Etiket arşivi: Örsan K. Öymen

CHP’nin 100. yılı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
11 Eylül 2023 Cumhuriyet

 

Cumhuriyet Halk Partisi’nin kökeni, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne dayanır.

Bu cemiyet 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde gerçekleşen Sivas Kongresi’nde kurulmuştur. Kurucusu ve lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür.

  • Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti,
    Kurtuluş Savaşı’nı, halkın egemenliği ilkesi üzerinden yürüten siyasi örgütlenmedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de katkılarıyla, 23 Nisan 1920’de kuruldu. Saltanat, yani padişahlık, 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından kaldırıldı.

CHP, bir siyasal parti olarak, 9 Eylül 1923’te kuruldu.

CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923’te, CHP’nin kuruluşundan yaklaşık yedi hafta sonra kuruldu.

1920’lerdeki, 1930’lardaki ve 1940’lardaki CHP iktidarında büyük devrimler gerçekleştirildi.

3 Mart 1924’te halifelik kaldırıldı, bilimsel eğitim sisteminin temeli olan Öğretim Birliği Kanunu kabul edildi.

17 Şubat 1926’da, kadın ve erkek eşitliği dahil, birçok özgürlüğün hukuk tarafından güvence altına alınmasını sağlayan Medeni Kanun kabul edildi.

15 Ekim 1927’deki CHP Kurultayı’nda;

cumhuriyetçilik,
halkçılık,
laiklik ve milliyetçilik ilkeleri,

10 Mayıs 1931’deki CHP Kurultayı’nda,

devletçilik ve devrimcilik ilkeleri,

parti programındaki temel ilkeler olarak kabul edildi.

Devletin dini İslamdır” ifadesi 10 Nisan 1928’de anayasadan çıkarıldı. Böylece devletin dinselleşmesinin önlenmesi ve din konusunun vatandaşların özgür iradesine bırakılması yolunda bir adım daha atıldı.

5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.

5 Şubat 1937’de laiklik ilkesi anayasa maddesi haline geldi.

1920’li yılların başından 1940’lı yılların sonuna dek, köylünün ve çiftçinin toprak sahibi olmasını sağlayan, toprak reformu olarak da bilinen düzenlemeler gerçekleşti.

Halkın eğitimde, teoriyle pratiği (kuram ve uygulamayı) bütünleştirmesini ve köy ilkokullarına öğretmen yetiştirilmesini sağlayan Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta kuruldu.

Çok partili serbest seçimli sisteme, 14 Mayıs 1950’de geçildi.
***
CHP muhalefette olduğu dönemde de uzun yıllar devrimci ruhunu korudu.

14 Ocak 1959’da CHP Kurultayı’nda kabul edilen “İlk Hedefler Beyannamesi” ile kişi hak ve özgürlükleri konusundaki temel ilkeler geliştirildi. Bunlar, Türkiye’nin en özgürlükçü anayasası olarak bilinen 27 Mayıs 1961 Anayasası’nda yer aldı.

CHP, 29 Temmuz 1965’te ortanın solunda yer aldığını, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin ortanın solu anlamına geldiğini açıkladı.

CHP 27 Kasım 1976’daki Kurultay’da demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri de parti programına ekledi ve Sosyalist Enternasyonel’e üye oldu.
***
CHP, çok partili serbest seçimli düzene geçildikten sonra, 1950 seçimlerinde %39, 1954 seçimlerinde % 35, 1957 seçimlerinde %41, 1961 seçimlerinde %37, 1973 seçimlerinde %33, 1977 seçimlerinde %41 oy aldı.

CHP, parti içi demokrasi sürecini işlettiği ve partinin ilkelerine ve kurumsal kimliğine sahip çıktığı yıllarda, ender olarak %30’un altında oy aldı.

1973 ve 1977 yılında CHP, 1. parti olarak hükümet kurdu.

CHP 12 Eylül askeri darbesi tarafından 1981 yılında kapatıldı.

CHP’nin oyları, 1992 yılında yeniden açıldığından beri %26’nın üzerine çıkmadı. Bu aynı zamanda,
– CHP’de parti içi demokrasinin rafa kaldırıldığı ve
– partinin kendi kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden uzaklaştığı

dönemdir.

CHP’nin kuruluşunun 100. yılında alınacak ders bellidir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP’nin 100. yılı11 Eylül 2023
Politika nedir?4 Eylül 2023

Politika nedir?

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
04 Eylül 2023, Cumhuriyet

Politika teriminin kökeni antik Yunancadaki polis terimine dayanır. Polis, toplumsal yaşam alanı veya kent anlamına gelmektedir.

Antik Yunan filozofu Aristoteles, insanın doğası gereği toplumsal bir canlı olduğunu söyler. Politika, toplumsal yaşamın yapısıyla, düzenlenmesiyle, yönetilmesiyle ilgili bir kavramdır.

Aristoteles’in hocası olan antik Yunan filozofu Platon, filozofların yönetici olması gerektiğini savunur.

Çünkü filozof, akıl yürüterek, bilgelik için, doğrunun ve gerçeğin bilgisini edinmek için mücadele eden kişidir.

Felsefe teriminin kökeni, antik Yunancadaki philo-sophia terimine dayanır. Philo-sophia, bilgelik sevgisi anlamına gelir.

Filozof için bilgelik (sophia), bilgi (episteme), doğruluk/gerçeklik (aletheia) ve akıl yürütme/gerekçelendirme/temellendirme (logos) birbiriyle ilişkili ve bağlantılı kavramlardır.
***
Platon’a ve Aristoteles’e göre, yaşamın amacı (telos), iyi bir ruha sahip olmaktır (eudaimonia). İyi bir ruha sahip olmak erdemli olmakla (arete) olanaklıdır. Adalet (dikaiosune) en önemli erdemlerin arasında yer almaktadır.

