Kategori arşivi: Hekim Saltık

YAZIK

YAZIK
YAZIKDr. Birgi TUNA
(birgituna@gmail.com)
15 Ekim 2020

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü grup toplantısındaki konuşmasının çok önemli bir bölümünü Türk Tabipler Birliğine ayırması tam da Aydın, Nazilli’de COVID-19’dan vefat eden Aydın Tabip Odası Başkanı, Op. Dr. Esat Ülkü’nün cenazesine denk geldi.

TTB’yi yöneten “Etkin Demokratik TTB” adlı grup ve arkasındaki üst akıl hakkında henüz beş gün önce yazdıklarımın buharı tüterken iktidardan öngördüğümüz çıkış geldi. Lafı hiç uzatmaya gerek yok:

Aslında “Etkin Demokratik TTB” adlı grubun, Merkez Konsey Başkanlığı’na Şebnem Korur Fincancı’yı getirirken tam da amaçladığı buydu. Mağdur edebiyatını ve “sözde” demokrasi havariliğini çok seven ikinci cumhuriyetçiler, köklü bir örgütü 30 yılda yok olma noktasına getirdikten sonra, tükenen enerjilerini mağduriyet edebiyatının arkasına gizleyip yeniden enerji depolamaya çalışacaklar.

İktidar cephesinde ise, yandaşlara anlatılacak yeni bir kahramanlık hikayesi doğuyor.

Barolardan çok daha kolay lokma olarak görünen Türk Tabipleri Birliği için tam da pandemi sırasında diledikleri gibi bir düzenleme yapmak mümkün olacak. Üstelik bunu yaparken Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından da anlaşıldığı üzere “terör” motifleriyle süslemeler de şimdiden hazır gibi.

Görünürde gündemi işgal edecek, karşılıklı atışma ve polemiklerle hareketlenecek bir süreçle karşılaşacak gibi olsak da, aslında tam da bir “al gülüm, ver gülüm” ya da “kazan – kazan” durumu…

İkinci cumhuriyetçilerin dışında kalan muhalefet için ise oldukça zor bir durum. TTB’ye yönelik MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “kapatılsın” çıkışından sonra tüm siyasi partiler ile demokratik kitle örgütleri hep bir ağızdan hekimlerine ve TTB’ye sahip çıkmıştı. Şimdi sivil toplumcu, teröre terör demeyen, günün birinde Öcalan serbest kalabilir demiş olan Cumhuriyet’in kuruluş değerleriyle çok da barışık görünmeyen TTB Başkanını savunur duruma düşmeden bir şeyler söylemenin yolunu bulmaya çalışacaklar.

Son günlerde iktidar kanadından İmralı ile ilgili gelen duyumlar ise işi biraz daha ilginç hale getiriyor. TTB’nin adındaki “Türk” ibaresine takılan aslında sadece Cumhurbaşkanı değil. “Al gülüm, ver gülüm” operasyonunun bir işlevi de bu isim sorununu çözmek olabilir. Sonra sen sağ ben selamet…

Keşke tüm hekimler, meslek onuru için Tabip Odalarına ve Türk Tabipleri Birliği’ne zamanında sahip çıkmış olsaydı. O zaman iktidarda yine Etkin Demokratik TTB olsaydı bile bu ölümcül hatayı yapmazdı veya yapamazdı… En azından ben öyle düşünüyorum…

Olan Türkiye Cumhuriyeti’nin aydın ve yurtsever hekimlerine ve Türk Tabipleri Birliğinin üretmesi gereken politikalardan yoksun kalacak olan Milletimiz’e olacak…

Boğazıma bir şey düğümleniyor. Gözlerim doluyor ve tek kelime geliyor dilimin ucuna:

Yazık !

Darbeli demokrasi

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli

Darbeli demokrasi

Mahut “Işıklı Tweet”in üzerine herkesten önce ve daha büyük bir şehvetle atladılar ve lime lime doğradılar ki duyan da bu muhteremleri gerçekten “darbe sevmez” sanabilir.

Oysa gerçek manzara öyle mi?

Bütün anayasal kurumları hile ve desise ile “biz yaptık oldu. Var mı ulan?..” tavrı ile ele geçiren, seçilmişleri tek tek kulaklarından tutup içeri tıkan ve yerine vali-kaymakam atayan, yıllar boyu sınav sorularını elden dağıtıp, atamalarda tarikat-cemaat kollayıp (AKP-FETÖ ittifakını kastediyorum) kendi adamlarını devletin tüm aygıtına yerleştiren, özellikle silahlı kuvvetlerin tüm kademelerine onbaşısından orgeneraline kadar alçak darbecileri yerleştiren (şu bayat “sızma” yalanına kendileri bile inanmıyor artık) zevat, bugün çıkmış “Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor esprisi üzerinden tehdit ediliyoruz” soytarılığına nasıl başvurabiliyor? İnsanı çıldırtır bunlar.

