Etiket arşivi: El Kaide

Rifat Serdaroglu : KİM MİLLETİN KİM ÇETENİN ADAYI ?

 

KİM MİLLETİN KİM ÇETENİN ADAYI ?

Rifat Serdaroglu

*Eğer Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş çıkıp şunları söylerse,
gönül huzuru içinde gidip Demirtaş’a oy verebilirsiniz :

-Ben, Abdullah Öcalan’ın adayı değilim,
-Ben, Kandil’in adayı değilim,
-Ben, Peşmerge kıyafeti giyip hiçbir zaman elime keleş almadım,
-PKK bir terör örgütüdür. Lanetliyorum,
-Bebek-kadın-dede-nine olmak üzere binlerce sivil vatandaşın katili PKK’dır.
-PKK terör örgütü, uyuşturucu ve Bonzai kaçakçılığı yapmıştır,
-Ben, Türkiye’nin bölünmesine karşıyım. Türk Bayrağı benim de bayrağımdır,
Türk Vatanı benim de vatanımdır.
*****

Fakat bunların bir tekini bile söylemez ise, bu adaya oy vermek Türk Vatanına ihanet etmekle eşdeğerdir. Vatanınızı – özgürlüğünüzü – çocuklarınızı elinizden alırlar, arkalarından bakar kalırsınız…

*Eğer Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan çıkıp şunları söyler ve belgeleri de ortaya koyarsa, gönül huzuru içinde gidip Erdoğan’a oy verebilirsiniz :

-Ben, Barzani’nin adayı değilim ve O’nun desteğini istemiyorum,
-Ben dolaylı da olsa Bebek Katili Bölücü Öcalan ile görüşmedim.
O’nun desteğini reddederim,
-Ben, Kandil’in beni desteklemesini asla kabul etmem,
-PKK, El-Kaide, El-Nusra, IŞİD terör örgütüdürler ve ben bunlara hiç destek olmadım,
-Ben, Cemaatin kadrolarını devletin en önemli birimlerine yerleştirmedim.
Onları kullanarak Milli Türk Ordusuna karşı sahte deliller üretilmesine göz yummadım. Cemaatin Savcı ve Polisleri vasıtasıyla Komutanların zindana atılmalarına sebep olmadım.
-Ben servetimin her kuruşunu helal yoldan kazandım. Bu yaşa kadar hiç haram yemedim.
-Yolsuzluk iddiasıyla istifa etmek zorunda kalan Bakanlarım, aslında suçsuzdurlar.
İşte belgeleri.
-Bakan çocuklarının evinde bulunan milyon dolarlar, helal yoldan kazanılmış paralardır.
-Ben, oğlum Bilal ile evdeki yüz milyonlarca Avro’yu sıfırlama konuşması yapmadım.
O konuşmaların sahte olduğunu uluslararası kuruluşlarda kanıtladım, işte belgeleri.
-Ben, devletten ihale verdiğim inşaatçılardan 100’er milyon Dolar isteyerek,
Binali Yıldırım aracılığıyla “Haram Havuzu” oluşturmadım. Onlar kendiliğinden bir araya gelip topladıkları parayla, gazete-televizyon alıp beni desteklemeye karar vermişler.
-Benim ve çocuklarımın yurt dışında bir dolarlık gizli hesabımız yoktur.
-Benim ve yakınlarımın Kuzey Irak’ta hiçbir yatırımım yoktur.
-Ben Türk Milletine hiç yalan söylemedim…

*****
Fakat bunlardan hiçbirini söylemez ise, bu adaya oy vermek Türk Vatanına ihanetle eşdeğerdir. Gelecek kuşaklarınızı kendi oyunuzla El-Kaide, El-Nusra, IŞİD
militanlarının, sadaka dolandırıcılarının emrine verirsiniz ve inanın ki
hayırla anılmazsınız…

****************

Eyy Erdoğan ve Eyy Demirtaş;

İnsanları kandırmadığınızı, aldatmadığınızı iddia ediyorsanız bunları söylemelisiniz. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın Türk Milleti ve Türk Tarihi önünde, namusu ve şerefi üzerine edeceği yeminde “Türk Milletine-Demokrasiye-Lâik Cumhuriyete-Hukukun üstünlüğüne ve Anayasaya sadık kalacağı..” yazıyor.

Yemininizi tutabilecekseniz, Türk Milleti’nin adayı olabilirsiniz.

Yok, “Biz yeminimizi tutamayız, bugüne dek ettiğimiz yeminleri tuttuk mu ki,
bunu tutalım?” diyorsanız size Denizli’den bana yazan Hatçe Teyze’nin dediğini deyivereyim;

“Len oğlum Rifat, bizim buralada bi laf va. O pu…n g….ü don tutmaz diye, anlayıver sen gari. Bunla hangi yeminlerini tuttula ki, bu defakini tutalar,
a saf oğlum. Hadi iyi bayramlar gari…”

Sağlık ve başarı dileklerimle.
28 Temmuz 2014

Rifat Serdaroglu : BAŞKANBAŞBAKANGENELBAŞKAN

Rifat Serdaroglu : BAŞKANBAŞBAKANGENELBAŞKAN

 Rifat Serdaroglu

Türk Milleti 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçecek, ilk kez oy kullanacak.
Adaylar, biri dışında henüz belli değil. Belli olan ise Başbakan Erdoğan

Erdoğan; kimilerine göre 12 yıl boyunca başarılı bir Başbakanlık yaptı.
Girdiği her seçimi kazandı. Türkiye’yi başarıdan başarıya koşturdu, çağ atlattı.
Özellikle Sağlık alanında ve Dış Politikadaki uygulamalarıyla halkın desteğini
ve beğenisini aldı!

Kürtçüler, Numaralı Cumhuriyetçiler, Türk Milleti ve Atatürk Düşmanları,
İslam Devleti ve Hilafet Özlemcileri, Tarikatlar-Cemaatler, Ermenistan ve Rum Pontus Hayalcileri, BOP Destekçileri, Tesev-Soros Beslemeleri, koro halinde ellerindeki medya ve propaganda organlarıyla bu hayali “Başarı Öyküsünü” üfürüp durdular.

Biz de yıllardır,

  • Bu yapılan bir hayal ticaretidir, bu kişi demokrat değildir.
    Devleti yönetecek ehliyeti yoktur. Ülke süratle Federe İslam Devletine götürülmektedir. Hırsızlık-yolsuzluk-rüşvet tepeleri sardı,
    devletin en hassas birimleri işgal ediliyor, 
    Milli Ordumuza tuzak kuruluyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanması yapılıyor.
    Alınan borçlar, yatırım için değil tüketim için kullanılıyor.
    Ekonomi alarm zilleri çalıyor.”
     dedik durduk. Keşke yanılan biz olsaydık…

Geldiğimiz noktada, Erdoğan tam bir dikta yönetimi uygulamaya başladı.
İşine gelen Yargı kararlarını beğeniyor, işine gelmeyen bir karar çıkarsa,
Yargıç-Savcı-Mahkeme-Anayasa Mahkemesi-Hukuk Devleti demeden, bu makam ve kişilere en ağır hakaretleri yapıyor, yargı kararlarına saygı duymadığını, gerekiyorsa onlara da yasak koyacağını söylüyor.

Cumhuriyet Tarihinde ilk kez bir Başbakan, Yargı Erkine, “Yargı belası” dedi!
Bu kafaya, bu anlayışa “Demokrat” diyecek birinin aklından şüphe edilir.

Erdoğan şimdi bu anlayışını, Türkiye’ nin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı Makamına taşımak istiyor. Üstelik Başbakanlık ve Genel Başkanlık kimliklerini de yanında taşıyarak.

Değerli Okurlar;

Bir kişiyi dostlarınız arasına alırsanız, onun ailesini-yakınlarını da dostlarınız arasına katmış olursunuz.
Türk Milleti eğer Erdoğan’ı Çankaya Köşküne yani Atatürk’ün Evine çıkartırsa, beraberinde kimleri de oraya taşıyacak, bakalım mı?

*Erdoğan’ın ailesi, Vakıflarıyla-Gemicikleriyle-Medya Gruplarıyla-Sıfırlanan Milyarlarca Avrolarla-Villalarla-Pırlanta Dükkânlarıyla Çankaya Köşküne çıkacak.
*Yasin El-Kadı, Gülbettin Hikmetyar, Reza Zarraf, Hariri Ailesi, Seyid Kutub,
El Kaide, El Nusra da Çankaya Köşküne çıkacak.
*Barzani, Öcalan, Şivan Perver gibi Türk Milletine düşman kişiler de çıkacak.
*Ayakkabı Kutuları, Para Kasaları, Haram Havuzları, İmar Yolsuzlukları, Kupon-Cillop Araziler kol-kola Çankaya çıkacaklar.

Türk Milleti tüm bunların Çankaya’ya çıkmasına izin verecek mi?
Hiç tahmin etmiyorum, vermeyecektir.

Önümüzdeki günlerde ekonomik alanda ciddi sıkıntılar yaşayacağız.
Erdoğan istediği denli saklamaya, karartmaya çalışsın, deniz bitmiştir.
Türkiye Borç Batağındadır.
Son 10 yılda sektörlerin bankalara borcu, % 1173 artarak 1,2 Trilyon TL oldu.
Son 10 yılda Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla ise yanızca % 179 arttı.
(AS:Başbakan RTE 230 milyar dolardan 825 milyar dolara çıktığını söylüyor. 3,5 kat)
Son 10 yılda konut kredileri 32 kat, kredi kart borcu 31 kat, ihtiyaç kredileri 50 kat arttı.

