Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

CUMHURBAŞKANI VE AİLESİNE AÇILAN DAVANIN, ANLAŞMA ÜZERİNDE NE KADAR TESİRİ VAR?

CUMHURBAŞKANI ve ABD’de AİLESİNE AÇILAN DAVANIN,
ANLAŞMA ÜZERİNDE NE KADAR TESİRİ VAR?

Koray Aydın'dan ABD ile anlaşmaya tepki

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın,
* “Ülkenin Cumhurbaşkanına, ailesine ve evlatlarına mali durumlarıyla ilgili açılmış olan bir davanın acaba bu iş üzerinde ne kadar tesiri vardır diye herkesin kafasında soru işaretleri var, benim de var.” dedi.
İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın, Barış Pınarı Harekatı‘na ilişkin, “Ne olursa olsun Türk milletinin bütün fertlerinin Türkiye’nin menfaati söz konusu olduğunda ülkesinin ve ordunun yanında yer alacağını bilmesinde büyük yarar olduğunu düşünüyoruz.” dedi. Aydın, partisinin Bursa İl Başkanlığınca Nilüfer ilçesindeki bir salonda organize edilen üye katılım ve eğitim törenine katıldı. Burada gazetecilerin Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin sorusunu yanıtlayan Koray Aydın, Türkiye’nin zor günler yaşadığını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump’ın Twitter hesabından yaptığı paylaşımları da eleştiren Aydın, şöyle konuştu:
  • “Bu kadar ağır sözlerin altında böyle bir anlaşmanın yapılıyor olmasının hangi sonuçlar doğuracağını işte bu gelişen olaylarla daha iyi değerlendirme olanağı bulacağız. Adamlar her tarafta Türkiye’ye çeşitli mahkemeler de açtılar, toplum bunları pek görmedi ya da görmezlikten geldi. Ülkenin Cumhurbaşkanına, ailesine ve evlatlarına mali durumlarıyla ilgili açılmış olan bir davanın acaba bu iş üzerinde ne kadar tesiri vardır diye herkesin kafasında soru işaretleri var, benim de var. Bu işte zaafı bile olsa, yanlış yapıyorsa bile, Cumhurbaşkanının bu teslimiyet içine girmemesi, ne olursa olsun Türk milletinin bütün bireylerinin Türkiye’nin çıkarı söz konusu olduğunda ülkesinin ve ordunun yanında yer alacağını bilmesinde büyük yarar olduğunu düşünüyoruz.”
“İYİ PARTİ, HER KESİMDEN OY ALABİLEN BİR PARTİ”
Koray Aydın, partilerine katılımların arttığını, kendilerine yeni katılımlarla ilgili de bir yol haritası belirlediklerini ifade etti. Parti tabanlarının kalıcı bir duruma geldiğini aktaran Aydın,
“Bütün araştırmalar bunu gösteriyor. Araştırmaların teyit etmesi bizim açımızdan çok önemli oldu. 25 Ekim’de 2 yıllık olacağız, bu kadar sürede partinin zemininin oluşturulup, bunun kalıcı bir hale dönüştürülmesi Türk siyasal yaşamında pek olmuş, başarılabilmiş bir konu değildi. İYİ Parti, oy geçişkenliği ve zenginliği açısında bütün partilerden oy alabilen bir partiye dönüşmüş durumda. Özellikle her partiden küskün, dargın, umudunu kesmiş, yeni parti arayışları içinde olan insanların her kesimden partimize bir akışı olduğunu gözlemleyebiliyoruz.” diye konuştu.
Partiyi kurumsal bir yapı haline getirmek için çabaladıklarını belirten Koray Aydın, üye veri tabanı oluşturma amacında olduklarını, kısa sürede yoğun etkinliklere başladıklarını dile getirdi.

Resmi kayıtlara göre 192 bin İYİ Parti üyesi olduğunu da kaydeden Aydın, son bir haftalık çalışmalarının ardından bu rakamın 200 bine çıktığını aktardı.

Yeniçağ, 20.12.19, Koray Aydın’dan ABD ile anlaşmaya tepki
====================================
Dostlar,

“Erdoğan Suriye’deki tutumunu değiştirmeli. Erdoğan’ın banka hesaplarını inceledik”

ABD Başkanı D. Trump’ın 09 Ekim 29019’da T.C.’nin AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektup aşağıda..  Bizimkiler sözde, bu mektubu (ültimatomu!) çöpe atmışlar!
Diplomaside / Uluslararası hukukta böylesi bir davranış örneği yok!
Ayrıca ABD mektubu açıklayınca, kamuoyuna zoraki bilgi verme de herhalde majesteleri Erdoğan’ın 5. sınıf Sultanlığa indirgediği “anomalili rejimlerde” rastlanabilir..

İbretlik Mektup aşağıda.. Ulusal gururumuz çok inciniyor ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, muhatabın hiç mi payı yok böylesi haşlanmada??
*****

Sayın Cumhurbaşkanı;

Hadi iyi bir anlaşma yapmaya çalışalım. Siz binlerce kişinin öldürülmesinin sorumlusu olmak istemezsiniz, ben de Türk ekonomisini yok etmek istemem, ki yaparım. Yapabileceklerimin küçük bir örneğini Rahip Brunson konusunda zaten size göstermiştim. Sizin sorunlarınızı çözmek için çok çalışıyorum. Dünyayı hayal kırıklığına uğratmayın. İyi bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum (Şahin Cilo adlı PKK’lı) sizinle müzakere etmek istiyor, geçmişte yapamayacağı pek çok tavizi vermeye razı. Yeni elime geçen, bana hitaben yazdığı mektubu ekte size gönderiyorum. Eğer bunu doğru ve insani şekilde yapabilirseniz, tarih size olumlu bakacaktır. Eğer iyi şeyler olmaz ise sizi sonsuza kadar şeytan olarak görecektir. Katı bir adam olmayın.

    • Budala olmayın..

Sizi daha sonra arayacağım. Saygılarımla, 09 Ekim 2019
Donald Trump / ABD Başkanı

******
Ulusumuz artık çok acı gerçekleri görmeli; bu iktidarın olağanüstü hataları ülkemizin  saygınlığını ve gücünü çook ağır yaraladı.. 

  • Kişisel hırslar / çıkarlar uğruna ülkemiz acımadan heba ediliyor!

2011’den bu yana Suriye’nin parçalanması planında ABD-AB’nin yanında BOP eşbaşkanı olarak görev alan AKP = Erdoğan, ardışık ağır diplomatik hataların, dinci hülyalarının bedelini on milyarlarca Dolar yitikle, şehit ve gazilerle ve giderimi (telafisi) olanaksız daha pek çok yıkımla ülkemize ödetirken, perde arkasında şaşırtan, ürküten, korkutan gelişmeler yaşanıyor.

ABD’li senatörler, Türkiye’nin yaptırımlardan etkilenmemesini ancak Suriye operasyonu durursa olabileceğini söyledi. Ek olarak:

“Erdoğan Suriye’deki tutumunu değiştirmeli. Erdoğan’ın banka hesaplarını inceledik”

AKP = Erdoğan, önce şiddetle redderken, saatler içinde neden yelkenleri indirerek masanın başında ABD Başkan Yrd. M. Pence ile eş konumda otur(tul)du ve dikte edilen ABD planını kabul etmek zorunda kaldı? İç kamuoyunu kandırmayı sürdürmek için bu çok ağır dayatma bile yalaka yandaş basında “büyük zafer” olarak sunulabildi!.

Nutkumuz tutuluyor ancak AKP = Erdoğan, sanırız – korkarız (!) “son kozunu” da oynadı.

Bu rüzgar geçince içerideki yangın AKP=Erdoğan iktidarını da halkımız gibi kavuracak.

Kısa bir erteleme için bunca ağır bedel bu ülkeye nasıl ödetilebilir !?

ABD ile “120 saat anlaşması” nın bağıtlanmasının ertesi günü Erdoğan’ın yüzündeki muzaffer eda (!) öylesine iğreti duruyor ki, iletişim derslerinde tipik örnek olarak kullanılabilir.

Halkımızın kendilerine dönük bu AKP operasyonunu yutmayacak ve de bağışlamayacaktır.

*****
Öte yandan ABD Başkanlarından F.D. Roosvelt’in ATATÜRK’e mektubu ne denli kıvanç verici: *****
Geçtiğimiz ay BM toplantısı için gittiği ABD’de Trump RTE ile görüşmedi! “Kasım’da gel… ” dedi, oyalıyor.
ABD hala stratejik müttefik mi?
Dünyayı karşımıza alarak başarılı olma olanağı yok; hamasete son verilip tez elden ATATÜRK dönemi dış politikaya dönülmeli.

  • ABD üsleri kartını AKP = RTE neden asla gündeme getir(e)miyor??Artık 5 yıldır giderim (tazminat) ödemelerini alamayan Soma iççilerinin hukuk dışı engellenen yürüyüşlerini konuş(a)mıyoruz. Belimizi büken yoksullaştırmayı, dayanılmaz yaşam pahalılığını, ağır ekonomik bunalımı, korkunç bütçe açığını ve kamu borçlarını, TCMB’nın el konan kârını ve yedek akçelerini… ve daha peeeek çok sorunu konuş(a)mıyoruz.. AKP = RTE bundan ala ne isteyebilirdi ki ? Dolayısıyla bu operasyon gerçekte kime ve neye hizmet ediyor/etti acaba??
  • Genç işsizliği %27’yi aştı. Bu yıkım verisi de mi bir şey ifade etmiyor AKP = RTE için??

    Ne yapmalı ?

    Erdoğan, Esat ile -artık- resmen görüşmeli, kör inadını aşmalı, el sıkışmalı ve Suriye ile işbirliği yapmalı; bu bataklıktan çıkışın başka hiç bir yolu yok! Terör örgütleri en etkin bu yolla etkisizleştirilebilir. 8,5 yıldır sürdürülen çok hatalı Suriye politikası kökten değişmeli.

Her gün “…. şu kadar terörist etkisizleşitirldi (öldürüldü!)..” diye rapor vermenin nasıl bir politik gerekçesi (rasyoneli) olabilir? Üstelik Batı, koro halinde Türkiye’yi “Kürtlerin katili” ilan ederken.. Tam da tersine, Batılı emperyalistlerin elini ve tezini güçlendiren akıl dışı bir uygulama bu; hemen bırakılmalı..

Toplumu / yaşamı daha da dincileştirici, dini bir afyon gibi damardan verme politikasına kesinkes son verilmeli..

  • Uyuşturulmuş bir sürü toplumla, Erdoğan’ın özlemi ümmet – tebaayla  21. yy’da ayakta kalma olanağı yok-tur!

Ekonomdeki çöküş için TBMM’!de genel görüşme yapılmalı ve muhalefetin önerileri dikkate alınmalı.

HDP’nin üzerine daha fazla gidilmemelidir. Kamuoyu vicdanında bu politikanın karşılığı yoktur. AKP böylelikle HDP’yi mağdurlaştırabilir ve halkımız mağdura sahip çıkar.. Yoksa böyle bir şey midir AKP = Erdoğan‘ın kafasındaki tilki kuyruklarından biri?? Hazır Suriye operasyonu ile MHP’den – İYİ Parti’den, CHP’den “bir miktar” emanet oy devşirmişken, beklenmedik bir işbirliği mi HDP ile??! Aykırı mı geliyor? Geçmişte çoooook daha ötesi yapılmadı mı?

Yineleyelim :

  • Halkımızın kendilerine dönük bu AKP operasyonunu yutmayacak ve de bağışlamayacaktır.Göreceğiz..

Sevgi ve saygı ile. 19 Ekim 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

‘Çekiç Güç’ün yarattığı yıkım unutulmasın!

‘Çekiç Güç’ün yarattığı yıkım unutulmasın!

Daver Darende ile ilgili görsel sonucuDaver Darende
Emekli Diplomat-Yazar
Cumhuriyet, 08.10.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’ye karşı içten davranmayan, bölgede PKK/ YPG’yi kendi silahlı gücü gibi kullanan ABD’nin Suriye’deki stratejik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefi ile örtüşmemektedir. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletçiğinin kurulması ABD’nin asla vazgeçemeyeceği hedeflerden biridir. Bir başka hedef ise Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail’in kurulmasıdır.