Yahu, dünyanın en nadide mozaiği gibi motif motif işlenmiş ATATÜRK Devrimlerinin temeline, zaten bir türlü oturtulamamış Cumhuriyetimizin temeline dinamit koyan, adeta o mozaiklerle bezeli duvara “hilti” (darbeli delici-kırıcı-yıkıcı matkap) ile Timur’un filleri gibi dalan sizler değil misiniz?

Bugün, bir Anayasa Mahkemesi üyesi yargıcın (henüz tam da neye hizmet ettiği belli olmayan) “sorumsuzca ve sersemce” attığı tweet üzerinden sanki “darbelere karşıymış rolü” oynuyorsunuz?

12 Mart’tan, 12 Eylül’den, 28 Nisan’dan ve dahi harcında olağanüstü katkınız bulunan 15 Temmuz’dan sonuna kadar yararlanmış olan da siz olmasanız, bayağı “yiyeceğiz” bu numaraları.

Ama tabii, öyle değil.

Argomuzda güzel bir laf vardır:

“Hayvan terli.. Yemiyor”

Ver afyonu… Ver afyonu…

Toplumu, dini soslara batırılmış afyon parçacıkları yutturarak yönetmeye çalışmanın tipik bir örneğiydi, Cumhurbaşkanı’nın son tartışmalı demeci. (mealen) “Müminler varlıkta şımarmamalı. Yoklukta da sabretmeli. Acıyı bal eylemesini bilmeli” dedi, teknik olarak doğru sözler tabii. Zengin şımarmamalı. Yoksul da sabırlı olmalı. Dünyanın sonuymuş gibi davranmamalı.

İyi, güzel de…

Yoksullar, eğer o “şımarmaması vaaz edilen zenginler” yüzünden yoksullaşmışsa (biz buna kapitalizmin doğal sonucu diyoruz) ve o yoksul istediği kadar sabretsin “öldür Allah” asla zenginle (yer değişmekten vazgeçtim) eşit seviyeye ulaşamayacaksa?..

O zaman neyin “sabrını” bekliyorsun? Niye “zıkkım gibi” acıya “bal” muamelesi yapacakmış?
Bu sözleri sömürü düzeninin ateşine odun taşıyanlardan, düzeni daha da acımasız hale getirenlerden, zengin-yoksul uçurumunu daha da açanlardan, patronlara dönüp “Bize şükredin. Grevi-hak aramayı yasakladık. Kıymetimizi bilin yani..” diye övünenlerden duymak biraz fazla “hakaretamiz” değil mi?

İngilizlerin (bak yine İngilizce havası yapıyor demeyin) güzel bir deyimi var:

“To add insult to injury” (Yaralı insana bir de hakaret ederek acısını katlamak) derler. Tam o hesap.

Ayıp oluyor yani. Biraz vicdan yani.
****
TTB ve Şebnem Hoca

Devleti, aynı devletin başına on yıllardır bela olan ve temellerine dinamit koymaya ant içmiş bir alçak terörist örgüte teslim edenler, bugün çıkmışlar “Falanca kurum, filanca dernek teröristlerin eline geçti” diye konuşma hakkını kendinde nasıl görebiliyor? Cumhuriyet düşmanı Pennsylvanialı Sümüklü Vaiz’in eli kanlı teşkilatına, Harbiye’den adliyeye, Hariciye’den Mülkiye’ye tüm kurumların anahtarlarını kendi elleriyle verenler, “Filanca derneğin yöneticisi teröristtir. Onu oradan almak lazım” diye nasıl pişkince ve utanmadan iftirada bulunabiliyor? Anlamak, gerçekten mümkün değil.

Lafı eğip bükmeden söyleyeyim:

Türk Tabipleri Birliği (TTB)’nin başkanlığına yeni seçilen Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’dan söz ediyorum. Şebnem Hoca’nın dünya görüşüne, bazı faaliyetlerine, geçmişine, geçmişte aldığı ya da almadığı tavırlara, kimi desteklediğine vs. herkesin desteği de itirazı da olabilir. Benim de var. Pek çok konuda aynı düşünmüyorum. Hatta ve hatta, Türk Tabipleri Birliği gibi “Tıp bilimine, toplumun sağlık sorunlarına ve meslektaşların dertlerine odaklı” çalışan bir teşkilatın başına, keşke sadece “siyasi duruşu değil, bilim insanı olarak kimliği daha öne çıkmış” birini seçselerdi diyorum.