Artık iç ve dış finans kuruluşları ve Bankalar, Türkiye’deki “Özel Sektör Projelerine” kredi vermiyorlar.
Erdoğan bu projeler için “Hazine Garantisi” vereceğini açıkladı.
Yani, “Türk Milletinin a..na k…m diyen sepetin yaptığı işler nedeniyle aldığı krediler ödenmezse, bunun borcu bizim vergilerimizle ödenecek!
Bu durum, çarkların böyle dönmeyeceğini, durma noktasına geldiğini gösteren
çok ciddi bir durumdur.

Ayrıca Başbakan Erdoğan, Türk Milleti ile “Hesap Kesmeden” hiçbir yere gidemez, gitmemelidir. Önce 12 senenin hesabını Türk Milletine verecek, sonra gidebilirse,
millet seçerse, gidecek.

Yalnız bir uyarım var:
Çankaya yokuşu çok diktir. Nefes darlığı olan, sırtında “Yolsuzluk-Kalpazanlık-
Resmi Evrakta Tahrifat- İhaleye Fesat karıştırmak” gibi dosyalar ve iddialar olan biri o yokuşu çıkamaz. Nizamiyenin önünde tıkanır kalır. Böyle tıknefes ve yükü çok ağır olan birinin çıkabileceği tek yokuş, Yüce Divan görevini yapan Anayasa Mahkemesi yokuşudur.

Not  : Bir yandan “Yargı Belası” , “Twitter Belası” , “Kuvvetler Ayrılığı Belası” ,
öbür yandan Haşhaşiler-Çeteler-Alçaklar-Şerefsizler Belası”, en son olarak da
“Tek Ceketlinin” açtığı davalar bizde akıl bırakmadı be kardeşlerim.
Hele bir de Bilal’in iki lafı bile anlayamaması ve sıfırlama operasyonundaki beceriksizliği, sinir sistemimi alt-üst etti. Bayramınızı kutlayamadım.
23 Nisan Milli Hâkimiyet ve Hayırlı Evlat Bayramının, hayırlara vesile olmasını
niyaz ederim. Allah yar ve yardımcınız olsun. En kalbî, böbrekî ve bağırsakî saygılarımı sunarım. Vakıflarımız tatil günleri de açıktır. Her türlü bağış kabul edilir. Hele peşin ve nakit verilirse, sevabınız iki kat artar. Âmin ve İnşallah…

Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Nisan 2014
Rifat Serdaroğlu

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var!


Dostlar,

Av. Cemil Can‘dan oldukça sert bir ileti ulaştı..
Tonunu ve biçemini (üslubunu) epey ağır bulsak da, içerik büyük ölçüde doğru korkarız..
İlgililerinin bu eleştirilere de sabırla kulak kabartması bize göre yararlı olur..
(Anlama dokunmadan, bir ölçüde dilini arılaştırdık..)
Av. Can, ilgili anayasa ve yasa maddelerini de eklemiş..

Sevgi ve saygı ile.
17 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (1) yargılanmak da var! 

İngiliz The Independet gazetesinden Robert Fisk’ten sonra (2),  ABD’li gazeteci 
Seymour M. Hersh, Suriye’de muhaliflerin kullandığı ve yüzlerce kişinin ölümüne
neden olan “sarin” gazı ile ilgili olarak Türkiye’yi işaret etti (3). B
atı’nın ünlü yazarları, savlarını 2 temel kanıta dayandırıldılar:

Biri, sarin gazının Moskova’nın daha önce Libya’ya sattığı stoklardan geldiğidir,
öbürü 10 El-Nusra militanı hakkında Türkiye’de açılan davanın 130 sayfalık iddianamesinde yapılan açıklamalardır… Pulitzer ödüllü gazeteci Hersh,
ABD Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı Başkan Yardımcısı David Shedd’e hitaben yazılan raporda:

  • “Saldırıyı MİT’in planladığı, sarin gazı yapımında kullanılan kimyasalların da bizzat Türk jandarması tarafından Halep’e taşındığı”nın

yazıldığını açıklamıştır…

El-Kaide’nin “sarin” gazını hayvanlar üzerinde denediği de yazılan raporda;
El-Nusra cephesi bağlantılı “Sarin Üretim Hücresi”nin 11 Eylül 2011 öncesindeki
El-Kaide bağlantılı hücreden bu yana en ileri sarin üretim merkezi olduğu belirtilmiş…

Görünüşe bakılırsa, ABD, Esat rejimini yıkma planının başarısızlıkla sonuçlanmasından Türkiye’yi sorumlu tutacak. O kadarla kalsalar iyi.  Suriye’nin
daha önce, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Türkiye hakkında yaptığı başvurusu da hesaba katılırsa; birbirini tamamlayan bu süreç sonunda,

  • Erdoğan’ı uluslararası “terörist” ilan etmelerine de şaşırmamak gerekir.

ABD’nin dostluk anlayışı böyledir işte. Arkasındaki halk desteğini çekemediği Erdoğan’ı, ancak bu şekilde saf dışı edebileceğini düşünmektedir!..

Anlayacağınız ABD yine bir taşla iki kuş vurma peşindedir. Şanghay İşbirliği Örgütü önündeki yenilgisini dünya kamuoyundan bu operasyonla gizlerken, bir taraftan bu operasyonla “başarı” gibi gösterecek, öte yandan da söz dinlemeyen “stratejik ortağı” Erdoğan’dan kurtulmuş olacaktır!.. Aynı zamanda Erdoğan’ın yerine gelecek olana (olasılıkla Kılıçdaroğlu olacaktır) da peşinen gözdağını vermiş olmaktadır…

***

Hacı Efendi! Dini kirli siyasete alet etmeye mecbur musun? 

Diyanet işleri partisi (AS: DİB kastdiliyor..), eski bakan Egemen Bağış’ın
Bakara-makara” sözlerini “Din ve dince kutsal sayılan değerleri alaya almak”  olarak değerlendirdikten sonra, “Alaycılık kadar, yapılan konuşmayı teşhir etmenin de
gayri ahlakı olduğunu
” vurgulayarak, eski bakanın eleştirilip kınanmasını dinsel açıdan yasakladı!.. Öyle ya,  dince kutsal sayılan değerlerle alay eden birini
teşhir etmeden, kınamak olanaklı olamayacağı için, Diyanet’in yaptığı;
olayın üzerinin örtülerek,  unutulmasını sağlamaktır.

Dİ Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bizi temsil eden bakanların dinle alay etmelerinin gizli tutulmasını önermektedir. Böyle kişilerin gerçek yüzlerinin görülmesini acaba neden istemiyor? Halkın dinsel duyguları ile alay eden insanın
teşhir edilmesinin neresi ahlak dışıdır?
Görmez, “İslam dini, kamu hukukuna tecavüz olmadığı müddetçe, kötülük ve günahın teşhirini kabul etmez..” diyerek,  Bağış’ın sözlerinin kamu hukukuna tecavüz sayılmayacağını da savunuyor.
Bu şekilde, dinsel alandan çıkıp hukuk alanında da “fetva” veriyor…

Anayasamız,  24. maddesi ile koruma altına aldığı dinsel inanç ve duyguların
istismar edilip kötüye kullanılmasını da yasaklıyor. Aynı biçimde, dinsel değerler,
Türk Ceza Yasası’nın 115125, 153 ve 158. maddelerinde (*) belirtilen suçların ağırlaştırma nedeni olarak gösterilmektedir. Bunlara ek olarak 216. maddede (**) Egemen Bağış’ın sözlerinin doğrudan suç olduğu açıklanmıştır.

“Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçu “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri açıkça aşağılayan kimse” diyerek, “dinsel değerler” ile tanımlamış bulunmaktadır. Durumun böyle olmasına karşın Diyanet İşleri Başkanı’nın,
durumu “kamu hukukuna tecavüz” olarak görmemiş olması düşündürücüdür…

Diyanet İşleri Başkanı, Eski AB Bakanı Egemen Bağış için doğrudan “kamu hukuku” alanına giren (4) “ceza hukuku”nu bile bu alanın dışına çıkartmayı göze alabilmiştir. O’nun bu çabası, Devletin ve dinin kimlerin eline geçtiğini göstermek bakımından
oldukça anlamlıdır…

17 Aralık (AS:2013) rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile temel dini değerlerin sarsılmasını göremeyen ve bu konularda bir tek söz söylemeyen Diyanet’in, Egemen Bağış’ı korumak için böyle özel bir çaba içerisine girmesi, bu anayasal kurumun da yozlaşıp, temel görevlerinden uzaklaştığını, iktidarın hukuka ve ahlaka aykırı icraatlarını gizlemeyi üzerine bir görev olarak aldığının en çarpıcı kanıtıdır…

***

Bu denli de pişkinlik olmaz, insanda biraz yüz olur!..