1990’lı yıllarda Türkiye’yi yöneten devlet adamlarımızın uzak görüşlü (!) politikaları sonucu Amerikan ve İngiliz uçaklarından oluşan “Çekiç Güç”ün topraklarımızda konuşlanması yaklaşmakta olan büyük tehlikenin habercisi gibiydi.
Çekiç Güç”ün TBMM tarafından altı ayda bir uzatılmasının, bu gücün Irak’ın fiili olarak bölünmesini sağlayan en önemli etkenlerden biri olacağını o yıllarda kimse hesaba katmamıştı. Basın ve televizyonlarda “Çekiç Güç” başarı gibi kamuoyumuza sunuluyor, yararlarından övgüyle söz ediliyordu! Oysa “Çekiç Güç” Kuzey Irak’ta oluşan Kürt Federe Devleti’nin, kurulup gelişmesini sağlayan, vurucu bir güç idi. Bu olumsuz gelişme Kürtler açısından Sevr Antlaşması’nın yıllar sonra uygulanması anlamına geliyordu.

Mumcu’dan uyarı
Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan 23 Aralık 1993 tarihli yazısında “Çekiç Güç”ün sakıncalarını ve yaratacağı yıkımı belirtirken şunları yazmıştı:

  • ‘Çekiç Güç’, ülke savunmasının bir bölümünü taşerona vermek anlamına geliyor. Hem bu anlama geliyor hem Irak’ın içişlerine karışma anlamına geliyor. İşlev bunlarla da bitmiyor. ‘Çekiç Güç’ Kuzey Irak’ta oluşan Kürt Federe Devleti’nin kurulup gelişmesini sağlıyor.

Sevr’in gerçekleşmesi
Bu gelişme, Kürtler açısından, Sevr Antlaşması’nın yetmiş üç yıl sonra sorgulanması anlamına geliyor. Aynı oyun yine sahnede. Önce ‘Çevik Güç’ ardından ‘Çekiç Güç’ ABD, Ortadoğu’yu gün geçtikçe egemenliği altına alıyor” (Cumhuriyet, 23 Aralık 1993) Uğur Mumcu’nun günümüz gelişmelerine ışık tutan, gelmekte olan tehlikeyi önceden gören bu sözleri ne acıdır ki o dönemde önemsenmedi.

‘Asıl işgalci Çekiç Güç’
O yıllarda DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit 22 Mart 1996 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan demecinde “Türkiye sınır ötesi harekâta geçtikçe, ‘Türkiye işgal ediyor’ diyorlar. Oysa ‘Çekiç Güç’ün orada bulunması asıl işgal’ değerlendirmelerini yapıyordu. ABD ve Batı destekli “Kürtçülük Akımı”nın bölgeye yerleştirilmek istendiği daha o zaman belli idi. Yakın geçmişte “Çekiç Güç”ün Cudi Dağları’nda PKK’ye savaş malzemesi sağladığını o günlerde basında izlerken içimin sızladığını anımsarım.

‘Çekiç Güç’ köklü bir çıban gibi! Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz ama kökünü çıkaramazsınız. Çıkarmaya kalkıştığınızda nelerle karşılaşacağınız bilinmez.”

Bu sözler dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından 22 Ocak 1993 günü devletin televizyonunda TV-1’de söylenmişti. Günümüzde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak “güvenli bölge”nin yeni bir “Çekiç Güç” olup olmayacağına ilişkin tartışmaların sürdüğü bu duyarlı dönemde “stratejik müttefik” olarak tanımlanan (!) ABD’nin terör örgütü YPG/ PKK’ye silah yardımını artırarak sağlaması dikkat çekici olduğu ölçüde düşündürücü değil midir?

Hedefler örtüşmüyor!

Türkiye’ye karşı içten davranmayan, bölgede PKK/ YPG’yi kendi silahlı gücü gibi kullanan ABD’nin Suriye’deki stratejik hedefi Türkiye’nin stratejik hedefi ile örtüşmemektedir

  • Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletçiğinin kurulması ABD’nin asla vazgeçemeyeceği hedeflerden biridir.
  • Bir başka hedef ise Irak’ın kuzeyinde ikinci bir İsrail’in kurulmasıdır.

Tüm bu olumsuz gelişmelerden sonra ABD’nin oyalama taktiğinden ve ikili oyunundan kurtulmanın tek yolu Ankara’nın Suriye ile ivedilikle diyalog kurmasıdır.
==================================

Dostlar,

AKP’nin SURİYE OPERASYONU, TIKANAN ERDOĞAN İÇİN ULUSLARARASI KURGU MU?

2011’den bu yana Suriye’nin parçalanması planında ABD-AB’nin yanında BOP Eşbaşkanı olarak yer alan AKP / RTE, ağır diplomatik hataların bedelini on milyarlarca $ yitikle, şehit ve gazilerle, uluslararası saygınlığımızın yitirilmesiyle ve daha pek çok bedelle Türkiye’ye ödetirken, perde arkasında şaşırtan, ürküten, korkutan gelişmeler yaşanıyor.

  • Erdoğan, Esat ile derhal resmen görüşmeli, el sıkışmalı ve işbirliği yapmalı,
    başka hiç bir yolu yok!
     

BM toplantısı için gittiği ABD’de Trump, RTE ile görüşmedi! “Kasım’da gel… ” dedi.
ABD hala stratejik müttefik mi? Erdoğan bir kez daha nafile tur yapacak mı ABD’ye!?

Irak ve Suriye tezkeresi TBMM’de kabul edildi

Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanı’na verilen iznin bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkere, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Kabul edilen tezkere ile; Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK), Irak ve Suriye’deki terörist ögelerle mücadelesi kapsamında sınır dışında görevlendirilmesi öngörülüyor. Tezkere AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti’nin oyları ile geçti.
Ne yazık ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşuna yönelik tehditler ciddi boyutlara ulaştı.
En yaşamsal ulusal çıkarlarımız tehlikede. Tehdit ve tehlike bu denli açık ve somut.

ABD Başkanı Trump, dün akşamki Türkiye’ye yönelik twitter iletileri ile ülkemizi tehdit etti ve küçük düşürdü. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidarı, kabul edilemez ve aldatıcı bir tuzağın ve oyalamanın içine sürüklenmiştir. Erdoğan, Kasım’da ABD’ye gitmemelidir.

  • Başta İncirlik, ABD üslerine sınırlamalar getirilmesi seçeneği artık masaya konmalıdır.

HDP Diyarbakır Milletvekili Hişyar Özsoy ise, “Biz bu tezkereye… gönül rahatlığı ile ‘hayır’ diyeceğiz.” dedi. Türkiye’nin 40 yıldır sınır ötesi operasyon yaptığını belirten Özsoy, “Geldiğimiz noktada Kürt sorunu konusunda en kritik dönemi yaşıyoruz” dedi. Türkiye’nin güvenlik kaygılarının “doğru olmadığını” savunan Özsoy, “Kürtlerin Suriye’de Kuzey Irak’takine benzer bir bölgeye sahip olmaları gerçek bir tehdit olarak görülüyor.” dedi.

“Bu sorunlar tezkerelerle çözülmez.” diyen Özsoy, “Bir an önce Suriye’de istikrarlı, demokratik bir rejimin ortaya çıkması gerekiyor. Suriye’de olan bütün ülkelerin oradan zaman içinde çıkması gerekiyor. Suriye ile ilgili masada herkes var ama orada yaşayan halklar yok.” dedi.

CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç ise;

“Bir ülkenin muhatabı başka bir ülke olmalıdır. Bizim muhatabımız terör örgütleri olamaz.. Bize kimse ama kimse ABD de dahil ne yapacağımızı söyleyemez. Ne yapacağımızı yüzyıllara dayanan devlet kültürümüzle, tarihi birikimimizle biz biliriz.” dedi.

“Birlikte çözüm aradığınız ABD lideri dün bilgisayarı başında, tüm dünya nezdinde Türkiye’ye, size ültimatom verdi… Tehdit bile değil. Trump Türkiye’yi aşağıladı. Ben Cumhuriyet çocuğuyum, bu ülkenin evladıyım. Benim ağrıma gidiyor, sizin ağrınıza gitmiyor mu?” diye sordu. Hükümete kimi uyarılarda bulanacaklarını belirten Özkoç, şunları kaydetti:

  • “Bütün görüşmelerde Suriye’de toprak bütünlüğüne duyulan saygıyı tekrarlamalıyız.
    Harekatın amacını, süresini ve öngörülen sonuçlarını açıklamalıyız.
    Suriye, Şam ile Esad ile aracısız konuşmayı başarmalıyız.
  • PKK, IŞİD ve tüm terör örgütlerine karşı sınır güvenliğimiz önemlidir, korumalıyız. Bölge halkının can ve mal güvenliğini garanti etmeliyiz. Adaletli olacağımızı, Türk askerinin adalet dışında bir zulme asla alet olmayacağını bölge halkına iyi anlatmalıyız. Kimseye ayrımcılık yapmayacağımız sözünü vermeliyiz.
  • İç politikada savaştan çıkar sağlayan tutumu bir kenara bırakmalıyız.
  • Çocukların kanı üzerinden siyasal hatalarınızı asla temizlemeye kalkmamalısınız.
  • Yanlış dış politikanız nedeniyle bugüne dek karşı karşıya kaldığımız bir gerçek var; bizim askerlerimiz maalesef orada. Onların can güvenliği ve yaşamı bizim her şeyimizdir.
  • ‘Hayır’ demememizin, evlatlarımız için olduğunu gayet iyi bilin; vatanımız, onurumuz için olduğunu gayet iyi bilin; bölgenin barışı için olduğunu gayet iyi bilin.
  • Biz, vatanın, milletimizin, ordumuzun, bayrağımızın yanında durmaya devam edeceğiz.
  • Siz de artık gerçekleri görün ve emperyalistlerin eş başkanlığını yapmaktan vazgeçin.”

KURTULUŞ YILDÖNÜMÜNDE İŞGAL ÖZLEMİ

KURTULUŞ YILDÖNÜMÜNDE İŞGAL ÖZLEMİ

Av. Hüseyin Özbek
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Okura Kısa Not:

Lozan Antlaşması sonrasında, 6 Ekim 1923’de senelerdir düşman işgali altında inleyen İstanbul’a Türk Ordusu girer. Çizmeleriyle İstanbul’u 5 yıldır kirleten işgalciler Türk sancağını selamlayarak başları eğik İstanbul’u terk ederler

6 Ekim 2009’da İstanbul’daki kimi camilerin minarelerine kurtuluş sevincini ifade eden mahyalar asılmıştı. Kimi genç sefiller ve yandaş medya ortalığı birbirine katınca akşam beklenmeden mahyalar apar topar sökülmüştü! Bu yazı o günlerde kaleme alınmıştır. Güncelliğini yitirmediğini düşünüyorum.

Şehit ve gazilerimize saygı ve rahmetle…
*****

13 Kasım 1918’den 6 Ekim 1923’e işgal çizmeleri İstanbul kaldırımlarıyla birlikte Dersaadet ahalisinin şerefini, ırzını, onurunu da çiğneyip duracaktır. Seferden dönen Orduyu Hümayun’un tuğlarından, zafer sancağından gayrisini tanımamış İstanbullular esaretin simgesi yabancı bayrakları görmemek için işgal süresince gözlerini yerden kaldıramayacaklardır.

13 Kasım 1918, Sarı Paşa’nın da Filistin Cephesinden İstanbul’a dönüş günüdür. Boğaza demirlemiş 55 parçalık Müttefik donanmasının namlularının çevrildiği selatin camilerin minareleri suskun, yenilginin, esaretin utancı altında ezilen Türkler sessiz, şaşkındır. Gizlemeye gerek duymadıkları bir coşkuyla evlerini, işyerlerini düşman bayraklarıyla donatıp, işgali alkışlayan Osmanlının Hıristiyan uyrukları, kendileriyle yıllarca ekmeğini bölüşmüş Türk komşularını aşağılamakta, alaya almaktadır.

Sarı Paşa Dersaadet’e ayak bastığı gün, düşman zırhlıları arasından Boğazı geçerken davetsiz konukları geldikleri yere göndermek için imparatorluğun uzak coğrafyalarında kalan Mehmetler üzerine and içer.

İşgal namlularının altında Saltanat ve Hilafet makamına kurulmuş Vahdettin“Umutlarımı Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” dese de İngiliz diplomatlarına ve komutanlarına Londra’dan verilen talimat bambaşkadır: “Türklere yüz verilmeyecek ve ağır şekilde cezalandırılacakları kuşkuya yer bırakılmayacak şekilde kendilerine anlatılacaktır.”