Toplumsal bağlamın dışında kalarak erdemli bir yaşam sürülemez. Adalet kavramından bağımsız olarak toplumsal yaşamı yapılandırmak, düzenlemek, yönetmek de olanaklı değildir.

Adaletin ne olduğunu, adaletin özünü, adaletin anlamını kavramak, ancak felsefeyle olanaklı olduğu için de, filozofların yönetici olması çok önemlidir.

Platon’a ve Aristoteles’e göre, bir başka önemli erdem de cesarettir (andreia).

Felsefi çerçevede erdemli bir yol, yaşamsal önemde bir konudur. “Güçlü olan haklıdır” paradigması ancak böyle yıkılabilir; algılar üzerinden değil, gerçekler üzerinden politika ancak böyle geliştirilebilir; yöneticilerin yozlaşmalarını sorgulayan Sokrates’in ölüme mahkûm edilmesi gibi adaletsizlikler, ancak böyle önlenebilir.

Platon ve Aristoteles, bu bakış açısıyla, teori ile pratik (kuram ile uygulama) arasındaki zorunlu bir bağlantıyı ve bütünlüğü de ortaya koyarlar.
***
Yüzyıllar sonra İngiliz filozof John Locke ve İsviçreli/Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau, toplum sözleşmesi kavramını geliştirerek, adalet mücadelesi doğrultusunda, toplumu da bu sürecin içine etkin ve örgütlü bir biçimde katmışlardır.

  • Locke, güçler ayrılığı, emekçinin mülkiyet hakkı, laiklik gibi ilkeleri geliştirerek, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması doğrultusunda çok önemli adımlar atmıştır.
  • Rousseau bu süreci, halk egemenliği ve yasalarla güvence altına alınan kamusal yarar ilkesiyle tamamlamıştır.
  • Alman filozof Karl Marx, sanayi devriminden sonra, mülkiyet sorununu yeniden ele alarak, değişen üretim biçimlerini de ve üretim araçlarını da dikkate alarak, kapitalist sömürünün önlenmesi için, sanayi tarzı üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasını savunmuştur.
    ***

Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu felsefi ve tarihsel süreci, Türkiye’nin özel ve tarihsel koşullarını da dikkate alarak, teori ve pratik (kuram ve uygulama) bütünlüğü içinde, entelektüel bir bakış açısıyla, sentezlemiştir.

Atatürk;

  • Cumhuriyetçilikle monarşiyi yıkmıştır;
  • Halkçılıkla oligarşiyi yıkmıştır;
  • Devletçilikle/kamuculukla özelleştirmeciliği ve serbest piyasacılığı yıkmıştır;
  • Laiklikle teokrasiyi yıkmıştır;
  • Milliyetçilikle/ulusçulukla ümmetçiliği yıkmıştır;
  • Devrimcilikle muhafazakarlığı ve statükoculuğu yıkmıştır.

Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da, ekonomik ve sosyal adalet anlayışıyla, karma ekonomik model önermesiyle, Atatürk’ün halkçılık ve devletçilik ilkelerini olumlamıştır.
***
Politika aslında, felsefi bir eylemdir.

Ancak politikayı politika olmaktan çıkartan güç odakları ve sahte politikacılar, ne yazık ki, politikanın, başka bir deyişle siyasetin, kötü bir biçimde anılmasına neden olmuşlardır.

Atatürk’ün ilkelerinden ve ideolojik yaklaşımdan uzaklaşan bugünkü CHP yönetimi de, siyasetin yüzeyselleşmesinde büyük bir rol oynamıştır.

CHP’nin ve Türkiye’nin, yeniden felsefi bir eyleme ihtiyacı (gereksinimi) vardır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Politika nedir?4 Eylül 2023

Avrupa’da ve Türkiye’de göç sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
28 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

Ekonomik ve siyasal açıdan azgelişmiş ülkelerden ve iç savaş yaşanan ülkelerden Türkiye’ye ve Batı Avrupa’ya yönelik yıllardır yaşanan yoğun göç dalgası, kapitalizmin ve emperyalizmin sonuçlarından biridir.

  • Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş biçimidir.

Dünyadaki kapitalist güç odakları, kendi ülkelerindeki vatandaşlarını sömürme kontenjanı dolunca, sömürü için başka ülkelere yönelmektedirler ve bunun sonucunda emperyalizm olarak bilinen bozuk düzen ortaya çıkmaktadır.

  • Kapitalizm ve emperyalizm sorunu çözülmeden, göç sorunu çözülemez.

Bu nedenlerle, “demografik mühendislik” olarak anılan sorun da, kapitalizm ve emperyalizm sorunu çözülmeden, ortadan kaldırılamaz. Sınır güvenliği önemlidir, ancak tek başına bir çözüm yolu değildir.
***
Batı Avrupa ülkelerinde son yıllarda siyaseti en çok etkileyen konulardan biri göç sorunudur.

  • Göç sorunu Avrupa’da yabancı düşmanlığını, ırkçılığı ve İslamofobiyi körüklemektedir. 

Oysa bu soruna yol açan güçlerin arasında, Avrupa Birliği, Britanya ve ABD de yer almaktadır. Göç sorununu tek başına, göç veren ülkelerdeki çarpık ve kötü yönetimlere bağlamak olanaklı değildir.

Suriye, Irak, Afganistan, Libya gibi ülkelerdeki iç savaşları körükleyen, bu ülkelerde rejim değişikliği ve darbe gerçekleştirme yoluna giden, ABD, Britanya, İsrail ve bazı AB ülkeleridir.

Küreselleşme adı altında, küresel dayanışma yerine, küresel sömürü düzenini dayatan; ABD, Britanya ve bazı AB ülkeleridir. 

