Etiket arşivi: Türk Tabipleri Birliği

Kömürlü termik santrallerin ödenmeyen bir sağlık faturası var!

Dikkat: Kömürlü termik santrallerin ödenmeyen bir sağlık faturası var!

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/komurlu-5396.html, 21.5.15

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL (Health and Environment Alliance, Brüksel) tarafından hazırlanan

“Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de Termik Santraller
Bizi Nasıl Hasta Ediyor?” başlıklı rapor,

Türk Tabipleri Birliği ve sağlık alanında çalışan uzmanlık derneklerinin desteğiyle
20 Mayıs 2015 günü, TTB’de düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna açıklandı.
Rapor, Türkiye’de elektrik üretimi için hâlihazırda işletilen kömürlü termik santrallerin yol açtığı hava kirliliğinin halk sağlığı maliyetini içeriyor.

Basın toplantısı, HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer, TTB Merkez Konseyi Başkanı
Dr. Bayazıt İlhan, Çevre İçin Hekimler Derneği adına Prof. Dr. Ali Osman Karababa,
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına Prof. Dr. Türkan Günay, Türk Toraks Derneği adına
Prof. Dr. İbrahim Akkurt’un katılımıyla gerçekleşti. Raporun İngilizcesi, eş zamanlı olarak Brüksel’de düzenlenen bir basın toplantısıyla, dünya kamuoyu ile paylaşıldı.

Toplantının açılışında konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan,
kömürle çalışan bir termik santralin her yıl binlerce ton tehlikeli hava kirletici maddeyi atmosfere saldığını belirterek, hava kirliliğinin akciğer kanseri başta olmak üzere
pek çok sağlık sorununa yol açan etmenler arasında olduğuna dikkat çekti. Türkiye’de
80’in üzerinde yeni kömürle çalışan santral yapılmasının planlandığını anımsatan İlhan,

“Bu, hava kirliliğinin solunum ve kalp-damar sağlığına yaptğı olumsuz etkilerin onlarca yıl daha devam edeceği anlamına gelmektedir. Böylesi bir sağlıksız gelecekten kaçınmamız gerekiyor.

Hükümeti, bu kirli ve miadını doldurmuş enerji kaynağını bir an önce terk etmeye çağırıyoruz.” diye konuştu.

HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer, HEAL‘in çevrenin sağlık üzerindeki etkilerini
ele alan ve uluslararası alanda sağlık ve çevre örgütleriyle işbirliği içinde çalışan bir kuruluş olduğunu belirtti. HEAL’in şu sıralar kömürlü termik santraller ile  ve hava kirliliği arasındaki ilişki üzerine çalıştığını belirten Stauffer, bu konuda hazırlanan

“Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de Kömürlü
Termik Santraller Bizi Nasıl Hasta Ediyor”

başlıklı raporda ilk kez Türkiye’deki kömürle çalışan mevcut santrallerin halk sağlığı üzerindeki maliyetine ilişkin sayısal veriler ve ekonomik analiz sonuçlarının paylaşıldığını kaydetti. Stauffer, raporun Türkiye için planlanan yeni kömürlü santrallerin neden halk sağlığı açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu da gözler önüne serdiğini belirtti. Stauffer, şu önerileri paylaştı:

·         Türkiye’de fosil yakıt kullanılarak elektrik üreten santrallerin oluşturduğu hava kirliliği, hâlihazırda çok sayıda erken ölüme, kronik akciğer ve kalp hastalıklarında ciddi miktarda artışa yol açıyor. Fosil yakıt kullanımından vazgeçilmesi, halk sağlığında
çok önemli iyileşmelere katkı sağlayacaktır.

·         Dünya genelinde giderek daha çok ülkenin kömürden vazgeçerek halk sağlığını koruma ve karbon emisyonlarını azaltma konusunda attıkları adımlarını, Türkiye de mutlaka dikkate almalıdır.

Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Türkiye gibi farklı enerji üretme yöntemleri açısından
son derece zengin olan bir ülkede termik santralleri öncelemenin akılcı bir yaklaşım olmadığını belirterek, Türkiye’de ciddi bir enerji politikası değişikliğine ihtiyaç olduğunu dile getirdi. Anayasa’nın “herkese sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”nı tanıdığını belirten Karababa,
bu enerji politikası değişikliğinin bu nedenle aynı zamanda anayasal bir zorunluluk olduğuna dikkat çekti. Karababa, hava kirliliği ölçümlerinin de etkili şekilde yapılmadığı uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Türkan Günay, hekimlerin ve sağlıkçıların zararları kanıtlanmış kömürlü termik santral projelerinin terkedilmesi için hem toplumu bilgilendirme hem de politikacıları yönlendirme görevlerinin olduğunu söyledi. Tüm dünyanın bu kirli ve eski teknolojiyi terketme hazırlığında olduğunu belirten Günay, 2022 yılına dek kömürlü termik santrallerin %20 oranına çekilmesinin hedeflendiğini bildirdi. Günay, Türkiye’nin dünyanın aksine gittiği bu yoldan dönmesi gerektiğini belirtirken, “En kısa sürede ithal kömürle çalışan termik santralleri, ardından da tüm kömürlü termik santralleri kapatmamız gerekiyor. Temiz enerji kaynaklarına yönelmeliyiz” diye konuştu.

Prof. Dr. İbrahim Akkurt da, kömür maruziyetinin insan sağlığını sigaradan da fazla etkilediğine dair pek çok çalışma bulunduğuna dikkat çekerek, Türkiye’nin kömürlü termik santrallerden bir an önce vazgeçmesi gerektiğini kaydetti.

*****

TTB BASIN AÇIKLAMASI, 20.05.2015

Sağlık maliyetlerinin sayısal olarak ortaya konması, Türkiye’nin kömürle çalışan
termik santrallerini artırma planlarına dair endişeleri artıyor.

·         Yeni yapılan bir çalışmada, Türkiye’deki mevcut kömür santrallerinin yol açtığı hava kirliliğinin halk sağlığı üzerindeki maliyeti nicel olarak hesaplandı. Çalışmanın sonuçlarını paylaşan raporda, kömürle çalışan yaklaşık 80 yeni termik santral yapımına ilişkin yatırım planlarının neden büyük bir endişe kaynağı olduğu da gözler önüne seriliyor.

·         Türkiye’de elektrik üretimi için kömür yakılmasından kaynaklanan hava kirliliği hâlihazırda erken ölümlere, kronik akciğer hastalıklarına ve kalp sorunlarına yol açıyor
ve sağlık alanında yaklaşık 3,6 milyar Avro’ya varan bir maliyet getiriyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşmak hem binlerce yaşam kurtaracak, hem de halk sağlığı üzerinde olumlu etkilere
yol açacaktır.

·         Avrupalı ve Türkiyeli sağlıkçılar, Türkiye’nin, kömür kullanımından vazgeçerek
halk sağlığını koruma ve karbon emisyonlarını azaltma yolunda ciddi adımlar atan ülkeleri örnek alması gerektiğini ifade ediyor.

Brüksel/Ankara, 20 Mayıs 2015 Sağlık ve Çevre Birliği HEAL (1) tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre, Türkiye’deki kömür yakıtlı termik santrallerin kapasitesinin önümüzdeki dört yıl içinde ikiye katlanması planlanmakta ve bu kapasite artışının hâlihazırda zaten
çok yüksek olan sağlık maliyetlerini önemli ölçüde artırması beklenmektedir.

Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de kömürlü termik santraller bizi nasıl hasta ediyor?” (2) başlıklı raporda ilk kez Türkiye’deki kömürle çalışan mevcut santrallerin halk sağlığı üzerindeki maliyetine ilişkin sayısal veriler ve ekonomik analiz sonuçları sunuluyor.
Kömür santrallerinin yol açtığı hava kirliliğine maruz kalmakla ilişkilendirilen erken ölümlerin, kronik akciğer hastalıklarının ve kalp sorunlarının raporlandığı çalışmada, bu sağlık etkilerinin yılda toplam 3,6 milyar Avro’ya (VEYA 10,72 milyar TL) varan bir maliyet getirdiği belirtiliyor (3). Rapor, Türkiye’deki hekimlerin %80’inin temsil eden Türk Tabipleri Birliği ile Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Türk Toraks Derneği, Türk Solunum Araştırmaları Derneği, İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği ve Çevre için Hekimler Derneği’nin işbirliği ile yayımlandı.

Türkiye’deki hekimler ve sağlık alanında çalışan uzmanlık dernekleri, insan sağlığının ve iklimin korunması için Türkiye’nin kömüre dönüş sürecinin tersine çevrilmesi gerektiğini ifade ediyor. Raporun önsözünü yazan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı
Dr. Bayazıt İlhan’a göre,

“Kömürle çalışan bir termik santral her yıl binlerce ton tehlikeli hava kirletici maddeyi atmosfere salıyor. Bu kirleticiler en az 40 yıllık bir ortalama ömre sahip. 80’in üzerinde yeni santral yapılması yolundaki planlar, kömürün solunum ve kalp damar sağlığına yaptığı olumsuz etkilerin onlarca yıl daha devam edeceği anlamına gelmektedir. Böylesi bir sağlıksız gelecekten kaçınmamız gerekiyor. Hükümeti, bu kirli ve miadını doldurmuş enerji kaynağını bir an önce terk etmeye çağırıyoruz.”

Kömürden elektrik üretimi, ülkenin zaten ciddi düzeydeki hava kirliliği sorununa daha da çok katkıda bulunuyor. Türkiye’deki kentsel nüfusun %97’den çoğu, sağlık açısından riskli düzeylerde partiküler madde (PM) konsantrasyonlarına maruz kalıyor. PM, sağlık açısından
en zararlı kabul edilen kirleticilerin başında geliyor (4).

HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer’e göre, “Dünyanın dört bir yanında giderek daha çok sağlıkçı, sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve iklim değişikliğinin önlenmesi için
kömür yatırımlarının durdurulması çağrısında bulunuyor ve kömürde bir gelecek olmadığına ilişkin net bir mesaj veriyor. Türkiye’nin kömürle çalışan termik santral sayısını dörde katlama planları mevcut ve gelecek nesiller için sağlık maliyetlerinin tavan yapmasına yol açacaktır.
” (5).

Çevre için Hekimler Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği, Türk Solunum Araştırmaları Derneği ve Türk Toraks Derneği de Türkiye’de rapora destek veren sağlık kuruluşları. Bu örgütler, İngiltere, Polonya, Sırbistan ve Dünya
Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu’ndaki meslektaşlarıyla birlikte, enerji yatırımları ile ilgili karar verirken kömürün halk sağlığı üzerinde yol açtığı zararların dikkate alınması çağrısında bulunuyorlar.

Rapor ayrıca hekimler ve halk sağlığı uzmanlarına, Hükümete ve kamu kurumlarına ve uluslararası kuruluşlara bir dizi politika önerisinde de bulunuyor.(9)

Dünya Sağlık Kongresi’nde Türkiye’de Kömürlü Santrallerden Kaynaklı Halk Sağlığı Maliyetleri Duyurulacak

HEAL’in yeni raporu, 18-26 Mayıs 2015 tarihlerinde Cenevre’de yapılacak olan Dünya Sağlık Kongresi’nde diğer ülke temsilcileriyle de paylaşılacak. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hava kirliliğini küresel ölçekte hastalık ve ölüme neden olan ve önlenebilir ana çevresel etkenlerden biri olarak görmekte (6) ve bu yılki kongrede hava kirliliği ile ilgili ilk DSÖ kararı da oylamaya sunulacak.

