Etiket arşivi: “Siyasal İslam”

‘Biz Osmanlı değiliz!’ 

İP: Doğu Silahçıoğlu sahte Atatürkçü

DOĞU SİLAHÇIOĞLU

EMEKLİ TÜMGENERA
L
26 Eylül 2022, Cumhuriyet

Ulusal kimlik bilincinden yoksun siyasal İslam, saltanat-hilafet dönemindeki tavrını bugün de sürdürüyor. Dünyanın en büyük sömürgeci devletlerine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı güç koşullar altında kazanılmış “Türk Kurtuluş Savaşı”nı ve onun eşsiz komutanı Atatürk’ün adını tarih sayfalarından çıkarmak istiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun çokuluslu yapısı içinde diğer ulusların ardında kalan Türkler, bulundukları her ortamda ulusal kimliklerini sergilemekten kaçınırlar; adeta Türk olduğunu söylemekten utanırlardı. Çünkü İslama göre ulusçuluk günahtı. Köhne saltanatı ortadan kaldıran ve Cumhuriyeti kuran “Atatürk Devrimi”, ulusal niteliği nedeniyle başlangıcından bu yana hep siyasal İslamın hedefi oldu. Sonra da “Kurtuluş Savaşı” tartışmaya açıldı ve sonunda ulus kimliğinin reddi noktasına gelindi… Bugün, Türk kimliğinin yok edilmesi için Osmanoğlu soyu, Türk ulusuna “ecdat” olarak benimsetilmek isteniyor.

ATATÜRK DİYOR Kİ

  • “Bizim karşı olduğumuz bu hanedandır (Osmanoğlu). Anadolu-Rumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı hanedanı değil! Biz hanedan soylu değiliz.”
  • “Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara ‘Artık yeter’ diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor.”
  • “Kafasını ve vicdanını en ileri gelişme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan bugünün Türk çocukları biliyor ve bildirecekler ki onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen yüksek kabiliyetli bir millettir.”

Bilimsel tespitler Anadolu’da Türk kültürüne ait bulguların geçmişini binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Ne var ki bu gerçek, siyasal İslamın sistemli çabalarıyla göz ardı ediliyor. Ve Anadolu’daki Türk varlığı 11. yüzyılda Selçuklularla başlatılıyor.

Zamanla yaygın yanlış kullanım, nadir doğru kullanımın yerine geçiyor ve gerçeklerden uzak yapay bir tarih anlayışı oluşturuluyor.

İslamiyet öncesini ve İslamiyeti kabul etmemiş olan Türkleri yok sayan bu sorunlu tarihsel yaklaşımla, Cumhuriyetin oluşturduğu “ulusal kimlik” ve “ulusal bilinç” yıkıma uğratılıyor.

  • Böylece “Türkiye Cumhuriyeti”ni ”Türkiye İslam Cumhuriyeti”ne götürecek yolun taşları döşeniyor!…

CEZAEVİNDEKİ 13 KOMUTAN İÇİN AYM ÖNÜNDE ÇAĞRI ve HUKUKSAL SEÇENEKLER

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik        twitter : @profsaltik

Oradaydık (15.8.22). AYM (Anayasa Mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı.
(Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz..)

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 13 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.

E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi.
Yüksek rütbeli ve yaşlı 13 komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunma çabasıyla hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Dahası Cumhuriyet ile hesaplaşmakta!
Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden.
Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.,,,,,,,,,,

  • 90 yaşında bir emekli orgeneral hücre hapsinde, helal olsun AKP ve yargısına(!!??)

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir : Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır nedense. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

Siyasal İslam” bir din değildir! Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir.

Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Ayrıca tanrıları nasıl olsa ve nedense çoook “rahman ve rahim” dir.
Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcı dinbaza(!!!)

  • 13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası, havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır.

Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarı – CIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma meşru görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan N. Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan
söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu saygın komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir, psikolojik savaştır.

***
AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır..
Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir.
Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak en doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Oysa Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için somut, nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir :

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur.
  • Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsacezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir..
Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip, Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri…. ayrıntılı olarak doğrudan Anayasada 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak çiğnemi (ihlali)” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak yargılamanın yenilenmesi ve en azından tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

Bir yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan emekli komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe!?

AYM önündeki bu toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır ve Anayasaldır (AY md. 34)! İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok ve yersiz uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye bireysel başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 emekli komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları, kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecek; salt ama salt, hukukun üstünlüğünün gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor. Tersine yükümlüyor demokratik hukuk devleti için.
***
Öte yandan, AYM “daha çok” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabilecektir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları tıkanması söz konusu olduğunda AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak çiğnemi (ihlali) başvurularını kabul etmektedir.

13 emekli komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? Belki 1-2 ay..) daha bekleyerek:

  • İç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin eylemli olarak (fiilen, de facto) olanaksızlaştığını,
  • Adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini,
  • 13 hükümlünün ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA ÇİĞNENECEĞİNİ,
    oysa hiçbir ceza yaptırımının asla böylesi bir çiğneme (ihlale) neden olamayacağını,
  • Telafisi olanaksız istenmeyen sonuçların (engellilik, ölüm!) ortaya çıkmasının
    açık ve yakın, somut bir tehlike ve tehdit olduğunu

savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik, yukarıdaki saptamaları vurgulayarak ve AYM’yi hızla adil bir karar vermeye çağırdık (CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).

Sevgi, saygı ve UMUT ile. 24 Ağustos 2022, Tekirdağ

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİNDEN AYM ÖNÜNDE BASIN AÇIKLAMASI ve ÇAĞRI

KAMUOYUNA

Çok Değerli Katılımcılar;

Öncelikle çağrımıza uyarak burada toplanan herkese tek tek şükranlarımızı ve minnetimizi belirterek sözlerimize başlıyorum.

Bizler, kamuoyunda 28 Şubat davası olarak bilinen bir kumpas davada yargılanarak müebbet hapis cezası alan ve F tipi cezaevlerinde tam 1’nci yıllarını dolduran, yaşları 74 ile 90 arasında değişen 13 askerin eşleri, çocukları, yakınları, silah arkadaşları, dostlarıyız.

Ancak hepimiz her şeyden önce ADALET ARAYIŞÇILARIYIZ!

Eşlerimiz, babalarımız, silah arkadaşlarımız olan bu insanlar yıllarca bu devlette Ordu Komutanlıkları, Kuvvet Komutanlıkları gibi en üst düzeyde görev yaptılar. Ettikleri yemine bağlı kalarak devlet, millet ve Türk Silahlı Kuvvetleri için gecelerini gündüzlerine katarak bir ömür hizmet ettiler; Türk Milletinin onurunu, askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canlarından aziz bildiler, Cumhuriyet ve vazife uğruna ettikleri yeminden taviz vermediler. Öyle ki, görevleri ailelerinden bile öncelikliydi; eşleri gerektiğinde aylarca bu komutanları göremedi, çocuklarını neredeyse babasız büyüttü.

Bundan hiç yüksünmedik. Eşlerimizi seçerken askerliğin bir fedakârlık mesleği olduğunu ve bizlerin de birer asker eşi olarak türlü güçlüklere aynı fedakârlıkla göğüs germek durumunda olduğumuzun bilinci içindeydik.

Eşlerimiz kutsal saydıkları üniformayı çıkarıp emekli olduklarında, artık torun sevme döneminde iken, eski başbakanlardan merhum Erbakan’ın vefatı beklendikten sonra, birdenbire, her nasılsa birilerinin aklına 28 Şubat‘ın bir “askerî darbe” olduğu geliverdi. Savcı kılıklı FETÖ üyesi bir şahıs, tıpkı Atabeyler, Ergenekon, Malatya – Zirve, Balyoz, Kozmik Oda, İstanbul ve İzmir Askerî Casusluk, Oda Tv, Fenerbahçe – Şike ve benzeri bir dizi davanın birebir kopyası ve son halkası olarak “28 Şubat Davası”nı başlattı. 76’sı tutuklu 103 kişi bu davanın sanığı yapıldı. Yaklaşık 5 yıl süren mahkeme sürecinde akıl almaz hukuksuzluklar, usulsüzlükler yaşandı, sırf sanıkları suçlu çıkarabilmek için üretilmiş, tahrif edilmiş sahte belgeler kullanıldı. Avukatlarımızın o süreçte bütün o hukuksuzlukları, usulsüzlükleri, sahte belgeleri, toplanmayan gerçek delilleri, dinlenmeyen tanıkları, göz ardı edilen bilirkişi raporlarını tek tek somut belgelerle ortaya koymalarına ve bu davanın bir FETÖ kumpası olduğunu kuşkuya yer olmayacak biçimde kanıtlamalarına rağmen tüm gerçeklerin üstü örtüldü, görmezden – duymazdan gelindi ve 14 kişiye ceza verildi. Sonuçta eşlerimiz, babalarımız 19 Ağustos 2021 tarihinde demir parmaklıklar ardına kondu.