Anadolu’da başlayan milli direnişle çıldıran müttefikler 13 Kasım çıkartmasının yeterince caydırıcı olmadığını düşünmektedirler. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgali başlar. Fındıklı’daki Millet Meclisi ( Meclis-i Mebusan ) başta olmak üzere İstanbul’un askeri ve sivil tüm stratejik noktalarına vahşice el konur. Sabahleyin Şehzadebaşı’ndaki 10. Tümen Karargâhı’nı basan İngilizler uykudaki Mehmetlerin üzerine ateş açar. 5 er şehit olur, 9’u yaralanır. Vatanseverler derdest edilip Bekirağa Bölüğü’ne tıkılırken görevde 1. haftayı henüz dolduran Salih Paşa Hükümeti halka; “Tam bir sükûnetle iş ve gücüyle meşgul olmasını” tavsiye etmektedir! Rumca yayınlanan Neogolos Gazetesi işgalin ertesi günü olan 17 Mart’ta; “Irkımız için yeni ufuklar, mukaddes dakikalar” başlığıyla çıkar!

İstanbul sokaklarından, hele Pera’dan Tatavla’dan üniforma ile geçme gafletinde bulunan Türk polislerinin, subaylarının apoletleri sökülmekte, şapkaları kapılmakta, ay yıldızları üzerinde tepinilmekte, işgalci bayraklarına, askerlerine selama zorlanmaktadır.

İşgal altında yaşamanın, öz vatanında köleleşmenin utancı, acısı içine işlemiş İstanbullular, Yunan Ordusunu 9 Eylül 1922’de Akdeniz’e döken Mehmetleri kucaklamak, al sancağa yüz sürmek için 6 Ekim 1923’ü bekleyeceklerdir.

Lozan Barış Antlaşmasıyla bağımsızlığı onaylanmış Türkiye’nin Gazi Ordusu, 6 Ekim 1923’de Şükrü Naili Paşa’nın komutasında beş yıldır işgal altında yaşayan kente girer. Mütareke Hükümetlerinin işbirlikçi Sadrazamı Damat Ferit Paşa da kaçıp sığındığı Fransa’nın Nice kentinde Türk Ordusu İstanbul sokaklarında resm-i geçit yaparken, aynı gün hücceten ölüverir!

Pera’nın Cadde-i Kebir’inin İstiklal Caddesi, Tatavla’nın Kurtuluş, Şişli Caddesinin Halaskargazi oluşu aynı zamanda tutsaklıktan özgürlüğe ulaşmanın da kısa öyküsüdür.

Gazi Ordunun Gazi Mehmetlerine Şükrü Naili’nin komutasında Dersaadet’e ayak bastıklarında, gün gelip adlarının mahyalardan silinip, minarelerden apar topar indirileceğini söyleselerdi inanırlar mıydı dersiniz?

İstanbul’a girişlerinde dökülen gözyaşlarını, al bayrağa sürülen yüzleri, kendilerine dokunmak, terlerini koklamak için birbirini çiğneyenleri görünce, haklarını kat kat helal edip huzur içinde dünyadan ayrılan Mehmetler şimdikilerle helalleşir mi acep!

İşgal utancından özgürlüğün erdemine ulaşmanın 96. yıldönümünde yattıkları yerden doğruluverseler, sivil sıfatını kullanan her yaştan fonlu sefillere ilk sözleri ne olurdu Gazi Mehmetlerin?

Mahyalardan;

  • Ne Mutlu Türküm Diyene
  • Ordumuza Şükran Borçluyuz,
  • Kurtuluşun Kutlu Olsun,
  • Önce Vatan,
  • Milli Birlik Esastır,

yazılarını indirten Damat Ferit mirasçılarına şöyle bir bakıp yeniden uzandıklarında neler hisseder, neler düşünür dersiniz Mehmetler?

Çölün amansız sıcağına, Sarıkamış’ın imansız soğuğuna, düşmanın yağlı kurşununa, şarapneline bana mısın demeyen Mehmetleri biliniz ki, aldıkları bu son yara hepten öldürür.

Bu yaraya dayanamaz Mehmetler!
==================================

Dostlar,

Dostumuz sayın Av. Hüseyin Özbek’e bu irdelemesi için teşekkür ederiz..
Tarihi çarpıtmak isteyenlere tokat gibi bir yazı..

29 Mayıs 1453’ü  abartılı biçimde kutlayan Osmanlı hayranı Yeni Osmanlıcılar ve AKP şürekası, Fatih’in aldığı İstanbul’u son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in İngilizlere teslim ettiğini untmuş görünüyor, unutturmaya çabalıyorlar..

İstanbul’u yeniden işgalden kurtararak anavatan Türkiye’ye katan Mustafa Kemal Paşa’yı görmezden geliyorlar..

Bu mudur tarih bilinci, vefa, hak bilirlik??
Yalan söylemek, hak yemek, halkı aldatmak.. dine – imana – kitaba sığar mı eyyyyy dini dar siyasal İslamcılar!?

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritası

Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritası !!!!
(AS: Bizim kapsamlı katkımızı yazının altındadır..)

İşte Türkiye’nin tarikat ve cemaat haritası !!!!

ÖZEL BÜRO GRUBU ekibi olarak 15 Temmuz 2016 hain FETÖ kalkışmasından sonra mercek altında olan tarikat ve cemaatlerin günümüzdeki son haritasını çıkardık. Türkiye’de hangi tarikatlar ve cemaatler vardır? İşte ayrıntıları.

  • Türkiye’de saymakta zorlanacak ölçüde çok tarikat ve cemaat vardır.

Bunlardan en etkili olan ve *içinden birçok cemaatin çıktığı Nakşibendi tarikatıdır.*

*Nakşibendilik* ismi ile anılan tarikatın asıl teorisyeni Abdulhalik-ıl Güjdevani’dir. Tarikata adını veren ve onu bir ekol durumuna getiren ise Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibendi’dir. “Nakış yapan” anlamına farsça bir sözcüktür. Nakşibend ise, Nakşibendi mürşidlerinin, kalbi dünyadan ahirete bağladığı düşünüldüğü kuramına dayanır. Tarikatın isim babası ve kurucusu Muhammed Bahauddin 1319-1389 arasında Türkistan’da yaşamıştır.

*Tarikatları* sırayla yazacak olursak beli başlıları şunlar:

  1. Nakşibendi tarikatı
  2. Kadiri tarikatı
  3. Mevlevi tarikatı
  4. Halveti tarikatı
  5. Rufai tarikatı
  6. Melami veya Bayrami tarikatı
  7. Sühverdiye tarikatı
  8. Çeşti tarikatı
  9. Şazeliye tarikatı
  10. Hizb-ut Tahrir
  11. Galibiler (Kadiri-Rufai tarikatı ekolünden gelen bir cemaat olmalarına karşın kendilerini tarikat ilan eden tek cemaattir.)

Tarikatlar zaman içinde bölünerek içlerinden birçok cemaat çıkartmıştır. Kimi cemaatler büyüklüğü ve etkinliği ile tarikatların önüne geçmiş ayrı bir tarikat gibi algılanmaya başlanmıştır. Buna en önemli örnek Nurcular’dır. Nurcular aslında Nakşibendi tarikatındandır. Ancak sayıları ve etki alanları dikkate alındığında içlerinden başka cemaatlerin de çıktığı bir tarikat görümüne dönüşmüştür.

*NURCU TARİKATLARI*

*Nurcuların içinden çıkan* *cemaatler* *şunlardır:*

1-Fetullah Gülen cemaati (Daha sonra (FETÖ) Fetullahçı Terör Örgütü olduğu anlaşıldı)
2-İlim yayma cemiyeti.
3-Kırkıncı hocacılar cemaati
4-Yeni Asyacılar grubu
5-Yeni nesilciler grubu
6-Aczimendiler (Müslüm Gündüz)
7-Meşveretçiler
8-Medzehra gurubu
9-Zehra vakfı
10-Okuyucular (Kurtoğlu gurubu )
11-Yazıcılar
12-Sungurcular grubu
13-Medrese alimleri vakfı
14-Şalvarlı efe cemaati
15-Hayrat cemaati
16-Norşin dergahı (Şeyh Nurettin mutlu)

Bunların yanında ayrıca (Adnan Oktar) Adnan hocacılar, Mustazaflar, Furkancılar (Furkan Vakfı- Alparslan Kuytul) gibi cemaatler de var.

*Türkiye’de günümüzde faal olan tarikatlar ve onların içinde çıkan cemaatler şunlardır,*

*NAKŞİBENDİ TARİKATLARI*

Nakşibendi tarikatını 2 gruba ayırabiliriz. Birincisi Nakşibendi tarikatı ekolüne bağlı kalan cemaatler, öbürü de Nakşibendi ekolünden gelmesine karşın ayrı bir tarikat gibi ekol oluşturan Nurcular. (Nurcuların cemaatlerini yukarıda vermiştik.)

*1-Nakşibendi tarikatı*

1. Menzilciler, (Adıyamancılar, Gavsçılar ve Semerkand Vakfı)
2. İskenderpaşa cemaati
3. İsmailağa cemaati ( İhvancılar ve Cübbeli Ahmet Hoca)
4. Süleymancılar
5. Hazneviler ( Şeyh İzzetin grubu)
6. Yahyalı cemaati ( Kayseri grubu)
7. Erenköy cemaati
8. Tufancılar
9. Kıbrısiler ( Şeyh Nazım Kıbrisi )
10. Zilan cemaati
11. Reyhaniler
12. Hacegan cemaati
13. Işıkçılar (İhlas- Enver Ören grubu)
14. Arvasiler
15. Akfırat cemaati
16. Halidiye
17. Şeyh Muhammed Nayır Erzincani
18. Bilvanis grubu

*2-KADİRİ TARİKATI – KADİRİLER-*

Kadiriler Abdulkadir Geylani’nin öğretilerini benimseyen ve etkin olan bir tarikattır.

2-1- Galibiler.
2-2 -İcmalciler(Haydar Baş)
2-3-Tillocular
2-4-Muhammediye
2-5-Halisiye
2-6-Üveysler
2-7-Şeyh Osman cemaati
2-8-Zenbililer
2-9-Hüseyniler
2-10- Farukiler
2-11-Bilal-i Nadir.(Nadiriler)
2-12-Kesnizani
2-13-Şettariye

*3-HALVETİ TARİKATI*

Halvetilik, cehri zikir adı verilen ve ilahi isimlerin yüksek sesle tekrar edilmesi anlamına gelen zikir yöntemini kullanan bir tarîkattır. 14. yy’da kurulan tarikatın ülkemizde çok sayıda mensubu vardır ve tarikat birçok cemaate bölünmüştür

3-1-Cerrahiler
3-2-Uşşakiler
3-3-Şabaniye
3-4-Mısriyye
3-5-Ticaniler
3-6-Ruşeniye
3-7-İpek yolu gurubu
3-8-Sünbüliye
3-9-Nasuhiyye
3-10-İbrahimiye

*4-RUFAİ TARİKATI – RUFAİLER-*

İlk sufi tarikatlardan biri olan Rüfâiyye’nin kurucusu Ahmed er-Rüfâi’dir. Zikir sırasında vücutlarına şiş batırmakla bilinirler.

4-1-Kubbealtı cemaati
4-2-Çorum dergahı
4-3-Mehmet efendi cemaati
4-4-Maafiriler
4-5-Antakiler
4-6-Marufiler
4-7-Ayderussiyye
4-8-Sayyadiye
4-9-Zeyniyye
4-10-Sebsebiyye
4-11-Kantaniye

*5-MELAMİ TARİKATI – BAYRAMİLER-*

Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli’nin öğretilerini benimseyen tarikat, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Osmanlı’nın kuruluş döneminde çok etkili olduysa da, devlet politikalarını tasvip etmediğinden ve sisteme karşı duruşundan ötürü yerini nakşibendilik, halvetilik gibi daha sistem odaklı tarikatlara bırakıp önemsizleşmiş, sindirilmiştir. Bildiğimiz tarikat silsilesi ve kurucusu yoktur. Türkiye’de Bayramiye tarikatı (Hacı Bayramı Veli) içinde bir kol olarak gelişmiştir.

5-1-Maşukiler
5-2-Aksarayiler
5-3-Edirneviler
5-4-Yakubi
5-5-Kabayiler
5-6-Kemaliler

*6-SÜHVERDİYYE TARİKATI*

Türkiye’de çok etkin olmayan ve sayıları az olan Bağdat kökenli tarikat halvetiler ile yakın ilişkilidir.