AB ülkeleri NATO üzerinden ABD’ye bağımlı oldukları için de, ABD’nin yayılmacı politikalarına destek vermek zorunda kalmaktadırlar. AB’nin NATO’dan bağımsız olarak kendi savunma örgütünü kuramamış olması sorunun parçalarından birisidir.

Ancak sonuçta, göç sorunundan en çok etkilenen, coğrafi olarak çatışma bölgelerine daha yakın olan ve kendi içinde de dar bir coğrafi alana sahip olan AB ülkeleridir, ABD değildir. Bu nedenle NATO üyesi AB ülkelerinin, ABD’nin müdahaleci ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmaları, AB’nin de lehine olacak bir gelişmedir. Ancak AB içindeki çapsız siyasetçiler, bu gerçeği görmemekte ısrar etmektedirler.
***
AB ülkelerindeki merkez sağ siyasetçilerle birlikte, sosyal demokrasinin özünden uzaklaşan sahte sosyal demokratlar da sorunun bir parçasıdır. Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonel’in, 1951 yılında Frankfurt’ta gerçekleşen 1. kongresinde kabul edilen kuruluş ilkelerinin 7. maddesinde şu ifade yer alır:

  • Demokratik sosyalizm, emperyalizmin her türünü reddeder.
  • Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder.”

Sosyalist Enternasyonel’in 1989 yılında Stockholm’de gerçekleşen on sekizinci  kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu”nun, 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddelerinde, kuzey ve güney yarım küre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekilir, azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiği vurgulanır.

Avrupa sosyal demokratları bu çizgiden uzaklaştıkları için de AB bir göç sorunu ile karşı karşıyadır.

AB, kendi yarattığı “Frankenstein” ile karşı karşıya kalmıştır, ama bu gerçeğin üzerini de, yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla ve İslamofobiyle örtmeye çalışmaktadır.
***
Göçmen sayısı konusunda dünya rekortmeni olan Türkiye ise AKP’nin mutlak teslimiyetçi politikaları nedeniyle dünyada en acıklı durumda olan ülkedir.

Resmi sayılara göre Türkiye’de 5 milyona yakın göçmen bulunmaktadır.

  • Türkiye, AB’nin göçmen deposu konumundadır.

AB’nin kabul etmediği göçmenleri, Türkiye kendi topraklarında barındırmaktadır.

Göç konusunda, Avrupa Birliği ABD’nin, Türkiye de Avrupa Birliği’nin arka bahçesidir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Festival ve konser yasakları

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
14 Ağustos 2023, Cumhuriyet

Son yıllarda, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen laiklik karşıtı dinci cemaatlerin, tarikatların ve AKP hükümetinin baskısıyla, 50’yi aşkın festival, kültür-sanat etkinliği ve konser yasaklandı.

Türkiye’de bazı illerde ve ilçelerde,
fiili bir şeriat devleti ilan edilmiş ve
anayasal düzen yıkılmış durumda.

Söz konusu yasaklar anayasadaki hak ve özgürlükler ile ilgili maddelere ve anayasanın laiklikle ilgili tüm maddelerine aykırıdır.

AKP hükümeti bu yasaklarla anayasal suç işlemektedir ve anayasaya uymakla yükümlü dernekler, vakıflar, bu yasakları talep ederek, anayasaya ve demokratik, laik, hukuk devletine meydan okumaktadır.
***
Söz konusu dernekler ve vakıflar, festivallerin, kültür-sanat etkinliklerinin ve konserlerin, “milli ve manevi değerlere zarar verdiği, gençleri alkole ve uyuşturucuya özendirdiği” iddiasıyla bu yasakları talep etmektedirler.

Birincisi, “milli ve manevi değerler nedir?!

Her şeyden önce, kültürel ve sanatsal değerler, zevkler ve yaşam tarzı (biçimi) göreceli bir konudur. Türkiye’nin homojen (türdeş), standart, bir şablona sıkıştırılabilecek “milli ve manevi değerleri” yoktur! Türkiye, dünyanın hemen hemen her ülkesinde söz konusu olduğu gibi, çoğulcu ve diyalektik bir kültürel ve sanatsal yapıya sahiptir ve yaşam tarzı da (biçimi de) ona göre belirlenmektedir.

İkincisi, Türkiye’nin “milli ve manevi değerlerinin” ne olduğuna bu dernekler, vakıflar, tarikatlar, cemaatler ve AKP hükümeti mi karar verecektir?! Onlar bir üst otorite midir?! Bu odaklar bu yetkiyi nereden ve nasıl almaktadırlar?! “Milli ve manevi değerlerin” ölçütü nedir ve bunu kim, hangi yetkiyle, neye göre belirlemektedir?!

Türkiye’de, anayasa gereği, hiçbir yetki anayasanın tanıdığı yetkileri aşamaz ve o çerçevenin dışına çıkamaz! Eğer mutlaka “milli ve manevi değerlerden” söz edilecekse, bu değerler, toplum sözleşmesinin, yani anayasanın, temel ilkeleridir!
– Demokrasidir,
– laikliktir,
– sosyal devlettir,
– hukuk devletidir!
***
Dinci odakların kendi kişisel ve öznel “milli ve manevi değerlerini” ve kendi yaşam tarzlarını (biçimlerini), toplumun tamamına dayatmaları, faşizmdir, despotizmdir, diktatörlüktür.

Anayasanın 24. maddesinde açık bir biçimde; Türkiye’nin ekonomik, siyasi, hukuki, idari, sosyal yapısının kısmen bile olsa din kurallarına dayandırılamayacağı yazar.

Yasaklanması gereken, festivaller, kültür-sanat etkinlikleri ve konserler değil, dernek ve vakıf maskesi takarak, festivalleri,
kültür-sanat etkinliklerini ve konserleri yasaklatan
tarikatlar ve cemaatlerdir.