Ama bütün bunlar, TTB’nin kongresine katılmış “delegelerin iradesini” yok saymaya ve Şebnem Hoca’yı elinizde hiçbir kanıt ve hüküm yokken “terörist” olarak damgalamaya yaftalamaya imkân vermez kimseye. Üstelik bunu yapmak bir suctur. O zaman demokratik kitle örgütlerinin “üye iradesi”ni çöpe atmış olursunuz. Hem örgüt içinden hem de bu pırıl pırıl meslek örgütünü (aynı zamanda bilim mihrakını) ezmeye yeminli yasakçı faşist kafalardan gelen baskıya boyun eğersiniz. Hukuk devleti ve demokratik toplum ilkelerini nasıl savunacağız o zaman?
====================================
Dostlar,

Değerli Arapkirli’ye, bu sitede ve daha pek çok ortamda yayınlanan Ş. K. Fincancı hakkındaki belgelere göz atmasını öneriyoruz; “hiçbir kanıt ve hüküm yokken” demesi karşısında.

Bir de, halen yaşamda olan, demokrasi şehidi Uğur Mumcu’nun ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu ile bir telefon görüşmesi yapmasını.. Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok cinayetlerinde yakalanan sanıkların yargılanacağı Umut davasında her nasılsa devreye giren / sokulan Dr. Fincancı’nın sanıkları görüp muayene etmeden düzenlediği adli raporlarla bu kritik davanın gidişini nasıl derinden etkilediğini, Dr. Fincancı hakkında, başvurusuna karşın TTB tarafından bir disiplin işlemi yapılmadığını……. da bilgi edinmesini… bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Ekim 2020, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı

COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı

Dostlar,

16 Ekim 2020 Cuma, bu akşam saat 20:00 – 21:30 arasında bir webinarımız (web ortamında yürütülen seminer) var..

Düzenleyen Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti.. neredeyse yüzyıllık köklü bir bilim kurumu..

Bize verilen konu başlıkta : COVID-19’a Karşı Toplum Bağışıklığı
Poster aşağıda..

Aşağıdaki adresten kayıt yatırmak gerekiyor. Posterin altındaki açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kayıt yaptıranlara saat 19:00 dolayında erişim bilgileri ulaştırılacak.

https://attendee.gotowebinar.com/register/8413852613031243532

TMC’ne (Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti) girişimi ve bizi konuşmacı olarak çağrısı için teşekkür ederiz. Ülkemize yararlı olmasını dileriz.

Not: Bu kapsamlı webinarı gerçekleştirdik. Yaklaşık 2 saati buldu epey sorunun yanıtlanması ile.

Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti kendi web sitesinde ve uygun bulunan sosyal medya hesaplarında yaınlayacak.

Sevgi ve saygı ile. 16 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

Fahrettin katsayısından sonra ‘vaka/hasta’ olayı: Verileri gizlemek neye yarar?

Fahrettin katsayısından sonra ‘vaka/hasta’ olayı: Verileri gizlemek neye yarar?

Ortaya çıkan bu durumun bir boyutu politik:

  • Siyasal iktidar ülkeye ilişkin gerçekleri dünyadan ve kendi yurttaşlarından gizliyor.

Bir başka boyutuysa doğrudan tıp alanında çalışanları ilgilendiriyor: Yanlış verilerle salgın ne kadar sağlıklı yönetilebilir? Salgının yayılmasını doğru ölçmeyen bir sağlık yönetimi ona nasıl engel olabilir. Nitekim görüşüne başvurduğumuz Türk Toraks Derneği Etik Kurul ve Genel Merkez Danışma Komitesi üyesi, Solunum Sistemi Enfeksiyonları Çalışma Grubu Yürütme Kurulu üyesi Profesör Doktor Abdullah Sayıner, Bakanın son açıklamasının sağlık çalışanlarında büyük bir karamsarlık yarattığını düşünüyor. Bir bakıma Covid-19 mücadelesinin ön cephesinde olan bu insanlar toplumdan ve kendilerinden gizlenen, çarpıtılan verilerin varlığını yaşamsal bir tehdit olarak da görüyorlar.

Sayıner’e, açıklamada söylenen değişikliğin Bakanlığın sahadaki uygulamalarında da olumsuz sonuçlarının olup olmadığını, “vaka sayılarını değil hasta sayılarını açıklıyoruz” denilmesinin salgının yayılması konusunda takibi bırakmak anlamına gelip gelmediğini sorduk. Sayıner bu sorumuzu şöyle yanıtladı:

“Salgının takibinin bırakıldığını düşünmüyorum. Bakanlığın filyasyon ekipleri büyük bir özveriyle yoğun çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu nedenle, Bakanlığın elinde bütün bilgilerin olduğunu düşünüyorum. Yani aslında vaka sayısını açıklamıyorlar ama kendileri biliyorlar. Ellerinde var. PCR testi pozitif çıkanlar filyasyona dahil ediliyorlar. Sağlık durumları takip ediliyor, karantinada kalmaları isteniyor, temaslı listeleri onlardan alınıyor. Bakanın açıkladığı sayılarda yer almıyorlar ama diğer hastalarla ilgili yapılan her şey onlarla ilgili olarak da yapılıyor. Bizi temel olarak kaygılandıran, bu filyasyon verilerinin düzenli analizinin yapılmaması, yapılıyorsa da, bu analizlerin sonuçlarının duyurulmaması, salgın yönetimine yansımaması. Oysa, bu verilerin analiziyle, örneğin çocukların ne kadar kolay ya da zor enfekte olduğunu, enfekte olurlarsa , virusu okuldaki arkadaşlarına ya da aile bireylerine ne oranda geçirdiklerini öğrenebiliriz. Benzer şekilde, 65 yaş üstünün ne kadar kolay (ya da zor) enfekte olduğunu, onlara getirilen kısıtlamaların enfeksiyonun yayılmasını ne kadar etkilediğini değerlendirebiliriz. Ya da, virus bulaşının hangi ortamlarda kabaca ne oranda gerçekleştiğine (okullar, düğünler, mitingler, camiler, lokantalar, açık hava pazaryerleri vb.) ilişkin bilgiler edinebiliriz ve tüm bu bilgilere dayanarak gelecek dönem için planlamalar yapabiliriz.

Turkuaz tablonun içeriğinin sürekli değişmesi ve bu değişiklikler ile ilgili mantıklı bir açıklama yapılmaması bizi düşündürüyor ve güven sarsılmasına neden oluyor. Sonunda, zaman zaman bu sayıların gerçeği hiç yansıtmadığını gösteren bulgular ortaya çıkıyor ve bu, kanımca, ülke adına da çok üzücü, rahatsız edici oluyor. .”

Genel bir değerlendirme yapmak için ‘hasta sayısının’ daha önemli olduğu, ‘vaka sayısının’ bu açıdan yanıltıcı olabileceğini düşünüyor olabilir mi bakan? Ya da “vaka sayısı değil hasta sayısı önemli” derken haklı olabilir mi?

Bakanlığın elinde her iki veri de var. Böyle düşünüyorlarsa hem vaka sayısını, hem hasta sayısını açıklayabilirler. Yani PCR pozitif olup da belirtileri göstermeyenlerin sayısını sadece bizden gizlemiş oluyorlar. Bu sayıyı açıklayarak “ama biz hasta sayısına bakıyoruz” demelerinin önünde bir engel yok.

Bu konuda oran nedir? Yani vaka olarak tespit edilmiş ama “hasta” olmayanların sayısı.

Bunu Bakanlık biliyor, biz bilemiyoruz.

Gözlediğiniz bir istatistik veri yok mu?

Tüm dünya üzerinde değişiyor bu. %20 ile 80 arasında.

Yani PCR pozitif olan, Covid-19 bulaşmış ve taşıyıcı olan ama belirtileri göstermeyen Covid’lilerin tüm hastalara oranı %20 ile 80 arasında değişiyor mu?

Evet. Şimdiye dek yayınlanan raporlara bakarsanız kabaca böyle.

Bakanlığın açıkladığı sayılarda bu kriter değişikliğini tamamen politik nedenlerle yaptığı konusunda bir görüş var. Turizm sektörünün talepleri, AB ile seyahat izinleri konusunda yaşanan pazarlıklar. Ama bunun ötesinde salgın yönetiminin toplumsal boyutuyla ilgili bir şeyler de olamaz mı? Yani panik yaratmamak için böyle bir yola gitmiş olabilirler mi? Bu salgın yönetimi açısından kabul edilebilir olur mu?

Tersine. Eğer vaka sayılarıyla hasta sayıları arasında büyük bir fark varsa, bu sayıların açıklanması insanlara moral de verebilir! Yani hastalık şu kadar insana bulaşmış ama bunların sadece şu kadarı hastalığı belirtilerle geçirmiş demenin moral bozucu bir tarafı niye olsun? Diğer yandan, sorunun tüm boyutlarıyla bilinmesi; örneğin, toplumdaki bulaştırıcı özelliği olan gerçek insan sayısının bilinmesi, muhtemelen, tüm bireylerin de daha dikkatli davranmasını sağlayacaktır. Sorunu küçülttüğünüz ölçüde, toplum önlemlerin de o oranda gereksiz olduğunu düşünmeye başlıyor.
* * *
Tartışılan konunun bir tarafı salgın yönetiminin siyasal irade tarafında duranların halktan gerçek sayıları gizlemesiyle ilgili ama sayılar sağlıkçılardan hatta bu konuda akademik araştırmalar yapanlardan da gizleniyor. Hatta mesele bununla da kalmıyor. Bakanlık, sadece kendi elinde biriken verileri gizlemekle kalmıyor, veri oluşturmaya, toplamaya ya da birleştirmeye dönük çalışmalara da engel oluyor. Nitekim Türk Toraks Derneği, önceki aylarda yapmak istediği bir araştırmanın engellendiğini duyurmuştu. Buna göre dernek çalışmaya katılacak hastanelerin hastaları ve  tedavi süreçleri hakkında veri girecekleri bir ortak veritabanı oluşturacak, bu topladığı veriler Covid-19 tedavisiyle ilgili çalışmalara, akademik ürünlere dönüşecekti.

