaleleri alan şirketlere devredilmesi söz konusu). Taşınacak kamu hastanelerindeki hem sağlık hem de destek hizmetlerinin sunulması ile ilgili imtiyazlar ve sağlık çalışanlarının istihdam ve özlük hakları sorunları olarak sıralanabilir. KÖO yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde bu uygulamaların piyasa için yeni fırsatlar sağlayan bir yaklaşım olduğu, amacının kamu yararı olmadığı bilinmektedir. KÖO çerçevesinde çalışan hastaneler, sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler vermektedir. Burada hizmetin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kâr oluşturmaktadır. Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunları çözebilmek için kamucu, eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemine gereksinimi bulunmaktadır.

ŞEHİR HASTANELERİ TÜM BOYUTLARIYLA ELE ALINIYOR

‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri” İletişim Yayınları’ndan çıktı

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Şehir Hastaneleri İzleme Grubu tarafından hazırlanan, Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın derlediği ‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri’ başlıklı kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı. Editörlüğünü Tanıl Bora’nın üstlendiği kitapta, şehir hastaneleri çeşitli boyutlarıyla ele alınıyor. TTB’nin, Türkiye’de ilk gündeme geldiği günden bu yana titiz bir çalışma yürüterek ürettiği ve biriktirdiği belge ve bilgiler bir kitapta toplandı. Şehir hastaneleriyle ilgili gerek hukuksal sürecin ayrıntıları, gerek karşılaştırmalı dünya örnekleri ve bu modelin artık neden dünyada vazgeçilmekte olduğu, gerek ‘kamu’ adı altında piyasaya nasıl kaynak aktarıldığı bu kitapta alanında uzman adların kaleminden aktarılıyor. Kitapta yer alan bazı makaleler:

Talan Yoluyla Sermaye Birikim Aracı Olarak Kamu-Özel Ortaklığı: Verimsiz ve Pahalı Bir Finansman Modeli’ – T. Sabri Öncü

Sağlık Alanında Kamu-Özel Ortaklığı: Birleşik Krallık Deneyimi’ – Kayıhan Pala,

Sağlıkta Dönüşümde Son Dönem: Şehir Hastaneleri’ – Raşit Tükel,

Bütçeyi Hasta Eden Bir Sağlık Modeli: Şehir Hastaneleri’ – Çiğdem Toker,

Orda Bir Hastane Var Uzakta: Mersin Şehir Hastanesi’ – Ful Uğurhan

==============================================

Dostlar,

Sevgili meslektaşımız Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala‘yı ve bu yapıta emek veren yazarları bu önemli ürünleri nedeniyle kutluyoruz.

Dileriz Dr. Pala, Bursa 4. sıra CHP milletvekilliği adaylığında başarılı olur ve bu sorunları TBMM’de dillendirir…

Dileriz sağduyu egemen olsun ve Türkiye bu muazzam küresel talana bir an önce “dur” diyebilsin!

Sitemizin manşetinde ŞEHİR HASTANELERİ KUMPASI için hala şu dizeler duruyor…

  • Şehir hastaneleri UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!
  • CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.
  • AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.
  • AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!
  • Erdoğan, nasıl oluyor da, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Çok utandırıcı!
    devamı : http://ahmetsaltik.net/2018/06/15/saglik-sistemi-insan-onurunu-hice-sayiyor/

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

sol.org tr. 21/06/2018
Alıştırdılar…

Demokrasiyi seçim, seçimi sandık, sandığı çoğunluk olarak göstermeye; kaybettikleri seçimi gecikmeden yenileyip çoğunluğu almaya, baskın seçime, seçime istedikleri partileri davet etmeye, seçim barajını kaldırmayıp siyaset uzlaşması ve barışı kandırmacasıyla ittifaklara alıştırdılar.

Hukuksuzlukları hukuk yapmaya, Anayasayı istedikleri zaman istedikleri gibi değiştirmeye, adaleti yandaşlaştırmaya alıştırdılar.

Dini yargıya, hukuka, siyasete, topluma şırınga etmeye alıştırdılar.

OHAL’e, OHAL’i her şeye gerekçe göstermeye, OHAL’de hukuksuzluğa ve Anayasa değiştirmeye, OHAL’de seçim yaptırmaya alıştırdılar.

Tehditlerle ve tuzaklarla toplumu manipüle (AS: manuple) etmeye alıştırdılar.

Kandıra kandıra yönetmeye alıştırdılar.

Kazanırlarsa OHAL’i kaldıracaklarmış. Seçimden önce kaldırmadılar. Neden kaldırsınlar; tehdit olarak tutmak, olası seçim sonuçlarına göre OHAL koşullarını kullanmak varken, yeni OHAL KHK’leri ile korku salmak varken neden kaldırsınlar.

Erdoğan ne diyor OHAL için: Şu anda bu işi ciddi manada yumuşattığımız için 24 Haziran’dan sonra neşter vurabiliriz, ara verebiliriz. Herhangi bir sıkıntı olduğu anda tekrar getirilebilir.

Kime göre sıkıntı? Bu tehdit değil de nedir?

Yeni rejimde artık bakanlar kurulu yok. OHAL ilanında ve uzatılmasında, TBMM onayı ile Cumhurbaşkanı yetkili. OHAL KHK’si de yerini cumhurbaşkanlığı kararnamesine bırakacak.

  • OHAL’i kaldırmak yetmez. OHAL hukuksuzlukları, hak ihlalleri, mağduriyetleri de tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılmalı. OHAL zararları karşılanmalı. Sorumlular da cezasını çekmeli.

31 OHAL KHK’si yüzlerce maddesiyle yasalaştı. Bunlar mevzuattan tek tek ayıklanmadan OHAL kalksa ne olacak?

Anayasaya uyum KHK’leri için Yetki Kanunu çıktı, gereği hâlâ yapılmadı. Neden yapsınlar; olası seçim sonuçlarına göre CB’nin ant içerek göreve başlayacağı tarihe kadar düzenleme yapmak varken neden yapsınlar.

Tehditlerden biri de yeniden seçim kararı… AKP kaybederse yeniden seçim tehdidi… Kaybederlerse, cumhurbaşkanı ile parlamentonun çoğunluğu aynı partiden olmazsa seçimi yenileyeceklermiş. Birileri çıkarı için karar veriyor, halk da uysun isteniyor. İstedikleri olmazsa “Suruç” tehdidi, şiddet ve saldırı tehdidi, OHAL tehdidi

Tehdit ve tuzaklarla, hukuksuzluğun hukukuyla yürütülen seçim nasıl demokrasinin olmazsa olmazı sayılır?

“Ağır soru” denmesin. Daha ağırı var.

Soru, iktidar partisi AKP’nin tehdit ve tuzaklarıyla, hukuksuzluklarıyla destekli. Daha ağırını ise düzen partileri ve bu partilerden başka seçenek olmadığını, mutlaka onlara destek verilmesi gerektiğini dayatanlar yapıyor. Düzeni, piyasacı ve gerici yapısıyla, sömürü politikasıyla ve sınıfsallığıyla bütünsel olarak karşısına alanlara, “bu düzen değişmeli” diyenlere karşı açık ya da örtülü baskıda ortak çok.

İşçi sınıfına ve devrimci mücadeleye inanmayı ertelememizi, yalnızca Erdoğan ve AKP’yi yıkmaya kilitlenmemizi, yıkmak için de sınıfsal karşıtımız olan sermayeyi ve sınıfsal mücadele vermeyen partileri görmezden gelmemizi, sömürücülerle uzlaşmamızı söyleyen, tavsiye eden, hatta baskı yapan demokratlar/solcular var.

Bu Düzen Değişmeli” seçim bildirisinde söylediklerimizi haklı bulan “ama”cılar var. “Yıkalım ama düzene dokunmayalım” diyenler var. Yalnızca edilgen bireyler istiyorlar; sandıktan sandığa siyaset yeter diyorlar. Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler sınırlanabilir, sermaye özgürlüğüne dokunulmasın diyorlar.

  • Dinsel özgürlük Aydınlanmanın, NATO yurtseverliğin, sermaye emeğin üstündedir diyorlar.

Emek mücadelesini kesici birçok etkiye, zorunlu arabuluculuk kurumuna karşı, grev yasaklarına karşı tavır akıllarına bile gelmiyor. Sömürünün yasalarını, sınıfsal mücadeleyi unutun diyorlar. Sermayenin sınırsız tahakkümüne, emperyalizmin taleplerine, dinsele dokunmasak; düzen partileriyle uzlaşarak AKP’yi yıksak; gereğine sonra baksak diyorlar.

Komünist olduğunuzu birazcık unutsanız diyorlar… Tüm sorunların, yozlaşma ve çürümüşlüklerin, eşitsizlik ve adaletsizliklerin, sömürünün kaynağı aynı: kapitalist emperyalist düzen… Düzen, gericiliği de yanına alarak aynı kaynaktan besleniyor. 24 Haziran seçimlerine “Bu Düzen Değişmeli” diyerek girmekle, seçimlere sokulmayan Türkiye Komünist Partisi program ve ideolojisini 17 bağımsız adayla seçim hattına taşımakla, sömürü ve gericiliğe karşı sömürülenlerin, Bilimin ve Aydınlanmanın yanında tavır almakla, “siyasal uyuşukluk” içinde boğulup kalmamakla, örgütlü sınıfsal mücadeleyi vazgeçilmez kılmakla ne kadar yerinde ve ilkeli davrandığımız kat kat kanıtlanıyor.