Emniyet ve Jandarma’nın ortaklaşa hazırladıkları “Çözüm Süreci-PKK Raporu”ndan çıkan sonuç:

PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmesi 3 ayla sınırlı kaldı. PKK’lılar
yurt dışındaki kamplarında eğitilerek geri döndüler. Örgüte yeni 2000 katılım var.“

“Analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin” edebiyatı ile AKP-PKK planına payanda olan Kılıçdaroğlu, “Açılım kimsenin tekelinde değil” diyedursun,
atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmiştir. Erdoğan’ın yerel seçimleri etkilemek amacıyla
PKK ile yaptığı anlaşma, istediği sonuçları vermiştir. AKP, geçen yerel seçimlerde %38 olan oy oranını, %44’e çıkartarak, Recep Bey’i deliğe süpürülmekten kurtarmıştır!..

Adeta CHP tabanı ile alay eden Kılıçların efendisi, “Sandıktan bize daha çok çalışın mesajı çıktı” diyerek, istifa etmeyi aklının ucundan bile geçirmediğini ortaya koymuştur. Tıpkı yardımcısı Gökhan Günaydın gibi, O da Yeni CHP’nin uyguladığı politikaların “doğru” olduğunda ısrarcıdır… Tabanın tepkisini boşaltmak için ayarlanmış gençlerden oluşan, sözde “CHP’yi işgal” planı da bir işe yaramamıştır!.. İnandırıcılıkları yok tabii ki. Yollarına kırmızı halılar serilen “Atatürk’ün yurttaşları”nı Yeni CHP’nin gerçek genel başkanı TR 705 numaralı Sezgin Tanrıkulu, döner-ayranla karşılamıştır…
Bu tür yapay gösterilerle, başarısızlıklarını gizleyeceğini sanan genel merkez yöneticilerinin, maskeleri düşmüş ve gerçek yüzleri iyice ortaya çıkmıştır…

Halbuki halkın Yeni CHP’ye verdiği ileti son derece açıktır:

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e karşı darbe yapılırken, Mustafa Kemal’in askeri olup direnme yerine, evlerinde oturmayı tercih eden, Gezi Direnişi’ni TV’lerden seyreden, Atatürkçülük yerine liberalizmi ve 2. cumhuriyeti savunan
Soroscu gençlik
, Ulu Önderin “Ey Türk Gençliği” yine seslendiği gençlik değildir!..Dolayısıyla onlar, Aslanlı Yol’da buluşan Türk gençliğini
temsil edemezler!..

Yerel seçim sandığından çıkan iletiye gelince: 

Türk halkı, Kılıçdaroğlu’nun sandığı gibi kendilerine “daha çok çalışın” dememiştir!.. Halkın iletisi son derece açık ve anlaşılır biçimdedir: Komployla ele geçirdiğiniz CHP’den istifa edip gidiniz, varlığınıza lanet olsun, sizin gibilerin oyu bile CHP’ye gerekli değildir!..

  • “Açılım kimsenin tekelinde değildir” diyerek,
    Türkiye’yi bölme projesini sahiplenen Kılıçdaroğlu’na, 

aynı zamanda denmiştir ki: Güvenilir bir lider değilsin!.. 12 yıllık AKP iktidarında; hükümeti sabun gibi eritip bitirecek bu denli olay yaşanmasına karşın, ana muhalefetin oy yitirmesine, iktidarın yükselmesine neden olmuşsun. Basiretsiz birisin. Demek ki,
bu halk seni Recep Tayyip Erdoğan’dan daha tehlikeli ve beceriksiz olarak görmektedir. O’na bile bir dönem daha katlanmayı göze almış ama seni elinin tersi ile deliğe süpürmek zorunda kalmıştır… Buna karşın, bütün bu olup bitenlerden
“daha çok çalışın” iletisini çıkartmışsın öyle mi?..

Kemal Efendi; şu gerçeği gör artık :

  • Seyit Rıza’yı, Şeyh Sait’i ve Abdullah Öcalan’ı kendine rehber alan,
    CHP’nin geçmişini karalayan, Dersim isyanını bastırmayı “katliam” olarak değerlendiren biri, Mustafa Kemal Atatürk ile İnönü’nün koltuğunda oturamaz!..

Erdoğan yerine, ABD’nin BOP’ne eşbaşkan olmaya istekli olan kişi, antiemperyalist mücadelenin karargahı olan CHP’de genel başkanlık koltuğuna oturamaz!..
Senin ve ekibinin varlığı, CHP’ye bir şey katmaz. Siz olmasanız da CHP tabelası bile
%25 oyu her zaman alır. Varlığınız her zaman eksi hanesine yazılır…

Yolunuz Atlantik ötesine kadar açıktır…
Haydi güle güle!..

Av. Cemil Can
(imzasıyla, gamzeyildirim61@gmail.com eliyle)

DİPNOTLAR
(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslararas%C4%B1_Ceza_Mahkemesi
(2) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140410_robert_fisk_erdogan_sarin.shtml
(3) http://www.lrb.co.uk/v36/n08/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line(4) http://tr.wikipedia.org/wiki/Kamu_hukuku

(*) Anayasa hükümleri :

MADDE 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir.  Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Türk Ceza Yasası

İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme

MADDE 115. – (1) Cebir veya tehdit kullanarak, bir kimseyi dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayan ya da bunları açıklamaktan, yaymaktan meneden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Dinî ibadet ve ayinlerin toplu olarak yapılmasının, cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla engellenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkraya göre ceza verilir.

Hakaret

MADDE 125. – (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, 
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri;
basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.

(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.

MADDE 153. – (1) İbadethanelere, bunların eklentilerine, buralardaki eşyaya, mezarlara, bunların üzerindeki yapılara, mezarlıklardaki tesislere, mezarlıkların korunmasına yönelik olarak yapılan yapılara yıkmak, bozmak veya kırmak suretiyle zarar veren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada belirtilen yerleri ve yapıları kirleten kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

(3) Birinci ve ikinci fıkralardaki fiillerin, ilgili dinî inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranında artırılır.

Nitelikli dolandırıcılık

MADDE 158. – (1) Dolandırıcılık suçunun;

a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,

İşlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat
temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

(**) Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama

MADDE 216. – (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Ankara Tabip Odası HEKİM POSTASI : Dünyadan Kısa Kısa


Hekim Postası

Ankara Tabip Odası HEKİM POSTASI : Dünyadan Kısa Kısa

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası düzenli olarak
aylık HEKİM POSTASI adlı bir yayın çıkarıyor..

Bu yayından biz çok yararlanıyoruz ve çok sık olmasa da arada yazıyoruz..

Son sayıdan (Mart 2014) bir alıntı yapmak istedik..

Emek veren meslektaşlarımıza ve Oda emekçilerine teşekkür ederiz..

Onların e-iletisine şu yanıt verdik :

  • Sevgili arkadaşlar,
    Bu son sayı çoook dolu dolu..
    Hem de TR gündemi çok yoğunken..
    Hem de başta dava varken..
    Ve de Nisan ortasında seçime hazırlanırken..
    Bravo..
    Elinize sağlık..
    Bir alıntıyı koydum web siteme.
    Başka yazıları da koyacağım..
    Sağolun..

Sevgi ve saygı ile.
27 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================

Dünyadan kısa kısa…

Tarih : 27 Mart 2014

IŞİD sağlık hizmetlerini tehdit ediyor

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) denetiminde bulunan Rakka kentindeki eczacılar, IŞİD’in kente ilaç ve tıbbi malzeme girişine izin vermediğini bildirdi. Birçok hastanenin ilaç ve tıbbi malzeme eksiğinden dolayı kapandığını söyleyen Rakkalı eczacılar ve doktorlar, ilaç eksiğinin büyük boyutlara ulaştığını, yerel halkın sağlık ve tedavi hizmetlerinin aksadığını belirtti.

IŞİD’in bölgenin denetimini ele geçirdikten sonra kent merkezi ve çevre bölgelerdeki hastanelerin malzemelerini söktüğü, bazı sağlık merkezlerini kapattığı,
gönüllü sağlık görevlilerini kaçırdığı da uluslararası basına yansıyan bilgiler arasında.

Bu yılın başında Sınır Tanımayan Doktorlar sözcüsü Michael Goldfarb, Suriye’nin kuzey batısında görev yapan 5 doktorun kaçırıldığını açıklamıştı. Goldfarb, doktorların güvenliklerini tehlikeye atmamak için Esad yönetimi mi yoksa IŞİD’in de aralarında olduğu gruplar tarafından mı kaçırıldıklarını açıklamayacağını belirtmişti. Merkezi Londra’da bulunan Suriye’de İnsan Haklarını Gözetleme Örgütünden yetkili Rami Abdurrahman ise AP’ye yaptığı açıklamada, El Kaide bağlantılı Irak Şam İslam Devleti’nin Lazkiye’de bir hastaneyi ve doktorların kaldıkları evleri bastığını ve doktorları kaçırdığını söylemişti.

Sınır Tanımayan Doktorlar’ın Suriye’nin kuzeyinde bulunan 6 hastane ve 4 sağlık ocağında görev yaptıkları biliniyor. Doktorların kaçırıldıkları Lazkiye ili Hatay’a da yakın ve Alevi nüfusun yoğun olduğu bir bölge. Lazkiye’ye daha önce El Nusra ve IŞİD tarafından saldırılar düzenlenmişti. İnsan Hakları İzleme Örgütü, geçtiğimiz yıl
Ekim ayında yayınladığı raporda El Kaide ile bağlantılı grupların Lazkiye kentinde
Alevi oldukları için aralarında çocuklarında bulunduğu 190 sivili katlettiklerini açıklamıştı. (Kaynak: ANF, Reuters)

Mısır’da süresiz grev başlıyor

Mısır’da derinleşen ekonomik ve siyasi kriz, sağlık örgütlerine süresiz grev kararı aldırdı.

