Etiket arşivi: Dr. Ahmet SALTIK – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

OHALLİ SEÇİM BÖYLE OLUR!

OHAL’Lİ SEÇİM BÖYLE OLUR!

Rifat Serdaroglu
26 Haziran 2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Seçimlerden bir gün önceki “Nasıl Bir Pazartesi” başlıklı yazımda, “25 Haziran’da tercihiniz ne olacak?” diye sormuştum.
Türk Milletinin yarısının, güçler ayrılığının kaldırıldığı-Hukuk Devletinin yok edildiği– Lâik Cumhuriyetin sıfırlandığı-nüfusumuzun 49 milyonunun yoksulluk, 14 milyonunun açlık sınırında yaşadığı-mutfak enflasyonunun %30’u aşacağı- hesap sorulamayan ve tek adam tarafından yönetilen bir Türkiye’den yana olduğunu gördük…

Türkiye’yi seven, demokrat ve çağdaş insanlarımızın elbette ki söyleyecekleri çok şey vardır.
Fakat, önüne konan tabldot seçimi hiç tartışmadan kabul eden partilerin ve adayların tek söz söylemeye hakları yoktur. Bu kişiler Türk Milletini temsil etme yeteneğine sahip olmadıklarını bir daha gösterip, yine yenildiler.

Bunca kepazeliğe, bunca rezilliğe, bunca hırsızlığa, bunca ahlaksızlığa rağmen yenilmişliği anında hazmedenlerin, gözlerinin önünde yapılan hırsızlıkları görmeyenlerin, milletin oyuna sahip çıkamayanların, hala söz söylemeye hakları olabilir mi?

Henüz sonuçlar-rakamlar kesin olarak elimizde değil. Sandık-sandık sonuçlar açıklanınca yapılan oy hırsızlığını net olarak, sayısal olarak ortaya koyacağız. Ama itiraz süresi geçmiş olacağı için, tarihe not düşmekten başka işe yaramayacak!

Seçim fareleri bu seçimde MHP üzerinden oy devşirerek, Cumhurbaşkanlığı seçimini 1. turda tamamladılar.

  • Hırsızlık, oy sayımı anında yapılmadı. 24 Hazirandan önce hazırlandı ve o sabah çok erken saatlerde yapıldı.

Erdoğan’ın bir videosu yayınlanmıştı. Partililerine “Erkenden sandık başlarına gidin ve işi bitirin” talimatını veriyordu. Oy hırsızlığının bir kısmını açıklamadan önce sizlere bir soru sormak isterim:

Gerek AKP’yi destekleyen anket şirketlerinde, gerekse AKP’ye muhalif olan anket şirketlerinden herhangi birinde, MHP’yi %11 veya %12 gösteren olmuş muydu?
Olmamıştı! En yüksek gösteren şirketlerden Konda %7,3, Optimar ise %6,9 gösteriyordu, öbürleri %3-%5 arasında veriyorlardı.

Şanlıurfa-Mardin-Şırnak-Hakkari-Gaziantep-Kilis-Adıyaman-Diyarbakır-Batman-Siirt
illerindeki kırsal kesimlerdeki sandıklara, sabahtan öbür partilerden hiç kimse, devlet ve silah gücü ile yanaştırılmadı. (OHAL’li seçim böyle olur, demiştik) Cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a, Milletvekilliğinde MHP’ye mühür basılan oylarla doldurulmuş sandıklar yerleştirildikten sonra, öbür parti müşahitleri içeri alındı.
Yine Şanlıurfa’dan bir görüntü yayınlanmıştı; Nasılsa sandık alanına girmiş bir partili bağırıyordu;
“Bakın sandığı önceden doldurmuşlar, Başkanım siz de gördünüz değil mi?”
Sandık Başkanı kadın ise, eli ağzında, şaşırmış taklidi yaparak dolaşıyordu…

Yukarıda saydığım illerde ve Doğu Anadolu’nun kırsal kesimlerinde aynı taktikle MHP’ye %6 – %8 arasında oy şişirildi. Böylelikle oyu %42’ye düşen AKP, MHP’ye aktarılan oylarla ilk turda Cumhurbaşkanlığını kazanmış ve Cumhur İttifakı da TBMM çoğunluğunu ele etmiş oldu. Aynı yöntem özellikle Elazığ’da ve Erzurum’da da uygulandı…

Bakın oy hırsızlığı nasıl belli oluyor?

Yukarıda sayılan 10 ilde, MHP’nin 1 Kasım 2015’te aldığı oyları toplayın.
Aynı illerde MHP’nin, 24 Haziran 2018 seçimlerinde aldığı oyları da yazın.
Aradaki farkın, MHP lehine yaklaşık 2 milyon 200 bin olduğunu görürsünüz!

2015’ten bu yana yani 3 yıldır, MHP ne yaptı da Kürt kökenli seçmenlerin sevgisini kazandı ve bu on ilde oyunu 2 milyon 200 bin artırdı?
MHP bizden habersiz “Çözüm Süreci” sözü mü verdi? Kaketi çıkmış (Kaset değil) Bahçeli, Kürtçe mi öğrendi, Öcalan’dan icazet mi aldı?
Ayrıca MHP’nin içinden, kadrolarının ve adaylarının çoğu MHP’li olan bir İYİ PARTİ çıkmadı mı? İYİ Parti, %10 oyunu hangi partinin seçmeninden aldı? Elbette ki çoğunluğunu MHP’den aldı…

O zaman bir daha soralım :
İYİ PARTİ’nin kurulmasıyla, karpuz gibi ikiye bölünen MHP, tüm anket şirketleri onu %3-%5 arasında gösterirken, nasıl oluyor da %11,13 oy alabiliyor?
Bu sorunun yanıtını Erdoğan-Bahçeli ve Sadi Güven vermelidir.

Konu ilerde nasılsa açıklığa kavuşacaktır.

YSK’daki rezilliklerden kaçmak için hazırlanmakta olan 6 üye nasılsa konuşacaktır…

Sağlık ve başarı dileklerimle.
=============================================
Dostlar,

Sn. Serdaroğlu’nun yazısı ciddidir.
Sorulan soruların yanıtlanması gerekir.
Kuşkulu yerlerin açığa kavuşturulması gerekir.
Bu konu öyle geçiştirilecek basit bir konu değildir.
Ülkenin geleceği – barışı – güvenliği… ile doğrudan ilgilidir.
Seçimlere hile karıştırmak Türk Ceza Yasasında ağır suçtur.
Ayrıca ne dine ne imana, ne de İslamiyete – Müslümanlığa sığar..
Ahlak ve Etik dışıdır, namussuzluktur, hak yemektir..
Ülke barışına  – huzuruna kastetmektir.
Kabulü ve sindirilmesi olanak dışıdır.

Biz de 2 gündür sitemizde kezlerce yazdık.. Yinelemeyelim burada.
Benzer sorunları dile getirdik ve önerilerde bulunduk.
Özellikle CHP ve ittifak ortaklarını acil göreve çağırdık..
İtiraz süresi bitmeden YSK’ya gerekli başvurular yapılmalıdır.
YSK’dan tedbir alınması istenmelidir.
Ülke genelinde seçim yolsuzluklarına ilişkin elinde bilgi – belge olanların kimlikleri korunarak Millet İttifakı‘na iletmesi çağrısı yapılmalıdır..

YSK’nın namuslu üyeleri bir an önce, seçim sonuçlarına itiraz süresi bitmeden ne yapacaklarsa yapmalıdırlar.. Geç kalan eylemin bir anlamı – yararı olmayacaktır.

Atı alanın bir daha Üsküdar’a geçmesine asla izin verilmemelidir.

Türkiye bu pislikleri hak etmiyor..
Her kim bulaştı ve yasa – hukuk – ahlak dışı iş yaptı, destek verdi, göz yumdu ise suçlu olacaktır ve gereğinde bu suçlarda zamanaşımı da kaldırılabilecektir ileride.

Allah belanızı versin.. hiç kuşku yok, er ya da geç verecektir.

  • İlahi adalet mazlumun ahını asla yerde bırakmayacaktır;
    bu bir evrensel yasadır!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Demokrasi yutturmacasında kör öfke ve gerçek kazanan

Demokrasi yutturmacasında kör öfke ve gerçek kazanan

Emre Kongar
Cumhuriyet internet, 26.6.18
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altıdadır..)

Bir koşuya hazırlanıyorsunuz: 
Çok başarılı bir antrenörünüz var… 
Ayrıca genel kondisyon için, ünlü bir spor hocası da tutuyorsunuz…
Yemenizi içmenizi bu yarışmaya göre planlıyorsunuz; bir beslenme uzmanı, tanınmış bir sporcu diyetisyeni size yardımcı oluyor… 
Ruhsal hazırlığınız için, özel uzmanlık alanı spor ve sporcular olan, deneyimli bir psikiyatri profesöründen muntazam danışmanlık hizmeti alıyorsunuz. 
Sonunda ulaşabileceğiniz en yüksek performans noktasına erişiyorsunuz…
Büyük bir umutla yarışa katılıyorsunuz… 
Ve yarışı kazananın gerisinde kalıyorsunuz. 
Çünkü siz koşarken o motosikletle katılıyor yarışa! 
(Koşuya motosikletle katılan yarışçı benzetmesini, Erdoğan’ın Başbakanlık’tan istifa etmeden girdiği 2014 Cumhurbaşkanı seçiminde yapmıştım.) 
Üstelik birinci olan motosikletli, bununla da yetinmemiş, hakemleri bile önceden ayarlamış… 
Koşu pistini de kendine göre düzenlemiş, rakiplerini engelli şeritlerde koşmaya mecbur etmiş… 
Hatta bitiş ipini de, kendi kazanmasını garantileyecek biçimde hareketli yapmış. 
Siz canınızı dişinize takarak hazırlandığınız ve gerçekten de son nefesinizi verir gibi koştuğunuz bu yarışı kaybedince, öfkeden yanlış hedefe yöneliyor, motosikletliye değil, sizi bu maratona hazırlayanlara saldırıyorsunuz!
***
Bundan sonraki yazımda, Erdoğan/ AKP iktidarının seçimleri kazanmış görünse de Türkiye’yi niçin yönetemeyeceğini anlatacağım. 
Şimdilik, Muharrem İnce’nin son derece başarılı bir kampanya yürüttüğünü, seçmene güven veren kararlı ve şeffaf bir lider olarak ortaya çıktığını belirtmekle yetiniyorum.
***
Bence 2018 seçiminin asıl kazananı ise, ipi birincilikle göğüsleyemesebile, sandıklara canla başla sahip çıkmış olan ve müthiş bir siyasal bilinç sergileyen, demokrat seçmendir. 

DİREN DEMOKRAT SEÇMEN:
 

ZAFER BİR GÜN MUTLAKA SENİN OLACAKTIR…
ÇÜNKÜ HAKLISIN!
===================================
Dostlar,

KURTULUŞ KATIKSIZ “6 OK” !

Şiddetli politik geçimsizlik (!) nedeniyle Ulusumuzun AKP ile boşanma davası ne yazık ki sürüyor. 24 Haziran 2018 duruşmasında da sonlandırılamadı..

Ama bitecek yakında.. Hiç başka yolu yok..

CHP‘li seçmenler stratejik oy kullanarak hem İYİ Parti’yi hem de HDP’yi deyim yerinde ise ”emzirdi” ler. Bu da oy oranının %25’in altına düşmesinin temel nedeni oldu. Ne ağır yük
CHP‘ye..! İYİ Parti için 15 ödünç vekil çok ustaca bir girişimdi. Fakat mutlaka açıklanması gereken kritik – karanlık – stratejik manevralar oldu!?

Sözde seçim kazandı görünüyorlarsa da gerçeğin öyle olmadığını ve bunu nasıl kotardıklarını, dolayısıyla gerçekte altlarının boş olduğunu en iyi kendileri biliyor..

Dış alem de! Ve bu olgu ülkemizin yaşamsal çıkarları açısından başlıbaşına ciddi risk kaynağı!

Bu kez gerçekten ateşten gömlek sırtlarında..

İktidar asla sürdürülebilir değil; hele demokratik hukuk devletinden iyice kopmaksızın..

Erdoğan ülkemizi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini bir kez daha açıkladı. Türkiye kimsenin babasının malı olmadığı gibi, Erdoğan da CEO değil! Türkiye’de egemenlik bağsız koşulsuz halkındır, TEK ADAMIN asla değil ve olmayacaktır!

Seçim matematiği sağlıklı değil! YSK sandık verileriyle CHP – İYİ Parti ve HDP’nin elindeki verilerin örtüşüp örtüşmediğini bilmeliyiz. İYİ Parti kıl payı %10.. HDP %1 fazla.. Baraj altında kaldılar da bu “bonus” lara fit mi oldular? Bu 3 parti sorumuzu yanıtlasın; yurttaşlara, STK’lara bu açıklamalarını doğrulama olanağı versin.. YSK’daki ıslak imzalı tutanaklar korunsun. Gerekirse uluslararası hakemler, Noter çağrılsın. AKP’den bir SEÇİM DARBESİ daha yemeyelim! Bu şaibe toplumda huzur, BARIŞ.. bırakmaz! Er ya da geç gerçekler öğrenilir; keser döner, sap döner, hesap da döner; TAMAM mı!?

Ne yazık ve ne acı ki “seçtirilmiş sultan”, korkarız ki giderek daha despotik – otokratik bir düzene sürükleyecek ülkemizi. Politik desteği yetersiz olduğundan, tek yolu şiddet – baskı.