Gerçeklerin üzeri ne seçimlerle ve düzen parlamentosuyla ne cumhurbaşkanlığı etiketli başkanlıkla ve anayasal hükümdarlıkla ne de dinsel ya da şoven perdelerle kapatılabilir; sınıflı toplumda sınıfsallık yok sayılamaz.

Düzeni korumak isteyenlerle bu düzen değişmeli diyenlerin farkı, düzenin zincirine bağlı kalıp mücadele edileceğini sanmakla, zinciri kırıp atmak için mücadele arasındaki farktır.
================================

Bağımsız aday, Anayasa Mahkemesi emekli raportörü sayın Ali Rıza Aydın‘a seçimde başarı diliyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Finansal göstergeler alarm veriyor

Finansal göstergeler alarm veriyor

Hayri KOZANOĞLU
BİRGÜN

Türkiye, seçimlere alarm veren finansal göstergelerle giriyor. İsterseniz lafı uzatmadan 5 kritik veri üzerinde yoğunlaşalım:
1- Kamunun borçlanma maliyetleri artıyor 
finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478427-1. 

2 – CDS (Kredi Temerrüt Takası) primleri yükseliyor
Kamunun borçlanma maliyetleri mevduat ve kredi faizleri için taban oluşturur. Eğer para basma olanağı bulunan kamu bile bu denli yüksek faizle borçlanıyorsa, öbür faizler çok daha üst noktalara sıçrar. Yabancıların ve yerli yatırımcıların döviz kuru riski nedeniyle ve borçların ödenmesinde zorluk yaşanacağı endişesiyle ancak bu faizlerle kamuya borç verdikleri gözleniyor. Türkiye’nin önünde

  • ya “yüksek enflasyon – yüksek faiz” senaryosu
  • ya da “gerileyen enflasyon – yüksek reel faiz” senaryosu bulunuyor.Her ikisi de farklı sorunlara işaret ediyor. Örneğin enflasyon düşerse bu kez söz konusu faizlerin reel maliyeti artacak, ödenmesi iyice zorlaşacaktır.

Türkiye’nin CDS, kredi temerrüt takası primi de ciddi bir sıçramayla 307 puana yükseldi. CDS, bir ülkenin aldığı kredilerin sigortalanması için talep edilen bedel anlamına geliyor. 5 yıllık CDS verileri gösterge kabul ediliyor. Daha Ocak 2018’de CDS 162’yken, bugün 300’ün üzerine çıkması ekonominin geleceğine ilişkin ciddi bir kaygıyı yansıtıyor. ABD’nin aynı vadedeki tahvillerinden, bir ülkenin tahvilleri için ne kadar ek faiz talep ediliyorsa, bununla CDS priminin kabataslak birbirine eşit olması beklenir. Türkiye’nin 2027 vadeli tahvilleri için, ABD tahvillerinden %3,07 daha yüksek, %5,82 faiz talep edilmesi bu varsayımı doğruluyor.

Bazı Ülkelerin CDS Primleri :

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478428-1.

Merkez Bankası’nın son verilerine göre Döviz Tevdiat Hesapları (DTH), 204 milyar $ gibi korku verici bir düzeyde bulunuyor. Ne var ki bu rakam, 2017 sonundaki 201 milyar dolara göre çok ciddi bir artış sergilemiyor. Ocak 2018’de Dolar kurunun 3.77 TL olduğunu hatırlarsak, şimdiki düzeye ulaşması için çok ciddi bir döviz talebi bulunması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu talebin döviz mevduatlarına yansımaması, yastık altına veya yurt dışına döviz aktarıldığı kuşkusunu güçlendiriyor.

3 – Döviz Tevdiat Hesapları 200 milyon doların üzerinde

Son verilere göre Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri bir önceki haftaya göre 3.2 milyar $ gerileyerek 78.9 milyar Dolara indi. Buna karşın kısa vadeli borç stoku, 2017 sonuna göre %6,5 oranında artışla 125.5 milyar Dolara yükseldi. Uluslararası piyasalarda en yakından izlenen bir gösterge, rezervlerin kısa vadeli borçlara oranıdır. Altın rezervlerini de katarak bu oranı hesaplarsak, %82,5 gibi çok kritik bir düzeye düştüğünü görürüz. Bu oran, 2016 sonunda %104,6; 2017 sonunda ise %91,4’tü.

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478429-1.

4 – Döviz rezervleri eriyor

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478430-1.finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478431-1.

Son istatistikler yabancıların bayram öncesindeki hafta 289 milyon Dolarlık hisse senedi alırken, 460 milyon Dolarlık devlet iç borçlanma senedi (DİBS) sattığına işaret ediyor. Böylelikle yabancıların portföylerindeki hisse senetleri 34.8 milyar Dolara, DİBS senetleri 22.3 milyar Dolara gerilemiş bulunuyor.

5 – Yabancılar portföylerini boşalttı bile!

Toplamda 57.1 milyar Dolarlık bu portföy tutarı, 2012 sonunda 132.7, 2014 sonunda 113.5, daha 2018 Ocak itibariyle 85.9 milyar Dolardı.

3 belirleyici etmeni;

1. yabancı satışlarını,
2. borsa endeksinin düşüşünü (tahviller için DİBS faizlerinin yükselişini) ve
3. TL’nin Dolar karşısında değer yitirişini

göz önüne alırsak, hepsinin ortak etkisiyle, seçime girmeden yabancılar fiilen portföylerini boşaltmış görünüyor.
=================================

Dostlar,

Seçim yasakları nedeniyle bu makaleye biz yorum yaz(a)mıyoruz…

Ancak;

  • ..ülkemizin içine sürüklendiği ekonomik durum bizi çok üzüyor, kaygılandırıyor..

Seçim sonrasında görev alacak iktidarların, son derece akılcı ve orta – alt toplum katmanlarını ezmeyecek politikalarla bu ağır bunalıma çözümler üretmesini diliyoruz.Tüm olumsuzluklara karşın ülkemizin özgücünün (potansiyelinin) bu çok ağır bunalımı da aşmaya yeteceğini düşünüyoruz; son derece akılcı ulusalcı ekonomi politiklarıyla!

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İşte Erdoğan gerçeği

İşte Erdoğan gerçeği

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 22 Haziran 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Diyorlar ki:
Erdoğan’a-AKP’ye önyar­gılısınız.
Hiç önyargım olmadı.
Sadece, güvenmedim.
Sadece, Erdoğan’ın 16 yıl önce seçmeni kandıracağını öngördüm.
Haklı çıktım! Nasıl mı?
Bu soruyu Erdoğan yanıtlasın!
Tarih: 26 Eylül 2002.
Perşembe. Saat11:00.
Erdoğan, İstanbul Grand Cevahir Otel’de “AK Parti 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi”ni açıkladı. Mikrofonu eline aldı bakın -16 yıl önce- neler dedi:
Dedi ki: Dünyada kök­lü dönüşümler yaşanırken Türkiye, zamanını ve ener­jisini iç meseleleriyle uğ­raşarak tüketmektedir. Artık, kendi içine dönük böyle bir sistemle toplumun talepleri karşılanamayacağı gibi, uluslararası cami­anın saygın üyesi de olunamaz…
Dedi ki: DSP-MHP-A­NAP koalisyon hükümetinin uyguladığı ekonomik istikrar programları ve acı reçeteler halkı canından bezdirdi. Üre­tim gücü zayıflatıldı, istihdam azaltıldı ve kaynakların üre­timi yerine rant gelirlerine yönelindi…
Dedi ki: Ülke, iç ve dış ya­tırımcılar açısından cazibesini kaybetti; Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğradı. İyi yetişmiş nitelikli insanları­mız arasında bile işsizlik had safhaya ulaştı; yetenekli genç beyinler gelecekle­rini yurt dışında iş arama­nın telaşına düştü…
Bugüne ne kadar ben­ziyor değil mi?
Durun yeni başladık; daha neler dedi neler…

YOLSUZLUKLA MÜCADELE

Dedi ki: Kamu açıklarına dayalı ve sadece sıcak para girişiyle desteklenen büyüme modelinin sürdürülemeyeceği açıktır. Kamu açıkları, harca­malarda tasarruf ve verim­liliğin artırılması yoluyla azal­tılacaktır…
Dedi ki: Ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına öncelik verilecek; taşıt alımı, lojman ve sosyal tesis gibi verimsiz harcamalar yapıl­mayacaktır…
Dedi ki: Siyasi ve ekono­mik istikrarın sağlanmasına paralel olarak döviz kurla­rında da istikrar sağlayaca­ğız…
Dedi ki: Yoksulluğun ve gelir dağılımındaki dengesiz­liğin temelinde yolsuzluk­ların yattığı, son yıllarda açıkça görülmüştür. Kamu kesimi rant dağıtma meka­nizması olmaktan çıkarıla­caktır
Dedi ki: Yolsuzluğun önlenmesinde temel öncelik, siyasetin ve kamu yönetimi­nin yolsuzluktan arındırılması olmalıdır. Ülkemizin ulus­lararası imajını zedeleyen yolsuzluk olaylarının orta­ya çıkarılması ve suçluların cezalandırılması için gerekli idari ve hukuki önlemler alına­caktır…
Dedi ki: Kamu rant dağıt­ma mekanizması olmaktan çıkarılacak. Kamu otoritesini kullanan siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin mal varlıkları şeffaf hale getirile­cektir…
Dedi ki: Kamu yöneticile­rinin atanmasında teknik ye­terliliğin yanı sıra, dürüstlük temel bir ölçüt olarak dikkate alınacak. Personel alımında objektif kriterler getirilecek, terfilerde liyakat ve fır­sat eşitliği esas alınacaktır…
Dedi ki: Partimiz, hü­kümetin ve kamu yönetici­lerinin hesap verme so­rumluluğunu açıkça kabul etmektedir. Yolsuzluklara imkan vermeyen şeffaf devlet anlayışını yerleştirecektir…
Dedi ki: Parti çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tu­tan “negatif siyaset” değil, ülke çıkarlarını parti çıkarla­rından önde tutan “pozitif siyaset” takip edeceğiz…
Gülmeyiniz!
Daha ne komikleri var!