Daha önce yaptığımız görüşmelerde Profesör Sayıner bu tür çalışmaların daha önce mesleki/akademik içeriğiyle sorgulanarak etik kurullardan geçerek başladığını, son salgında Bakanlık onayı olmadan, yani siyasal otoritenin onayı alınmadan yapılamaz hale geldiğini anlatmıştı.

TELE1 TV PROGRAMIMIZ : 15 Ekim 2020

Dostlar,

Bu gün (15 Ekim 2020) saat 17:00’de, TELE1’de idik.
Sn. Betül Begümhan Aydoğan sordu, biz yanıtlamaya çalıştık.

– Avrupa dahil tüm dünyada artan korona olguları ve yeniden sıkı önlemlere dönüş…
– İstanbul’da %50 artan hasta sayısına karşın ek önlem düşünülmeyişi
– Bu akşam testi (+) ve bulgu veren hastalara ek, testi (+) ama bulgu vermeyen “vaka” ların sayısının da açıklanıp açıklanmayacağı..
Halkın aldatılmasının sonsuza dek sürdürülüp sürdürülemeyeceği
– Yükseköğretimde de yüz yüze eğitime geçme düşüncesi
Salgın yönetiminde yaratılan çok ağır / utandırıcı güven bunalımının mutlaka aşılması gerektiği, bunu da yolunun tüm veritabanının ulusal ve uluslararası bağımsız uzman ve kurumlara açılması olduğunu..
……………..
…………… konularını / sorunlarını irdeledik..

Daha çok insan hastalanmasın, daha çok masum insanımız ölmesin.
Salgın siyasal tercihler ve ekonomik kaygılarla değil, kutsal yaşam hakkının tartışılmaz öncelik almasıyla yönetilmeli.

Türkiye’deki ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve padişahtan daha yetkili TEK ADAM REJİMİ sorgulanamadığı için salgın iyi yönetilemiyor..

  • Önlenebilecek iken masum insanlarımız ölüyor, hastalanıyor ve ekonomi uzayan ağır bir kanama içinde..

Erişke (link) yukarıda (39 dakika).
İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 15 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

TEK YOL – VAR; Aklın ve Bilimin Işığı

TEK YOL -VAR; Aklın ve Bilimin Işığı

10 MADDELİK SALGIN REÇETESİ

AKP İKTİDARINA;
(Her kim tam yetkili ve sorumlu ise..)

Sağlık Bakanlığı öylesine şaibeli duruma geldi ki, bu Bakanlığı dağıtıp, yeni baştan kurmalı..

Orta düzeyde bir “sudoku oyununu” (!) bile yüzüne gözüne bulaştırdı, oynadığı sayıları tutturamadı. Oysa dürüst olmalı, verilerle hiç oynamamalı idi.

Sorunun temeli : Salgını başarıyla yönettiği algısı yaratmak ve RTE’ye yaranmak..
Sorunun bedeli : Türk halkını, Dünya Sağlık Örgütünü ve dünya kamuoyunu aldatmak.
Oyunun Faturası : Rezil olmak ve ülkemizin saygınlığını ağır biçimde yaralamak;
görünür görünmez ulusal çıkarlarına ağır biçimde zarar vermek..
Önlenebilecek ölümleri önleyememek, salgının yersiz uzaması ve çok ağır ekonomik yitikler..
AKP oylarının belirgin düzeyde düşmesi.

****
Reçete                  :

1. Sağlık Bakanı Dr. Koca’nın derhal istifası ya da Reis = TEK ADAM = RTE tarafından azledilmesi.
2. Tarafsız ve yetkin bir hekim akademisyenin, bir Halk Sağlığı Profesörünün tam yetki ile Sağlık Bakanı olarak atanması ve kadrosunu oluşturması.
3. Ulusal ve uluslararası bağımsız uzmanların daveti ile Salgın Veritabanının bütünüyle saydam biçimde erişime ve yönetime açılması.
4. Yanlış, oynanmış, eksik… tüm verilerin geçmişe doğru tümüyle düzeltilmesi.
5. Türk ve Dünya kamuoyundan, başta DSÖ olmak üzere uluslararası kurumlardan özür dilenmesi.
6. TBMM’de salgın hakkında genel görüşme açılması gerekli mevzuatın ortaklaşa çıkarılması. 
7. Salgında kamu kurumlarının hatası nedeniyle ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi.
8. Sağlık çalışanları için meslek hastalığı hakkının geriye doğru kabulü, geride kalanlarına ölüm aylığı bağlanması ve hak edilen tazminatların ödenmesi.
9. Dr. Refik Saydam Ulusal Sağlık Kurumu’nun yasa ile bilimsel olarak özgür, yönetsel ve
akçalı (mali) olarak özerk statüde yeniden açılması; insangücü ve teknik donanımının
hızla sağlanarak salgın yönetiminin bu Kuruma devredilmesi.