  • İşte 4 gün sonra tam 1 yıl bitmiş olacak.

Mahkeme sürecinde ısrarla altını çizdiğimiz bir durumu şimdi kamuoyunun huzurunda bir kez daha vurguluyoruz:

28 Şubat Davası – tıpkı diğerleri gibi – bir FETÖ kumpasıdır! Soruşturmayı başlatan ve davanın iddianamesini yazan savcılar, ilk tutuklamaları yapan ve mahkeme sürecinde yer alan bir kısım hâkimler, soruşturma sürecinde savcılara sözde belge temin eden şahıslar, temin edilen belgeler hakkında “güvenilir” raporu veren TÜBİTAK görevlileri, savcıya Genelkurmay’dan belge ulaştıran askerî personel, yani kısaca bu davaya “eli değen” herkes bir şekilde FETÖ bağlantılı çıktı. Bugün o şahısların bir kısmı FETÖ üyeliği, bir kısmı da 15 Temmuz’daki rolleri nedeniyle halen ağırlaştırılmış mübbet hapis cezalarıyla cezaevlerinde, bir kısmı ise yurt dışında firarî (kaçak) durumdadır.

Bütün bu gerçeklere rağmen dava inatla sürdürüldü ve sayılan tüm hukuksuzluklar Yargıtay’a kadar sıralı mahkemelerce hep göz ardı edildi.

Yargı sürecinde, bu ülkede adalet olduğu inancımızı hep muhafaza ettik, ama hep hayal kırıklığına uğradık. 28 Şubat’ın darbe ile ilgisi olmadığını,

  • “İddianame”nin sırf sanıkları suçlu çıkarmak üzere kin, nefret ve husumetle hazırlanmış bir kumpas çalışması olduğunu

ve TSK mensuplarına yönelik bütün diğer kumpas davalardakilere çok benzer sahteliklerle kurgulandığını, dolayısıyla her halükârda yargıçların bu hukuk rezaletlerini göreceklerini sandık. Ancak yanıldık. Başlangıçta da söylüyorduk, ama bugün artık bu davanın bir siyasi dava olduğuna, yargının siyaset eliyle bir intikam aracı olarak kullanıldığına tereddüdümüz kalmadı.

Yüce Türk Milleti ve Değerli Katılanlar;

Herkes şunu biliyor: Merhum Erbakan yaşadığı müddetçe hiçbir zaman bir askerî darbe ile devrildiğini söylememiş, darbeyi ima dahi etmemiştir. Aynı şekilde, devam eden yargılamalar sırasında tanık olarak gelip dinlenen hiçbir hükûmet yetkilisi o süreçte baskı, cebir ve şiddete maruz kaldıklarına ilişkin tek bir söz etmemiş, aksine cebir ve şiddeti reddetmişlerdir. Bu gerçeklere rağmen şu anda yaşları 74 ile 90 arasında olan 13 insan Erbakan Hükûmetini devirdikleri gerekçesiyle demir parmaklıklar ardında ömür tüketiyor.

  • Ülkenin rejimini kendi ideolojik algılarına göre şekillendirmek isteyen çevreler 28 Şubat sürecini topluma bir “askerî darbe” olarak empoze etmekte ve bunun propagandası üzerinden siyasî rant elde etmeyi hedeflemektedirler.

Yaş ortalaması 80’in üzerinde olan ve her biri ayrı sağlık sorunu yaşayan insanların kumpaslarla cezaevinde olması öncelikle yaşam hakkının ihlalidir.

  • Bizler tam 1 yıldır Anayasa Mahkemesi’nin bu dosyayı ele almasını bekliyoruz.

Uluslararası ceza normlarına göre de sanıkların yaşları nedeniyle bu davaya ilişkin itirazların bir an önce ele alınması gerekmektedir. Ancak anlaşılan o ki, içerideki insanların ölmeleri ya da en azından kendini ve çevresini tanıyamayacak kadar kötürüm olmaları beklenmektedir.

Bizler buraya AYM’nin lehimize bir karar vermesini sağlamak için toplanmadık. Talebimiz, AYM’nin bir an önce hak ihlali konusundaki bireysel başvurularımıza bir yanıt vermesi ve dosyayı ele almasıdır. Zaten inanıyoruz ki, dosyayı açtıklarında, hukuk tarihimize kara bir leke olarak geçeceğinden kuşku duymadığımız 28 Şubat Davasındaki bütün hukuk garabetlerini görecek ve verilen kararlara kendileri de şaşıracaklardır. (Tabii eğer görmek isterlerse…)

  • Son söz olarak; bizler ölümlere doğru giden haksız bir infaz sürecini kamuoyuyla paylaşmak üzere burada toplandık.

Bu sesin duyulmasına verdiğiniz katkı nedeniyle hepinize tekrar minnet ve şükranlarımızı sunuyor,

  • Anayasa Mahkemesi’nin de bu sese kulak verip bir an önce gereğini yapmasını diliyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. 15 Ağustos 2022, Ankara

CEZAEVİNDEKİ ASKER AİLELERİ

========================================================
Dostlar, 

Oradaydık. AYM (Anayasa mahkemesi) önünde idik, Ahlatlıbel Parkı içinde.
Birkaçyüz kişi rahatlıkla vardık.
Bir hanımefendi yukarıdaki basın açıklamasını acılı ses tonuyla, megafonsuz okudu.
Ağırbaşlılıkla ve hiç slogan atmadan, ajitasyona başvurmadan.
Bitiminde çokça ve uzun süre alkışlandı. Az sayıda gazeteci ve kamera vardı.
Akşam hangi TV’lerin bu eyleme yer vereceklerini göreceğiz.

Evet, bir kör intikam uğruna, göz göre göre 14 yüksek rütbeli subay ağırlaştırılmış yaşamboyu (müebbet) hapis cezasına çarptırıldı ve 1 yıldır tek başlarına hücrelerde tutulmaktalar.
E. Org. Çevik Bir, ileri derecede demans tanısı ile Adli Tıp Kurumu raporuyla salıverildi. 13 yüksek rütbeli ve yaşlı komutan, değişik sağlık sorunları ile yaşama tutunarak hapiste.

Ülkemizdeki dinci iktidar, yargıyı da emellerine alet ederek böylesine acımasız bir terörü uygulamakta, yandaş olmayanlarına kendince ölçüsüz gözdağı vermekte. Bu zulüm, bir taşla birkaç kuş vurmaya tipik örneklerden. Kurban seçilen komutanların adları ve yaşları aşağıda.

Oysa İslamiyet’te Müslüman kin tutmaz, nefret ve intikam gütmez. Kuran’da en sık yinelenen Tanrı nitemi (sıfatı) “rahman ve rahim” dir.. Esirgeyen ve bağışlayan. Tanrının çoook yüksek ölçüde esirgeyen ve bağışlayan olduğu sıklıkla vurgulanır. Bizim müslümanlarımız neden böyle değil de tam zıddı??

Yanıt : SİYASAL İSLAM!

“Siyasal İslam” bir din değildir. Tam da tersine, düpedüz, İslam dininin açıkça ve alçakça siyasete alet edilmesi ve emperyalizmin güdümününe verilmesidir. Siyasal İslamcı, kendisini maşa gibi sunarak emperyalistlerce iktidara getirilir ve orada kullanılır. Makam, ün, güç, para.. ise suç işletilerek de olsa ödülleridir ve tanrıları gerçekte bunlardır. Yapıp ettiklerine kılıf uydurmak da (psikolojik rasyonalizasyon) çok kolaydır :

  • Burası dar-ül harp ülkesi!