6-1-Zeyniyye

*7-ÇEŞTİYYE TARİKATI*

Türkiye’de çok etkin olmayan tarikatın kurucusu Seyyid Giyaseddin El Çişti’dir. Hindistan’da kurulan tarikatın günümüzde Türkiye’de sayıları çok azdır.

7-1-Sabiriye.
7-2-Nizamiyye.

*8-ŞEZALİYE TARİKATI*

Osmanlı Devleti döneminde özellikle Avrupa ve Balkanlarda çok etkin olan tarikat günümüzde etkinliğini yitirmiştir.

8-1-Simaviler
8-2-Çizmeciler
8-3-Aleviyye
8-4-Derkaviyye

*9-MEVLEVİ TARİKATI –MEVLEVİLER-*

Bir Anadolu tarikatıdır. Mevlana Celalettin Rumi’nin öğretilerine bağlı olan tasavvuf tarikatıdır.
****
Türkiye‘de Siyasal İslam’ın ve buna bağlı olarak siyasi partilerin oy deposu haline gelen tarikat ve cemaatlerin topluma din ve ahlak öğretisi vermekten çok uzak olduğu gözlemlenmektedir. Tarikat ve cemaatler yalnızca dini tanıtmak ve öğretmek için çalışsaydı  ülkede ne yolsuzluk, fuhuş ve ahlaksızlık bu denli artardı ne de 15 Temmuz yaşanırdı. Bu denli çok tarikat ve cemaatin olması dini bir kazanç rekabeti haline getirmiş. Tarikat kelime anlamı itibariyle “Tarik” “yol “demektir. Allah’a giden yolda cennet vaadi ile para ve şöhret kazanmak isteyen tarikatlara karşı dikkatli olunması gerekir.

Son yapılan operasyonlarla Furkan vakfı, Adnan Hoca gibi cemaatler denetim altına alındı. Süleymancılar da kurban ve kermes müdahalesi ile uyarı yapıldı.

Bir 15 Temmuz daha yaşamadan tarikat ve cemaatlerin denetim altına alınması gerekir.
=============================================
Dostlar,

Anayasa md. 174/3 aynen şöyledir :

  • 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun

Buna göre “Tekke ve Zaviyelerle Türbeler” 3 Kasım 1923’te kapatılmıştır.  

Günümüzdeki verili durum ise, açıkça Anayasaya aykırıdır ve günümüze dek siyasal iktidarların göz yumması, yer yer de destek vermeleri ile gerçekleşmiştir.

  • AKP, açıkça bir tarikatlar koalisyonudur!
Prof. Dr. Esergül Balcı‘nın çalışması dehşet verici ve son derece uyarıdır..

Mustafa Kemal Atatürk’ün konuya ilişkin uyarılarından birkaçı aşağıda :
  • “Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı’yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki; bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir.”

  • “Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur (sürekli alkışlar). Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.”

Belli ki Türkiye’yi dinciliği kullanarak perişan eden böylesi güruhlar var… ve bitmemişler… artmışlar… Ancak hedef yine Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından konmuştur :

  • “Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır..”
Türkiye’nin hızla bu bataklıktan kurtarılması gerekiyor..
Zavallı çocuklarımız, insanlarımız, “şeyh” denen kimi meczup – mensuplar tarafından cinsel tacize bile uğramaktadırlar!
BADELEMEK” adı altında sapık şeyhlerle oral seks (ağızdan cinsel ilişki) ile başlayan kutsama (!?), takdis etme (!?), kimi erkeklerin eşlerini şeyhe sunmalarına, bu arada kapıda bekleme ve bunu din gereği sanmaları gibi inanılmaz ölçüde insanlık onurunu kıran ve aşağılayan örneklere dek uzanabilmiştir.
21. yy’ın ilk çeyreğinde, Türkiye’de böylesine olaylar yaşanması olağanüstü utandırıcıdır.
Geçtiğimiz yy’ın başında şan ve şerefle kurulan ve AYDINLANMAYI – ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNE ERİŞMEYİ – AŞMAYI hedefleyen Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün emperyalizmi dize getiren onurlu ve örnek ülkesi Türkiye, bu ağır sefilliği asla hak etmiyor..
İşte Mustafa Kemal ATATÜRK karşıtlığı – düşmanlığı ve ülkemizi Batı emperyalizminin yönlendirmesi ile sözde din adına ALLAH ve KUR’AN ile ALDATMA, ulusumuzu böylesine olağanüstü ilkel – onursuz – rezil bir duruma düşürmüştür.
AYDINLANMACI – ATATÜRKÇÜ – UYGAR- DEMOKRAT – LAİK – BİLİMSEL.. bir siyasal iktidarile çıkılabilir bu bataktan.
AKP’nin dinci – gerici -tarikatlar koalisyonu iktidarında her geçen gün, bu karşıdevrimi durdurmayı daha da güçleştirmektedir.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Dinci-mezhepçi bataklık

Dinci-mezhepçi bataklık

Örsan K. Öymen
Cumhuriyet
, 05.10.19
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Emperyalizm cahil ülkeleri kolayca sömürür. Eğitim düzeyi yüksek, bilim, felsefe, sanat, demokrasi ve laiklik alanlarında gelişmiş, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış olan bir ülkeyi, emperyalizm sömürge haline getiremez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, emperyalizme karşı mücadeleyi, yalnızca cephede verilecek bir mücadele gibi görmemiştir. Bir ülkenin emperyalizme karşı direnebilmesi için, çağdaş uygarlık düzeyini yakalayıp cehaletten kurtulmasının zorunlu bir önkoşul olduğunu kavramıştır.

Bu nedenle, Türkiye’yi ortaçağ karanlığına ve cehalete geri sürükleyen AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada, BM Güvenlik Konseyi üyelerini hedef alarak, bir kez daha, “dünya 5’en büyüktür” demesinin hiçbir anlamı yoktur. “Dünya beşten büyüktür” demekle emperyalizme karşı bir mücadelenin verilemeyeceğini tarih kanıtlamıştır.

Erdoğan’ın yaptığı konuşmada İsrail’i hedef alarak Filistin sorununa odaklanmasının da hiçbir değeri yoktur. Dünyadaki tek uluslararası sorun Filistin sorunu olmadığı gibi, yeryüzünde adalete aykırı bir dış politika izleyen tek yönetim de İsrail yönetimi değildir. Dünyada, Asya, Afrika, Amerika kıtalarında onlarca ülkede, hem ulusal hem de uluslararası bağlamda, birçok zulüm uygulanmaktadır. Bunları görmezlikten gelerek, dünyadaki adalet sorununu tek başına İsrail-Filistin sorununa odaklanarak anlatmak, içtenlikli olarak adalete inanan bir kişinin yapacağı bir iş değildir. Ayrıca, kendi ülkesinde adaleti sağlayamayan birisinin, uluslararası bir arenada küresel adaletten söz etmesinin, hiçbir inandırıcılığı yoktur.

Erdoğan’ı iç politikada ve dış politikada yönlendiren bakış açısı neyse, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada yönlendiren de o olmuştur. Bu bakış açısı da dinci-mezhepçi, İslamcı-Sünnici bakış açısından başka bir şey değildir.

  • Türkiye’yi iç politikada ortaçağ karanlığına sürükleyen bakış açısı bu dinci-mezhepçi bakış açısı olmuştur.

Eğitimin dincileştirilmesi, bilimsel ve laik eğitim sisteminin çökmesi, siyasetin ve devlet işlerinin dinselleşmesi, laiklik ilkesinin büyük bir darbe yemesi, bilim, felsefe ve sanat alanlarında Türkiye’nin dünyadaki en geri ülkeler arasında yer alması, demokrasi konusunda Türkiye’nin dikta rejimiyle yönetilen ülkelerle aynı kategoriye girmesi, bu dinci-mezhepçi bakış açısının bir sonucudur.

Dış politikada, Avrupa Birliği üyeliği umudunun tükenmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’da yalnızlaşması, Suriye, İsrail ve Mısır gibi ülkelerle diplomatik ilişkilerin ortadan kalkması, büyük ölçüde, bu dinci-mezhepçi bakış açısının ve teokratik monarşik hayallerin bir sonucudur.
Suudi Arabistan, Bahreyn, Sudan, Somali, Malezya gibi ülkelerde demokrasi mi var? Yok. O zaman Erdoğan neden bu ülkelerde var olan düzeni ve bu ülke devletlerinin kendi vatandaşlarına uyguladığı zulümleri Birleşmiş Milletler’de gündeme getirmiyor da, İsrail, Suriye ve Mısır yönetimlerini hedef alıyor? ABD’nin Irak’ta yaklaşık bir milyon insanı katletmesine ses çıkarmayan “Büyük Ortadoğu Projesi” eşbaşkanı Erdoğan, neden Suriye yönetiminin sorumlu olduğu katliamları bozuk plak gibi tekrarlayıp duruyor ve Esad yönetimiyle diyalog kurmayı reddediyor?

İsrail’i Musevilerin yerine Müslüman Araplar, Mısır’ı ve Suriye’yi “İhvan el Müslimin” olarak da anılan “Müslüman Kardeşler” adlı İslamcı köktendinci örgüt yönetseydi ve bu yönetimler de kendi halkına veya başka halklara zulüm uygulasaydı, Erdoğan bu yönetimleri de eleştirir miydi?

Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’deki konuşmasını “tarihi konuşma” diye pazarlayan medyadaki AKP işportacılarının ve amigolarının zavallı şuursuzlukları ve yalancılığa dayalı propagandaları da, yine AKP’nin Türkiye’de yarattığı cehaletin ürününden başka bir şey değildir.

Bu cehaletle, Türkiye emperyalizme karşı mücadele vermek bir yana, dünyada alay konusu olmaktan öteye geçemez.
============================================
Dostlar,

Buradan sana kemik de düşmez..
Yeryüzünde Hangi Devlet Bakanının Ağzına Yakışır?

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bolu’da partisinin toplantısında ağzını bozdu!
Erdoğan, “Yüzde 50 seçilme yeterliliği yeni sistemin omurgasıdır ve bu iş bitmiştir. Seçilme oranını %40’a düşürme gibi bir çabamız yok” dedi. “CHP bundan kendine bir şey çıkarmaya çalışıyor” iddiasında bulunan Erdoğan,

“Bundan sana bir şey çıkmaz. Buradan sana kemik de düşmez” sözlerini kullandı.

CHP’nin eski Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefete yönelik “Buradan sana kemik de düşmez” sözlerine yanıt verdi :

  • İnce, Muhalefete “buradan size kemik düşmez” diyen birinden Cumhurbaşkanı olur mu? Aklı, fikri, dili kemikte olan birisi milletin birliğini, bütünlüğünü temsil edebilir mi?

****
Bu sözleri CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Erdoğan’a söyleseydi ne yapardı AKP = Erdoğan acaba? Herhalde en az 100 bin TL tutarında giderim (tazminat) davası açar, savcılığa da ceza soruşturması – kovuşturması için suç duyurusunda bulunurdu.

  • TCK md. 299 balyoz gibi kullanılmakta!

Demokles’in kılıcı gibi sallamakta Erdoğan bu maddeyi, yandaşlaştırdığı yargı eliyle.
Binlerce yurttaşa, kendisine / Cumhurbaşkanına hakaret savı ile dava açmış durumda.
Yüzlerce yurttaş da hapis – para cezalarına çarptırıldı..

Erdoğan, militan bir parti başkanı gibi davranmakta; asla milletin genelinin Cumhurbaşkanı gibi değil!

Fakat kendi sözlerinin 40’ta 1’ine bile dayancı (tahammülü) yok..
Bu tablonun sürdürülebilirliği artık kalmamıştır.
Erdoğan, geçelim metal yorgunluğunu, “aşırı” yorgundur, neredeyse sürmenaj eşiğindedir. Bolu konuşmasında “AK Parti” yerine “Refah Partisi” demiş ve eski genelkurmay başkanı, şimdinin MSB Akar’ın oturduğu yerden birkaç kez “AK Parti”, “AK Parti” diye bağırması üzerine gafını düzeltmiştir. Benzer ve daha ağır örnekler çok sayıdadır.
Bunca ağır yorgunlukla, olağanüstü sorunları olan Türkiye nasıl yönetilebilecektir??
****
Görülen o ki; AKP’nin ülkemizi içine sürüklediği, Dinci-mezhepçi bataklık, yukarıdaki değerli makalenin yazarı Sn. Öymen’in betimlediğinden çok daha ötededir..

AKP’nin yarattığı dinci – mezheğçi bataklık çook derinleşmiş, AKP = Erdoğan ve yerli – yabancı tüm müttefiklerin kendisini asla kurtaramayacağı müthiş bir yutma gücü kazanmıştır.