Yasaklanması gereken şey yasakçılıktır; festival, kültür, sanat, konser, müzik değildir.
***

  • Türkiye Cumhuriyeti, Afganistan, Suudi Arabistan, İran gibi
    bir şeriat devleti ve teokrasi değildir.

Bu nedenle Türkiye’de anayasa gereği festival, kültür, sanat, müzik, konser ve alkol yasak değildir.

Uyuşturucu kullanımı ise Türkiye’de genel bir sorundur ve bu sorunun nedeni festival, kültür, sanat, konser, müzik değil, uyuşturucu üretimini, kaçakçılığını ve ticaretini önleyemeyen güvenlik güçleridir. Ayrıca uyuşturucu kullanımı toplumun her kesiminde ve farklı kültürel yapılarda karşılaşılan bir sorundur.

Anayasal düzeni ve laikliği savunan dernekler ve vakıflar, nasıl ki Karl Marx’ın “Din halkın uyuşturucusudur” sözünden yola çıkarak, laikliğe aykırı olmayan dini faaliyetlerin ve hizmetlerin yasaklanmasını talep etmiyorlarsa, dini hizmet verdiğini iddia eden dernekler ve vakıflar da, insanların özgürlüklerine müdahale edemezler!

Ancak bu yasakçı zihniyetin aşılması için öncelikle, başta CHP yönetimi olmak üzere, muhalefetin bunları anlaması gerekir! Özgürlüklere sahip çıkan bir muhalefetin olmadığı yerde, iktidar özgürlükleri yasaklarla ortadan kaldırır!


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları
Festival ve konser yasakları14 Ağustos 2023
CHP Parti Programı7 Ağustos 2023
Ekrem İmamoğlu ve CHP31 Temmuz 2023

Ekrem İmamoğlu ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
31 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu başarılı bir belediye başkanıdır. İmamoğlu çalışkandır ve belediyecilik projesi geliştirmek konusunda yeteneklidir.

İmamoğlu, belediyedeki başarılarının dışında, halkla iletişimi yoğun ve etkili olan birisi olarak, cumhurbaşkanı adayı gösterilseydi, seçimleri de büyük bir olasılıkla kazanırdı.

İmamoğlu, beş yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanabilecek olası adaylardan birisidir. Yüzde 50’nin üzerinde oy alınmasını gerektiren yeni sistemde, İmamoğlu, bir geçiş dönemi cumhurbaşkanı olarak, parlamenter sisteme geri dönülene dek, bir sonraki seçimde, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak da gösterilebilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı ayrı bir konudur. CHP Genel Başkanlığı için ideolojik bir donanım gerekir. CHP genel başkanı olacak kişinin, CHP’nin temel ilkelerini özümsemiş ve içselleştirmiş olması gerekir. CHP genel başkanı olacak kişinin CHP’nin ilkelerine içten bir biçimde inanmış olması gerekir.

Bu konuda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da iyi bir örnek değildir.

Bu konuda örnek alınacak birileri varsa, onlar da Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit gibi liderlerdir.

  • İmamoğlu’nun CHP genel başkanı olması durumunda, Kılıçdaroğlu döneminde yaşanan CHP’nin sağa savrulması ve laikliğin unutulması süreci, hem söylem, hem eylem, hem de kadrolaşma bağlamında, kronikleşmiş bir hale dönüşecektir.
  • İmamoğlu’nun genel başkan olması durumunda, Kılıçdaroğlu döneminde olduğu gibi, partide halkçılık yerine popülizm ön plana çıkacaktır.

***
İmamoğlu’nun birinci eksiği ideolojik donanımdır.
İmamoğlu’nun ikinci eksiği de çalıştığı kadrolardır.
Değişim
isteminde bulunan İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’nun en yakın kadrosuyla birlikte çalışması bir çelişkidir. İmamoğlu’nun sorunun kaynağı olan bir kadroyla değişimi gerçekleştiremeyeceği ve bu konuda inandırıcı olamayacağı açıktır.

Partinin kurumsal kimliğine ve ilkelerine sahip çıkmak ve parti içi demokrasiyi sağlamak doğrultusunda bir değişimi gerçekleştirebilmek için, hem ideolojik bir temelin, hem de ona uygun kadroların olması gerekir.

Medyaya sızan “Zoom” toplantısından da anlaşılacağı gibi, İmamoğlu’nun şu anda birlikte çalıştığı kadrolar, CHP’nin sağa savrulmasına göz yumanlardır, bu konuda yıllarca sessiz kalanlardır.
***
İmamoğlu bugüne dek Her şey güzel olacak ve “Sevgi kazanacak” gibi hiçbir ideolojik temeli olmayan söylemlerle yola çıkmıştır. İmamoğlu birkaç gün önce, kurduğu web sitesine gelen istemleri özetlerken Atatürk devrimleri, laiklik, cumhuriyet, demokrasi, kamuculuk gibi kavramlara yeni yeni değinmeye başlamıştır.

Oysa bunun için web sitesine gelen istemleri beklemeye gerek yoktu. Bunlar zaten Partinin programında ve tüzüğünde olan ilkelerdir.

  • Cumhuriyetçilik,
  • Halkçılık,
  • Devletçilik,
  • Laiklik,
  • Milliyetçilik,
  • Devrimcilik,

Sosyal demokrasi (AS: biz bu ilkeyi asla benimsemiyoruz..), demokratik solculuk Partinin kurultay tarafından onaylanmış kurumsal ilkeleridir ve her üye bunlara uymakla yükümlüdür.

Bu konuda, hem İmamoğlu’ndan hem de Kılıçdaroğlu’ndan farklı olarak, tutarlı bir biçimde ilerleyen tek hareket, “CHP İlke ve Demokrasi Hareketidir. Bu Hareket ilkelerini, amacını ve ideolojisini, www.chpilkedemokrasi.org adlı web sitesinde, geçtiğimiz günlerde duyurmaya başlamıştır.
***
İmamoğlu açısından bir başka zorluk da, İstanbul Belediye Başkanlığı’dır.

İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanlığı adaylığı, İstanbul Belediyesi’nin AKP’nin eline geçmesine yol açabileceği için, buna neden olan birisinin CHP’de kurultayı kazanması oldukça zordur.

Değişimi hedefleyenlerin yanlış yerlerde zaman yitirmemelerinde büyük yarar vardır.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

CHP ve Türkiye’nin sorunları

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

  • Türkiye’nin şu andaki en önemli sorunu, CHP’deki yönetim sorunudur.

Çünkü Türkiye’de yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunların tamamı, CHP’nin iktidar olamamasından kaynaklanmaktadır.

AKP’nin 21 yıldır iktidarda kalmasının nedeni, CHP’nin muhalefet partisi olmaktan kurtulamıyor olmasıdır. Bu nedenle CHP’nin iktidara gelebilmesini sağlamak, bu çerçevede CHP’yi yeniden yapılandırmak, Türkiye’nin sorunlarını aşması için bir önkoşuldur.

Bu nedenle CHP yönetiminin ve CHP yönetiminin etkisi altındaki medya üyelerinin, “Türkiye’nin bu kadar sorunu varken, CHP’deki kongre ve kurultay sürecine ve parti içi tartışmaya odaklanmak yanlıştır” biçimindeki yorumlarının hiçbir dayanağı yoktur.

Bu tür yorumlar, niyet ne olursa olsun, AKP iktidarının devam etmesine hizmet etmektedir.
***
Yine CHP yönetiminin ve CHP yönetiminin etkisi altındaki medya üyelerinin, Önümüzde yerel seçim var, Kurultay ve genel başkanlık yarışı yerel seçimlerin sonrasına bırakılmalı. biçimindeki yorumlarının da hiçbir dayanağı yoktur.

Yasa ve tüzük gereği 2022 yılında yapılması gereken CHP kongreleri ve kurultayı, Cumhurbaşkanlığı seçimleri bahane edilerek, CHP yönetimi tarafından 2023 yılına ertelenmişti. Kongreler ve kurultay, yine yasa ve tüzük gereği, en fazla bir yıl ertelenebiliyordu. CHP Genel Merkezi de o erteleme hakkını kullanarak, kongreleri ve kurultayı, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonrasına erteledi.

CHP yönetimi şimdi de önümüzdeki yerel seçimleri bahane ederek, bu kongrelerde ve kurultayda bir genel başkanlık yarışının önüne geçmeye ve/veya yasaları ihlal ederek, kurultayı yerel seçimlerin sonrasına ertelemeye çalışmaktadır.

CHP yönetimi bunu yaparken, genel başkanlığı döneminde, 13 yılda girdiği 12 seçimin tamamını kaybeden (tümünü yitiren) Kemal Kılıçdaroğlu’nun, genel başkanlıktaki 14. yılında, 13. seçimini kazanacağı gibi fantastik bir iddiayı ortaya atmaktadır.

Kılıçdaroğlu’nun kronikleşmiş biçimde seçim kaybettiği gerçeğine rağmen (karşın); Yeşil Sol Parti’nin ve İyi Parti’nin, yerel seçimlerde kendi adaylarını çıkartacağını açıklamalarına rağmen; İyi Parti’nin önde gelen yöneticilerinin de, Kılıçdaroğlu ile bundan sonra bir işbirliği ve ittifak içinde olmayı kabul etmeyeceklerini doğrudan veya dolaylı olarak ilan etmiş olmalarına rağmen; CHP yönetiminin halkı kandırmaya devam etmesi, halka yapılan büyük bir saygısızlıktır.

Kılıçdaroğlu’nun yerel seçimlerden önce genel başkanlıktan ayrılmaması durumunda, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisine oy veren vatandaşın çok önemli bir kesiminin, CHP’nin belediye başkanı adaylarına oy vermeyeceğini, halkın arasında yaşayan herkes bilmektedir.

CHP yönetimi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi kişisel beklentilerini tatmin edecek sözde anketçilerle ve sözde araştırmacılarla iş yürüteceğine, ciddi ve bilimsel bir kamuoyu araştırması yaptırarak, bu araştırmada vatandaşlara, “Kılıçdaroğlu CHP’nin başında kalırsa, yerel seçimde CHP’ye ve CHP’nin adaylarına oy verir misiniz?” sorusunu yönelterek, bu gerçeği öğrenebilir ve ona göre bir strateji geliştirebilir.

Halen devam eden mahalle kongrelerinde, genel merkezden ve belediyelerden kaynaklanan baskıların ve usulsüzlüklerin yaşandığı bir ortamda, “Ben kendi kendimi değiştiremem, beni Kurultay delegesi değiştirir” kurnazlığına başvuran, bu açıklamasıyla, “istifa etmek” veya “yeniden aday olmamak” adı verilen eylemi ortadan kaldıran Kılıçdaroğlu’nun, böyle bir araştırmayı yaptırması ise düşük bir olasılıktır!

Çünkü CHP yönetimi için öncelik                           ;

  • Seçim kazanarak Türkiye’yi kurtarmak değil,
  • bir taraftan CHP’yi kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden kopartmak ve sağa çekmek,
  • bir taraftan da kazanabildiği sınırlı sayıdaki belediyelerden sağlanan kişisel çıkarları korumaktır!

Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

Kişi ve ilke

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları
17 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Siyasette ilkeler kişilerden önceliklidir. Ancak kişiler de önemsiz değildir. Çünkü ilkenin öznesi kişi ve kişilerdir. İlke sahibi olan veya olmayan, kişidir.