ÖZGÜRLÜKÇÜ ERDOĞAN

Dedi ki: Önyargılardan ve saplantılardan arınmış ger­çekçi bir dış politika izle­yeceğiz. Dış politikada karar verme ve uygulama süreci­ne parlamento ve toplu­mun çeşitli kesimlerinin katılımı sağlanacaktır…
Dedi ki: Partimiz, siyasi alanın daralmasına, temel hak ve özgürlüklerin kısıt­lanmasına, kamuda göreve alınmada eşitsizliklere neden olan düzenlemelere ve uygula­malara son verecektir…
Dedi ki: Partimiz, düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını sınır­layan engelleri kaldıracaktır. Devlet yönetimini şeffaf hale getirecektir…
Dedi ki: Temel yasal düzenlemelerin ve anayasal değişikliklerin yapılmasın­da partimizin Meclis’teki sayısal üstünlüğü yeterli olsa bile, mümkün olabilecek en geniş toplumsal mutabakat aranacaktır…
Dedi ki: Hukuku, korkut­manın ve cezalandırmanın de­ğil, adaleti sağlamanın ara­cı olarak görüyoruz. Hukukun siyasallaşmasını engelleyen önlemler alınacaktır..
Dedi ki: Eğitimde önyargılı ve ezbere dayanan yaklaşım terk edilecek; evrensel değerleri öne alan çağdaş yaklaşım benimsenecektir. Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldı­ğı, yasakların ve sınırlama­ların olmadığı özgür foruma dönüştürülecek. Rektör, dekan, bölüm başkanı gibi her kademedeki yöneticinin­seçimle işbaşına gelmesi sağlanacaktır…
Dedi ki: Ülkemizin te­mel gıda ürünleri açısından kendi kendine yeterli olması sebebiyle, tarım arazileri­nin sürekli işlenir halde tutulması, tarımsal üretimde verimliliğin artırılması ama­cındayız. Hayvancılığı mutlak geliştirmek zorundayız…
Dedi ki: Çevrenin korun­ması amacıyla yenilenebilir-temiz enerji kaynaklarından yararlanacağız…
Dedi ki: İşçilerden alı­nan gelir vergisi ve sigorta primlerini mutlak azaltaca­ğız…
Dedi ki: Partimiz, siyaseti ahlaki bir çizgiye yerleştire­cektir..
Uzatmayayım… Neler dedi Erdoğan biliyorsunuz.
Peki, 16 yılda ne yaptı?
24 Haziran’da kandırılmak­tan hoşlananlar hala var­sa ne diyebiliriz?
Böyle bir sonuç; siyasetin değil, psikolojinin alanına girer!
=============================================
Dostlar,

AKP = Erdoğan SEÇİMİ YİTİRMEYİ BİNLERCE KEZ HAK ETTİLER!

Değerli yazar Sayın Soner Yalçın’ın yazdıklarına ne eklemeli ki?? Sitemizin manşetine koyduk Erdoğan’ın 2002 sonrasında iktidar oluşundan 2010’a dek söylediklerini..

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm

2010 sonrası ise iyice kantarın topuzunun kaçırıldığını dünya alem görüyor. Ülkemiz tam bir TEK ADAM rejimine, despotizme ve dinci faşizme sürüklendi.

21. yy’ın şafağında gerek küresel gerekse kadim Anadolu’nun birikimi – gelenekleri ve bir bütün olarak konjonktürü böylesi bir dayatmaya asla izin vermez, vermeyecektir.

Dolayısıyla Erdoğan ve AKP’si, kendilerine cömertçe sunulan siyasal kredileri tükettiler.

Halkı bezdirdiler, can – mal ve iş – hukuk – aş güvenliğini yok ettiler, gelecek umudunu ellerinden aldılar. Makro-ekonomik ölçekte Türkiye borçlarını döndüremez duruma, iflasın eşiğine sürüklendi. Halkın karnını doyuracak tarımsal – hayvansal üretim bile yapılamıyor. Adalet, sağlık, eğitim, iç – dış güvenlik başta olmak üzere 4 temel – vazgeçilmez kamu hizmeti verilemiyor.

Listeyi uzatmak olanaklı..

Dahası, yarın yapılacak baskın çifte seçimde milyonlarca insan SEÇİM GÜVENLİĞİ için çırpınıyor. Müslümanlıklarına toz kondurmayan, sözde herkesten daha müslüman ve dahası başkalarının müslümanlıklarını sorgulama hakkını bile kendinde gören AKP = RTE cenahından halk “oy” namusunu korumak için seferber.. Bu ne hazin tecellidir!

Bu nasıl Müslümanlıktır!? Müslümanlık her şeyden önce DÜRÜSTLÜK – İYİ AHLAK demek değil midir??

Neden AKP = RTE karşıtı onmilyonlarca halkta bu kaygı – endişe oluşmuştur? Yersiz midir? Hayır, yerindedir. AKP = RTE bu bakımdan sabıkalıdır, 16 Nisan 2017 halkoylamasında yapılan hileler – yasa dışı işler gün gibi ortadadır. Oylar sayılırken, YSK ne yazık ki açık yasa hükümlerini çiğneyerek “mühürsüz oyları” (!?) da geçerli saymış ve kıl payı, halkoylaması sonucu tersine çevrilmiştir. Ardından da günümüze sürüklenen eğik düzlem AKP = RTE tarafından ülkemize -ve de kendilerine- dayatılmıştır.

Gelinen yerde EKONOMİK İFLAS tamtamları AKP = RTE‘nin kulaklarını sağır etmeye başladığında da seçimler 16 ay öne çekilmek zorunda kalınmıştır.

TEK ADAM, ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini pervasızca söylemektedir.

Ne var ki, Türkiye bir şirket olmadığı gibi, kimsenin babasının malı da değildir!

Bu devlet, Türk Ulusuna aittir ve EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ HALKINDIR!.

Erdoğan’ın 16 yıl kadar önce söylediklerinin TÜMÜYLE TERSİ yapılmıştır.

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm 

3 Y hedefi Yoksulluk – Yolsuzluk – Yasakları gidermeye dönüktü, yerindeydi.

Şimdilerde ise “3 Y”, tam zıddıyla, ülkede genelgeçer ve kopkoyu egemen kılınmıştır.,

  • Halk yoksullaştırılmış, yandaşlar çooooook zengin edilmiştir.

  • Yolsuzluklar, yoksullaşTIRmanın temel nedeni ve aracı olmuştur.

Ülke neredeyse 2 yıldır OHAL altında yasaklarla – hak ihlalleriyle inletilmektedir. FETÖ bağırlarında yetişmiş ama siyasal ayağı ısrarla örtülmüştür. FETÖ kalkışması bahane edilerek, haber alındığı halde darbe girişimine “önlem alınarak” yol verilmiş, 250 insanımız feda edilmiş ve 5 gün sonra AKP = ERDOĞAN‘ın kurgulu sivil darbesi ile ülke – halk demir yumrukla ezilmiştir.

Bu senaryoyu bu halkın yutması ve daha fazla katlanması olanaksızdır.
AKP = RTE gemileri yakmış ama kendilerince emin limanlara da erişememişlerdir; açıkçası bir İSLAMİ FAŞİST DEVLET’i hala tam olarak inşa edememişlerdir. Bütün çırpınmalarına karşın halkın en az, en az yarısı hala ve şiddetle direnmekte, Cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenmektedir

Dileriz yarın seçimler güvenlik içinde ve dürüstçe yapılır. Bunu sağlamak iktidarın baş görevidir.

Sonra da, AKP = RTE seçimi yitirirse, paşa paşa sonucunu kabul edip muhalefete geçmelidir. Bu dünyanın sonu değildir. AKP = RTE için pek çok “hayırlı” yönü de olabilir. Bir kez iflas eşiğindeki ekonomiyi çok acı reçetelerle toparlamak muhalefetin iktidarına kalır.. İkincisi AKP = RTE kadroları olağanüstü yorgun – bitkin tükenme tablosunda olduklarından, biraz dinlenir, muhalefeti tadar ve demokratik olarak olgunlaşırlar.. Dünyanın sonu değil, demokratik siyasal yaşamın olağan sonucudur seçim kazanmak ve de yitirmek.. Buna herkes hazır olmalıdır.

  • Kaldı ki Erdoğan, kişi – yer- zaman – olaylar bakımından yönelimini yer yer yitirmiş, belleğinde ciddi boşluklar oluşmuş ve düşünce akışında net kopukluklar belirmiştir. Durum kameralar önünde açık, net ve sabittir. Bu tıbben ciddi bir tablodur ve bu durumdaki insanların uzun süre dinlenmesi, hatta sağaltım alması gereklidir. Tersi durumda değindiğimiz bilişsel bozukluklar (cognitive disorder) derinleşebilir ve kalıcılaşabilir. Söz konusu olan, 81 milyonluk dev bir ülkenin yönetimidir ve en küçük bir zaafiyet asla kabul edilemeyeceği gibi, hiç kimse ama hiç kimse Türkiye’den daha önemli ve değerli de değildir!