10. Kökü dışarıda, asla yerli ve milli olmayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmasının durdurulması, şehir hastanelerinin kamulaştırılması, koruyucu sağlık hizmeti temelli ve öncelikli kamusal sağlık sistemine dönülmesi.

Sevgi ve saygı ile. 14 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

  • 14 Ekim 2020’de Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay’ın köşesinde yayınlanmıştır..
  • Sn. M. Balbay’a teşekkür ederiz.

 

FİNCANCI KATIRLARI

FİNCANCI KATIRLARI

Dr. Birgi Tuna,
Aile Hekimi
Burhaniye

Türk Tabipleri Birliği seçimleri 27 Eylül’de yapıldıktan sonra 2 Ekim’de görev dağılımı yapıldı. TTB Merkez Konseyi Başkanı olarak Prof. Dr. Rasime Şebnem Korur (Fincancı)[1] adı açıklanınca, Nasrettin Hoca’nın o ünlü fıkrası kafamda çağrıştı. İçimden, “Etkin Demokratik TTB” grubunun arkasındaki güçler fıkradaki gibi fincancı katırlarını ürkütmeye karar vermiş, diye geçirdim. Aslında “ülkenin hayati meseleleri” konusunda iktidar ile muhalefeti “tek yumurta ikizleri kadar” birbirine benzeten bir anlayışı TTB’nin en üst koltuğuna bu dönemde oturtmanın Etkin Demokratik TTB’ye ne kazandıracağını bilmem olanaksız ama neler kaybedeceğimizi görüyor gibiyim…

Nedir Bu “Etkin Demokratik TTB”?

Tabip Odalarında ve TTB’de seçimlere düzenli ve örgütlü bir biçimde katılan “Etkin Demokratik TTB” adlı grubun ayrıca “İyi Hekimlik”, “Etkin Demokrat Hekimler” gibi adları da kullandıklarını görüyoruz. Kendilerini solcu ve sosyalist olarak tanımlasalar da, “YETMEZ AMA EVETÇİ”, “SİVİL TOPLUMCU” yaklaşımları ile “NEO-LİBERAL” tüm kurum ve kavramları sever ve benimserler. Bu grubun çekirdek kadrosu, Nusret Fişek öğretmenimizin çevresinden geldiği için tüm hekimlerin bilinçaltına işlemiş bir güven duygusunu sorunsuz kullanırlar. Ancak öne çıkmayan bir üst aklın bu grubu yönlendirdiği, Erdal Atabek ve Nusret Fişek ile saygınlaşan toplumsal hekim mücadelesinin, Selim Ölçer, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Gençay Gürsoy ile kırılmaya başlayan çizgisinin günümüzde açıkça Mehmet Altan’ın temsil ettiği İkinci Cumhuriyetçi doğrultuya oturduğu görülmektedir.

Bu üst akıl, evrensel hekimlik değerlerini kullanıp hekimlere kendini “hak savunucusu” göstermeyi ve yurtsever hekimleri siper ederek TTB’deki iktidarı korumayı, itiraz edenlere “faşist” iftirası atarak işin içinden sıyrılmayı çok iyi becerebilmektedir.

Bu üst akıl, her fırsatta Türk Tabipleri Birliği üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutmaktan geri kalmamıştır. Türk Tabipleri Birliği kongrelerinde

  • İstiklal Marşı okunup okunmamasını oylatan bu anlayıştır.

İtiraz edenlerin üzerine militan hekimlerini “ırkçı ve faşist” diyerek saldırtan bu akıldır. Atatürk’ü anmakta bilinçli olarak kaçınan, Atatürk ve devrimlerini görmezden gelen, Atatürk’ü otoriter ve totaliter bir asker ve sivil bürokrasi yaratmakla suçlayan hep bu üst akıldır. Bu üst akıl Anıtkabir’i ziyaret etmeyi de “faşizan bir eylem” olarak görür. Bu üst akla göre, terörle mücadele yoktur savaş vardır. Terörist yoktur, özgürlük savaşçısı vardır. Bu dili ve kavramları yerli yerinde kullanamayanlar “Etkin Demokratik TTB” içinde yükselemez, mevki, makam sahibi olamaz.