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Tunç Soyer, Gürsel Tekin gibi kişilerin CHP’de “değişim” ve/veya “yenilenme” sözcüğünü kullanırken, parti programındaki ilkeleri bir bütün olarak savunmamaları, bu ilkeleri kişisel keyiflerine göre ayıklamaları, kişilerle ilgili bir sorundur.

Bu durumda partinin yönetiminde olan bu kişilerin değişmesi gerekir, partinin yönetimine aday olan kişilerin de partinin yönetimine aday olmamaları gerekir.

Kişilerin ilkeleri ayaklar altına aldığı koşullarda, “kişilerin değişmesi önemli değildir, ilkeler  önemlidir” sözü boş laftan ibarettir.
***
CHP’nin parti programındaki temel ilkeler şunlardır                   :

  • Cumhuriyetçilik,
  • halkçılık,
  • devletçilik,
  • laiklik,
  • milliyetçilik,
  • devrimcilik,
  • sosyal demokrasi,
  • demokratik solculuk.

Cumhuriyetçilik, monarşinin anti-tezidir.

Halkçılık, oligarşinin anti-tezidir.

Devletçilik, serbest piyasacılığın, özelleştirmeciliğin anti-tezidir.

Laiklik, teokrasinin anti-tezidir.

Milliyetçilik, ümmetçiliğin anti-tezidir. (AS: Etnik bölücülüğün de!)

Devrimcilik, statükoculuğun anti-tezidir.

Karşı devrimci AKP iktidarı Türkiye’de monarşik, oligarşik,
serbest piyasacı, özelleştirmeci, teokratik, ümmetçi,
statükocu bir rejim kurmuş mudur? 
Kurmuştur!

Bu durumda “6 Ok” olarak da bilinen bu ilkelerin 21. yüzyılda geçerli olmadığını savunmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Ekonomik ve sosyal adaleti hedefleyen sosyal demokrasinin ve demokratik solculuğun, halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle bağdaştığı ve bu ilkeleri tamamladığı da açıktır.

Bunun aksini savunmak da ayrı bir akıl tutulmasıdır.
***
Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, CHP’yi yönetenlerin CHP’nin ideolojisi hakkında bir bilgilerinin olmadığı veya bu konuda bir bilgi sahibi olsalar da bu bilgiyi umursamadıkları anlaşılmaktadır.

Aynı durum CHP’de değişim istediğini iddia edenler için de geçerlidir.

  • CHP’de yetki sahibi olan bazı kişiler ne yazık ki bir parti içi eğitim sürecinden geçmek zorundadırlar.
  • Aksi halde CHP’ye de Türkiye’ye de hiçbir yarar sağlamayacakları gibi,
    CHP’nin bölünüp parçalanmasına neden olacaklardır.

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP’de ideolojik bilinci yüksek birçok siyasetçi yetişmişti. Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ise az sayıda nitelikli siyasetçi yetişti.

CHP 12 Eylül askeri darbesinden sonra, ideoloji ve ilke açısından, neredeyse bir çöle dönüştü. CHP’nin bugün yaşadığı sancılar da bundan kaynaklanmaktadır.

Sermayenin ve CHP yönetiminin denetimindeki medya üyelerine soracak olursanız, CHP’deki liderlik yarışı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu arasındadır!

Sermaye de, CHP yönetimi de, durumun böyle olmadığını ve CHP’de başka genel başkan adaylarının da çıkacağını yakında öğrenecektir!
***
Öte yanda, parlamenter sistemde %25-30 oy alan bir siyasi partinin lideri de Başbakan olabiliyordu, ülkeyi yönetebiliyordu. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan ucube yönetim biçiminde, Yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamını elde edebilmek için %50 oy oranına ulaşmak gerektiği için, Ekrem İmamoğlu gibi popüler bir liderin, ideolojiden yoksun olsa da, parlamenter sisteme geçilene kadar, Cumhurbaşkanı adayı olması, olağan ve gerçekçi bir yaklaşım olarak karşılanabilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı farklı bir konumdur. Kurultay’daki CHP Genel Başkanlığı seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iki ayrı kategoride ele almak, tarihsel ve siyasi bir zorunluluktur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

CHP’de neler değişmeli?

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
10 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Bozuk düzene karşı etkili muhalefet yapması gereken CHP yönetiminin yıllardır sergilediği zayıflık, AKP’nin güçlenmesini ve iktidarda kalmasını sağladı.

Bu yalın gerçeği kavramayanlar, CHP’yi koruduklarını sanıyorlar, oysa fiilen AKP’yi korumuş oluyorlar.

Son zamanlarda yaşananlar da bu olgunun sonuçlarından başka bir şey değildir.

TELE1 televizyon kanalının yöneticisi ve yorumcusu Merdan Yanardağ hukuka aykırı bir biçimde yaklaşık iki haftadır hapiste yatıyor!

Dernek ve vakıf adı altında örgütlenen tarikatlar ve cemaatler, insanların yaşam tarzına (biçimine) ve kültürüne müdahale ederek (karışarak), kültür, sanat ve müzik festivallerinin yasaklanması çağrısı yapıyorlar,

  • Türkiye’yi Afganistan’a, Suudi Arabistan’a ve İran’a çevirmeye çalışıyorlar!
  • AKP’nin despotik ve faşist uygulamalarının tek bir kökeni var:
  • Teokrasi sevdası!

Teokrasinin antitezi ise laikliktir.

Ana muhalefet partisi olan CHP’nin yönetimi, sol ideolojiyi unuttuğu gibi, laiklik ilkesini de unuttuğu için, AKP meydanı boş bularak bundan cesaret almaktadır.
***
Şu ana kadar CHP’de “değişim” talebinde (isteminde) bulunan örgütlü hareketler de, CHP yönetiminin yörüngesinden çıkamadılar!