Bu ülkede her şeyyyy ama herrrrrrr şeyyyyyy sınırsız olarak “mübah” tır siyasal islamcıya!

13-14 generalin başına getirilen de bir CIA operasyonudur ve maşası havuç – sopa politikası ile güdülen iktidardır. Bu komutanlar görevde iken siyasal islamcı Erbakan iktidarıCIA işbirliğini görmüşler ve halkı uyarma görevini yerine getirmişlerdir. Önerileri MGK’da kabul edilmiş ve Başbakan Erbakan imzasıyla uygulamaya konmuştur. Yukarıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere, Erbakan ve Koalisyon ortakları, Bakanlar, 28 Şubat 1997 Kararları ile kendilerine dönük herhangi bir baskıdan söz etmemişlerdir. Hatta tersine, bir baskı görmediklerini açıklamışlardır.

Durum böyle iken kraldan çok kralcı davranma, ancak CIA dayatmasıyla bu komutanlardan intikam almak operasyonudur ve AKP iktidarı bunun aracıdır; yargı da ne yazık ki iktidarın.

  • Bu tablo insanlık tarihi açısından bir yüz karası ve utanç vericidir.

AYM’ye gelene dek Yargıtay dahil, mahkemeler adaletin gür sesini haykıramamışlardır.. Şimdi sıra AYM’dedir. Dosya 1 yıldır, bireysel başvuru olarak yüksek mahkemenin önündedir. Yüksek mahkemenin ülkemizin içine sürüklendiği bu “maküs talihi” durduracak adil bir kararı gecikmeden vermesini dilemek bir insan, aydın ve yurttaş olarak doğal hakkımızdır.

Öte yandan, geç kalan adaletin adalet sayılamayacağını da hepimiz biliyoruz. Komutanların Bireysel başvurularının öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi için nesnel koşullar vardır :

– Bu dava çok sanıklıdır..
– Hükümlüler hapiste, hücrededir.
– İleri yaştadırlar… 74-90 yaş arası..
– Eşlik eden ciddi sağlık sorunları vardır ve bu sorunlar İnfaz Yasası uyarınca cezanın hapishanede infazına engel olacak niteliktedir.
– Mevzuat seçenek infaz rejimlerine elvermektedir..

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA) md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle izlenecek yol şöyledir:

“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Geçmişte E. Org. E. Saygın vd. bu bağlamda salıverildi (Şubat 2013). Son örnek E. Org. Çevik Bir.. Anılan yasanın 16/3 maddesi ise yönteme ilişkin :

  • “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen ‘geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine infazın yapıldığı yerin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.”

***
AYM sıradan bir mahkeme değildir. 6216 Sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’a ek olarak görev ve yetkileri, kuruluşu, işleyiş ve karar alma yöntemleri ayrıntılı olarak Anayasada doğrudan 8 madde ile (146-153) düzenlenmiştir. Yüksek mahkemenin kararları net olarak bağlayıcıdır :

  • Anayasa md. 138/son : Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
  • Anayasa md. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

AYM’nin vereceği bir “hak ihlali” kararı, derece mahkemesi olan ilgili ağır ceza mahkemelerince değerlendirilecek ve bu yönde karar alınarak en azından yargılamanın yenilenmesi ve tutuksuz yargılama kararı verilebilecektir.

  • İstenen de şimdilik, özde budur ve bu hukuksal koruma önlemi ivedidir, acildir.

1 yıldır hapiste tutulan ileri yaştaki ve ciddi sağlık sorunları ile boğuşan komutanların, gerekli güvenlik önlemlerine de TCK md. 53 uyarınca hükmedilebilir. Örn. yurt dışına çıkma yasağı, polis merkezinde günlük / haftalık imza vb. hatta hala gerek varsa elektronik kelepçe..

Toplantı ve basın açıklaması, Anayasa md. 138/2 uyarınca “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” hükmüne saygılıdır. İstenen, “bir an önce” bir karara varılması, bekleme sürecinin daha çok uza(tıl)mamasıdır.

Bu bağlamda tek ölçüt acaba AYM’ye başvuru sırası mıdır?

Hayır değildir, bu “mekanik” ve “katı” bir biçimsel eşitlik anlayışıdır (equality) ve doğrudan eşitsizlik bile doğurabilir!

Dinamik eşitlik anlayışı hakkaniyet (equity) temellidir ve “herkese hak etiğini vermeyi” içerir kadim Aristoteles‘ten bu yana..

Öte yandan eşitlik; yatay düzlemde eşitlere eşit davranmayı içerdiği gibi, dikey bağlamda eşit olmayanlara eşit davranmamayı da gerektirir. 13 komutan tam da bu son duruma uygun koşullardadır. AYM’nin bilge yüksek yargıçları kuşkusuz tüm bu hususları gereğince irdeleyecektir. Salt ama salt, hukukun gereği olan yüce adalet ülküsünü yerine getirme amaçlı davranacaklardır.

Bu eylem ve yazdıklarımız, demokratik bir toplumda hiç kuşku yok ifade özgürlüğü kapsamındadır. AYM de kararlarında eleştiriye açık olduğunu hep belirtmektedir. Yukarıda anılan Anayasa hükümleri hiç kuşku yok, AYM’yi mutlak dokunulmaz kılmıyor.
***
Öte yandan, AYM “daha fazla” gecikirse, bireysel başvuru sahipleri iç hukuk yollarını tüketmiş sayılabileceklerdir. AİHM’nin bu yönde kararları vardır. AİHS gereği AİHM’ne gidebilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi istenmektedir. Ne var ki; gereğinden çok uzayan, makul sürede sonlanmayacağı anlaşılan iç hukuk yolları söz konusu olduğunda, AİHM, bu hukuksal koşulun yerine geldiği varsayımı ile kendisine yapılan hak ihlali başvurularını kabul etmektedir.

13 komutanın yasal temsilcileri, “makul bir süre” (ne denli?? belki 1-2 ay..) daha bekleyerek, iç hukuk yollarının tıkandığını, tüketilmesinin fiilen olanaksızlaştığını, adil ve hızlı yargılanma hakkının da ihlal edildiğini, hükümlülerin ileri yaşta ve ciddi sağlık sorunları nedeniyle, hapis cezasının infazının sürdürülmesi durumunda YAŞAM HAKLARININ DA AÇIKÇA İHLAL EDİLECEĞİNİ, telafisi olanaksız sonuçların ortaya çıkmasının açık ve yakın bir tehlike ve tehdit olduğunu… savlayarak doğrudan ve hemen AİHM’ne başvurabilirler, başvurmalıdırlar.

Toplantı alanında kameralara kısa bir demeç verdik. Bize ulaşan kısa kayıt aşağıda :

Sevgi ve saygı ile. 15 Ağustos 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
Hekim, Hukukçu-​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi-Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

DEVRİM YASALARI

GÜNGÖR BERK
Atatürkçü Düşünce Derneği Danışma Kurulu üyesi
ADD Fethiye Şb. Eski Bşk.
https://www.add.org.tr/makaleler/ 03 Mart 2022

DEVRİM YASALARI

3 Mart 1924 de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önemli 3 Devrim Yasası kabul edildi. Bu yasalarla ‘Hilafet’ kaldırıldı, Şer’ iye ve Evkaf Bakanlığı’na son verildi, eğitim ve öğretimde birlik sağlandı. Saltanat kaldırıldıktan ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra Osmanlı Devleti’nden geriye sadece ‘Hilafet Kurumu’ kalmıştı. Halifelik, padişah Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’ı ele geçirdiği 1517 yılında Osmanlı hanedanına geçmişti. Osmanlı döneminde babadan oğula kalıyor ve halk üzerinde bir baskı işlevi görüyordu. İslam dünyasında ise önemsizdi. Gerçekte halifeliğin Kuran’da yeri yoktu ve dinsel bir makam olması söz konusu değildi. Çünkü İslam dininde tanrıyla kul arasında bir aracı bulunamazdı. Bu kurum, Cumhuriyet döneminde devrim karşıtları ve saltanat yandaşlarının sığınabileceği bir merkez oluşturacak, çağdaş devlet anlayışıyla çelişecekti. Çıkarılan yasayla halifenin görevine son verildi ve hilafet makamı kaldırıldı. Halife ve Osmanlı saltanatı kökeninden gelen tüm kişilerin ülke içinde oturması yasaklandı. Bu kişiler Türk vatandaşlığından çıkarılarak ülke dışına gönderildi. Hilafetin kaldırılmasıyla devlet yönetimindeki iki başlılık olasılığı ortadan kalktı. Uluslaşma ve laik devlet yolunda yapılacak köklü değişimlerin önü açıldı.