HEAL Direktörü Genon K. Jensen toplantıdaki sağlık bakanlarına ve diğer ülke temsilcilere enerji ile ilgili kararların halk sağlığı üzerindeki yaşamsal etkisini vurgulayacak. “Hava kalitesinin iyileştirilmesi, halk sağlığının desteklenmesinde artık dünya çapında öncelik haline gelmektedir. Deneyimler bize, kömürden vazgeçmenin hava kalitesi ve sağlık üzerinde anında iyileştirici etki yarattığını göstermektedir (7). Aynı zamanda karbon emisyonlarını düşürmekte ve böylelikle sağlığımızı gelecekteki iklim değişikliği tehditlerine karşı da korumaktadır. Başta Avrupa’da, dünyanın pek çok ülkesinde hekimlerin ve halk sağlığı uzmanlarının hükümetlerine kömürden vazgeçmeleri için çağrı yapmalarına şaşırmamalı.” (8)

Basın İçin Notlar:

1. Raporun Türkçe versiyonu bugün saat 11:00’de Ankara’da yapılacak basın toplantısında, İngilizce versiyonu saat 10:00’da (CET) Brüksel’de  paylaşılacaktır.

2. ‘Ödenmeyen Sağlık Faturası: Türkiye’de Kömürlü Termik Santraller Bizi Nasıl Hasta Ediyor?’ başlıklı yeni rapora göre 19 mevcut santralden yayılan zararlı gazlara maruz kalmanın yol açtığı 2.876 erken ölüm, yetişkinlerde 3.823 yeni kronik bronşit vakası, 4.311 hastane yatışı, yıllık 637.643 iş günü kaybı yaşanmaktadır; toplam yıllık ekonomik maliyetse 3,6 milyar Avro’ya varmaktadır.

3. Avrupa Birliği’nde kömürün yol açtığı sağlık maliyetlerini veren HEAL’in orijinal raporu (2013) her yıl 18.000 erken ölüm ve dört milyon işgünü kaybının yıllık 43 milyar Avro’ya mal olduğunu bildirmektedir. Türkiye’deki maliyetler farklı bir fiyatlandırma yöntemi ile hesaplanmıştır, bu nedenle doğrudan karşılaştırılabilir değildir. Sağlık maliyetleri, kömürle çalışan elektrik üretim tesislerinin maliyetlerine dâhil edilmektense bireylere, ailelere ve devletlere yük getirmektedir. ‘Ödenmeyen fatura’ denmesinin nedeni budur.

4. European Environment Agency [Avrupa Çevre Ajansı] (2014). Air pollution fact sheet 2014: Turkey [Hava kirliliği bilgi broşürü 2014: Türkiye]. http://www.eea.europa.eu/themes/air/air-pollution-country-fact-sheets-2014

Türkiye’de hava kirliliğine maruz kalan (kentsel ve kırsal) nüfusun tamamının yüzdesine dair rakamlar mevcut değildir. Nüfusun ozon ve azot dioksit gibi tehlikeli kirleticilere maruz kalma oranları ile ilgili veri de bulunmaktadır.

5. Türkiye önümüzdeki dört yıl içinde kömürle çalışan termik santral kapasitesini ikiye katlamayı planlamaktadır. Planlar hayata geçirilirse, kömürle çalışan tesis sayısı 2012 yılında işletmedeki 19 tesisten, orta vadede 102’ye yükselerek dört kattan fazla artış gösterebilir.

6. World Health Assembly 2015, A68/18, Health and the environment: addressing the health impact of air pollution [Dünya Sağlık Kongresi 2015, A68/18, Sağlık ve Çevre: Hava kirliliğinin sağlık üzerindeki etkilerini düşünmek]. http://apps.who.int/gb/ebwha/pdf_files/WHA68/A68_18-en.pdf

Sekretarya’nın yayımladığı rapora göre, hava kirliliği dünya çapında hastalıkların ve ölümlerin önlenebilir ana nedenlerinden birisidir.

7. Enerji politikalarındaki değişiklikler sağlık üzerinde anında etki yaratmaktadır. Örneğin, İrlanda’nın  Dublin kentinde 1990 yılında kömürün yasaklanmasından sonraki beş yıl içinde solunum yolu hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında %15, kalp damar hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında %10’luk düşüş gözlenmiştir. Bkz. ‘Effect of air-pollution control on death rates in Dublin, Ireland: an intervention study” [Dublin, İrlanda’da hava kirliliği kontrolünün ölüm oranları üzerindeki etkisi]. The Lancet, October 2002,http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0140673602112815

8. “World’s public health leaders call for an end to coal”, Healthy Energy Initiative, http://www.healthyenergyinitiative.org/ 

Politika Önerileri

Sağlıkçılar ve Halk Sağlığı Uzmanlarına öneriler

Kömürden kaynaklanan sağlık sorunlarına karşı mücadele etmek için şimdi doğru zaman. Hekimler, halk sağlığı uzmanları ve sağlık örgütleri, kömür kullanımından doğan
sağlık tehlikelerine ilişkin varolan bilimsel kanıtlara dayanarak, Türkiye’nin gelecekteki
enerji arz politikalarıyla ilgili tartışmalara katılımlarını daha da etkili hale getirebilirler.

Sağlıkçılar ve Halk Sağlığı Uzmanları >>>>>

®      Karar alıcılara, kömürün sağlık üzerindeki etkilerinin ve dışsal maliyetlerinin,
Türkiye’nin enerji ile ilgili kararlarında dikkate alınması gerektiğini anlatmalıdır;
sağlık açısından, yeni kömür santralleri inşa etmenin, kronik hastalıklarla hâlihazırda yürütülen mücadeleye zarar vereceğini ve yüksek toplumsal maliyetler oluşturduğunu belirtmelidir;

®      Ulusal düzeyde enerji ve çevre politikalarının ve stratejilerinin geliştirilmesinde açık ve
net şekilde tanımlanmış, saydam resmi danışma süreçlerinin oluşturulmasını savunmalıdır;

®      Ulusal/bölgesel/yerel her düzeyde enerji ve çevre alanları ile ilgili karar alma mekanizmalarında şeffaflık, çevresel bilgiye erişim ve halkın daha etkin katılımını
talep etmelidir;

®      Ulusal düzeyde, WHO’nun halk sağlığını iyileştirmeye yönelik önerdiği kirletici sınır değerleriyle uyumlu hale getirilmiş, daha yüksek hava kalitesi standartları talep etmelidir;

®      Ulusal ve uluslararası düzeylerde iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik daha iddialı bir tutum ve eylemlilik talep etmelidir;

®      Kömür yakıtlı termik santral projelerinde ÇED veya bölgesel/il çevre düzeni planları geliştirilmesi gibi yerel katılımın olanaklı olduğu süreçlerde, kömür kaynaklı enerjiden doğan sağlık tehditleri hakkında halkı bilinçlendirmeli ve halk sağlığını korumak için mevcut kömürlü santrallere yönelik daha etkin çevre denetimi yapılması için baskı oluşturmalıdır.

Hükümete ve kamu kurumlarına öneriler

Hükümetin, kömürlü termik santrallerden kaynaklanan dış ortam hava kirliliğini azaltma çabalarını artırması, sadece kendi yurttaşlarının değil, komşu ülkelerdeki insanların da
sağlıkları için ve küresel iklim değişikliği ile mücadele çabalarına bir katkı olarak gereklidir.

Karar Alıcılar >>>>>

®      Mevcut kömürlü termik santrallerde mevzuattaki en yüksek kirlilik denetim standartlarını uygulamalı ve bu santraller için var olan tüm çevresel muafiyetleri sona erdirmelidir;

®      Hava kalitesi ve sanayi kaynaklı emisyonlarla ilgili Türk mevzuatını AB çevre müktesebatı uyumlulaştırma çalışmalarını hızlandırmalı, bu süreçte WHO önerilerini de
dikkate almalıdır; Hava kalitesinin ve emisyonların izleme, raporlama ve değerlendirme süreçlerinde altyapıdaki noksanlıkları ve uygulamadaki aksamaları gidererek,
veri eksikliklerini acilen gidermelidir;

®      Ulusal enerji politikalarının oluşturulmasında ve tekil enerji projelerinin yaşama geçirilmesinde sağlıkçılar ve öbür sivil toplum aktörlerinin katılımını da öngören erişilebilir
ve saydam karar alma süreçleri geliştirmeli, halkın bilgiye erişimini kolaylaştırmalıdır.

®      Kömür yakıtlı elektrik üretimi için hâlihazırda sağlanan tüm doğrudan veya dolaylı teşvikleri ve vergi muafiyetlerini sona erdirmelidir;

®      Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, 80’den çok santralin yapılmaması durumunda
halk sağlığı ve iklim için elde edilecek yararlar araştırmalıdır.

®      Yeni kömür santrallerinin inşası planlarını ertelemelidir;

®      İşletmede olan ve yapılması planlanan santrallerin sağlık ve dışsal maliyet analizleri temel alınarak, kömürden elektrik eldesinin aşamalı olarak bırakılması için ulusal bir plan yapmalıdır.

Uluslararası Kuruluşlara Öneriler

Planlanan devasa kömür yatırımları, Türkiye’yi halk sağlığının korunması ve iklim değişikliği ile mücadelede yanlış bir yola sokacaktır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası gibi uluslararası aktörler, diğer uluslararası kalkınma ajansları ve finansman kuruluşları ile birlikte, Türkiye için kömür kaynaklı elektrik üretimine dayanmayan bir enerji geleceğini, ülkenin sürdürülebilir gelişiminin bir parçası olarak desteklemelidirler.

Uluslararası kuruluşlar >>>>>

®      Yeni kömür santrallerinin inşası için tüm uluslararası borç ve kredi süreçlerini sonlandırmalıdır;

®      Türkiye’nin, taraf olduğu sağlık, çevre ve iklim değişikliği ile ilgili uluslararası anlaşma ve sözleşmelere tam uyumu konusunda ısrarcı olmalı ve ülkenin henüz imzalamamış olduğu
bu tür uluslararası anlaşmalara katılımını desteklemelidir;

®      Türkiye’deki enerji projelerinde sürdürülebilirlik, şeffaflık ve halkın katılımı ölçütlerinin uygulanmasını teşvik etmelidir.

Sağlık ve Çevre Birliği (Health and Environment Alliance – HEAL) Çevrenin sağlık üzerindeki etkilerini Avrupa Birliği (AB) kapsamında ele alan Sağlık ve Çevre Birliği
(Health and Environment Alliance – HEAL), Avrupa’nın önde gelen kâr amacı gütmeyen kuruluşlarından biridir. HEAL, 70’ten çok üye kuruluşun desteği ile sağlık dünyasının sunduğu bağımsız uzmanlık ve kanıtları farklı karar alma mekanizmalarında sunar. Birliğimiz sağlık çalışanlarını, kâr amacı gütmeyen sağlık sigortacılarını, hekimleri, hemşireleri, kanser ve astım hastası gruplarını, vatandaşları, kadın gruplarını, gençlik gruplarını, çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşlarını, bilim insanlarını ve halk sağlığı kurumlarını temsil eden geniş bir birliktir. Üyelerimiz arasında uluslararası düzeyde ve Avrupa genelinde çalışan kuruluşların yanı sıra, ulusal ve yerel gruplar da bulunmaktadır. HEAL’i web sitesi (www.env-health.org),
Facebook ve Twitter @HealthandEnv @EDCFree and @CHM_HEAL adreslerinden takip edebilirsiniz.

===========================

Dostlar,

Bu önemli iletiyi paylaşmak istiyoruz.
AKP iktidarı çok sayıda HES ile de çevreye dönüşümsüz zararlar veriyor.
En başta atılacak adımlardan biri, bir tasarruf seferberliği ile Ulusumuzun enerji tüketim kalıplarını değiştirmek.. Enerji aktarım hatlarında yitik – kaçakları azaltmak /
yok etmek..  Nüfus artışını frenlemek, rüzgar ve güneş enerjisine yönelmek gibi..
Almanya’da 2030’da nükleer güç santrali kalmayacak olması ve yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelinmesi sanırız çok öğretici..