CHP’de bu yörüngeden bağımsız hareket eden İlke ve Demokrasi Hareketinin 24 Haziran 2023’te kamuoyu ile paylaştığı bildiri ise bir kutup yıldızı işlevi görmektedir. Bu bildiride, şu ifadeler yer almaktadır:

“Bu seçim yenilgilerinin birçok farklı nedeni olmakla birlikte, temel nedenlerin arasında, parti içi demokrasi mekanizmasının işletilmemesi ve partinin kurumsal kimliğinden uzaklaşılması yer almaktadır.

Başta laiklik olmak üzere, kurultay tarafından onaylanan parti programında ve parti tüzüğünde yer alan ve aynı zamanda anayasa maddesi olan bazı temel ilkeler, parti yönetimi tarafından bertaraf edilmiştir.

AKP hükümeti tarafından demokrasinin yıkılıp, onun yerine teokrasinin, yani din devletinin kurulduğu bir dönemde, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi gerektiği, etkin bir biçimde söyleme ve eyleme dönüşmemiştir; aksine, AKP’nin gölgesinde, din üzerinden, popülist ve taklitçi bir siyaset biçimi benimsenmiştir.

Cumhuriyetçilik ilkesinin, başka bir deyişle halkın egemenliğine dayalı yönetim biçiminin özündeki temellerden birisi olan laiklik yok sayılarak, cumhuriyetçilik ilkesine de zarar verilmiş, halkın egemenliği yerine, ruhban sınıfının, tarikatların, cemaatlerin egemenliğinin sağlanmasına göz yumulmuştur.

Halkçılık, devletçilik/kamuculuk, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleri söylemde kalmış, bu ilkelerle bağdaşan ekonomi politikaları, karma ekonomik model ve somut projeler yeterli bir biçimde geliştirilememiştir.

Ümmetçiliğin antitezi olan ve vatan/vatandaşlık bilincini aşılamak için geliştirilen, ırkçılık anlamına gelmeyen, milliyetçilik/ulusçuluk ilkesine yeterince vurgu yapılmamış; ayrıca Türkiye’nin ulusal güvenliği ve bütünlüğü konusundaki kaygılar giderilememiştir; özellikle dış politika sorunları ve emperyalizme karşı mücadele konusunda etkili bir açılım yapılamamıştır.

Devrimcilik ilkesi görmezden gelinmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1920’lerde ve 1930’ larda gerçekleştirdiği Aydınlanma devrimlerine sahip çıkılmadığı gibi, 21. yüzyılın siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel koşulları ve sorunları dikkate alınarak, yeni devrimlere yönelik açılımlar da yapılmamıştır.

Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik, devrimcilik, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkelerine bir bütün olarak uymayan kişiler, parti tüzüğüne göre, parti üyesi olamayacakları gibi, genel başkan adayı da olamazlar; olmamalıdırlar.”


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

CHP’de ilke ve demokrasi

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Türkiye’de AKP iktidarının değişmesinin yolu, ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yönetiminin değişmesinde yatmaktadır.

Genel başkan olduğundan beri girdiği tüm seçimleri, toplam 12 seçimi yitiren Kılıçdaroğlu, ana muhalefet lideri olarak kaldığı sürece, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan iktidarda kalmaya devam edecektir.

Bu gerçek 13 yılda bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Aksini savunmak yalancılıktır, dürüstlüğe aykırıdır, halkı kandırmaktır, muhalefette kalmaya razı olmaktır ve AKP’ye hizmet etmektir!

O nedenle, kongre ve kurultay sürecinde CHP’deki parti içi tartışmalar, genel başkanlık yarışı ve Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştiriler, CHP yönetiminin ve onun denetimindeki kimi medya üyelerinin iddia ettiği gibi, AKP’nin iktidarda kalmasına ve seçim kazanmasına değil; aksine, AKP’nin iktidardan düşmesine ve seçim yitirmesine yarayacak gelişmelerdir.
***
CHP’de haftalardır bir sahte değişim rüzgârı esmekte, CHP tabanıyla ve seçmeniyle adeta alay edilmektedir.

Bir yanda kendisinde hiçbir sorun görmeyen ve “Benim dışımda herkes değişebilir” mesajı veren Kılıçdaroğlu var.

Bir tarafta, “Her şey güzel olacak” ve “Sevgi kazanacak” gibi ideolojik anlamı olmayan soyut söylemlere başvuran Ekrem İmamoğlu var.

Bir tarafta, Kılıçdaroğlu’nun olası kukla adayı konumunda olan Özgür Özel var.

Bir tarafta, CHP’nin kurumsal ilkelerinden kopmasının mimarlarından olan Gürsel Tekin ve Oğuz Kaan Salıcı var.
***
Kılıçdaroğlu koltuğunu ve CHP’deki misyonunu korumak için şimdi de hiçbir içtenliği olmayan tüzük değişikliği çalışmalarını başlattı. Acaba 13 yıldır aklı neredeydi?

Kılıçdaroğlu’nun misyonu nedir?

  • CHP’yi, başta laiklik olmak üzere, kurumsal kimliğinden ve ilkelerinden kopartmak!

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlık koltuğunu tüm yenilgilere karşın korumakta ısrar etmesi başka türlü açıklanamaz!

Çünkü küresel emperyalist tasarım, Türkiye için “ılımlı İslam” modelini uygun gördü! Türkiye’de iktidar da, muhalefet de, buna göre tasarlandı!

O nedenle CHP’de değişim istediğini iddia edenler, yalnızca tüzüğe odaklanıyorlar; CHP’nin ilkelerinden ve kurumsal kimliğinden,

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerinden hiç söz etmiyorlar.

O nedenle CHP’de değişim istediğini iddia edenler cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, ulusçuluk, devrimcilik, sosyal demokrasi, demokratik solculuk ilkelerini ve kavramlarını bir bütün olarak savunmuyorlar;

  • Partinin ideolojisini, tanımını bile doğru dürüst yapamadıkları “sosyal demokrasi” sözcüğüne indirgiyorlar.