Çıkarılan ikinci yasayla ‘Şer’ iye ve Evkaf Bakanlığı’ ve ‘Genel Kurmay Bakanlığı’ kaldırıldı. Bu bakanlıklarla din ve devlet işleri birlikte yürütülüyor, adalet şeriat mahkemelerince dağıtılıyor, dinsel vakıflar ve ordu yönetiliyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde ise toplumsal yaşamdaki düzenlemelerle ilgili yasama ve yürütme, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun oluşturduğu hükümete aitti. Çıkarılan yasayla din kurumlarının yönetimi için başkent Ankara’da, Başbakanlığa bağlı, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanacak Diyanet İşleri Başkanı, ülke içindeki tüm cami ve mescitler ile buralarda çalışan imam, müftü ve diğer din adamlarını yönetecekti. Bunun yanı sıra vakıf işlerini ulusun gerçek yararına uygun olarak yürütmek üzere yine Başbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlük kuruldu.

Aynı yasayla Genel Kurmay Bakanlığı da kaldırıldı. Yerine Cumhurbaşkanını temsil etmek üzere, Ordunun barış döneminde yönetim ve komutası ile görevli, en yüksek askeri kurum olarak Genel Kurmay Başkanlığı kuruldu. Genel Kurmay Başkanı, Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanının onayı ile atanacak ve görevlerinde bağımsız olacaktı. Bu ikinci devrim yasasıyla din ve ordunun siyaset dışı bırakılması sağlandı ve laik devlet yolunda önemli bir adım daha atıldı.

Devrimin 3. önemli yasası ‘Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’ idi (AS: Öğretim Birliği). Osmanlı döneminde hem dinsel eğitim veren medrese gibi okullar hem de çağdaş eğitim veren kurumlar vardı. Bu ikili eğitim sistemiyle iki türlü insan yetişiyordu. Devrimlerin benimsetilmesi, ulusun düşünce ve duygu birliğinin sağlanması, bu ikiliğin ortadan kaldırılması amacıyla ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Bu devrim yasasıyla da çağdaşlaşma ülküsü doğrultusunda laik eğitime geçildi.

  • Anayasamızın 174. maddesiyle, başında Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası olmak üzere, Devrim Yasalarının tümü koruma altına alınmıştır.

Bu Devrim Yasalarının üzerinden doksan sekiz yıl geçti. Yıllar içinde laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten siyasal iktidarlarca yasalarda laiklik ilkesini aşındıran değişiklikler yapılageldi. Yirmi yıldır ülkemizin yönetiminde Siyasal İslam çizgisini çağrıştıran (AS: dayatan!) bir parti bulunuyor. 24 Haziran 2018’de yapılan seçimler sonunda rejim değiştirildi. Demokratik Parlamenter rejimden alaturka Başkanlık rejimine geçildi. Yaşadığımız günlerde yeni rejimin kurumsallaşmasına çalışılmaktadır. Ufukta ise yeniden güçlü Demokratik Parlamenter rejime dönüşün ayak sesleri duyulmaya başlamıştır.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE ÇOCUKLARA DİN EĞİTİMİ VERİLMESİ

logo ata

BASIN ve KAMUOYUNA

Adında hâlâ MİLLİ ve EĞİTİM sözcüklerini barındıran, katılımcıları değiştirilmiş, yöntem ve gelenekleri tarumar edilmiş, tümüyle mevcut iktidar anlayışının yandaşlarından oluşturulmuş bir grup “eğitimci” nin katılımı ile toplanan 20. Milli Eğitim Şurası’nda OY ÇOKLUĞU ile “OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE ÇOCUKLARA DİN EĞİTİMİ VERİLMESİ” öneri kararı alındığını basından öğrendik.

Bu ÖNERİ KARARI “çocuğun üstün yararı” ilkesine ve pedagoji bilimine aykırı, çağ ve akıl dışı bir karardır.

Böyle bir kararın uygulanması okul öncesi eğitim çağındaki çocuklarımızın ruh ve akıl sağlıkları için ciddi bir tehdit olacaktır.

Eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılıp dinselleştirilmesi, ilk öğretimde 4+4+4 sitemi ile yaratılan olumsuzluklar, 8 kez değişen Milli Eğitim Bakanlarının her birinin yap boz denemeleri, okullarda din ve ahlâk bilgisi derslerinin kimi tarikat ve cemaatlerle verilmesi, Bakanlığın kimi şaibeli ve Laik Cumhuriyet karşıtı vakıflarla imzaladığı protokoller, hukuken tartışmalı ZORUNLU DİN DERSİ uygulaması ve nihayet DİNDAR VE KİNDAR NESİLLER YETİŞTİRME çabalarının eğitimde nasıl bir felakete yol açtığı ortada iken;

Bir de Milli Eğitim Şuralarının tarihsel ve bilimsel önem ve değerine uymayan bu çağ dışı kararın alınabilmiş olması gerçekten esef vericidir.

Atatürkçü Düşünce Derneği bu kararı kabul etmemekte;

büyük Atatürk’ün gösterdiği “Muasır medeniyet seviyesini aşma” hedefine ancak LAİK, BİLİMSEL, ÇAĞDAŞ ve ÜCRETSİZ EĞİTİM ile ulaşılabileceği gerçeğini Milli Eğitim Bakanlığına hatırlatmayı görev saymakta ve bu öneri kararının asla uygulanmayacağını duymayı beklemektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz. 06 Aralık 2021

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
============================

Dostlar,

ADD Genel Merkezince yapılan açıklamaya ve yüksek sesle karşı çıkışa tümüyle katılıyoruz.
Seçenek olarak

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

temel alınmalıdır (http://ahmetsaltik.net/2021/12/03/ikinci-yuzyilda-egitim-hakki-calistayi-kisa-sonuc-bildirgesi/)

  • “Zorunlu din dersi” insan haklarına açıkça ve tartışmasız biçimde aykırıdır.

AİHM’nin bu bağlamda Türkiye’den yapılan başvurulara verdiği kararlar eldedir.
Hele Türkiye’de olduğu gibi salt İslam dininin “Hanefi” Sünni mezhebinin üstelik gerçek köklerinden kopmuş / yerli – yabancı siyasal İslamcılarca elbirliğiyle koparılmış içeriğinin “Din ve Ahlak Bilgisi” adı altında yıllardır dayatılması asla kabul edilemez!
Bu, açıkça din faşizmidir ve ibret verici olan; Yeşil Kuşak Öğretisi (doktrini) ile 1968’lerde siyasallaştırılarak Batı Emperyalimiznin güdümüne sokulan çarpık, “
sözde din” eğitimidir.

Küçük, çok küçük yaşlarda, dehşet verici biçimde okul öncesi çağda “din eğitimi” diye bir bilimsel olgu, eylem yok – tur!

Hedeflenen, içerik olarak bir an için uygun olsa bile, körpe beyinleri bütünü ile korkuya dayalı koşullandırma ve bilinç altına yönelik beyin yıkama operasyonudur ve iç – dış kurguludur. Bu yaşlardaki çocukların mental sağlığı için son derece sakıncalı hatta tehlikelidir. Çünkü Din ve bağlantılı kavramlar büyük ölçüde soyut temelli olup, okul öncesi çocukların soyutlama yeteneği gelişmemiştir. Bu yetenek ergenlikle, 16 yaşlarında kazanılmaktadır ve din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi anababanın izniyle bilimsel – yansız, pedagojik ilkelerle sıkı sıkıya uyumlu olarak verilebilir.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve 5395 s. Çocuk Koruma Yasası “her durumda çocuğun en üstün yararı” nı temel bir ilke olarak benimsemiştir (m. 4, 41/A,B,C, H).