Ama tarih bize bu tür rejimlerin halkın direnci ve sabrı ile + ÖRGÜTLÜ SAVAŞIMI ile mutlaka ama mutlaka, önünde – sonunda yerle bir edildiğini ve hesabının yargıda sorulduğunu kanıtlıyor. Demokrat – yurtsever seçmenimiz vargücüyle olağanüstü çalışmıştır; gönülden kutluyoruz ülkemizin bu güzel insanlarını..

Direnmeye devam.. çünkü bu kez iç – dış kuşatma gerçekten kavi..

  • Müstevlilerin siyasal emelleriyle çıkarlarını tevhid edenler..

Gazi’nin NUTUK’u bitirirken saptadığı, altını çizdiği ve ulusunu uyardığı bildik “olgu”..

Zafer, yorulmadan direnenlerin olacaktır.. Bu, şaşmaz bir yaşam yasasıdır..

“Seçilmiş” (!?) Sultan “topal ördek” sayılabilir.. Partisi TBMM’de salt çoğunluğa sahip olmadığı gibi, %8 dolayında (yaklaşık 4 milyon!) oy yitirmiş durumda. Bir yanda MHP bir yanda HDP sıkıştıracak. Kendi tabanı da elbette; %52 oyu ise asla tartışılmaz değil. Ekonomi uçurum eşiğinde, OHAL kaldırılınca mağdurları hak arayacak, tazminatlar, işe iadeler.. Aldatılan – kandırılan muhalefet ise asla boyu eğmeyecek; tersine daha da bilenmiş direnecek..
Türkiye, yönetimi son derece zor bir sürece sürüklendi AKP=RTE‘nin ölçüsüz ihtirası ile. Ama biz Ulusumuza ve onun köklü birikimine – sağduyusuna – savaşımcılığına inanıyoruz.

Türkiye bu “lanetli parantezi” de açacak, aşacak, kıracak. Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!

CHP bu süreçte öncü – motor olmak zorunda..

Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, bırakın iç çekişmeleri..

“Beni vurmak kurtuluş mu, beni vurma kurtuluş mu!?” İlahlar gazapta ve kurban mı istiyor?
(beni : Kemal Kılıçdaroğlu‘nu!)

İçerdeki Truva atlarını tasfiye ederek
“6 Ok” un büyülü rotasına girin,

orada toplanalım yeniden!

Kurtuluşun özlü reçetesi bu-dur :

  • Katıksız “6 Ok”

Anlaşıldı mı, TAMAM mı!?

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Onur Öymen : Seçimlerin düşündürdükleri

Seçimlerin düşündürdükleri

Onur Öymen 

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri sonuçlandı. Bu seçimler, başkanlık rejimini getiren anayasa değişikliğinin uygulamaya konulmasını engellemenin son fırsatıydı. CHP ve İyi Parti ve o partilerin cumhurbaşkanı adayları, yeniden parlamenter rejime dönüş için gerekli adımları atacaklarını açıklamışlardı. Seçim sonuçları, maalesef bu fırsatın şimdilik kaçırıldığını gösteriyor.

Aynı şekilde OHAL’in sona erdirilmesi, demokrasi önündeki engellerin kaldırılması, özgürlüklerin çağdaş ülkelerdeki düzeye getirilmesi gibi vaatlerin de yaşama geçirilmesi zaman alacak ve yeni cumhurbaşkanının takdirine kalacak.

Ülkemizin ciddi ekonomik sorunlarının köklü çözümlere kavuşturulması için muhalefet partilerinin ve adayların önerilerinin şimdi dikkate alınarak uygulamaya konulacağının işareti de görülmemektedir.

Sayın İnce’nin 50 gün gibi kısa bir zaman içinde hazırlanıp yürüttüğü seçim kampanyasında seçmenlerin %30’unu aşkın bir bölümünden oy alması gerçekten büyük başarıdır. Ancak, bu gibi seçimlerde amaç adayın ve partisinin eski oy düzeylerini yükseltmekten ibaret değil, seçimi kazanmaktır. Maalesef, Sayın İnce’nin ifadesiyle “yorgun ve yıpranmış bir adayın” kendisinden yaklaşık on milyon daha çok oy almasını doğal karşılamak mümkün değildir. Aynı şekilde partinin bu denli önemli bir seçimde eskisinden daha az oy alması üzüntü ve kaygı vericidir.

Gelecekte başarılı sonuçlar almanın en önemli yollarından biri, anayasa referandumunda ve bu seçimde yapılan hataları bütün boyutlarıyla ortaya çıkarmaktır. Partinin izlediği politikalar, söylemler niçin daha geniş kitlelerin desteğinin sağlayamamıştır? Bunda partinin temel ilkeleri ve ideolojisi doğrultusunda, birlik içinde bütün birikimini seferber edememesinin de rolü olmuş mudur?

En önemli soru bence şudur: Parti aynı politikalar, aynı söylemler ve aynı yönetimle daha başarılı sonuçlar alabilir ve iktidar şansını yakalayabilir mi?

Çağdaş demokrasilerde özellikle bu gibi özel önem taşıyan seçimlerde başarılı sonuç alamayan partilerin liderlerinin sorumluluğu doğrudan üstlenmeleri ve bunun gereğini yapmaları gelenek durumuna gelmiştir. Yeni hayallerin, yeni umutların yeşertilebilmesi bu gibi cesaretli adımlar atılmasıyla olanaklı olabilecektir.

Atatürk’ün şu sözleri herkes için esin kaynağı olmalıdır:

  • ‘Hayal ettim, hayalimin önündeki manileri tespit ettim.
    Manileri kaldırdığımda, hayalim kendiliğinden gerçekleşti.’

Saygılar, sevgiler, 25.6.18
=============================================
Dostlar,

SEÇİM MATEMATİĞİ A-NORMALDİR;
AKIL DIŞI BİR KURGU – SONUÇ MUDUR?

Sayın Öymen örtük – açık “kurban” istiyor..
Kendince CHP’nin başarısızlığının diyetini Gn. Bşk. Kılıçdaroğlu‘na yüklemeye çalışıyor.
Ceberrut konjonktürü, küresel destek ve işbirliğini ve daha pek çok etmeni; OY SAYIMINA müdahale (manüplasyon) olasılıklarını yersiz komplo kuramları sayıyor galiba..

CB adayı M. İnce’nin oylarının 15 milyon ve %31’ler düzeyinde çıkması açıklanabilir, anlaşılabilir ve kabul edilebilir değildir.

24/25 Haziran 2018 gecesi yaşanan birkaç saatlik ‘karartma‘ döneminde neler olmuştur, mutlaka bilmek istiyoruz. 

Her şeye karşın OHAL baskısını sürdüren AKP’nin tüm Devlet olanaklarını sonuna dek ve çok katı kullanarak, medyayı susturarak, yönlendirerek…
elde ettiği sonuç; her tür baskıya, hakarete, aşağılamaya, hak çiğnemlerine.. demokratik değerleri savunan kesimlerin direncini bir kez daha ve çok güçlü olarak kanıtladı. Toplumsal barışı çok önemsiyoruz; ama… 

AKP = Erdoğan SEÇİMİ YİTİRMEYİ BİNLERCE KEZ HAK ETTİLER!

  • CHP’nin / Millet ittifakının CB adayı Muharrem İnce’nin görkemli İstanbul mitingi, 23.6.18.. Şimdiye dek görülen en kalabalık miting.. 6,742 milyon rekor katılım oldu!
    İzmir 3, Ankara 2 milyon.. 3 büyük kent 12 milyon oy ediyor!?
  • CHP‘li seçmenler stratejik oy kullanarak hem İYİ Parti’yi hem de HDP’yi deyim yerinde ise ”emzirdi” ler. (aşağıdaki karikatürde fikir bizim; çizim, resim sanatçısı Birsen İğci Saltık’ın..)
    Bu da oy oranının %25’in altına düşmesinin temel nedeni oldu. Ne ağır yük CHP‘ye..! İYİ Parti için 15 ödünç vekil çok ustaca bir girişimdi sağolsun Kılıçdaroğlu..
  • Fakat 24/25 Haziran 2018 gecesi, mutlaka açıklanması gereken kritik – karanlık – stratejik manevralar oldu!

Seçim matematiği sağlıklı değil! 

YSK sandık verileriyle CHP – İYİ Parti ve HDP’nin elindeki verilerin örtüşüp örtüşmediğini bilmeliyiz. İYİ Parti kıl payı %10.. HDP %1-2 fazla.. Baraj altında kaldılar da bu “bonus” lara fit mi oldular? Bu 3 parti sorumuzu yanıtlasın; yurttaşlara, STK’lara bu açıklamalarını doğrulama olanağı versin.. YSK’daki ıslak imzalı tutanaklar korunsun. Gerekirse uluslararası hakemler, Noter çağrılsın.

  • AKP’den bir de SEÇİM DARBESİ yemeyelim!

Bu şaibe toplumda huzur, BARIŞ bırakmaz!
Er ya da geç gerçekler öğrenilir; keser döner, sap döner, hesap da döner; TAMAM mı!?

Seçim sayımına güvenmiyoruz, güvenemiyoruz.. Ama hile yapanlar gerçeği biliyor.
Altlarının boşaldığını biliyorlar. Bulundukları yeri hak etmediklerini de..

Seçim matematiği, Siyaset bilimi kurallarına uymuyor, açıklanamıyor.
Kurla dışı, istisna bir seçim ise değil; açıklanabilmeli siyaset bilimince..

O halde bir kez daha soruyoruz :

  • 24 / 25 Haziran 2018 gecesi hangi oyunlar – senaryolar, B – C planları uygulandı da bu akıl – mantık dışı kurgu – sonuç elde edildi??

Erdoğan’ın dehşet veren sözlerini unutmayalım.. İbretle anımsayıp paylaşalım…
Huylu huyunu terk eder mi?!

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm 

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Belki de zannedildiğinden daha kolaydır!

Belki de zannedildiğinden daha kolaydır!

Sandığa gidiyoruz…
Sandık ‘kimin’ yöneteceğini belirler. Nasıl yönetileceğine karar veren ise sandık değil, en geniş anlamıyla hukuk ve yerleşik teamüllerdir.

‘hukuk,’ sandıktan çıkan tarafından değiştirilmek istenebilir kuşkusuz. Buna mukabil nasıl ve hangi yönde değiştirebileceği, değiştirme isteğinin gerektirdiği tartışma/müzakere süreçleri, sandık kurulmadan önce belirlenmiştir.

Birkaç yüzyıldır demokratik sistemler, o sandık insanların başına düşüp aptallaştırmasın diye sayısız önlem belirlemiş, ilke keşfetmiştir. Buna rağmen tarihte, temelinde sınıf mücadelesi olan çok çeşitli biçimlerle, geniş yurttaş kitlelerinin inatla gidip başlarını o sandığa vurabildiği de bir gerçek.

Önümüzdeki seçim, ilkeleri anayasa, yasa ve teamüllerle belirlenmiş ‘demokratik’ seçimlerden değil. Siyasal koşullar, iktidar ile muhalefetin kullandığı imkânlar arasındaki devasa fark ve seçim kararının alınma şekli, seçimin, ‘demokratik’ sıfatıyla anılmasına izin vermiyor. Olağandışı koşullarda yaşıyoruz ve adı seçim olup maruz bırakıldığımız bu ‘etkinlik’ de, söz konusu olağandışılığın sonucu. Bir yanda tüm gücü elinde toplamış on altı yıllık iktidar, diğer yanda yoksunluklar içinde mücadele veren muhalefet partileri, liderleri.

İktidar, kendisini devlet ve devletin geleceği ile özdeşleştirdiği ölçüde, muhalefete  ‘hain’ muamelesi yapma eğiliminde. Oysa, yeryüzünün tüm demokratik sistemlerinde (ve hatta olmayanlarında!) muhalefet, eğer ciddi bir zekâ sorunu yaşamıyorsa ya da ‘güdümlü’ değilse (Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi, örneğin), iktidar olmayı amaçlar. Muhalefetin iktidar olması, iktidarın muhalefet olmasıyla mümkündür. Çok basit görünmüyor mu! (AS: Serbest Cumhuriyet Fırkası girişiminde Mustafa Kemal Paşa içtenlikli idi..)

Ola ki bir muhalefet partisi, iktidarı destekliyor ve onun iktidardan uzaklaşmasını istemiyorsa, bu, tarihin, siyaset biliminin, hukukun değil; daha ziyade ‘tababetin’ konusudur. Hukuk vs. değil, şifa gerektirir.