Üstelik çooook da kötü kokuludur..

Hangi “normal” ülkede bir Cumhurbaşkanı Anamuhalefet partisi için “Buradan sana kemik de düşmez” diyebilir ki?! Ülkeyi kutuplaştırmaktan hala yarar umma neyin nesidir, nasıl bir illettir?

– En son 2008 küresel krizinde %14’lere varan işsizlik oranı Haziran 2019’da da görümüşken
– Ekonomi son aylarda istihdam yaratma kapasitesini yitirmişken
– Gençler ya işsiz ya atıl iken
– Kalite temelli işsizlik yani mesleğini yapamama yapısal sorun durumuna gelmişken.
– Son bir yılda istihdamdaki kayıp 800 bin, işsizlikteki artış 938 bin ve işgücü piyasasına küsüp ayrılanların sayısı da 663 bine erişmişken
– Bütçe açığı 82 milyardan 125 milyar TL’ye yükseltilmişken (TCMB’ndan 80 milyar TL’ye yakın ihtiyat akçesi ve banka kârının da bütçeye aktarılmasına karşın!)
– 117,3 milyar TL (bütçenin 1/8’i)  Devlet borçlarının faizi için ödenecek iken (bu tutar 2018 için 71,6 milyar TL idi),
– 82 milyon + 5 milyon sığınmacı için Sağlık Bakanlığı bütçesi 48,5 milyar TL; kamu borcu faizi bunun 2,5 katı iken
– AKP iktidarında 17 yılda dış borçlar için 163 milyar $ ödenmişken…
– İç ve dış politikada Türkiye her açıdan tıkanmış iken
– Klasik iktisat kuramında enflasyon faizleri yükseltirken AKP = Erdoğan hala bunun tersini ısrarla Bolu konuşmasında da savunur ve hatta klasik kuramı reddederken
– …..
Sinirler bu denli geriliyor “doğal olarak” (!)

Başta Erdoğan, tüm AKP kadroları olağanüstü metal  yorgunudur.
En etkili çaresi ise erken seçimle yönetimi yeni kadrolara bırakmaktır.

Ayrıca, öfke patlamaları ve dürtü denetimi için psikiyatrik yardım almakta büyük yarar vardır.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Her devirde adam: Soner Polat!

Her devirde adam: Soner Polat!

İsmet Özçelik

İsmet Özçelik
Aydınlık, 03.10.1

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Adını Balyoz kumpası döneminde duymuştum. Mahkemelerdeki dik duruşunu anlatmışlardı. Sızlanmayanlardandı. Arkadaşlarına nasıl etkilediği konuşuluyordu. Mütevazi, zeki ve vatansever…
Lider özelliği hemen göze çarpıyordu.

VATAN PARTİSİ KONGRESİ

İlk kez Vatan Partisi kurultayında yüz yüze geldik.
Sonrasında sık sık görüştük.
Ankara siyasi kulislerini çok merak ederdi.
Her buluşmamızda ayrıntılı sorular yöneltirdi.
Ortak dostlarımız vardı.
Biraraya gelmeyi kararlaştırmıştık, ama olmadı.
Kurultay’da Divan Başkanı seçilmişti.
Yaptığı konuşma tüm salonu ayağa kaldırdı.
Salonda kendisine, Bu hareketi sizin kadar özlü anlatan olmamıştı dedim.

Çok duygulandı. Ölüm haberini alınca internette tekrar dinledim.
O günkü gibi heyecanlandım.

HERKES SAYGI DUYUYORDU

Önü açıktı. FETÖ kumpas kurdu.
Ama bu saygınlığından hiçbir şey kaybettirmedi.
Emekli, muvazzaf hangi denizci ile konuşsam aynıydı.
Adı geçince hemen dikkat kesiliyorlardı.
Kıbrıs’ta Doğu Akdeniz’de tatbikata katıldım.
Orada da hep anıldı. Hiç olumsuz bir şey duymadım.
Hep takdir ve övgü vardı. Birlikte çalışanlar gururla anlatıyordu.
Onunla çalışmak ayrıcalıktı.

YAŞ SONRASI

Hastalanmıştı. Telefonlara bakamıyordu. Sağlık durumunu dolaylı öğrenebiliyordum.
“Uyutulduğu” söylenmişti. Bu yılki YAŞ sonrası Gazi Orduevinde bir resepsiyon vardı.
Ankara’daki komuta kademesinin tamamına yakını oradaydı. Aydınlık’tan olduğumu öğrenenler hemen O’nu sordu. Sade denizciler değil, öbürleri de!

DOĞU AKDENİZ

Son dönemde Doğu Akdeniz’i konuşuyoruz. Her sohbette iki isim öne çıkıyor.
Soner Polat, Cem Gürdeniz.
Mavi Vatan konusunda uzmanlar.
Derin izler bıraktıkları hemen anlaşılıyor. Askerin de, sivilin de referansları…

AYDINLIK YAZARI

Silivri duvarları yıkılmıştı.
Aydınlık’ta düzenli yazılarına başladı.
“Bismillah Vira” dedi.
Aydınlık için “Karanlığa tutulan el feneri” tanımı yaptı.
“Aydınlık’ta yazmak hayatımda almış olduğum en büyük ödüllerden birisidir” diye yazmıştı. Aydınlık’ta savaş vardiyasına girmişti.
Gelen telefonlardan biliyorum. En çok okunan yazarlardan biriydi.

TARAFTI

Hasan Yalçın’ın deyimiyle; Mıknatısın orta yerinde durmadı. İlk yazısında açık açık yazdı.

“Tarafım” dedi.

“Atatürk ilke ve devrimlerinden;
Cumhuriyet değerlerinden;
Türkiye’nin milli bütünlüğünden:
Tam bağımsızlıktan;
Mehmetçikten;
İşçinin, emekçinin ve ezilen halkın kavgasından;
Emperyalizm ile boğuşan tüm milletlerden;
Üretime dayanan milli bir ekonomiden” yana taraftı.

“Vatan, millet, bayrak kavgası varsa” sapına kadar taraftı.

GÜVENİN TİMSALİ

Karşılaştığı herkese güven veriyordu. Karamsarlık yoktu.
Konuştuklarını hemen ikna ediyordu. Çok dikkat ettim. Yanından ayrılan herkesin yüzü gülerdi.
Umutlanırdı. Amiral Soner Polat böyle biriydi.
Her devrin adamı değil; Her devirde adamdı.
Yüreği hep Türkiye için çarptı.
Aramızdan erken ayrıldı. Ruhu şad olsun..!
=======================================
Dostlar,

soner polat ile ilgili görsel sonucu

Biz de çoook üzüntülüyüz.
Gerçek ve yiğit bir yurtseveri çoook erken yitirdik.
O, Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Ordusu’nun amirali idi.
Tutarlıydı, yiğitti, yürekliydi, çalışkan ve çoook cesurdu..
Çok ağır bedeller ödetti O’na FETÖ kumpas davaları.
Deniz Kuvvetleri Komutanı olabilecek konum ve birikimdeydi ama önü kalleşçe kesildi.
Silivri zindanlarına atıldı yıllarca. Aklandı ama emekli edildi önü kesildi.

Herkes biliyor; FETÖ kumpasında AKP suç ortağıdır. Yıllarca her istediklerini verdiğini AKP = Erdoğan kameralar önünce açıkça itiraf etmiştir.

Amiral Polat neden kanser oldu 60’lı yaşının başlarında?

Kesin bir şey söylemek olanaksız ama, bir hekim olarak altını çizelim ki;

  • Kanserin en temel nedeni bağışıklık sisteminin hastalıkla başedecek güçte olamayışıdır.
  • Bağışıklık sistemini çökerten / zayıflatan etmenlerin başında ise “stres” geliyor..

    Acaba, merhum Tümamiral Soner Polat, bunca ağır stres – gerilim – travma yaşamasa kansere yakalanır ve çoook erkenden yaşama veda eder miydi?

Bu soruyu sormak bizim hakkımız, malum birilerinin ise yanıtını vermek namus borcudur.

Size çoook borçluyuz Saygın ve merhum Amiral Polat, ancak şunu söyleyelim ki;

ATATÜRK AYDINLANMASI Anadolu topraklarında mutlaka sürdürülecek ve hedefine eriştirilecektir, gözünüz arkada kalmasın. Vatanseverliğiniz örnek ve güç kaynağıdır.

Sevgi ve saygı ile. 05 Ekim 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Deprem Seferberliği İlan Edilsin      

Deprem Seferberliği İlan Edilsin
     

(AS: izim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Ben Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, yıllardır Marmara Depremi üzerine çalışan bir afet yönetimi uzmanı olarak bu konuda yetkilileri ve herkesi uyarma sorumluluğunu hissediyorum. Yetkilileri acilen DEPREM SEFERBERLİĞİ ilan etmeye çağırıyorum.

Deprem Seferberliği İlan Edilsin      

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, kampanyasını bu muhataba yönelik başlattı: AFAD Başkanlığı, İstanbul Valiliği, Ekrem İmamoğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı.

  • İstanbul’da er ya da geç büyük bir deprem olacağını biliyoruz.

Gündelik işler arasında bu deprem için bir hazırlık yapamayız. Depremden en az zararla çıkabilmek için, hazırlık çalışmalarını bir seferberlik içinde yürütmemiz gerekiyor. Bu konu her depremde gündem olup sonra unutulmaya bırakılacak basit bir konu değil.

Marmara’da dört parça fay hattı var. 1509’da bir parçası üzerinde deprem oldu, buna ‘küçük kıyamet’ denilmiş. Her 100 kişiden 5’i ölmüş… Şu anda ise nüfus yoğunluğu itibariyle depremin bugün tekrarlanması halinde ne canlar gideceği hesaplanamaz ama büyük bir kıyamet işareti gözüküyor.

  • Türkiye’nin GSMH’nın üçte birinin yok edilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.

Büyük bir kaos yaşanıp büyük bir ekonomik sorun ortaya çıkacaktır. Bu nedenlerle böyle bir deprem için ulusal seferberlik başlatmamız gerek. Seferberlikte neler yapılması gerektiğini aşağıda belirttim. Lüften okuyun ve yetkililerin bir an önce harekete geçmesi ve bu konunun unutulup gitmemesi için herkesle paylaşın.

Seferberlik kapsamında neler yapılmalı

Yaşadığımız binalar güvenli duruma getirilmeli. Yıkılmayı bekleyen bir sürü bina var, bir de bunun yanında satılmayı bekleyenleri de dikkate almamız gerekiyor. Bunları takasla işe başlamalıyız.

Okul, sağlık, askeri ve kamu binalarının güvenliği için gerekli önlemler alınmalı. Bunun için bir saatlik eğitim, bilgilendirme değil, esas beceri eğitimi ve uygulama (tatbikat) yapılmalı.

İnsanlar küçük yangınları söndürebilmeyi, kanamayı durdurmayı, elektrik ve su hatlarını kesebilmeyi öğrenmeli. Herkesin bu gibi temel ilk yardım bilgilerini öğrenmeleri zorunlu olmalı. Devlet bir anda 20 milyon kişiye müdahale edemez. Çünkü ölüm olayları ilk saatlerde gerçekleşiyor.

Halk depreme hazırlık ve temel afet bilinci, güvenli yaşam vb. konularda (CD, kitap, seminer, söyleşi, tiyatro vb. ile) sürekli eğitilerek bilinçlendirilmeli

Mahalle, sokak, site ve kurum-kuruluş ölçeğinde “Yerel Afet Gönüllüleri (YAG)” şeklinde birimler oluşturularak halkın ilk yardım, yangın söndürme ve hafif arama kurtarma konusunda beceri sahibi olmasını sağlanmalı.

Mahalle ölçeğinde yaralı toplama, ilk yardım, sahra hastanesi, aş evi, barınma, toplanma, haberleşme, bağış dağıtımı, ailelerin toplanması gibi acil durum yolları ve alanlarının belirlenmeli / oluşturmalı VE bu yerler konusunda halk bilgilendirilmeli.

Yılda en az iki kez mahalle ölçeğinde haberli, kurumlar ölçeğinde ise haberli / habersiz çeşitli düzeylerde tatbikatlar yapılmalı.

Afet sırasında kullanılabilecek okul, spor salonu gibi sağlamlığından ve güvenliğinden kuşku duyulmayacak binalar belirlenerek bu alanlarda ve parklarda acil durumlarda kullanılacak her türlü malzeme depolanmalı.