  • Milli Eğitim (!?) Şurasında alınan bu “öneri kararı” akla – bilime ve hukuka aykırıdır.
  • Uygulanmaya konması durumunda yargıya taşınmalıdır. (Henüz hazırlık işlemi aşamasında)

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, Anayasa’nın 90/5 maddesi uyarınca bağlayıcıdır, yasa hükmündedir ve Anayasaya aykırılığının ileri sürülmesi olanaksızdır (4058 s.onay yasası, 1994). Temel hak ve özgürlükler bağlamında olduğundan, iç hukukta yasalarla çelişmesi durumunda üstün norm olarak uygulanacaktır yine aynı Anayasa maddesi uyarınca.

AKP iktidarı, AİHM’nin bu kapsamda bağlayıcı kararlarına (AİHS m. 46) uymadığı gibi, Anayasayı da açıkça çiğnemektedir. Anayasa md. 2, 24, 42, 90 ve 174 apaçık çiğnenen maddelerdir ve Türk Ceza Yasası’nın 309. maddedsinde düzenlenen Anayasayı çiğneme (ihlal) suçu oluşturmaktadır. Son MEB Şurasında böylesi bir kararı öneri olarak alanlar bile suç işlemişlerdir ve haklarında suç duyurusunda bulunulmalıdır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kendiliğinden harekete geçmesi beklenir.

  • Ne var ki, AKP iktidarında Türkiye hızla, açık bir dinci faşizme kurgulu olarak sürüklenmektedir.

Sonuç olarak;

Bu akıl, bilim ve çağdışı ilkel, dinci politikalar ve eylemli dayatmalar; AKP iktidarının siyasal, demokratik, hukuksal, anayasal ve insan hakları temelli meşruluğunu giderek yitirmesi demektir!

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile.
06 Aralık 2021, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı – Hekim
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetim (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

 

 

Memleketimden Büyük Resim Manzaraları…

EKONOMİ POLİTİK

Prof. Dr. A. Erinç Yeldan
Kadir Has Üniversitesi
erinc.yeldan@khas.edu.tr 1 Aralık 2021

Memleketimden Büyük Resim Manzaraları…

AKP’nin ilişkin yeni popüler söylemi Büyük Resim. Ulusal ekonomide resmin tamamını görmek elbette çok önemli. Bugünkü yazımızda bunu “resimlerle” gerçekleştirmeye çalışacağız. AKP iktidarını üç alt-döneme ayırmaktayız: 2003-2009 krizi; 2010 sonrası toparlanmadan, 2018 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi arası; ve 2019 sonrasından günümüze. İlgili her üç döneme ilişkin birer büyük resim söz konusu olacak.

I
AKP, 2001 krizinin ardından, ortodoks (muhafazakar) bir istikrar programının yürütücüsü olarak iktidar oldu. AKP, özü itibariyle bir şirketler ve cemaatler koalisyonu idi. 28 Şubat süreci ile önü açılmış, siyasal İslam’ın sözcülüğü mücadelesinde en büyük rakibi olan “Milli Görüş” hareketi tasfiye edilmiş ve “mağdur” söylemi aracılığıyla da toplumda bir nevi hoşgörü kazanmış idi.

AKP, özellikle finans sermayesinin en gözde partisi konumunu koruyarak, 2001 krizi sonrasının IMF yönlendiriciliğindeki istikrar programının en önemli önkoşuluna sıkı sıkıya sahip çıktı:

Ulusal mali piyasalarda yüksek reel faiz sunmak. İktidar olduğu 2003 yılından başlayarak gerek MB’nin politika faizi, gerekse de kredi faizleri enflasyona görece yaklaşık %10 reel faiz açığını korudu. Uluslararası piyasalarda reel faizlerin neredeyse sıfırlandığı bir konjonktürde Türkiye, Türk Lirasının dövizler karşısında değerlenmesiyle birlikte yaklaşık %30 ile %50 arasında spekülatif arbitraj getirisi sunmaktaydı.
Böylesi muazzam bir getiri, spekülatif finans hareketlerini uyarıyor, Türkiye’yi bir sıcak para cenneti haline dönüştürüyordu.

Sıcak para akımlarıyla güçlenen TL, dolar bazında neredeyse yarı yarıya değerlenirken, cari işlemler açığı da hızla büyüyordu. 2003 sonrasının özelleştirmeler ve dış borçlanmanın (özellikle şirketler kesimi için) özendirilmesiyle birlikte cari işlemler açığının milli gelire oranı %6’yı aştı. Oysa Türkiye geleneksel olarak yüksek cari açık veren bir ekonomi değildi. Dolayısıyla, yüksek reel faiz, sıcak paraya dayalı spekülasyon-yönlü büyüme ve cari işlemler açığı kavramları bu dönemde AKP ekonomi idaresinin ayırt edici özellikleri oldu.
****
Yazının devamı için tıklayınız : Memleketimden Büyük Resim Manzaraları… https://yeldane.files.wordpress.com/2021/11/yeldan790_01ara2021_buyukresim.pdf

Diğer EKONOMİ POLİTİK yazılarım için tıklayınız.

Ne işimiz vardı?

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 27.8.21
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)
Afganistan meselesi ile ilgili çok şey yazılıp çizildi. Hem sığ hem de derin ve bilgi dolu pek çok analiz dinledim ve okudum. Konunun ve bölgenin uzmanı değilim, ama benim baktığım açıdan konu “Emperyalizmin ve yedeğindeki güçlerin, yine darmadağın ettiği bir bölgede, yine içinden çıkılamaz hale getirilmiş bir kaotik yeni durum” olarak görülüyor.

Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde NATO’nun orada “aldığından daha da fazla berbat ederek bıraktığı” bir kargaşa ortamı görüyorum. Dahası, “Çağdışı, insanlık dışı bir zihniyete sahip ve daha da kötüsü emperyalistlerin kendi üretimi bir terör teşkilatının” eline geçen bir ülke görüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak da tek bir soru soruyorum:

  • “Orada, bu kaosun ve kanlı kapışmanın orta yerinde bizim ne işimiz var?”

Suriye meselesi gibi “Sınırdaş, bölgesel çıkarlarımız olan ve ülke güvenliğimizi ilgilendiren” bir uluslararası sorun da olmadığına göre, Türkiye’nin hem kendi evlatlarını yani Mehmetçiğimizi hem de milyonlarca dolara baliğ imkânlarımızı seferber etmesi için nasıl bir sebep var?

Bunun cevabı kocaman bir “boşluk”tur.

O yüzden de hükümetin, mevcut durumun da gerçekçi bir analizini yaparak Kâbil’i ve ülkenin neredeyse tamamını ele geçirmiş olan Taliban çapulcularından gelen tehditleri de ciddiye alarak askerimizi geri çekmesini doğru bir karar olarak değerlendiriyorum. Her ne kadar çarşamba gecesi “geri çekme kararı”ndan hemen sonraki bir başka açıklamada “Havalimanının korunması ve denetimi ile ilgili niyetlerimiz sürüyor” denilse de bunu İngilizlerin “face saving” dedikleri türden, yani “zevahiri kurtarma” yani “efelenerek çıkmak” niyetli bir söz olduğuna ihtimal vermek istiyorum. Gerçek amacın ABD’ye yine (anlamsız ve ezik bir) “selam çakmak” olduğunu bilsem de…

Bırakın, emperyalist güçler ABD, İngiltere ve NATO, kendi yarattıkları kaosu ve pisliği kendileri temizlesinler. Bizden binlerce kilometre ötedeki bir meseleye bizim askerlerimizin hayatlarını kurban etmenin bir âlemi yoktur.

O asker gelip, delik deşik olmuş sınırlarımızı beklesin. Onca kaynak ve para, ülkenin başka ihtiyaçları için kullanılsın. Bu kadar nettir sorun. Kimse macera aramasın. Kimse “emperyalistlerin dümen suyunda ve stepnesi konumunda küresel bekçilik, jandarmalık” hayalleri peşinde de koşmasın.