Şimdi bu üst akıl, pandemi sırasında oldu-bittiye getirilen bir seçim süreci sonunda Şebnem Korur’u TTB Merkez Konseyi Başkanı yapmış Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı meydan okumasını da sürdürmüştür.

Şebnem Korur Neden Türk Hekimlerini Temsil Edemez?

Şebnem Korur’un neden Türk hekimlerini temsil edemeyeceğini açıklamadan önce “İkinci Cumhuriyetçilik” nedir bakalım.

Ergenekon ve Balyoz Kumpas davalarının yayın organı olan Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği yapmış, Mehmet Altan “İkinci Cumhuriyet” için 31 Ocak 1991’de yazdığı bir yazıda; “Birinci Cumhuriyet’in otoriter, totaliter, asker ve sivil bürokrasiye dayalı zihniyetiyle hukuksal yapısının yerini halk iradesine dayalı çağdaş dünya standartlarında bir demokratik çoğulculuğa bırakma önerisidir. Yani Kemalist Cumhuriyet’ten demokratik Cumhuriyet’e geçme önerisidir” demektedir.[2]

Zülâl Kalkandelen, bu çarpık düşünce yapısını “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası” [3] adlı eserinde incelemiştir. Özetle, İdris Küçükömer’e göre:

  • Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildir.
  • Emperyalizm karşıtlığı ile batılılaşma bir arada olamaz.
  • Laiklik, kültür mirasını reddetmektir.
  • Batıcı-laik bürokratlar halkı temsil etmezler.[4]

 “İdris Küçükömer’in savunduğu görüşler, kimi zaman çarpıtılarak da olsa, bugün hâlâ Atatürk devrimlerine karşı geliştirilen argümanlara kaynak olarak kullanılıyor.”[5]

Yani ikinci Cumhuriyetçiliğin asıl hedefinde “ulus devlet”, “vatanın bölünmez bütünlüğü” ve “tam bağımsızlık” ile “Atatürk’ten geriye kalan her şey ve Cumhuriyet’in tüm kurumları” var.

Buradan, Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin yeni başkanı Şebnem Korur’un savunduğu görüşlere göre konumlandığı yere gelecek olursak:

Şebnem Korur, Evrensel Gazetesinde internet üzerinden erişilebilen 13 Mart 2011 gününden bu yana 200’den fazla makale kaleme almış. Bu nedenle doğrudan kendi kaleme aldığı düşünceler ile Şebnem Korur hakkında görüş sahibi olmakta yarar var.

Şebnem Korur kendisini savunmak zorunda hissetmiş belli ki. Kaleme aldığı “Kayıkçı” adlı en son yazısında TTB, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği üyelikleri olduğunu söylüyor.[6]

– Yani Halkların Demokratik Kongresi Yönetim Kurulu Üyesi,
Öcalan’a Özgürlük Platformu kurucusu değilim demek istemiş. Kendini amansız bir “insan hakları savunucusu” olarak tanımlayan ve işkenceye karşı mücadelesini 12 Eylül karşıtlığı ile beslemiş yazıda.

İnsan hakları ihlallerinde kimlik sormayız demesine rağmen; Şebnem Korur’un sayısız işkence ile öldürme olayından sorumlu Abdullah Öcalan ile ilgili övgü dolu görüşleri ise Evrensel Gazetesinde 8 Ocak 2012 günü yayınlanmış. Yazıda Abdullah Öcalan’ı,1992’de Atatürk Barış Ödülü’nü reddeden Nelson Mandela ile benzeştiriyor ve gelecekte beraat edebileceğini öne sürüyor:

 “PKK bugün itibarıyla terörist bir örgüt olarak tarif ediliyor. Abdullah Öcalan da terörist başı, kimi gazetelere göre ve özellikle ‘Türkiye Türklerindir’ diyerek ırkçılık suçu işleyen gazeteye göre ‘bölücü başı’.

“Tüm bu sıfatlar ne zaman ve nereden baktığınıza bağlı olarak değişebilir. Tarih bir gün teröristleri beraat ettirir. Geriye vicdanınızın yükü kalır, her sabah aynada görmek zorunda olduğunuz yüzlerinizle birlikte.”[7]