Bu aynı zamanda CHP’nin ideoloji, kadro, seçmen ve taban üzerinden,
bölünüp parçalanması projesidir.

***
On gün önce CHP’de ortaya çıkan İlke ve Demokrasi Hareketi bu nedenle yaşamsal önemde bir oluşumdur. Çünkü bu oluşum, parti içi demokrasinin sağlanmasıyla birlikte, partinin kurultay tarafından onaylanan parti programındaki temel ilkelere ve CHP’nin kurumsal, tarihsel kimliğine de sahip çıkılmasını hedeflemektedir.

Söz konusu hareket, kamuoyuna duyurduğu ve medyada çok az bir bölümü yer alan bir bildiri ve çağrı metniyle, CHP yönetimi konusundaki tüm gerçekleri halkla paylaşmış, aynı zamanda CHP ve Türkiye için, geleceğe yönelik bir yol haritasının ana hatlarını ortaya koymuştur.

Bu metin aynı zamanda, https://www.change.org adlı web sitesi üzerinden, CHP üyelerinin, seçmeninin, tabanının ve halkın imzasına açılmıştır.

CHP üyeleri, örgütü, tabanı, seçmeni, partiyi işgal eden oligarşik yapılardan kurtulup, CHP’nin halkın partisi olmasını istiyorlarsa, bu hareketin içinde yer almalıdırlar.

CHP’yi işgal ve bölme operasyonu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
26 Haziran 2023, Cumhuriyet

 

Emperyalizme hizmet eden odaklar, 12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni kapattılar.

  • Çünkü CHP, Türkiye’de bağımsızlığın, Aydınlanmanın, laikliğin,
    ekonomik ve sosyal adaletin simgesi olmuştur.

Emperyalizm ise ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik ve ekonomik sınıflar üzerinden böler.

Bağımsızlığına kavuşmuş, Aydınlanma sürecinin bir parçası olmuş, cehaletten kurtulmuş, dinsel dogmatizmin ve despotizmin esiri olmamış, ekonomik sınıfların arasındaki uçurumu gidermiş bir ülkeyi, hiçbir emperyalist güç bölemez ve parçalayamaz.

CHP bu nedenle her zaman emperyalizmin hedefinde olmuştur. CHP’nin eski genel başkanları Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit, emperyalizmin CHP’ye müdahalelerine karşı her zaman onurlu bir direniş sergilemişlerdir.
***
CHP 12 Eylül’de kapatıldıktan sonra CHP kadroları, önce SODEP ve HP, daha sonra SHP ve DSP arasında bölünüp parçalandılar. Bu bölünmelerin ve parçalanmaların sonucunda, merkez sağ ve İslamcı sağ siyasi partiler geliştiler ve iktidar oldular.

1992 yılında Deniz Baykal, Altan Öymen, Erol Tuncer gibi CHP’lilerin öncülüğünde CHP yeniden açıldı ve SHP kendisini kapatıp CHP’ye katıldı. Ancak bu gelişme de, CHP’nin 1950’lerde, 1960’larda ve 1970’lerde sahip olduğu %30’lardaki ve %40’lardaki oy oranına ulaşmasını sağlamadı.

Çünkü bu sefer (kez) de, parti içi demokrasi mekanizması bertaraf edildiği gibi, CHP’yi içeriden işgal etme ve bölme operasyonları başladı. Deniz Baykal, 1 Mart tezkeresinde (AS: 2003) söz konusu olduğu gibi, dış politika alanında emperyalist müdahalelere direnmiş olsa da, parti içinde bu konuda yeterince etkili olamadı.

Kemal Derviş’in partiye alınmasıyla, partide sosyal demokrasi ve “Altı Ok” karşı karşıya getirildi. Oysa CHP’nin Kurultay tarafından onaylanan Parti Programı’na ve Parti Tüzüğü’ne göre, Altı Ok olarak da bilinen Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Milliyetçilik/Ulusçuluk, Devrimcilik ilkeleri, 1960’larda başlayan bir sürecin sonucunda, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleriyle bağdaştırılmıştı ve sentezlenmişti.

Derviş ise Olof Palme ve Willy Brandt gibi gerçek sosyal demokratların siyasetiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan sahte bir sosyal demokrat anlayışı CHP’ye ithal ederek, Altı Ok”o partiden silmeye kalktı.

Parti tabanının, örgütünün ve parti meclisi üyelerinin baskısıyla, Derviş CHP’den ayrılmak zorunda kaldı.
***
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına gelmesiyle büyük bir umut oluştu ancak zaman içinde Kılıçdaroğlu da CHP’nin kurumsal kimliğinden uzaklaştı, hatta Baykal’dan da farklı olarak, laiklik karşıtı İslamcı siyasetin yörüngesine girdi, laikliği AKP gibi, “din ve vicdan özgürlüğüne” indirgedi.

CHP’de sözde bir değişim söylemi geliştiren Özgür Özel ve Tunç Soyer gibi siyasetçiler ise son günlerde, “Altı Ok” ve Atatürk vurgusu yapmadan, tek başına sosyal demokrasiyi ön plana çıkararak, Derviş’in ve Kılıçdaroğlu’nun yolunda ilerliyorlar.

Ekrem İmamoğlu da bugüne kadar, “Her şey çok güzel olacak” ve “Sevgi kazanacak” dışında bir söylem geliştirmiş değil.

CHP il başkanlarının açıkladığı gibi, önemli olan kişilerin değil, fikirlerin ve ilkelerin değişmesidir. Ancak bunun için öncelikle, fikir ve ilke sahibi kişilere ihtiyaç vardır.

Partinin ilkelerini ve fikirlerini bütüncül bir biçimde özümsememiş olan kişiler değişmeden, ilkelerin ve fikirlerin değişmesi olanaksızdır!