Yineleyelim; 2 olgu akut olarak son derece önemli                   :

1. Seçim güvenliği ve dürüst – hilesiz – saydam sayım – döküm
2. Seçimlerde asla şiddet kullanılmaması ve kimsenin burnunun kanamaması…

Herkesten, herkesten ama özellikle iktidardan – hükümetten özel ricamız, beklentimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AK PARTİ’NİN VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN GÜNAH DEFTERİ

Araştırmacı ve Siyaset Uzmanı Mehmet Hakan DOĞAN’ın, zihinlerden kolay kolay silinmeyecek, belge niteliğindeki yazısı:

AK PARTİ’NİN VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN GÜNAH DEFTERİ

Mehmet Hakan DOĞAN
Araştırmacı ve Siyaset Uzmanı

(AS : Bizim kısa notumuz yazının altında..)

Her Türk vatandaşı gibi ben de 24 Haziran’da sandık başına gideceğim. Hiçbir baskı ve yönlendirme olmaksızın hür irademle oyumu kullanacağım inşallah. Seçimin, şimdiden ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mesleğim gereği yıllardır sokaklarda, caddelerde, işyerlerinde ve meydanlardayım. Benim işim, siyasî gözlemlerde bulunmak, halkın nabzını tutmak, analizler yapmak ve doğru sonuçlara gitmek. Her seçimde olduğu gibi yine işimin başındayım. Güzel ülkemizi il il, ilçe ilçe geziyorum. Bugün bu yazımda siyasî gözlem, nabız tutma, analiz yapma ve sonuç tahmin etme gibi bir çalışmanın içine girmeyeceğim. Bir vatandaş olarak bugün kendi ruh ve gönül dünyamı sorgulayacağım. Sanıyorum bir kul olarak bu benim doğal hakkım.

16 yıllık iktidarında, değişik zamanlarda Ak Parti’ye oy verdim. Başka partilere de oy verdim. Her oy tercihinde, aklımı, vicdanımı, gönlümü, beynimi ve özümü dinledim. Hiçbirinden pişman değilim. Yine pişman olmamak için bütün samimiyetimle her türlü sorgulamayı yapıp, Allah’ın huzurunda hesap verirken kolay hesap vermeyi arzu ediyorum. Cenabı Hak, bu yaklaşımım ve içtenliğim dolayısıyla bu imtihanımı da kolay kılar inşallah.

Bir büyüğümden dinlemiştim, çok çarpıcı bir benzetme yapmıştı, hiç unutmuyorum. Demişti ki: İnsan hiç olmazsa bir tavuk titizliğinde olmalı; tavuklar çamurun, pisliğin içinden işine yarayanı alır, gerisini bırakır. Ne muhteşem bir teşbih, ne güzel bir örnek. Zaten hayvanlar dünyasını incelediğimizde, her hayvanın insandan daha ileri düzeyde bir özelliğine rastlamıyor muyuz? İnsandan daha hızlı koşan, insandan daha hızlı yüzen, insandan daha hızlı koku alan, insandan daha hızlı gören, insandan daha hızlı yiyen hayvanlar var. Neyse, konumuz bu değil. Ben bu seçimde en az, bir tavuk kadar titiz olacağım. Başkaları beni ilgilendirmez.

Benim konum şu: Bu seçimde Ak Parti’ye oy verecek miyim, vermeyecek miyim? Biraz garip, tuhaf geldi değil mi? Bu nasıl bir soru, seçime sadece Ak Parti mi giriyor, diğerleri hakkında niye bir yorum yapmıyorsun, daha genel bir soru iyi olmaz mı kardeşim, diyebilirsiniz. Haklısınız. Ancak ben kendimi sorguluyorum, kendi kalbimi dinliyorum, kendi içimden geçenleri masaya yatırıyorum. Bir vatandaş olarak Ak Parti’ye devam mı, diyeceğim; tamam mı, diyeceğim? Devam dersem neden; tamam dersem, neden? Sormak, akletmek, kıyaslamak, yorumlamak, sonuca gitmek benim hem meslekî vazifem hem de insanî duruşumdur.

Eğer bir konuda evet-hayır, devam-tamam, iyi-kötü gibi iki seçenekli bir durumla karşılaşırsanız en pratik yol şudur: Elinize bir kalem kağıt alırsınız, sayfayı yukarıdan aşağıya ikiye bölersiniz. Bir tarafa evet, bir tarafa hayır; ya da bir tarafa devam bir tarafa tamam; veyahut bir tarafa iyi, bir tarafa kötü yazarsınız. Yani, bir tarafa olumlulukları, bir tarafa olumsuzlukları yazarsınız. Hangi tarafın liste uzunluğu çoksa tercihinizi o yönde kullanırsınız. Ben de öyle yaptım. Bir tarafa Ak Parti’ye oy vermemin gerekçelerini yazdım, bir tarafa ise vermememin sebeplerini yazdım. Bugünkü tarih itibariyle, vermememin sebepleri, vermemin gerekçelerini ikiye katlamış durumda..

Ak Parti ile ilgili evet, devam, iyi ve olumluluk bildiren gerekçe listemin neredeyse tamamı 2002-2010 yılları arasını kapsıyor. Yapısal reformlar, yatırımlar, yasaklarla mücadele, yenilik, değişim, vatandaşa verilen değer, dış politikada diplomatik dil ve doğru diyalog, sade, samimi ve hizmet düşüncesi ile yapılan güzel çabalar… Ancak; hayır, tamam, kötü ve olumsuzluk bildiren sebepler listeme baktığımda 2010-2018 yılları arasında yoğunlaştığını görüyorum. Yani; yanlış adımlar, yanlış yönlendirmeler, yanlış yatırımlar, yanlış dil, yanlış düşünce, yanlış bakış açısı sonucu; yolsuzluk, israf, şatafat, debdebe, gurur, kibir, ehliyetsizlik, liyakatsizlık, öngörüsüzlük, tarafgirlik ağır basmış, güç zehirlenmesi baş göstermiş ve çürüme başlamış.

Bunun sosyo-psikolojik ve sosyo-politik izahları, ayrı bir yazının konusudur. Bu kısma hiç girmeyelim. Daha anlaşılır, daha müşahhas, daha belirgin olumsuzluklar listesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ak Parti ile ilgili aşağıda sıraladığım listedeki konular, 16 yıl boyunca gözümüzün önünde cereyan eden, bilgi, belge ve arşivleri ile herkesçe malûm olan konulardır. Belki bu liste, Kanunî’nin mezarına, Şeyhülislamdan aldığı fetvaları koydurtma isteği gibi de algılanabilir. Allah’a hesap verirken elde sağlam gerekçeler olsun. Tabi bu listedeki her bir madde, ayrı bir yazının, ayrı bir makalenin konusu olacak kadar hatta her biri için kitap yazılacak kadar uzun konular.

İşte Ak Parti’nin ve onun kurucusu, lideri, yönlendiricisi, baş aktörü Recep Tayyib Erdoğan’ın günah defteri: 

1- Recep Tayyip Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanlığı ve Emperyalizmin Ortadoğudaki Maşalığı
2- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) İle, 10 Yıllık Yol Arkadaşlığı, Kan Kardeşliği ve Ruh İkizliği
3- Açılım Süreci, Habur Rezaleti, Oslo Kepazeliği, İmralı (Öcalan) Dostluğu, Dolmabahçe Mutabakatı
4- Kıbrıs Politikasında Rauf Denktaş’a Karşı Annan Planı’nın Savunulması ve Evet Kararı
5- Yunanistan Tarafından, Ege’de 18 Adamızın İşgaline Karşı Sessiz Kalınması
6- Yanlış Ortadoğu Politikası, Suriye Rejimini ve Esad’ı Düşman İlan Etme, ABD ve Batı’nın Suriye’yi Parçalama Planına Alkış Tutma
7- ABD’nin Irak’a Girmesine ve 31 Mart Tezkeresi’ne Destek Verilmesi (AS: 2003)
8- Recep Tayyip Erdoğan’a ABD’de, Yahudi Üstün Cesaret Madalyası ve Yahudi Üstün Cesaret Ödülü’nün Verilmesi
9- Müslüman Kardeşler, El Kaide, Hamas, IŞİD, Nusra, Ahrar El Şam ve PKK Seviciliği
10- PYD Terör Örgütü Sözde Lideri Salih Müslim’in, Ankara’da Kırmızı Halılarla Karşılanması ve Sonra Terörist İlan Edilmesi 

11- Sürekli Değişen Dış Politika Yanlışlığı, Sürekli Eksen Kayması, Sürekli Dış Düşmanlar Üretme Hastalığı, Sürekli Dış Güçlere Bağlanan Hatalar
12- Ergenekon ve Balyoz Davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Belinin Kırılması, Türk Milliyetçisi, Vatansever, Atatürkçü Askerlerin Tasfiyesi
13- Kozmik Odanın Kapılarının FETÖ Savcılarına Açılması, Devletin En Gizli Sırlarının Deşifre Olmasına Seyirci Kalınması
14- Yolsuzluk, Hırsızlık, Vurgunun Ayyuka Çıkması ve Kamu Malının Yandaşlar Tarafından İç Edilmesine Ortak Olunması
15- Ehliyet ve Liyakatin Rafa Kalkması, Torpilin Normal Hale Gelmesi, Devletin En Üst ve En Kritik Yerlerine Kendi Adamlarının Yerleştirilmesi
16- Adalet Anlayışının Yerle Bir Edilmesi ve Evrensel Hukuk Nizamının Ortadan Kaldırılması
17- Yargı Bağımsızlığına Gölge Düşürülmesi, Mahkemelerin, Savcı ve Hakimlerin Tartışılır Hale Gelmesi
18- Kalkınmanın Sadece İnşaat Olarak Görülmesi; Eğitim, Kültür, Bilim ve Sanatın Yok Sayılması
19- Devletin En Stratejik Kurumlarının Özelleştirme Adı Altında Satılması ve Yandaş Firmalara Peşkeş Çekilmesi
20- Kamu İhale Yasası’nın 16 Yılda 186 Defa Değiştirilmesi; Yasaya Göre Firma Değil, Firmaya Göre Yasa Düzenlemesi 

