Etiket arşivi: atatürk

İznik’in kapılarından turizmin maskelerine

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

İznik'in kapılarından turizmin maskelerine

15 Temmuz 1935

Atatürk hemen her fırsatta çıktığı yurt gezilerinden birinde İznik’tedir.

Pek çok konuda olduğu gibi tarih ve coğrafya konusunda özellikle bilgi küpüdür Atatürk. Kütüphanesinde bulunan ve okuduğu sayfalarına düştüğü notlardan belli olan kitapların önemli bölümü tarih ve coğrafya ile ilgilidir. Tam bir kültür insanıdır çok iyi bir asker, devlet adamı ve devrimci olmasının yanı sıra.

Top sesleri Ankara’dan duyulurken savaşı yöneten BMM’de müzecilik yasasını çıkartmış olmasından bellidir uzak olmayan geleceğe hazırlanmakta olduğu.

Yine otuzlu yıllarda Zübeyir Hamit Koşay önderliğinde sürdürülen Alacahöyük kazılarına eşlik ettiğini öğreniriz Atatürk’ün buradaki müzenin girişindeki bilgilerden.

İznik’e dönersek!

Yanı başında Vasıf Çınar,  Afet İnan, Celâl Bayar ve Kılıç Ali olduğu halde çevresindekilerle söyleşmeye başlar.

“İznik’in kaç kapısı vardır?” sorusu “üç”le karşılık bulur. Hatta, yanıtı veren kapıların adlarını da sayar : Lefke, Yenişehir ve İstanbul.

Atatürk, bu yanıtı soruyla karşılıklandırır ve Kılıç Aslan’ın girdiği kapı nerede diyerek sorusunun yanıtını alamadığını belli eder.

“Bizim böyle bir kapıdan haberimiz yok” yanıtıyla canı sıkılsa da uzatmaz Gazi.

Gazi’nin önemli özelliklerinden birisidir kendisini de bir parçası saydığı toplumun bireylerinin başını öne eğdirmemek. Bu nedenle olmalı ki, “nasıl bilmezsiniz, okuyun da öğrenin” türünden büyüklenmelerden uzak durur.

Bu olaydan yıllar sonra biriken suların İznik gölüne kavuşması için kazı yapılırken yıllar önce alınamayan yanıt tüm görkemiyle gün yüzüne çıkar : Kılıç Aslan ya da Batı Kapısı.

Milletini karanlıktan kurtaran ve ona çağ atlatan bilge bildiklerini her zaman ve her yerde söylememesini, yeri geldiğinde susmasını öğrenmiştir. Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğuna göre aceleye de gerek yoktur. Hele hele milleti incitmek söz konusuysa!

Sözü bugüne bağlayalım!

Mayıs 2021

Top sesleri eşliğinde müzeciliği düşünebilen bilgenin ülkesinde adında “Kültür” sözcüğü olan bakanlığın hazırladığı görselleri hemen herkes duymuş, görmüş olmalı!

Salgınla birlikte iyice kırılganlaşan ekonominin can simidi olarak görülen turizmin geçen yıla benzememesi telaşıyla hazırlanan görseldeki maskenin üzerinde şöyle yazılıdır :

  • “Keyfini çıkar. Aşılıyım”

Hiç kuşkusuz Dışişleri Bakanı’nın Avrupa’nın göbeğinde söylemekte sakınca görmediği “Turistin görebileceği herkesi aşılayacağız!” sözleriyle uyumludur maskelerle paylaşılan bu sözler.

İlk bakışta konuklara güven vermeyi amaçladığı düşünülebilecek bu bir çift sözün Türkçe’ye çevirisi şu şekilde de yapılabilir :

  • “Biz bir hiçiz. Yeter ki siz iyi ve sağlıklı olun! Ülkemize gelin ve para harcayın!”

Bir yanda milletini incitmekten kaçınan derinlikli kültür insanı Atatürk.

Diğer yanda, para kazanma tutkusuyla devleti şirket gibi yönetmekte sakınca görmeyen sıradanlık ve düşüncesizlik. Bu arada, kendi insanını değersizleştirmekte sakınca görmeyen hoyratlık.

Her iki davranış da tarihe geçti.

Birisi bilgelik diğeri de milletini gözünü kırpmadan aşağılayabilme listesinde…

Yazık ki ne yazık!

Atatürk Ermeni kıtali iddialarına nasıl tepki göstermişti?

Onur Öymen

ABD Başkanı Biden’ın Ermenilerin soykırıma uğradığı savlarını destekleyen iddiasına halkımızın büyük çoğunluğu güçlü bir tepki gösterdi. Bu iddialar Birinci Dünya Savaşı yıllarında da Avrupa ve Amerikan basınında, başta İngiltere Propaganda Bakanlığı Wellington House olmak üzere çeşitli kuruluşların yayınlarında da yer alıyordu. Atatürk bu propagandalar karşısında nasıl tepki göstermişti, neler söylemişti? Nutuk‘tan okuyalım:

ERMENİ SOYKIRIM İDDİALARI HAKKINDA ATATÜRK DİYOR Kİ:

“Şüphe etmemek gerekirdi ki, Ermeni kıtali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekteydiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş kıtalinde, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilciliklerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymaktaydı.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, uygar dünyanın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikteyken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?” (Nutuk, CHP İstanbul İl Başkanlığı yayını, s. 348-349)

Saygılar, sevgiler.
30 Nisan 2021

MECLİSİM 100 YAŞINDA : Bayram Hepimizindir

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Konunun yaşamsal öneminden dolayı; TBMM’nin açılışının 100. Yılı nedeniyle geçen yıl yazdığım şiiri sunuyorum.

  • HERKESİN 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN!

MECLİSİM 100 YAŞINDA
(Bayram Hepimizindir)

Tam yüzyıl önce bu gün,
Kükredi halkın sesi.
Bu gün hayata geçti,
Büyük Millet Meclisi.
Xxx
Bu Mecliste yazıldı,
Kurtuluş reçetesi.
Bu Mecliste kesildi,
Tüm düşmanların sesi.
Xxx
Kurtuluş Savaşını,
Yöneten Meclis budur.
Cumhuriyet ülküsü,
Üreten Meclis budur.
Xxx
Bu Meclis “GAZİ Meclis”,
Vatanı kurtarandır.
Halkının her derdine,
Çare bulup sarandır.
Xxx
Bu Meclis “DEVRİMCİ” dir,
Devrimleri yapandır.
Çağdaş ulus olmaya,
Can olup can katandır.
Xxx
Bu Meclis halk gücüdür,
Saltanatı yıkmıştır.
Hilâfet zincirini,
Temelinden sökmüştür.
Xxx
Bu Meclis devlet için,
Kurtuluş, kuruluştur.
Akıl, bilim yoluyla,
Uygarlığa varıştır.
Xxx
Bu Meclis devrimcidir,
Devrimleri unutma.
Laik ol, demokrat ol,
Ayrılıkçı yol tutma.
Xxx
Kula kulluk devrini,
Bitiren Meclis budur.
Eşit yurttaş kimliği,
Getiren meclis budur.
Xxx
Atatürk bu Meclisin,
Kurucu başkanıdır.
İlke ve devrimleri,
Uygar toplum canıdır.
Xxx
Kadın, erkek, yaşlı, genç,
Egemenlik bizimdir.
Atamızdan armağan,
Bayram hepimizindir.
Xxx
Halil Çivi diyor ki,
Meclis tam özgür olsun.
Halkın sesi susmasın,
Ebediyen gür olsun.
Xxx

22 Nisan 2020, Çiğli / İZMİR

TBMM’nin 101. yıldönümü

Alev Coşkun
Alev Coşkun
23 Nisan 2021, Cumhuriyet

 

TBMM, 101 yıl önce bugün açıldı ve milletin kaderine el koydu. Bir yanda işgaller, öte yanda padişah ve işbirlikçilerin türlü tezgâhları sürüyordu, iç savaş başlatılmıştı. Ellerinde yeşil bayraklarla savaşan isyancılar Ankara’nın yakınlarına kadar uzanmışlardı. Ufak da olsa bir askeri birliğe sahip olmayan Ankara’ya her an girmeleri olanaklıydı. Bu koşullar altında Ankara’da Meclis’in açılabilmesi olağanüstü bir olaydı, bir mucizeydi. Atatürk’ün örgütlenme dehasının en etkin göstergesidir. Kısa bir anımsatma yapalım:

SON OSMANLI MECLİSİ

Son Osmanlı Meclisi (Meclis-i Mebusan) 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanmıştı. Yabancı işgal ordularının denetimi altında bulunan İstanbul’da Meclis’in toplanmasını Atatürk doğru bulmuyordu. Her an işgal güçlerinin Meclis’i basarak dağıtacaklarını düşünüyordu. Bu nedenle Meclis’in Anadolu’da toplanmasının gerektiği görüşünü ileriye sürmüştü. Ancak bütün arkadaşları Meclis’in İstanbul’da toplanmasını istiyorlardı.

Kendisi Erzurum’dan milletvekili seçildiği halde İstanbul Meclisi’ne gitmedi. Nitekim açılışından sadece iki ay 6 gün sonra İngiliz askerleri Meclis’i bastılar; Atatürk’ün öngörüsü kısa sürede gerçekleşmişti.

MECLİS’İN EN ÖNEMLİ KARARI

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi’nin yaptığı en önemli iş, 28 Ocak 1920 günkü gizli oturumunda, “misakı- milli”yi (milli ant) kabul etmesidir. Misak-ı milli daha sonra, 17 Şubat 1920 tarihli açık oturumunda tekrar kabul edildi ve tüm dünya parlamentolarına gönderildi. Bu tavır emperyalist işgalcileri memnun etmemişti. 10 Mart 1920’de Londra’da toplanan savaş galipleri devletler; İngiltere, Fransa, İtalya yeni kararlar aldılar. İstanbul tekrar işgal edilecekti.

Zaten askeri birlikler tarafından denetim altında tuttukları İstanbul’u daha da etkin biçimde kontrol etmek, bakanlıklara denetim subayları yerleştirmek ve kimi aydınları yakalayıp Malta Adası’na sürgüne göndermek amacını taşıyorlardı. 15 Mart’ta İstanbul’da Kuvayı Milliye yandaşı eski Savunma Bakanı Mersinli Cemal Paşa, eski Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı Paşa, ünlü düşünür Ziya Gökalp gibi aydınlar tutuklandılar.

16 Mart 1920’de Harbiye Bakanlığı ve stratejik bölgeler denetim altına alındı, Şehzadebaşı Karakolu basıldı, 5 asker şehit edildi. Meclis basıldı, Rauf Orbay, Kara Vasıf Bey ve kimi milletvekilleri tutuklandı. Hepsi Malta Adası’na götürüldü. Yabancı askerlerin işgali altında bulunan İstanbul’da Meclis’in toplanmasını doğru bulmayan Atatürk’ün dedikleri bir bir gerçekleşiyordu.

OLANAK

İstanbul’da Meclis’in işgal edilmesi Mustafa Kemal için bir olanak da yaratıyordu. Sivas Kongresi’nde seçilmiş Temsilciler Kurulu Başkanı olarak 19 Mart 1920’de tüm illere gönderdiği genelgede, Ankara’da “olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacağını ve bütün illerde 15 gün içinde seçim yapılmasını” istedi. Mustafa Kemal, İstanbul’da İngilizlerin yaptıkları tutuklamalara karşı bir önlem olarak da, Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasına karar verdi. Erzurum’da bulunan ünlü İngiliz albayı Rawlinson da içinde olmak üzere yabancı subaylar tutuklandılar.

MECLİS’İN AÇILIŞI VE TEHLİKE 

Mustafa Kemal’in Ankara’da bir Meclis toplanacağını belirten bu bildirisinden Meclis’in 23 Nisan 1920’de açılışına kadar geçen 35 gün (AS: 16 Mart – 23 Nisan 38 gün), tuzaklar ve zorluklarla doludur. Ankara’da bir Meclis’in toplanacağının açıklanması aslında en çok İngilizleri tedirgin etmişti. İngilizler, Anadolu’da bir Meclis açılırsa sonunda millicilerin yeni bir devlet kurmaya doğru gideceklerini çok iyi biliyorlardı. Bu konuda elde edilecek başarının Britanya İmparatorluğu’nun sömürge topraklarındaki halkları da etkileyeceğini düşünüyorlardı. Öyleyse Meclis’in açılışı önlenmeliydi.

Padişah da kendi tahtının sallantıda olduğunu görüyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal’in Meclis’in toplanacağını belirten 19 Mart 1920 tarihli bildirisinden sonra, çok etkin girişimler başlattılar. Amaç, Ankara’daki Kuvayı Milliye’yi çökertmek ve Meclis’in açılışını engellemekti. Meclis’in toplanması girişimi, başlamadan çökertilmeliydi.

İÇ İSYANLAR

Bu nedenle Meclis’in açılışı öncesindeki günlerde İngiliz Yüksek Komiserliği’nin stratejik planlaması ve İstanbul Hükümeti’nin karar ve uygulamalarıyla iç isyanlar başlatıldı. İngiliz altınları isyan bölgelerine akıyordu. Adapazarı, Bolu, Gerede bölgesinde başlayan dinsel içeriklere dayalı ayaklanmalar, Ankara’nın ilçeleri Nallıhan ve Beypazarı’na kadar uzanmıştı.

  • Meclis açılmadan önce Mustafa Kemal, “çembere alınmak” isteniyordu. 

Padişah O’nu asi ilan etmişti, Gâvur İmamlar, Anzavur’lar, Teali-i İslam, Müderrisler Cemiyeti gibi dine dayalı oluşumları harekete geçirmişlerdi. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, yayımladığı fetvasında Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmelerinin dinen vacip (gerekli) olduğunu, bu uğurda hizmet edenlerin gazi, ölenlerin şehit olacağını belirtiyordu. Bu fetva, İngiliz uçaklarıyla havadan Anadolu’daki kentlerin üzerine atılarak dağıtılıyordu. Elinde ufak bir askeri birliği bile olmayan Mustafa Kemal, o günlerde bir yandan iç isyanlarla uğraşırken öte yandan da Meclis’in açılması için çalışıyordu.

UĞURSUZ BİR İHTİMAL (OLASILIK)

Mustafa Kemal, Nutuk’ta, “uğursuz bir ihtimal”den söz ediyor. Düzce, Hendek, Gerede ve Bolu’da başlayan isyanların Nallıhan ve Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaştığını belirtiyor. “Meclis’in bu yüzden toplanamaması ihtimali (olasılığı) korkunç bir yenilgi olurdu” diyor.

BİR AN ÖNCE MECLİS’İ AÇMAK

Atatürk, bu korkunç ve “uğursuz” olasılık karşısında neler yaptığını şöyle anlatıyor:

“Bir yandan bu isyan dalgalarını durdurmaya çalışıyordum. Öte yandan Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamaya çalışıyordum. Böylece durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum.”

Sonunda, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek Meclis’in, Nisanın 23’üncü cuma günü açılmasına karar verildi.

MECLİS’İN AÇILIŞI, DİNSEL TÖREN

23 Nisan Cuma günü, Mustafa Kemal ve milletvekilleri halkla birlikte cuma namazını Hacı Bayram Camisi’nde kıldılar. Namazdan sonra, sokakları dolduran halkın arasından hocaları, sarıklı, kalpaklı, fesli milletvekilleri, ileri gelen idare adamlarıyla Hacı Bayram Camisi’nden Millet Meclisi’nin açılacağı binaya doğru ilerlediler.

En yaşlı milletvekili olarak Sinop milletvekili Şerif Bey, Meclis’i saat 14.45’te açtı. Geçici başkan

  • Tam bağımsız olarak yaşamak isteyen, tarih boyunca hiçbir yerden emir almayan milletimiz” diye başlayan konuşmasında “Meclis’in, milletin kadrine sahip çıktığını” belirtti.24 NİSAN OTURUMU

Ertesi gün Meclis, yine Geçici Başkan Şerif Bey’in başkanlığında saat 10.00’da açıldı. Sabah saat 10’da Meclis açılınca Mustafa Kemal söz aldı ve uzunluğu nedeniyle ardı ardına üç oturum süren bir konuşma yaptı. Bu konuşma Erzurum Kongresi’nden Meclis açılışına kadar geçen süredeki tüm olayların ve gelişmelerin milletvekillerine sunulmasıdır. Atatürk, olup bitenleri üç evreye ayırarak anlattı. Birinci evre, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Erzurum Kongresi’ne; ikinci evre, Erzurum Kongresi’nden 16 Mart işgal hareketine; üçüncü evre 16 Mart’tan Meclis’in açılışına kadar geçen aşamalardır.

Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas kongrelerinde milli bir sınır çizildiğini ve bu sınır içinde oturan Türk, Kürt, Çerkes ve diğer İslam unsurlarının “Bütün maksatlarını bütün manasıyla” birleştirdiklerini ve kardeş halklar olarak tek bir amaca yöneldiklerini belirtti. Mustafa Kemal, “misakımilli”yi anlatıyordu.

700 YILLIK HAYATIN SORUMLULUĞU

Bu konuşma, 19 Mayıs 1919’dan o güne Atatürk’ün yaptığı en uzun, en kapsamlı konuşmadır. Milli Mücadele tarihimizin çok önemli bir belgesidir. Bu konuşma aslında bir bilgilendirme, millete ve tarihe hesap verme konuşmasıydı. Milli Mücadele’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’yla başlayan ve 23 Nisan 1920’ye kadar geçen 1.5 yıllık bir döneminin ele alınıp analiz edilmesiydi. Mustafa Kemal, konuşmasını şöyle bağladı:

  • “Bu dakikadan başlayarak, 700 yıllık büyük ve güçlü bir hayattan sonra çöküntünün kenarında henüz ayakta durabilen Osmanlı devletinin geleceğinin sorumluluğu, saygıdeğer kurulunuzun çalışmalarını yönlendirecektir.” Atatürk böylece, Meclis’e tarihi sorumluluğunu da hatırlatmış oluyordu.

YENİ BİR DEVLET KURULUYOR

Şevket Süreyya, Atatürk’ün 4 saat süren bu nutkunu şöyle tanımlıyor:

“Bu nutuk bir asker nutku değildi. Bu nutukta, dinleyenleri sürükleyecek hissi unsurlardan, büyük sözlerden ve heyecana hitap eden haykırışlardan eser yoktu. Mustafa Kemal nutkunda, kendilerini Ankara’da tam yetkilere sahip, bağımsız bir Meclis çağırmaya ve bir hükümet kurmaya götüren şartları; aklın, mantığın zorunlulukları ile dile getiriyordu. O’na göre bu Meclis, artık padişahın meclisi değildi… Kısacası yeni bir devlet kuruluyordu.”

REFİK ŞEVKET’İN MEKTUBU

Meclis’in genç milletvekillerinden ve daha sonraları Meclis kürsüsünde hukuksal konularda etkinliğini gösterecek olan Kuvayı Milliyeci, Saruhan Milletvekili Refik Şevket (İnce), kardeşi Hamit Şevket’e yazdığı mektupta, Meclis’in açılışını ve Mustafa Kemal’in konuşmasını şöyle betimlemiş:

“Meclis açıldı, birtakım işlemlerden sonra Mustafa Kemal Paşa kürsüye geldi. Kalpaklı ve dolaklı idi. Sade ve temiz bir giyinişi vardı. Edası (tavırları) vakur (ağırbaşlı) ve etkileyici idi. Büyük bir kalabalık, Meclis binasını tam anlamıyla işgal etmişti. Söze pek gür olmayan fakat her kelimesine gereken mana ve ahengi veren kalınca sesi ile başladı. Biz O’nu kulaklarımızı, gözlerimizi, benliğimizi vermiş bir halde dinliyorduk.”

PADİŞAH’A GİDELİM UZLAŞALIM

Kuşkusuz Meclis içinde padişah ve halifeye bağlı milletvekilleri de vardı. Medrese kökenli bir grup milletvekili Meclis’ten bir kurul oluşturulmasını, bu kurulun İstanbul’a gitmesini padişahı ziyaret etmesini ve bir uzlaşma yolu bulunmasını istiyordu. Bu konuda bir önerge de hazırlanmıştı. Meclis bir kurul oluşturacak, bu kurul padişaha gidecek, adeta padişahtan “icazet” (izin) alacak. Bu yol Atatürk için kabul edilebilecek bir öneri değildi. Çok tehlikeli, temel amacı kökten zedeleyici bir görüştü. O gün, 4 saat konuşmasına karşın Mustafa Kemal, “gizli oturum” isteyerek bir kez daha kürsüye çıktı.

MUSTAFA KEMAL’İN ÖNERGESİ 

Mustafa Kemal, konuşması bitince Meclis’e bir önerge sundu ve okunmasını istedi. Bu çok önemli önergedeki temel ilkeler şöyledir:

1) Bir hükümet kurulması zorunludur.
2) Geçici olarak bir devlet başkanı seçmek veya padişaha bir vekil tanımak doğru değildir.

Mustafa Kemal, Anzavur kuvvetlerinin ve isyan edenlerin Damat Ferit Hükümeti tarafından desteklendiğini ve Damat Ferit’in İngilizlerin tam etkisi altında olduğunu da belirtti.

İZLENECEK İKİ YOL

Konuşmasının sonunu şöyle bağladı: “Karşımızda iki yol vardır” diyerek anlattı: “Birincisi, Damat Ferit Hükümeti’nin kabul ettiğini yani İngilizlere esir olmayı kabul etmek, şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak, yani İngilizlere esir olmaktır. Bu kabul edilirse, o zaman yapılacak bir şey yoktur.

İkincisi, eğer Meclis olarak milleti ‘namus ve şeref’ içinde yaşatmak istiyorsak, kabul edeceğimiz yol ve bu yolun esası bütün gücümüzü kullanarak bizi ortadan kaldırmaya çalışan ‘düşmanların emel ve amaçlarını’ kırmak, karşı çıkmaktır” dedi.

İSTANBUL DEMEK LONDRA DEMEKTİR

Mustafa Kemal, İstanbul’a gönderilmesi düşünülen kurul için de şöyle konuştu: “İstanbul’la anlaşmaya çalışmaktan bir sonuç alınamaz. Çünkü İstanbul demek Londra demektir. İngilizlerle anlaşamayan doğru Malta’ya gider. İstanbul’a gidecek kurul, İngilizlere uymayı kabul ederse padişaha ulaşabilir. Yoksa, Malta’ya gönderilir.”

KONUYU ENİNE BOYUNA DÜŞÜNÜN

Bu konuşmalar yapılırken, Meclis henüz başkanını seçmemişti. Bu derece açık konuşan Mustafa Kemal, konuşmasını Meclis Başkanlığı’na getirerek şunları söyledi: “Başkanlık söz konusu olduğunda, ‘bütün arkadaşlarım’ büyük sevgi ve yakınlık gösteriyorlar, bana başkanlık teklif ediyorlar. Ancak şöyle bir durum vardır. Düşmanlara ‘milletin müdrik (anlayışlı) ve kuvvetli’ olduğunu göstermek gerekiyor. İngilizler, işgal için verdikleri notada benim ismimi anmışlardır. Onun için Meclis bana oy verecekse konuyu enine boyuna düşünmelidir. Ben kendi hesabıma, milletin bağımsızlığı elde edilene kadar çalışmaya ant içmiş bulunduğumu tekrar ifade etmek isterim.”

Mustafa Kemal, bu konuşma için Nutuk’ta “Milletvekillerini uyardım, bana verilecek oylar konusunda sakıncaların dikkate alınmasını söyledim” diyor ve kendisine oy verilirken “Milletin ve memleketin geleceği ve yararları için düşünülerek oy kullanılmasını rica ettim” diyor.

MECLİS BAŞKANLIĞI

Bu gizli oturumdaki açıklamalardan sonra, açık oturuma, Meclis Başkanlığı seçimine geçildi. Başkanlık için tek aday Mustafa Kemal’di ve hazır bulunan 115 milletvekilinin 110’unun oyunu alarak Meclis Başkanlığı’na seçildi. Türkiye’de yeni bir devlet kuruluşu için yollar açılmıştı.

Bu yazı Alev Coşkun’un Cumhuriyet Kitapları’ndan yakında çıkacak Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay adını taşıyan kitaptan özetlenmiştir.

“Deniz Aslanları” ndan  BİR BİLDİRİ DAHA

“Deniz Aslanları” ndan
BİR BİLDİRİ DAHA

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

1976-1984 yılları arasında Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda eğitim almış “Deniz Aslanları” da bir bildiriyle tartışmaya katıldı.

Bildiri de, “Cumhuriyet ve Liyakat Nişanları’ndaki Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) ifadesi ve Atatürk kabartmasının çıkartılması ve çeşitli tarikat ve cemaat faaliyetlerine alenen ve resmi üniforma ile katılma cüreti gösteren Silahlı Kuvvetler personelinin görüntüleri de kaygı verici gelişmelerdir” denildi.

Yapılan açıklama şöyle                    :

Atatürk’ten miras aldığımız ilke ve devrimlerin, Atatürkçü Düşünce Sisteminin özümsenmesi ve yaşam tarzı haline getirilmesine engel olabilecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini askerin yüreğinden atmaya, TSK’ya irticai ve bölücü görüşleri benimsemiş kişilerin alınmasına yol açabilecek son askeri yönetmelik/yönerge düzenlemelerinin; TSK’nın birlik ve beraberliğine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez temel niteliklerine (demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliği) bağlılığına zarar verebilecek özellikte olduğunu görmekten büyük kaygı duymaktayız.

Ayrıca Devlet, Cumhuriyet ve Liyakat Nişanları’ndaki Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) ifadesi ve Atatürk kabartmasının çıkartılması ve çeşitli tarikat ve cemaat faaliyetlerine alenen ve resmi üniforma ile katılma cüreti gösteren Silahlı Kuvvetler personelinin görüntüleri de kaygı verici gelişmelerdir.

Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okullarına giriş koşullarıyla ilgili yönetmelikte “irticai ve bölücü görüşleri benimsememiş veya bu faaliyetlere karışmamış olmak” şartının kaldırılmasının, Atatürk ilke ve devrimlerinin, Atatürkçü Düşünce Sisteminin, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılığın ve savunuculuğunun yapılmasının Harp Okullarına alınacak üniversite mezunlarıyla ve astsubaylarla ilgili eğitim yönergelerinden çıkarılmasının, T.C. ve Atatürk’ün nişanlardan çıkartılmasının Türk Ulusunun bağrındaki Atatürk ve Türk Ordusu sevgisini, Cumhuriyet ve devrimleri yıpratacak nitelikte olduğunu düşünüyoruz.

  • Ey Millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır

diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkılmasını hedef alan, bu hedefe ulaşmak için akıl ve bilimin yol göstericiliğini benimseyen dinamik ve demokratik bir dünya görüşüdür.

  • Geri döndürülemeyecek bir güçle kendi yatağında akan Atatürkçü Düşünce Sisteminin durdurulması mümkün değildir.

Atatürk’ün gösterdiği yolda çağdaş eğitim almış bizlerin Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığı tamdır.

Anayasamızın ilk 3 maddesinde yer alan Devletin yönetim biçimi, Cumhuriyetin nitelikleri, Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkentine dair hükümlere sadakatle bağlıyız. TSK’ya ilişkin yönetmelik ve yönergelerde, Devlet, Cumhuriyet ve Liyakat nişanlarında yapılan bu düzenleme faaliyetlerinin uygun olmadığını düşünüyor ve itiraz ediyoruz.

  • Anayasamızın Başlangıç kısmında hiçbir faaliyetin Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği açıkça yazmaktadır.

Bu nedenle, bu düzenleme faaliyetlerinin yanlış olduğunun görülmesini ve korunma görmeden düzeltilmesini talep ediyoruz. Bu düzenlemelerin sorumluluğunu sadece siyasilere yüklemek de doğru değildir. Bu yanlışları bugünden görmek ve uyarmak her Türk vatandaşının görevidir.

Demokrasiye aşık olan Türk evlatları olarak son sözümüz;

“ATATÜRK’ten, Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Cumhuriyet’in niteliklerinden vazgeçilmez”dir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

1976-1984 yılları arasında
Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda
eğitim almış Deniz Aslanları

Alaettin SEVİM                     Ali YÜCEYİĞİT
Atilla İhsan GÜLER             Aydın OKTAYKAN
Aykut Uğur TUNCA              Bayram Serdar ARDUÇ
Bülent TARIM                       Cem KAÇAR
Cengiz KESOĞLU                Cengiz TOKER
Cüneyt KOŞU                       Doğan ÇIRAKOĞLU
Eren Güneş KAYAN              Ergun YOLSEVER
Ertuğrul PEKER                  Fatih KAYAKUZGUN
Gürkan PEKESİN                Hadi BAŞMAN
Hakan KARA                        Hür AKTAŞ
Hüseyin HANÇER                İbrahim ÜNÜBOL
İsmet EREN                          Kemal EGEMEN
Kenan ÇELİK                       Levent ÇAM
Levent KURTOĞLU             Levent KUTLAY
Maruf BABAOĞLU              Mert YANIK
Mesut ÖZEL                         Muhittin ÜNER
Nizam KAHRAMAN             Orhun KURAN
Ömer Lütfi ÖZCAN              Ömer Lütfi YILMAZ
Selçuk GÖKER                     Semih BAŞMAN
Süleyman BAYRAMOĞLU   Turgut İPEK
Ümit ARTAR                         Ümit METİN
Vecihi KAYIBOĞLU             Yalçın TAŞPINAR
Yavuz Vural ATİLLA             Zafer ÇALIŞKAN”

SOSYAL MEDYANIN GÜNDEMİ

Sosyal medyanın gündemini de Emekli Amirallerin açıklaması oluşturdu.
Bir kısım sosyal medya kullanıcısı,
#AmirallerimizOnurumuzdur derken bir kısmı ise
#HodriMeydan
 hastag’i açtı…
=============================================
Dostlar,

Bu açıklamayı biz de bütünüyle paylaşıyoruz..
102 emekli amiralin kamuoyuna açıklaması gibi..
(102 emekli Amiral’den Yüce Türk Milletine – Prof. Dr. Ahmet SALTIK)
126 emekli büyükelçinin basın açıklaması gibi..
(126 emekli Büyükelçimizin KAMUOYUNA DUYURUSU – Prof. Dr. Ahmet SALTIK)

Bu metinleri web sitemizde yayınladık.

Hukuk dışı hiçbir yön göremediğimiz gibi; tersine, Anayasa’dan kaynaklanan Cumhuriyete sahip çıkma hak, yetki ve sorumluluğumuzun gereğini yerine getirdiğimizi düşünüyoruz.

Anayasanın, metne dahil olan BAŞLANGIÇ bölümünün son tümcesi aynen aşağıdadır :

“TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”

Dolayısıyla bu açıklama Anayasanın yüklediği bir yurttaşlık görevinin kaçınılmaz gereğidir.

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Andımız’ın tarihi..

Andımız’ın tarihi… John Dewey’den Atatürk’e Öğrenci Andı ve yurttaşlık

Cengiz Özakıncı
https://www.veryansintv.com/andimizin-tarihi-john-deweyden-ataturke-ogrenci-andi-ve-yurttaslik

Andımız'ın tarihi... John Dewey’den Atatürk’e Öğrenci Andı ve yurttaşlık

Yer Amerika; yıl 1892; Amerikalılar, Avrupa’dan Amerika’ya göçü başlatan Christoph Columbus’un (Kristof Kolomb) kıtaya ayak bastığı günün 400’üncü Yıldönümü’nü dev etkinliklerle kutlamaya hazırlanıyor. Bir yandan Chicago’da “World’s Columbian Exposition” adı ile 400’üncü Yıl’a adanmış dünyanın en büyüğü olacak fuar merkezinin yapımı sürdürülürken; öte yandan, ABD Ulusal Eğitim Birliği, 400’üncü Yıl onuruna tüm devlet okullarında gerçekleştirilecek çok büyük bir etkinlik düzenlemek üzere, toplantı üzerine toplantı yapıyor.

32 yıl sonra 1924’te Atatürk’ün çağırısıyla Türkiye’ye gelip incelemeler yapacak ve verdiği raporla Türk eğitimine katkıda bulunacak olan dünyaca ünlü Amerikalı düşünür eğitimci John Dewey de 1892’de bu kurulun üyesi ve 400’üncü Yıl’ın okullarda nasıl kutlanacağının tartışıldığı toplantılarda, yoldaşı Francis Bellamy ile birlikte çalışıyor. Bellamy, Dewey’le birlikte katıldığı bu toplantılarda; 400’üncü Yıl onuruna okullarda öğrencilere “Amerikan Ulusçuluğu”yla “ulus bilinci” aşılanmasını öneriyor.

O sırada “Bütün Devlet Okullarına Bayrak” kampanyası yürütmekte olan Bellamy, 400’üncü Yıl onuruna bütün okullarda yapılacak bayrak töreninde topluca söylenmek üzere bir “Bağlılık Andı” (Pledge of Allegiance) yazıyor. Bayrağa, cumhuriyete, ulusa bağlılık içeren bu andın sözlerini, Boston’da, yöneticisi olduğu “Youth’s Companion” dergisinin 8 Eylül 1892 günlü sayısında yayımlıyor. Ayrıca tek sayfa halinde özel baskı yapılarak Amerika’daki bütün devlet okullarına gönderilen bu andın Türkçesi yaklaşık olarak şöyle:

  • Herkes için ‘adalet’ ve ‘özgürlük’ le
  • ‘bölünmez tek ulus’a dayanan ‘cumhuriyet’e
  • ve ‘bayrağım’a bağlı olacağıma and içerim.

O günlerde adı “Cumhuriyet’in Büyük Ordusu” olan Amerikan Ordusu da 400’üncü Yıl’ı, Chicago’da, yapımı sürmekte olan dev dünya fuarı alanında, 12 Ekim günü tüm askeri birliklerin ve öğrencilerin katılacağı büyük bir törenle kutlayacağını duyuruyor.

Bellamy’nin yazdığı ant, ilk kez Amerikan Ordusu’nun 12 Ekim’de gerçekleştirdiği bu törende onbinlerce öğrenci tarafından topluca okunuyor.

Ardından ABD Başkanı bir genelge yayımlayarak, Columbus’un Amerika’ya ayak bastığı günün 400’üncü Yıldönümü’nün bütün resmi okullarda 21 Ekim 1892 günü kutlanacağını; Bellamy’nin yazdığı andın, o gün ülke çapında bütün devlet okullarında yapılacak resmi törenlerde, topluca okunacağını duyuruyor.

Nitekim 21 Ekim 1892 günü, tüm devlet okullarında bütün öğrenciler, törene katılan ana babalarıyla birlikte, yüzleri göndere çekilmekte olan bayrağa dönük olarak, hep bir ağızdan:

  • “Herkes için özgürlük ve adalet ile bölünmez tek ulusa dayanan cumhuriyete ve bayrağıma bağlı olacağıma and içerim!”

diye haykırıyor. İşte bu ant, süreç içinde yapılan birkaç değişiklikle 121 yıldır Amerika’da anaokullarından üniversitelere varıncaya dek bütün resmi okullarda, bayrak törenlerinde topluca okunmakta.

Bu “Öğrenci Andı” süreç içinde çıkartılan yasalarla okul sınırlarını aşarak, yaşamın her alanına yayılmış; yalnızca okullarda değil, bütün kurum ve kuruluşlarda, bayrak törenlerinde, ABD Bayrak Yasası’nda tanımlandığı üzere, sağ el kalp üzerine konularak topluca söyleniyor. ABD Başkanları, Senato oturumlarına ABD bayrağına dönüp sağ eli kalp üzerine koyarak bu antla başlıyor.

Dahası, antta geçen “bölünmez tek ulus” sözü, Amerika’da benzin istasyonlarından billboardlara ve tişörtlere varıncaya dek yaşamın her yayılmış durumda.

Gelelim Türkiye’ye…

Ülkemizde öğrenci andı uygulaması, 1933 yılında, Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey’in “Türk’üm, doğruyum…” diye başlayan andı 23 Nisan Bayramı töreninde duyulmasıyla başlamış olmakla birlikle; Türkiye’deki öğrenci andı uygulamasının, Amerikan öğrenci andıyla ilginç bir bağlantısı var.

1892 yılında Bellamy’nin yazdığı andın Amerika’daki bütün resmi okullarda okutulmasına karar veren kurulda bulunan Prof. John Dewey; Osmanlı’nın son döneminde Türk eğitimcilerin dikkatini çekmiş.

Mustafa Rahmi Bey, Atatürk’ün 1921 Maarif Kongresi’nde ve diğer konuşmalarında ortaya koyduğu eğitim politikasını 1923 yılı başında inceleme konusu yapmış ve bu çalışmasında onun eğitimle ilgili görüşlerinin Asya Türk tarihine uzanan köklerini ortaya çıkardığı gibi; pek çok yabancı eğitimciyle de karşılaştırarak, bunlardan John Dewey’in görüşleriyle örtüştüğünü alıntılarla göstermiş.

Bunun üzerine kitaplarından ikisi 1923 yılında Türkçe’ye çevrilen Dewey, Türkiye’ye davet edilmiş. 1924’te gelip Atatürk’le görüşen Dewey’in yaptığı incelemeler sonucu sunduğu rapor Atatürk tarafından dikkatle incelenmiş.

Milli Eğitim Bakanları, Dewey’in 1924 raporunda yer alan önerilerden, Atatürk’ün 1921 Maarif Kongresi’nde dile getirdiği eğitim politikasıyla örtüşenleri gerçekleştirmek üzere, var güçleriyle çalışmışlar.

Dewey, 1924’te ABD’ye döndükten sonra, Türkiye’yle ilgili birkaç makale yayımlamış. “The New Republican”da yayımlanan bir yazısında özetle; nasıl çeşitli ırk ve dinlerden bireyler Amerika’da tek bir potada kaynaşarak “Amerikan Ulusu”nu oluşturuyorsa;

Türkiye’de yaşayan çeşitli ırk ve dinlerden bireylerin de “azınlık ayrımcılığı” yapmayı bırakıp çoğunlukla kaynaşarak tek bir “Türk Ulusu” oluşturması gerektiği görüşünü savunmuş.

* * *
Bütün bu belge ve bilgilerin ışığında, sonuç olarak diyebiliriz ki: Türkiye’deki “Öğrenci Andı”nın sözleri Dr. Reşit Galip Bey’indir; ancak, herkes için ‘adalet’ ve ‘özgürlük’le ‘bölünmez tek ulus’a dayanan ‘cumhuriyet’e ve bayrağa bağlılığı, okutulan derslere ek olarak “öğrenci andı”yla pekiştirmek düşüncesi; Atatürk döneminde eğitim düzenimize katkıda bulunan John Dewey’in, Amerika’yı Amerika yapan “bölünmez tek ulus”çu eğitim anlayışının bir yansımasıdır.

Amerika’da “demokrasi” olarak görülen “bölünmez tek ulus” kavramının ve okullardan taşıp yaşamın her alanına yayılan “öğrenci andı”nın, Türkiye’de “ırkçı-faşizm” sayılarak dışlandığını görüyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz…

* Bütün Dünya dergisinde Kasım 2013’te yayınlanmıştır.

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTANIN GERİSİNDE YATAN NEDENLER

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ NOKTANIN GERİSİNDE YATAN NEDENLER

Celal Topkan
XX nci Dönem CHP Adıyaman Milletvekili

Toplum ve siyaset bilimi: Kurumlar, kuruluşlar, siyasal partiler, devletler yanlışlar yapabilirler. Başarısız olabilirler. Yapılması gereken,

Yanlışlarla yüzleşmektir. “Gözlem ve deney” yapılarak, “neden – sonuç” ilişkisi kurularak yapılan yanlışların sorgulanmaktır.
Bir daha aynı yanlışları yapılmamanın yollarını aramaktır.
Yapılanma ve işleyişte, yenilenme ve değişime gitmektir diyor.
Aksi halde yanlışlar yapılması ve başarısızlık devam eder diyor.

Tarihsel süreç içinde, yanlışı ve başarısızlığı ile yüzleşen, gözlem ve deney” yaparak “neden -sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını ve başarısızlığını sorgulayan,

Yapılanma ve işleyişinde, aklın ve bilimin öngörüsünde yenilenme ve değişime giden, kurumlar, kuruluşlar, devletler, başarılı olmuşlardır.

Buna karşın, gözlem ve deney” yaparak “neden – sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını sorgulamayan, yapılanma ve işleyişinde yenilenme ve değişime gitmeyen, kurumlar, kuruluşlar, siyasal partiler, devletler sürekli başarısız olmuşlardır.

Siyasal Tarih, bunun sayısız örnekleri ile doludur.
***
Atatürk’ün, kurgulayıp planladığı, 20. Yüzyılın en büyük yenilik, değişim ve dönüşüm tasarımı (projesi) olan halk egemenliğine dayanan laik – demokratik – sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün yönetiminde, 29 Ekim 1923 tarihinde, aklın ve bilimin öngörüsüyle kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk, ömrünü halkına adadı. Dil, din, ırk, renk, mezhep ve cinsiyet ayırımı yapmadan, halkını yüceltmek için her şeyi yaptı.

Atatürk’ün yönetiminde devrimleri yapıldı..

  • Devrimlerle, insanı merkez alan, insana önem ve değer veren, insanın yüceltilmesini hedefleyen, toplumsal, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşümler yaşama geçirildi.

1938 yılına gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti, dünyada aklın ve bilimin öngörüsünde yönetilen, medeni, çağdaş ve uygar devletleri arasında, onurlu ve saygın yerini aldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aklın – bilimin öngörüsünde planlayan, kuran ve örgütleyen Atatürk, kendisinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetecek olanlara aklı ve bilimi tinsel kalıt (manevi miras) olarak bıraktı. Türkiye Cumhuriyeti’ni, aklın ve bilimin öngörüsünde yönetmelerini istedi.

Doğulusu ile Batılısı ile dünyanın önde gelen tarihçileri, toplum bilimcileri, siyaset ve sosyal bilimcileri, üniversitelerin araştırma kuruluşları, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün liderliğini örnek gösterdiler. Atatürk’ün kurgulayıp planladığı, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin örnek alınacak ve örnek gösterilecek sistem ve model olduğunu ilan ettiler.

Nitekim, emperyalist ülkelerin işgali, baskısı ve sömürüsü altında yaşayan ülkeler, Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşında ortaya koyduğu liderliği, yaptıklarını ve başarılarını örnek aldılar. Onlar da, emperyalist işgal güçlerine karşı bağımsızlık savaşı başlattılar. Ülkelerini bağımsızlığa kavuşturdular. Ülkelerinde benzer değişim ve dönüşümler yaptılar.

Atatürk’ten sonra, 1938-2002 arasında, Türkiye Cumhuriyeti, O’nun miras bıraktığı, bilimsel akılcılık ekseninde yönetilmedi. Türkiye Cumhuriyeti, üzerine oturduğu coğrafyasının kendisine sunduğu, tarihsel ve kültürel zenginliklere, yeraltı ve yer üstü varlığına, genç ve dinamik insan gücü potansiyeline karşın gelişemedi, kalkınamadı ve varsıllaşamadı (zenginleşemedi). Toplumsal erinç (huzur) ve barışa kavuşamadı.

Fakat, 1938-2002 arasında yapılan seçimlerde İktidara gelen, Devleti yöneten partiler ve muhalefet partileri, yanlışlarıyla yüzleşmediler. Gözlem ve deney” yaparak “neden – sonuç” ilişkisi kurarak yanlışlarını sorgulamadılar. Yapılanma ve işleyişlerinde yenilenme ve değişime gitmediler. Öte yandan toplumdan da bu yönde bir istem (talep) gelmedi.

Siyasetin bu yapılanma ve işleyişinin ülkeye ve halka bedeli çok ağır oldu.

Türkiye Cumhuriyeti’ni din kurallarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan Milli Görüş öğretisi ile yetişenlerin kurdukları AKP, Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kötü yönetilmesini ve başarısızlığını, iktidar fırsatına dönüştürdü.

3 Kasım 2002 seçimlerinde Yoksulluğa, Yolsuzluğa ve Yasaklara son sözü verdi. Bu seçimlerde AKP, tek başına iktidara geldi.

  • Türkiye Cumhuriyeti 18+ yıldır AKP tarafından yönetiliyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın söyledikleriyle yaptıkları aynı olmadı.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yönetiminde:

Atatürk’ü yok etme, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruluş ilkelerinden ve felsefesinden koparma, çalışması başlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti, büyük oranda din kurallarına göre yapılandırıldı.

Türkiye zenginleşemedi. Halkın aş ve sorunu çözülmedi. Ekonomi çöktü. Yüz binlerce çalışan işini yitirdi. Üniversite bitiren gençler iş bulamıyorlar; bu kesimde işsizlik çok yüksek ve 1/4!

Toplum ayrıştırıldı ve bölündü. Ülkede barış ve huzur, iyice bozuldu. Türkiye komşu ülkeler başta olmak üzere dünya ile kavga etmeye başladı. Türkiye’nin dünyada, dostu olan ülke neredeyse kalmadı.

Bu çarpık – çelişkili – tutarsız, anti-demokratik ve çağdışı, dinci = din sömürüsü temelli….
ilkel politika demeti artık sürdürülebilir değil.

  • 21. yy’ın şafağında Türkiye tıkanmış, AKP = RTE de kendisini bütünüyle tüketmiştir..
  • Bedel çok ağırdır ana onarım / restorasyon mutlaka ve hızla başarılacaktır.

Dr. M. Hüsnü Bozkurt: Atatürk, tam da şimdi tek çıkış yolu!

Dr. M. Hüsnü Bozkurt:

Atatürk, tam da şimdi tek çıkış yolu!

29 Kasım 2020, TUM-HABERLER.COM
Bozkurt: Atatürk, tam da şimdi tek çıkış yolu! (tum-haberler.com)

Bozkurt: Atatürk, tam da şimdi tek çıkış yolu!

CHP eski Konya Milletvekili Dr. Hüsnü Bozkurt‘un bir bildiri ile Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan adayı olduğunu açıklaması hem ADD şubelerinde ve hem de kamuoyunda heyecan yarattı. Biz de bu heyecanı kaynağından okurumuza yansıtmak istedik. TUM-HABERLER.COM’un sorularına içtenlikle yanıt verdiği için Dr. Hüsnü Bozkurt’a teşekkür ediyoruz.

TUM-HABERLER.COM: ADD Genel Başkanlığına aday olmaya nasıl karar verdiniz?

  1. HÜSNÜ BOZKURT: Ülkemizde bir faninin ulaşabileceği en yüce makamlardan, taşıyabileceği en büyük sorumluluklardan biri olarak gördüğüm Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanlığı’na aday olma kararını yaklaşık 1 yıl süren görüşmeler sonunda verdim. 1992-1996 yılları arasında yürüttüğüm SSK Konya Hastanesi Başhekimliği görevim sırasında, dönemin ADD GB merhum Suphi Gürsoytrak’ın isteği üzerine ADD Konya Şubesinin kuruluşuna katkı sunmuş, ancak kamu görevim nedeniyle yönetimde görev alamamıştım.

    Sonraki yıllarda da gerek kamu görevim, gerek siyasi çalışmalarım nedeniyle sade üye olarak hizmet verdim. İlk olarak 1 yıl önce, böyle bir talebim ve arayışım yok iken, çok saygı duyduğum bazı dostlar tarafından yapılan bu teklif, araya korona süreci girince sürüncemede kalmıştı. 3 ay önce Konya’ ya kadar gelen bazı değerli ADD üye ve yöneticilerince yinelenen bu öneri; deneyim, görüş ve emeklerine çok değer verdiğim kimi ADD büyükleri ve hatırı sayılır sayıda şube yöneticilerimiz tarafından da ısrarla desteklenince kararım kesinleşti.

Böylelikle; ÇAĞRIMIZDIR başlığı ile ADD örgütlerimiz ve kamuoyu ile paylaştığımız görüş ve düşüncelerle, belirttiğimiz hedeflerimizi gerçekleştirebilmek için arkadaşlarımızla yola çıkmış olduk.

TUM-HABERLER.COM: ADD kuruluş kadrosunu ve ilan edilen amaçlarını göz önüne aldığımızda, sizce bugün görevini yerine getirebiliyor mu?

  1. HÜSNÜ BOZKURT: “ÇAĞRIMIZDIR” duyurumuzda da belirttiğimiz üzere ADD; batı emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerinin Atatürk ve Kemalizm (Atatürk ideolojisi)’e 100 yıldır sürdürdükleri saldırıların daha da yoğunlaşacağını gören Prof. Dr. Muammer Aksoy ve 49 Cumhuriyet Aydını tarafından 1989 yılında kurulmuş, dünyanın en büyük Demokratik Kitle Örgütlerinden biridir.

ADD’nin kuruluş amacı ve görevi, Atatürk’ün GENÇLİĞE HİTABE’sinde belirlenmiştir:

  • “TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ İLELEBET MUHAFAZA VE MÜDAFAA ETMEK!” 

ADD’nin son 18 yılın Türkiye’sinde; hemen bütün siyasi, sendikal ve toplumsal örgütlerle birlikte ne beter bir baskı ortamında çalışmak zorunda kaldığı ortadadır. Halen yaşamakta olduğumuz koronavirüs salgınının ortamı daha zorlaştırdığı da malumdur. Ama “Bu ahval ve şerait içinde dahi vazifemizin” Atatürkçü Düşünceyi ülkemizin her yerinde yükseltmek, ulusumuzu gidişatın vehameti konusunda uyarmak olduğunu unutamayız. Yapmak zorunda olduğumuzu yapmalıyız, yapacağız.

TUM-HABERLER.COM: Özellikle de son yıllarda, ABD ve Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye yönelik yaptırım ve tehditvari açıklamalara karşı, millî bağımsızlığı ana ekseni olarak belirleyen Atatürkçü düşünceyi fikirde ve eylemde temsil eden ADD’nin tepkisi ya cılız kaldı ya da kamuoyu ilgi göstermedi. Siz Başkan seçildiğinizde, Atatürkçü düşüncenin toplumsal olaylarda temsiliyetinde ADD’nin daha aktif rol alacağını bekleyebilir miyiz? ADD Genel Başkanı seçilmeniz durumunda, nasıl bir yönetim ve çalışma projeniz var? ADD Başkanı olarak, şimdiden hazırladığınız projeleriniz var mı?

  1. HÜSNÜ BOZKURT: Bölgemiz ve ülkemize ilişkin planlarını bildiğimiz Batı Emperyalizmi ile yerli işbirlikçileri (dahili ve harici bedhahlar) 100 yıl önce Sevr ile yapmak isteyip, Atatürk ve Kuvayı Milliye’ye yenilerek DENİZE DÖKÜLDÜKLERİNDEN başaramadıklarını, bugün BOP ile gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

    ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ın daha 2003’te Kuzey Afrika’dan Çin Seddi’ne 22 ülkenin sınırlarını ve rejimlerini değiştireceklerini söyleyerek devletimizi yönetenlerin önüne koyduğu BOP haritasının ülkemizi nasıl paramparça etmeyi amaçladığı bilinmektedir. BOP süreci, 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Mehmetçiğin (Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’nin) kafasına ÇUVAL geçirilmesiyle başlatıldı.

2007’den itibaren Ergenekon, Balyoz vd. kumpas davaları ile Ordumuzun Kemalist kadrolarının tasfiyesi ile sürdürüldü.

12 Eylül 2010 Referandumu ile Yargının ele geçirilmesiyle şahlandı.

15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi ardından 16 Nisan 2017’de 97 yıllık rejimimiz değiştirildi ve G. Fuller’in 2006 raporunda işaret ettiği Başkanlık Sistemine (hem de Türk Tipi denilerek!) geçildi. CB’lığı Hükümet Sistemi adı verilen bu yeni (ama aslında hayli eski) SARAY DÜZENİ’nin 2 yılın sonunda DEVLET aygıtını ne hale getirdiği, ekonomiden eğitime, sağlıktan dış politikaya ülkemizi ne duruma düşürdüğü ortada.

Sn. CB bile “Yargıda, ekonomide, demokraside reform seferberliği başlatıyoruz” dediğine göre!!!

Yani Türkiye 2003’ten beri ne yaşamışsa AKP iktidarı yönetiminde yaşadı ve bu süreçte BOP da adım adım yürüdü, yürüyor. Ülkemiz emperyalistlerce 1918’de olduğu gibi bugün de SİYASETSİZLEŞTİRİLMEYE ve ardından DEVLETSİZLEŞTİRİLMEYE çalışılıyor.

– TBMM işlevsizleşmiş,
– Siyasi Partiler etkinliklerini yitirmiş,
– ideolojiler silinmiş,
– Kuvvetler Ayrılığı yok edilmiş,
– tarım – hayvancılık bitirilmiş,
– bütün sınai üretim araçları elden çıkarılmış,
– borçlar gırtlağı aşmış ve

  • koca ülke TEK ADAM iradesine teslim olmuş durumda.

Bu DİNCİ-FAŞİST baskı ortamında Atatürk’ün deyişiyle “YENİ BİR TARZ-I SİYASET” üretmek ya yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmak zorundayız. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar yürüttüğü KONGRELER DÖNEMİ’nde “Milletin azim ve kararını“ harekete geçirmek için yaptığını yaparak, bölge bölge, il il milletimize gitmeli, KEMALİZM’in ve DEVRİMCİ CUMHURİYET’in tam da şimdi tek ÇIKIŞ YOLU olduğunu anlatmalıyız.

ADD hiçbir siyasi partinin yancısı, arka bahçesi ya da hiçbir siyasi veya bürokratik makamın sıçrama tahtası olmayacak kadar BÜYÜKTÜR.

ADD bütünleşerek, büyüyerek ülke siyasetine yön verecek, yol gösterecek bir fikir ve eylem birliğini muhakkak sağlamalıdır.

ADD günümüzün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olmalıdır.

Ulusumuzun büyük çoğunluğunun bu çabaya omuz vereceğine yürekten inanıyoruz. Bu amaçla yola çıktık. Yolumuz açık olsun!

TUM-HABERLER.COM: Çok teşekkür ederiz.

Bozkurt: Atatürk, tam da şimdi tek çıkış yolu! (tum-haberler.com)
==========================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. M. Hüsnü Bozkurt’un kamuoyuna açıkladığı “ÇAĞRIMIZDIR” metnini daha önce web sitemizde yayınlamıştık. Okumak için lütfen tıklayınız :

Dr. Mustafa Hüsnü BOZKURT’tan çağrı – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Dr. Ahmet SALTIK

ÇARŞAMBA İĞNELERİ -18 Kasım 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ -18 Kasım 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ONURUMUZ

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Türkiye’de yalnızca “Konstantinopolis Ekümenik Patriği” ile görüşmesi programlandı ve uygulandı.

“Bu sıfatı taşıyan bir kişi ve bu adda bir yer yoktur” diyerek bu küstahı yurda sokmayacak onurlu devlet adamı aradım…

ZAMANLAMA

RTE, 10 Kasım’da Anıtkabir defterine Atatürk’ü yok sayıp “Mustafa Kemal” yazdı.

Seçime daha çok var ya…

YARGI

Adalet Bakanı Gül, ”Yargı, AKP’nin değil, ülkemizin yargısı”

Kih, kih, kih…

YARGIMIZ

Ceyhan Ağır Ceza Mahkemesi, 72 yaşındaki kadını boğazını keserek öldürüp hırsızlık yapan müebbet hapis cezalısı iki katil için tahliye kararı verdi.

Bakan Gül’e soru:

Ülkemizin yargısı bu mu?…

ZOR

RTE, “Ekonomide zorluklarımız ve sıkıntılarımız elbette var”

Daha geçen hafta dünyanın en iyisi idik, büyüyorduk.

Gerçek acı ama söyletmede inatçıdır…

REFORM

Ülkenin kötü gidişini kabul etmek zorunda kalan RTE ekonomide ve hukukta reformdan söz eder oldu. Adalet Bakanı Hz. Ömer kesildi.

18 yıl içine et, temizleme gösterisinin adı reform olsun. Yerlerse…

ACI

RTE, ekonomideki kötü gidişi durdurmak için devlet ve milletçe acı reçeteye katlanabileceğimizi söyledi.

Vatandaş zaten tatlıyı görmedi ki! Tatlı yiyen yandaş-eş-dostta denensin inanalım…

KADI

15 Temmuz Hakkaniyet Ocakları Derneği, 15 Temmuz’dan sonra, yardım paralarının dağıtılması amacıyla KHK ile kurulan Türkiye Şehit Yakınları Gazileri Dayanışma Vakfı’nın mütevelli heyetinde yer alan isimlerin geçmişte FETÖ ile ilişkilerini anlatan bir açıklama yaptı. Vakfı RTE’ye şikayet etti.

Gazilere eski bir deyişi anımsatalım; “Anamı belleyen kadı, kimi kime şikayet edeyim?”

MÜDAHİL

Damat Bakan görevde iken, Bakanlık avukatı şike davasında Aziz Yıldırım ve arkadaşlarını suçlu olduğu, devleti zarara uğrattıkları gerekçesi ile müdahillik isteminde bulunmuş. Mahkeme reddetmiş.

Bir de, “ FETÖ’nün siyasi ayağı yok” demezler mi…

BİRŞEY

AKP Genel Başkan Yardımcısı, Seçim İşleri Başkanı ve Sakarya Milletvekili Ali İhsan Yavuz koronavirüs testinin pozitif çıktığını sosyal medya hesabından açıkladı.

Hiçbir şey bulaşmamış olsa bile bir şey bulaşmış…

GEZİ

Sözcü Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, ”Hulusi Akar’la gezmeye bile gitmem” dediği için hapis cezası aldı.

Gitmeye zorunlu muyuz?…

ÇIĞ

VP Gen. Bşk. Doğu Perinçek Ankara İl Kurultayı’nda partisinin çığ gibi büyüdüğünü söyledi.

Ayrılan ve katılan üye sayılarını açıklasalar da çığ altında kalmaktan korunsak…