2014 yılının başından bu yana doktorlar ve diş hekimleri sendikaları her pazartesi ve çarşamba, eczacılar sendikası ise haftanın belli günlerinde tek günlük grevler gerçekleştiriyordu. Doktorlar, diş hekimleri ve eczacılar sendikası ortak bir karara imza atarak süresiz grev kararı aldı.

Sendikaların düzenledikleri basın toplantısında konuşan Mısır Doktorlar Sendikası Üyesi Amr eş-Şura, süresiz olarak başlatılan grevin, sağlık sistemine bütçeden daha fazla pay ayrılması, sektörün yeniden yapılandırılması, hastane ve sağlık personeline yönelik suçlara verilen cezaların arttırılması gibi talepleri içerdiğini belirtti. Taleplerinin temelinde “hastaların menfaati” olduğunu söyleyen Şura, eczanelerin ve acil servislerin grev sırasında acil ve kritik vakalarla ilgilenmeye devam edeceğini kaydetti.

Şura, hükümetin taleplerine karşılık verip vermemesiyle ilgili olarak grev için yeni bir yol haritası belirleneceğini de ekledi. (Kaynak: DailyNewsEgypt)

Güney Sudan’da hastaneye saldırı

Orta Afrika’da yer alan Güney Sudan’da hükümet ile isyancılar arasındaki çatışmalar yoğunlaştı. Çatışmalarda el-Vahde eyaletinde bulunan bir hastane kundaklandı ve Yukarı Nil eyaletinin başkenti Malakal’daki devlet hastanesinde bazı hastaların öldürüldüğü bilgisi basına yansıdı.

Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü Başkanı Rafael Giorgio konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Güney Sudan’ın başkenti Cuba’da hükümet güçleri ile Riek Machar’a bağlı muhalif gruplar arasındaki çatışmalar sırasında Malakal hastanesinde tedavi gören bazı hastaların öldürüldüğünü ve el-Vahde eyaletindeki Lir hastanesinin yakıldığını kaydetti. Giorgio, ülke genelindeki çatışmaların yoksul halkın sağlık hizmetlerine erişimini engellediğini, tıbbi yardımların dağıtılmasını güçleştirdiğini belirtti.

Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nün Lir eyaletindeki Program Koordinatörü Sarah Mainrad, artan şiddet olayları nedeniyle nüfusun büyük çoğunluğunun eyaleti terk ettiğini, geri dönenlerin ise sağlık hizmetlerinin bulunmaması nedeniyle tekrar kentten ayrılmak zorunda kaldıklarını söyledi. (Kaynak: Aljazeera)

Türkiye’de Devlet Krizi mi Var?

Dostlar,

9 Eylül Üniversitesi tarih hocalarından değerli dostumuz sevgili Prof. Kemal Arı‘nın çok ufuk açıcı ve derinlikli bir tarihsel irdelemesini paylaşalım..

Tam da devrimci – bilimsel tarih irdelemesi yöntemiyle kaleme alınan bir makale..

Zaten Tarihbilim‘den beklenen de bu değil mi??

Dünü güne bağlamak ve geleceği çıkarsamak, öngörmek..

Unutulmasın, Prof. Kemal Arı da Cumhuriyet’in eğitim felsefesinin ve kurumlarının ürünü.. Kendisine teşekkür ediyoruz..

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti,
O’nun sarsılmaz – sırtı yere getirilemez devrimci,
Kemalist birikimi ve Yüce ATATÜRK!

AYDINLANMA kazanacak..
Tarihsel deteriminizmin kaçınılamayacak yasasıdır..

Sevgi ve saygı ile.
8.1.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================

Türkiye’de Devlet Krizi mi Var?

portresijpg

Prof. Dr. Kemal Arı

 

Evet, ne yazık ki Türkiye’de ardı ardına yaşanan olaylar nedeniyle, ülkemizin içinde bulunduğu durum, bir hükümet krizini de aşarak, “devlet krizi” boyutunu almıştır.

Daha ötesi de var: Olan bitene ve yazılıp çizilene bakılırsa, özellikle Suriye Politikası’na bağlı olan gelişmelerle bağlantılı olarak, Türkiye’nin büyük devlet krizinden de öte,
ülkeler arası krize aday ülke olma yönünde hızla yol aldığı söylenebilir…
Bu şuna benziyor:

Bir bina var ortada… Temel iğreti… Ve temel iğreti olunca, onun üzerine yapılan yapının bütününde hiçbir yapılıp edilen; gerçek işlevini yerine getiremiyor. Zincirleme biçiminde birbirini izleyen gelişmeler biçiminde, koskoca bir bünyeyi tepeden aşağı kilitleyen bir
ur durumunu alıveriyor…

Bu zamana dek, ülkemizde gündem olan konular neydi bir anımsayalım:

Ulus devletin dönemi artık bitmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kurucu irade, siyasal, toplumsal ve ekonomik konularda yanlış işlere yönelmişti. Türkiye AB yolunda hızla ilerleyecek; alt kimlikler, ulus gerçeği yadsınacağı için parlatılıp ortaya çıkarılacak; böylece sözde bir çoğulculuk kültürüne geçilecekti… Bunu da önce “açılım”, sonra da “çözüm süreci” işleyecek;

  • Türkiye’de Silahlı Kuvvetler, açıkça bir kumpasın tutsağı olarak
    gücünü ve işlevini yitirecek
    ; bir kaos ve güven ortamı yaratılacak;
    buradan da hareketle büyük bir sistem değişikliğine gidilecekti.

Bu sistem değişikliğinde; geçmiş kimlikleri önemli değil, kimi güruhlar, batılı anlamda çoğulcu, ancak başkanlık sistemine uygun bir federal yapının çıkış yolu olabileceğine dek getirmişlerdi işi… Bir dönem yıkılmıştı onlara göre…
Ve artık yeni bir dönemin inşa edilmesi süreci gelmişti.

Oysa oyun kurucuların; yani önce dış, ardından da iç dinamiklerin başka hesapları da vardı. ABD’nin BOP’u malum, bilinmedik bir şey değil… Ancak ABD, bütün olup bitenlere, sayısız masum kanı akıtılması, sayısız Müslüman kadının ırzına geçilmesi; pek çok tarihsel yapıtın akıl almaz biçimde yağmalanmasına karşın; büyük bir yenilgi almıştı Ortadoğu’da… Sözde, ılımlı İslam demokrasiler yaratma düşü,
bir balon gibi sönmüştü. Bunda da birkaç etken vardı:

Birincisi, Ortadoğu’daki halkların uzayan süreç içinde akıl almaz direnişleri;
yükselen Amerikan karşıtlığı; ikincisi de; ABD bölgeye sokuldukça ve
kalıcı kimi adımlar attıkça, artık eski dağınıklığından sıyrılmış olan Rusya’nın,
özellikle Suriye konusunda, bu ileri karakolunu yitirmemek için donanmasını harekete geçirerek kararlılığını ortaya koymasıydı… Bu yeni gelişme, Obama’nın büyük ölçüde canını sıktı:

Suriye’de, kışkırtılan kabileler ve siyasi aktörler birbirlerini doğrarlarken;
Esad Rejimi’ni devirmek için girişilecek bir askeri harekâtta Rusya tavrını çok net biçimde ortaya koymuşken; bölgedeki Amerikan karşıtlığı da dikkate alındığında, bu harekatın
ne yararı olabilirdi ki!

Bu kez, papuç pahalıya geliyordu…

  • Üstelik ılımlı demokrasi diye diye, destek vererek,
    toplumsal ayaklanmaları Arap Baharı diye pazarlarken,
    ortaya demokrasi adına çıkan yapılar, bir süre sonra
    denetlenemez bir radikal İslamcılığa doğru kayma eğilimi
    içine girmişlerdi.

Bu evdeki hesabın, çarşıya uymadığını gösteriyordu. Oysa, denetlenebilir diktatörlükler, denetlenmesi güç şeriatçı-radikal rejimlere dönüşen bu yapılara göre
ABD için çok daha iyi sonuçlar yaratabilirdi.

Bu kez, açıkça ilan etmese de; ABD, BOP’un çöktüğünü görüyordu.

Evet, kimi sarsıntılar, kimi hesaplar ve ara ara uç veren kimi sıkıntılar olabilirdi ama, genel olarak coğrafya okunduğunda, ABD artık bölgenin tek hükümranı değildi.
Bırakın Rusya’yı, Rusya’nın desteğini almış bir İran bile ABD’nin prestijini
bir anda yerle bir ederdi.

Politikadır bu… Çıkar neredeyse oraya dümeni kırma becerisinin son derece yaygın olduğu bir uzmanlık alanıdır.

Türkiye açısından bakıldığında ise; durum gerçekten ürkünçtü (vahimdi).
Suriye’de Amerika’dan çok Amerikacılık politikası, bir süre sonra Türkiye adının,
Radikal İslam’la anılmasına neden oldu.