21- Eğitime Gereken Değerin Verilmemesi, Sürekli Değişen Sınav Sistemleri ve PİSA Sonuçları
22- Toplumun Bölünmesi, Ötekileştirilmesi ve Kendi Dışındakilere Vatan Haini, Düşman Gözüyle Bakılması
23- Milliyetçiliğin Ayaklar Altına Alınması, Andımızın Kaldırılması ve Milliyetçiliğin Irkçılık (Kavmiyetçilik) Gibi Görülmesi
24- Millî ve Manevî Değerlerin İstismarı, Sömürülmesi, Kur’an’ın Meydanlarda Sallanması ve Muaviye Zihniyeti
25- İslam Ahlakının Temel İlkelerinin Yıkılması ve Dindarlığın Değil, Dinciliğin Tercih Edilmesi
26- Aile, Eş, Dost, Yakınlarının Zenginleşmesi ve Belli Bölgelerden Biatçı Müteahhitletin, İş Adamlarının Türemesi
27- İsraf, Saçıp Savurma Politikası ve Devlet Kaynaklarının Çarçur Edilmesi
28- Çankaya’dan Vazgeçilerek Saray Yaptırılması ve Devlet İtibarının Gösterişli Binalar Olarak Görülmesi
29- Şatafat, Depdebe, Gösteriş Düşkünlüğü ve Mütevazı Yaşamdan Vazgeçilmesi
30- Yandaş Basın Oluşturularak Tek Tip Medya Düzeninin Kurulması ve Farklı Seslerin Kısılması 

31- Şehirlerin Betonla Çirkinleştirilmesi, Estetik Mimarinin Oluşturulamaması ve İstanbul’un Tarihî Silüetinin Bozulmasına Bile Göz Yumulması
32- Tarım ve Hayvancılığın Yok Edilmesi, Türk Çiftçisinin Üretemez Hale Gelmesi ve Etin Dahi Sırbistan’dan Alınması
33- İşsizliğin Sürekli Artması, Genç İşsiz Sayısının Çoğalması, Gerçekte % 20’lerde Olan İşsizliğin % 12 Gibi Gösterilmesi
34- İş Sağlığı ve Güvenliğinin Yetersizliği, Ölümlü İş Kazalarında, Türkiye’nin Avrupa’da Birinci, Dünyada Üçüncü Olması
35- Orta Sınıfın Yok Edilmesi ve Zenginin Daha Zenginleşmesi Fakirin Daha Fakirleşmesi
36- Düşünce ve Kanaate Pranga Vurulması, Fikirlerinden ve Yazılarından Dolayı Binlerce İnsanın Hapishaneyi Boylaması
37- Demokrasi ve Özgürlük Alanlarının Daraltılması ve Muhaliflere Baskı Uygulanması
38- Kur’an’ın, Dolayısıyla Allah’ın Reddettiği Tek Adamlık Düşüncesinin Meşrulaştırılması
39- Devlete; Mezhep,Tarikat ve Cemaat Güçlerinin Yerleştirilmesi ve Oy Uğruna Onların Desteklenmesi
40- Devlet Adamı Anlayışının Kaybolması ve Popülist Politika Yürütmenin Tercih Edilmesi 

41- Yerleşmiş Parlamenter Sistemin Yıkılması ve Dünyanın Hiçbir Yerinde Uygulaması Görülmeyen Bir Başkanlık Sisteminin Getirilmesi
42- Cumhuriyet Değerlerine ve Atatürk’e Gösterilen Düşmanlığa Sesiz Kalınması
43- Doların ve Euro’nun Aşırı Yükselişi ve Vatandaşın Her Geçen Gün Daha Yoksullaşması
44- Meydanlarda Faize Karşı Olunduğu Söylenmesine Rağmen, Faizin Yükseltilerek Lobilere Teslim Olunması
45- Hiçbir Aklî ve Mantıkî Gerekçesi Olmadığı Halde Üniversitelerin Bölünmesi
46- Stratejik Bir Alan Olan Şeker Fabrikalarının Satılması ve ABD Merkezli, Çok Uluslu Cargill Şirketine Teslim Olunması 
47- Türkiye’nin Dış Borç Stokunun 453 Milyar Dolar Olmasına Rağmen IMF’ye Borcumuz Yoktur, Diyerek Algı Yaratılması ve Halkın Kandırılması
48- Seçim Vaadi Olarak “Millet Kıraathaneleri” Gibi Son Derece Komik ve Basit Bir Projenin Sunulması
49- En Ağır Hakaretleri Yapmalarına Rağmen, FETÖ Davalarında Doğu Perinçek’e; Makamı Kaybetmemek Uğruna İse Devlet Bahçeli’ye Teslim Olunması
50- FETÖ İle İltisakı Olması Sebebiyle Görevden Alınan Belediye Başkanları İçin Hukukî Bir Süreç Başlatılmaması 

51- FETÖCÜ Öğretmen, Hemşire, Savcı, Hakim, Polis, Asker, Memur, İşadamı, Esnaf, Baklavacı Bulunmasına Rağmen, Kendi İçlerindeki Siyasî FETÖ’ye Dokunulmaması
52- RTE’nin, Üniversite Diplomasının Tartışılmasına Açıklık Getirememesi ve Üniversiteden Bir Tane Arkadaş Bile Gösterememesi
53- Ankara’daki Saray Yetmiyormuş Gibi Bir de Marmaris Okluk Koyu’na 300 Odalı Yazlık Saray Yapılması 

Elimi vicdanıma koydum, aklıma danıştım, özümü dinledim, listeye baktım; bu saatten sonra

  • Ak Parti’ye, Recep Tayyip Erdoğan’a ve şürekasına oy vermem mümkün değil..

    Öbür dünyada her şeyden hesaba çekecek olan Allah, bunları bana sormaz mı?

=====================================
Dostlar,

Sayın Mehmet Hakan DOĞAN’ın emekli çalışmasına teşekkürler..
Her halde rastlantıdır, RTE’nin günah defterinde doğum yeri olduğu söylenen Rize’nin trafik plaka numarası lan tam 53 kalem “günah” sayılmış..

Tam 53 kez işe yarasın diyoruz biz de..

Tam 53 kez Anadolu halkımız artık uyansın diyoruz..

Tam 53 kez…Türkiye artık bu dertten kurtulsun istiyoruz..

40 kez tövbe de kurtaramayacak bu günah-ı kebair sorumlularını..
Bunları yapanları ve bilerek – bilmeyerek destek olanları..

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

Prof. Dr. Hakkı Keskin ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi, 14.06.2018

28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı:

  • “CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. …
    Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”
     

Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem milletvekilliğimi Almanya`da yapmış olmama karşın, Türkiye`deki siyaseti yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birinden böyle bir konuşma hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir başka Avrupa ülkesinde, muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı söylemleri duymadım.

Bu konu beni çok büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt vermeyi aynı zamanda  yurttaşlık görevim olarak görüyorum. 

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu

…………………
……………………………

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünün Hızlandıran Nedenler 

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535’te Fransa, 1580’de İngiltere, 1612’de Hollanda, 1617’de Avusturya, 1678’de Polonya, 1700’de Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar  (ayrıcalıklar) tanıyan “Kapitülasyon” anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün temel nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. (AS: 1535, Fransa’ya lütfedilen ilk kapitülasyon..)

………………………….
……………………………

Mustafa Kemal Atatürk‘ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve
CHP Döneminde yapılanların Özeti
 

Türk halkı, Mustafa Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir. 

Bunun için kararlı ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasal anlayışla, tam bağımsız ve kendine yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.

Öncelikle halkın ve ülkenin günlük kitlesel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek, temel sanayi ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma atılımında temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra Devletçilik ilkesi benimsenerek, 5 Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka, ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.
……………………….
………………………..

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler 

Üretim\Yıllar 1929 1939 artış (%)
İplik üretimi (100 ton) 23 90 42
Şeker üretimi (1000 ton)  8 95 1,008
Çimento üretimi (1000 ton) 65        284     337
Krom üretimi (1000 ton) 16 183 1,044
Taşkömürü üretimi (1000 ton)      1,451     2,696      86
Elektrik üretimi (mil. kW saat)         106 253     233
Bakır üretimi (1000 ton)      561
Cam üretimi (1000 ton)     419
Kağıt üretimi (ton)     745
Türkiye sınırlarındaki demiryolu ağı (km)      4,000      7,326       55
Karayolu ağı (km)    29,636    41,600       41

1938’e gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri gereksinimi tümüyle; tekstil, kağıt, toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.

……………………..
……………………..