Sandığa gidiyoruz… Muhalif yurttaşlarda şöyle garip ve anlaşılabilir bir his var sanırım: İktidar bu seçimi kaybedecek ama iktidar bu seçimi kaybetmeyecek! Bu yazıda, Pazar günü yapılacak seçimin tarihimizin en adaletsiz seçimlerinden biri olduğunu, belli açılardan 1946 seçimlerine dahi rahmet okuttuğunu uzun uzadıya anlatmak mümkün. Ancak bu çaba, herkesin bildiğini bir kez daha tekrar etmekten öte anlam taşımayacak. Memlekette yandaş ya da muhalif, zerre vicdanı ve izanı kalmış her yurttaş, olup bitenin az ya da çok farkında. Hâl böyleyken boş verelim moral bozucu gerçekleri şimdi…

Tünelden önceki son çıkış deniyor. Katılmıyorum. Çok yazdım, tekrar edeyim: II. Mahmut’a güvenmek gerekir! Hem II. Mahmut’a hem de O’nun başlattığı hareketin bir asır sonraki ürünü olan Mustafa Kemal’e güvenmek gerekir. Türkiye iki yüzyılda çok deneyim biriktirdi. Söz konusu deneyim koskoca bir imparatorluk ve devlet geleneği üzerinde inşa edildi. Olumlu ve olumsuz yanlarıyla. Bir kesim zevzek tarafından ‘parantez’ olarak adlandırılan Osmanlı-Türk modernleşmesi, günümüze büyük ve değerli kazanımlar bıraktı. Rusya henüz mutlak monarşiyle yönetilirken Osmanlı Meşruti monarşiye geçmişti. İsviçre Medeni Kanunu’nun nakli, henüz 19. yüzyılın ortalarında konuşuluyordu. 1877’de ‘seçim’ yapıldı bu toprakta. 1921’de yerel özerklikler tanıyan anayasa kabul edildi. 1924’te, devletin kurucusuna ‘meclisi fesih’ yetkisi vermedi yaşadığımız toprağın parlamentosu…

Hukuksal ve toplumsal hareketler bakımından son derece zengin bir tarihimiz var. Eğer iki seçimi de iktidar kazanırsa ne olur? Çilemiz uzar sadece. Berbat boşanma davalarında olduğu gibi! Evet, çok sıkıntı çeker muhalifler ama hiç kimse mücadeleden vazgeçmez. Kimin ne derdi varsa, onun için çaba harcamaya devam eder. Daha zor koşullarda!

Bakın, hiçbir şey vermiyorsa da şu gerçek umut versin bizlere: Her şeyi ama her şeyi elinde tutan ve en önemlisi sabahtan akşama dek milyonlarca insana istediği ‘haberleri’ dinleten bir iktidar, ittifaklarına rağmen, hâlâ %50 hesabı yapıyor. Milyonlarca insan başka bir hayat, başka bir ülke istiyor. Direniyor. Ensemiz kararmasın. Küçük görmeyelim kendimizi ve zahmetli ama birikimli tarihimizi.

Sandığa gideceğiz…

Uzun süre sonra ilk kez bu seçimde heyecan yarattı muhalefet. Cazip vaatler/projeler ile kek ve çay yarışıyor. Tatar böreği, muamma! İktidar vaatleri içinde börek var mı yok mu, son günlerin konusuydu bu! Kıbrıslının dediği gibi, insanın‘asaplarını’ bozuyor, manzara!

Muhalefet ‘bir şey’ söylüyor. Muhalefetin mitingleri dolup taşıyor. Muhalefet haklı. Adaleti savunuyorlar. Ahlaki üstünlük muhalefette. Muhalefet, uzun süre önce yapması gerekeni yapıp ‘ilkeler’ etrafında bir araya geldi. Muhalefetin eli çok güçlü bu kez. Muhalefet dirençli ve kararlı. Seçim kararı alanlar ise telaşlı.

Seçim sonucu ne olur?

Hiç kimse bilemez bana kalırsa. Hiçbir anket sonucuna güvenilemez bu koşullarda. Hiçbir şey sürpriz olmaz. Hiçbir tahminin tutmayabileceği bir seçime gidiyoruz.

Bu satırlar yazılırken, KONDA, Erdoğan’ın ilk turda kazanıyor göründüğü anket sonucunu açıkladı. Aynı KONDA 2014’te de Erdoğan’ın % 57 dolayında oy alacağını açıklamıştı. (bence, yasayı da ihlal ederek!) 2014’teki o skandal sonuç hiç olmamış gibi davranılabiliyor bugün. Pes! Naçizane bir öneri, mümkünse ‘KONDA dahil’ hiçbir araştırma şirketinin bu seçime ilişkin ‘sonuçlarını’ ciddiye almayın. 2014 seçimi ardından, KONDA’nın skandal anket sonucuna dair arka arkaya iki yazı kaleme almıştım Diken’de. Merak eden olursa

Önümüzdeki oylama ile ilgili bazı ‘öngörü’ ve ‘önerileri,’ şu şekilde özetlemek mümkün olabilir: Seçimle birlikte (24 Haziran ya da 8 Temmuz) yeni bir ‘sisteme’ geçeceğiz. İnsanlar henüz ne ile karşılaşacaklarının farkında değil.

  • Yeni sistem, yeryüzünde eşi olmayan, kim kazanırsa kazansın sürdürülemeyecek bir tuhaflık.

16 Nisan 2017’de kabul edilen bu acayiplik‘bir kişi’ ve ‘bir parti’ düşünülerek getirildi. Başka seçenekleri akıllarına dahi getirmediler. Yeni sistemin memlekete vadettiği:

Eğer iki seçimi aynı siyasal eğilim kazanırsa ve özellikle cumhurbaşkanı otoriter yönetim yanlısı ise, mutlak tek adam rejimine yol açacak. Yok eğer cumhurbaşkanı ve parlamento çoğunluğu farklı siyasi eğilimlere sahip olursa, Türkiye iyice yönetilemez hale gelecek. Bundan zerre kadar kuşkunuz olmasın. Tahminim:

Eğer muhalefet iki seçimi de kazanırsa, iki yıl içinde bu saçmalık terk edilecek ve yeniden (bir iki nüansla) parlamenter sisteme dönülecek. AKP bu konuda zorluk çıkarmayacak. Çünkü seçimi kaybederlerse, tüm AKP’liler hep bir ağızdan parlamenter sisteme dönülmesi gerektiğini savunacak. Parlamenter sistemin nimetlerini anlatacaklar. ‘Hani geçecektiniz, bir an önce eski sisteme dönsenize,’ diyecekler, koro halinde. Haliyle, dönüş çok zahmetli olmayacak!

Eğer meclisi muhalefet, cumhurbaşkanlığını cumhur ittifakı alırsa, seyreyle gümbürtüyü! Neler olacağını şimdiden kestiremeyiz. Ayrıca bu seçimde: Muhalefet, başarılı olmak için ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor.

Her şeye, tüm zorluklarına rağmen sandıklara sahip çıkmak. Bu konuda olağanüstü çaba harcayan kişi (örneğin eski asker ve yeni vekil adayı Mehmet Ali Çelebi gibi)  ve kurumlar (örneğin Oy ve Ötesi gibi), platformlar vb. büyük iş yapıyor. Devlet denetimindeki haber ajanslarının ilk saatlerde oranları nasıl vereceği ise sır değil. Muhtemelen %60’lar ile başlayacak. Oysa seçim, son sandık açıldığında sona eriyor. Herkes bunun bilincinde.

Mutlaka ama mutlaka seçime katılımı artırmak, yani sandığa gitmek. Unutmayın, 2014’te eğer seçime katılım %74 değil de %80’lerde olsaydı, ilk turda bitmeyecekti. HDP’nin barajı geçmesi. İki açıdan önemli. Eğer Kürt sorunu parlamentoda çözülecekse, HDP’siz olmayacağını kabul etmek çok zor değil. Nasıl ki kek, çaysız gitmez; Meclis de HDP’siz olmamalı! İkincisini yazarken utanıyorum: Yüzde 10 seçim barajı 12 Eylül faşizminin alameti farikalarındandır. Herhangi bir demokratik sistemde böyle bir şey düşünülemez. Putin bile sonunda %7’den utanıp barajı düşürdü! Milyonlarca seçmenin oyunu geçersiz hale getirmeye çaba harcamak ‘tutkusu’ karşısında, nutku tutuluyor insanın.

Muhterem okuyucu, 16 yıl oldu. O gün doğan çocuklar, üniversite çağına geldi. Siyasal İslam’ın Türkiye versiyonunun demokratik yönetim anlayışını, hukuka bağlılığını, anayasal ilkelere sadakatini, eşitlikçi halini, yolsuzluklarla kıyasıya mücadelesini, hak ve adalet hevesini, son derece zarif yönetim üslubunu, estetik merakını, ahlaki ilkelerden bir an olsun ödün vermeyişini, çoğulcu toplum özlemini, kanaatkâr yaşama verdiği değeri, duyarlı seçmen kitlesini, doya doya yaşadık elhamdülillah! Memleketimiz, coğrafyamız, yurttaşlarımız, aydınımız; hep birlikte tecrübe ettik siyasal İslam’ın ‘adaletini’ de ‘kalkınmacılığını’ da. Sağolsunlar, büyük katkı sundular tarihe ve her birimize.

On altı yılın sonunda, yıllarca mücadele ettiklerini söyledikleri kim var kim yok, el ele tutuşarak giriyorlar seçime. Bahçeli’siyle, Destici’siyle, Çiller’iyle, Ağar’ıyla… Yan yanalar artık; hak edilmiş, güzel bir fotoğraf. Söz konusu ittifaka ve yönetim anlayışına tamam mı yoksa bir süre daha devam mı, seçimindeyiz. 24 Haziran’ın, güzel şeylerin başlangıcı, hiçbir şeyin sonu olmadığını bilerek… İnatla iyi düşünelim. Belki de sanıldığı kadar zor ve karmaşık değildir, daha iyisine ulaşmak. Hadi hayırlısı…

Yazı önerileri:
Mülkiyeliler Birliği’nin hazırladığı seçim raporunu okumalısınız.
Cem Say’ın, yapay zekânın yargı (hukuk) hizmetlerindeki yerine dair harika yazısını buraya bırakıyorum.
Kemal Can’ın, Gazete Duvar ve Cumhuriyet’teki ‘bütün’ seçim yazılarını okuyun lütfen, ihmal etmeyin.
=========================================
Dostlar,

SBF / Mülkiye’den OHAL KHK’sı ile uzaklaştırılan hocalardan olan Murat Sevinç’in yazısı yeterince kapsamlı, uzun hatta.. Biz daha fazla uzatmamak için bir yorum katmıyoruz.. Ancak şu paragrafı özellikle öne çıkararak yinelemek istiyoruz :

  • Hukuksal ve toplumsal hareketler bakımından son derece zengin bir tarihimiz var. Eğer iki seçimi de iktidar kazanırsa ne olur?Çilemiz uzar sadece. Berbat boşanma davalarında olduğu gibi! Evet, çok sıkıntı çeker muhalifler ama hiç kimse mücadeleden vazgeçmez. Kimin ne derdi varsa, onun için çaba harcamaya devam eder. Daha zor koşullarda!

Adaletsiz ve baskın seçimi kazananları kutlamak düşüyor bize.. Hayırlı olsun herkese.
Gene de tüm saflığımız ve iyi niyetimiz ile mutlak AKP iktidarının önümüzdeki dönemi için umutlanalım mı??

T.C.’nin son Başbakanı Binali Yıldırım, AKP Genel Merkezi balkonunda konuşuyor.. 25 Haziran 2018, ilk saatler, gece yarısı.. 02:28.. O’nun ardından da Erdoğan konuşacak herhalde.. Biz yorulduk..

Kimbilir, çooook gecikerek de olsa taç giyen baş akıllanır, olgunlaşır!?

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Son 2 günde sitemizin ziyaretçi sayısında binlerce artış oldu.
Bu ilgi için tüm okurlarımıza teşekkür ediyoruz..

 

Korkut Boratav : 2017’den bir yazı

2017’den bir yazı

sol.org, 22.06.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
16 Nisan 2017 referandumundan önce yayımlanan bir yazımın önemli bölümlerini okurlarımla tekrar paylaşmak istedim. O tarihteki görüşlerimin 24 Haziran 2018 seçimleri arifesinde de büyük ölçüde geçerli olduğunu düşünüyorum. Birkaç güncel gözlemi de yazının sonuna ekliyorum.

Anayasa Referandumunun 2 Sorusu

Referandumda karşımıza çıkacak olan Evet / Hayır  pusulaları bizlere aslında hangi seçenekleri sunmaktadır? 18 maddelik Anayasa Değişiklik Taslağı’nda yer alan ilk 15 maddeyle 1982 Anayasası’nın 68 maddesi değiştirilecektir. Bu operasyonun amacı nedir?

Referandumu Türkiye’nin gündemine getiren iktidar destekçileri ve Cumhurbaşkanı, bu taslağın hukuki çözümlemesine girmiyor. Anayasa değişikliğinin, aslında başka bir şeyleri hedeflediğini ileri sürüyorlar: “Türkiye’yi bölmek, parçalamak isteyen karanlık güçlerin; terörün yenilgisi”; “millî birlik, beraberliğin sağlanması…”

Bu “yüce” amaçların gerçekleşmesi için sözü edilen 18 maddelik metnin niçin gerekli olduğu ise bir türlü açıklanmıyor. Bana göre anayasa referandumunda bizlere aslında iki soru sorulmaktadır.

Birinci olarak İslamcı bir rejime geçişin hızlandırılmasını kabul ediyor muyuz?İkinci olarak, Türkiye’yi yönetecek olan Cumhurbaşkanı’na sınırsız dokunulmazlık sağlanmasını kabul ediyor muyuz? 16 Nisan’da oylanacak olan anayasa değişikliğinin somut hedefleri bunlardır.

“Hayır” kampanyasını sürdüren akımların, örgütlerin hemen hemen tümü, bu iki seçeneğin oylanmakta olduğunun farkındadır; ancak bu tespiti vurgulamaktan kaçınmaktadır. Nedenlerin tartışılması, 2017’nin Türkiye ortamına ışık tutabilecektir.