Tehlikeli binaların neden olabileceği can ve mal kaybı riskleri halka iyi anlatılmalı ve kentsel dönüşümle yapısal riskler olanak olduğunca çok / yaygın ve çabuk azaltılmalı. (Dikkat! Yapı denetim sistemine ek olarak belediye denetimlerinin de özellikle sürdürülmesi gerekmektedir.)

Afet öncesi ve sonrasında valilik, büyükşehir belediyesi, STK gibi birimlerle kendi kentlerindeki afet yönetimi çalışmalarını eşgüdümleyecek (koordine edebilecek) AKOM vb. bir birim ve ekibi kurulmalı kapasitesi geliştirilmeli.

Yapılan çalışmalar konusunda halk duyurularla, toplantılarla, okul ve konut ziyaretleriyle bilgilendirilmeli.

Bütün bu çalışmalar, el yordamıyla ya da oradan buradan kopyala yapıştır biçiminde değil; uluslararası standartlara ve yeni yönetmeliklerimize uygun olarak hazırlanacak olan

– afet risk azaltma,
– afet müdahale ve
– afet iyileştirme planları
na göre yapılmalı.

Yukarıda söz ettiğimiz konuların önemli bölümü Belediye Başkanlarının sorumluluğundadır. 5353 Sayılı Belediye Yasasının 53. maddesi’ne göre öncelikle ve özellikle aşağıdaki çalışmaları yapmakla yükümlüdürler:

*Halkın depreme hazırlık ve temel afet bilinci, güvenli yaşam vb. konularda (CD, kitap, seminer, söyleşi, tiyatro vb. ile) sürekli eğitilerek bilinçlendirilmesi.

* Mahalle, sokak, site ve kurum-kuruluş ölçeğinde “Yerel Afet Gönüllüleri (YAG)” birimleri oluşturularak halkın ilk yardım, yangın söndürme ve hafif arama kurtarma konusunda beceri sahibi olmasını sağlamak.
================================
Dostlar,

BEKLENEN ŞİDDETLİ MARMARA DEPREMİ ve 
AKP = ERDOĞAN’ın TARİHSEL SORUMLULUĞU

Sayın Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun yukarıdaki saptama ve önerileri, özellikle UYARILARI son derece yerinde. Altını çizmek gerekirse;

  • İstanbul’da er ya da geç büyük bir deprem olacağını biliyoruz.
  • Türkiye’nin GSMH’nın üçte birinin yok edilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.
  • Yıkılmayı bekleyen bir sürü bina var, satılmayı bekleyen de. Bunları takasla işe başlamalıyız.

Özellikle 3. sıradaki TAKAS önerisi son derece yerinde, akıllıca ve yaratıcı bir çözümdür. Hızla uygulamaya konabilir. Kentsel dönüşüm TOKİ eliyle umut verici biçimde başlatılmış ancak hedefinden saptırılmıştır. Rant hırsı ve İslami elit yaratma tutkusu ile, onlarca yıl öncesinden kent merkezinde bir biçimde tutunabilmiş kent yoksulları, bu “Kentsel dönüşüm“ oyunu ile kent çeperlerine adeta sürgün edilmişlerdir. Yenilenen yapı stoku kısa sürede depreme dayanıklı olma ana hedefinden saparak lüks yapılaşmaya, dolayısıyla kâra yönelmiştir. Asıl mülk sahipleri, nakit kazanımının çekiciliğine kapılarak yenilenmiş konut edinmekten geri durmuştur. Kent merkezleri üst katmanlara lüks konutlarla sunularak acımasız bir sosyolojik dönüşüm ve sosyal dışlanma dayatılmıştır.

  • Bedel yine yoksullara ödetilecektir.
  • Olası Marmara depreminin kurbanları gene yoksullar olacaktır!

TOKİ ve özel sektör, ülke genelinde 2 milyona yakın konut fazlası yaratarak kabul edilemez bir öngörüsüzlük – plansızlık örneği vermişlerdir. Her neyse!

  • Şimdi zaman geçirmeden, bugüne dek yıkılması gereken ama yıkılmayan konutlar derhal, TOKİ’nin elindeki “depreme dayanıklı“ olması umut edilen yapılarla takas edilmeli, riskli binalar boşaltılmalıdır. Özel sektörün elindeki stok fazlası konutlar için de TOKİ ile protokollerle benzer işlem yapılabilir. 

Öte yandan 5,8 düzeyinde orta derecede şiddetli bir depremde cep telefonu iletişiminin saatlerce kesilmesi kabul edilecek bir durum değildir. Başta TÜRK TELEKOM, TURKCELL ve VODAFONE hiç ama hiç iyi sınav verememişlerdir. Bu altyapı sorununu hızla gidermek zorundadırlar.

Kentte toplanma alanları, sayıca 77 dolayındadır. Ama AKP’li Cumhurbaşkanı, onbinlerce toplanma alanı varlığından söz etmektedir!? Bu durum çok üzüntü ve kaygı vericidir. Devlet başkanının doğru bilgilendirilmesi ve O’nun da halka güvenilir bilgi aktarması son derece önemlidir. Erdoğan, bir kez daha mı kandırılmıştır? Bu durum hiçbir gerekçe ile kabul edilemez ve sürdürülemez.

  • Erdoğan, danışmanlarını köktenci biçimde gözden geçirmeli, kendisini yanıltanları cezalandırmalı ve azletmelidir.
  • İstanbul’da onbinlerce toplanma alanı olduğu gerçek dışı bilgisini kendisine kimler vermiştir, açıkla(n)malıdır. 

Deprem fonunda 20 yıldır biriken / birikmesi ve enflasyondan korunmuş olması – nemalandırılması gereken nominal değeri ile 66 milyar TL nerededir? İvedilikle DEPREM SEFERBERLİĞİ İÇİN kaynak yaratılmalı ve etkin – saydam – verimli – hesabı verilerek kullanılmalıdır.

İstanbul Üniversitesi’nin 2 dev ve tarihsel Tıp Fakültesi Çapa ve Cerrahpaşa hastaneleri binaları özellikle ve öncelikle gözden geçirilerek teknolojinin en son olanakları ile hızla güvenli duruma getirilmelidir. Beş bine yakın yatak kapasiteli ve yüksek teknik ve sağlık insangücü donanımına sahip bu 2 kadim sağlık kurumu, olası şiddetli depremde mutlaka hizmet verebilir durumda tutulmalıdır.

Beklenen şiddetli Marmara depremi ve çok ağır sonuçları ulusal bir sorundur. Sığ ve dar particilik anlayışı asla kabul edilemez. İstanbul’da yapılan olağanüstü deprem toplantısına seçilmiş ve yasal olarak yetkileri – sorumlulukları olan BŞB Başkanı İmamoğlu’nun çağrılmaması bağışlanacak bir davranış olmadığı gibi, devlet ciddiyeti ile de asla bağdaşmaz. Bu tür siyasal miyopluklar kesin olarak son bulmalıdır.

AKP = Erdoğan, bu çok kritik sorunsalı (problematiği), alışageldikleri alaturka – kendilerine özgü yöntemleri terk ederek tümüyle bilimsel planlama ile yönetmek zorundadır.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 30 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

DENİZE DÜŞEN…

 

 

DENİZE DÜŞEN…

Zeki Sarıhan
29 Eylül 2019

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

CHP’nin düzenlediği Suriye Konferansı, umarım aşağıdaki anlayışın da dile getirilmesine vesile olmuştur.

Yılan öyküsüne dönen Suriye sorununda can sıkıcı birçok husus var. Bunların en başında egemen bir ülkeye, başka devletlerin müdahalede bulunarak ülkenin rejimini değiştirmeye, hatta bu ülke topraklarını nüfuz bölgesi gibi adlarla şurasından burasından el koymaya kalkmasıdır.

SURİYE SURİYE’LİLERİNDİR

Anti-emperyalist bir bağımsızlık savaşıyla kurulan ve bunu yüz yıldır övünç vesilesi sayan bizim gibi bir ülkenin buna şiddetle itiraz etmesi gerekir. Suriye Suriye’lilerindir ve ayrıca nasıl bir rejim içinde yaşayacaklarına Suriyeliler karar verir. Bir ülkenin rejimi hoşumuza gitmeyebilir. Bunu ileri sürerek başka bir ülkenin iç işlerine karışmanın, dünyaya çeki düzen verme hevesinin sonu yoktur. (AS: BM Anlaşmasına da aykırıdır!)

Türkiye’nin nasıl bir rejim altında bulunacağına da bu ülkede yaşayan bizler karar veririz. Hangi bahaneyle olursa olsun, başka bir ülkenin Türkiye’ye karşı güç kullanması kabul edilebilir bir tutum değildir. Bu ilke, başka ülkeler için de geçerlidir. Bu nedenledir ki, savaş politikasını savunanlara “Ne işin ver Suriye’de, Irak’ta?” diye sorup duruyoruz.

Ülkemizde anti-emperyalistlerinin canını sıkan başka bir durum da ABD’nin Suriye’de PYD’ye yaptığı silah yardımı ve IŞİD’e ve Suriye Hükümetine karşı mücadele adı altında PYD ile kurduğu ittifaktır.

  • Suriye’de Kürtler için bir bağımsız veya özerk yurt kurmak isteyen Kürtler, nasıl olur da dünyanın bir numaralı emperyalist devletiyle ittifak kurabilir, hatta onun himayesini kabul edebilir? Belli ki, denize düşen yılana sarılmıştır. (AS: Bizce böylesi bir gerekçe de olamaz!)

“AÇILAN KAPILAR ŞAH’A GİDELİM”

Bir ülkede yaşayan ve azınlıkta kalan kimi dinsel ve millî (AS: etnik!) azınlıkların başka bir ülkeden medet ummaları yeni değildir. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur. Başka bir devletten medet ummak ve hatta o devletin işgal hareketine ses çıkarmamak, bu tür olgulardandır. Osmanlı devletinin daha beylikler döneminde Batıya doğru kolayca genişlemesinde, Bizans halkının ağır vergiler altında ezilmekte oluşunu, bu nedenle Rumların Osmanlıların fetih hareketine direnmediklerini bizim tarihçiler yazıyorlar.

Aynı olay Osmanlıların gerileme döneminde tersine dönmüş, Balkanlardaki azınlıkların Osmanlı’dan kurtulmak için büyük devletlerden medet ummasıyla da yaşanmıştır. Yunanlılar (AS: Yunanlar), Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Müslüman Osmanlılardan daha önce modernleşme sürecine girmiş ve Osmanlılardan kurtularak bağımsız bir devlet kurmak istemişler, bunun için Avrupa devletlerini yardıma çağırmışlardır. Araplar da 1. Dünya Paylaşım Savaşında Osmanlı’ya karşı İngiliz ve Fransızlara başvurmuşlar, onlardan yardım almışlardır. Bir süre onların mandası altında yaşadıktan sonra bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunu kurtaracak tek çözüm, demokratik bir federasyona gitmekti. Devlet buna yanaşmayınca azınlıklar tek tek ayrılarak kendi devletlerini kurmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Alevilerin, devletten zulüm gördüğünü, buna karşılık zaman zaman ayaklandıklarını biliyoruz. Türkiye’deki Aleviler, Şii İran’a sempati ile bakıyorlardı. Pir Sultan Abdal’ın “Açılan kapılar Şah’a gidelim” dizesi, bu tercihi ifade ediyordu. (AS: Tercih değil medet, çare, yardım umma; belki de oraya sığınma!)

Bir devlete karşı başka bir devletten yardım beklemek yakın tarihimizde Türkiye için de geçerlidir. 1. Dünya Savaşında emperyalist İtilaf Devletleri blokuna savaş açan Türkiye, öteki emperyalist Almanların korumasına sığınmış, savaşı Alman komutanların yönetiminde ve Alman silahlarıyla yürütmüştür. Mütareke döneminde ülkenin parçalanma tehlikesine karşı Amerikan mandasının istenmesi, bu seçeneğin devre dışı kalmasından sonra Sosyalist Rusya ile İttifaka geçilmesi aynı nedenledir.

İkinci Dünya Savaşından sonra da Rusların Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istediği gerekçesiyle ABD himayesinin (AS: korumasının) kabul edilmesiyle, bugün Suriye Kürtlerinin ABD’den önemli miktarda silah yardımı alması arasında benzerlik vardır. ABD, Türkiye’nin her yanını üsleriyle donatmıştır. 1965’te askerliğimde kullandığımız silahlar ABD malıydı. Askere dağıtılan peksimetler de ABD’den gelmeydi.