AKP hükümetleri 2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri: 

  • Ulusal gelir ortalama yılda % 4,8 olarak büyümüştür.
  • Enflasyon ortalama yılda % 10,4 olmuştur.
  • Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki değeri 2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011’den sonra TL’nin $ karşısındaki değer yitiği her yıl artarak Haziran 2018’ de 4,50 TL oldu.
  • İşsizlik ortalama olarak yılda % 10,7 oldu. Gençlerde ise bu oran % 25`i aşmaktadır.
  • 2002’de 15 milyar $ olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 milyar Dolara çıkmıştır.
  • Türkiye’nin toplam dış borcu 2002’de 129,6 milyar Dolardan 2017 sonunda 453,2 milyar Dolara tırmanarak, ulusal gelirin %53,3’üne ulaşmıştır.
  • Türkiye’nin 1 yıl içinde 236,8 mılyar $ dış borç ödeme yükümlülüğü var. Döviz rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz Dolarlık dış borç ödemesi için devlet kasasında yalnızca 60 Dolar bulunmaktadır (Mehtap O. Ertürk, Sözcü, 5.2018)..
  • AKP döneminde başta kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikalar olmak üzere satılan devlet varlıklarından 65-70 milyar $ sağlanmıştır.
  • 16 yıllık AKP döneminde devlet varlıklarının satılmasından sağlanan bu geliri yapılan dış borca eklersek, toplam 523,2 milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca Dolar kuru ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.
  • AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, 3. hava alanlarının yapılma maliyeti, Devlet varlıklarının satılmasından sağlanan 65-70 milyar Dolarla fazlasıyla yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya Tünelinin maliyeti 1,2 milyar Dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda ad ad sıralanan 1923-50 yıllarına dek yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle AKP’ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partilerince yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmıştır. Buna karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.
  • 2002’de hane halkı borç yükünün, hane halkı harcanabilir gelirine oranı %4’ten 2015’te %51`e ulaştı. Çalışanlar, gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemekte (Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ilk 3 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye`de 2016 sonunda yüksek gelirli nüfusun % 20`si ülke gelirinden %47,2 pay alırken, en düşük gelir dilimindeki %20 nüfus (16 milyon) ise toplam gelirden %6,2 pay alabilmektedir.
    ===================================================Dostlar,

    Saygın bilim ve siyaset insanı Prof. Dr. Hakkı Keskin‘in değerli ve kapsamlı çalışması 10 sayfayı aşkın bir emek ürünü..
    Yukarıda bir ölçüde paylaştık..
    Tümünü okumak için lütfen tıklayınız.. ve de paylaşınız..

    RTE’nin CHP tas tas üstüne koymadi savı ve gerçekler HAKKI KESKİN

    Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

FETÖ’nün İlhan Selçuk Cinayeti

FETÖ’nün İlhan Selçuk Cinayeti 

Konuk yazar : Lütfü Kırayoğlu

Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) 15 Temmuz 2016 tarihinde giriştiği ABD patentli darbe girişimi sonrasında değişik illerde açılan davalarla yargılanıyor. Davaların ne denli sağlıklı yürütüldüğü Türk hukuk tarihini yazanlarca değerlendirilecek. Açılan yüzlerce dava arasında İlhan Selçuk cinayetini ortaya çıkarmaya yönelik bir soruşturma yok. Tamtyersine son günlerde İlhan Selçuk’un ölümüne neden olan “Ergenekon” tertibini yeniden canlandırmaya yönelik girişimler var.

1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamında yeniden fışkıran Türk aydınlanmasının en etkili gazeteci ve yazarları İlhan Selçuk, 21 Haziran 2010’da aramızdan ayrıldı. Her ne denli ölüm nedeni kayıtlara “çoklu organ yetmezliği” olarak geçse de FETÖ adı verilen ihanet örgütünün bir cinayeti olarak akıllarda kaldı.

İlhan Selçuk, 1960’lar sonrasında görülen her gerici ve baskıcı hareketin doğrudan hedefleri arasında oldu. Hem de ilk sıralarda. Bu nedenle İlhan Selçuk’un katledilmesi FETÖ adlı ihanet şebekesi açısından bakıldığında “isabetli” bir cinayetti. Nitekim İlhan Selçuk’un ölümü Türkiye Cumhuriyeti açısından da, yaşamını adadığı Cumhuriyet gazetesi açısından da büyük bir savrulma döneminin başlangıcı oldu.

İlhan Selçuk, dalgalar halinde gelen “Ergenekon” tutuklamalarının en büyük dalgasının gerçekleştiği 21 Mart 2008’de sabaha karşı evi basılarak gözaltına alındı. Gözaltına alınan öbür aydınlarımızın pek çoğu tutuklanırken, İlhan Selçuk’u yaşı ve sağlık durumunu da dikkate alarak tutuklamaya cesaret edemediler. Ancak 2 gün sonra serbest bırakılan İlhan Selçuk bir daha eski sağlığına kavuşamadı. Uzun süre hastanede tedavi gördü. Bir süre yazılarına devam etse de bir yıl sonra tekrar hastalanarak kısmi felç geçirdi. Bir daha da düzelemedi ve 21 Haziran 2010’da aramızdan sonsuza dek ayrıldı. Koparılıp alındı gerçekte…

İlhan Selçuk göz-altılara, tutuklamalara, yargılamalara alışıktı. Ancak İlhan Selçuk, kahrından öldü. O’nu kahrından öldüren daha sonra “kumpas” olduğu iktidar tarafından da itiraf edilen “Ergenekon” davasında örgüt yöneticisi olduğu iddiasıydı. Davanın en çarpıcı iddiası ise, örgüt “yöneticilerinin” Cumhuriyet gazetesine bomba “attırmış” olmasıydı. Bir başka ifade ile Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı, gazeteye yaşamını adamış insan, kendi gazetesine karşı bombalı saldırı yaptırmakla suçlanıyordu. 12 Mart döneminde Ziverbey köşkündeki kontrgerilla karargâhındaki işkencelere göğüs geren İlhan Selçuk, bu iğrenç suçlamaya dayanamadı.

İlhan Selçuk, 50 yıl boyunca Türk aydınlarının ellerinde bayrak gibi gezdirdiği gazetenin bilge köşe yazarıydı. Öyle ki, 12 Mart döneminde ve 1990’lı yıllarda Cumhuriyet gazetesi yolundan saptırılıp ele geçirildiğinde okurları tarafından terk edilmiş, bu sayede yeniden İlhan Selçuk ve dava arkadaşlarının gazetesi olabilmesi için ilginç bir destek görmüştü.

İlhan Selçuk’un aramızdan çekilip alınması ile Cumhuriyet gazetesi bir kez daha yayın ilkeleri konusunda tartışma konusu haline geldi. İlhan Selçuk yazıları ile yalnızca Cumhuriyet gazetesinin değil, Türkiye Cumhuriyetinin de hangi rotada ilerlemesi gerektiği konusunda da yol göstericiydi.

İlhan Selçuk “Ergenekon” soruşturması kapsamında göz-altına alınıp serbest kaldıktan bir süre sonra, 21 Şubat 2009’da kendini sorgulayan ve şimdi kaçak olarak yurt dışında bulunan Zekeriya Öz hakkında “Öz’ün Laf-ı Güzafı” başlıklı bir yazı yazmış ve Öz’ü daha o gün yargılamıştı. Selçuk şu satamayı yapıyordu:

“Ne yazık ki Zekeriya Öz bu mantıkla ya da mantıksızlıkla hiçbir yere varamaz; savcımızın geleceği pek parlak görünmüyor…
Ergenekon’da birinci iddianame bir hukuk faciası…
“İddianamede Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuku değil, AKP iktidarının guguku geçerli…
“Ya ikinci iddianame ne zaman çıkacak?..
“Diyorlar ki:
– Zamanlama, ayarlama, koordinasyon tamam…
– Nasıl?..
– 2’nci iddianame, AKP’nin işine yarasın diye, yerel seçim öncesi piyasaya sürülecek…
1) Ergenekon tertibi daha ilk aşamasında çıkmaza saplanmış, daha şimdiden çökmüş,
adaletsizlik ve hukuksuzluk anıtına dönüşmüştür…
2) 2450 sayfalık iddianame ve 400 klasörlük dava, hukuk ve yasalarla bağdaştırılması olanaksız bir romanın hiç bitmeyecek tefrikası içeriğindedir…
3) Yeni iddianameler de ilk iddianameye dayanacakları için daha şimdiden içi boşalmış bir davanın yeni ürünleri olmaya mahkûmdurlar…
4) Tutukevlerinde iddianameleri ve davaları bekleyen, kimlikleri toplumca çok iyi bilinen ve tanınan zanlılar daha ne kadar süre demir parmaklıklar arkasında tutulabilirler?..
Zekeriya Öz Cumhuriyet’e ne anlama geldiği belli olmayan iki tümcelik ‘tekzip’ yolluyor…;
Oysa oturup kendisini gün geçtikçe daha çok sarıp sarmalayan koşulları düşünmeli…
Savcı Öz’ün hukuku ve yasaları hiçe sayıp çiğneyen uygulamalarına karşı, sayıları gittikçe artan Ergenekon sanıkları da elbette haklarını yasal yollardan arayacaklardır…
Her bugünün bir yarını var…”

Zekeriya Öz ve destekçileri elbet bir gün hesap verecek. İşte o gün Türk aydınlanmasının bilge yazarı İlhan Selçuk’un sözünü ettiği “yarın” gelmiş olacak.

İlhan Selçuk’un anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
====================================

Değerli dostumuz Sn. Lütfü Kırayoğlu’na, bu vefa dolu, bizim de paylaştığımız içerikli yazısı için teşekkür ediyor; AYDINLANMA BİLGESİ İlhan ve Turhan Selçuk kardeşleri şükranla anıyoruz.