Bu dosyanın tam metnini pdf olarak da ibdirebilirsiniz  :

Komurlu_termik_santrallerin_odenmeyen_saglik_faturasi

Sevgi ve saygı ile.
22 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Birinci basamak sağlık çalışanlarının en uzun süreli GöREV’i başladı

Birinci basamak sağlık çalışanlarının
en uzun süreli GöREV’i başladı

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/asmgorev-5395.html, 20 MAYIS 2015 

Birinci Basamak sağlık çalışanlarının, Sağlık Bakanlığı’nın baskısı ve işten atma tehditlerine karşı düzenlediği 3 günlük G(ö)REV eylemi bugün, tüm Birinci Basamak sağlık birimlerinde geniş katılımla başladı.

Birinci Basamak sağlık hizmetleri sunan yaklaşık 70 bin sağlık çalışanı bugün (20 Mayıs 2015) tüm yurtta, en uzun süreli iş bırakma eylemini başlattı.

Sağlık Bakanlığı’nın Birinci Basamak sağlık çalışanlarına yönelik olarak haftalık 40 saat çalışma süresinin üzerine, Cumartesi günleri de nöbet zorunluluğu getirmesi ve Birinci Basamak
sağlık çalışanlarının bu dayatmaya karşı nöbet eylemlerini başlatmasının ardından,
işten atma tehditlerine varacak ceza puanı artışına gitmesi, Birinci Basamak sağlık çalışanlarını bu en uzun süreli eyleme zorladı.

Birinci Basamak sağlık çalışanları, tüm Türkiye’de Tabip Odalarının öncülüğünde gerçekleştirilen etkinliklerde, Sağlık Bakanlığı’nın bu dayatma ve baskısına karşı tepkilerini
dile getirdiler. Eylem ve etkinlikler bugün ve izleyen iki boyunca sürecek.
23 Mayıs Cumartesi günü de yine “nöbet eylemi”ne devam edilecek.

İllerden gelen fotoğraflara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.

Aydın

Antakya

Balıkesir

Batman

Bursa

Diyarbakır

Gaziantep-Kilis

İzmir

Manisa

Mardin

Mersin 

Muğla

Şırnak

Urfa

Van

20.05.2015

BASIN AÇIKLAMASI

ANNE VE BEBEK ÖLÜMLERİ ARTARKEN, AİLE HEKİMLERİNİ, HEMŞİRELERİ İŞTEN ATMAKLA TEHDİT EDEN SAĞLIK BAKANI’NA:

EŞİT, NİTELİKLİ, ULAŞILABİLİR, ÜCRETSİZ SAĞLIK
VE ÖZLÜK HAKLARIMIZ İÇİN GÖREV’DEYİZ!”

Bu gün ve 21-22 Mayıs günleri Aile Sağlığı Merkezleri’nde (ASM) ve Toplum Sağlığı Merkezleri’nde (TSM) hizmet üretemeyeceğiz.

Birinci Basamak sağlık hizmeti sunan yaklaşık 70 bin sağlık çalışanı tüm yurtta,
en uzun iş bırakma eylemi yapmak zorunda bırakılıyor.

Sağlık Bakanlığı, 5 aydır ASM çalışanlarına hafta içi 40 saat çalışmaya ek olarak,
Cumartesi günleri ‘nöbet’ adı altında fazla çalışmayı dayatıyor.

Hafta içi, kendisine kayıtlı bebeğe, gebe kadına aşısını, izlemini yapan; hastasını muayene eden, tedavisini yapan, köy köy gezen, evlerde hastasını ziyaret eden, entegre sağlık hizmeti verilen yerlerde gece gündüz demeden gelen her hastaya bakan, tatillerde ölü muayenesini yapan,
ev ev, okul okul aşı kampanyası yürüten birinci basamak sağlık çalışanına, ek olarak
Cumartesi günleri de gel çalış deniyor.

ASM sağlık çalışanları bu haksız hukuksuz Cumartesi fazla çalıştırma dayatmalarına karşı 5 aydır direniyor ve çoğunlukla ASM’lerini açmıyor.

Sağlık Bakanlığı, ASM çalışanlarının 5 aydır sürdürdükleri kararlı ve başarılı direnişini kırmak için, 16 Nisan 2015’te yeni bir yönetmelik yayımlayarak, Cumartesi direnişini sürdürenleri
işten atmakla tehdit eden ağır ceza puanları getirdi.

Sağlık örgütlerinin, Sağlık Bakanlığı ile bu konuda yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalmış,
en son TTB’nin Sağlık Bakanı ile bir kez daha görüşme talebi karşılık bulmamış;
aksine Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, basına verdiği demeçte TTB’ye halkın sağlık hizmeti almasını önemsemediği şeklinde suçlamalarda bulunmuştur.

Sağlık örgütleri, sağlık çalışanlarının haklarını savunurken, halkın sağlık hakkını savunmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır.

Sağlık Bakanlığı’na soruyoruz                    :

Halktan, ödedikleri sağlık primlerine ek olarak katkı, katılım, muayene, ilave, ilaç farkı vb. adları altında 12 çeşit ücreti kim alıyor?

Özel hastanelere giden halkı, soyup soğana çeviren farkları %200’lere kim çıkardı?

Nüfusun %10’u sigorta kapsamı dışındayken, primlerini ödeyemeyen binlerce yurttaş
sağlık hizmeti için cebinden para ödüyorken,

Koruyucu sağlık hizmetlerinde; bebek ölümlerinden, anne ölümlerine artış yaşanırken;
tam aşılı çocuk sayısı düşerken, kızamık salgınları görülürken,

Muayene süreleri 2-3 dakikaya inmişken, tüm bu haksızlıkları halka kim reva görüyor?

Bu mu halkı düşünmek!

Aile Sağlığı Merkezleri’ni, zincir hastanelerin patronlarına satmadan önce, sağlık çalışanlarını, az paraya, çok çalıştırıp pazarlamaya yönelik girişimlerinizi güçlendirmeye çalıştığınızı duymayan kalmadı.

  • ASM’lerin zincir hastanelerine satışı sonrasında, Birinci Basmakta verilen tüm hizmetlerin paralı olacağını biliyoruz.

Bizler;
– koruyucu sağlık hizmetlerin önemsendiği,
– halka yeterli muayene sürelerin ayrıldığı,
– her kesimin, eşit, ücretsiz, iyi sağlık hizmeti alabildiği,
– çalışanların haklarının gasp edilmediği,
– sağlık hizmetlerinin toplumun gereksinimlerine göre sunulduğu

bir sağlık ortamı istiyoruz.

Kimin halkı düşündüğü gün gibi ortada!

Birinci Basamak sağlık çalışanları, bu gün ve sonraki iki gün, Cumartesi fazla çalışma ve
işten atma tehditlerine karşı, kendi haklarını korumak için 3 gün hizmet üretemeyecek.

Taleplerimiz karşılık bulana dek eylemlerimizi kararlılıkla sürdüreceğimizin bilinmesini isteriz.

Saygılarımızla.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ 

==============================================

Dostlar,

Meslektaşlarımızın ve üyesi olduğumuz meslek örgütümüz TTB’nin
(TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ) bu eylemini;

1- Bütünüyle desteklediğimizi,
2- Doğru ve yerinde bulduğumuzu,
3- Haklı ve adil – yasal istemlere ve saptamalara dayandığını
4- Sağlık Bakanlığı’nın sağlık hizmetlerini ve sistemini iyi yönetemediğini
hatta çooook kötü yönettiğini
5- AKP’nin sağlık hizmetlerinin halka değil sermayenin çıkarlarına dönük olduğunu
6- AKP’nin sağlık politikalarının kökünün dışarıda, IMF – DB dayatması
“Health Transformation” (Sağlıkta Dönüşüm) olduğunu
7-  SGK’nın finansal yoğun bakımda olduğunu
8- Sağlık sistemi üzerinden yerli – yabancı sermayeye ulusal kaynakların aktarıldığını
9- GSS’nin sermayenin kârının sigortası durumuna geldiğini
10- Sağlığa harcanan onmilyarlarca Dolar (50+ Milyar $!) ulusal kaynağa karşın,
halkımızın sağlık düzeyi göstergelerinin beklenen ölçüde iyileşmediğini (Verimsizlik!)
11- AKP iktidarının lanetli bir denklem kurarak PRİM = EK VERGİ alarak
verginin karşılığı kamusal sağlık hizmetini unutturduğunu ve vergileri iç ettiğini
12- Devletin, yerli – yabancı sermaye adına, halkın sırtında sağlıkta sopalı tahsildara dönüştürüldüğünü….

……

Acı acı saptayarak İSYAN İÇİNDE des- tek – li – yo -ruz…

1971’den beri Tıbbiyeli olan (Hacettepe Tıp 1. sınıf) 44 yıllık bir sağlık emekçisi olarak saptıyoruz. Gidilen yol yol değildir..
AKP’nin iğneden ipliğe yanlış bu vahşi sağlık politikalarının durdurulması zo-run-lu-dur!

Ulusal sağlık politikalarına,
SAĞLIKTA SOSYALLEŞTİRME REJİMİNE geri dönülmelidir!

Bu bağlamda bir program, yalnızca VATAN PARTİSİ PROGRAMINDA var…

*****

56. Parasız ve Nitelikli Sağlık

Bütün yurttaşlar sosyal güvenlik kapsamına alınacaktır. Sağlık alanında her düzeydeki eşitsizliğe son verilecek, herkese nitelikli sağlık hizmeti verilecektir. Sağlık hizmetleri iki yıl içinde parasız hale getirilecek; işyeri, mahalle, köy ve okul temelinde yeniden örgütlenerek halkın ayağına götürülecektir. Türkiye bütün bu olanaklara sahiptir.
Sosyal güvenlik kurumları çökmekten kurtarılacak, hizmet için yeterli hekim ve hastabakıcı görevlendirilecek ve araç gereç tahsis edilecektir. Sosyal güvenlik kurumlarının özel kesimden alacakları hızla tahsil edilecektir. İnsan sağlığını piyasaya feda eden, hastayı müşteri olarak gören ve çoğaltan sistem değiştirilecektir. Para kazanmaya değil, hastalıkları önleyici sağlık hizmetine öncelik verilecektir. Halkın sağlık bilgisi yaygın eğitim kampanyalarıyla geliştirilecektir.
Sağlık hizmetinin planlanması, yönetilmesi ve denetlenmesine, sağlık görevlileri ile hizmetten yararlananların etkin katılımı sağlanacaktır. Bu bağlamda hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarının sorunlarına çözüm getirilecektir. 

57. Halka Ucuz ve Nitelikli İlaç

Sosyal güvenlik kurumlarına ve halka ucuz ve nitelikli ilaç sağlanacaktır. Millî Hükümet,
millî ilaç sanayisini yabancı ilaç tekellerine karşı koruyacak ve destekleyecektir. Araştırma çalışmaları özendirilecek ve geliştirilecektir. Millî güvenliğin gereği olarak, Dünya Sağlık Örgütü’nün 100 temel ilacı ve aşılar Türkiye’de üretilecektir. Türkiye’de üretilebilecek ilaçlar dışardan alınmayacaktır. Yabancı ilaçlara ruhsat, sıkı kayıtlara ve süreye bağlanacaktır.
Sağlığa zarar veren bilinçsiz ilaç tüketiminin kışkırtılmasına son verilecektir. Halk bu amaçla eğitilecektir.
*****

Son derece tutarlı ve gerçekçi…

Başka hiçbir siyasal partinin programı ile karşılaştırılamayacak ölçüde hem de..

23 sayfalık dolu dolu ve sistematik bütünselliği olan Vatan Partisi Programı‘nı okumak için pdf olarak indirebilirsiniz…

VATAN_PARTISI_Programi_2015
http://ahmetsaltik.net/2015/04/29/milli-hukumet-programi-vatan-partisi-programi/

Sevgi ve saygı ile.
21 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Danıştay bir kez daha hekimlerin dinlenme haklarını ihlal edici düzenlemeleri hukuka aykırı buldu!