El Kaide;

– Türkiye’nin karşısında bayrakları gönderde sallanan;
Tekbir sesleri getirerek kadınlara önce tecavüz edip,
– Sonra da kameralar önünde kafalarını kesen;
– İnsanları kurşuna dizen vahşi görüntülü kişilerle birlikte yer almıştı.

Bunu batı kamuoyunun elbette benimsemesi beklenemezdi.

  • Türkiye, açıkça bir batağın içinde bulmuştu kendini.

Ancak, dış politikayı bir türlü doğru okuyamayan aktörler, gerçekçi bir çizgi üzerinden gitmektense, duygularıyla hareket ediyorlardı. Bu duygu da kendini,
eski Osmanlı Ruhu’nun yeniden canlandırılması olarak ortaya koymuştu… Nasılsa ulus devlet artık eski işlevini yitirmişti ya bu bilindik kişilere göre;
onun yerini artık Yeni Osmanlıcılığın alacağına şaşılacak derecede kendilerini inandırmışlar; bir de bu yetmiyormuş gibi, bölge ülkelerinin de buna destek vereceklerini sanmışlardı.

Sözde güçlü devlettik; ancak bir yandan güçlü sandığımız devletin,
bu yanlış hesaplar içinde, terörü destekleyen ülkeler kategorisine dek uzanacak
bir dizi sakat yolların içine itildiğini bir türlü görmüyorduk.

İçerde ise artık durum bambaşkaydı. ABD’nin ve giderek AB’nin desteğini yitirmiş olan hükümetten; Pansilvanya’daki muktedir de elini çekmişti. Zaten bu Mavi Marmara olayından beri uç vermiş bir hastalıktı. Önce dersaneler gerekçesiyle bu açıkça ortaya çıktı; ardından yine eski yöntemlere dönülerek, kimi kasetler ortalıkta göründü;
ardından da devletin gizli belgeleri, yolsuzlukların birer kanıtı olan görüntüler
bir anda ortalığı sardı.

İçerde; önce başkanlık, onun yanı sıra federal bir cumhuriyeti hesaplayan kafa;
bu kez bu hastalıklı durumlar nedeniyle, kendisine karşı bir komplo kurulduğunu söyleyen basit bir dil kullandı.

Derken,

  • ayakkabı kutularından ortalığa saçılan ve kaynağının ne olduğu
    bir türlü anlaşılamayan milyonlarca dolarlık paralar,
    para sayma makineleri
    ortalığa dökülüverdi.

Kimi bakanların çocukları ve önemli kişiler tutuklandı. Savcılık soruşturmasında iş,
Sayın Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a dek uzandı. Bu kez, yürütmenin yargıya karşı, karşı bir atağı gelişti. Devletin içinde yargı; yolsuzlukları ortaya dökmek için bir adım atmışken; bu kez daha önce bu yapıya hiç sesi çıkmayan iktidar,
devlet içinde paralel bir devlet yapılanmasından söz eder oldu…

Gelinen nokta nedir?

“Güçler ayrılığı ilkesi” açıkça ihlal edilmiştir.

Yürütme, hem yasamanın hem de yargının üzerinde çok daha etkin olmak için,
kimi belgeler ortaya döküldükçe, daha cevval bir tavra bürünmüştür.

17 Aralık’ta (2013) yaşayan olayları Gezi Olayları ile ilişkilendirerek
,
bunu Türkiye’nin gelişmesini istemeyen dış güçlerin müdahalesine bağlayabilecek ölçüde düş gücü geniş bir yoruma sığınmıştır.

Siyaset boşluğa düşmüştür.

Toplum, olan bitenlerden şaşkın; ne olduğunu tam anlayamadan, kafa karışıklığı içine sürüklenmiştir. Buna karşın, gelecek seçimlerde, toplumun önüne konulacak
siyasal aktörleri seçme konusunda, özellikle merkez sağdaki boşluk;
siyasal istikrarsızlık için çok önemli sakıncalar yaratacak ölçüde büyüktür.

Pekala bugün herkes biliyor ki; iktidar partisine giden oyların önemli bir bölümü;
sol partilere oy vermek istemeyen; güçlü bir milli kimlik vurgusuyla ortaya çıkan
öteki muhalefet partisine de pek sempatiyle bakmayan; liberal ancak muhafazakar eğilimli, batılı değerleri ve demokrasi değerlerini yadsımayan; Cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı pek de alerjisi bulunmayan kesimden beslenmektedir. Bu kesim;
verili (mevcut) siyasal yelpazede, kendini temsil edecek liberal-muhafazakâr eğilimde, eski Adalet Partisi ya da Anavatan Partisi gibi bir parti bulamadığı için;
içi yatmasa da iktidar partisinin AB söylemi ve Batılı anlamda özgürlükçü demokrasi söyleminin peşinden sürüklenmektedir.

Bu anlamda bakıldığında; Türkiye’de siyasal partilerin, toplumun siyasal eğilimlerine uygun bir yapılanma içinde bulunmadığı zaten anlaşılmaktadır…

Sonuç ne?

Sonuç şudur    :

Dağınık bir siyasal yapı içinde, türlü hukuksuzluklar ve güçler ayrılığındaki
karmaşa içinde yolunu şaşırmış bir Türkiye tablosu, her geçen gün iç ve dış etkenlerin müdahalesiyle, toplumu çok daha büyük şaşkınlıklar içine sürükleyecek yeni gelişmelere tanıklık edebilir.

  • Yaşananlar diyalogsuzluk temelinde yoluna devam eden bir devlet krizidir.

Ancak merhum Tevfik Fikret’in bir sözünü derhal anımsayalım:

Sabah olacaktır;
sabah olur geceler
Kıyamete kadar sürmez bu gök
Karamsar olma…

Karamsar olmaya gerek yoktur.

Bu gelişmeler, Türkiye’nin yüz yıllık tarihsel birikiminin ne denli değerli olduğunu
bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşık dönem; güçler ayrılığı ilkesini
tam olarak içselleştirmiş; cemaat ve dinci yapılanmaları büyük ölçüde
kendi içinden ayıklamış bir devlet yapısına geçişi hızlandırabilir.

Tek bir şeye gerek vardır:

Bugünden yarına hazır olmak…

Süreç, gelecek günlerin, geçmiş günlere göre daha aydınlık olacağının işaretlerini veriyor.

Yeni Yıla Girerken Dış Politika


Yeni Yıla Girerken Dış Politika

Portresi_gulumseyen

 

Onur Öymen

 

 

Bu yıl Türkiye’nin dış politikasında ağırlığı hissedilen sorunların başında Suriye ve Mısır’daki gelişmeler geldi. AKP İktidarının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı
açıkça boy hedefi haline getirmesi, O’nun meşruiyetini yitirdiğini ilan etmesi,
hatta O’nun yerine geçebilecek bir lider adayı olarak Şara’yı göstermesi
Suriye’nin iç politikasına açık bir müdahalenin örneklerini oluşturdu.

Bundan daha da vahim olmak üzere Suriye’de Esat yönetimini devirmek için
silahlı mücadelede bulunan gruplara destek olundu. Bu gruplardan bazıları
Türkiye’de toplantılar düzenlediler, hatta karargahlarının Türkiye’de olduğunu
ilan ettiler. Silahlı gruplar arasında El Kaide bağlantılı terör gruplarının da bulunması, durumu Türkiye açısından daha sıkıntılı bir hale getirdi. Yabancı basın,
bu grupların silahlarını Türkiye üzerinden sağladıklarını bildirdi.

Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyen ve ona “öldürücü olmayan” askeri malzeme yardımı yapan ABD, bu malzemenin terör örgütlerinden bazılarının çatı kuruluşu olan İslami Cephe’nin eline geçmesi ve Özgür Suriye Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyindeki ikmal merkezinin de bu örgüt tarafından işgal edilmesi üzerine
askeri malzeme yardımını askıya aldı.

Suriye Hükümetinin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı yolundaki iddialar üzerine ABD’nin askeri müdahalesi gündeme geldi. ABD’liler sınırlı bir müdahalede bulunabilecekleri izlenimi yarattılar. Başbakan Erdoğan ise topyekün bir
askeri müdahalede bulunulması ve Esat’ın devrilmesine dek bu müdahalenin sürdürülmesini savundu. Rusya’nın diplomatik girişimi üzerine Suriye’nin
Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ne katılmayı ve elindeki kimyasal silahları uluslararası denetim altında imha etmeyi kabul etmesi,
askeri müdahale seçeneğini ortadan kaldırdı ve Esat yönetiminin de katılımıyla Cenevre’de Ocak 2014’te siyasal çözüm için görüşmeler yapılmasının kararlaştırılmasını sağladı.

Böylece, askeri müdahaleyi savunan AKP politikası da gündemden düşmüş oldu.
Yıl içinde PKK yanlısı PYD‘nin Suriye’nin Kuzeyinde Türk sınırına yakın bir bölgeyi denetim altına alması ve orada özerk bir yönetim kurma yoluna gitmesi,
bölgedeki dengeleri Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına büsbütün zarar verecek biçimde değiştirdi. PYD’nin Esat yönetimiyle silahlı mücadeleyi kabul etmemesi ve
El Nusra örgütüyle çatışmaya girmesi durumu, Türk hükümetinin izlediği politikalar açısından büsbütün vahim hale getirdi.