İlhan ve Turhan Selçuk ile ilgili görsel sonucu

Cumhuriyet gazetesinin Mustafa Kemal Paşa‘da bu yana gelen çizgisini korumasını diliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Aşı Karşıtlığı

SAĞLIK YAZILARI / DR. CAVİT IŞIK YAVUZ

Aşı Karşıtlığı

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Aşı tartışması giderek alevleniyor. Aşı yaptırma konusunda yayılan kaygılar, korkular ve karşıt tutumlar bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye zarar verecek noktaya gelmiş gibi görünüyor. Aşıyla korunulabilir bulaşıcı hastalıklar için endişeler ve bu hastalıkların sayıları artıyor. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktör Yardımcısı Nedret Emiroğlu’nun ifade ettiklerinden anlaşılan, Avrupa’da bir kızamık salgınının kol gezdiği:

Avrupa ülkelerinin üçte ikisinde kızamık ortadan kalkmış olsa da bölgedeki bazı ülkelerde geçen yıl büyük kızamık salgınları gözlemledik. Bu yılın ilk iki ayında Avrupa Bölgesi ülkeleri toplam 11 bin kızamık vakası bildirdi. Hastalığın daha çok yayılmasını önlemek ve aşılanma oranlarını artırmak amacıyla bu hastalıklardan etkilenen ülkelerle sıkı bir işbirliği içinde çalışıyoruz”.

Ülkemizde de aşı yaptırmama konusunda dikkat çekici bir artış var. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Alpay Azap’ın yaptığı açıklamaya göre, 2016’da çocuklarına aşı yaptırmayan aile sayısı 11 bin iken, 2017 yılında bu rakam 23 bine çıkmış durumda.

Konuyla ilgili uluslararası tartışmalar da yoğunlaşıyor. Öyle ki bilim insanları “halk sağlığının en büyük kazanımlarından birisi olan aşılar, nasıl oldu da anne ve babaları korkutan tıbbi bir işleme dönüştü?” diye soruyorlar.  Aşıya ilişkin bu tartışmalarda üç başlığın öne çıktığını görüyoruz: Aşı konusunda tereddüt edenler, aşıyı reddedenler ve aşıya karşıt olanlar. (Ayrıntılar için bakınız; Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları. Feride Aksu Tanık, Toplum ve Hekim 2018/2.sayı).

Konuyu ilk olarak “Dinin Siyasallaştırılması ve Sağlık” başlıklı dosyada Prof. Dr. Feride Aksu Tanık’ın “Aşı Reddinin Bağlamı ve Sonuçları” başlıklı yazısıyla  gündeme getiren Toplum ve Hekim Dergisi 2018 yılının üçüncü sayısını da bu konuya ayırdı ve bir aşı karşıtlığı dosyası hazırladı .

Dosyada yer alan sekiz yazıda aşı karşıtlığı çeşitli yönleriyle inceleniyor. Dosyanın sunuş yazısında konunun piyasa ve piyasalaşma faktörünü göz ardı etmeksizin ele alındığı belirtiliyor. Bu perspektifle ilk yazı da bu konuda: “Bağışıklamayı Kim Tehdit Ediyor: Aşı Karşıtları? Aşı Piyasası? (Şafak Taner). Yazıda aşı karşıtlığının bilimsel temellere dayanmadığı ancak aşının piyasalaşması ve piyasa dinamiklerine bırakılmasının güvensizlik ve endişe ortamı yarattığı vurgulanarak piyasalaşma üzerinden bu ortamın oluşumu inceleniyor.

Aşı Karşıtlığı (Alp Aker) başlıklı yazıda aşı karşıtı fikirlerin medyada ve internette özellikle sosyal medya aracılığıyla hızla yaygınlaştığı buna karşı mücadelenin bilimsel temelli argümanlar yanında farklı stratejiler de gerektirdiği belirtiliyor.

Aşı Karşıtlığının Tarihçesi (Melike Yavuz) başlıklı yazıda aşı tarihçesi ele alınırken karşıtlığı oluşturan gelişmeler ve süreç de inceleniyor. Bu karşıtlığın gerek tarihsel gerek sınıfsal farklılıkları vurgulanıyor. Sık Rastlanan Aşı Karşıtı İddialara Yanıtlar (Işıl Arıcan) yazısında, özellikle sosyal medyada sıklıkla rastlanılan aşı karşıtı savları ayrıntılı olarak irdelenerek bu savların aslını ortaya koymak ve özellikle “aşı karşıtı” aileleri ikna etmek isteyen hekimlere bir kaynak oluşturmak amaçlanıyor.

Ebeveynlerin (AS: anababanın) Aşı Kararı (Hatice İkiışık) başlıklı yazıda anne babaların aşı konusunda yaşadığı çekinceleri aşmanın önemli yollarından birinin “Aşıları tavsiye eden ve yöneten sağlık çalışanlarına, aşılarını sağlayan sisteme, aşı programlarına karar veren politika belirleyicilerine güven ve medyada yer alan aşılarla ilgili farklı türdeki bilgiler” olduğunun altı çiziliyor.

Otizm ve Aşılar Arasında Bir İlişki Var mı? (Işık Karakaya) aşıyla ilgili en çok dillendirilen endişe kaynağı olan aşı-otizm ilişkisine ilişkin araştırmaları ve yayınları özetlerken Aşı Karşıtlığının Toplumsal Sonuçları (Alpay Azap) başlıklı yazıda aşı karşıtlığına bağlı düşen aşılama oranları nedeniyle oluşan salgınlara dikkat çekiliyor.

Dosyanın son yazısı ise Aşılanmama, Aşılatmama ve Türkiye’de “Aşı Reddi” Tartışmasına Kısa Bir Katkı (Muzaffer Eskiocak) başlığında. Yazıda “Bilimin ve modern tıbbın toplum sağlığına en önemli katkılarından bağışıklama hizmetleri, neoliberal hegemonyanın bilime, kurumlara ve yaşama yönelik saldırısından etkilenmekte” olduğuna dikkat çekiliyor ve aşı oranlarının düşmesiyle salgın endişelerinin dile getirilmeye başlandığı bir ortamda Türkiye’de 2010 yılından bu yana kızamık hastalığının bir şekilde gündemde olduğunu rakamlarla ve aşılama oranlarıyla ortaya koyuyor.

Kırk yaşındaki dergi Toplum ve Hekim’in bu özel dosyası için yazıların özetlerine, eski sayıların içeriğine ve abonelik bilgilerine derginin web sayfasından ulaşabilirsiniz. (CIY/HK)

Yazar : Cavit Işık Yavuz
Tıp doktoru, Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı. 1993’te Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Halk Sağlığı Uzmanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çevre Sağlığı uzmanlığı eğitimleri aldı. Türk Tabipleri Birliği’nin çeşitli Kol ve yayın organlarında çalışıyor.
==============================================
Dostlar,

Ne yazık ki sorun sür – dü – rü – lü – yor..
Anayasa Mahkemesi’nin 2 davada bireysel başvuruculara zorla aşı yapılamayacağı / tersinin hak ihlali olacağı kararından sonra “aşı reddi” her yıl birkaç yüz bile olmazken 23 binleri aştı 2017’de. Sağlık Bakanlığından “tık” yok.. Bu sitede çok yazdık sorunu. Tek maddelik bir yasal düzenleme sorunu çözmeye yeterli..

Ama AKP iktidarı bunu yap – mı -yor! Çocuklarımız aşısız kalıyor.  Yalnız aşılanmayan çocuklar değil tüm toplumun sağlığı tehlikeye atılıyor.

Böylesi ağır bir sorumluluğun gereğini yapmamak için herhalde istisna bir iktidar, AKP iktidarı olmak gerek..

Yazıklar olsun..

TOPLUM ve HEKİM Dergimizin 40. yılında bu önemli tırmanan AŞI KARŞITLIĞI sorunu özel konu – özel sayı yapan meslek örgütümüz Türk Tabipleri Birliği’ne ve dosyaya emek veren meslektaşlarımıza, sevgili Cavit’e teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Büyüme ve sonrası

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)
Geçen haftaki yazımı borçlanmaya dayalı büyüme konjonktürünün artık geçerli olmadığı tespitinden hareketle, “bu koşullar altında dünya kapitalizminin nihai borçlanıcısı’ ve governörü IMF’nin elindeki reçeteler ne kadar etkin olabilir” sorusuyla bitirmiştim. Geçen haftadan bu yana Türkiye özelinde bu soru 2018’in ilk üç ayına ilişkin milli gelir ve büyüme istatistiklerinin yayımlanmasıyla daha anlam kazandı.