Danıştay bir kez daha hekimlerin dinlenme haklarını ihlal edici düzenlemeleri hukuka aykırı buldu!

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, acil servislere mesai saatleri dışında
ve tatil günlerinde, acil müdahale gerektirmeyen ve ayakta tedavisi sağlanabilecek durumdaki
hasta başvurusunun yüksek olduğundan ve bu başvurulara bağlı olarak gereksiz yere
acil servis yoğunluğu yaşandığından söz ederek, Bakanlığa bağlı sağlık kurumlarında
“mesai dışı poliklinik uygulamasına” geçilmesini düzenleyen 28.01.2010 tarih ve 2010/6 sayılı bir Genelge çıkarmıştı.

Hastanede aktif çalışan pratisyen hekim sayısının yeterli olması halinde öncelikle
bu hekimlerden, yetersiz kalması durumunda ise o belediye alanı içindeki Birinci Basamak
sağlık kuruluşlarından 8’er veya 16 saatlik çalışma sürelerine isabet edecek biçimde görevlendirme yapılarak hafta içinde mesai saati bitiminden saat 24:00’e dek, hafta sonu ve resmi tatil günlerinde ise 08:00 – 24:00 saatleri arasında hizmet verileceğini düzenleyen Genelgede, sağlık hizmeti sunumunun en önemli ögesş olan hekim ve öbür sağlık çalışanlarının hakları bütünüyle yok sayılmıştı.

Bu nedenle Türk Tabipleri Birliği tarafından dava açılmış; Danıştay 5. Dairesi,
üst sınırı belirlenmeksizin, kamu sağlık çalışanları için Yasa ile belirlenen çalışma süresinin üzerinde bir çalışma süresi öngören ve sağlık hizmetinin niteliğinden kaynaklanan
nöbet usulünden ve vardiyalı çalışma biçiminden farklı ve bunlara ek bir çalışma biçimi tanımlayan düzenlemelerin, çalışanların Anayasanın 50. maddesinde öngörülen
dinlenme hakkını ihlal edici ve Avrupa Sosyal Şartı‘nda yer alan çalışma sürelerinin giderek azaltılması taahhüdüne aykırı nitelikte bir düzenlemeye gidildiğinden,
hukuka uygun olmadığını
belirterek Genelgenin dava konusu düzenlemelerinin
iptaline karar vermiştir.

İlgili kararlar için tıklayınız

·         Danıştay 5. Dairesinin 2012/8758 E. sayılı kararı

·         Danıştay 5. Dairesinin 2013/687 E. sayılı kararı

(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hukuk-5233.html, 18.4.15)

=========================================

Dostlar,

Yukarıdaki haberi paylaşmak istedik bir kez daha.

AKP Hükümeti gözükara ve hiç hukuk bilmez  – tanımaz biçmde bodoslama gidiyor.
Hukuk danışmanlarını da dinlemiyorlar veya yandaş danışmanlar işte bunca yol gösterebiliyor.
Hukuku ayak bağı görüyorlar hukuka saygı terbiyesi almadıklarından ve Cumhuriyet hukukuna saygıları – bağlılıkları olmadığından..

Sonra da Bay RTE kalkıp Danıştay’ı, İdare Mahkemeleini kıyasıya eleştiriyor ve hiç sıkılmadan ayak bağı olarak gösterebiliyor! Yaşamın gerçeklerinden, temel hukuk bilgisinden ve de
hukuka saygıdan böylesine kopuklar ve ne denli hazin bir konumda olduklarını bile görebilecek durumda değiller.. Oysa Anayasa md. 2 ülkemizin bir hukuk devleti olduğunu vurgulamakta.
Mutlak anlamda bağlayıcı ve AKP hükümeti de Anayasaya bağlı kalma yemini etmiş durumda.

Çooook zor ve tehlikeli bir döne yaşamaktayız ve bu AKP parantezi haddinden fazla uzadı..
13 yıldır ülkenin tüm kurumları vahşice – acımasızca tarumar edildi.
Toplumun ahlakı yozlaştırıldı; yolsuzluklara – ahlaksızlıklara ortak edilerek ayarı bozuldu.

Yaşanan olayda Danıştay’ın Sağlık Bakanlığının söz konusu Genelgesini iptal gerekçeleri dikkatle okunduğunda, Yürütme’nin yetki ve işlev gasbı yaparak Yasama’nın yetki ve işlev alanına girdiği görülüyor. En temel hukuk kurallarından ve hukuk okullarında daha 1. sınıfta
HUKUK BAŞLANGICI derslerinde öğrenilen bir temel ilke..

Ayrıca Anayasa’nın apaçık 50 maddesi (“Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı
50. maddesinde, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.” denilerek dinlenme hakkı anayasal güvence altına alınmıştır.) ve Anayasa md. 90 / son fıkra kapsamında yasa gücünde olan olan
Avrupa Sosyal Şartı’na gönderme yapmakta.

Ek olarak, Anayasa md. 128/2 “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir..” demektedir

Bunlar çok temel hukuk kuralları ve geçelim ortalama bir hukukçuyu, ortalama bir aydının bile bilgi sahibi olduğu düzenlemeler. Bir Bakanlık Genelgesi ve geçelim yasa maddelerini, Anayasanın en az 3-4 maddesine birden (md. 2, 50, 90 ve 128) aykırılık ortada..
Sağlık Bakanı olacak zat (Dr. Mehmet Müezzinoğlu) nasıl da hiç danışmadan
böylesine kolayca, hukuka apaçık aykırı Genelge altına imza atar ?? 

AKP hükümetini – kadrolarını – bürokrasisini bir kez daha uyarsak bir işe yarar mı acaba?
AKP oyunun kurallarına uymuyor!.
Hedefine kilitlenmiş ve “oraya” (T.C.’nin tüm kurumlarını mutlak anlamda teslim almak!) giden her yol – yöntemi kendine hak görüyor..
Böylesine patolojik – sapkın bir çizgide bulunuyorlar.
Dolayısıyla, rejimin savunma mekanizmalarınca diskalifiye edilmeleri olağan ve gereklidir.

7 Haziran 2015 genel seçimleri bir kez daha çoook ama pek çok önemli.. Kritik, kritik ötesi..
Sorumlu yurttaşların AKP’yi bir kez daha iktidar olmaktan mutlaka alıkoyması gerek, zorunlu!

Sevgi ve saygı ile.
19 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kocasakal’dan Erdoğan’a sert yanıt

 

Kocasakal’dan Erdoğan’a sert yanıt

Nisan 8, 2015 |

İstanbul Barosu Başkanı
Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhtarlar toplantısında kendisine ve avukatlara yönelik sözlerine yanıt verdi

portesi_bayrakla
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan muhtarlarla buluşmasında İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’a sert ifadelerle yüklendi. Kocasakal’ın sert yanıtı ise gecikmedi.
Kocasakal, bugün Baro Kültür Merkezi toplantı salonunda yaptığı basın toplantısında;
  • “Belirtmek isterim ki, bu tür hedef göstermeler, hedef saptırmalar, üstü kapalı tehditler beni ve İstanbul Barosunu, doğru bildiğini yapmaktan ve söylemekten, hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinden alıkoyamaz.” dedi.Başkan Ümit Kocasakal’ın basın toplantısında Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu, Genel Sekreter Av. Hüseyin Özbek, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi
    Av. Aydeniz Alisbah Tuskan, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Necmi Şimşek,
    Av. Sevgi Barutçu, Av. Şahin Erol, Av. Süreyya Turan, Av. Hasan Kılıç da hazır bulundu.Erdoğan ne demişti?Cumhurbaşkanı Erdoğan, direkt İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ı hedef alan konuşması şöyle:

    – “Ey baro başkanı, sen de telefonla görüştün teröristlerle? Hangi neticeyi aldın?
    Hiçbir netice alamadın. Hani senin sözün çok dinleniyordu ya, alsaydın ya bir netice.
    Bu terörist terörist, bunu bileceksin, bunu göreceksin. Sen de bulunduğun makam sebebiyle gazetelere çarşaf çarşaf ilan vererek ürkütemezsin. Senin yaptığın hareketler eski Türkiye’deydi, artık yeni Türkiye var. Sen de bütün avukatları temsil etmiyorsun, yargı oylarının da üçte birini temsil ediyorsun. Adeta yargı adına konuşuyorum havasına da girme. Bunları milletçe çok iyi bilmemiz lazım.”

    Kocasakal’ın Erdoğan’a yanıtı şöyle              :

    “Anayasanın 8. maddesine göre, Bakanlar Kurulu ile birlikte yürütme görev ve yetkisine sahip Cumhurbaşkanı bugün gelenekselleştirdiği muhtarlara seslenişinde,
    şahsımla ve avukatlarla ilgili bazı sözler sarf etmiştir.

    Oysa öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasanın 103. maddesi uyarınca edilen tarafsızlık yemini ve 104. maddede belirtilen görev ve yetkiler karşısında, özellikle genel seçimlere gidildiği bir süreçte, muhtarlarla toplantı yapmak suretiyle ve bunu kullanarak,
    siyasal gündeme ilişkin taraflı değerlendirme ve siyasal propaganda yapmak, Cumhurbaşkanının anayasal görev ve yetkileri arasında bulunmamaktadır.
    Bu durum Anayasa’ya açıkça aykırıdır.

    “Ey” Cumhurbaşkanı, benim için iyi bir şey söylese zaten şaşırır ve kendimden
    şüphe ederdim. Kendisi her gün yaptığı açıklamalarla ülkeyi germeyi, toplumu parça parça bölerek kamplaştırmayı, kişileri ve kurumları hedef göstermeyi herhalde iyi bir şey zannediyor, ama ülkeye büyük zarar veriyor. Anayasayı, hukuku tanımıyor,
    kendisini her şeyin üzerinde görüyor ve zannediyor. Kartallar yüksek uçar ama çakılmaları da şiddetli olur… Sanırım kendisini halen başbakan zannediyor.
    Birilerinin kendisine artık başbakan olmadığını, ettiği yemin ışığında tarafsız olması gereken bir Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatmasında yarar bulunmaktadır.
    Sözlerine gelince; bilindiği gibi ben olay yerine kendiliğimden gitmedim. Faillerin
    bazı kişilerle birlikte beni talep ettikleri bilgisinin Başsavcılıkça tarafıma iletilerek
    yapılan davet ve rica üzerine, bir zorunluluğum bulunmadığı halde, insani ve vicdani bir görevi yerine getirmek üzere gittim, sonuçlarını da hiç düşünmedim. Nitekim konuşmada açıkça güvenlik güçlerinin her yola başvurarak baro başkanını ve babayı getirttiğini, görüştürdüğünü bizzat kendisi ifade ediyor. İnsan yaşamı söz konusuyken hesap yapılmaz. Bugün olsa yine yaparım. Vicdanen müsterihim. Çünkü bu süreçte gerek ben,
    gerekse avukat meslektaşlarım elimizden gelen her şeyi yaptık. Bunun tanıkları da var. Nitekim bu nedenle gerek Sayın İstanbul İl Emniyet Müdürü, gerekse Başsavcılık şahsıma teşekkür etmişlerdir. Teşekküre gerek olmamakla birlikte, ben de kendilerine
    teşekkür ediyorum. Elbette başarılı olmak, sonuç almak isterdim ama elimde sihirli bir değnek maalesef yok. Ancak emniyet görevlileri de görüştü, peki onlar netice aldılar mı? Netice almanın bir garantisi mi var? Benim suçu önleme, suçla mücadele gibi bir görev ve yetkim mi mevcut? Yoksa o görev siyasi iktidarlara, savcılara ve emniyet güçlerine mi ait? Kaldı ki benim sözlerim çok dinleniyor olsa, bugün ülkedeki bu hukuksuzluklar olmazdı… Saldırı ile ilgili yaklaşımımız ve açıklamalarımız ise ortadadır.
    Üstelik bizimkisi timsah gözyaşları da değildir.