50 vatandaşımızın ölümüne yol açan Reyhanlı terör saldırısından sonra cereyan eden sınır bölgesindeki çatışmalar sonucunda Türkiye’nin sınıra yakın bölgelerinde kimi vatandaşlarımız öldü veya yaralandı.

Mısır’da yaşanan gelişmeler de Türkiye açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Müslüman Kardeşler Örgütünün lideri Mursi’nin Cumhurbaşkanlığında izlediği politikalara karşı meydanlara dökülen milyonlarca Mısırlının protesto eylemleri üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümete el koydu. Mursi tutuklandı, Müslüman Kardeşler örgütü yasaklandı ve birkaç gün önce de terör örgütü olarak ilan edildi.
Başta Suudi Arabistan ve Kuveyt olmak üzere pek çok Arap ülkesi yeni yönetimi tanıdı ve yönetimin Lideri General Sisi’ye destek verdi. Geçici askeri yönetime en büyük tepki AKP iktidarından geldi. 2011 yılında Hüsnü Mubarek’ten sonra iş başına gelen
General Tantavi’nin yönetimindeki askeri hükümetle en yakın ilişkiyi kuran,
hatta o hükümetle stratejik işbirliği ve ekonomik yardım anlaşmaları imzalayan
Erdoğan Hükümeti, Sisi yönetimine karşı başka hiçbir ülkenin göstermediği sertlikte tepki gösterdi. İki askeri hükümet arasındaki en önemli fark, Tantavi’nin yönetiminin önceden yasaklanmış olan Müslüman Kardeşler örgütünü serbest bırakması ve seçimlere katılmasına izin vermesi, Sisi hükümetinin ise aynı örgütü yasaklamasıydı.

AKP iktidarı, şimdi gösterdiği tepkinin her tür darbeye karşı gösterdiği tepki olduğunu söyledi. Oysa Tantavi’nin hükümeti de seçimle iş başına gelen demokratik bir hükümet değildi. Erdoğan’ın dozu gittikçe şiddetlenen tepkilerinin sonucunda Mısır Hükümeti Türkiye’yle diplomatik ilişkilerinin düzeyini düşürdü ve Büyükelçimizi istenmeyen kişi ilan etti.

Türk hükümeti ayrıca, Mısır’daki darbeden İsrail’in sorumlu olduğunu iddia ederek
hem İsrail’le ilişkilerimizi büsbütün bozdu hem de ABD ile ilişkilerde gerginlik yarattı. Amerikan Hükümetinin sözcüsü, şimdiye dek duymadığımız sözlerle Türkiye’yi eleştirdi.

Irak’la da ilişkilerimiz gerginlik döneminden geçiyor. Bunun başlıca nedeni Irak’ın Birleşmiş Milletler kararına aykırı olarak topraklarında PKK örgütünü barındırmasından çok Sünni ve Şii gruplar arasında dengeli davranmadığı iddiası. Kuzey Irak Yerel Yönetimiyle, Merkezi Hükümetin onayı olmadan petrol anlaşması yapılması da
ilişkileri büsbütün gerginleştirdi.

İran’la ilişkilerimiz de Kürecik bölgesine yerleştirilen Füze savunma radarları dolayısıyla bozuldu. İran, İsrail’le olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin bu radarları İsrail’in korunması için kullandırılacağı düşüncesiyle tepki gösterdi ve İran’lı yetkililer
Türkiye’ye ağır suçlamalarda bulundular.

Ermenistan’la yapılan gizli görüşmeler sonucunda imzalanan iki protokol da Azerbaycan’ın haklı tepkisi sonucunda onaylanmadı. Üstelik Ermenistan
Anayasa Mahkemesi, bu protokolleri Türkiye’nin kamuoyuna yorumladığından
çok daha farklı biçimde yorumlayan bir karar kabul etti. Mahkemenin katı yorumu Türkiye’nin bu protokollerde hiçbir şey elde edemeyeceğini, Ermenistan’ın kazançlı çıkacağını gösterdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Erivan ziyaretinde
yumuşak iletiler vermesi Türkiye’nin bu durumu da sineye çekebileceği izlenimini uyandırdı.

Avrupa Birliği ile ilişkiler sorunlu olmayı sürdürüyor. Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlama anlaşmasını 3 Ekim 2005’te Hırvatistan’la aynı gün imzalamıştı. Hırvatistan bütün süreçleri tamamlayarak 2013 yılının Temmuz ayında AB’ye tam üye oldu. Türkiye ise daha sürecin yarısına gelemedi. Üç yıldan beri fiilen askıya alınan müzakerelerde tek bir başlığın açılacağı haberi halka büyük bir başarı gibi anlatıldı. Aynı şekilde, öbür bütün aday ülkelerin görüşmelere başladıktan kısa bir süre sonra elde ettikleri vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı sağlama başarısını Türkiye hala sağlayamadı. Geri dönüş anlaşmasını imzalama karşılığından bu hakkın 3,5 yıl sonra, yani büyük bir gecikmeye elde edilebileceğinin ilanı halka bir başarı gibi takdim edildi.

Türkiye’de insan hakları ihlalleri, kimi davaların yürütülmüş biçimi ve
basına yapılan baskılar, son olarak da yolsuzluk savlarını engelleme girişimleri Avrupa’da kuvvetle eleştirildi.

Özetle; 2013 yılı dış politika alanında başarısız bir yıl oldu.
Türkiye’nin aynı politikaları sürdürmesi durumunda 2014 yılının da
başarılı bir yıl olacağını ümit etmek olanaklı değildir.

SABAHATTIN ÖNKİBAR: TAYYİP BÖYLE TESLİM OLDU!


Tayyİp böyle teslİm oldu!


SABAHATTIN ÖNKİBAR

Ve bunu da gördük.

Tayyip Erdoğan tam iki buçuk yıldır “Bir haftaya kalmaz gider, iki haftayı çıkaramaz”diyerek aşağıladığı Beşar Esad’la barışmak için şimdi aracı bulmak için çırpınıyor.

Dün Aydınlık’ta yayınlanan haberdeki tüccar aracının yanısıra, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu Suriye’nin İstanbul konsolosluğu aracılığı ile nabız yokluyor ve ilaveten İran’ın olası aracılığı için şartsız bir zemin arıyor.

100 bin Suriyeli Müslümanın şehadeti, onlarca Türkün canı ve Türkiye’ye toplamda 10 milyar dolar maliyetli ahmak Suriye politikasındaki
bu çark edişin nedeni, malum El Kaide’nin Ankara’nın desteği ile sınırda nerede ise ayrı bir devlet kurma noktasına gelip zulümler yapması sonucu ÖSO’nun bile Esad güçlerine katılma kararı vermesi ve
Avrupa ile ABD’nin Esad ile yola devam demesidir.

  • Tablo net, Beşar Esad, Tayyip Erdoğan ile efendilerini yere sermiştir.

Başka ülkelerde örneğin İngiltere’de dünya savaşını kazanan Churchill gibiler seçim kaybederken bizde Suriye’de büyük bir yıkıma uğrayan Tayyip Erdoğan şayet önümüzdeki seçimi de kazanırsa,
Mehmet Faraç’ın dün yazdığı gibi bu durum Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin eseri olacak.

***

Kemer Country’ye karşı muhalif yazarlar diyeti

Kemer Country, malum Beyaz Türklerin İstanbul’daki yeni adresidir ve
2 bin dönüm alana kurulan bu kompleksin çoğunluk hisseleri,
epeydir Erdoğan Demirören’in elinde.

90′lı yılların başında Turizm İşletme ruhsatı ile faaliyete geçirilen
bu kompleks, turizm alanı olmasına rağmen özel imara açılması girişimi sebebiyle Bakanlık harekete geçti ve Kemer Country için inceleme başlattı.

İşte Erdoğan Demirören’in Milliyet ve Vatan’daki muhalif yazar kıyımı bu kompleksin akıbeti ile örtüştürülüyor.

Can Ataklı’dan Mustafa Mutlu’ya, Ruhat Mengi’den Metin Münir’e,
Semih İdiz’den Can Dündar’a kadar pek çok gazetecinin işine
son verilmesini Demirören’in Kemer Country ve benzeri işlerinde
iktidara mahkumiyetinden kaynaklandığını söyleyenler var ki,
bu tablo rezil holding medya sistemimizin sonucudur.

***

Rize Belediyesi’ndeki itirafçı

Hemşehrim olan bir AKP’liden dinledim.

Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı‘nın Fahrettin isimli bir özel kalem müdürü varmış ve başkanın her şeyini bilirmiş.

Derken Halil Bakırcı, her şeyini bilen bu Fahrettin’in bazı konularda sahasına girdiğini tespit ederek bir güzel pataklamış.

Fahrettin bu dayak sonrasında soluğu Ankara’da almış ve bölge milletvekilleri olan Hayati Yazıcı, Hasan Karal ile Nusret Bayraktar’a
Rize Belediyesi’nde olanları bir bir anlatmış.

Bakan Yazıcı ve milletvekilleri de dinlediklerini Başbakan’a aktarmışlar
ve Bakırcı’nın bileti kesilmiş yani yeniden aday gösterilmemiş.

Bunun üzerine Halil Bakırcı, daha önce İstanbul Beyoğlu Belediye Başkanlığında yardımcısı olduğu Nusret Bayraktar’ı arayarak
şunları söylemiş:

“Ola Nusret ben da Beyoğlu’nda çevirduğun filimleri anlatmazsam namerdim.”