TÜİK’in verilerini anımsayalım: Türkiye ekonomisi 2018’in ilk çeyreğinde %7.4 büyümüş. Söz konusu büyümenin ardında özel tüketim harcamalarındaki sıçrama çarpıcı: %11. Yatırım harcamaları da %9.7 artış göstererek milli gelirin talep yönlü bir ivmelenmeye dayalı büyüme içinde olduğunu belgeliyor. 
Toplam talepteki bu ivmelenme ise yurtdışı kaynak bağımlılığını daha da artıran bir biçimde gelişmiş; Türkiye’nin toplam ithalatı %22 artmış; deyim yerindeyse, resmi çevrelerce büyük övgüyle dile getirilen “büyüme rekoru” sloganını gölgede bırakmıştır. Bunun sonucunda dış ticaret açığı son on iki ay boyunca birikimli olarak 70 milyar dolara, cari işlemler açığı (toplam dış açık) ise 57 milyar dolara yükselmiştir. Bu rakam güncel kur ile dönüştürüldüğünde milli gelirimizin %6.5’ine ulaşmaktadır. AKP ekonomi idaresi yakın geçmişte ulusal ekonomi için 3 adet %5 hedefi dile getirmekteydi. Büyüme, enflasyon ve cari açığın milli gelire oranında yüzde 5! Anlaşılan o ki, büyüme temposu seçim konjonktüründe hedefin üzerine pompalanarak çıkarıldığında, enflasyon hedefi (son veri %12; ÜFE’de ise %20) ve cari işlemler oranı hedefi (%6.5) ile ulusal ekonominin tüm dengelerini bozmuştur
Bu nedenle ekonomik büyüme istikrarsız ve sürdürülemez niteliktedir.
***
Yazımızın başında yer alan soruya dönersek; Türkiye ekonomisinde istikrarsız yapının çözülmesi ve bozulan dengelerin yeniden kurulması için yakın gelecekte (büyük olasılıkla seçim sonrasında) ulusal ekonomide ciddi bir daralma ve emek- sermaye ilişkilerinin yeninden yapılandırılması gerekecektir. Bu dönüşümü finanse etmek ve yönlendirmek için IMF ile yeni bir stand by programına ihtiyaç duyulması olasılığı yüksektir. 
Ancak burada IMF’nin geleneksel stand by unsurlarının etkin olacağı konusunda ciddi kuşkular mevcuttur. Zira, hepimizin yakından bildiği üzere, geleneksel IMF programlarının ana özelliği kamu açıklarının kapatılmasına, ücret ve maaşların geriletilmesine dayalı daraltıcı politikalar içermesidir. Bu politika demeti geleneksel olarak kamu sektörü ağırlıklı aşırı borçlanma ve bütçe açığından kaynaklanan makroekonomik istikrarsızlık sorunlarıyla ilgilidir. Oysa gerek Türkiye, gerekse Arjantin ve birçok gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde ana sorun, özel sektörün aşırı borçlanma güdüsünden ve finansal sistemin denetimsizliğine dayalı aşırı şişkinleşmesinden kaynaklanmaktadır. 
2009 ve sonrası bize finansal sistemdeki aşırı dalgalanmaların ve varlık fiyatlarındaki aşırı şişkinleşmenin getirdiği özel borçlanmaya dayalı talep dalgalarının, makroekonomik istikrarsızlığın ana ögelerini oluşturduğunu göstermiştir. Finansal istikrarı sağlamaya yönelik reçeteler ise kapitalizmin 21. yüzyıldaki rant ve spekülasyona dayalı birikim mantığına aykırı düşmektedir. IMF’nin ve ana akım iktisat anlayışının hayali kapitalizm modellerinin tıkandığı nokta da tam burasıdır.
==================================
Evet dostlar,

Sayın Prof. Yeldan gibi yine Bilkent Ekonomi bölümünden bir başka hocamuz Sn. Prof. Dr. Refet Gürkaynak son derece ciddi uyarılar yapmakta.. (http://ahmetsaltik.net/2018/06/16/kriz-kacinilmaz-canimiz-yanacak/)

Fırtına seçimden sonra.. Kaçınılmaz fırtınanın kopacağı kesinleştiği için AKP=RTE, seçimleri neredeyse 1,5 yıl öne çekmek zorunda kaldılar. Kazanabilirlerse -ki çoook zor görünüyor- o yapay tazelenmeyle yarattıkları çok ağır çok yönlü bunalımı çözmeye çabalayacaklar.. Sorunu yaratanlar, çözümü de üretecek nasıl olacaksa!?

Olan orta ve alt gelir dilimlerine olacak. faturayı üstlenecekler gene.. Ciddi düzeyde yoksullaştırılacağız AKP = RTE’nin yine Prof. Yeldan’ın deyimiyle akıl ve bilim dışı güdümlü ekonomi politikaları (!?) yüzünden..

Hiç ama hiç akıllanacak gibi gözükmüyorlar oysa.. Şimdi de ABD ile danışıklı Kandil – Münbiç senaryosunu pazarlamak, seçimde “oy”a dönüştürmek gibi mide bulandıran manevralar içindeler.. Dileriz bu halk kendisini bunca aşağılayan – aklıyla alay eden hatta aptal yerine koyan siyaset bezirganlığını ve bezirganlarını bağışlamayacaktır…

Eğer 24 Haziran / 8 temmuz’da “at” bir kez daha, hile hurda dahil bir yolunu bulur ve Üsküdar’a geçerse; çıra gibi yanacağımızın resmi ve belgesidir görünenler.

15,5 yılda iki trilyon dolar dolayında ulusal kaynağı heba ettiniz, faize – ranta – yandaşa – inşaata gömdünüz ve fahişe – dar’ül harp alanı gibi gördüğünüz caaanım memleketimizi – halkımızı iflasın eşiğine sürüklediniz. Sınırsız kul hakkı yediniz.

Dilimizin ucundan dökülüyor, tutamıyoruz; Allah belanızı versin, eminiz verecek de!

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

AKP’nin Gitme ‘vakti’!

Gitme ‘vakti’!

Yakup Kepenek

AKP’nin gitmesini gerektiren çok, ama çok önemli nedenler var; hukukun üst yönetimini tümüyle kendisine bağımlı kılması; düşünce ve ifade özgürlüğünü baskı altına alması; üniversiteleri YÖK eliyle öğütmesi; dış politikada yalnızlaştırdığı ülkeyi iç barış sürecinden de iyice uzaklaştırması. 
Bunlara iki büyük olumsuzluk daha eklenebilir; siyasal ve ekonomik istikrarsızlık.

Siyasal belirsizlik 
Anımsanacağı gibi, parlamenter düzenden tek kişi yönetimine geçilmesinin ana gerekçesi siyasal istikrar sağlanacağıydı. Tek başına ülkeyi Kasım 2002’den bu yana yöneten AKP, tam bir çelişkili tutumla, siyasette istikrar arıyordu! 
Ancak AKP’nin, şimdilerde yaptığı açıklamalarından anlaşılıyor ki, yeni rejim özünde istikrarsızdır; önceki dönemlere kıyasla çok daha büyük bunalımlara gebedir. Erdoğan, eğer kendisi CHS (AS: “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denen dünyada örneği olmayan ucubenin kısaltması) Başkanı seçilir, içinde yer aldığı Cumhur İttifakı Meclis’te 301 kişilik çoğunluğu sağlayamazsa, B ve C planlarının hazır olduğunu açıklamıştı. Geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Mehmet Uçum“Seçim çoğunluğunu biz alamazsak seçimler tekrarlanabilir” sözleriyle konuya açıklık getirdi, böyle bir durumda “sistemin tıkanacağını”, bunu önlemek için yeni seçimlere -elbette milletvekili seçimlerine- gidileceğini açıkladı (Cumhuriyet, 7 Haziran). Meğer Erdoğan’ın B ve C planları, istediği sonuç alınıncaya kadar milletvekili seçimlerinin yenilenmesi anlamına geliyor! 
Milletvekili seçiminde istediği çoğunluğu alamayacağı kamuoyu araştırmalarına göre neredeyse kesin olduğuna göre siyasal istikrarsızlıktan kaçınmanın yolu, Erdoğan’ın seçilmemesidir.

Ekonomik tıkanmışlık 
AKP’nin yanlış politikalarının sonucu olarak döviz gelirleri yetersiz kalıyor; büyüme sağlıksızdır ve emekçi kesim eziliyor. 

Ekonominin toplam döviz gelir-gider farkı ya da cari açık yıllık 57 milyar dolar. Dış borç anapara ve faiz ödemeleriyle birlikte 2018’de döviz gereksinimi 240 milyar dolardır. Hukuk sisteminin evrensel kurallara göre işlememesi; yandaş sermaye oluşturma yanlışı; rüşvet ve yolsuzluklar ekonomide güven ortamını yok ediyor; yabancı sermaye ve döviz girişi çok sınırlı kalıyor; yerli sermayenin ülkeden çıkışı hızlanıyor; TL dolar karşısında sürekli değer yitiriyor.  AKP, bu yılın ilk çeyreğinde ekonominin %7.4 oranında rekor düzeyde büyümesiyle övünüyor. Bu büyüme oranının asıl kaynakları hanehalklarının ağır biçimde borçlanarak tüketime yönelmeleri; faiz indirimi ve diğer desteklerle inşaat sektöründe sağlanan çok aşırı şişkinliktir ki sürdürülemez! 

AKP sermayenin partisidir.

DİSK’in 29 Mayıs tarihli “AKP Döneminde Emek” adlı kapsamlı raporunda açıklandığı gibi AKP iktidarında: 

  • Sendikal hak ihlalleri devam etti; gerçek sendikacılık zayıflarken yandaş sendikacılık büyüdü; 200 bine yakın işçinin grevi yasaklandı; iş hukuku esnetildi; güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı; taşeron uygulaması yaygınlaştı; sosyal güvenlik hakları tırpanlandı; emeklilik güçleştirildi ve emekli aylıkları düşürüldü; milli gelir artışı asgari ücrete yansımadı; gelir dağılımı bozuldu; kiralık işçilik yasalaştırıldı; iş davalarında zorunlu arabuluculuk sistemi getirildi; gelir dağılımı bozulmaya devam etti; işsizlik arttı; bütün kamu işletmeleri satıldı; en adaletsiz vergi olan dolaylı vergilerin oranı 2000 yılında %59’dan 2017’de %65’e çıkarıldı; vergiler çalışana ve tüketiciye yüklendi; iş cinayetleri tırmanmaya devam etti; OHAL uygulamasıyla çalışma hakkı ortadan kaldırıldı; 140 bine yakın çalışan ve kamu görevlisi hukuksuz biçimde işten atıldı. 

Daha ne olsun? AKP’nin iktidardan gitme vaktidir.
==============================================

Dostlar,

Mükemmel bir yazı.. Tek sözcük eklemeye yer ve gerek yok!
Teşekkür eder kutlarız Sn. Ekonomi uzmanı Prof. Yakup Kepenek hocamızı..

Sevgi ve saygı ile. 20 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com