    Benim bütün avukatları temsil etmediğim, yargı oylarının üçte birini temsil ettiğim iddiasına gelince; herhalde burada bir matematik hatası var. Kendisi, aldığı %52 oyla
    ne kadar milleti temsil ediyorsa, ben de aldığım %67 oyla o kadar İstanbul Barosu avukatlarını ve baroyu temsil ediyorum. Bu çerçevede yargı adına değil, şerefli cübbem vesilesiyle yargının kurucu unsurlarından birisi olan savunma adına konuşuyorum ve konuşmaya da devam edeceğim. Hesap vereceğim tek yer de avukatlardan oluşan İstanbul Barosu Genel Kuruludur. Türkiye’de sorun cübbelilerin ülke gündemi ile ilgili olarak konuşması değil, cübbesiz olanların ve asla giyemeyecek olanların cübbe giymeye,
    yargı rolüne soyunmalarıdır.

    Yeni Türkiye’ye gelince; Anayasanın ve hukukun askıya alındığı,
    toplumun ayrıştırılarak birbirine düşman edildiği, yalan, talan, gerginlik ve kaosun hüküm sürdüğü, dış politikada bataklığa saplanıldığı, gelecekten endişe duyulan 13 yılda açık bütçeler yaparak, Türk Milletinin cebinden 345 katrilyonu gasp eden Yeni Türkiye’niz alın sizin olsun. Bana eski denk bütçeli Türkiye’mi geri verin.

    Kimse, avukatların hiçbir payı olmadığı, avukatlarla ilgisi olmayan bir olayı avukatların üzerine yıkamaz, tekil örneklerden hareketle onları birer potansiyel suçlu gibi göremez. Bundaki amaç bir yandan hedef saptırarak sorumluluğun gizlenmesi çabası, öte yandan da hukuk devletinin en önemli güvencesi, hukuksuzlukların önünde de en büyük engel olan savunmayı, avukatları ve baroları yıpratmaktır. Yaşanan elim olayın sorumluluğu, cübbenin altına gizlenemez. Esasen bu denli büyük bir cübbe de bulunmamaktadır.
    Bugün bu olaydan hareketle bilinçaltlarında gizledikleri avukat düşmanlığını
    ortaya koyanlar, yarın bir gün kendilerine de savunma ve adil yargılanma hakkı, dolayısıyla avukat gerekeceğini bilmelidir. Yakın geçmişte ve günümüzde bunun
    pek çok örneği bulunmaktadır.

    Bunun yanı sıra, kimse sarayları birbirine karıştırmasın. Ak-saray ile adalet sarayı birbirinden farklıdır. Adalet saraylarının gerçek sahibi avukat, yargıç ve savcıdan oluşan yargı camiasıdır. Dünyanın her demokratik ülkesinde avukatların adliyelere girişlerinde
    birtakım ayrıcalıkları ve güvenceleri vardır. Evrensel düzenlemelere dayanan bu güvenceler, avukatlar için değil, haklarını savundukları müvekkilleri, yani yurttaşlar için gereklidir.

    Cumhurbaşkanı bu tarz konuşma ve yaklaşımları ile insanları tahrik, hukuku
    tahrif ve tağyir etmektedir. Ancak bilinmesini isterim ki bu tür hedef göstermeler,
    hedef saptırmalar, üstü kapalı tehditler beni ve İstanbul Barosu’nu, doğru bildiğini yapmaktan ve söylemekten, hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinden alıkoyamaz. Bizler bir yemin ettik ki dönemeyiz, dönmeyiz. Ettiğimiz yemini çiğnemeyiz.
    Bunun için gerekirse her türlü bedel ödemeye hazırız.

    Tarih herkesi hak ettiği yere koyacaktır.

    Kamuoyuna saygı ile sunarım.”

    Av. Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL
    İstanbul Barosu Başkanı

    ==================================

Dostlar,

Bir Cumhurbaşkanı’nın üstelik de sokak söylemiyle, ülkesinin en büyük (Dünyanın da!)
baro başkanı, akademik ünvanlı bir hukukçu ile böylesine yersiz bir polemiğe girdiği
hangi uygar ülkede görülmüştür??

Erdoğan hızla kendini ve makamı tüketmektedir.
Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunu unutmuş mudur acaba?
Kendi itirafıyla “öfke de bir hitabet yöntemidir” ancak artık zıvanadan çıkmıştır.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamını işgal etmesine karşın, kendi kişiliğine yönelik saygı erozyonunun çok ciddi boyutlara eriştiği, açıkçası kimsenin kendisine saygısının kalmayışı ağır bir sonuçtur. Ancak makamın saygınlığının zedelenmesi çok daha ürkünçtür (vahimdir). Erdoğan bütün bunları hesap edebilmekte midir?

Doğrusu çok emin değiliz..

10 Nisan 2015 günü polislere seslenirken İç Güvenlik Yasasını önce imzalayacağını söylemesi, birkaç dakika sonra da “imzaladım” demesi ne anlama gelmektedir?
(Doğrusu bu 2. bildirimdir..)

Türk Tabipleri Birliği, Türk Psikiyatri ve Nöroloji Dernekleri, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Hekimler Birliği (World Medical Federation) bu kritik durumu değerlendirmelidir.

Erdoğan’ın zaman ve mekan algısında sorun mu vardır?
12. CB Bay Erdoğan’ın belleğinde kopmalar ve düşünce akışında kesinti mi vardır?
Bunlar birer dissosiyatif sendrom ögeleri midir?

Bu durumların kapsamlı bir tıbbi gözlem ve muayene ile ortaya konması gereklidir
Söz konusu kişi, 78 milyon insanımızın yazgısını ellerinde tutmaktadır.
Alacağı kararların ve kritik durumda vereceği buyrukların yüksek ülke güvenliği ve çıkarları açısından tartışılmaz ve hatasız, en iyi – en doğru kararlar olması gereği
kesin olarak tartışma dışıdır.

Ancak kamuoyunda bu bağlamda ciddi bir kuşku ve endişe haklı olarak doğmuştur.

Erdoğan hem kendisinin hem de ülkemizin geleceği için, o muazzam kibirini aşmalı
ve bir resmi tıbbi kurula muayene olmalıdır. Sağlığının ülkemizi yönetmeye elverişli olduğunu kanıtlamalıdır. Bu, boynunun borcudur ve yurttaşlar olarak bizlerin de en doğal demokratik hakkıdır, bilme hakkıdır. Kamuda veya özelde bir çalışanın
ruhsal / bedensel sağlığından kuşku duyulduğunda kişinin hekime başvurarak
rapor getirmesi istenebildiği gibi; kurumu tarafından doğrudan sağlık kurumlarına
sevkleri de yapılabilmektedir. Kimi kritik görevlerde, örn. askerlikte düzenli aralıklarla tıbbi raporun kişinin özlük dosyasına konması zorunludur.

Bu arada, TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek‘i göreve çağırsak;
Erdoğan’ı kamuoyu önünde sağlık muayenesine davet eder mi acaba?
Ya da etmez / buna cesaret edemez, ağır bir tarihsel sorumluluğun altına O da girer mi?

Hey talihsiz ülkemiz, bunca zulmü hak edecek ne yaptın??

Ancak hiç kuşku yok, ülkemiz bu AKP parantezini de kapayacak ve
Büyük ATATÜRK’ün AYDINLIK yolunda ilerlemesini sürdürecektir..
Hukuk dışına çıkan her-kes yargı önünde hesabını verecektir.

İstanbul Barosu Başkanı saygın ve yürekli kişilik
Sayın Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal‘ı bu çıkışında bütünüyle onaylıyoruz.
Erdoğan’a kesin olarak teenni öneriyoruz..
Çevresindeki ağır topların ağır kritik sorumluluklarını bir kez daha anımsatıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
13 Nisan 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Nevzat EREN Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu-14


Nevzat EREN

Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu-14

Nevzat_Eren_anmasi_21.3.2015

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çooook değerli ağabeyimiz, dostumuz, dava arkadaşımız, önderimiz,
“Nevzat arkadaş” ı…



“Nevzat Ağabey”
i aramızdan ayrılışının 15. yıl dönümünde (13 Mart 2000)
özlemle anıyor ve arıyoruz…

Anma etkinliğine emek verenlere, başta HÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı‘ndan meslektaşımız genç ve çalışkan – vefalı Prof. Dr. Dilek ASLAN olmak üzere,

1975’ler sonrası başkanlığını yaptığı Ankara Tabip Odası‘na ve
Genel Sekreterliğini yaptığı Türk Tabipleri Birliği‘ne (Halk ağlığı Kolu’na)
teşekkür ederiz.

Duyuru – çağrı posteri yukarıda… İlgi ve bilginize sunarız…

Kendisi için aramızdan ayrılmasından çok kısa süre sonra, 4 Şubat 2000’de, 15 yıl önce yazdığımız bir yazıyı paylaşmak istiyoruz. 4 A4 sayfa (Arial 10 p) olan yazı
pdf olarak aşağıdaki erişke (link) ile çağrılabilir.

Prof. Dr. Nevzat Eren’in Özgörevi..

Prof._Dr._Nevzat_Eren’in_ozgörevi_04.02.10_Ahmet_Saltık

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : 12 Mart 2011’deki anma etkinliği bir kitap (147 sayfa) olarak bastırılmıştı.
Bizim de düzenlemesine emek verdiğimiz kitapçık önemli bir belge olarak pdf biçimiyle aşağıda (16+ MB)..

BİR SAĞLIK SEVDALISI Prof. Dr. Nevzat Eren’den İleriye Kalanlar

Anma Kitabı, İleriye Kalanlar, 12.3.11

DEVLET ADAMLARININ BEDENSEL – ZİHİNSEL SAĞLIK DURUMLARI


DEVLET ADAMLARININ
BEDENSEL – ZİHİNSEL SAĞLIK DURUMLARI

portresi

 

Prof. Dr. Coşkun Özdemir
Cumhuriyet
Bilim – Teknik eki (syf. 18), 13.3.2015

 

1997’de Arjantin Buones Aires’te WFN’in (World Federation of Neurology)
düzenlediği uluslararası Nöroloji Kongresinde çok ilginç bir panel izledik.
Konu Amerika’nın ve dünyanım devlet adamlarının sağlık sorunları (disability)
ve bunların dünya siyasetindeki etkileri idi .

Amerika’da çoğunluğunu nörolog ve tarihçilerin oluşturduğu bir Çalışma Grubu Birleşik Amerika cumhurbaşkanlarının sağlık, engellilik, yetersizlik (disabilitiy) durumları konulu bir çalışma gerçekleştiriyorlar. Çalışma Grubu tarafından raporlar, tavsiyeler eleştiri ve yorumlar başlıklı bir kitap yayınlanıyor. Bilim insanlarının böyle bir çalışmaya neden gerek duyduklarını panel açılışında olduğu gibi, kitabın ilk sayfalarında bazı örnekler vererek açıklıyorlar.

Amerika cumhurbaşkanları tüm dünya için yaşamsal önemdeki acil durumlarda kararlar vermek durumundadırlar. Yurttaşların beklentisi bu durumlarda elbette Başkanın en yetkin ve en doğru kararları alabilmesidir. Çünkü Amerika cumhurbaşkanlığı dünyanın en güçlü makamıdır, onun geçici bile olsa yetersizliği (incumbent) bütün dünya için çok olumsuz sonuçlar getirebilir

Daha 1787’de Anayasa’da bu olasılığa karşı önlemler düşünülmüş ve hangi koşullarda cumhurbaşakanı yetki ve görevlerinin başkan yardımcısına devredileceği belirtilmiştir.
1881’de başkan Abram Garfield bir suikast ile yaralanmış görevi yardımcı (vice president) başkan üstlenmiştir.