28 ŞUBATÇI KOMUTANLAR

Zamanın komutanlarından birinin, bence düşüncesizlik ederek “Postmodern darbe” adını koyduğu ama aslında bir askeri darbe ile alakası olmayan 28 Şubat olayı, sivil muhataplarının bile “Bize darbe yapıldı” diyemediği bir hadisedir. Zamanın başbakanı Necmettin Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller’in, zamanın bakanlarından Meral Akşener’in bile “darbe mağduru sıfatı” ile müdahil olamadıkları bir davadır. Bir intikam ve kumpas davasıdır. Sahte delillerle ve bir yığın “açığı” ile, aslında açılmamış bile olması gereken bir utanç dosyasıdır, utanç davasıdır. Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İ. Hakkı Karadayı’nın Özel Kalem Müdürü Hulusi Akar’ın bile (o dönem emir-komuta zincirinde olmasına karşın) sesini çıkaramadığı bir olaydır.

Haksız verilmiş bir kararın, sırf bir inat ve intikam uğruna infazına kalkışılması ve yaşlı komutanların içeri tıkılması Türkiye hukuk ve adalet sistemi adına bir utançtır.

Bunları söylerken asla “affedilip salıverilmelidirler” anlamına gelen bir talebi dillendirdiğim sanılmasın. O onurlu ve başı dimdik komutanlar, bence af talebinde bulunmamalı, “Aslanlar gibi, gerekirse ömürlerinin sonuna kadar” orada yatıp bu utanca karşı başlarını asla eğmemelidirler.

Asker olmak, vatan hizmetine ömrünü adamak, zaten bu anlama gelir. Ölüm “cezaevi hücresinde de cephede de gelse” kabullenilmelidir.

  • Asla bir yanlış yapmamışlardır.
  • Vatanın savunmasına koca ömürlerini adamış şerefli askerlerdir.
  • Gurur duyarız.
  • Allah gecinden versin, cenazelerinde de gider al bayrağa sarılı tabutlarına omuz veririz.
    ===========================
    Dostlar,

Değerli gazeteci – yazar Sn. Zafer Arapkirli’nin yazdıklarında itiraz edilecek nokta yok! AKP’nin Afganistan politikası emperyalist uyduluktan başka bir şey değildir ve en çok isyan ettiren de Mehmetçiğin kanının dökülmesidir. Biz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün “askerleri” olarak, O’nun tanımı ile “Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe savaş bir cinayettir.” düşüncesindeyiz. Erdoğan 2 oğlunu da askere yollamadı, şehitlere “kelle” bile diyebildi, yer – gök çok utandı O’nun yerine!

  • Hele hele Bay RTE‘nin “Talibanla da zaten zihniyet farkımız yok…” anlamındaki sözlerini kesinkes reddediyoruz. Gerçekte Erdoğan bilinçaltını elevermiştir. Taliban kurucularından Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde çekilmiş gençlik fotoğrafları arşivlerdedir.


Yılların Erdoğan’ı ıslah ettiğini düşünmek için elde hiçbir veri yok; İTİRAF ORTADA!

Bu arada “yetmez ama evet” çi liberal dönek ve de işbirlikçi solcuların başımıza bela ettiği AKP iktidarı bağlamında çookk derin, kapsamlı, içten… ama NAFİLE özeleştiri yapmaları gerek. Hiç olmazsa Tarih babanın gönlü olsun (!) Yanılgı olağan da, şu “5. kol misyonu” içimizi kemiriyor. Bize sorarsanız, bağışlayası değiliz, ağzımızı doldurup “Allah belanızı versin!” diyesiyiz.
***
Ergenekon, Balyoz, OdaTV, Askeri Casusluk, Poyrazköy… ve Gezi davası olarak bilinen sahte (kurgu, kumpas, tertip, hileli, tuzak, intikam) “yargı süreçlerine” (!) 24 yıl sonra 28 Şubat dosyası da eklendi; yazık!

Emekli generaller Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar.. 14 yurtsever kahramanımız;

  • Hukuka apaçık aykırı olarak, sözde hukuk adına verilen kararlar sonucunda hapse atıldılar! Kin – intikam – gözdağı – gündem oyunu, SİYASAL İSLAM… her şey var ama ADALET yok! 

Emekli – yaşlı generallerimize yapılan insanlık dışı zulmü biz de şiddetle, esefle kınıyoruz.

Sorunu web sitemizde 21 Ağustos 2021 günü işlemiştik, okumak ve paylaşmak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Yargı tarihinin en utanç verici infazlarından biri

Memduh Bayraktaroğlu - Sözcü Gazetesi
Memduh Bayraktaroğlu

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hemen hepiniz biliyorsunuz ki İktidar, 2013 yılından sonra 28 Şubat 1997 MGK toplantısının bir tür “askeri darbe” olduğuna hükmetti…
Ve Yönlendirilmiş daha doğrusu talimatlı bir savcı, Emekli generaller hakkında soruşturma başlattı…

Komutanlar FETÖ’cülerin yaptığını yapmadı… Yani: Kaçmadılar
YÖK Başkanı Kemal Gürüz ise… Taaa Amerika’dan kalktı geldi…
İfade verdi… Savcılık, hukuk kuralları ve hatta kanun gereği “takipsizlik” kararı vermek gerekirken… Kovuşturma talebinde bulundu. İlgili mahkeme savcılığın talebini kabul etti. Adil olmayan bir yargılama sonunda: Emekli generaller “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak” suçundan “Ağırlaştırılmış müebbet” cezasına çarptırıldı. Yargıtay da yerel mahkemenin kararını onayladı…

Dün gelen bir habere göre: Emekli generaller (En genci 80 yaşında) tutuklanarak… Cezaevine konulacaklar… (AS: Kondular!!!)
Bu… Bir ülkenin başına gelebilecek “en utanç verici” infaz olacak… Neden mi?.. Savcının “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakanı Necmettin Erbakan“28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…  Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Adalet Bakanı Şevket Kazan: “28 Şubat bir askeri darbe değildi” diye açıklama yaptı…

Savcının: “Bu generaller darbe yaptılar” dediği hükümetin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Çiller“Askerlerin amacı darbe yapmak değil sekiz yıllık kesintisiz öğrenimi kabul ettirmekti… Batı Çalışma Grubu’ndan da tabii ki haberim vardı” dedi… Hatta… 28 Şubat 1997 MGK toplantısından sonra Kurulda alınan kararları imzalaması için… “Başbakan Necmettin Erbakan’ın arkasından koştuğunu…” Çillerin Baş Basın Danışmanı Mehmet Bican: “28 Şubat’ta Devrilmek” adlı kitabında yazdı… Generalleri mahkûm eden davalar sırasında duruşma salonunda da söyledi…

Sözün özü canlarım… Savcının ve kararı açıklayan mahkeme başkanının “Kesin delil” olarak ileri sürdüklerinin hiçbiri: Somut delil niteliğinde değil. En somut deliller ise: “Generallerin lehine” olduğu için midir nedir… “Delil olarak kabul edilmedi…”.

Öncelikle belirtmek isterim ki… Hukuk, kanun demek olmadığı gibi…Kanunların da mutlaka hukukî oldukları ileri sürülemez… Kanunlar ülkelerin yasama organları tarafından yapılır… Yasama organları tarafından değiştirilebilir… Ama Hukuk normlarının değişmesini sağlayan kurum yasama organları değil: Zamanın şartlarıdır…

Sözün özü: Hukukilikten uzak kanunlar… Sadece despotların ve… Totaliter yöneticilerin işine yarar…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Adalet Bakanlığı
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yargısı
Hukukilikten uzak… Kanuna aykırı bir hüküm ve Adalet yerine nefretin kullanıldığı bir yargılama sonucu: Hiçbir suçları olmayan (Kusur da mı yok?.. Var idiyse ve kusurlar da yargılanıyorsa neden darbeye iştirak suçu?)…

80 yaş üstü emekli generaller Cezaevinde ölümü beklerken, memleketi soyup soğana çevirenSiyasetçi… Bürokrat… Ve… Sözde iş insanları ise çaldıkları paraların keyfini sürecekler…

Vicdanı bu kadar yaralanmış bir toplum bu adaletsizliklere bakalım daha ne kadar dayanacak? Bana göre dayanmalı… 2023 yılı haziran ayında da bu defa hükmü: Halk vermeli. Bendeniz, tarihimize “28 Şubat Süreci” olarak geçen o günlerde… “Romantik bir liberal demokrat” olarak…Refahyol Hükümeti’nin yanında yer aldım. Pişman mıyım? Hem de nasıl? Hem de nasıl… Neden? Çünkü gerçekten de Demokrasiyi, Rejimi, İnsan haklarını Bireylerin: İnanç… Ve… Yaşam tarzı tercihine ilişkin özgürlüklerini koruduğumu: Zannediyordum… Oysa…

  • Devleti işgal etme hazırlığı yapan Siyasal İslam kadrolarını koruyormuşum

Oysa Siyasal İslam’ın Atatürk ilke ve inkılaplarını ve Demokratik laik hukuk rejimini yıkacağı yola: Taş döşemesine yardımcı oluyormuşum.