Nusret Bayraktar bu telefon üstüne yığılıp kalmış ve tansiyonu 23′e çıkıp beyin kanaması şüphesi ile hastaneye kaldırılmış.

***

Time’a gazetecilik dersi verene bakın!

Vay efendim Sisi ile Tayyip Erdoğan nasıl mukayese edilirmiş!

Vay efendim ikisi nasıl aynı ankete konu olurmuş!

Vay efendim Sisi diktatör Tayyip ise demokrasi kahramanı imiş!

Vay efendim Time’ın yaptığı bu iş gazetecilik olamazmış!

Kim mi söylüyor bunu?

28 Şubat sürecinde medyada inzibat çavuşluğu yapan Fatih Çekirge, Hürriyet’te yazdı.

Hayır bunları 28 Şubat’ın karşısına dikilen birisi yazsa bir şey demeyeceğim de Fatih Çekirge yazarsa bunun adı yalnızca ayıp değil aynı zamanda açık bir yalakalıktır.

Belli ki Çekirge, Yiğit Bulut misali AKP ve Erdoğan’ın yandaşlığına zıplamak için fırsat kolluyor ve Sisi ile Tayyip mukayesesini bahane ederek Time gibi uluslararası bir medya devine gazetecilik dersi veriyor.

Laf aramızda, bu işi Tayyip’e inandığı için değil, tıpkı Mümtazer misali Tayyip beni içeri attırır korkusu ile yapıyor.

***

Futbolda çöpe giden trilyonlar!

Önce Trabzon, peşi sıra Fener ve Beşiktaş elendi ki,
Galatasaray bile son anda penaltılarla kendini kurtarabildi.

Peki bunun okuması mı?

Türkiye’deki yanlış futbol politikasıdır.

Trabzon’daki Henrigue, bütün Balıkesir takımından daha pahalı.

Fener’deki değil bir Emenike bir Kadlec bile bütün bir Fethiyespor ediyor.

Aynı şekilde Almeida eşittir Buca’nın tamamı demek ancak oynanan futbol ve alınan sonuçlar ortada.

Bu tablonun gösterdiği şudur:

Türkiye’de malzeme var lakin onu açığa çıkartacak zemin yok!

Bakın üç-beş kuruşa oynayan Türk çocukları, lejyonerleri zemin bulduğunda nasıl yere seriyor.

Yerli oyuncuya dönüş yalnızca kaynak israfını önlemeyecek,
aynı zamanda futbolda geleceğimizi kurtaracak.

Suriye Türkiye’yi BM’ye şikayet etti


Suriye Türkiye’yi BM’ye şikayet etti!

  • Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın Birleşmiş Milletler’den “teröre destek verdiği” iddiasıyla Türkiye hakkında soruşturma açılmasını istediği
    öne sürüldü.

ŞAM – Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın Birleşmiş Milletler’den “teröre destek verdiği” iddiasıyla Türkiye hakkında soruşturma açılmasını istediği öne sürüldü.

Lübnan’dan yayın yapan El Manar televizyonunun haberine göre 7 Kasım’da Suriye’nin BM Daimi Temsilciliği’ne gönderilen yazıda, BM’nin terörle mücadeleden sorumlu birimlerine gerekli başvuruların yapılması talimatı verildi.

Suriye Türkiye'yi BM'ye şikayet etti

BM’ye hitaben yazılan yazıda da

“Suriye içinde muhalifler tarafından gerçekleştirilen kimyasal saldırılarda kullanılan malzemenin Türkiye ‘den temin edildiği ve Türkiye’nin bu
kimyasal malzemenin Suriye’ye geçirilmesine göz yumduğu..”
iddia ediliyor.

Bu iddia çerçevesinde Türkiye, “teröre destek vermekle” suçlanıyor.

BM’nin terörle mücadeleye ilişkin kararları bulunduğu hatırlatılan yazıda,
“terör gruplarının kitle imha silahı ele geçirmesi halinde yaratabileceği tehlike”
ihtimaline dikkat çekiliyor.

“Terörle mücadele kararları, yasaları ve ilkelerine uymayan devletlerin gerçekleşmiş
ya da gelecekte gerçekleşebilecek terör eylemlerinin sorumluluğunu taşıdıkları” belirtiliyor.

SARİN GAZI OPERASYONU

Suriye, BM’den talep ettiği soruşturma için geçtiğimiz aylarda Adana’da yapılan bir operasyonun iddianamesini dayanak olarak gösterdi.

Operasyona ilişkin detaylar ve iddianamenin Arapça örneklerinin de eklendiği yazıda operasyonun ardından ifadeleri alınan sanıkların bildirimleri “Türkiye topraklarında Suriye aleyhine terör faaliyetleri yürütüldüğü” iddialarına kanıt olarak gösterildi.

Yazıda, “sanıkların beyanlarının Suriye’de aralarında El Kaide örgütünün de olduğu silahlı terör örgütlerine ulaştırmak üzere Türkiye topraklarında kitle imha silahlarının temin edilmesi yönünde terör faaliyetlerinin yapıldığına kesin kanıt oluşturduğu”
ifade edildi.

BM’den 6 istemde bulunan Suriye, Adana operasyonu ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle yakalanan sanıkların ilişkide olduğu Türk şirketlerin de sorgulanmasını istiyor.

Suriye’nin istemleri                  :

1 – Türkiye’nin terörle mücadelede tam bir işbirliği içinde olmasının sağlanmasının
yanı sıra, söz konusu iddianame ve benzer başka terör faaliyetlerine ilişkin yapılan güvenlik ve yargı soruşturmalarının bir örneğini teslim etmesinin zorunlu kılınması,

2 – Terörle ilgili soruşturmaların Suriye ve uluslararası tarafları kapsayacak şekilde genişletilmesi,

3 – İddianamede adı geçen sanıklara kimyasal madde satan Türk şirketlerinin
son 3 yıl içinde kitle imha silahlarının üretiminde kullanılan maddeleri kimlere sattıkları konusunda sorgulanmaları,

4 – İddianamede geçen kimyasal maddeler ile Şam kırsalı ve Suriye’nin
başka bölgelerinde kullanılan kimyasal silahların nitelik ve özelliklerinin
BM komisyonu tarafından karşılaştırılması,

5 – Türk otoritelerine, iddianamede adları geçen kimi sanıkların neden bir süreliğine serbest bırakıldıklarının sorulması,

6 – Türk otoritelerine; sanıkların geçerli hiçbir yasal gerekçe olmaksızın belirli bir süreliğine serbest bırakılmalarıyla geçerliliğini yitirebilecek kanıtların sorulması.

(http://www.yurtgazetesi.com.tr/dunya/suriye-turkiyeyi-bmye-sikayet-etti-h44820.html17 Kasım 2013, Türkçe servisi)

SURİYE’NİN ÖLÜM TARLALARI

Dostlar,

İnsanın yüreğini derinden inleten bir irdeleme..
Ne yazık ki gerçekçi..

Syrian_dead_kids

US-Backed Death Squads Massacre Hundreds of Syrian Kurds

Kahrolsun emperyalizm ve de her nerede iseler özellikle yerli
sözde Müslüman yerli işbirlikçileri, BOP çetecileri..

Sevgi ve saygı ile.
17.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

SURİYE’NİN ÖLÜM TARLALARI

Turan Eser

ABD emperyalizmi ülkesinde obezite yaşarken, Ortadoğu’da açgözlülüğe devam ediyor. Ortadoğu’nun diktatörleri kendi yoksulları yerine, emperyalist aç gözlülüğü doyurmak için kendi evinde savaşın ve paylaşımın sofrasını hazırlıyor. Ortadoğu’nun yoksulları ise umuda yolculuk eden mülteciler haline getiriliyor. Mülteciler, kendilerine çadır açanların, çadırın açılmasına sebep olanlar olduğunun farkında değiller.

“Arap baharı” ve “devrim” diyenler, “ölüm tarlasına” dönüşmüş Suriye’de 100 bin insanın ölümüne, 100 binlerce insanın yaralanmasına ve 2 milyonu Suriye dışına olmak üzere, 6 milyon Suriyeli insan evini terk etmesine, açlığa, yoksulluğa ve savaşın soğuk yüzüne kör bakıyorlar.

AKP hükümeti de mezhepçi politikalarıyla emperyalist açgözlülüğe aşçılık,
El kaide, El Nusra ve ÖSO gibi çetelere ilham kaynağı olmaya ve mağduriyetinden sorumlu olduğu mültecilere sahte çadırlar kurmaya devam ediyor.

11 Eylül’de Cihatçı çetelere “göz açtırmayacağız” diyenler ile kendi otoriterlikleriyle yüzleşmeyenler, cihatçıların “Lazkiye’de Aleviler katledilecek” mesajını yayıyor. Lazkiye’deki Alevi köylerine yönelik katliamları, “zaferin” haberi olarak veriyorlar.

AKP iktidarı, Türkiye’nin sınırını cihatçı çetelere açarak Lazkiye’de ve Rojava’daki katliama suç ortağı olmayı, stratejik kazanım olarak görüyor.

Cihatçı çetelerin, Arap Alevilerinin dini önderlerine işkence yapması, onlarca savunmasız ve silahsız Aleviyi öldürmesi, 136 Aleviyi fidye için kaçırması, öldürdükleri insanların kalbini yiyen açgözlülükleri, asırlardır süregelen Alevifobinin devamıdır.

LAZKİYE ALEVİLERİ VE YAVUZ’UN CİHATÇILARI

Yavuz ismi Anadolu ve Lazkiye’deki Arap Alevilerinin tarihinde, katliam, zulüm, acı ve kıyımı ifade eder. Yavuz 1514’de 40 bin Anadolu Alevi’sini katletti. 1516’da Hama’da, Humusta, Şam’da Alevilere karşı katliamlar gerçekleştirir. 1517’de Suriye’yi ele geçiren Yavuz, 70 bin Arap Alevisini öldürtmüştür.
Bu katliamdan kurtulanlar Lazkiye, Antakya ve İskenderun’a yerleşmişlerdir.

Tarih tekerrür ediyor.

Şimdi Yavuz’un Cihatçı torunları, Türkmenleri de aralarına alarak “Yavuz Sultan Selim Birliği” kuruyor. Aralarında Fatih Sultan Mehmet Tugayı, Sultan Abdülhamit Tugayı’da var.

Bu birlikler Lazkiye’de Alevilere, Rovaja’da Kürtlere yönelik katliam gerçekleştiriyorlar. Açgözlü emperyalistleri doyurmak için, Suriye’den yeni bir Afganistan ve Irak yaratıyorlar.

NEDEN LAZKİYE VE ALEVİLER?

Lazkiye Alevilerin, Sünnilerin, Türkmenlerin ve Hıristiyanların barış ve kardeşlik içinde yaşadığı, farklılıkların zenginlik olarak korunduğu bir kenttir. Cihatçı çeteler ise Lazkiye’deki barışı ve kardeşliği ortadan kaldırmak ve Akdenize açılacak enerji koridorunu efendilerinin hizmetine sunmak istiyorlar.

Alevileri öldürmek ve emperyalistlere hizmet cihatçılar için bir tür ibadettir. Tıpkı Maraş’ta, Çorum’da masum insanları öldürmek ve Sivas’ta insanları yakarak ibadet ettiklerini sanan kardeşleri gibi düşünüyorlar.

ALEVİ DEVLETİNE KARŞI!

Lazkiye emperyalist müdahale ile ilk kez tanışmıyor. Lazkiye “Alavi Özerk Bölgesi” olarak da bilinir. 1925’den 1944’e kadar “Alavi Devleti” özerklik statüsü sürmüştür. Lazkiye Alevi devletinin başkentiydi! Aleviler Fransız mandasını ret ederken, Sünni Araplar “Özgür Suriye” adı altında Fransız mandasını kabul ettiler. Bugün ise Aleviler emperyalist müdahaleye karşı iken, cihatçılar “Özgür Suriye Ordusu” ismi ile emperyalizme paralı çetelik yapıyor.

Bugün için vicdani siyaset, Suriye’deki cihatçı çetelerin zulmüne, emperyalist müdahaleye ve Esad diktatörlüğüne dur demektir. Savaş, Suriye’de toplumsal muhalefetin kendi dinamikleri ile demokratikleşme mücadelesi sürdürmesini engelliyor ve demokratik mücadele zeminlerini tıkıyor.

Şimdi doğru tutum kanımca, Suriye halklarının demokratik taleplerine sahip çıkarak, Suriye’de etnik ve mezhepsel eksende yaratılan çatışmalara ve emperyalist açgözlülüğü doyurmak için artan ölümlere engel olunmalıdır.

Turan Eser
Ankara/ Türkei


https://www.facebook.com/pages/Turan-Eser/411739765538307

Müslüman Dünyası tarihi dönüm noktasında

Müslüman Dünyası tarihi dönüm noktasında

portresi

9 Temmuz 2013

Olmak ya da Olmamak

Mehmet Bedri Gültekin

mbgultekin@ip.org.tr

Satır içi resim 2

Haziran 2013’te, üç önemli Müslüman ülkede yaşananlar, kesinlikle
yeni bir tarihsel gelişmeye adım attığımızı gösteriyor.

            En başta; Suriye Hükümeti ve Ordusunun Mayıs ayında stratejik Kusayr kentini çetelerden temizleyerek, uluslararası emperyalist komploya karşı verdiği vatan savunmasında, inisiyatifi ele almasını belirtmek gerekiyor.

Suriye halkı, Beşar Esad’ın önderliğinde 100 bine yakın evladını feda ederek, Müslüman dünya başta olmak üzere tüm insanlığa büyük bir hizmette bulundu.

İkinci önemli gelişme Türk milletinin “Büyük Haziran Ayaklanması”dır.

Milletin bütün kesimlerinin bir araya gelerek Amerikan emperyalizmine ve AKP hükümetine karşı ayağa kalkması,
Türkiye’de bütün dengeleri değiştirdi.

Şimdi artık Haçlı irtica iktidarının sonu görünmüştür.

  Emperyalizmin “Ilımlı İslam” üzerinden Müslüman dünyasına hakim olma planları bozulmuştur.

Artık ABD başta olmak üzere herkes, “AKP sonrasına” ilişkin değişik ihtimallere göre hesabını yapmaktadır.

Üçüncü önemli gelişme Mısır’da Mursi iktidarının yıkılmasıdır.

Önce net olarak saptayalım; Mursi’yi Mısır halkı devirdi.
Ordunun bütün yaptığı, ayağa kalkmış olan Mısır halkının iradesine
boyun eğmek oldu.

Belirleyen ülkeler

            Türkiye, Mısır ve Suriye, İslam dünyasında rastgele ülkeler değildir.

Türkiye büyük imparatorluklar geleneğinin mirasçısı, tarihin ilk milli kurtuluş savaşını vermiş ve ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan en gelişmiş Müslüman ülkedir.

Mısır en büyük Arap ülkesi, tarihsel olarak Arap dünyasında
hep önder roller oynamış ve Nasır hareketi ile son 60 yılda Arap bağımsızlığının ve milli hareketinin simgesi olmuştur.

Suriye ise hem tarihsel olarak oynadığı rol, hem de son yarım yüzyılda İsrail siyonizmine karşı verdiği mücadele ile özel bir konuma
sahip olmuştur.

İşte bu özelliklerinden dolayı Türkiye, Mısır ve Suriye (elbette
İran ile birlikte); İslam dünyasındaki gelişmeleri belirleyen ülkelerdir.

İki yol

            İslam dünyası hangi yolu takip edecektir? 2000’lerle birlikte
iki seçeneğin netleştiğini görüyoruz:

1.     Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) yedeğinde uygulamaya konulan “Ilımlı İslam” yolu.

Türkiye’de AKP, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta En Nahda, Fas’ta “Adalet ve Kalkınma Partisi” bu projenin gereği olarak birer birer iktidar koltuklarına oturtuldular.

Suudi Arabistan ve Körfez Emirliklerinde “Ilımlı İslamcı” yönetimler eskiden beri vardı. Libya’da NATO bombalarının açtığı yoldan ilerleyerek iktidarı ele geçirenler, “Haçlı İrtica”nın çeteleriydi.

Suriye, Irak, Çad, Somali, Sudan ve Pakistan gibi ülkelerde faaliyet gösteren El Kaide, El Nusra, Boko Haram, El Şebap vb. türünden terör örgütlerinin batılı istihbarat servisleri ile bağları öteden beri biliniyor.

Sonuç olarak bütün bunlar, Müslüman halkların önündeki
birinci seçeneği temsil ediyorlar.

Yani en başta ABD olmak üzere emperyalist dünyanın yedeğinde “Ilımlı İslam” başka ifadeyle “Haçlı İrtica” iktidarlarını hakim kılmak.

Milli Demokratik Devrim Yolu

2.     İslam Dünyasının önündeki ikinci yol, tarihsel olarak Mustafa Kemal, Cemal Abdül Nasır ve Baascılık tarafından temsil edilen milli bağımsızlık ve demokratik toplum modeline yönelmektir.

Bu model, tarihsel olarak bugün de sosyalizme açıktır.

Geçmişte Ekim Devrimiyle, Sosyalist Sovyetlerle ve Çin Halk Cumhuriyeti ile dostluk ilişkileri içinde olmuştur.

Bugün ise emperyalist Batının karşısında başını Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya ve Venezüella gibi ülkelerin çektiği gelişen dünya ile dayanışma halindedir.

Geçtiğimiz 10 yılda bu iki seçenekten saldıran, mevzi kazanan
hep “Ilımlı İslam” seçeneği oldu.

İşte şimdi bu durum değişiyor. “Tarihi dönüm noktası” dediğimiz gelişme budur.

Türkiye, Mısır ve Suriye’nin tarihsel rolü

            Şimdi herkes “siyasal İslam”ın bittiği tespitinde birleşiyor.

Gerçekte “bitmiş” olan ABD’nin bölgemize ilişkin hegemonya projesidir.

Bu projenin bir “yan unsuru” olan Ilımlı İslamın yaşanan gelişmelerle birlikte rafa kalkması kaçınılmazdır.

İslam dünyası, 20. yüzyıl başındaki devrim dalgasını da aşan bir hamle ile yeniden Milli Demokratik Devrime yöneliyor.

Türkiye, Mısır, Suriye ve İran bu yeni devrimci atılımın başını çeken ülkelerdir.

Yaşadığımız günlerin tarihsel önemdeki gerçeği budur.