1919 ilk aylarında başkan W. Wilson, birkaç küçük serebral inme (stroke) geçirir ve
açıkça zihinsel kapasitesi zaafa uğradığı halde Birleşik Devletleri temsil etmeye devam etmiştir.1919’da bu kez sol hemipleji ile sol tarafında felç oluşmuştur. Amerika ile Almanya arasındaki çok önemli Versay anlaşması sırasında hala iş başındadır. Burada sağlıklı bir başkan gibi davranamamış ve Amerika Yeni Milletler Cemiyeti (Cemiyeti Akvam) üyeliği konumunu kaybetmiştir .

Benzer durumlar Başkan Roosvelt döneminde de yaşanmıştır. Çocuk felci geçirmiş olan Roosvelt bu kez hipertansiyon ve ciddi kalp yetmezliği ile hastadır. 1945’teki
Yalta Konferansı’nda gereken dirayeti gösterememiş ve savaşın son ayında İngiltere başbakanı Churchill’in Berlin ve Çekoslavakya’yı Ruslardan önce bir askeri operasyonla işgal etme önerisini ret etmesi önemli bir hata olarak kabul edilmiştir.

1945’te ölen Roosvelt yerine geçen Harry Truman Sovyetlerle yapılan müzakerelerde
sağlıklı bir başkan rolünü oynayabildi. AncakO’onu izleyen Eisenhower 1’den çok hastalıkla yaşıyordu ve genel sekreteri Foster Dulles de kanserden ölünceye dek görevinde kaldı.

Eisenhower bizzat 1957’de şunları yazılı olarak ifade etti:

“Son üç yılda üç ciddi hastalık geçirdim ve bunlar beni güçsüzlük içinde bırakıyor ve
ofisi başkan yardımcısının alabilmesi için özel hazırlıklar yapmamı zorunlu kılıyor.”

Benzer uyarı ve önlem önerilerini 1965’te başkan Lyndon Johnson da yapıyor.
Böylece 1965’te senatör Birch Bayh’ın çabaları ile 25 no’lu (AS: Anayasal) Düzenleme (Amendment) için Kongre’nin onayı alınıyor ve bunu 1967’de 38 eyalet (state) meclisi tarafından onaylaması izliyor. Başkan Johnson’un Kongre’ye verdiği özel bir mesaj da şöyledir:.

“Bizim kendi güvenliğimiz için olduğu kadar dünyanın güvenliğini korumak gibi ayrıcalıklı bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğu hareketsiz kalmış eller ve bilinç ve anlayış yetersizliği içindeki bir kumandanın komutasına bırakamayız. Bu yaklaşımlar ve anlayış üzerine kurulan komisyon tarafından 25 no’lu düzenlemenin, Başkanlığın sağlıklı ve muktedir ellerde olmasını sağlamak için yeterli olduğu kanısı ifade ediliyor.”

Sonraki yıllarda başkan Jimmy Carter 1994’te Amerikan Nöroloji Akademisine yaptığı bir çağrı üzerine BAŞKANLIK ZAAF VE YETERSİZLİĞİ (disability) KONUSUNDA ÇALIŞMA GRUBU kuruluyor. Bizim ünlü bir nörolog olarak yakından tanıdığımız WFN başkanlığı yapan Prof. James Toole ve Prof. Link 50 nörolojist ile birlikte tarihçi, politik bilimci, psikiyatrist, psikolog ve gazeteciler ve politika ile yakından ilgilenen çok sayıda delegeyi Başkanın
sağlık kaynaklı yetersizlik sorununu derinlemesine konuşup tartışmak üzere Atlanta’da
Carter Merkezi’ne davet ediyorlar. Burada konu ayrıntılı biçimde tartışılıyor .

İkinci bir konferans Wake Forest’de Başkan Gerald R. Ford’un katılımı ve konuşması ile yapılıyor. Burada halkın katılımı da (public forum) sağlanıyor. Son toplantı 1996’da Beyaz Ev (The White House) konferans merkezinde gerçekleşiyor. Burada başlıca 9 öneri benimseniyor. Doğaldır ki; Başkanın sağlık, bilinç, mental kapasite, anlayış yetersizliğini saptayıp bildirecek kişinin kim olacağı ciddi ve çetin bir konu olarak ortadadır. 3. toplantıdaki tartışmalarda bu konu en büyük ağırlığı taşıyor. Tıp doktorunun çok açık bir kimlik sahibi olması ve Başkanın
özel kişisel doktorunun bu konuda önemli bir rol oynaması gerektiği üzerinde görüş birliğine varılıyor.

Ancak özel doktorun (senior physician) Başkanın sağlık ve bilinç durumu ile ilgili 25 Numaralı (AS: Anayasal) Düzenleme’nin tayin ettiği ve Başkanın sağlık durumu hakkında karar verecek olan komite üyelerine bu konuda bilgi verme ve önerilerde bulunma sorumluluğu taşıması üzerinde de görüş birliği var. Kuşkusuz söz konusu doktor için zor bir görev (Hele bizim gibi azgelişmiş, demokrasi kültürünün yaygınlaşmadığı, diktatörler yetiştirmeye elverişli ortamlarda bu prosedürün işlemesi olanağını düşünürsek..). Başkanlık özel doktoru hakkında verilen rapor ve tavsiyeleri maddeler halinde özetlenmeye değer buluyorum.

BAŞKANIN ÖZEL DOKTORU
Başkan kendi özel doktorunu tayinde özgür olacaktır. Başkanın başkanlığın ofisine bir kıdemli hekim (Senior Physician) tayin etmesi tavsiye olunur. Bu doktor 25 Sayılı (AS: Anayasal)  Düzenleme’nin uygulamasını kolaylaştırıcı nitelikte olmalıdır.

Beyaz Evdeki Kıdemli Doktor (Senior Physician) Başkanın, Beyaz Evin doktoru ve Beyaz Ev Medikal Birim Doktoru ünvanını taşımalıdır. “Senior Physician” Başkanın asistanı ya da başkana yardımcı asistan ünvanı ya da ayni düzeyde askeri rütbe taşımalıdır.

Beyaz Ev‘deki Senior Physician (Kıdemli doktor) ofisi, Beyaz Ev Askeri ofisten ayrı bir kurum olmalıdır. Kıdemli doktor Beyaz Ev doktoru sivil ya da asker olacağı için onun askeri medikal destek alması tavsiye edilir.

Ona yüklenen görev ve sorumluluk nedeni ile en çok üzerinde düşünülen ve tartışılan konu olmasını çok doğal karşılamak gerekir. Çalışma grubu bütün bu görüş ve tavsiyeleri dikkate alan çalışma yaparak bunu kitaplaştırıyor. Bu grup, “25. Düzenleme’nin ideal kullanım ve işleyişi ancak toplum bunun amacı ve kullanımı hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu zaman gerçekleşecektir..” yargısını önemle belirtmektedir.

Arjantin’deki kongrede çalışma grubu üyelerinin bazılarının katıldığı panelde kitapta
yer almayan ve devlet adamlarının sağlık durumu ile ilgili bilgiler de sunuldu.
Finlandiya cumhurbaşkanı KEKKONEN serebral damar hastalığı ve demans belitileri gösteriyordu. Bu nedenle bir süre sonra görevden çekildi. HİTLER’in bir post-ensefalitik Parkinson hastası olduğu, ellerinin titrediği (videoda gösterildi) ve psikopatik bir kişilik sergilediği ileri sürüldü.

MUSSOLİNİ saldırgan ve patolojik kişiliği ile anıldı. STALİN paranoid kuşkular taşıdığı suikast ve komplolardan şüphe ettiği, ünlü hekim Bechterew tarafından görülüp muayene edildiği, Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı GROMYKO’nun çeşitli hastalıklar geçirirken iş başında olduğu belirtildi.

Panel konuşmacısı bilim insanları, “Devlet yöneticilerinde kişilik (personality) bozuklukları
(bugünün dünyasında çok daha sık) tanık olduklarında geç kalmadan doğru zamanda seslerini yükseltmelidirler..” uyarısında bulundular.. “Bunun kolay olmadığı, bazı riskler taşıdığı,
hatta kimi ülkelerde iyice tehlikeli olabileceği açıktır..” demeyi ihmal etmediler ve eklediler:.

Politikacıları eleştirmek onların zihinsel sağlık içinde olmadıklarını söylemenin kolay olmadığı yadsınamayacak bir gerçektir. Ancak bilim insanları bilim kurumlarından bilim merkezlerinden destek alırlarsa bu cesareti kendilerinde bulabilirler. Ülke bilim insanlarının bu davranışının ülkenin bugünü ve yarını için büyük önem taşıdığı açıktır. Bilim insanlarının ve bilim kurumlarının bütün dünyada güç kazanmasını ve bu güçlerini daha iyi daha barışçı bir dünya için kullanabilmelerini dileriz.

Kitapte Bill Clinton’un Prof. James Toole’a imzası ile yolladığı çalışma grubu ile bir fotoğraf ve ve yine Başkan GERALD R. FORD tarafından Dr.Toole’a gönderilmiş bir mektup var.
Şöyle diyor başkan FORD :

“Wake Forest’deki USA başkanları ‘disability’ toplantısında sizlerle birlikte olmaktan gurur duydum. Sizi kutluyorum. Toplantıda saptanan 9 tavsiye ve yorumları etraflıca inceledikten sonra bu tekliflerl benimsediğimi, onayladığımı bildirmek isterim. Sadece Ek III ile ilgili çekincelerim var. Size ve çalışma grubu arkadaşlarınıza takdirlerimi ifade etmek isterim.”

Ben bu paneli ilgi ile izledim ve kitabı da merakla okudum. Amerikalı bilim adamlarının, Başkan ve yönetimdeki politikacıların sağlık ve zihinsel durumlarını sorgulayan,
bunun gerekliliğini vurgulayan girişimlerini önemli ve takdire değer buldum.
Ancak 1997’den sonra söz konusu 25 no.lu Düzenlemenin nasıl kullanıldığı hakkında
bir bilgimiz yok. 2001’de seçmenler karşısında çiğ mısır yiyerek ve benzer popülizm yollarına başvurarak başkanlığa seçilen George Bush, Tanrı tarafından görevlendirildiğini ortaya atarak halkına Amerikan Ordusunu da bu yetki ile Irak işgaline gönderdiğini ileri sürdü.

Bir psikiyatr Justin Frank O’nu megaloman ve paranoyak olarak nitelendiriyor.
25 sayılı Düzenleme herhalde başkan Bush için harekete geçirilmiş değildir.
Keşke iktidarın gücüne teslim olmayan bilim insanları yönetimde ve yöneticilerde gördükleri yetersizlikler ve adaletten sapmalar karşısında bir sorumluluk duygusu ile seslerini yükseltebilseler. Bu cesareti gösterebilseler.

Ülkemiz bu bakımdan pek şanslı görünmüyor. Geride bıraktığımız yıllarda akla, vicdana, bilimselliğe, adalete aykırı çok sayıda icraata tanıklık ettik. Bugünkü ileri demokrasidede (!) benzerlerini fazlası ile yaşıyoruz. Biz 25 no’lu Düzenlemeye benzer bir şeye sahip miyiz, bilmiyorum. Olsa bile, yazık ki, yaşadıklarımız, uygulamayı gerçekleştirecek yüreklere
sahip olmadığımızı gösteriyor.

==================================

Dostlar,

Prof. Dr.  Coşkun Özdemir hocamız 80’i devireli epey oldu…
Sağ ve üretken olsun, yazıp çizmeyi sürdürüyor..
Yukarıdaki yazısı oldukça önemli.

Bizde de ve üst düzey devlet görevlilerinin, en azından Devlet protokolündeki ilk 10 kişinin
ve her durumda başta Başbakan, tüm Kabine üyelerinin, Genelkurmay Başkanı ve
Kuvvet Komutanları ile Ordu komutanlarının.. sağlık raporlarının yıllık olarak ve
düzenli biçimde kamuoyuna açıklanması gerek.

Bunu bilme hakkına hepimiz sahibiz.
Sağlık raporu mal bildiriminden daha önemsiz midir?
Yasalar mal bildirimini, en azından göreve gelişte ve ayrılışta zorunlu kılıyor.
Benzer yasal düzenleme bu bağlamda da yapılmalıdır.
Sorun ülke gündemine politikacılarca taşınmalı, başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere tartışmaya açılmalıdır. Tıp Doktorlarından oluşan bir uzmanlar kurulu (3 ya da 5 uzman hekim)
yıllık olarak sağlık durumu değerlendirmesi yapmalı ve bulgularını resmi rapora bağlayarak kamuoyuna açıklamalıdır.

Bu bağlamda Türk Psikiyatri Derneği‘ne de önemli görevler düşmektedir.
Bu Dernek de zaman zaman kanuoyunu bilgilendirici açıklamalarla, doğrudan göndermede bulunmasa da, ülkenin tepe yöneticilerini uyarıcı bağlamda bildiriler yayımlamalıdır.

İstanbul Tıp Fakültesi’nden hocamız, sonraki yıllarda dostumuz, dava yoldaşımız,
saygın büyüğümüz Prof. Dr. Coşkun Özdemir’e bu önemli konuyu gündeme taşıdığı için teşekkür borçluyuz.

Sevgi ve saygı ile, 15.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not    : Yazıda epey noktalama hatası ve maddi yazım hatası ile yer yer tümce düşüklükleri vardı. Bunu Coşkun hocanın ileri yaşını dikkate alarak hoşgörebiliriz. Ancak Cumhuriyet Gazetesi görevlilerinin yazıyı Hocadan geldiği gibi basmalarını anlamak olanaklı değil..

Bir de Coşkun hocanın metinde “Düzenleme” (Ammendment) olarak değindiği konu,
ABD’de “Anayasa’ya ek” anlamındadır. ABD’de 1787 kuruluş Anayasası (Dünaynın
ilk anayasası!) neredeyse kutsanır, Hatta kimilerince “Tanr’nın ABD halkına bir armağanı” gibi görülür! Dolayısıyla Anayasa öyle gelişigüzel müdahale edilebilecek bir metin değildir.
Bu başlangıç Anayasası 10’dan (yazı ile on!) az madde içerir. Gerek görülen değişiklikler,
daha doğrusu “ekler”, ana gövdeye “Ammendment” adıyla iliştirilir..

Sağlık Bakanlığı’na Açık Çağrı

TTB_logosu

Sağlık Bakanlığı’na Açık Çağrı

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/cagri-5147.html, 13 Şubat 2015

Sağlık Bakanlığı’na açık çağrımızdır;

‘Sağlık Bakanlığı’nın, Birinci Basamak sağlık hizmeti alanında yapmak istediği uygulamaları belirlemek amacıyla, Birinci Basamakta örgütlü kimi kurum ya da kişilerle birçok toplantı yaptığı bilinmektedir.

Bu alanda örgütlü tüm dernek, sendika ve meslek örgütlerinin çağrılı  olduğu platformlarda (AS: düzlemlerde) sorunların tartışılmasının, çözüm önerilerinin geliştirilmesinin,
alınacak kararlarda ve uygulanmasında çalışanların görüş ve önerilerinin
dikkate alınmasının koşul olduğu kanısındayı.

Birinci Basamak çalışanlarının tümünü temsil etmeyen kişi ve örgütlerle yapılan görüşmelerin, bu alanın sorunlarını çözemeyeceği, sahada karşılık bulmayacağı bilinmelidir.

Bu tür toplantı ve çalışmaların tüm dernek, sendika ve meslek örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilmesinin Birinci Basamağın sorunlarının çözülmesine
katkı sağlayacağını düşünüyor, konuyla ilgili duyarlık göstermenizi bekliyoruz.

Ayrıca, Aile Sağlığı Merkezi çalışanlarına, Aile Hekimliği yönetmeliklerinde yer alan denetleme yetkisi istismar edilerek insancıl olmayan ceza puanları ve sözleşme fesih koşulları öne sürülerek çeşitli disiplin soruşturmalarının açılmasına bir an önce son verilmelidir.

Çalışanların haklarını korumak için altı haftadır kararlılıkla sürdürdükleri
meşru karşı duruşlarını sindirmeye yönelik baskıların işe yaramayacağını
bir kez daha anımsatmak isteriz.

Hem Birinci Basamak sağlık çalışanları hem de hizmet verdiğimiz halkımız için
Sağlık Bakanlığı’nın doğru tutumu, fazla ve esnek çalışmayı içeren ASM ve TSM’lerde  Cumartesi günleri nöbet genelgesini hemen geri çekmesi olmalıdır.

Saygılarımızla,

Türk Tabipleri Birliği
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
Genel Sağlık-İş Sendikası
Birlik ve Dayanışma Sendikası

İşçi sağlığında son düzenlemeler


İşçi sağlığında son düzenlemeler

http://www.ttb.org.tr/index.php/haberler/isig-5131.html, 06 Şubat 2015

İşyeri hekimliğinin işyerlerindeki zayıflatılan etkisi, torba yasalara eklenen hükümlerle daha da azaltılırken; ortaya çıkan katliam gibi iş kazası ölümleri, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin kısmen de olsa yeniden gündem olmasına neden oldu. Son dönemde işçi sağlığını doğrudan ilgilendiren
yasa ve yönetmelik değişiklikleri yapılmıştır. Bu alandaki bir değişiklik önerisi de
TBMM’de Komisyon’da görüşülmektedir.

Torba yasa değişiklikleri

İşyerlerinde büyük ölçüde taşeron işçisi olarak hizmet sunmakta olan işyeri hekimlerinin
asıl işverene bağlı çalışan olması sağlanmadığı gibi; Torba yasa hükümleriyle, işyeri hekiminin sağlık muayenesi yapmak ve rapor vermek dışındaki görevlerini bütünüyle işverenin yapabilmesine olanak sağlandı.

Öte yandan, işçilerin sağlık muayenelerinin periyodu işyerinin tehlike sınıfına göre belirlenmekte iken, yine bir torba yasa ile yapılan değişiklikle, işin tehlike sınıfına göre belirlenir hale getirildi. Ancak tehlike sınıfı, yasal olarak, işler için değil işyerleri için belirlenmektedir. İşyerindeki ana faaliyete göre belirlenen tehlike sınıfı, o işyerinde yapılan bütün işler/çalışanlar bakımından geçerli kabul edilmektedir. Yapılan değişiklikle, aynı işyerinde çalışanlar arasında yaptıkları işe göre, nasıl yapılacağı belli olmayan tehlike farklılığı yaratılacak; buna bağlı olarak kendilerine sunulacak işçi sağlığı hizmeti değişecektir.

Ayrıca, hemşire, sağlık memuru gibi sağlık hizmeti takımını (ekibini) oluşturan öbür sağlık çalışanlarının çalıştırılması zorunlu olan işyerleri daraltılmış; işyeri hekiminin çalışma süresinin hesabında çırak ve stajyerlerin dikkate alınmaması da yasayla düzenlenmiştir. Böylece bir yandan sağlık takımı daraltılıp öbür yandan çalışma süresi kısaltılarak nitelikli hizmet sunulabilmesi için gerekli olanaklar kısıtlanmaktadır.

Yönetmelik düzenlemeleri

İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik ile İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğinde 18 Aralık 2014’te yapılan değişikliklerle Torba Yasa ile yapılan değişiklikler yönetmeliklere yansıtılmıştır.

Yönetmelik değişikliğiyle işyeri hekimliği alanında iki önemli değişiklik de yapılmıştır.

Bunlardan ilki, işyeri hekimlerinin en az çalışma sürelerinin artırılmasıdır. İşyerinin tehlike sınıfına göre işçi başına ayda 4/6/8 dakika yerine 5/10/15 dakika olarak belirlenen süreler ne yazık ki ancak 2016 yılında uygulanacaktır.

Yönetmelikle yapılan bir başka değişiklik ise işyeri hekimlerinin beş yılda bir tâbi tutuldukları yenileme eğitimlerinin kaldırılmış olmasıdır.

Yasa tasarısı

Halen TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmekte olan bir Tasarı ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlık içinde görev yapabilmeleri için ek bir güvence tanımlanmıştır. Oldukça yetersiz olmakla birlikte işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının mesleksel bağımsızlığının sağlanabilmesi için genel olarak işçilerin sahip olduğu iş güvencesinden farklı bir güvencenin olması gerektiği yönündeki ısrarlı çabamızın karşılık bulmuş olması bakımından önemlidir.

Bu Tasarı ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanına, işverene bildirdiği halde gerekli önlem alınmayan yaşamsal nitelikteki tehlikelere ilişkin olarak Çalışma Bakanlığı’na bildirim yükümlülüğü getirilmektedir. Bu bildirimin ayrıca işyerinde işçilerin görebileceği biçimde ilan edilmesi de gereklidir. Söz konusu bildirim nedeniyle işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının haklarının kısıtlanması ya da iş sözleşmesinin feshedilmesi durumunda öbür işçilik haklarının yanı sıra bir yıllık ücretinden az olmayan tazminat öngörülmektedir.

Bakanlığa bildirim yapmayan işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının belgesinin ilkinde 3 ay ikincisinde 6 ay süreyle askıya alınacağı; kötü niyetle gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğunun Mahkeme kararıyla saptanması durumunda ise belgesinin 6 ay süreyle askıya alınacağı da
yine aynı Tasarıda düzenlenmiştir.

Bu düzenleme, bütün mesleksel etkinlikleri değil, yalnızca Bakanlığa yapılan bildirimi
güvenceye alması nedeniyle ciddi ölçüde eksiktir. Ayrıca, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının nitelikli çalışma koşulları oluşturulmadan, yaşamsal tehlike yaratan etmenleri mutlaka görmesini beklemek ve aksine tutumu belgeyi askıya alarak cezalandırmak kamusal denetimin eksikliğinden kaynaklanan sorumluluğu işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının üzerine atma çabasından başka bir şey değildir.

Meclis Komisyonu’nun bu Tasarı ile ilgili görüşmelerinin tümü Türk Tabipleri Birliği tarafından da izlenmiş; her aşamada işçilerin sağlık ve güvenliğinin korunması için alınması gereken önlemler ve bunların uygulamada etkin bir biçimde yer bulabilmesi için yapılması gereken düzenlemelere ilişkin öneriler yazılı ve sözlü olarak sunulmuştur. Komisyon görüşmeleri 5 Şubat 2015’te tamamlanmıştır.

Tasarı, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildikten sonra Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girecektir.

Ekler / bağlantılar

1)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası (AS; 30.6.2012 tarih ve 6331 sayılı)
2)İşyeri Hekimi ve Diğer Sağlık Personelinin Görev, Yetki, Sorumluluk ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik
3)İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliği
4)Yönetmeliklerdeki değişikliklere ilişkin bilgi notu
5)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında değişiklik öngören Torba Tasarı
(Alt Komisyon’da kabul edilen hali ve Alt Komisyon raporu)
6)Torba tasarı ile ilgili olarak Alt Komisyon’a sunulan yazılı görüşlerimiz
7)İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında değişiklik öngören Torba Tasarı’da işyeri hekimlerinin
iş güvencesine ilişkin madde (Sağlık Komisyonunda kabul edilen)

TTB, TMMOB’un yanında..

 

TTB, TMMOB’un yanında..

Aralarında TMMOB Yasası’nın da bulunduğu 12 yasada değişiklik yapan 3194 Sayılı İmar Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine TMMOB görüşlerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na iletileceği 18 Aralık 2014 Perşembe günü Türkiye’nin dört bir yanından gelen TMMOB üyeleri Ankara Güvenpark’ta biraraya geldi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan ve TTB Genel Sekreteri
Prof. Dr. Özden Şener
, destek ve dayanışma amacıyla Güvenpark’taydı.