SURİYE’ye DÜŞEN GÖREV

Suriye Kürtlerinin ABD ile ittifakını önlemek, Suriye Hükümetinin elindedir. Suriye, kendi vatandaşlarından bir bölümünün başka bir ülkeden medet ummasına yol açan uygulamalardan vazgeçerek Kürtlerle birlikte anti-emperyalist bir cephe kurmalıdır. Bu olasılık zaman zaman gündeme gelse de, Suriye Hükümetinin inadı yüzünden gerçekleşememiştir. Suriye Hükümetinin ABD’ye karşı Rusya’ya yaslanmaktan başka, Kürtlerle ilgili de bir planı olmalıdır.

21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde ayaklarını uzatacak bir yurttan yoksun bırakılan ve oradan oraya sürülmekte olan Kürtlerle ilgili bu politika uzun süre geçerli olamaz. Kuşkusuz, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da bir bölgeyi himayesine (AS: korumasına) alması, uzun süremez. Suriye’de ABD, Rusya ve öteki ülkeler geçici; Araplar ve Kürtler kalıcıdır. ABD, nasıl İncirlik üssünü boşaltacaksa Suriye’nin kuzeyinden de çekilecektir.
*****
CHP’nin 28 Eylül 2019 günü İstanbul’da düzenlediği Suriye Konferansı umarım ki bu anlayışı da kapsamaktadır. Tarihin ders olarak verdiği yüzyılımızın akıl ve mantığı bunu gerektirmiyor mu?
===============================
Dostlar,

CHP’den SURİYE SORUNUNA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÜZERİNE

  1. Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol olduğunu ve Suriye’nin geleceğine ancak Suriye halkının karar verebileceğini hiç unutmamalıyız,
  2. ABD ve Rusya’nın çıkarları arasında savrulmamak için, toprak bütünlüğü, siyasal bağımsızlık, egemenlik ve iyi komşuluk ilişkileri ilkelerine dayanan, bütünlüklü ve uyumlu tek bir Suriye politikası izlemeliyiz.
  3. Suriye yönetimi başta olmak üzere, uluslararası hukuka ve ilişkilere dayalı, meşruluğu olan bütün aktörlerle, tıpkı burada olduğu gibi konuşarak diplomasiyi etkin kılmalıyız,
  4. Bugüne dek, uluslararası hukuk ve meşruiyete aykırı bütün hamlelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.
  5. Suriye yeniden güvenli ülke olduktan sonra ülkemizdeki sığınmacıların gönüllü geri dönüşlerini teşvik etmeli ve bu amaca uygun politikalar geliştirmeliyiz.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim…Türkiye ve Suriye halklarının barış içinde, bir orman gibi kardeşçe yaşamaları için çalışmaya devam edeceğiz!
    *****
    Bu saptama ve önerileri son derece yerinde, gerçekçi ve uygulanabilir bulduğumuzu belirtmek isteriz.Kimse kimseye durup dururken yurt, toprak, bağımsızlık ikram etmez, etmemiştir.Kürt kardeşlerimiz geçmişte hiçbir bağımsız devlet kuramamışlardır. Günümüzde de kendilerine böylesi bir ihsanda – lütufta bulunulması beklenemez, tarihsel diyalektiğe aykırıdır. Ancak emperyalizm, çıkarlarına uygun kukla – karakol – istasyon Kürt devletçikleri kurmayı yordam (strateji) olarak belirleyebilir ki bu durum gerçekte şimdiki konumdan daha çok özgürlük – bağımsızlık – özerklik anlamına asla gelmez. Boyunduruk baştan vurulmaktadır. 4 ülkeden koparılacak topraklarla Irak’tan Doğu Akdeniz’e uzanan 1200 km uzunlukta, …. km derinlikte bir yapay parselde, peşinen uydu bir Kürt devleti.. BOP kapsamında İsrail’in güvencesi ve bölge enerji kaynaklarının bekçisi.. Bölgedeki 4 devleri de zayıflatarak..

    Başka ülkelerin topraklarında neler olur bilemez ve karışamayız. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasına ve Kuruluş felsefesine göre tekil (üniter) bir devlettir. Federasyon vb. yönetim biçimlerine, özerk bölgelere… kapalıdır. İlk 3 madde değişmez kılınmıştır Kurucu anayasa yapıcı irade tarafından..

    T. C. Anayasası :
    II. Cumhuriyetin nitelikleri
    Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti,
    toplumun huzuru,
    milli dayanışma ve
    adalet anlayışı içinde,

    1. İnsan haklarına saygılı,
    2. Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
    3. Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
    4. Demokratik,
    5. Laik ve
    6. Sosyal bir
    7. Hukuk Devletidir.
    *****

    Bu sitede kezlerce yazdık ve emperyalizmle işbirliği yapılarak bağımsızlık savaşımı verilemeyeceğini, bu politikanın akıl dışı (irrasyonel) ve onursuz olduğunu, ayrıca sonuca erişmesinin de tarihsel eytişim (diyalektik) açıdan olanaksız, hayalci ve serüvenci olduğunu… belirttik.

    * Dolayısıyla Türkiye’de yaşayan tüm etnik – dinsel küme ve azınlıklar için tek yol;

    * Ülkemizde evrensel standartlarda demokratik bir cumhuriyet rejiminin yaşama geçirilmesidir.

    Bu bağlamda 7 temel Anayasal koşul ve felsefi çerçeve, yukarıda verildiği üzere, yürürlükteki Anayasanın Başlangıç bölümünde ve ilk 3 maddesinde kayıt, güvence ve kesin koruma altına alınmıştır.

    İçini doldurmak, AKP’nin dinci – ayrıştırıcı – gerici – Kürt yurttaşlarımıza ve FETÖ’ye dönük ikiyüzlü yıkıcı politikalarından bir an önce kurtulmak gerekiyor. (AKP’nin utanç veren, ibretlik FETÖ bağlantılarını kendi ses ve görüntüleri ile izleyin ve https://youtu.be/KKxkccTS1DI; AKP’nin PKK-Kürdistan İKİYÜZLÜLÜĞÜ
    Tarihsel birer belge olan 28 fotoğrafı görmek için lütfen tıklayınız)

    31 Mart ve ardından 23 Haziran 2019 dayanışması – birlikteliği somut başarı örneğidir.

    Kürt yurttaşlarımızın ezici bir çoğunluğunun beklentisi de bu eksendedir yapılan bilimsel çalışmalarda.. Bölücü silahlı örgüt (PKK ve türevleri) ayrıştırılmış, marjinalleştirilmiş ve hatta dışlanmıştır gerçekte. Ne var ki emperyalizmin en azından de-stabilizasyon ve yıldırma – yıpratma politikası çerçevesinde, başta silah olmak üzere her türlü akçal (mali) ve lojistik, politik.. destek ABD – AB tarafından inatla ve ısrarla, cömertçe sağlanarak post-modern vekalet savaşı (proxy war) sürdürülmektedir ülkemizdeki Türk ve Kürt… yurttaşlarımıza karşı.

    Ciddi ve ağır stratejik sorunsalın (problematik) böylesine görülüp betimlenmesi (tasviri), “Kürt sorunu“ yanılsamasından – tuzağından sıyrılınması, çözümü gerçekten çooook kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır.

    Artık adını koyalım :

    ABD – AB stratejik müttefik asla değildir.

    Dış politika seçenekleri, NATO üyeliği ve ABD üsleri, AB üyelik başvurusu hayali dahil, köktenci biçimde gözden geçirilmeli ve hızla

    Atatürk’ün TAM BAĞIMSIZ – YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ politikalarına dönülmelidir.

    Bu çağrı da bir kez daha bizden..

    Sevgi ve saygı ile. 30 Eylül 2019, Datça

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
    Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
    ​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
    www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

29 İlkgüz (Eylül) 2019

Bay Atalık. 
Bu günkü yazınıza ilişkin düşünülerim ektedir…
Duru Türkçeli günler dilerim.

Tarık Konal

 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Öz Türkçe Sözcükler Neden “Tutmaz”mış?

Bay Atalık,
Cumhuriyet güncesi “Satranç” köşesinin yazarı.

Bugünkü yazının başlığında “yaymaca” gibi güzelim bir öz Türkçe sözcüğü kullandıktan sonra, bu sözcüğün “tutacağını sanmıyorum”  demeni çok yadırgadım.

Tutmaz ne demektir?  “Toplumca benimsenmez” mi demek istediniz?

Bir öz Türkçe sözcüğün toplumca benimsenip benimsenmeyeceğini anlamanın yolu-yöntemi, onu topluma sunmaktır.

Cumhuriyet öncesi bu toplumun mekteplerinde “Bir müsellesin mesahayı sathiyyesi, kaidesiyle irtifaının hasılı zarbının nısfına müsavidir ” diye söylenip  yazılırken, Atatürk adlı Bilge Önder’in başardığı Dil Devriminden sonra okullarımızda “bir üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir” diye öğretilir oldu.

Toplumun bu söylemi benimsemeyeceğini sananlar vardı; ancak onların sanı’sı gibi olmadı gelişmeler, değil mi? Toplum öz Türkçeyi benimsedi…

Bay Atalık,

Özü Türk olanların sözlerinin de öz Türkçe olmasınından daha doğal ne olabilir?

Kökü de ekleri de bize özgü olmayan, Arap’ın, Fars’ın İngiliz’in, başka dillerin sözcüklerini bir kakavan (papağan) gibi yineleyip durmak yerine, öz Türkçemizi topluma benimsetmeye çalışmak yaraşır bize…

Türk diline tutkun bir yazar, bir öz Türkçe sözcüğü ilk kez kullanıyorsa, yaymaca (propaganda) biçiminde yazarak, bu güzelim sözcüğü Türk okuruna önerdiği gibi, bir erişkin eğitimi de vermiş olur…

Bu nedenle, Arapça zan değil öz Türkçe “sanı”; İngilizce konsept  yerine Türkçe “kavram”; Arapça hakeza  değil “buna benzerbunun gibi”; platform yerine (burada) “düşün köşesi”; Arapçada “büyük terazi” anlamındaki kıstas yerine öz Türkçe “ölçüt”; Fransızca organizasyon yerine öz Türkçe “düzenleme”; lağvedildi değil “kaldırıldıgeçersiz kılındı”; İngilizce kontrol değil de öz Türkçe “denetim”; lisans yerine (burada) “yetki belgesi”; İngilizce doping değil “yasaklı güç katımı”; Arapça bahsetmek  yerine “söz etmek”; Arapça müptedi  değil de Türkçe “öğrenmeye yeni başlayan”; Arapça şahsi değil de Türkçe “kişiye özgü”; business class değil de “iş adamlarına özgü bölüm”; İngilizce kamp değil de “dinlenek”; Arapça elzem değil de Türkçe “gerekli”; Arapça ziyaret değil de öz Türkçe “konukluk”; lanse değil de (burada) Türkçe “tanıtmak”; İngilizce performans demek yerine öz Türkçe “başarım, başarı” ya da “beceri sergileme”; İngilizce reyting yerine Türkçe “izlenme oranı”; stoik değil de “usçu yaklaşım” deseydin.. el sözcüklerini yaşatacağına Türkçemizi yüceltseydin, olmaz mıydı?

Ben Cumhuriyet’in 65 yıllık okuruyum. Cumhuriyet’in Bilge Önder Atatürk’ün çabasıyla ve Anadolu Aydınlanma Devrimini Türk Ulusuna anlatmak, benimsetmek ereğiyle yayın yaşamına başladığını bilen, unutanlara da anımsatan bir okur’um…

Arapça-Farsça-İngilizce öğreten biri gibi değil, Türkçemize özen gösteren bir yazar gibi yazmanı bekler, duru Türkçeli günler dilerim…

Kutlu Yayıncılıkça basılıp dağıtılan “Bize öz Türkçe yaraşır” adlı betiğin (kitap) yazarı Tarık Konal

=====================================
Dostlar,

TÜRKÇE’miz de EMPERYALİST KUŞATMA ALTINDA

Değerli arkadaşımız Sn. Tarık Konal‘ın saygın çabasını şükran ile karşılıyoruz. Düşüncelerine ve eylemine biz de katılıyoruz öteden beri..

Bu web sitesini izleyenler bilir, elimizden geldiğince, Büyük ATATÜRK‘ün Devrimlerinden ayrılması olanaksız DİL DEVRİMİ’ne de sahip çıkıyoruz. Hatta, kimi makaleleri sitemizde paylaşırken, yer yer sınırımızı aşarak, anlama dokunmadan, arı Türkçeleştirme yapıyoruz!