Evet, pişmanım… Hem de çok pişmanım. Bir ülkenin demokratik hukuk devleti olabilmesi için… Kanunların: Hukukun temel ilkelerine ve…Anayasaya uygun olması şarttır… Anayasaya ve Hukukun temel ilkelerine uymayan… Yasama organlarında… Diktacı bir çoğunluk tarafından kabul edilen kanunlar… Aynı zamanda, tamamının değilse de… Toplumun çok büyük bir kesiminin Vicdanını yaralar… 

NE TUHAF DEĞİL Mİ?..

28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı Merhum Org. İsmail Hakkı Karadayı “Darbe” yapma suçundan Müebbet hapse mahkûm edildi. O günkü Özel Kalem Müdürü ise halen Milli Savunma Bakanı…
=====================================
Dostlar,

Konuya ilişkin tweet iletimiz aşağıda ve  şu adresten görülebilir :

75-80 yaş üstü komutanları hapse atmak AKP hanesine yazılan son övünç madalyası; sağolsun yüksek yargı(!) Hem gündem oyunu hem acımasız gözdağı. Sürdürülemez ve işe yaramaz, geri teper. AKP kökten sağduyusunu yitirdi, frenleyecek büyük abi kalmadı mı?! Efendiler derhal geri adim!

Em. Org. Çetin Doğan, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece ağır ceza mahkemesinin kararını onarken, tümüyle çürütülmüş sözde kanıtlara dayandığını belirtmişti. Bu karar hukuk tarihine, uygarlık tarihine geçecek ve gereğince irdelenecektir zamanla. Ancak, özneleri açısından bu hususa önem verilmediği söylenebilir çünkü son derece tıkanmış durumda “günü kurtarma” telaşı en öne çıkmıştır.

İktidara “yepyeni” gündemler gereklidir..
İktidarın karşıt (muhalif) kamuoyuna gözdağı verme gereksinimi vardır. Çünkü son zamanlarda AKP = RTE güle güle, sepet havası ağırlık kazanmıştır. İnisiyatif ele alınmalı ve gündeme egemen olunmalıdır.

Bir eklememiz daha olacak : Ciddi biçimde azalan AKP oylarını ne pahasına olursa olsun “toparlamak” vazgeçilmez zorunluktur bu Parti için;  dolayısıyla, 2010 Anayasa halkoylaması için “ölülerin bile oy kullanması gerekir” buyuran malum ilkokul mezunu ABD konuğu / tutsağı emekli vaizin ve örgütünün oylarına gereksinim ortadadır ve bu kişiden benzer bir fetva yayınlaması için istenen diyetler mi ödenmektedir? İlahlar gazapta ve kurban mı istemektedirler??

Öyle ya, FETÖ’nün siyasal ayağı bir türlü, tüm devlet güçlerini tek başına 19+ yıldır elimde tutan bir iktidar tarafından ortaya çıkarıl(a)maktadır. TBMM 15 Temmuz Darbesi Raporu yok edilmiştir.

AKP / RTE “40 katır mı 40 satır mı” ikilemi kıskacındadır. Gelinen yerde atılan her hatalı adım için 3. seçenek yoktur; ya 40 satırdır ya da 40 adım.. Erken seçime razı olarak hiç olmazsa TBMM’de anamuhalefet olmayı da düşünmelidirler; seçimden kaçtıkça daha ağır bir seçim yenilgisiyle ANAP, DSP gibi kökten silinmek yerine..
***
AYM, bu dava ile ilgili bireysel başvurulara kararını geciktirmemelidir. Korkarız AYM bile böylesine hızlı bir infazı beklemiyordu.

Ve de umarız AİHM bu çok özel / kritik davada elini daha da çabuk tutacaktır.

UNUTULMASIN                             :

  • 28 Şubat 1997’de TSK Komuta kurulunca Cumhuriyetin korunması için İç Hizmet Yasası md. 35 uyarınca Hükümetten istenen girişimler, MGK tarafından kabul görmüş hukuksal, meşru bir resmi belge niteliğinde Devletin arşivindedir.

AKP’ye bir soru daha : Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası bu 75-80 yaş üstü insanlara “hücrede” mi çektirilecektir??

Hukuk Fakülteleri öğretim üyelerinden bir hoş sada işitebilecek miyiz??

Yargıtay C. Başsavcılığı “yasa yararına bozma” isteminde bulunmayı düşünür mü?? Bilindiği gibi yasa yararına bozma, olağanüstü bir denetim muhakemesi yoludur ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309, 310. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, yasa yararına bozma isteminde bulunma yetkisi ilkesel olarak Adalet Bakanlığınındır. Fakat ayrıksı (istisnai) örneklerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da  kendiliğinden yasa yararına bozma yolunu kullanabilir. Bozma nedeni hükümlünün cezasının kaldırılmasını ya da daha hafif cezaya hükmedilmesini gerektiriyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yasa yararına bozma yoluna gidilebilir..

Anımsatmış olalım.

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 21 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı,
Siyaset Bilimci – Kamu Yönetimci (Mülkiye)
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

 

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi?

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet‘e anlattı

AKP iktidarı, Atatürk’ün kurumlarını kurgulu ve bilinçli şekilde yok etti. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet kurumlarının başına gelenleri anlattı.

Cumhuriyet kurumları AKP iktidarında nasıl yok edildi? Konunun uzmanları Cumhuriyet'e anlattı

Siyasal İslama sarılarak dini duyguları suiistimal edip Atatürk devrimlerinden ve Cumhuriyet’ ten rövanş alma hayaline kapılan AKP iktidarı, Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet kurumlarını birer birer ortadan kaldırdı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya aşı ihraç eden Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatarak, koronavirüs salgınına karşı tek silah olan aşı konusunda Türkiye’yi dışa bağımlı hale getiren AKP iktidarı, Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” diyerek kurduğu Türk Hava Kurumu’nu (THK) batağa sürükleyip orman yangınlarını yurtdışından gelen uçaklarla söndürmeye çalışıyor. Tarihçi Prof. Hakkı Uyar, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık ve THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş, Cumhuriyet’e konuştu.

‘BEKA SORUNUNA DÖNÜŞECEK’

Tarihçi – yazar Prof. Dr. Hakkı Uyar: 

Atatürk, devleti kurumsallaştırmak için elinden gelen çabayı yaptı. Tanzimat ile başlayan bir kurumsallaşma süreci Cumhuriyet ile birlikte tepe noktaya çıktı. Bunun içinde Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü de var, Türk Hava Kurumu da var. Bunların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kurumlar. Bu kurumların tekrar elbirliğiyle modernize edilmesi, korunması ve yaşatılması gerek.  Bu kurumlar Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını sağlayacak olan kurumlardır. Bunların içini boşalttığınız, bu kurumları tasfiye ettiğiniz zaman aslında tasfiye ettiğiniz şey Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisi oluyor. Yani devleti de tasfiye ediyorsunuz. Bir iktisat devleti olacağım, modern bir devlet kuracağım çabasıyla bugün geldiğimiz yerde Cumhuriyet’in kurucu kültürünün idealini tahrip ediyoruz

Umarım daha fazla bir bedel ödemeden bu kurumsal yapıya, geleneksel Cumhuriyetin kültürüne geri dönerek, gücü tek adama veren ve Cumhuriyetin kurumlarını tahrip eden yapıdan çıkarız. Yoksa bu, Türkiye için gerçekten beka sorununa dönüşecek. Eski Türkiye’nin Hıfzıssıhha Enstitüsü olsaydı Türkiye aşılama sürecinde daha başarılı olurdu, dışa bağımlı hale gelmeyebilirdi. Yine Atatürk döneminde THK’ye gösterilen önem bugün olsaydı yangın söndürmede bu kadar zor durumda kalmazdık, dış desteğe ihtiyaç duymazdık. Bu duruma düşmek üzüntü verici. Bir devleti yaşatan, kurumlarının gücüdür.
****

‘YIKIM SÜRECİ KURGULU ve BİLİNÇLİ’

Halk Sağlığı Uzmanı
Prof. Dr. Ahmet Saltık:

Ülkemiz ne yazık ki son 19 yılı aşkın bir süredir yıkıma uğratılmakta.
Çarpıcı olanı ise bu yıkım sürecinin kurgulu ve bilinçli oluşu.
Şu anda siyasal iktidarı elinde bulunduranlar bir misyonla görev başına getirildiler.
AKP bir proje partisi!

  • Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmanın, bölmenin, parçalamanın,
  • Sevr’in intikamını almanın ve Lozan’ı çöpe atmanın bir projesi.
  • İktidar bunu yapıyor.

Nitekim ulusal bayramlarımızın ve andımızın yasaklanması gibi pek çok sistematik yıkıma uğradık.

Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü 1928’de yasayla kuruldu. Çok başarılı oldu; aşılar, serumlar, biyolojik ürünler geliştirdi ve üretti. 1938’de Çin’de çıkan kolera salgınına destek verdi, 1 milyon doz aşı gönderildi. ABD ordusuna da 2. Dünya Savaşı’nda aşı sağladı… 1998’den başlayarak bu Enstitünün çalışmaları tavsadı. Teknolojisi yenilenmedi, adım adım bu sürece ilerledi… Sonunda 2011’de şimdiki AKP iktidarı kapısına kilit vurdu. Denildi ki; küreselleşme var, biz aşıları dışarıdan alırız. Ama Kovit-19 pandemisi sırasında aşı stratejik bir ürün durumuna geldi. Batılı emperyalistler önce kendilerini gözettiler, nüfuslarının kezlerce katı aşıya el koydular ve Türkiye bir aşı sorunu yaşadı, hâlâ yaşamakta.

Halbuki demokratik, gelişmiş, uygar ülkeler kurumlarıyla yol alırlar.

Salgın yönetimi siyasetin güdümünde, bilimin dışında; politik, ticari, ekonomik ve popülist beklentilerle yapılmaya çalışıldı ve olmadı.

Çünkü aklı ve bilimi, özerk bilimsel kurumları rehber almak yerine

  • Bütün yetkileri, otoriteyi tek adama bırakan dünyada örneği görülmemiş bir ‘sultani rejim’ inşa edildi.

Türkiye’ye bu tür kurumların yeniden kazandırılması gerek. Bu tür kurumlaşmalar olmadan da Türkiye sorunlarını çözemiyor salgın örneğinde gördüğümüz gibi.
***

‘THK’Yİ KASASI DOLU DEVRETTİM’

Eski THK Genel Başkanı emekli Hava Pilot Korgeneral Erdoğan Karakuş:

Ben 100 trilyon borçla aldım, borçsuz 30 trilyon para arkadaşlara devrettim. 20 trilyon yatırım yaptım. 2000-2003 arası hal böyleyken şu anda böyle… Eğer her şey düzgün gitseydi, Atatürk’ün kurumları doğru yönetilseydi hiç bunlar olmazdı. Borçlu duruma düşmediğiniz takdirde kayyum filan gelmez size.

  • Atatürk’ün kurumlarını yönetenlerin de Atatürk’e layık olacak şekilde yönetmeleri gerekiyor.

BİR ADIM SONRASI MAZHAR OSMAN!

Rifat Serdaroğlu

Eyy Fani Badem;
Bu güne kadar ne elde etiyseniz, hangi makama geldiyseniz “Demokratik Rejim” ve Türk Milletinin hoşgörüsü sayesinde oldu.
Fakat geldiğiniz günden beri sizi yücelten demokrasiyi, özgürlükleri yıkmak için çalışıyorsunuz. Tıpkı kendisini doğuran anasının rahmini bıçaklayan “Katil Bebek Chucky (Çaki)” gibi…

Ülkedeki gelir dağılımındaki eşitsizliği, fukaralığı, üzerine din sosu da ilave ederek, kendilerini sistem dışına itilmiş hisseden kitleleri aldatıp, ABD desteğiyle peşinize taktınız ve bu kesimi sürekli olarak hem istismar ettiniz hem de oy ambarı olarak kullandınız!

22 yaşında, “Milli Görüş” yani “Siyasal İslam” temsilcisi MSP’nin İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanı seçildiniz. 1978’ de “Akıncılar” adıyla gençlik örgütü kurdunuz. Metin Külünk ile birlikte, gençleri eğitim için İran’a gönderdiniz.
6 Eylül 1980’de 26 yaşında iken, Konya’da düzenlediğiniz “Kudüs’ü Kurtarma Mitinginde” Hilafet Sancağı açtınız ve İstiklal Marşımız okunurken yere oturarak protesto ettiniz.

  • 31 yaşında, El-Kaide lideri-uyuşturucu Baronu Gülbettin Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturdunuz!

Siyaset basamaklarında yükselirken çeşitli tarikat ve cemaatlere destek verdiniz.
2002 yılından itibaren FETÖ Silahlı Terör örgütünü devletimizin en hassas birimlerine soktunuz.

İslam adının, terörle birlikte anılmasını sağlayan Mısır’daki İhvan terör örgütüne destek verdiniz. Ardından Suriye’ye göndermek üzere, çok sayıda El-Kaide ve türevlerinden oluşan terör örgütlerini ülkemizde topladınız.
Bu kafa kesici sapıkları savaştırdınız, tedavilerini ücretsiz olarak Türkiye’de yaptırdınız. Bu pislikleri Libya’ya da gönderdiniz. Hala oradalar ve maaş alıyorlar!

Tüm bunları açık-açık yaptınız ve üstelik çok zengin olduğunuz iddia ediliyor!
Kıbrıs’a gittiniz ve şu sözleri sarf ettiniz;
“Türkiye’nin, Taliban inancıyla alakalı ters bir yanı yok!”

Eyy Fani Badem;
Makamınız ne olursa olsun, tüm Türk Milletinin inancını değerlendirmek gibi ne bir yetkiniz, ne de bir bilginiz var. İslam’da bir ruhban sınıfı mı yaratmaya çalışıyorsunuz? Siz kimsiniz ki, benim inancım hakkında karar verebiliyorsunuz? Yetinmediniz, Türk Milletinin inancını Taliban denen sapık katillerin inancı ile bir tutuyorsunuz? İnançlarımız arasında nasıl ters bir yan yok?

Bakın Taliban denen sapıklar Afganistan’da neler yaptı?
-Kadınların çalışması, kız çocuklarının okula gitmesi ve eğitimi yasaklandı.
-Bütün okullar medreseye döndürüldü.
-Kadınlara peçe, erkeklere takke ve sakal zorunluluğu getirildi.
-Yüzü görünen kadınlar kırbaçlandı.
-Televizyonlar kapatıldı. Fotoğraf, görsel yayın ve müzik yasaklandı.
-Tüm bilgisayarlar TV olarak kabul edilip parçalandı.
-Erkeklere en yakın camide 5 vakit namaz kılma mecburiyeti getirildi.
-İdamlar ve el kesmeler, Cuma namazından sonra halkın iştirakiyle yapıldı.
-Yapılan kötülükleri ve işkenceleri burada anlatamam. Yürek dayanamaz!

Şimdi bizim inanışımızın bu sapıkların inancı ile ne ilgisi var, söyler misiniz?

Ama, sizin inancınız ile Taliban inancı uyum içinde ise
onu da açıkça söyleyin.

Çünkü çok tehlikeli bir noktadasınız. Bundan sonra bir adım daha giderseniz, akıl sağlığınız hakkında ciddi şüpheler oluşacaktır…

Yetti artık, inanın yetti…

Sağlık ve başarı dileklerimle 22 Temmuz 2021
Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı