Kategori arşivi: Hekim Saltık

Sağlıklı kişiler için grip, risk grubundakiler için hem grip hem zatürre aşısı öneriliyor

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlker İnanç Balkan, sağlıklı kişilerin de grip aşısı yaptırmasının önerildiğini, Covid-19 pandemisi sürecinde grip aşısının daha çok rağbet görmesinin beklendiğini dile getirerek, zatürre aşısı yaptırmanın risk grubundaki kişilerin grip ve Covid-19 enfeksiyonunu daha sorunsuz atlatmasına katkıda bulunduğunu belirtti.Balkan, influenza (grip) virüsünün çok hızlı mutasyon geçiren bir virüs olduğu için her yıl yenilendiğini anlatarak, geçen yıl grip aşısı yaptıranların da bu yıl aşı olmasının önerildiğini söyledi.

EN UYGUN ZAMAN KASIM AYI

Aşı ile oluşan antikorların koruyucu etkisi zamanla azaldığı için grip aşısının, mevsimsel grip salgınından hemen önce, Türkiye için kasım ayı içinde yapılmasının en uygun zamanlama olacağına işaret eden Balkan, şu bilgileri verdi: “Grip aşısı, 6 ayını doldurmuş çocuklar dahil, salgın zamanlarında herkese ve risk grubunda olan kişilere yıllık olarak önerilmektedir. Kronik hastalıkları bulunanlar, kronik hasta ve yaşlılara bakım verenler, sağlık çalışanları, salgın açısından riskli kapalı ve kalabalık alanlarda çalışanlar için grip aşısı özellikle önerilmektedir. Grip aşısı inaktif (ölü) aşı olduğu için bağışıklığı baskılanmış kişilere, hatta ilk 3 ayını geçmiş gebelere de uygulanabilmekte, uygulanması önerilmektedir. Grip aşısının koruyuculuğu salt gribe karşıdır ve %100 değildir. Bazı yıllarda koruyuculuk %50’nin altında kalabilmektedir. Bununla birlikte Covid-19 pandemisi sürecinde, birbirine klinik olarak benzeyen iki virüsten hiç olmazsa birine karşı, hiç olmazsa belli düzeyde korunma sağlamak amacıyla bu yıl grip aşısının daha çok rağbet görmesi beklenmektedir ki bu doğru bir yaklaşımdır.”

“RİSK GRUBUNDA YER ALMAYANLARIN ZATÜRRE AŞISI YAPTIRMASINA GEREK YOK”

Balkan, zatürre aşısının (konjuge pnömokok aşısı) ise belirli risk grubunda bulunan kişilere ömür boyunca bir kez veya polisakkarit zatürre aşısının da ek olarak 5 yıl arayla iki kez uygulanmasıyla toplam üç kez uygulandığını belirtti.

Zatürre aşısının, 65 yaş ve üstü kişilere, KOAH, astım, diyabet, böbrek yetmezliği, kanser, organ nakli alıcısı, bağışıklık baskılayıcı tedavi gören, kronik HIV enfeksiyonu gibi kronik hastalıkları olan kişilere ve dalağı alınmış kişilere önerildiğini anlatan Balkan, “Bu gruplarda yer almayan kişilerin -sağlık çalışanları ve toplu bulunulan kapalı alanlarda çalışan kişiler dahil- zatürre aşısı yaptırmasına gerek yoktur. Mevcut aşı önerileri bilimsel rehberlerde bu şekilde yer almaktadır” diye konuştu.

Balkan, aşı ile önlenen zatürrenin etkeni olan pnömokok bakterisinin, hastalardan yayılarak salgın yapan grip ve Covid-19 etkeni virüslerden farklı olarak üst solunum yolunda zaten bulunduğunu, kişinin yaş ve kronik hastalıklara bağlı olarak bağışıklık yanıtının bozulması sonucunda alt solunum yoluna inerek zatürreye yol açtığını belirterek, şunları söyledi: “Gerek grip gerekse Covid-19 hastalığı seyrinde görülen ölümlerin bir kısmı, viral enfeksiyona ikincil olarak gelişen bakteriyel enfeksiyon (zatürre) nedeniyle ortaya çıktığı için zatürre aşısı yaptırmış olmak, risk grubundaki kişilerin grip ve Covid-19 enfeksiyonunu daha sorunsuz atlatmasına katkıda bulunmaktadır. Bununla birlikte bağışıklık sorununa yol açan bir kronik hastalığı veya altta yatan bir kronik akciğer hastalığı bulunmayan kişilerin pandemi sürecinde zatürre aşısı yaptırması yönünde bir öneri bulunmamaktadır.”

Grip veya zatürre geçirenlerde akciğer grafisi bulguları ve klinik bulgular Covid-19’a benzediği için bu hastaların bazen yanlışlıkla Covid-19 tanısı ve tedavisi aldığını ve yanlışlıkla Covid-19 pandemi servislerine yatırıldığını dile getiren Balkan, “Bu da hastaların doğru tedavilerinin gecikmesine, tanılarının gecikmesine, tanı karışıklığına yol açmakta. Bu nedenle Covid-19 pandemisi sürecinde risk grubundakilerin mutlaka grip ve zatürre aşılarını tamamlamaları, tanının gecikmesini, tanı karışıklığını ve pandemi servislerine yanlışlıkla yatırılmayı önlemek için de öneriliyor.” diye konuştu.

“SAĞLIKLI KİŞİLERİN DE GRİP AŞISI YAPTIRMASI ÖNERİLİYOR”

Doç. Dr. İlker İnanç Balkan, sağlıklı kişilerin bu aşıları yaptırmasında sakınca olup olmadığı konusunda, “Grip, çevreden bulaşan ve salgın yapan bir enfeksiyon olduğu için sağlıklı kişilerin de grip aşısı yaptırması önerilir. Ancak bu risk pnömokok bakterisi ile gelişen zatürre için geçerli olmadığından, risk grubunda yer alanların zatürre aşısı yaptırması yeterlidir” dedi.

Grip aşısı belirli bir takvime göre (kıştan önce) yapılırken, zatürre aşısı için bir zaman sınırlaması bulunmadığını vurgulayan Balkan, çocuklara, çocukluk aşı takvimi içinde ülke genelinde ücretsiz uygulanan zatürre aşısının, risk grubundaki erişkinler için de hastanelerin “erişkin aşı” birimlerinde ücretsiz uygulandığını hatırlattı.

Balkan, grip aşısının da belirli risk grubunda yer alan kişiler ve sağlık çalışanları ile sınırlı olarak il sağlık müdürlükleri tarafından tedarik edilip erişkin aşı birimlerinde ücretsiz yapıldığını söyledi.

Rusya’da Koronavirüs Aşısının ‘Onaylanması’ Üzerine

Olaylar ve Görüşler

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimi (Mülkiye)

Cumhuriyet, 14 Ağustos 2020
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/rusyada-koronavirus-asisinin-onaylanmasi-uzerine-prof-dr-ahmet-saltik-1758280

Rusya Devlet Başkanı Putin; Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen koronavirüs aşısının tescil edildiğini açıkladı. Rusya böylece koronavirüs aşısını tescil eden ilk ülke oldu. Sputnik Türkiye’nin aktardığı habere göre, hükümet yetkilileriyle bir toplantıda Putin, “Bildiğim kadarıyla, bu sabah dünyada bir ilk olarak yeni tip koronavirüse karşı geliştirilen aşı tescillendi.”

Putin, “Yine de aşının oldukça etkili olduğunu, kararlı bir bağışıklık oluşturduğunu biliyorum. Yineliyorum: Aşı gerekli tüm denemelerden geçti” dedi. (https://www.birgun.net/haber/putin-duyurdu-koronaviruse-karsi-gelistirilen-ilk-asi-tescil-edildi-311533 11.08.2020)

ÜÇ TEMEL ADIM

Sevindirici bir gelişmedir kuşkusuz, ilk bakışta. Rusya’nın bu aşıyı geliştirip üretebilmesi için gerekli sağlık insangücüne ve teknik donanıma sahip olduğunu biliyoruz.. Başta BSL4 düzeyinde viroloji AR-GE laboratuvarı ve yetkin virolog – epidemiyolog – halk sağlığı uzmanı bilimsel takım (ekip). Ancak ülkenin Sağlık Bakanlığınca aşının onanıp ruhsatlandırılması yetmez. Mutlaka, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ya da yetkilendirdiği (akredite ettiği) uluslararası kaynak (referans) laboratuvarlarca da sonuçların test edilip onanması gerekir. 3 temel adım bu süreçte irdelenecektir:

GLP (Good Laboratory Practice): İyi Laboratuvar Uygulamaları
GMP (Good Manufacturing Practice): İyi Üretim Uygulamaları
GCP (Good Clinical Practice): İyi Klinik Uygulamalar.

Bu ana koşulların / standartların alt adımları da var elbette. Ruhsat almadan önce 3. aşamaya (faza) gelinmiş olması, yani birkaç on bin gönüllü insan üzerinde aşının denenmiş olması gerek.
Ek olarak 2 büyük sınav söz konusu ayrıca:

  1. Etkinlik: Yeterince koruyucu olacak; süre ve koruma düzeyi bakımından.
  2. Güvenilirlik: İstenmeyen / yan etki ve komplikasyonlar son derece sınırlı olacak maliyet / yarar irdelemelerinde. Çünkü milyarlarca sağlıklı insana uygulanacak hasta ilaçlarından farklı olarak.

Söz konusu aşının 2’li bir bağışık yanıt oluşturduğu belirtiliyor:

  1. Hücresel bağışıklık ki görece daha uzun süre kalıcıdır (T hücreleri)
  2. Hümoral bağışıklık; antikor üretimi.. (IgG ve IgM proteinleri)

Aşının bu yeteneklerini yayımlanacak bilimsel makalelerde göreceğiz dileriz. Öte yandan, “kalıcı” bağışıklık sağlandığını söylemek çok zor hatta olanaksız bu aşamada çünkü salgın daha 7-8 aylık “bebek” yaşında! Bu sonuca varabilmek için zaman boyutu çok kısa. Ancak bağışık yanıtın olsa olsa birkaç hafta, dahası 1-2 ay koruyucu düzeyde sürdüğünü söyleyebilirsiniz şimdilik, hepsi o denli!

Aşı örnekleri uluslararası yetkili kaynak (referans) laboratuvarlarda DSÖ gözetiminde test edilip onaylanmadan ölçüsüz bir iyimserlik yanlıştır. Doğru olan ise bilimsel özenliliktir (ihtiyatlılık; scientific precautionary principle).

Rusya’yı, başlangıç da olsa, bu doğrulanması gereken, doğrulanmasını dilediğimiz başarısından dolayı bilim emekçilerini ve onları destekleyen Rus devletini kutluyoruz.. İnsanlığın pek çok açıdan böylesine başarı öyküsü ve gerçekleşen büyük adımlara öyle çok gereksinimi var ki..
***
Öte yandan R.T. Erdoğan’ın, DSÖ verileriyle aşı geliştirme yolunda dünyada 3. ülkeyiz bağlamında sözleri çok acı vericidir. Bu içerik gerçek dışıdır, gerçekleşmesi olanağı da yoktur yukarıda belirtilen nedenlerle.

  • Ancak neden Erdoğan böylesine pervasızca yanıltılmaktadır çevresince?
  • Narsisistik kişilik danışmanlara yeter etik gerekçe, hukuksal güvence, meşru kalkan olabilir mi?
  • Bu uğurda bir ülke, bir halk feda edilebilir mi ve nereye dek?!!

ÜRKÜTÜCÜ OLGU

Kaldı ki R.T. Erdoğan’ın böylesi bir kısırdöngüyü algılayıp (?), dikkate alıp, doğrudan bilgi edinme kaynaklarını açık tutma yükümü yok mudur? Bu olgu ürküntü vericidir ülkemizin bekası için.

DSÖ kaynaklarında, 165 noktada aşı geliştirme çabası sürdüğü, 5 ülkede 3. aşamaya (faza) gelindiği geçen hafta açıklanmıştı.

İngiltere, Astra-Zeneca ile yürütülen aşı çalışmasıyla ilgili 20 Temmuz’da yayımlanan makalede 2. faz sonuçlarının umut verici olduğu ve istenen bağışıklığı sağladığı duyuruldu.

CanSino: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Cansino da viral vektör türünde aşı geliştiriyor. Çin ordusunda 3. faz denemelerine başlanan aşının da daha önceki fazlardaki etkisi The Lancet dergisinde incelenmişti.

Sinovac: Eski bir yöntem olan “inaktif virüs” tekniğine göre hazırlanan bu aşıda, enfekte etme özelliğini yitirmiş olan virüs insana verilerek, vücudun hastalığa bağışıklık kazanması hedefleniyor. Haziran’da 1. ve 2. fazda kritik bir yan etki gözlemlenmediğini açıklayan şirket, 3. faz çalışmasını Brezilya’da sürdüreceğini duyurdu. Bu yöntemin dezavantajı, üretiminin uzun ve maliyetli olması. Zayıflatılmış ya da öldürülmüş virüs ile üretilen aşılarda bu virüslerin çoğaltılması için milyarlarca yumurta gerekli.

Sinopharm: Çin merkezli bir başka aşı çalışmasında da “inaktif virüs” yöntemi kullanıyor. Şirket 3. faz çalışmalarını Abu Dabi’de yürütüyor.

Moderna: ABD’de geliştirilen bu aşı, daha önceki aşılardan farklı olarak virüsün kendisinin değil, genetik materyalinin (RNA) vücuda şırınga edilerek bağışıklık oluşturmayı amaçlıyor. Üretimde büyük avantajlar sağlayacak bu yöntemin başarılı olursa, aşı teknolojisinde çığır açabileceği öngörülüyor. Moderna da 3. faz çalışmalarına geçtiğini duyurdu.

BEDELİ ÖDEYENLER AYNI

Görüldüğü gibi Türkiye ilk 3’te yok!

BSL4 düzeyinde Viroloji laboratuvarı yok! Refik Saydam Ulusal Referans Laboratuvarındaki BSL3 donanımlı.

Türkiye’nin mazlum – alınteri ulusal kaynakları 18 yıl boyunca talan edilmeyip, net 2 Tr $ servet yurt dışına aktarılmayıp, 0.5 Tr $ salt betona gömülmese idi; AKP iktidarı ve Türkiye bugün tıkanmazdı.. Geçelim BSL4 düzeyinde viroloji Ar-Ge laboratuvarı için yaklaşık 1+ milyar $ yatırım yapmayı; koronavirüs salgınını bastırarak sönümlendirmek için köktenci önlem olan 14 gün tam kapatmayı (lockdown) bile finanse edecek yaklaşık 50 milyar $ kaynağı, Tek Adam İktidarı bulamamaktadır!..
***
Salgın, yine ekonomik kulvardaki isyan ettiren çaresizliklerin ürünü irrasyonel popülist seçimlerle, alaturka açılım – saçılımlarla sürmekte ve kahrolası bedel; CEO sanrısıyla (hezeyanıyla), ne yazık ki bir anonim şirket gibi yönetilmeye zorlanan ülkemizde, masum binlerce insanımızın önlenebilecek iken ÖNLENEMEYEN biçimde kurban edilmesiyle ödenmekte!

21. yüzyılın şafağında bir insanlık suçu klasiği daha; sürüleştirilen yığınlar hiçbir şey algılayamazken..

Sevgi, saygı, kaygı ve tükenmeyen UMUT ile.

Prof. Dr. Ahmet Saltık: Nisan ayından daha büyük rakamlarla karşı karşıyayız

Prof. Dr. Ahmet Saltık:
Nisan ayından daha büyük rakamlarla karşı karşıyayız

Begümhan Aydoğan’ın sunduğu Haber 15’in bu günkü konuğu; Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık oldu.

Saltık, Türkiye’de koronavirüsün güncel durumu, okulların açılmalı, Rusya’nın geliştirdiği aşı ve dünyadaki aşı ve tedavideki gelişmeleri yorumladı.

“Almanya Sağlık Bakanlığı’nın yeni bir açıklaması oldu. DW Türkçe’ye henüz düşmedi. Almanya Sağlık Bakanı gelecek aylar için ‘iyimser’ olduğunu belirtti. Aşı için gelecek yıl kesin dedi. Almanya aşı üretiminde dünyada ilk 3-4’de” ifadelerini kullanan Saltık, “Bakan, konuşmasında gençler arasında KOVID-19’un hızla arttığını belirtti. Ortalama yaş Almanya’da Nisan ayında 52 iken Ağustos ayında 36’ya indi dedi. Bu korkunç bir şey. Şu cümleyi kullandı; “Kuşkusuz endişe verici bir durum” dedi. İnsanların topluca bir araya gelmesi gereken tüm etkinliklerin yasaklanmasını, futbol gibi binlerce insanın bir araya gelmesinin dehşet verici olduğunu söyledi. Türkiye’de bugünlerde halı sahaların açıldığını görüyoruz” ifadelerini kullandı.

Saltık’ın açıklamalarından satır başları şöyle :

*”Son rakamları siz de biliyorsunuz. Almanya Sağlık Bakanının açıkladığı verilere göre 1226 olgu, Türkiye’deki son rakam 1212. Almanya’da toplam 219,519 toplam vaka dün açıklanan verilere göre, Türkiye’deki rakam 244,392. Dolayısıyla bizim rakamlarımız Almanya’nın biraz üstünde. Almanya Sağlık Bakanı “Kuşkusuz endişe verici” tümcesini kullanırken, bizim Sağlık Bakanımızın kullandığı tümceleri görüyoruz. Daima o klasik lafları ediyor.. tedbir, salgına karşı kaç kişiyiz”??!!

*”AB ülkeleri itirafta bulundu. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya açık açık itirafta bulundular, ‘salgını iyi yönetemedik’ diye. Herhalde Türkiye harikalar yaratıyor. Gelsinler Türkiye’den salgın yönetimi nasıl yapılır, verilerle nasıl oynanır (manüple edilir) öğrensinler”

*”Hastalar çok ağırlaşmadıkça evde tutulup hastaneye yatırılmadığı için bunlar kayıtlara da girmiyor. Rakamlar o yüzden 1212 dolaylarında. Gerçekte belki de bunun 10 katı dolaylarında. Nisan ayı ortalarındaki rakamlardan daha büyük dalgayla karşı karşıyayız”

Koronavirüs havada asılı kaldığı için kapalı ortamlarda 2 metrelik mesafe işe yaramıyor

“Kesin kanıt” bulundu: Koronavirüs havada asılı kaldığı için kapalı ortamlarda 2 metrelik mesafe işe yaramıyor

“Aerosol bazlı bulaşmaya karşı 2 metrelik fiziksel mesafe gibi önlemlerin kapalı ortamlarda yardımı dokunmayacak”

Aerosol bulaşımı adı verilen durumda virüslü küçük damlacıklar havada uzun süre asılı kalıyor ve bir metreden uzak mesafelere virüsü bulaştırabiliyor (Pixabay)

Sağlık camiasında aylardır süren spekülasyon ve ihtilaflar sonrasında bir araştırma ekibi, Kovid-19‘un havada taşındığını ve mevcut sosyal mesafe kurallarının daha fazla maruziyete ve salgına yol açabileceğini buldu.

Ön baskıdaki çalışmaların yer aldığı MedRxiv’de yayımlanan araştırmaya göre, Florida Üniversitesi viroloji ve aerosol bilimi uzmanları, 2 ve 4,8 m mesafelerde virüsün aerosollerle iletildiğini teyit etti.

Sars-Cov-2‘nin aerosol olarak bilinen küçük damlacıklar halinde havada canlı kaldığı ilk kez söz konusu çalışmada keşfedildi. Bu durum, öksüren, hapşıran ve konuşan taşıyıcıların yanında virüsün solunması riskine işaret ediyor.

Araştırmacılar, “Kovid-19’un yayılımını sınırlamaya yönelik en iyi uygulamaların özellikle sosyal mesafe, başkalarına yakınken maske takma ve el yıkama merkezli olması sebebiyle, halk sağlığı etkileri geniş” diye yazdı.

Aerosol temelli bulaşmaya karşı iki metrelik fiziksel mesafe gibi önlemlerin, kapalı ortamlarda yardımı olmayacak. Bunlar sahte bir güvenlik hissi verirken, maruziyetlere ve salgınlara yol açacak.

Koronavirüsün hava yoluyla bulaşıp bulaşmayacağına dair bilim çevrelerindeki ihtilafın kaynağı, daha önce aerosollerde viral RNA tespit edilmesine karşın canlı bir virüsün izole edilememesine dayanıyor. Genetik materyal ve canlı bir virüs arasındaki fark da bu.

Şimdiyse araştırmacılar, hastaneye yeni kabul edilen bir hastanın odasından alınan hava örneğinden Sars-Cov-2’nin genomunu başarıyla dizileyen ilk ekip olduklarını söylüyor. Havadaki canlı virüsün suşunun, hastadaki suşla aynı olduğu tespit edildi.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), aylar boyunca Kovid-19’un çoğunlukla yakın kişisel temasla bulaştığını ve havadan bulaşımasının hastane ortamı dışında pek mümkün olmadığını söylemiş ama Temmuz’da söylemini değiştirerek hava yoluyla bulaşımın göz ardı edilemeyeceğini ve daha fazla veri gerektiğini belirtmişti.

DSÖ, 9 Temmuz tarihli son tavsiyesinde, “Kısa mesafeli aerosol bulaşımı, özellikle de enfekte kişilerin uzun süre kaldığı kalabalık ve havalandırmanın yetersiz olduğu belirli iç mekanlarda göz ardı edilemez” demişti.

Bundan önce de 239 bilim insanı, Clinical Infectious Diseases’de yayımladıkları “Kovid-19’un havadan bulaşmasını ele alma vakti geldi” başlıklı makalede bir dizi laboratuvar çalışması ve vaka raporunu temel alarak aerosol bulaşımının tanınması çağrısında bulunmuştu.

Virginia Tech’ten virüslerin havadan bulaşması konusunda uzman Mühendislik Profesörü Dr. Linsey Marr, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Florida Üniversitesi’nin çalışmasının “kesin kanıt” gibi göründüğünü ifade etti.

Çalışmada yer almayan Profesör Marr, “Herkesin anlayabileceği bir dilde: Bu çalışma, benim görüşüme göre, (birkaç metre yol alabilecek kadar küçük) aerosollerdeki virüsün bulaşıcı olduğunu açıkça doğruluyor. Bundan şüpheleniyorduk ve şimdi kanıtımız var. ” dedi.

Bu açık bir kanıt değilse o zaman başka ne olabilir, bilmiyorum.

* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independent.co.uk/news/world
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik© The Independent
HAKKINDA DAHA AYRINTILI: ÇEVİRİKORONAVİRÜSKOVİD-19SALGIN

 

Covid-19 paniği ne doğuruyor?

Tüm dünyada COVID-19 hastalığı nedeniyle alınan ağır önlemler, ablukalar, karantinalar tedricen hafifletilmeye başladı, ama henüz tamamen kaldırılmadı ve tekrar devreye sokulabilirler. Dolayısıyla (Türkiye biraz daha gevşek izlese de) çoğu ülkede baştan beri uygulanan bu stratejilerin doğru olup olmadığını sorgulamak zorundayız. COVID-19 henüz seyrini tamamlamadığı için şu an kesin hükümlere varmak mümkün değil belki, ama bu sorgulamayı yapmaz ve olup biten karşısında şüpheciliği bir yana bırakırsak, her yıl aynı kabus içinde çaresiz kalabiliriz.

Kabus şu : Bir yanda pek çok insanı öldüren COVID-19’un devasa bir felaket yaratacağı, hatta yaratmakta olduğu iddiasıyla duyulan panik; diğer yandaysa bu panik yüzünden alınan önlemlerin, karantinaların, ablukaların kesinkes yaratmakta olduğu ve uzatıldıkları, tekrarlandıkları takdirde daha da derinleşip büyüyerek uzun vadeye yayılacak, çok boyutlu bir felaket.

COVID-19 gerçekten devasa bir felaket yaratmıyor mu?

Tüm dünyada her yıl gribe bağlı solunum hastalıklarından ölenlerin sayısı 290.000 – 650.000 arasında değişiyor, ki bu sayılar buzdağının su üzerindeki kısmına benzetiliyor. Su altındaysa daha büyük, ama o sayılara eklenmeyen iki kategori daha var: Gripin tetiklediği diğer hastalıklara dayalı ölümler ve sağlık sisteminin görmediği grip ölümleri.

Bu sayı (yıllık 650.000 ölü veya buzdağının su altındaki kısmıyla birlikte belki çok daha büyük bir sayı) devasa bir felaketi işaret ediyor mu? Ediyorsa bile hiç haberimiz yoktu. Küresel medya bu sayılara, insanların her gün kaçar kaçar, nasıl can çekişerek öldüğüne (sanki diğer ölümler hiç can çekişmeden gerçekleşiyormuş gibi) odaklanmamıştı; ardına, ayrıntısına bakıp sorgulamadığı her korkunç gelişmeyi banal bir Hollywood filmi gibi gözümüze sokmuyor, “COVID’le savaş” veya “Artık normale dönüş olmayacak” gibi banal, sahte klişeleri papağan gibi kopyalayarak tekrarlamıyor, kıyamete ramak kaldığı algısını kafalara nakşetmiyordu.

Zaman zaman medyada yeraldığı üzere, epeydir, devasa bir virüs felaketinden korkuluyor. Belki kısmen bunun etkisiyle daha önce de mesela kuş gribi ve domuz gribi yüzünden panikler yaratılmıştı, ama her ikisi de dağın fare doğurmasıyla, yanlış alarm olarak sonuçlanmıştı. Buradaki gidişat görünüşte farklı gibi (sürekli ölüm haberleri, ablukalar ve altüst olmuş bir dünya), ama paniğin kökeninde yine o felaket beklentisi vardı. Paniği ilk tetikleyense, yeni tespit ettikleri COVID-19 vakalarında sıradışı bir çoğalma gören Çin’in Dünya Sağlık Örgütü’ne durumu bildirip sıkı önlemlerle ilk ablukayı uygulaması oldu.

Panik ve ablukalarda bir başka etkili aktör de, Dünya Sağlık Örgütü’yle paslaşarak çalışan, İngiltere’deki araştırma üniversitesi Imperial College ekibi ve başkanı Prof. Neil Ferguson’du. Ferguson, yaptıkları matematiksel modellemelere dayanarak COVID-19’un 1918 İspanyol gribi gibi olabileceğini, sıkı önlemler alınmazsa İngiltere’de 500.000, Amerika’da 2.2 milyon kişinin ölebileceğini söyledi, ama yoğun eleştiriye maruz kaldı ve bu eleştirilerin bazıları sadece mevcut modelleme ve öngörüleri hedef almadı, Ferguson’u daha önce de gereksiz panik yaratmakla suçladı.

Ölüm oranından kasıt ne?

Dünya Sağlık Örgütü, acil durum ilan ettikten sonra, ama salgın ilan etmeden önce, yani panik büyürken, 3 Mart’taki beyanında şu çok enteresan kıyaslamayı yaptı“Tüm dünyada bildirilen COVID-19 vakalarının yaklaşık %3.4’ü öldü. Mevsimsel gripse genelde enfeksiyon kapanların %1’den çok daha azını öldürüyor.”

Bu kıyaslama çok enteresan, çünkü yanlış, yanıltıcı; elmayla (bilinen vaka ölüm oranıyla) armutu (enfeksiyon ölüm oranını) kıyaslıyor. Mevsimsel grip gibi nispeten bilinen, yerleşik bulaşıcı hastalıklara ilişkin çok daha fazla veri bulunduğu için o verileri kullanarak, enfekte olduğu bildirilmeyen insanların sayısı da modelleme yöntemiyle iyi kötü kerteriz edilebiliyor. Dolayısıyla gripten sözederken kullandığı ölüm oranı (%0.1 civarı), enfekte olduğu bildirilen ve bildirilmeyen (ama hesaplanan) tüm insanlardan kaçının öldüğünü gösteriyor ve buna toplam vaka ölüm oranı veya daha doğru tabirle enfeksiyon ölüm oranı (IFR – infection fatality rate) deniyor.

COVID-19 gibi yeni görülen bir salgındaysa toplam kaç kişinin enfekte olduğu henüz bilinmiyor ve kestirilemiyor, sadece (genellikle hastanelerde) enfekte olduğu tespit edilen insanların sayısı ve bunlardan kaçının öldüğü biliniyor. Yukarıda COVID-19’dan sözederken kullandığı %3.4’lük ölüm oranı da bu, bildirilen vaka ölüm oranı (CFR – case fatality rate). Bizi ilgilendirense ilki, yani enfeksiyon ölüm oranı. Çünkü bildirilen vaka ölüm oranı değişken. Mesela, tespit edilen ilk COVID-19 vakası hastanede ölünce (bildirilen) vaka ölüm oranı %100 oldu; peşinden 99 COVID-19 hastası daha geldi ve bunlardan, yani toplam 100’den sadece 5’i öldüyse vaka ölüm oranı da %5’e düştü. Nitekim şu an itibariyle tüm dünyanın (bildirilen) COVID-19 vaka ölüm oranı %6.12 (dün %6.18, önceki gün %6.28, daha önceki gün %6.42’ydi); peki enfeksiyon ölüm oranı ne?

COVID-19’un ölüm oranı ne?

İngiltere’de hükümetin en kıdemli sağlık danışmanı Chris Whitty iktidarın 11 Mayıs’taki basın açıklamasında pek çok insanın hiç semptom dahi göstermeyeceğini anlattıktan sonra, ölüm oranını ‘%1 veya muhtemelen %1’in bile altında’ zikretti. “Ve en yüksek risk grubunda bile %20’nin altında, yani büyük çoğunluk, en yüksek gruptakiler bile, virüsü kapsa da ölmeyecek.”

Peki %1’in ne kadar altında bu oran? Kimilerine göre %1’e daha yakın, hatta onun da üzerinde, kimilerine göreyse gribe, yani %0.1’e yakın. Bunlar içinde matematiksel modellemeye değil de, ele alınan topluluk kesitlerindeki antikorlara bakarak daha sağlam, somut verilere ulaşmaya çalışan araştırmalar da var. Yani virüsü alıp ona karşı antikor (doğal aşı, bağışıklık) geliştirenlerle virüsü alıp ölenlerin toplamında ölenlerin oranı ne?

Düşük ölüm oranlarına ve toplumun doğal olarak bağışıklık geliştireceğine (sürü bağışıklığına) inanmayanlarsa, çoğu ülkeye göre çok daha gevşek önlemlerle yetinen ve bir nevi kontrollü sürü bağışıklığı denebilecek bir strateji izleyen İsveç’i eleştirirken, başka ülkelerde olduğu gibi İsveç’te de %10 gibi çok düşük antikorlu insan saptanmasını işaret ediyorlar.

Ama Dünya Sağlık Örgütü’nün eski Kanser Programı yöneticisi Prof. Karol Sikora ve Oxford Üniversitesi Teorik Epidemiyoloji profesörü Sunetra Gupta gibilerine göreyse antikor da virüse maruz kalan herkesi göstermiyor, bazı bünyeler antikor üretmeksizin virüsü reddediyor. Prof. Gupta (35:30) geçmiş yıllarda farklı korona virüslere maruz kalan insanların COVID-19’a yol açan korona virüsü (SARS-CoV-2) hiç kapmadan ona bağışıklık geliştirebileceğini de söylüyor ve Spectator yazarı Ross Clark aynı görüşü doğrulayan iki araştırmadan sözediyor. Bu görüşler haklı ve araştırmalar doğruysa COVID-19’un ölüm oranı çok düşük ve sürü bağışıklığı sağlanıyor demektir.

Toplam ölümlerdeki artış

Ölüm oranını veya COVID-19’un gerçekten korku filmlerindeki kadar öldürücü olup olmadığını anlamanın bir yolu da tüm sebeplere dayalı toplam yıllık ölüm sayılarını karşılaştırmak. Mesela (COVID-19 seyrini tamamlayınca) geçmiş yıllardaki toplam ölüm sayılarının ortalaması alınıp bu yılla karşılaştırılacak, aradaki fark da COVID-19’a mal edilecek, ama bazı düzenlemeler yaptıktan sonra. Mesela yılda 1.35 milyon insan trafik kazalarında ölüyor, ama ablukalar nedeniyle bu sayıda eksilme olacak. Bu eksilme, COVID-19 ölümlerini gerçekte olduğundan daha az göstermesin diye, denklemin dışında tutulacak. Ama ablukalar yüzünden gerçekleşen fazla ölümler de var ve bu fazlalık da, COVID-19 ölümlerini gerçekte olduğundan fazla göstermesin diye, denklemin dışında tutulmalı, ki bunu becermek daha zor gibi görünüyor, çok titiz, dürüst bir çalışma gerektiriyor.

Türkiye özelinde konuşursak, Cumhurbaşkanı ve iktidarından bağımsız bir şey söylemek, yapmak mümkün görünmediği için COVID-19 ölü sayısı olsun, toplam ölü sayısı olsun, verilen ve verilecek istatistiklere gözü kapalı güvenmek imkansız. COVID-19 ölü sayısının Türkiye’de kimi Avrupa ülkelerine göre çok düşük olması da bu güvensizliği destekliyor, ama bu düşük sayı tek başına veri sahteciliğinin kanıtı olmayabilir. Bu hastalık çok çok büyük oranda yaşlıları vurduğuna ve Türkiye de Avrupa’ya kıyasla genç bir nüfus olduğuna göre aradaki farkın en azından bir kısmı bundan kaynaklanıyor olabilir, ki Türkiye’deki ölümlerde gençlerin oranı da Avrupa’dan yüksek. Batı’daysa epeydir ciddi bir tersine durum, ölümleri fazla gösterme yaklaşımı hakim.

Bütün bunların ışığında ya da karanlığında, şu ana kadar dünyada COVID-19’a maledilen toplam ölü sayısı 370.000 civarında. Ablukalar, önlemler virüs yayılımını yavaşlatmada başarılı olamadıysa (yani virüs zaten yayılacağı kadar yayıldıysa, yani önlemler tamamen boş yere alındıysa) yeni bir COVID-19 dalgası yaşanmayacak ve ölü sayısı da 400-600 bin civarında kalacak demektir. Yok önlemler başarılı oldu ve virüs yayılımı sekteye uğradıysa, virüs seyrini tamamlayana kadar COVID-19 da yoluna devam edecek, yeni bir COVID-19 dalgası, yeni vakalar ve muhtemelen ölümler olacak. Ama ne kadar? Ablukaların mimarlarına göre çok fazla. Diğer bazı uzmanlara[1] göreyse sadece kötü bir grip sezonu kadar. Kim bilir, belki de ikisinin arası bir şey.

Sıkı önlemlerin, ablukaların amacı neydi, maliyeti ne?

Sıkı önlemlerden önce gevşek önlemlere kısaca değinmek gerekirse, İsveç gevşek önlemlerle yetindiği için sıkı önlemlerin yan etkilerini de daha az hissedecek, ama (şimdilik) COVID-19 ölümleri komşularından daha çok göründüğü için gevşek önlemlerin maliyetini ödemekle suçlanıyor. İsveç’teki stratejinin mimarları başından beri, salgın seyrini tamamladığında ülke skorlarının da aşağı yukarı eşitleneceğini savundular, “Bir yıl sonra” görüşelim türünden yorumlar yaptılar. Ve geçenlerde, o kıyaslandıkları ülkelerin başında gelen Norveç’in sağlık müdürlüğü bir rapor yayınladı. Bu raporun bulgularına göre, virüsün çok hızlı yayıldığı endişesiyle 12 Mart’ta başvurulan sıkı önlemler aslında gereksizdi, o tarihte enfeksiyon zaten inişe geçmişti.

İsveç’in diğer komşusu Danimarka’daysa, Politiken ve Ekstrabladet gazetelerine sızdırılan e-postalar acayip bir durum resmediyor: Virüs yayılımının yavaşlamakta olduğuna ilişkin bulgular sümenaltı ediliyor (kim bilir, belki ahmak halkın fazla açılıp saçılmasını önlemek için); 12 Mart’ta acil durum yasası değiştirilerek Danimarka Sağlık Müdürlüğü’nün “düzenleyici yetkisi” “müşavirlik”e indiriliyor ve böylelikle COVID-19’un kamu yasaklarını haklı kılacak bir tehlike arzetmediği yolundaki Müdürlük görüşleri gözardı ediliyor. (Off-Guardian İngiltere, Almanya ve Rusya’da da benzer durumlar olduğuna işaret etmiş.)

Bu arada, tüm o sıkı önlemlerin, ablukaların amacıysa –altını çizerek belirtmekte fayda var ki– virüsü yok etmek veya insanları (mermi yağmurundan korurcasına) kurtarmak değildi. Virüsün yayılım hızını yavaşlatarak vaka sayısının kısa bir zaman aralığında zirve yapmasını engellemek, uzun zamana yayılmasını sağlamak ve böylelikle hastenelerde yığılmayı, kapasite aşımını önleyerek hastaları tedavisiz bırakmamaktı (ki yığılmayı önlediklerine ilişkin, yani boş hastanelere ilişkin haberler çıktı[2]). Tabii tedavisiz bırakmadıkları muhtemel hastaların da ancak bazılarını kurtarabileceklerdi, bir kısmı yine ölecekti, diğerleriyse belki tedavisiz kalsa da kurtulacak kişilerdi.

Bu geciktirme stratejisinde bir de aşıdan medet umuluyordu, ama aşının en iyi ihtimalle 1.5 yılda, en kötü ihtimalleyse çok daha uzun zaman sonra bulunabileceği söyleniyor, ki toplumların uzun süreler abluka ve ağır önlemlere dayanabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. Aşının, aceleye getirilirse, ne kadar güvenilir olacağı da ayrı mesele.

Önlemlerin, ablukaların yaratmakta olduğu felaketler, en azından şu an, iddia edilen COVID-19 felaketinin panik fırtınasıyla esmiyor belki, her gün korku filmi gibi medyada sergilenmiyor, ama tahribatla ilerliyor ve saymakla bitmez: Malum, hepsi hayatlara mal olan (şu veya bu veya şunun gibi) sosyo-ekonomik ve (mesela çocuklar üzerindeki) psikolojik tahribat. İnsanların çok uzun yıllar içinde doğal olarak geliştirdiği dengeleri bir anda depremle sekteye uğratmanın yol açabileceği, öngörülemez yıkımlar; mesela Prof. Gupta’nın (23:00) anlattığı gibi, sosyal tecritin ve aşırı hijyenin süresi ve başarısı ölçüsünde– bağışıklık sistemimizi zayıflatıp bizi diğer patojenlere açık hedef haline getirme riski. Maskelerin (en azından kimi bedenlere) yükleyebileceği stres ile virüs/bakteri biriktirme riski. Paniğin yolaçtığı nosebo (negatif telkin) etkileri. COVID-19 dışı sebeplerle hastaneye gitmesi gerekirken gidemeyenler.

Mesela İngiltere’de Nisan sonu itibariyle hastanelerin acil servislerine başvuranların sayısı geçen yıla göre nerdeyse yarıya inmiş ve her hafta 2250 yeni kanser vakası farkına varılmadan ilerliyor olabilirmiş. Bu insanlar (yani ölmeyenler), sadece muhtemel COVID-19 hastaları değil, tüm hastalar daha sonra hastanelere üşüşüp çok daha büyük bir izdiham yaratmayacaklar mı? Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün eski Kanser Programı yöneticisi Prof. Karol Sikora da bundan sözediyor. Böylelikle (yayılımı geciktirme stratejisiyle) kurtarmayı umdukları bin kişi yerine on bin kişiyi feda etmiş olmayacaklar mı? Prof. Sikora bir başka röportajda, kanser hastalarının tedavisini Eylül’e ertelemenin 50.000 civarında insanı kanserden öldüreceğini söylüyor mesela. Bu sorunu dillendiren bir başka uzman da Cambridge Üniversitesi profesörü David Spiegelhalter.

Öte yandan, yaratılan müthiş panik sonucu, tam tersine, COVID-19’a yakalanmayanlar veya hastalığı hafif geçirenler dahi COVID-19’dan ölmek korkusuyla, boş yere hastanelere hücum etmedi mi, hastanelerde virüs yoğunlaşmasına yol açmadı mı? Maskeler, alışveriş poşetlerini yıkamalar, okyanusu dezenfekte etmeye çalışırcasına sokakları zehirlemeler, aynı evi, hatta yatağı paylaşan aile üyelerini arabalarda birbirinden tecrit etme zırdeliliği, sokağa çıkma yasakları vb. uygulamalar bilimsel bir temele, akla dayalı, sürdürülebilir önlemler mi, yoksa hezeyan içinde bir şey yapıyormuş havası yaratmaya yönelik abukluklar mı? Risk grubundakileri korumak için ne yapılabiliyorsa yaptıktan sonra, “Korkunun ecele faydası yok” demek daha doğru değil miydi? Çünkü korkunun hayata epey zararı var ve uygulanan ağır stratejiler –özellikle de süreleri uzadıkça– kaçınılmaz bir kemoterapi gibi haklı görünmüyor, virüs yüzünden ev yakmaya benziyor. COVID-19 dağının fare mi, fil mi, yoksa çakal mı doğuracağı henüz belli değil belki, ama paniğinin canavarlar doğuracağı veya doğurmakta olduğu kesin gibi.

[1] http://www.mshfd.org/ • https://unherd.com/thepost/coming-up-epidemiologist-prof-johan-giesecke-shares-lessons-from-sweden/ • https://www.youtube.com/watch?v=Biqq34aUJcQ • https://www.journeyman.tv/film_documents/7815/transcript/ • https://www.youtube.com/watch?v=LAT66OjarGA • https://www.youtube.com/watch?v=cwPqmLoZA4s • https://unherd.com/thepost/nobel-prize-winning-scientist-the-covid-19-epidemic-was-never-exponential/ • https://unherd.com/thepost/professor-karol-sikora-fear-is-more-dangerous-than-the-virus/ • https://www.youtube.com/watch?v=BrBuv6kq6Rc&feature=emb_logo • https://off-guardian.org/2020/03/24/12-experts-questioning-the-coronavirus-panic/ • https://off-guardian.org/2020/03/28/10-more-experts-criticising-the-coronavirus-panic/ • https://off-guardian.org/2020/04/17/8-more-experts-questioning-the-coronavirus-panic/
[2] https://www.bbc.com/news/uk-england-birmingham-52430855 • https://www.pbs.org/newshour/world/many-field-hospitals-are-empty-but-may-be-used-if-theres-a-second-wave-of-infections • https://www.ctvnews.ca/health/coronavirus/all-of-our-rooms-are-empty-hospital-ers-vacant-during-pandemic-1.4918208 • https://www.abc.net.au/news/2020-05-09/coronavirus-ward-geelong-hospital-yet-to-admit-covid-19-patient/12194222

İSİG Meclisi: Temmuz ayında en az 164 işçi yaşamını yitirdi

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, iş cinayetlerinde Temmuz ayında en az 164 işçinin, 2020 yılının ilk yedi ayında ise en az 1098 işçinin yaşamını yitirdiğini duyurdu. (12.08.2020, https://www.sol.org.tr/haber/isig-meclisi-temmuz-ayinda-en-az-164-isci-yasamini-yitirdi-11896 

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), Temmuz ayı raporunu yayımlandı. Rapora göre Temmuz ayında en az 164 işçi yaşamını yitirdi. Vestel ve Dardanel’deki ağır çalışma koşullarını, koronavirüs ölümlerini hatırlatan İSİG, 2020’nin ilk 7 ayında ise iş cinayetlerinde en az 1098 işçinin yaşamını yitirdiğini açıkladı.

İSİG raporundaki veriler şöyle:

  • 164 emekçinin 140’ı ücretli (işçi ve memur), 24’ü kendi nam ve hesabına çalışanlardan (çiftçi ve esnaf) oluşuyordu.
  • Ölenlerin 3’ü kadın işçi, 161’i erkek işçi. Kadın işçi cinayetleri tarım, kimya ve sağlık işkollarında gerçekleşti.
  • Yedi çocuk işçi can verdi. Çocuk işçi cinayetleri tarım, tekstil ve ticaret işkolunda gerçekleşti.
  • Ölenlerin yaş ortalamasına baktığımızda: Kendi nam ve hesabına çalışanlar (çiftçi ve esnaf) 51 yaş, ücretliler (işçi ve memur) 39 yaş.
  • 51 yaş ve üstünde ise çalışırken ölen 43 emekçi bulunuyor: Çiftçiler ile tarım, gıda, kimya, büro, metal, inşaat, enerji, taşımacılık, sağlık, güvenlik ve genel işler işçileri.
  • 6 göçmen/mülteci işçi yaşamını yitirdi: 5’i Suriyeli ve 1’i Afganistanlı.
  • Ölen işçilerin 7’si sendikalı. Sendikalı işçiler tarım, madencilik, inşaat ve belediye işkollarında çalışıyordu.
  • Ölümler en çok tarım, inşaat, taşımacılık, kimya, metal, madencilik, enerji, belediye/genel işler, gıda, sağlık, güvenlik, tekstil ve ticaret/büro işkollarında meydana geldi.
  • En çok ölüm nedenleri sırasıyla ezilme/göçük, trafik/servis kazası, yüksekten düşme, elektrik çarpması, Covid-19, patlama/yanma, kalp krizi, zehirlenme/boğulma ve şiddet.

İş cinayetlerinin şehirlere göre dağılımı ise şöyle:

11 ölüm Sakarya’da; 9 ölüm İstanbul’da; 8’er ölüm Bursa ve Kocaeli’de; 7’şer ölüm Mersin ve Zonguldak’ta; 6’şar ölüm İzmir, Kahramanmaraş ve Samsun’da; 5’er ölüm Antalya, Gaziantep ve Manisa’da; 4’er ölüm Kastamonu, Muğla ve Tekirdağ’da; 3’er ölüm Ankara, Aydın, Balıkesir, Denizli ve Diyarbakır’da; 2’şer ölüm Adana, Ağrı, Bolu, Çanakkale, Çorum, Edirne, Gümüşhane, Karabük, Konya, Mardin, Osmaniye, Şanlıurfa ve Cezayir’de; 1’er ölüm Adıyaman, Afyon, Aksaray, Amasya, Ardahan, Artvin, Bartın, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Düzce, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Hatay, Isparta, Karaman, Kayseri, Kırklareli, Kütahya, Malatya, Ordu, Rize, Trabzon, Uşak, Van ve Yunanistan’da yaşandı.

TELE1 TV PROGRAMIMIZ – 13 Ağustos 2020

Dostlar,

Bu gün,

13 Ağustos 2020 Perşembe günü saat 15:00’te TELE1′
de

olacağız. AŞI odaklı olmak üzere küresel salgını (Pandemiyi) konuşacağız /

  • konuştuk..  youtube erişkesi (linki) aşağıda (33 dakika) : 

    Koronavirüs bulaşına (enfeksiyonuna), öbür adıyla COVID-19‘a karşı;

– etkili ve güvenli bir aşı geliştirilebildi mi,
– ne zaman geliştirilebilir,
– fiyatı ne olur,
– aşı nedenli süre korur,
– yinelemek gerekir mi,
– hangi sıklıkla yaptırmak gerekir,
– koruyuculuk düzeyi ne orandadır,
– yan ve istenmeyen etkileri, komplikasyonları olabilir mi,
– Aşı geliştirme ve üretmenin uluslararası kuralları / standartları var mı
– Türkiye bu aşı geliştirme yarışının neresinde???

Report: Israel could end up with coronavirus vaccine -- but not ...

sorularına yanıt arayacağız.. / YANIT VERDİK..

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2020

 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

BİZİM TV Programımız, 11 Ağustos 2020

Dostlar,

Değerli ve yetkin gazeteci Sn. Lale Ozan Arslan dün (11.08.2020) bizi, başarıyla yürüttüğü ve 70 bini aşkın abonesinin olduğu Bizim Tv de salgının başladığı 10 Mart 2020’den bu yana 3. kez konuk etti sağolsun.. Sorularını ustalıkla hazırlamıştı.. Temalar, yanıtlar ve çıkarımlar aşağıda..
  • Rusya’dan gelen aşı haberine sevinmeli miyiz?
  • Erdoğan’ın aşıda dünyada 3. yüz açıklaması ‘Etik, yasal ve meşru değil’
  • Erdoğan Türkiye’yi bir AŞ gibi yönetiyor
  • Türkiye’de salgın durumu, açıklanan veriler doğru mu?
  • Hastaneler tam kapasite dolu, hastalar evlere yollanıyor
  • Sağlık çalışanları feryat ediyor Ankara’da 50 bin vaka var
  • İktidar gerçek tabloyu neden açıklamıyor?
  • Türkiye’de 14 gün kapatma olmadan iyileşme olmaz
  • Sağlık Bakanlığı hastaneye yatma ölçütlerini nasıl değiştirdi?
  • Halk cehennemi yaşıyor
  • Okullar açılmalı mı?
  • ‘Bu salgın böyle giderse Türkiye’ye diz çöktürür,
    AKP’de altında kalır ve tarihin çöplüğüne atılır.

Yaklaşık 46 dk.. Biz burada (sitemizde) duyurmadan, youtube’daki sitesinde 20 binden çok kez izlendiğini öğreniyoruz sevinçle..
İzlenmesini, paylaşılmasını, gerçeklerin öğrenilmesini dileriz..

Öncelikle de AKP’nin ve celladına aşık Stockholm Sendromu‘na tutulmuş, AKP’ye hala destek veren tüm değerli yurttaşlarımızın..

Özellikle Konya ve Gaziantep’ten 2 hekim arkadaşımızın bize what’s up ile ulaşan 2’şer dakikalık ses kayıtları feryadı, çığlığı.. tüm gerçekleri çıplaklıkla ortaya koymakta.

R.T. Erdoğan, çevresindeki Çin seddi kuşatmayı yarmayı başarıp, tebdil-i kıyafet ile Ankara’da birkaç hastaneyi ziyaret ederse, belki de kendisine ULAŞTIRILMAYAN – SAKLANAN acı gerçeği görebilir!

Sevgi, saygı, kaygı ama UMUT ile. 12 Ağustos 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Almanya ARTI TV Programımız – 10 Ağustos 2020

Dostlar,

Almanya’dan yayın yapan Artı TV ile salgına ilişkin değerlendirmelerimizin (10 Ağustos 2020) erişkesi (linki) aşağıda.. 12-13 dakikalık özlü bir irdeleme ile güncel durumu irdeledik

Özellikle sayılar…
Hastaneye yatırılma koşullarının Sağlık Bakanlığınca çok katılaştırılması :

– Solunum güçlüğü
– Nefes darlığı
– Yutamama / yutkunamama (beslenememe!)

Hekimin hastayı yatırmaya ilişkin tıbbi kanaati Bakanlıkça engellenerek genelgeye bağlanıyor.. Bu yasalara aykırı!

Yukarıdaki 3 bulgudan biri olmayanlar evlerinde yatacak ve filyasyon ekiplerinde hekim olmayan sağlık çalışanlarınca verilen ilacı alacak!!?? Bu da yasalara aykırı ve açık suç! Örn. 1219 s. yasa md. 25 apaçık çiğneniyor..
Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunduk; derhal durdurulmalı bu hukuk dışı uygulama..
****

  • Dolayısıyla tüm evler hastane,
  • Tüm Türkiye açıkhava hastanesi ve “doğallıkla” (!)
  • hastane yatakları dolmadı Sağlık Bakanlığına göre!!??..
    …….
    İzlenmesi, paylaşılması ve GEREĞİNİN YAPILMASI dileğiyle..

Böyle salgın yönetimi olmaz, olamaz!

Sevgi, saygı ve ENDİŞE ile. 11 Ağustos 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Putin duyurdu: Koronavirüse karşı geliştirilen ilk aşı tescil edildi

Rusya Devlet Başkanı Putin; Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen koronavirüs aşının tescil edildiğini açıkladı. Putin, “Kızlarımdan biri aşıyı yaptırdı” dedi.

https://www.birgun.net/haber/putin-duyurdu-koronaviruse-karsi-gelistirilen-ilk-asi-tescil-edildi-311533 11.08.2020

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, koronavirüse karşı geliştirilen ilk aşının tescil edildiğini açıkladı. Putin’in açıklamasına göre, Rusya Sağlık Bakanlığı, Gamaley Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü tarafından geliştirilen koronavirüs aşısını tescil etti. Rusya böylece koronavirüs aşısını tescil eden ilk ülke oldu.

Sputnik Türkiye‘nin aktardığı habere göre, hükümet yetkilileriyle bir toplantıda Putin, “Bildiğim kadarıyla, bu sabah dünyada bir ilk olarak yeni tip koronavirüse karşı geliştirilen aşı tescillendi” dedi.

“AŞI GEREKLİ TÜM DENEMELERDEN GEÇTİ”

Rusya Sağlık Bakanı Mihail Muraşko’dan kendisini aşı ile ilgili bilgilendirmesini isteyen Putin, “Yine de aşının oldukça etkili olduğunu, kararlı bir bağışıklık oluşturduğunu biliyorum. Tekrarlıyorum: Aşı gerekli tüm denemelerden geçti” dedi.

Koronavirüse karşı geliştirilen ilk aşı üzerinde çalışanlara teşekkür eden Putin, bunun dünya için çok önemli bir adım olduğunu vurguladı.

“KIZIM AŞIYI YAPTIRDI”

Aşının kalıcı antikor ve hücresel bağışıklık oluşturduğunu belirten Putin, “Bunu çok iyi biliyorum, zira kızlarımdan biri aşıyı yaptırdı. Kendisinin bu bağlamda deneyde yer aldığını düşünüyorum.” diye konuştu.
==============================

Dostlar,

Sevindirici bir gelişmedir kuşkusuz.
Rusya’nın bu aşıyı geliştirip üretebilmesi için gerekli sağlık insangücüne ve teknik donanıma sahip olduğunu biliyoruz.. Başta BSL4 düzeyinde viroloji AR-GE laboratuvarı ve yetkin Virolog – Epidemiyolog – Halk Sağlığı uzmanı sağlık takımı (ekibi).

Ancak ülkenin Sağlık Bakanlığınca aşının onanıp ruhsatlandırılması yetmez.
Mutlaka, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ya da yetkilendirdiği (akredite ettiği) uluslararası kaynak (referans) laboratuvarlarca da sonuçların test edilip onanması gerekir.

3 temel adım bu süreçte irdelenecektir :

GLP (Good Laboratory Practice) : İyi Laboratuvar Uygulamaları
GMP (Good Manufacturing Practice) : İyi Üretim Uygulamaları)
GCP (Good Clinical Practice) : İyi Klinik Uygulamalar..

Bu ana koşulların / standartların alt adımları da var elbette. Ruhsat almadan önce 3. aşamaya (faza) gelinmiş olması, yani birkaç on bin gönüllü insan üzerinde aşının denenmiş olması gerek. Ek olarak 2 büyük sınav söz konusu :

1. Etkinlik : Yeterince koruyucu olacak; süre ve koruma düzeyi bakımından
2. Güvenilirlik : İstenmeyen / yan etki ve komplikasyonlar son derece sınırlı olacak maliyet / yarar irdelemelerinde (analizlerinde).

Söz konusu aşının 2’li bir bağışık yanıt oluşturduğunu anlıyoruz :

a. Hücresel bağışıklık ki görece daha uzun süre kalıcıdır (T hücreleri)
b. Hümoral bağışıklık; antikor üretimi.. (IgG ve IgM)

Aşının bu yeteneklerini yayınlanacak bilimsel makalelerde göreceğiz dileriz. Öte yandan, “kalıcı” bağışıklık sağlandığını söylemek şu aşamada çok zor hatta olanaksız çünkü salgın daha 7-8 aylık “bebek” yaşında.  Bu sonuca varabilmek için zaman çok kısa. Ancak bağışık yanıtın olsa olsa birkaç hafta, dahası 1-2 ay koruyucu düzeyde sürdüğünü söyleyebilirsiniz, hepsi o denli!
****
Aşı örnekleri uluslararası yetkili kaynak (referans) laboratuvarlarda DSÖ gözetiminde test edilip onaylanmadan ölçüsüz bir iyimserlik yanlıştır. Doğru olan ise bilimsel özenliliktir (ihtiyatlılık; scientific precautionary principle).

Rusya’yı, başlangıç da olsa bu doğrulanması gereken, doğrulanmasını dilediğimiz başarılarından dolayı bilim emekçilerini ve onları destekleyen Rus devletini kutluyoruz..

İnsanlığın pek çok açıdan böylesine başarı öyküsü ve gerçekleşen büyük adımlara öyle çok gereksinimi var ki..
***
Öte yandan R.T. Erdoğan‘ın, DSÖ verileriyle aşı geliştirme yolunda dünyada 3. ülkeyiz bağlamında sözleri çok acı vericidir. Bu içerik gerçek dışıdır, gerçekleşmesi olanağı da yoktur yukarıda belirtilen nedenlerle. Ancak neden R.T. Erdoğan böylesine pervasızca yanıltılmaktadır çevresince?? Narsistik kişilik danışmanlara yeter etik gerekçe, hukuksal güvence, meşru kalkan olabilir mi??
Bu uğurda bir ülke, bir halk feda edilebilir mi?? Nereye dek?!!

Kaldı ki Erdoğan’ın böylesi bir kısır döngüyü algılayıp (?), dikkate alıp doğrudan bilgi edinme kaynaklarını açık tutma yükümü yok mudur? Bu olgu ürküntü vericidir ülkemizin bekası bakımından.

DSÖ kaynaklarında, bu sitede yayınladığımız, TV konuşmalarımızda son haftada dile getirdiğimiz üzere, 165 noktada aşı geliştirme çabası sürdüğü, 5 ülkede 3. aşamaya (faza) gelindiği geçen hafta açıklanmıştı. DSÖ kaynaklarında, 165 noktada aşı geliştirme çabası sürdüğü, 5 ülkede 3. aşamaya (faza) gelindiği geçen hafta açıklanmıştı.

İngiltere, Astra-Zeneca ile yürütülen aşı çalışmasıyla ilgili 20 Temmuz’da yayınlanan makalede 2. faz sonuçlarının umut verici olduğu ve istenen bağışıklığı sağladığı duyuruldu.

CanSino: Çin merkezli bir başka aşı çalışması olan Cansino da viral vektör türünde aşı geliştiriyor. Çin ordusunda 3. Faz denemelerine başlanan aşının da daha önceki fazlardaki etkisi The Lancet dergisinde incelenmişti.

Sinovac: Eski bir yöntem olan ‘inaktif virüs’ tekniğine göre hazırlanan bu aşıda, enfekte etme özelliğini yitirmiş olan virüs insana verilerek, vücudun hastalığa bağışıklık kazanması hedefleniyor. Haziran’da 1. ve 2. fazda kritik bir yan etki gözlemlenmediğini açıklayan şirket, 3. faz çalışmasını Brezilya’da sürdüreceğini duyurdu. Bu yöntemin dezavantajı, üretiminin uzun ve maliyetli olması. Zayıflatılmış ya da öldürülmüş virüs ile üretilen aşılarda bu virüslerin çoğaltılması için milyarlarca yumurta gerekli.

Sinopharm: Çin merkezli bir başka aşı çalışmasında da ‘inaktif virüs’ yöntemi kullanıyor. Şirket 3. faz çalışmalarını Abu Dabi’de yürütüyor.

Moderna: ABD’de geliştirilen bu aşı, daha önceki aşılardan farklı olarak virüsün kendisinin değil, genetik materyalinin (RNA) vücuda şırınga edilerek bağışıklık oluşturmayı amaçlıyor. Üretimde büyük avantajlar sağlayacak bu yöntemin başarılı olursa, aşı teknolojisinde çığır açabileceği öngörülüyor. Moderna da 3. faz çalışmalarına geçtiğini duyurdu.

Görüldüğü gibi Türkiye ilk 3’te yok!

BSL4 düzeyinde Viroloji laboratuvarı yok! Refik Saydam Ulusal Referans Laboratuvarındaki BSL3 donanımlı.
****
Türkiye’nin mazlum – alınteri ulusal kaynakları 18 yıl boyunca talan edilmeyip, net 2 Tr$ servet yurtdışına aktarılmayıp, 0,5 Tr$ salt betona gömülmese idi; AKP iktidarı ve Türkiye bugün tıkanmazdı.. Geçelim BSL4 düzeyinde viroloji AR-GE laboratuvarı için yaklaşık 1+ milyar $ yatırım yapmayı; korona salgınını bastırarak sönümlendirmek için köktenci önlem olan 14 gün tam kapatmayı (lockdown) bile finanse edecek yaklaşık 50 milyar $ kaynağı Tek Adam iktidarı, ne acıdır ki bulamamaktadır!..

Salgın, yine ekonomik kulvardaki isyan ettiren çaresizliklerin ürünü popülist seçimlerle, irrasyonel açılım – saçılımlarla sürmekte ve kahrolası bedel; masum binlerce insanımızın önelenebilecek iken ÖNLENEMEYEN biçimde kurban edilmesiyle ödenmekte!

Sevgi, saygı,kaygı ve UMUT ile. 11 Ağustos 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com