Saat 12.30’dan başlayarak Güvenpark’ta toplanmaya başlayan TMMOB yönetici ve üyelerinin basın açıklaması yapmasına izin vermek istemeyen polis,
kitleye gaz sıkarak ve coplarla saldırdı.

Saldırının ardından TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı yaptığı açıklamada, TMMOB’nin üyelerinden, halkından ve bilimsel çalışmalarından aldığı güçle, ülkenin sömürülmesine, derelerin, ormanların, parkların yağmalanmasına ve AKP diktatörlüğüne karşı, kamusal alanları korumaya, halkın çıkarlarını savunmaya ve bu doğrultuda mücadele etmeye, direnmeye devam edeceğini söyledi.

===========================================

Dostlar,

AKP yaşamın tüm alanlarını ve kurumlarını ele geçirmeye çabalıyor.
Oylarını çok büyük ölçüde az eğitilmiş insanlarımızdan alıyor.
Eğitim düzeyi yükseldikçe ALP oyları ter orantılı olarak düşüyor.

Bu kuruluşlar arasında meslek kurumları başta geliyor.
Bilindiği gibi Anayasanın 135. maddesi “KAMU KURUMU NİTELİĞİNDE MESLEK KURULUŞLARI” hakkındadır.  Anayasa koyucu, Dünya genelinde iyi bilinen kimi “profesyoneller” ya da “profesyonel meslekler” için ayrı ayrı yasal düzenlemelerle örgütlenmeler öngörmektedir. Bu madde oldukça fazla değişiklik görmüştür ve
son olarak 1982 Anayasası’nda aşağıdaki gibidir :

  • Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
  • MADDE 135.– Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzel kişilikleridir. Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadî teşebbüslerinde aslî ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.(Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.(Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları ve üst kuruluşları organlarının seçimlerinde siyasî partiler aday gösteremezler.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Bu meslek kuruluşları üzerinde Devletin
    idarî ve malî denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenlenir.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir.

    (Değişik: 23.7.1995-4121/13 md.) Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, meslek kuruluşlarını veya üst kuruluşlarını faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.

1995 Anayasa değişikliği ile zaten bu Kurumlar deyim yerinde ise felç edilmişlerdir.
Üzerlerinde koyu bir yönetsel (idari) ve akçal (mali) vesayet rejimi kurulmuş,
tutsak edilmişlerdir. Devlet dairesine indirgenmiş, Anayasanın muradı olan demokratik özerklikten yoksun bırakılmışlardır. 12 Eylül askeri darbesi sırasında kapatılmış, bir bölümünün mal varlığına el konmuştu. Siyasal partiler ve sendikalar dahil… Devleti kuran CHP de! Hatta DİSK genel merkezi binayı (Simon Bolivar Cd.) Devlet gasp ederek Anayasa Mahkemesine  vermiştir (halen SGK kullanıyor
bu binayı..)

Şimdilerde AKP hükümeti, 400 bini aşkın üyesi olan ülkemizin en büyük yasal DKÖ’nü bölerek etkisizleştirmeye yönelmiştir. Öngörülen yasal değişiklikte, TMMOB, TTB (100 bine yakın üyesi var!) başta olmak üzere kuruluş yasalarından kaynaklanan yetkilerini kullanmak üzere Yönetmelik düzenlemesine başvurduklarında bu metinleri önce hükümet görecek; iktidarın hede ve politikalarına uygunluk varsa Resmi Gazete’ye yollayarak yayımlanmasına
izin verecektir!

Tam bir traji-komik durum ve AKP’nin “ileri demokrasi” (!) klasiğidir.

AKP her geçen gün, ülke sorunlarını çözmede zorlandıkça otoriterleşmekte
hatta despotlaşmaktadır. Tarih bize böyle örnekleri ve sonlarını gösteren çok sayıda örnek sunuyor..

Gelinen yer, AKP’nin sona yaklaştığını çağrıştırmaktadır.

AKP hızla meşruiyet dışına savrulmaktadır.

663 sayılı Yasa Gücünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım 2011’de Sağlık Bakanlığı’nın örgütlenmesi, görev ve yetkileri yeniden düzenlenirken araya gizlenen bir madde ile Türk Tabipleri Birliği‘nin felç edilmesi planlanmıştı.

TBMM açık olduğu halde, hiçbir ivediliği olmadığı halde söz konusu 663 sayılı KHK, aynı gece yürürlüğe sokulan 35 kararnameden biridir. Yapılan eylem düpedüz Yasama yetkisinin Yürütme tarafından gasbıdır. Anayasanın KHK’ler hakkındaki maddesi apaçık çiğnenmiştir (md. 91 vd.). Önceki Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ, kendi meslek örgütüne kin ve nefret kusarak, 6023 sayılı TTB kuruluş yasasının (1953 tarihli) 1. maddesinde söz konusu KHK’nin 58. maddesiyle aşağıdaki çarpıcı değişikliği getirmiştir :

“tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak”

ibaresi 1. maddeden çıkarılmıştır! Bu içerik hekim Sağlık Bakanını ve AKP’yi neden rahatsız etmektedir??

Geriye ne kalmıştır ki? Bir meslek örgütü bu işlevi üstlenmeyecek de ne yapacaktır? Kırda balon mu uçuracaktır üyeleriyle? Zaten niyetin TTB’yi göstermelik bir örgüte indirgeme olduğu, yukarıda aktarılan koyu renkli ibarenin cımbızlanarak kaldırılmasıyla anlaşılmaktadır. TTB bu değişikliğin, Anamuhalefet CHP’yi
ikna ederek Anayasa Mahkemesi’ne taşınmasını sağlamış ve soyut norm denetimi üzerinden Yüksek Mahkeme 14.2.2013’te iptal istemini olumlu karşılamıştır. O gün TTB üyeleri AYM önünde akşam saatlerinde eylem yapmışlar, lazer kalemlerle bina yüzeylerine “SAĞLIK HAKTIR – SATILAMAZ!” yazmışlar, otomobillerinin ışıklarını ve kornalarını kullanarak AYM’nin iptal kararı vermesini istemişlerdir.

Şimdilerde getirilmek istenen değişiklik salt TTB için değil, tüm Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları içindir ve normal koşullarda bir hukuk devletinde Anayasa Mahkemesince iptal edileceği muhakkaktır.

Yol yakınken AKP iktidarı akla ve hukuka uygun davranarak bu öfke ve tepki dolu düzenlemeden vazgeçmelidir. TBMM, Yürütme’nin noteri olmaktan çıkmalıdır.
AKP, ülkemizin rejimini demokratik olmaktan çıkartarak yozlaştırmış ve tek adam RTE yönetiminde totaliter bir rejime dönüştürmüştür. Bu gidiş, ülkemiz için ve AKP için tehlikeli boyutları çoktan aşmıştır. İktidarda 13. yılını sürüdüren AKP, örneğin hemşirelerin “Birlik” olarak örgütlenme yasasını çıkarmamakta 135 bini aşkın hemşire salt dernekle yetinmeye zorlamaktadır. Bu durum apaçık anti-demokratik bir tutumu yansıtmaktadır ve AİHS, İHEB ve AB hukukunda tanımlanan örgütlenme hakkını çiğnemedir. İşçilerin sendikal örgütlenmesi özelleştirmelerle avuç içinde kar gibi eritilmektedir ve son verilerle %9’lar düeyinde çok düşündürücüdür!

Ayrıca, TBMM’yi aletleştirerek her istediğini yasa – KHK olarak çıkartmakla hukuk içinde kalınmış olmamaktadır. Bu metinler biçim olarak yasa – KHK olabilir ve bir yere dek bağlayıcı olabilirler. Ancak asıl olan öz olarak da hukuka uygunluk, dolayısıyla adil ve meşru olmaktır.

İktidar bu zorlamalarını sürdürürse, halkın da demokratik direnme hakkı doğacaktır. Çünkü iktidarın demokrasiyi yıkma hakkı yoktur.

Tam da burada TMMOB meşru direnme hakkını kullanmaktadır. TTB de onun yanındadır. Ancak iktidar en masum eylemlerde bile maksimum polis şiddetini orantısız olarak bilerek ve isteyerek kullanarak caydırıcı – korkutucu – ürkütücü olmak istemektedir. Sokak eylemlerini kırma amacı saklıdır bu saldırganlıkta.
Yasal gösteri hakkı AİHS md. 11 ve Anayasa md. 34’te tanınmıştır. Ülkenin mühendis – mimarlarının, hekimlerinin …. üzerine basınçlı su ve gaz bombaları ile saldırmanın akla uygun bir yanını hangi AKP’li gösterebilir?

AKP – RTE, “3 Y” ile savaşacağını (Yoksulluk – Yasaklar – Yolsuzluk) vaadederek
3 Kasım 2002 seçimleri ile bir proje parti olarak Batı tarafından iktidara taşınmıştır ve 13. yılında salt Türkiye için değil, Dünya için de bir “problem fenomen” olmuştur. 3 Y batağında boğulmak üzere debelenmektedir, kısır döngüye sürüklenmiştir.
AİHM kararları hile-i şeriye ile uygulanmamakta, zorunlu din dersleri sürdürülmekte ve AKP hükümeti AİHM kararını temyize gitmekte, AB’ye meydan okumaktadır!

Bu Parti içinde hiç “akil” adam – kadın kalmamış mıdır bahtı karanın maderini kurtaracak??

Sevgi ve saygıyla.
20.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Ankara Tabip Odası’ndan IŞİD Göçmenlerine Destek Çağrısı..


Ankara Tabip Odası’ndan IŞİD Göçmenlerine Destek Çağrısı..

Dostlar,

Üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası‘nın bir insancıl çağrı duyurusunu
paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
6.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

ATO_logosu

 

 

 

 

Değerli Meslektaşımız,

Son aylarda Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) saldırıları (AS: IŞİD terör örgütü demek gerekiyor!) Suriye ve Irak’ta yaşayan bir milyon (AS: dolayında) insanı yerinden etmiştir. Savaştan etkilenen bu nüfusun bir bölümü Türkiye’ye gelerek Şırnak, Diyarbakır, Batman, Mardin, Silopi gibi sınıra yakın yerleşim alanlarında geçici olarak barınmaya başlamıştır. Daha büyük bir nüfus, Suriye ve Irak’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerinde yaşam mücadelesi vermektedir. Barınma, temiz ve güvenilir içme suyuna erişim,
acil sağlık hizmetlerine erişim, gıda güvenliği, temel sağlık hizmetlerine erişim,
kronik hastalıkların tedavisi gibi pek çok alanda sorun yaşanmaktadır.

“Karmaşık insani acil durum” olarak adlandırılabilecek bu manzara karşısında bölge Tabip Odalarına bağlı meslektaşlarımız savaştan etkilenen nüfusun yukarıda değinilen sorunlarının çözülebilmesi ve ivedi gereksinimlerinin karşılanması için halen büyük bir özveri ve çabayla çalışmaktadır. Türk Tabipleri Birliği, kısa sürede değişmeyeceği kestirilebilecek olan bu koşullar karşısında bölge Tabip Odalarının çalışmalarını destekleyecek uzun erimli bir hazırlık içindedir. Bu kapsamda, öncelikle gereksinim durumunda bölgede görev yapabilecek hekimlerin belirlenmesi,
ardından bu meslektaşlarımızın her türlü olağan dışı koşulda hizmet sunabilmesi için eğitimi planlanmaktadır.

Gereksinim durumunda bölgede gönüllü olarak çalışabilecek olan üyelerimiz,
aşağıdaki linkte (AS: erişke) bulunan formu doldurarak kayıtlarını yaptırabilirler.

http://ato.org.tr/#/duyurular/detay/333

Ankara Tabip Odası