İslamcı Rejime Geçiş

Referandum, toplumumuzun iki büyük blokunu karşı karşıya getirmektedir. İslamcı ve Cumhuriyetçi bloklar… Bugün AKP tarafından temsil edilen siyasî İslamcılığın nihaî hedefi bellidir: Bir hayli yıpranmış olan Cumhuriyet’in, ana çizgileriyle Müslüman Kardeşler doktrinine uyan İslamcı bir rejime dönüştürülmesidir.

Bu “yeni rejim”in tüm öğeleri kesinleşmemiş olabilir; nihaî yapısı zamanla oluşturulacaktır.  Âcil gündem, “halk Müslümanlığı”nın Siyasî İslam tarafından “fethi”nin hızlandırılmasıdır. “Fetih” tamamlanınca rejim değişikliğinin önü açılır. Yeni rejimin ana çerçevesi hızla oluşturulur; zamanla dönüşüm tamamlanır.

Ne var ki, yıpranmış 1982 Anayasası dahi, Cumhuriyet rejiminin temel ilkelerinden bazılarını korumaktadır. Bu özelliği nedeniyle, sözünü ettiğim “fetih”in tamamlanmasını kösteklemekte; güçleştirmektedir. 16 Nisan referandumunun hedeflediği sınırsız iktidar gücü, bu engeli hızla aşacak kritik bir adım olacaktır. Bu hedef ortadadır; onu, anayasa taslağındaki 18+68 maddeyi deşifre ederek ayrıca “keşfetmek” gereksizdir.

İslamcı blokun karşısında, cumhuriyetçi blok yer alıyor.  Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri ve (en “gevşek” kapsamda) ortak değerleri ile barışık insanlardan oluşuyor. Çok geniş bir yelpazeden söz ediyorum. İdeoloji ve siyaset açısından farklı akımlara, birbiriyle uzlaşamayan sağ ve sol uçlara uzanır.  “Vatan bölünmez” ilkesini, anti-emperyalist konumlar ve bağımsızlık tutkularıyla birleştiren sert milliyetçi renkleri içerir. Bölgesel, etnik, kültürel  özerkliklere sıcak bakan liberalleri de kapsar. Tüm siyasî meşreplerden katıksız demokratlar, aydınlanmacılar buradadır. Sol uçta sosyalizmle barışık insanlar yer alır. Büyük çoğunluk, Alevîliği de kapsayan bir Müslümanlık kimliği taşımaktadır.

Cumhuriyet değerlerini ve bunların İslamcı karşıtlarını temsil eden sözcükler, olgular, kişiler, kurumlar üzerinde özenli, doğru anketler yapılsa, öyle sanıyorum ki, cumhuriyetçi kalabalığın  bugün dahi İslamcı bloktan daha geniş olduğu ortaya çıkacaktır. Zira, yukarıda sözünü ettiğim “fetih” süreci, henüz  tamamlanmamıştır.

Bu renk ve meşrep kargaşası, cumhuriyetçi kalabalığın birlikte, aynı doğrultuda  hareket etmesini neredeyse olanaksız kılar.  Yalnızca, tümünü birleştiren değerlerin tehdidi ortak tepkileri tetikleyebilir. Anayasa referandumu böyle bir ortam oluşturmuştur ve tepkilerin 16 Nisan’da sandıklara yansıması beklenebilir. Şu koşulla ki, anayasa taslağının Cumhuriyet’in tasfiyesini hedeflediği, cumhuriyetçilerce algılanmış olsun…

Muhalefet Kampanyası

Muhalefet, İslamcı rejim hedefinin farkında olmasına rağmen, referandum kampanyasında bu önceliği vurgulamaktan uzak durdu. “Hayır” kampanyasında bugün birleşenler, AKP’nin stratejik hedeflerini algılamakta geciktiler. Gecikmenin, önceki dağınıklığın bedelini  şimdi ödüyorlar. Kısa kronolojik anımsatmalar yararlı olabilir:

2007’nin “tehlikenin fakında mısınız?” kampanyası ve Cumhuriyet mitingleri ile başlayabiliriz. O tarihteki Cumhurbaşkanı seçimi vesilesiyle laikliği savunma platformu, eksik kaldı: Sosyalistler “ulusalcı” teşhisi nedeniyle uzak durdu. Liberal ve orta-sağ çevreler ise “darbeci” suçlaması ile cephe aldı. Liberallerin, orta-sağın bu tutumu, AKP’nin karşı saldırısına ve Cemaat’in Ergenekon/Balyoz operasyonlarına yeşil ışık yakmış oldu.

Sonraki yıllarda sosyalist sol, Aydınlanmacı çizgiyle kopukluğunu adım adım aştı. 2013 Haziran kalkışması sonrasında laiklik karşıtı uygulamalara en etkili direnmeler, sosyalistlerden gelmektedir; CHP’den değil…

Niçin CHP’den değil? Zira, 2007 sonrasında AKP-Cemaat ittifakının, din ve laiklik konularında sağladığı ideolojik hegemonya, CHP’yi giderek savunmacı bir konuma sürükledi. Laiklik karşıtı İslamcı politikaların eleştirilmesi, liberal aydınların da katkısıyla “din karşıtlığı” olarak teşhir edildi. Bu tür suçlamalar, CHP yönetimini adım adım  tutsak aldı; lider kadrosunda bir “suçluluk psikozu” yarattı; köşeye sıkıştırdı. “AKP, laikliği tasfiye gerekçesiyle eleştirilmeyecektir…”  Bu örtülü direktif, Kılıçdaroğlu tarafından güncel politikalarda bir CHP ilkesi haline getirilmiştir.

Nisan 2017’ye gelindiğinde CHP, sosyalistler, liberaller, orta-sağ, referandumun, “İslamcı rejime geçiş” hedefini içerdiğinin farkındadır. Ne var ki, AKP’nin ideolojik hegemonyasının genişlemiş olması, bu teşhisin kampanya platformuna taşınmasını frenlemektedir.

Referandum süreci başlarken muhalefet iki seçenekle karşı karşıyaydı:

  • Cumhuriyet değerlerini açık-seçik savunmak ve AKP’ye açıkça Cumhuriyeti tasfiye suçlaması ile yüklenmek…
  • Veya, “Hayır” platformunu “tek adam yönetimine karşı parlamenter demokrasiyi savunma” gündemi üzerine yoğunlaştırmak…
    İkinci muhalefet çizgisi yeğlendi…

Cumhurbaşkanına Sınırsız Dokunulmazlık

Cumhurbaşkanına sınırsız dokunulmazlık… Yazının   başında işaret ettiğim gibi, 16 Nisan oylamasının aslında izlediği iki hedeften biri budur.

Meclisi feshetme yetkisi, Cumhurbaşkanı’nın süresini uzatma  olanağı da sağlamaktadır. Süreleri üst üste ekleyebilen herkes farkındadır ki, bu düzenlemeler, bugünkü Cumhurbaşkanı’na (belki de) ömür-boyu sınırsız dokunulmazlık sağlayabilmektedir. (AS: en çok 15 yıl, 3 dönem..) Bir olasılıktan söz ediyorum. Esas olan “geleceği okumak” değil, bu hedefin taslağa yerleştirilmiş olmasıdır.

Gülen’ci “paralel yapılanma”nın 2013 sonunda AKP’nin üst kadrolarına karşı gerçekleştirdiği operasyonun dosyaları, belgeleri fiilen kapatılmamıştır. Bir ucu şu anda ABD yargısına taşınmıştır. Sınırsız dokunulmazlık arayışları, bu bilançoyla ilişkili değil midir?

Anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı’na tanıdığı dokunulmazlık, referandum kampanyasında muhalefet tarafından da vurgulandı. Ne var ki, “neden” sorusu sorulmadı; bu bağlantı üzerinde durulmadı. 2013 referanslı yolsuzluk iddiaları, parlamento dışı muhalefeti, “FETÖ örgütlenmesi” suçlamasıyla karşı karşıya getirmektedir. Ana muhalefet partisi bile,   bu bağlantıları gündeme getirmede ürkek davranmaktadır.

  • Bu durum da, faşizmin, Türkiye siyasetine fiilen damgasını vurmuş olduğunu göstermektedir.

17 Nisan, İslamcı faşizme sürüklenmeyi frenleyecek önemli bir dönüm noktası olabilir. Her şey, cumhuriyetçi blokun algılama düzeyine ve katılımına bağlı görünüyor.
***

Haziran 2018’de Ek Notlar

Nisan 2017 referandumu arifesinde kaleme alınan yukarıdaki tespitlerin  22 Haziran 2018’de de büyük ölçüde geçerli olduğunu düşünüyorum. Birkaç ek gözlemle yetineceğim.

Birincisi, referandum sonuçları ile ilişkilidir. Yazıda vurgulanan Cumhuriyetçi ve İslamcı bloklararasındaki ayrımın bir paraleli, Kürt nüfusun ağırlık taşıdığı illerde de ortaya çıktı. Bu illerin çoğu ve kıyı şeridi “Hayır” oylarının yoğunlaştığı coğrafya olarak dikkat çekti.

Haziran 2018 seçimine giderken benzer bir durum, Kürt seçmenlerin saflarındaki   HDP / AKP ayrışması içinde temsil edilmektedir.  Ancak, HDP/AKP ilişkileri, Cumhuriyetçi / İslamcı karşıtlığına oturamaz. Burada değinmekle yetinelim.

Cumhurbaşkanlığı adayı belirlenirken Abdullah Gül’ün dışlanması, CHP saflarında Cumhuriyetçi akımın etkisini ortaya koymuştur. Ne var ki, Kılıçdaroğlu, partisini Cumhuriyetçi / İslamcı karşıtlığının dışında tutmaya öncelik vermektedir. Başarılı bir manevra sonunda oluşturulan CHP / İyi Parti /Saadet seçim ittifakı, CHP liderinin bu önceliğine de hizmet etmiştir. Aday listelerinde sosyalistler ve militan aydınlanmacılar tırpanlanırken, Saadet Partisi’ne ayrıcalık verilmiştir.

Buraya Nasıl Geldik?

1991 genel seçim sonuçlarına bakınız: Orta/Sol partiler (SHP+DSP) toplamı %31,5 oyla öndedir. Demirel’in DYP’si %27; Mesut Yılmaz’ın ANAP’ı %24 oy almıştır. Bugünkü Cumhur İttifakı’nın öncülleri (Refah ve Milliyetçi Çalışma partileri) ise seçime ortak listeyle girmiş ve % 9,7’lik  oy toplamıyla marjinal konumda kalmıştır. 1991 yılı, böylece,  Cumhuriyetin temel ilkeleriyle kavgalı olmayan Orta Sol / Orta Sağ partiler bloku, seçmenlerin  %83’ünün desteğini aldığı bir tarih olarak dikkat çekiyor.

On yıl sonra İslamcı bir partinin tek başına iktidar olmasına yol açan ve 2017-2018’de Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye eşiğine sürükleyen dönüşümlerde, 1991 siyasetine egemen olan düzen partilerinin büyük sorumluluğu vardır. Sicilleri, kadroları ve seçmenleri bakımından Cumhuriyetçi değerlerin ana temsilcisi olarak bilinen SHP, DSP, CHP’nin sorumluluğu  daha da ağırdır. Bu bilançoyu sürekli anımsatmak zorundayız.

Cumhuriyetçi / İslamcı karşıtlığı, CHP geleneğini temsil eden bu partilerin isteğiyle oluşmadı. Ancak, bu ikilemle karşılaştıktan sonra, Cumhuriyetçiliği savunmak bu partilere düşmeliydi; bugünkü koşullarda CHP’ye düşmelidir.

Bu sorumluluktan kaçmak, Aydınlanmacı mirasın reddi demektir. İslamcı faşizme karşı açık ve etkili mücadele de, bu mirası hem özümseyen, hem de sınıf mücadelesi gündemiyle zenginleştiren  sosyalist, komünist, devrimci akımlara düşecektir; düşmektedir.
======================================
Evet dostlar..

Çarmıha Gerilmek İstenen Türkiye;
25 Haziran 2018’in İlk Dakikaları..

Üstad Prof. Boratav hocamızın uzunca – kapsamlı irdelemesi yukarıda.
24 Haziran 2018 seçim sonuçları, 25 Haziran 2018’in ilk dakikalarında henüz kesinleşmedi saat 00:45’te. Ancak Boratav hocanın irdelemesi 25 Haziran 2018 sabahına da açıklama getiriyor.

Son derece özel bir “politik anomali” yaşıyor Türkiye şu dakikalarda..

İktidarın teslim hatta tutsak aldığı AA, seçim sonuçlarını psikolojik savaş düzeyinde yönlendirmekte (manüple etmekte); YSK ise iktidar partisince işgal edilerek sinikleştirilmiş durumdadır. Muhalefete göre oyların yarısı ancak sayılabilmiş iken, yandaş medya sandıkların %95’inin açıldığına dayanarak sonuçları AKP lehine ilan ederek de facto bir durum dayatmıştır. O denli ki, AKP’li CB Erdoğan İstanbul’da Huber köşkü önünce seçmenlerine seslenmiş, kutlamaları kabul etmiştir el öptürerek ve Ankara’ya uçarak Balkon konuşması yapacaktır..

Sayım sonuçları 1-2 saat içinde aksine kesinleştiğinde ne yapılacaktır?

Niçin halk yığınları kesin olmayan bir seçim utkusuna koşullandırılmıştır?

Erken ilan edilen bu gerçekleşmemiş utku YSK kararı ile yalanlanırsa,
sokaklarda coşarak kutlama yapan AKP’liler nasıl yatıştırılacaktır??

Sayılan oyların oranı ne olursa olsun, iktidarca ilan edilen sonucu desteklemekten epey uzak ise, YSK hiç beklemeden kamuoyuna açıklama yapmak zorundadır.

Gelinen yer son derece sancılıdır ve Boratav hocamızın yukarıdaki yazısında isabetle işaret ettiği üzere Erdoğan önderliğindeki İslamcı kanadın “Cumhuriyeti” Erdoğan’a sağlanan
kesin dokunulmazlık kalkanıyla bir an önce “tam” teslim almada acele etmektedir..

AA’nın 18:45’te RTE için verdiği oran %71 dolayında iken, 5 saattir sürekli düşmekte ve %52’lere gerilemiş bulunmaktadır. Bu nasıl bir kazanma varsayımı ya da dayatmasıdır?!

Son dakika öğreniyoruz ki, Erdoğan İstanbul’da kalacaktır ve balkon konuşması sabaha ertelenmiştir. Dileriz halktan saklanan gerçekler AKP=RTE’yi frenlemiş olsun..
Ve dileriz ki bu konuşma yapılamasın; Cumhuriyetçi blok 2. turda kaçınılmaz dayanışma gereğini algılasın.

YSK’nın 11 üyesi yüksek yargıçlardır. Yemin etmişlerdir göreve gelirken ve Türkiye için
14 Mayıs 1950 seçiminden sonra en önemli seçim yaşanmaktadır. Ne yapıp edip,
seçmen istencinin (iradesinin) mutlak sadakatle korunmasını ve ilanını sağlamak zorundadırlar.

Buna hiçbir biçimde güçleri yetmiyor ise durumu açıklayıp İSTİFA ETMELİDİRLER!

Sevgi, saygı, DERİN ENDİŞE ama UMUT  ile.
25 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Özelleştirmenin yeni adı : Şehir Hastaneleri

Özelleştirmenin yeni adı : Şehir Hastaneleri

Halk Sağlığı Uzmanı ve Türk Tabipleri Birliğinin İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri’ kitabının derleyicisi Prof. Dr. Kayıhan Pala ile son dönemde sağlıkta en çok tartışılan konulardan biri olan şehir hastanelerini  konuştuk. Şehir hastaneleriyle birlikte sağlık alanında yeni bir özelleştirmeyle karşı karşıya olduğumuzu belirten Prof. Dr. Pala, kamu özel ortaklığı yönteminde, risk ve maliyetin kamu üzerinde kaldığına dikkat çekti. Sağlığa erişimin kolay ve ulaşabilir olmasının önemine işaret eden Prof. Dr. Pala, kentlerin dışına inşa edilen şehir hastanelerine ulaşımın da büyük bir sorun olduğunu söyledi. KÖO yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde amacın kamu yararı olmadığının bilindiğini dile getiren Pala  “KÖO çerçevesinde çalışan hastaneler, sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler vermektedir. Burada hizmetin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kâr oluşturmaktadır” dedi.  Pala, Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunları çözebilmek için kamucu, eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemine gereksinim duyulduğunu vurguladı.

Şehir hastaneleri Türkiye için gerekli mi?

Kamu-özel ortaklığı (KÖO) yöntemi ile yapılan şehir hastaneleri ülkemiz için gerekli değil, gereksinim duyduğumuz kamu hastanelerini kendi olanaklarımızla yapabiliriz. Devletin yatırımlarını belli bir plana uyarak yapması halinde uzun dönem borçlanarak ya da kira ödeyerek KÖO gibi yöntemleri kullanmasına gerek yoktur. Çünkü bu yöntemler çok pahalıdır ve bu yüksek maliyetler halkın cebinden çıkmaktadır. Örneğin yalnızca 2018 bütçesine ‘şehir hastaneleri’ kullanım ve değişken hizmet bedeli için konulan 2.6 milyar TL ile 150 yataklı tam teşekküllü 64 hastane yaptırılabileceği hesaplanmıştır. Kiranın 25 yıl boyunca ve her yeni açılacak hastaneyle birlikte artarak ödeneceği düşünülürse, toplumun ne kadar büyük bir maliyetle karşı karşıya bırakıldığı daha iyi anlaşılacaktır.

RİSK VE MALİYET KAMUYA

Şehir hastaneleriyle sağlık alanında ‘yap işlet devret’ yöntemine geçilmesi ne anlama geliyor?

Şehir hastaneleri ‘kamu’ adını kullanarak küresel sermayeye yeni ve büyük bir kaynak aktarmanın aracı olacak gibi görünmektedir. Kamuoyu sağlık alanında yeni bir özelleştirme ile karşı karşıyadır.

Şehir hastanelerine verilen ‘garantili hasta kapasitesi’, kira ve vergi muafiyeti nedir?

Kamu özel ortaklığı yönteminde, risk ve maliyet kamu üzerinde kalır, özel şirketlere kiralar yoluyla yatırım finansmanı ve hizmet devriyle de gelir garantisi verilir. Türkiye’de şehir hastanelerinin ihalelerini alan şirketlere, hacme dayalı hizmetler için hastanelerin yüzde 70 doluluk oranında çalıştırılacağı garanti edilmektedir. Bu oran yüksek güvenlikli adli psikiyatri hastaneleri için yüzde 80’dir.

Şehir hastaneleri hükümet tarafından ‘lüks otel gibi’ tanımlanıyor. Bunun gerçekliği nedir?

Şehir hastanelerinin büyüklüğü ve yatak başına kapalı alanın yüksekliği hükümet tarafından topluma ‘lüks otel’ gibi tanıtılmasına yol açsa da, hastaların gereksinimi lüks otel değil, nitelikli sağlık hizmetidir. Şehir hastanelerinde ortalama olarak yatak başına 287 metrekare kapalı alan düşmektedir, bu bazı şehir hastanelerinde 350 metrekareyi geçmektedir. Ancak açık söylemek gerekirse, kapalı alanların çok fazla planlanması ile bir hastanenin gerek yapım gerekse de hizmet sunumu maliyetlerini yükseltmek için bulunabilecek en etkin yollardan birisi tercih edilmiş gibi görünüyor. Çünkü gelişmiş ülkelerde yeni yapılan hastanelere bakıldığında yatak başına düşen kapalı alanın genel olarak 150-200 metrekare dolaylarında olduğu görülüyor.

Şehir hastanelerinin yerleşim merkezlerine uzak olmasının sağlığa erişim açısından bir dezavantajı var mı?

Elbette var. Sağlık hizmetlerine kolay erişim için, hastanelerin toplumun yaşadığı yerlere yakın inşa edilmesi gerekir. Örneğin Bursa Şehir Hastanesine ulaşmak için kentin doğusunda yaşayan bir hastanın 29 kilometre yol katetmesi gerekecektir. Üstelik şehir hastanesine her hangi bir kamu ulaşımı da yoktur.

Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘tıp fakültesi hastaneleri bize zarar ettiriyor. Bunları kapatmamız gerek’ açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sağlık en temel insan hakkıdır ve hükümet halkın her hangi bir engelle karşılaşmaksızın sağlık hizmetlerine erişiminden sorumludur. Bu bağlamda kamu hastanelerinin kâr/zarar açısından tartışılması söz konusu değildir. Üstelik tıp fakültelerinin en önemli işlevinin hekim yetiştirmek olduğu da unutulmamalıdır.

‘SAĞLIK, ÜCRETSİZ VE ULAŞILABİLİR OLMALI’

Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunların çözümü gibi sunuluyor şehir hastaneleri, sizin çözüm öneriniz nedir?

Şehir hastaneleri ‘çözüm’ değil, ‘sorun’ kaynağıdır. Türkiye’de şehir hastaneleri için öngörülen temel sorun alanları başta finansman yöntemi (Kamuya çok yüksek maliyet, taşınacak kamu hastanelerinin ödeme güçlüğü, Hazine garantisi ve iflas durumunda izlenecek yol) olmak üzere, yer seçimi (Tarım arazilerinin imara açılmasıyla taşkın alanlarında inşaat yapılması), kent merkezlerindeki hastanelerin kapatılmasıyla birlikte yurttaşların söz konusu hastanelere ulaşım ve erişim sorunları (coğrafi/ekonomik erişilebilirlik), taşınacak kamu hastanelerinin boşaltacağı yerleşkelerin durumu (İhaleleri alan şirketlere devredilmesi söz konusu). Taşınacak kamu hastanelerindeki hem sağlık hem de destek hizmetlerinin sunulması ile ilgili imtiyazlar ve sağlık çalışanlarının istihdam ve özlük hakları sorunları olarak sıralanabilir. KÖO yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde bu uygulamaların piyasa için yeni fırsatlar sağlayan bir yaklaşım olduğu, amacının kamu yararı olmadığı bilinmektedir. KÖO çerçevesinde çalışan hastaneler, sağlık hizmetleri sistemini eriten, özel ve kâr amaçlı hizmetler vermektedir. Burada hizmetin odak noktasını insanın sağlığı değil, elde edilecek kâr oluşturmaktadır. Türkiye’de sağlık alanında yaşanan sorunları çözebilmek için kamucu, eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemine gereksinimi bulunmaktadır.

ŞEHİR HASTANELERİ TÜM BOYUTLARIYLA ELE ALINIYOR

‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri” İletişim Yayınları’ndan çıktı

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Şehir Hastaneleri İzleme Grubu tarafından hazırlanan, Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın derlediği ‘Türkiye’de Sağlıkta Kamu-Özel Ortaklığı: Şehir Hastaneleri’ başlıklı kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı. Editörlüğünü Tanıl Bora’nın üstlendiği kitapta, şehir hastaneleri çeşitli boyutlarıyla ele alınıyor. TTB’nin, Türkiye’de ilk gündeme geldiği günden bu yana titiz bir çalışma yürüterek ürettiği ve biriktirdiği belge ve bilgiler bir kitapta toplandı. Şehir hastaneleriyle ilgili gerek hukuksal sürecin ayrıntıları, gerek karşılaştırmalı dünya örnekleri ve bu modelin artık neden dünyada vazgeçilmekte olduğu, gerek ‘kamu’ adı altında piyasaya nasıl kaynak aktarıldığı bu kitapta alanında uzman adların kaleminden aktarılıyor. Kitapta yer alan bazı makaleler:

Talan Yoluyla Sermaye Birikim Aracı Olarak Kamu-Özel Ortaklığı: Verimsiz ve Pahalı Bir Finansman Modeli’ – T. Sabri Öncü

Sağlık Alanında Kamu-Özel Ortaklığı: Birleşik Krallık Deneyimi’ – Kayıhan Pala,

Sağlıkta Dönüşümde Son Dönem: Şehir Hastaneleri’ – Raşit Tükel,

Bütçeyi Hasta Eden Bir Sağlık Modeli: Şehir Hastaneleri’ – Çiğdem Toker,

Orda Bir Hastane Var Uzakta: Mersin Şehir Hastanesi’ – Ful Uğurhan

==============================================

Dostlar,

Sevgili meslektaşımız Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala‘yı ve bu yapıta emek veren yazarları bu önemli ürünleri nedeniyle kutluyoruz.

Dileriz Dr. Pala, Bursa 4. sıra CHP milletvekilliği adaylığında başarılı olur ve bu sorunları TBMM’de dillendirir…

Dileriz sağduyu egemen olsun ve Türkiye bu muazzam küresel talana bir an önce “dur” diyebilsin!

Sitemizin manşetinde ŞEHİR HASTANELERİ KUMPASI için hala şu dizeler duruyor…

  • Şehir hastaneleri UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!
  • CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.
  • AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.
  • AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!
  • Erdoğan, nasıl oluyor da, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Çok utandırıcı!
    devamı : http://ahmetsaltik.net/2018/06/15/saglik-sistemi-insan-onurunu-hice-sayiyor/

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

Tehditler ve tuzaklarla dolu düzen değişmeli

sol.org tr. 21/06/2018
Alıştırdılar…

Demokrasiyi seçim, seçimi sandık, sandığı çoğunluk olarak göstermeye; kaybettikleri seçimi gecikmeden yenileyip çoğunluğu almaya, baskın seçime, seçime istedikleri partileri davet etmeye, seçim barajını kaldırmayıp siyaset uzlaşması ve barışı kandırmacasıyla ittifaklara alıştırdılar.

Hukuksuzlukları hukuk yapmaya, Anayasayı istedikleri zaman istedikleri gibi değiştirmeye, adaleti yandaşlaştırmaya alıştırdılar.

Dini yargıya, hukuka, siyasete, topluma şırınga etmeye alıştırdılar.

OHAL’e, OHAL’i her şeye gerekçe göstermeye, OHAL’de hukuksuzluğa ve Anayasa değiştirmeye, OHAL’de seçim yaptırmaya alıştırdılar.

Tehditlerle ve tuzaklarla toplumu manipüle (AS: manuple) etmeye alıştırdılar.

Kandıra kandıra yönetmeye alıştırdılar.

Kazanırlarsa OHAL’i kaldıracaklarmış. Seçimden önce kaldırmadılar. Neden kaldırsınlar; tehdit olarak tutmak, olası seçim sonuçlarına göre OHAL koşullarını kullanmak varken, yeni OHAL KHK’leri ile korku salmak varken neden kaldırsınlar.

Erdoğan ne diyor OHAL için: Şu anda bu işi ciddi manada yumuşattığımız için 24 Haziran’dan sonra neşter vurabiliriz, ara verebiliriz. Herhangi bir sıkıntı olduğu anda tekrar getirilebilir.

Kime göre sıkıntı? Bu tehdit değil de nedir?

Yeni rejimde artık bakanlar kurulu yok. OHAL ilanında ve uzatılmasında, TBMM onayı ile Cumhurbaşkanı yetkili. OHAL KHK’si de yerini cumhurbaşkanlığı kararnamesine bırakacak.

  • OHAL’i kaldırmak yetmez. OHAL hukuksuzlukları, hak ihlalleri, mağduriyetleri de tüm sonuçlarıyla birlikte kaldırılmalı. OHAL zararları karşılanmalı. Sorumlular da cezasını çekmeli.

31 OHAL KHK’si yüzlerce maddesiyle yasalaştı. Bunlar mevzuattan tek tek ayıklanmadan OHAL kalksa ne olacak?

Anayasaya uyum KHK’leri için Yetki Kanunu çıktı, gereği hâlâ yapılmadı. Neden yapsınlar; olası seçim sonuçlarına göre CB’nin ant içerek göreve başlayacağı tarihe kadar düzenleme yapmak varken neden yapsınlar.

Tehditlerden biri de yeniden seçim kararı… AKP kaybederse yeniden seçim tehdidi… Kaybederlerse, cumhurbaşkanı ile parlamentonun çoğunluğu aynı partiden olmazsa seçimi yenileyeceklermiş. Birileri çıkarı için karar veriyor, halk da uysun isteniyor. İstedikleri olmazsa “Suruç” tehdidi, şiddet ve saldırı tehdidi, OHAL tehdidi

Tehdit ve tuzaklarla, hukuksuzluğun hukukuyla yürütülen seçim nasıl demokrasinin olmazsa olmazı sayılır?

“Ağır soru” denmesin. Daha ağırı var.

Soru, iktidar partisi AKP’nin tehdit ve tuzaklarıyla, hukuksuzluklarıyla destekli. Daha ağırını ise düzen partileri ve bu partilerden başka seçenek olmadığını, mutlaka onlara destek verilmesi gerektiğini dayatanlar yapıyor. Düzeni, piyasacı ve gerici yapısıyla, sömürü politikasıyla ve sınıfsallığıyla bütünsel olarak karşısına alanlara, “bu düzen değişmeli” diyenlere karşı açık ya da örtülü baskıda ortak çok.

İşçi sınıfına ve devrimci mücadeleye inanmayı ertelememizi, yalnızca Erdoğan ve AKP’yi yıkmaya kilitlenmemizi, yıkmak için de sınıfsal karşıtımız olan sermayeyi ve sınıfsal mücadele vermeyen partileri görmezden gelmemizi, sömürücülerle uzlaşmamızı söyleyen, tavsiye eden, hatta baskı yapan demokratlar/solcular var.

Bu Düzen Değişmeli” seçim bildirisinde söylediklerimizi haklı bulan “ama”cılar var. “Yıkalım ama düzene dokunmayalım” diyenler var. Yalnızca edilgen bireyler istiyorlar; sandıktan sandığa siyaset yeter diyorlar. Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler sınırlanabilir, sermaye özgürlüğüne dokunulmasın diyorlar.

  • Dinsel özgürlük Aydınlanmanın, NATO yurtseverliğin, sermaye emeğin üstündedir diyorlar.

Emek mücadelesini kesici birçok etkiye, zorunlu arabuluculuk kurumuna karşı, grev yasaklarına karşı tavır akıllarına bile gelmiyor. Sömürünün yasalarını, sınıfsal mücadeleyi unutun diyorlar. Sermayenin sınırsız tahakkümüne, emperyalizmin taleplerine, dinsele dokunmasak; düzen partileriyle uzlaşarak AKP’yi yıksak; gereğine sonra baksak diyorlar.

Komünist olduğunuzu birazcık unutsanız diyorlar… Tüm sorunların, yozlaşma ve çürümüşlüklerin, eşitsizlik ve adaletsizliklerin, sömürünün kaynağı aynı: kapitalist emperyalist düzen… Düzen, gericiliği de yanına alarak aynı kaynaktan besleniyor. 24 Haziran seçimlerine “Bu Düzen Değişmeli” diyerek girmekle, seçimlere sokulmayan Türkiye Komünist Partisi program ve ideolojisini 17 bağımsız adayla seçim hattına taşımakla, sömürü ve gericiliğe karşı sömürülenlerin, Bilimin ve Aydınlanmanın yanında tavır almakla, “siyasal uyuşukluk” içinde boğulup kalmamakla, örgütlü sınıfsal mücadeleyi vazgeçilmez kılmakla ne kadar yerinde ve ilkeli davrandığımız kat kat kanıtlanıyor.

Gerçeklerin üzeri ne seçimlerle ve düzen parlamentosuyla ne cumhurbaşkanlığı etiketli başkanlıkla ve anayasal hükümdarlıkla ne de dinsel ya da şoven perdelerle kapatılabilir; sınıflı toplumda sınıfsallık yok sayılamaz.

Düzeni korumak isteyenlerle bu düzen değişmeli diyenlerin farkı, düzenin zincirine bağlı kalıp mücadele edileceğini sanmakla, zinciri kırıp atmak için mücadele arasındaki farktır.
================================

Bağımsız aday, Anayasa Mahkemesi emekli raportörü sayın Ali Rıza Aydın‘a seçimde başarı diliyoruz…

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Finansal göstergeler alarm veriyor

Finansal göstergeler alarm veriyor

Hayri KOZANOĞLU
BİRGÜN

Türkiye, seçimlere alarm veren finansal göstergelerle giriyor. İsterseniz lafı uzatmadan 5 kritik veri üzerinde yoğunlaşalım:
1- Kamunun borçlanma maliyetleri artıyor 
finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478427-1. 

2 – CDS (Kredi Temerrüt Takası) primleri yükseliyor
Kamunun borçlanma maliyetleri mevduat ve kredi faizleri için taban oluşturur. Eğer para basma olanağı bulunan kamu bile bu denli yüksek faizle borçlanıyorsa, öbür faizler çok daha üst noktalara sıçrar. Yabancıların ve yerli yatırımcıların döviz kuru riski nedeniyle ve borçların ödenmesinde zorluk yaşanacağı endişesiyle ancak bu faizlerle kamuya borç verdikleri gözleniyor. Türkiye’nin önünde

  • ya “yüksek enflasyon – yüksek faiz” senaryosu
  • ya da “gerileyen enflasyon – yüksek reel faiz” senaryosu bulunuyor.Her ikisi de farklı sorunlara işaret ediyor. Örneğin enflasyon düşerse bu kez söz konusu faizlerin reel maliyeti artacak, ödenmesi iyice zorlaşacaktır.

Türkiye’nin CDS, kredi temerrüt takası primi de ciddi bir sıçramayla 307 puana yükseldi. CDS, bir ülkenin aldığı kredilerin sigortalanması için talep edilen bedel anlamına geliyor. 5 yıllık CDS verileri gösterge kabul ediliyor. Daha Ocak 2018’de CDS 162’yken, bugün 300’ün üzerine çıkması ekonominin geleceğine ilişkin ciddi bir kaygıyı yansıtıyor. ABD’nin aynı vadedeki tahvillerinden, bir ülkenin tahvilleri için ne kadar ek faiz talep ediliyorsa, bununla CDS priminin kabataslak birbirine eşit olması beklenir. Türkiye’nin 2027 vadeli tahvilleri için, ABD tahvillerinden %3,07 daha yüksek, %5,82 faiz talep edilmesi bu varsayımı doğruluyor.

Bazı Ülkelerin CDS Primleri :

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478428-1.

Merkez Bankası’nın son verilerine göre Döviz Tevdiat Hesapları (DTH), 204 milyar $ gibi korku verici bir düzeyde bulunuyor. Ne var ki bu rakam, 2017 sonundaki 201 milyar dolara göre çok ciddi bir artış sergilemiyor. Ocak 2018’de Dolar kurunun 3.77 TL olduğunu hatırlarsak, şimdiki düzeye ulaşması için çok ciddi bir döviz talebi bulunması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu talebin döviz mevduatlarına yansımaması, yastık altına veya yurt dışına döviz aktarıldığı kuşkusunu güçlendiriyor.

3 – Döviz Tevdiat Hesapları 200 milyon doların üzerinde

Son verilere göre Merkez Bankası’nın brüt döviz rezervleri bir önceki haftaya göre 3.2 milyar $ gerileyerek 78.9 milyar Dolara indi. Buna karşın kısa vadeli borç stoku, 2017 sonuna göre %6,5 oranında artışla 125.5 milyar Dolara yükseldi. Uluslararası piyasalarda en yakından izlenen bir gösterge, rezervlerin kısa vadeli borçlara oranıdır. Altın rezervlerini de katarak bu oranı hesaplarsak, %82,5 gibi çok kritik bir düzeye düştüğünü görürüz. Bu oran, 2016 sonunda %104,6; 2017 sonunda ise %91,4’tü.

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478429-1.

4 – Döviz rezervleri eriyor

finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478430-1.finansal-gostergeler-alarm-veriyor-478431-1.

Son istatistikler yabancıların bayram öncesindeki hafta 289 milyon Dolarlık hisse senedi alırken, 460 milyon Dolarlık devlet iç borçlanma senedi (DİBS) sattığına işaret ediyor. Böylelikle yabancıların portföylerindeki hisse senetleri 34.8 milyar Dolara, DİBS senetleri 22.3 milyar Dolara gerilemiş bulunuyor.

5 – Yabancılar portföylerini boşalttı bile!

Toplamda 57.1 milyar Dolarlık bu portföy tutarı, 2012 sonunda 132.7, 2014 sonunda 113.5, daha 2018 Ocak itibariyle 85.9 milyar Dolardı.

3 belirleyici etmeni;

1. yabancı satışlarını,
2. borsa endeksinin düşüşünü (tahviller için DİBS faizlerinin yükselişini) ve
3. TL’nin Dolar karşısında değer yitirişini

göz önüne alırsak, hepsinin ortak etkisiyle, seçime girmeden yabancılar fiilen portföylerini boşaltmış görünüyor.
=================================

Dostlar,

Seçim yasakları nedeniyle bu makaleye biz yorum yaz(a)mıyoruz…

Ancak;

  • ..ülkemizin içine sürüklendiği ekonomik durum bizi çok üzüyor, kaygılandırıyor..

Seçim sonrasında görev alacak iktidarların, son derece akılcı ve orta – alt toplum katmanlarını ezmeyecek politikalarla bu ağır bunalıma çözümler üretmesini diliyoruz.Tüm olumsuzluklara karşın ülkemizin özgücünün (potansiyelinin) bu çok ağır bunalımı da aşmaya yeteceğini düşünüyoruz; son derece akılcı ulusalcı ekonomi politiklarıyla!

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İşte Erdoğan gerçeği

İşte Erdoğan gerçeği

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 22 Haziran 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Diyorlar ki:
Erdoğan’a-AKP’ye önyar­gılısınız.
Hiç önyargım olmadı.
Sadece, güvenmedim.
Sadece, Erdoğan’ın 16 yıl önce seçmeni kandıracağını öngördüm.
Haklı çıktım! Nasıl mı?
Bu soruyu Erdoğan yanıtlasın!
Tarih: 26 Eylül 2002.
Perşembe. Saat11:00.
Erdoğan, İstanbul Grand Cevahir Otel’de “AK Parti 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi”ni açıkladı. Mikrofonu eline aldı bakın -16 yıl önce- neler dedi:
Dedi ki: Dünyada kök­lü dönüşümler yaşanırken Türkiye, zamanını ve ener­jisini iç meseleleriyle uğ­raşarak tüketmektedir. Artık, kendi içine dönük böyle bir sistemle toplumun talepleri karşılanamayacağı gibi, uluslararası cami­anın saygın üyesi de olunamaz…
Dedi ki: DSP-MHP-A­NAP koalisyon hükümetinin uyguladığı ekonomik istikrar programları ve acı reçeteler halkı canından bezdirdi. Üre­tim gücü zayıflatıldı, istihdam azaltıldı ve kaynakların üre­timi yerine rant gelirlerine yönelindi…
Dedi ki: Ülke, iç ve dış ya­tırımcılar açısından cazibesini kaybetti; Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğradı. İyi yetişmiş nitelikli insanları­mız arasında bile işsizlik had safhaya ulaştı; yetenekli genç beyinler gelecekle­rini yurt dışında iş arama­nın telaşına düştü…
Bugüne ne kadar ben­ziyor değil mi?
Durun yeni başladık; daha neler dedi neler…

YOLSUZLUKLA MÜCADELE

Dedi ki: Kamu açıklarına dayalı ve sadece sıcak para girişiyle desteklenen büyüme modelinin sürdürülemeyeceği açıktır. Kamu açıkları, harca­malarda tasarruf ve verim­liliğin artırılması yoluyla azal­tılacaktır…
Dedi ki: Ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına öncelik verilecek; taşıt alımı, lojman ve sosyal tesis gibi verimsiz harcamalar yapıl­mayacaktır…
Dedi ki: Siyasi ve ekono­mik istikrarın sağlanmasına paralel olarak döviz kurla­rında da istikrar sağlayaca­ğız…
Dedi ki: Yoksulluğun ve gelir dağılımındaki dengesiz­liğin temelinde yolsuzluk­ların yattığı, son yıllarda açıkça görülmüştür. Kamu kesimi rant dağıtma meka­nizması olmaktan çıkarıla­caktır
Dedi ki: Yolsuzluğun önlenmesinde temel öncelik, siyasetin ve kamu yönetimi­nin yolsuzluktan arındırılması olmalıdır. Ülkemizin ulus­lararası imajını zedeleyen yolsuzluk olaylarının orta­ya çıkarılması ve suçluların cezalandırılması için gerekli idari ve hukuki önlemler alına­caktır…
Dedi ki: Kamu rant dağıt­ma mekanizması olmaktan çıkarılacak. Kamu otoritesini kullanan siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin mal varlıkları şeffaf hale getirile­cektir…
Dedi ki: Kamu yöneticile­rinin atanmasında teknik ye­terliliğin yanı sıra, dürüstlük temel bir ölçüt olarak dikkate alınacak. Personel alımında objektif kriterler getirilecek, terfilerde liyakat ve fır­sat eşitliği esas alınacaktır…
Dedi ki: Partimiz, hü­kümetin ve kamu yönetici­lerinin hesap verme so­rumluluğunu açıkça kabul etmektedir. Yolsuzluklara imkan vermeyen şeffaf devlet anlayışını yerleştirecektir…
Dedi ki: Parti çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tu­tan “negatif siyaset” değil, ülke çıkarlarını parti çıkarla­rından önde tutan “pozitif siyaset” takip edeceğiz…
Gülmeyiniz!
Daha ne komikleri var!

ÖZGÜRLÜKÇÜ ERDOĞAN

Dedi ki: Önyargılardan ve saplantılardan arınmış ger­çekçi bir dış politika izle­yeceğiz. Dış politikada karar verme ve uygulama süreci­ne parlamento ve toplu­mun çeşitli kesimlerinin katılımı sağlanacaktır…
Dedi ki: Partimiz, siyasi alanın daralmasına, temel hak ve özgürlüklerin kısıt­lanmasına, kamuda göreve alınmada eşitsizliklere neden olan düzenlemelere ve uygula­malara son verecektir…
Dedi ki: Partimiz, düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını sınır­layan engelleri kaldıracaktır. Devlet yönetimini şeffaf hale getirecektir…
Dedi ki: Temel yasal düzenlemelerin ve anayasal değişikliklerin yapılmasın­da partimizin Meclis’teki sayısal üstünlüğü yeterli olsa bile, mümkün olabilecek en geniş toplumsal mutabakat aranacaktır…
Dedi ki: Hukuku, korkut­manın ve cezalandırmanın de­ğil, adaleti sağlamanın ara­cı olarak görüyoruz. Hukukun siyasallaşmasını engelleyen önlemler alınacaktır..
Dedi ki: Eğitimde önyargılı ve ezbere dayanan yaklaşım terk edilecek; evrensel değerleri öne alan çağdaş yaklaşım benimsenecektir. Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldı­ğı, yasakların ve sınırlama­ların olmadığı özgür foruma dönüştürülecek. Rektör, dekan, bölüm başkanı gibi her kademedeki yöneticinin­seçimle işbaşına gelmesi sağlanacaktır…
Dedi ki: Ülkemizin te­mel gıda ürünleri açısından kendi kendine yeterli olması sebebiyle, tarım arazileri­nin sürekli işlenir halde tutulması, tarımsal üretimde verimliliğin artırılması ama­cındayız. Hayvancılığı mutlak geliştirmek zorundayız…
Dedi ki: Çevrenin korun­ması amacıyla yenilenebilir-temiz enerji kaynaklarından yararlanacağız…
Dedi ki: İşçilerden alı­nan gelir vergisi ve sigorta primlerini mutlak azaltaca­ğız…
Dedi ki: Partimiz, siyaseti ahlaki bir çizgiye yerleştire­cektir..
Uzatmayayım… Neler dedi Erdoğan biliyorsunuz.
Peki, 16 yılda ne yaptı?
24 Haziran’da kandırılmak­tan hoşlananlar hala var­sa ne diyebiliriz?
Böyle bir sonuç; siyasetin değil, psikolojinin alanına girer!
=============================================
Dostlar,

AKP = Erdoğan SEÇİMİ YİTİRMEYİ BİNLERCE KEZ HAK ETTİLER!

Değerli yazar Sayın Soner Yalçın’ın yazdıklarına ne eklemeli ki?? Sitemizin manşetine koyduk Erdoğan’ın 2002 sonrasında iktidar oluşundan 2010’a dek söylediklerini..

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm

2010 sonrası ise iyice kantarın topuzunun kaçırıldığını dünya alem görüyor. Ülkemiz tam bir TEK ADAM rejimine, despotizme ve dinci faşizme sürüklendi.

21. yy’ın şafağında gerek küresel gerekse kadim Anadolu’nun birikimi – gelenekleri ve bir bütün olarak konjonktürü böylesi bir dayatmaya asla izin vermez, vermeyecektir.

Dolayısıyla Erdoğan ve AKP’si, kendilerine cömertçe sunulan siyasal kredileri tükettiler.

Halkı bezdirdiler, can – mal ve iş – hukuk – aş güvenliğini yok ettiler, gelecek umudunu ellerinden aldılar. Makro-ekonomik ölçekte Türkiye borçlarını döndüremez duruma, iflasın eşiğine sürüklendi. Halkın karnını doyuracak tarımsal – hayvansal üretim bile yapılamıyor. Adalet, sağlık, eğitim, iç – dış güvenlik başta olmak üzere 4 temel – vazgeçilmez kamu hizmeti verilemiyor.

Listeyi uzatmak olanaklı..

Dahası, yarın yapılacak baskın çifte seçimde milyonlarca insan SEÇİM GÜVENLİĞİ için çırpınıyor. Müslümanlıklarına toz kondurmayan, sözde herkesten daha müslüman ve dahası başkalarının müslümanlıklarını sorgulama hakkını bile kendinde gören AKP = RTE cenahından halk “oy” namusunu korumak için seferber.. Bu ne hazin tecellidir!

Bu nasıl Müslümanlıktır!? Müslümanlık her şeyden önce DÜRÜSTLÜK – İYİ AHLAK demek değil midir??

Neden AKP = RTE karşıtı onmilyonlarca halkta bu kaygı – endişe oluşmuştur? Yersiz midir? Hayır, yerindedir. AKP = RTE bu bakımdan sabıkalıdır, 16 Nisan 2017 halkoylamasında yapılan hileler – yasa dışı işler gün gibi ortadadır. Oylar sayılırken, YSK ne yazık ki açık yasa hükümlerini çiğneyerek “mühürsüz oyları” (!?) da geçerli saymış ve kıl payı, halkoylaması sonucu tersine çevrilmiştir. Ardından da günümüze sürüklenen eğik düzlem AKP = RTE tarafından ülkemize -ve de kendilerine- dayatılmıştır.

Gelinen yerde EKONOMİK İFLAS tamtamları AKP = RTE‘nin kulaklarını sağır etmeye başladığında da seçimler 16 ay öne çekilmek zorunda kalınmıştır.

TEK ADAM, ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini pervasızca söylemektedir.

Ne var ki, Türkiye bir şirket olmadığı gibi, kimsenin babasının malı da değildir!

Bu devlet, Türk Ulusuna aittir ve EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ HALKINDIR!.

Erdoğan’ın 16 yıl kadar önce söylediklerinin TÜMÜYLE TERSİ yapılmıştır.

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm 

3 Y hedefi Yoksulluk – Yolsuzluk – Yasakları gidermeye dönüktü, yerindeydi.

Şimdilerde ise “3 Y”, tam zıddıyla, ülkede genelgeçer ve kopkoyu egemen kılınmıştır.,

  • Halk yoksullaştırılmış, yandaşlar çooooook zengin edilmiştir.

  • Yolsuzluklar, yoksullaşTIRmanın temel nedeni ve aracı olmuştur.

Ülke neredeyse 2 yıldır OHAL altında yasaklarla – hak ihlalleriyle inletilmektedir. FETÖ bağırlarında yetişmiş ama siyasal ayağı ısrarla örtülmüştür. FETÖ kalkışması bahane edilerek, haber alındığı halde darbe girişimine “önlem alınarak” yol verilmiş, 250 insanımız feda edilmiş ve 5 gün sonra AKP = ERDOĞAN‘ın kurgulu sivil darbesi ile ülke – halk demir yumrukla ezilmiştir.

Bu senaryoyu bu halkın yutması ve daha fazla katlanması olanaksızdır.
AKP = RTE gemileri yakmış ama kendilerince emin limanlara da erişememişlerdir; açıkçası bir İSLAMİ FAŞİST DEVLET’i hala tam olarak inşa edememişlerdir. Bütün çırpınmalarına karşın halkın en az, en az yarısı hala ve şiddetle direnmekte, Cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenmektedir

Dileriz yarın seçimler güvenlik içinde ve dürüstçe yapılır. Bunu sağlamak iktidarın baş görevidir.

Sonra da, AKP = RTE seçimi yitirirse, paşa paşa sonucunu kabul edip muhalefete geçmelidir. Bu dünyanın sonu değildir. AKP = RTE için pek çok “hayırlı” yönü de olabilir. Bir kez iflas eşiğindeki ekonomiyi çok acı reçetelerle toparlamak muhalefetin iktidarına kalır.. İkincisi AKP = RTE kadroları olağanüstü yorgun – bitkin tükenme tablosunda olduklarından, biraz dinlenir, muhalefeti tadar ve demokratik olarak olgunlaşırlar.. Dünyanın sonu değil, demokratik siyasal yaşamın olağan sonucudur seçim kazanmak ve de yitirmek.. Buna herkes hazır olmalıdır.

  • Kaldı ki Erdoğan, kişi – yer- zaman – olaylar bakımından yönelimini yer yer yitirmiş, belleğinde ciddi boşluklar oluşmuş ve düşünce akışında net kopukluklar belirmiştir. Durum kameralar önünde açık, net ve sabittir. Bu tıbben ciddi bir tablodur ve bu durumdaki insanların uzun süre dinlenmesi, hatta sağaltım alması gereklidir. Tersi durumda değindiğimiz bilişsel bozukluklar (cognitive disorder) derinleşebilir ve kalıcılaşabilir. Söz konusu olan, 81 milyonluk dev bir ülkenin yönetimidir ve en küçük bir zaafiyet asla kabul edilemeyeceği gibi, hiç kimse ama hiç kimse Türkiye’den daha önemli ve değerli de değildir!

Yineleyelim; 2 olgu akut olarak son derece önemli                   :

1. Seçim güvenliği ve dürüst – hilesiz – saydam sayım – döküm
2. Seçimlerde asla şiddet kullanılmaması ve kimsenin burnunun kanamaması…

Herkesten, herkesten ama özellikle iktidardan – hükümetten özel ricamız, beklentimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AK PARTİ’NİN VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN GÜNAH DEFTERİ

Araştırmacı ve Siyaset Uzmanı Mehmet Hakan DOĞAN’ın, zihinlerden kolay kolay silinmeyecek, belge niteliğindeki yazısı:

AK PARTİ’NİN VE RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN GÜNAH DEFTERİ

Mehmet Hakan DOĞAN
Araştırmacı ve Siyaset Uzmanı

(AS : Bizim kısa notumuz yazının altında..)

Her Türk vatandaşı gibi ben de 24 Haziran’da sandık başına gideceğim. Hiçbir baskı ve yönlendirme olmaksızın hür irademle oyumu kullanacağım inşallah. Seçimin, şimdiden ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Mesleğim gereği yıllardır sokaklarda, caddelerde, işyerlerinde ve meydanlardayım. Benim işim, siyasî gözlemlerde bulunmak, halkın nabzını tutmak, analizler yapmak ve doğru sonuçlara gitmek. Her seçimde olduğu gibi yine işimin başındayım. Güzel ülkemizi il il, ilçe ilçe geziyorum. Bugün bu yazımda siyasî gözlem, nabız tutma, analiz yapma ve sonuç tahmin etme gibi bir çalışmanın içine girmeyeceğim. Bir vatandaş olarak bugün kendi ruh ve gönül dünyamı sorgulayacağım. Sanıyorum bir kul olarak bu benim doğal hakkım.

16 yıllık iktidarında, değişik zamanlarda Ak Parti’ye oy verdim. Başka partilere de oy verdim. Her oy tercihinde, aklımı, vicdanımı, gönlümü, beynimi ve özümü dinledim. Hiçbirinden pişman değilim. Yine pişman olmamak için bütün samimiyetimle her türlü sorgulamayı yapıp, Allah’ın huzurunda hesap verirken kolay hesap vermeyi arzu ediyorum. Cenabı Hak, bu yaklaşımım ve içtenliğim dolayısıyla bu imtihanımı da kolay kılar inşallah.

Bir büyüğümden dinlemiştim, çok çarpıcı bir benzetme yapmıştı, hiç unutmuyorum. Demişti ki: İnsan hiç olmazsa bir tavuk titizliğinde olmalı; tavuklar çamurun, pisliğin içinden işine yarayanı alır, gerisini bırakır. Ne muhteşem bir teşbih, ne güzel bir örnek. Zaten hayvanlar dünyasını incelediğimizde, her hayvanın insandan daha ileri düzeyde bir özelliğine rastlamıyor muyuz? İnsandan daha hızlı koşan, insandan daha hızlı yüzen, insandan daha hızlı koku alan, insandan daha hızlı gören, insandan daha hızlı yiyen hayvanlar var. Neyse, konumuz bu değil. Ben bu seçimde en az, bir tavuk kadar titiz olacağım. Başkaları beni ilgilendirmez.

Benim konum şu: Bu seçimde Ak Parti’ye oy verecek miyim, vermeyecek miyim? Biraz garip, tuhaf geldi değil mi? Bu nasıl bir soru, seçime sadece Ak Parti mi giriyor, diğerleri hakkında niye bir yorum yapmıyorsun, daha genel bir soru iyi olmaz mı kardeşim, diyebilirsiniz. Haklısınız. Ancak ben kendimi sorguluyorum, kendi kalbimi dinliyorum, kendi içimden geçenleri masaya yatırıyorum. Bir vatandaş olarak Ak Parti’ye devam mı, diyeceğim; tamam mı, diyeceğim? Devam dersem neden; tamam dersem, neden? Sormak, akletmek, kıyaslamak, yorumlamak, sonuca gitmek benim hem meslekî vazifem hem de insanî duruşumdur.

Eğer bir konuda evet-hayır, devam-tamam, iyi-kötü gibi iki seçenekli bir durumla karşılaşırsanız en pratik yol şudur: Elinize bir kalem kağıt alırsınız, sayfayı yukarıdan aşağıya ikiye bölersiniz. Bir tarafa evet, bir tarafa hayır; ya da bir tarafa devam bir tarafa tamam; veyahut bir tarafa iyi, bir tarafa kötü yazarsınız. Yani, bir tarafa olumlulukları, bir tarafa olumsuzlukları yazarsınız. Hangi tarafın liste uzunluğu çoksa tercihinizi o yönde kullanırsınız. Ben de öyle yaptım. Bir tarafa Ak Parti’ye oy vermemin gerekçelerini yazdım, bir tarafa ise vermememin sebeplerini yazdım. Bugünkü tarih itibariyle, vermememin sebepleri, vermemin gerekçelerini ikiye katlamış durumda..

Ak Parti ile ilgili evet, devam, iyi ve olumluluk bildiren gerekçe listemin neredeyse tamamı 2002-2010 yılları arasını kapsıyor. Yapısal reformlar, yatırımlar, yasaklarla mücadele, yenilik, değişim, vatandaşa verilen değer, dış politikada diplomatik dil ve doğru diyalog, sade, samimi ve hizmet düşüncesi ile yapılan güzel çabalar… Ancak; hayır, tamam, kötü ve olumsuzluk bildiren sebepler listeme baktığımda 2010-2018 yılları arasında yoğunlaştığını görüyorum. Yani; yanlış adımlar, yanlış yönlendirmeler, yanlış yatırımlar, yanlış dil, yanlış düşünce, yanlış bakış açısı sonucu; yolsuzluk, israf, şatafat, debdebe, gurur, kibir, ehliyetsizlik, liyakatsizlık, öngörüsüzlük, tarafgirlik ağır basmış, güç zehirlenmesi baş göstermiş ve çürüme başlamış.

Bunun sosyo-psikolojik ve sosyo-politik izahları, ayrı bir yazının konusudur. Bu kısma hiç girmeyelim. Daha anlaşılır, daha müşahhas, daha belirgin olumsuzluklar listesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ak Parti ile ilgili aşağıda sıraladığım listedeki konular, 16 yıl boyunca gözümüzün önünde cereyan eden, bilgi, belge ve arşivleri ile herkesçe malûm olan konulardır. Belki bu liste, Kanunî’nin mezarına, Şeyhülislamdan aldığı fetvaları koydurtma isteği gibi de algılanabilir. Allah’a hesap verirken elde sağlam gerekçeler olsun. Tabi bu listedeki her bir madde, ayrı bir yazının, ayrı bir makalenin konusu olacak kadar hatta her biri için kitap yazılacak kadar uzun konular.

İşte Ak Parti’nin ve onun kurucusu, lideri, yönlendiricisi, baş aktörü Recep Tayyib Erdoğan’ın günah defteri: 

1- Recep Tayyip Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanlığı ve Emperyalizmin Ortadoğudaki Maşalığı
2- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) İle, 10 Yıllık Yol Arkadaşlığı, Kan Kardeşliği ve Ruh İkizliği
3- Açılım Süreci, Habur Rezaleti, Oslo Kepazeliği, İmralı (Öcalan) Dostluğu, Dolmabahçe Mutabakatı
4- Kıbrıs Politikasında Rauf Denktaş’a Karşı Annan Planı’nın Savunulması ve Evet Kararı
5- Yunanistan Tarafından, Ege’de 18 Adamızın İşgaline Karşı Sessiz Kalınması
6- Yanlış Ortadoğu Politikası, Suriye Rejimini ve Esad’ı Düşman İlan Etme, ABD ve Batı’nın Suriye’yi Parçalama Planına Alkış Tutma
7- ABD’nin Irak’a Girmesine ve 31 Mart Tezkeresi’ne Destek Verilmesi (AS: 2003)
8- Recep Tayyip Erdoğan’a ABD’de, Yahudi Üstün Cesaret Madalyası ve Yahudi Üstün Cesaret Ödülü’nün Verilmesi
9- Müslüman Kardeşler, El Kaide, Hamas, IŞİD, Nusra, Ahrar El Şam ve PKK Seviciliği
10- PYD Terör Örgütü Sözde Lideri Salih Müslim’in, Ankara’da Kırmızı Halılarla Karşılanması ve Sonra Terörist İlan Edilmesi 

11- Sürekli Değişen Dış Politika Yanlışlığı, Sürekli Eksen Kayması, Sürekli Dış Düşmanlar Üretme Hastalığı, Sürekli Dış Güçlere Bağlanan Hatalar
12- Ergenekon ve Balyoz Davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Belinin Kırılması, Türk Milliyetçisi, Vatansever, Atatürkçü Askerlerin Tasfiyesi
13- Kozmik Odanın Kapılarının FETÖ Savcılarına Açılması, Devletin En Gizli Sırlarının Deşifre Olmasına Seyirci Kalınması
14- Yolsuzluk, Hırsızlık, Vurgunun Ayyuka Çıkması ve Kamu Malının Yandaşlar Tarafından İç Edilmesine Ortak Olunması
15- Ehliyet ve Liyakatin Rafa Kalkması, Torpilin Normal Hale Gelmesi, Devletin En Üst ve En Kritik Yerlerine Kendi Adamlarının Yerleştirilmesi
16- Adalet Anlayışının Yerle Bir Edilmesi ve Evrensel Hukuk Nizamının Ortadan Kaldırılması
17- Yargı Bağımsızlığına Gölge Düşürülmesi, Mahkemelerin, Savcı ve Hakimlerin Tartışılır Hale Gelmesi
18- Kalkınmanın Sadece İnşaat Olarak Görülmesi; Eğitim, Kültür, Bilim ve Sanatın Yok Sayılması
19- Devletin En Stratejik Kurumlarının Özelleştirme Adı Altında Satılması ve Yandaş Firmalara Peşkeş Çekilmesi
20- Kamu İhale Yasası’nın 16 Yılda 186 Defa Değiştirilmesi; Yasaya Göre Firma Değil, Firmaya Göre Yasa Düzenlemesi 

21- Eğitime Gereken Değerin Verilmemesi, Sürekli Değişen Sınav Sistemleri ve PİSA Sonuçları
22- Toplumun Bölünmesi, Ötekileştirilmesi ve Kendi Dışındakilere Vatan Haini, Düşman Gözüyle Bakılması
23- Milliyetçiliğin Ayaklar Altına Alınması, Andımızın Kaldırılması ve Milliyetçiliğin Irkçılık (Kavmiyetçilik) Gibi Görülmesi
24- Millî ve Manevî Değerlerin İstismarı, Sömürülmesi, Kur’an’ın Meydanlarda Sallanması ve Muaviye Zihniyeti
25- İslam Ahlakının Temel İlkelerinin Yıkılması ve Dindarlığın Değil, Dinciliğin Tercih Edilmesi
26- Aile, Eş, Dost, Yakınlarının Zenginleşmesi ve Belli Bölgelerden Biatçı Müteahhitletin, İş Adamlarının Türemesi
27- İsraf, Saçıp Savurma Politikası ve Devlet Kaynaklarının Çarçur Edilmesi
28- Çankaya’dan Vazgeçilerek Saray Yaptırılması ve Devlet İtibarının Gösterişli Binalar Olarak Görülmesi
29- Şatafat, Depdebe, Gösteriş Düşkünlüğü ve Mütevazı Yaşamdan Vazgeçilmesi
30- Yandaş Basın Oluşturularak Tek Tip Medya Düzeninin Kurulması ve Farklı Seslerin Kısılması 

31- Şehirlerin Betonla Çirkinleştirilmesi, Estetik Mimarinin Oluşturulamaması ve İstanbul’un Tarihî Silüetinin Bozulmasına Bile Göz Yumulması
32- Tarım ve Hayvancılığın Yok Edilmesi, Türk Çiftçisinin Üretemez Hale Gelmesi ve Etin Dahi Sırbistan’dan Alınması
33- İşsizliğin Sürekli Artması, Genç İşsiz Sayısının Çoğalması, Gerçekte % 20’lerde Olan İşsizliğin % 12 Gibi Gösterilmesi
34- İş Sağlığı ve Güvenliğinin Yetersizliği, Ölümlü İş Kazalarında, Türkiye’nin Avrupa’da Birinci, Dünyada Üçüncü Olması
35- Orta Sınıfın Yok Edilmesi ve Zenginin Daha Zenginleşmesi Fakirin Daha Fakirleşmesi
36- Düşünce ve Kanaate Pranga Vurulması, Fikirlerinden ve Yazılarından Dolayı Binlerce İnsanın Hapishaneyi Boylaması
37- Demokrasi ve Özgürlük Alanlarının Daraltılması ve Muhaliflere Baskı Uygulanması
38- Kur’an’ın, Dolayısıyla Allah’ın Reddettiği Tek Adamlık Düşüncesinin Meşrulaştırılması
39- Devlete; Mezhep,Tarikat ve Cemaat Güçlerinin Yerleştirilmesi ve Oy Uğruna Onların Desteklenmesi
40- Devlet Adamı Anlayışının Kaybolması ve Popülist Politika Yürütmenin Tercih Edilmesi 

41- Yerleşmiş Parlamenter Sistemin Yıkılması ve Dünyanın Hiçbir Yerinde Uygulaması Görülmeyen Bir Başkanlık Sisteminin Getirilmesi
42- Cumhuriyet Değerlerine ve Atatürk’e Gösterilen Düşmanlığa Sesiz Kalınması
43- Doların ve Euro’nun Aşırı Yükselişi ve Vatandaşın Her Geçen Gün Daha Yoksullaşması
44- Meydanlarda Faize Karşı Olunduğu Söylenmesine Rağmen, Faizin Yükseltilerek Lobilere Teslim Olunması
45- Hiçbir Aklî ve Mantıkî Gerekçesi Olmadığı Halde Üniversitelerin Bölünmesi
46- Stratejik Bir Alan Olan Şeker Fabrikalarının Satılması ve ABD Merkezli, Çok Uluslu Cargill Şirketine Teslim Olunması 
47- Türkiye’nin Dış Borç Stokunun 453 Milyar Dolar Olmasına Rağmen IMF’ye Borcumuz Yoktur, Diyerek Algı Yaratılması ve Halkın Kandırılması
48- Seçim Vaadi Olarak “Millet Kıraathaneleri” Gibi Son Derece Komik ve Basit Bir Projenin Sunulması
49- En Ağır Hakaretleri Yapmalarına Rağmen, FETÖ Davalarında Doğu Perinçek’e; Makamı Kaybetmemek Uğruna İse Devlet Bahçeli’ye Teslim Olunması
50- FETÖ İle İltisakı Olması Sebebiyle Görevden Alınan Belediye Başkanları İçin Hukukî Bir Süreç Başlatılmaması 

51- FETÖCÜ Öğretmen, Hemşire, Savcı, Hakim, Polis, Asker, Memur, İşadamı, Esnaf, Baklavacı Bulunmasına Rağmen, Kendi İçlerindeki Siyasî FETÖ’ye Dokunulmaması
52- RTE’nin, Üniversite Diplomasının Tartışılmasına Açıklık Getirememesi ve Üniversiteden Bir Tane Arkadaş Bile Gösterememesi
53- Ankara’daki Saray Yetmiyormuş Gibi Bir de Marmaris Okluk Koyu’na 300 Odalı Yazlık Saray Yapılması 

Elimi vicdanıma koydum, aklıma danıştım, özümü dinledim, listeye baktım; bu saatten sonra

  • Ak Parti’ye, Recep Tayyip Erdoğan’a ve şürekasına oy vermem mümkün değil..

    Öbür dünyada her şeyden hesaba çekecek olan Allah, bunları bana sormaz mı?

=====================================
Dostlar,

Sayın Mehmet Hakan DOĞAN’ın emekli çalışmasına teşekkürler..
Her halde rastlantıdır, RTE’nin günah defterinde doğum yeri olduğu söylenen Rize’nin trafik plaka numarası lan tam 53 kalem “günah” sayılmış..

Tam 53 kez işe yarasın diyoruz biz de..

Tam 53 kez Anadolu halkımız artık uyansın diyoruz..

Tam 53 kez…Türkiye artık bu dertten kurtulsun istiyoruz..

40 kez tövbe de kurtaramayacak bu günah-ı kebair sorumlularını..
Bunları yapanları ve bilerek – bilmeyerek destek olanları..

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com