Ne yazık ki, yandaş basından bir yazar geçtiğimiz günlerde;

  • “Andımız asla geri gelmeyecek, bu memleketi Araplaştıracağız..“ diye yazdı makalesinde.

Bu davranış nasıl açıklanabilir? İlki Türk olmamak ya da Türk olduğu halde anlaşılmaz biçimde, nedense, soyunu yadsımak.. İkincisi gerçekten Arap olmak ve Türkiye’de Arap emperyalizminin militanı olmak.. 3. olasılık ise yabancı güçler adına çalışmak..

Hangisi bay yazar, hangisi size uyan(lar)!?
****
Dehşetle anımsıyoruz, geçtiğimiz yıl Ankara’da evimize gelen su düzeneği onarımcısı (“su tesisatı tamircisi“ demedik bakın!) “selamın aleyküm“ diye içeri girince biz de “günaydın, iyi günler..“ gibi bir yanıt verdik ve neden Arapça selamlama yaptığını sorduk. Önce, “Allahın selamı bu“ dedi öfkelenerek. Biz yalnızca Arapça selamlaşmak olduğunu, dinle değil dille ilişkili olduğunu söyleyince;

  • Biz zaten Arabız.. “ demez mi!
    Adı Türkçe idi ve gerçekte etnik olarak Arap değildi. Neden kendisini böyle tanımlıyordu? Lise mezunu idi..  ATATÜRK’ün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip‘in yazdığı Andımız’ın AKP tarafından yasaklanmadığı yıllarda liseyi okumuş olmalıydı.
    *****
    Çok yönlü bir KÜLTÜR EMPERYALİZMİ KUŞATMASI altında olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kuşatma ile başetmek için önce sorunu tanılamak (teşhis etmek) ve kabul etmek gerekir. Ardından da bütüncül (sistematik) ulusal politikalar geliştirmek ve kararlılıkla uygulamak.

Fransızlar hala, tüm dünyada yerleşmesine karşın AIDS değil SIDA demekteler. Bilgisayar için de hala “kompüter“ değil, “ordinatör“ sözcüğünü kullanıyorlar.

Moskova Dil Akademisi ise tam bir devlet bilinci ile kurulmuş ve çalışmakta olan bir kurum. Bilim ve teknolojiye başka ülkelerin dillerince kazandırılan terimleri, alan uzmanları ve dilbilmciler eliyle, yeni sözcükler “uydurarak“ Rusça’ya kazandırmaktalar. Lütfen, “uydurma“ eyleminin Dilbilimdeki gerçek anlamını dikkate alalım.. Diller zaten bütünüyle “uydurma“ çabasının ürünüdür. Nesnelere, olgulara, süreçlere… insanlar uygun seslendirmelerle sözcükler “uydurarak“ ad verip, dilleri geliştirmişlerdir.

Zor bir eylemdir Dibilimde “uydurma“, yaratıcılık ve birikim ister, Ulusun ekinini (kültürünü) derinlemesine tanımayı ve sürekli takım çalışmasını zorunlu kılar.

Dil = Uydurma“ denklemi rahatlıkla kurulabilir.

Bu amaçlarla, Büyük Atatürk 1932’de Türk Dil Kurumu‘ nu Devletin dışında özerk bir Kurum (Dernek) olarak kurmuş ve Dil Devrimi sürecini kurumsallaştırarak sürekli kılmak istemişti. Kalıtından (mirasından) gelir de bırakmıştı bu Kurumun akçalı (mali) özerkliği için. Ne acıdır ki, 12 Eylül 1980 darbecileri, Türk Dil Kurumunu da, onun kardeşi ve benzer devrimci bilinçle yine büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan Türk Tarih Kurumunu da devlet dairesine dönüştürerek işlevsizleştirdi.

Aydınlanma Devrimi karşıtı AKP iktidarı ise, 17 yıldır tüy dikti bu 2 Kurumun ve çalışmalarının üstüne.
****
İlginçtir ki, Cumhuriyet Gazetemizde son günlerde hem Dil yanlışları epey arttı hem de arı Türkçe kullanımı belirgin düzeyde geriledi. Bu sorunu Gazete yönetimine sunmak isteriz, düzeltilmesini dileriz tez elden..
****
Bir sömürge ülkesiymişçesine, okullarında başka dillerde eğitim verilen ve bu durumun giderek yaygınlaştırıldğı  caaanım Türkiye’mizde, bu aşağılanma içimizi yakıyor..

Türkçe aşığı, uluslararası ünlü bilim insanımız merhum Prof. Oktay Sinanoğlu‘nun bu bağlamdaki çabaları ne denli uyarıcı ve değerliydi. Aşağıdaki 2 önemli kitabını mutlaka okumalı, okutmalı. Uyarı çok önemli hatta kritik :

  • Türkçe giderse Türkiye gider!

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

oktay sinanoğlu türkçe giderse türkiye gider ile ilgili görsel sonucu

Önceki hafta yayınlanan MEDİKAL EPİDEMİYOLOJİ adlı kitap çevirimizde, elimizden gelen çabayı gösterdik bu alanda Türkçe terimler kazandırmak için Dilimize.. Umarız benimsenir, yerleşir, kullanılır.. Yine “Uydurma“ eylemiydi yaptığımız! Kötü niyetle bu sözcük anlamından saptırılmaz ise.. ki hem ayıp hem bilisizliktir (cehalet) böylesi davranış.

​Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2019, Datça

Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Bütçe sağlığa değil garanti ödemelerine gitti

Bütçe sağlığa değil garanti ödemelerine gitti

BİRGÜN, 25.09.2019 01:05 SAĞLIK BURCU CANSU
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Sayıştay, Kamu Özel İşbirliği Projesi ile hasta garantili şehir hastaneleri yaptıran ve fazla aşı alarak depolarda çürümesine neden olan Sağlık Bakanlığı’nın bir yıllık net zararının 1 milyar 772 milyon 475 bin TL olduğunu belirledi.

Şehir hastanelerinin muhasebe işlemlerinde birçok sorun olduğunu tespit eden Sayıştay, şirketlere taahhüt edilen garanti ödemesi tutarlarının muhasebeleştirilmediğini ve bilanço dipnotlarında gösterilmediğini açığa çıkardı.

Sağlık Bakanlığı’nın bir yıllık net zararının 1 milyar 772 milyon 475 bin TL olduğu tespit edildi. Denetim sonuçları rapora şöyle yansıdı:

Tamamlanmayan şehir hastaneleri: Yüklenici firmanın yerine getirmeyi taahhüt ettiği yapım işlerinin izlenebilmesi amacıyla girişilen ‘taahhüt tutarları’ uygun bir şekilde muhasebeleştirilmedi.

Taahhüde bağlanan şehir hastanelerinden bazılarına ait taahhüt tutarları kayıt dışı kaldı. Taahhüt işlemlerinin mevzuata uygun şekilde muhasebeleştirilmemesi nedeniyle bilanço gerçeğe uygun tutarları göstermedi.

Hizmete giren şehir hastaneleri: Şehir hastanelerine ait varlık ve yükümlülükler kaydedilmedi. Kira ödemeleri hatalı muhasebeleştirildi ve muhasebe içi envanter işlemleri yapılmadı. Bu da fiili durumu tam ve doğru olarak göstermedi.

Garanti tutarı muhasebeleştirilmedi: Şehir hastaneleri sözleşmelerine ek belirlenen ve idare tarafından görevli şirkete taahhüt edilen garanti tutarlarının muhasebeleştirilmediği ve bilanço dipnotlarında gösterilmediği tespit edildi.

OLMAYAN TÜP BEBEK BİRİMİ İÇİN GARANTİ BEDELİ

Sayıştay’ın şehir hastaneleri ile ilgili öbür belirlemeleri ise şöyle:

  • Fiilen şantiye halindeki hastaneler için yer ve bahçe bakım hizmet ödemesi yapıldı.
  • Şehir hastaneleri sözleşme ve eklerinde belirlenen cins ve sayıda tıbbi cihaz ve ekipmanlar (AS: donanımlar) bulunamadı.
  • Elazığ Fethi Sekin Şehir Hastanesi’nde Tüp Bebek Birimi bulunmaması ve hizmet alınmamasına karşın laboratuvar hizmetleri altında tüp bebek birimi için garanti bedeli ödemesi yapıldı.
  • Faaliyete geçen kimi şehir hastanelerinde ticari alana ait inşaatlar bitirilmedi.
  • Kullanım Bedeli ve Hizmet Ödemelerine ilişkin, şirket tarafından ödenmesi gereken damga vergisi idare tarafından üstlenildi.

AŞILAR DEPODA ÇÜRÜDÜ

Raporda dikkat çeken bir başka husus da “Aşı Takip Sistemi” ile ilgili. Aşı Takip Sistemi’nin güvenilir veri üretmemesi nedeniyle aşı gereksiniminin sağlıklı belirlenemediği, satın alınan aşıların ömrünün dolduğu belirtildi. Sağlık müdürlüklerinin deposunda 11 332 471 TL değerinde son kullanma süresi biten aşı olduğu saptandı. 2018 yılında 808 380 doz PPD (tüberkülin deri testi), 383 060 doz kızamık, 293 793 doz kızamık, kızamıkçık, kabakulak, 42 682 doz mevsimsel grip ve 32 500 doz Hepatit B aşısının il sağlık müdürlüklerinin deposunda kullanılamaz duruma geldiği bildirildi.
==============================
Dostlar,

  • Türkiye, bırakın iyi yönetilmeyi, açıkça “çökertiliyor“!

İşin özü budur.
Aşı konusunda “fazlalık“ sorunu ayrıca tartışılabilir..
Çünkü Kasım 2015’te bir bireysel başvuru nedeniyle AYM’nin (Anayasa Mahkemesi) dileyen anababaya çocuklarına AŞI YAPTIRMAMA hakkı tanımasından bu yana ülkemizde aşı yaptırmayanlar artıyor.. Bu konuda gerçekleştirdiğimiz SAĞLIK HUKUKU yüksek lisans (master) tezi savunmamızın pp yansıları için tıklayın AHMET_SALTIK_Tez_sunumu_10.08.2018

Sağlık Bakanlığı bu bağlamda verileri paylaşmıyor. Tam bir karartma var.
Bu sitede manşette ÇOCUK AŞILAMALARI SORUNUNU sürekli tutuyoruz..

Türkiye’de Bağışıklama Hizmetlerinin Durumu: Sorunlar Öneriler Konferansı

  • TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır; salgın riski var!
  • AŞI REDDİ : ETİK BUNUN NERESİNDE?? tıklayınız..
    Sağlık Hukuku Tezimize dayalı 3 bildirimizin tam metni ve yansıları için  tıklayın
    Anayasa Mahkemesi çocuk aşıları hakkında nasıl yanlış bir karar verdi, kamuoyu görmeli
    “AŞI REDDİNİN SAĞLIK HUKUKU BOYUTU” (35 yansı pdf, tıklayınız..)
    ******

Ek olarak Türkiye’nin 5 milyona varan yabancıları ve her yıl 40 milyona varan turisti var. Yine her yıl, 100 bini aşan, bizden daha geri kalmış ülkelerden ülkemize kaçak girişler var. İpin ucu kaçmış durumda ve TÜİK tutarlı nüfus istatistikleri veremiyor.
Böyle ülke yönetilmez; bir ülke ancak BÖYLE BATIRILABİLİR!
AKP iktidarının 17 yıldır tek başına yaptığı ay-nen budur!

  • Bu iktidar ülkemiz için bir BEKA SORUNU durumuna gelmiştir.

İvedilikle ERKEN GENEL SEÇİM yapılmalı ve bu yıkımdan Türkiye kurtarılmalıdır.

Yineleyelim :

  • TBMM’den hızla yasa çıkarılarak çocukluk aşıları zorunlu kılınmalıdır;
    salgın riski giderek büyümektedir!

Şehir hastanelerini de bu sitede çoooooooooooooooook yazdık.

Açıkça adını koyduk : Şehir hastaneleri TALANI!

Örn. (ve pek çok dosya) : ŞEHİR HASTANELERİ TALANI Konferansımız

Şimdi sıra TALANI – SOYGUNU saklamaya geldi..
Devlet kayıtlarına sokmama..

  • Nereye dek hey Lordum, nereye dek?!

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 25 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK​ MD, MSc, BSc​
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı​ (Ankara Üniv. Tıp Fak.)
​Mülkiyeliler Birliği Üyesi​​ – Sağık Hukuku Bilim Uzmanı​
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com