Şebnem Korur’un Türk Tabipleri Birliği’nin bağımsızlığını koruyabilmek için desteğine gereksinim duyacağı ana muhalefet partisi CHP’ni de yerden yere vurduğu, Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da neredeyse demediğini bırakmadığı ideolojik yazısı da var. 3 Nisan 2011 günü yayınlanan makalesinde terörü “30 yıldır sürdürülen ulusal demokratik hak istemli mücadele” veson 30 yıllık çatışmalı süreç” olarak tanımlıyor. İktidar ve muhalefeti aynı kefeye koyarak sorunu çözme iddiasındaki AKP ve CHP’nin çözüm konusunda söylediklerine bakıldığında söylenebilecek tek şey; bu iki partinin çözümsüzlükte birleştikleridir!” demekte. İktidarı bir kenara bırakıp doğrudan CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ideolojik eleştiriler yaptığı yazısında dayatmacı bir dil göze çarpıyor. Kılıçdaroğlu’nun Kürt halkının ‘sivil itaatsizlik’ adıyla başlattığı eylemlerde anadilde eğitim, siyasi tutukluların serbest bırakılması, askeri operasyonların son bulması, yüzde 10 barajının kaldırılması talepleri için bir şey söyleyememesi, aslında çözüm için bir şey söylememekle eş anlamlıdır … AKP ve CHP arasında seçim propagandası için yapılan dalaşa bakıp aldanmayın! … ülkenin hayati meselelerine gelince birbirlerine tek yumurta ikizleri kadar benziyorlar!”[8]

Oysa, Etkin Demokratik TTB grubu, her seçimli TTB Büyük Kongresi öncesi TTB Genel Merkezinde, ana muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırlayıp basın açıklaması yapmayı gelenek haline getirdi. Bu sayede hekimlere bir mesaj verildi. Bu mesaj, Etkin Demokratik TTB’yi TTB seçimlerinde iktidarda tuttu. Buna karşın Etkin Demokratik TTB en son seçimde Atatürk’ü küçümsemekten geri durmayan bir hekimi Merkez Konseyin başına getirdi.

Şebnem Korur, Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesini tam da Atatürk’ün ölüm yıldönümünün hemen ardından karalamış. 11 Kasım 2013 günü yayınlanan “Hak verilmez, alınır” adlı makalesinde Şebnem Korur, “Atatürk’ün ölümünün 75. Yılı nedeniyle pek çok arkadaşım sosyal medyada kimlik fotoğraflarını değiştirip birer Atatürk oldular. Hayranlık ve şükran duygularını dillendirdiler” diyerek Atatürkçü olmakla gurur duyan arkadaşlarını hor görüyor. “Kimse kadınlara seçme seçilme hakkı bağışlamış değildir. Tersine, hakkın kazanılmasına engel olmak üzere ellerinden geleni yapmışlardır. Bu engellerin başında soruşturma ve yargılamalarla sindirme de vardır.”[9] diyerek Atatürk’ü ve devrimlerini kötüleyip küçümsemekten çekinmiyor.

Oysa kendisinden tam 40 yıl önce 12 Eylül öncesinde çok uzun süre TTB Merkez Konseyi Başkanlığı yapmış ve 12 Eylül darbesinin acılarını doğrudan yaşamış olan Dr. Erdal Atabek, Atatürk dönemini, “siyasetten kişisel davranışlara kadar her adımı örnek bir ahlakın parlayışı”[10] olarak tanımlıyor. 12 Eylül karşıtlığı üzerinden sağdan soldan bir araya gelen birbirine benzemez ikinci cumhuriyetçilere inat!

İşte Etkin Demokratik TTB’nin Türk Tabipleri Birliğini getirdiği nokta budur. Türk Tabipleri Birliği, Etkin Demokratik TTB’nin elinde, İttihat ve Terakki, Kuvayı Milliye çizgisinden gelip Samsun’a Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın[11] yanında çıkıp Sivas Kongresinde “Tam bağımsızlığı” haykırarak emperyalizme karşı duran anlayıştan, Atatürk’e utanmadan dil uzatan bir anlayışa dönüştürülmüştür.

Şebnem Korur, TTB Merkez Konseyi seçimleri öncesi, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte “Hekimler bu döneme tek yürek olarak girmeli”[12] demiştir. Bu istencini Dr. İbrahim Tali Öngören, Dr. Refik Saydam, Dr. Behçet Adil Feyzioğlu, Dr. Hikmet Boran, Dr. Nusret Fişek çizgisinin dışına çıkarak dile getirmesi, Türk hekimliğinin belleğine de geleneğine de uymamaktadır. Şebnem Korur bu yönüyle hekimlik mesleği öznesinde hekimleri bir arada tutacak donanıma da, birikime de, söylem birliğine de sahip değildir.

Şebnem Korur adı, TTB’ye yönelik yok edici bir saldırıya karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm demokratik güçlerin ortak bir duruş ile direnmesini engelleyecek kadar siyasallaşmış, taraf olmuş, ortak değerlerden uzaklaşmış durumdadır. Şebnem Korur adı kuşku götürmeyecek bir biçimde Devlet aygıtına karşı bir meydan okuma ve hukuksuz eylem yaratmaya yönelik açık bir kışkırtmadır. Her iki olasılık da Türk hekimliğine hiçbir şey kazandırmayacaktır.

Şebnem Korur’un kişiliğine saldırılması, görüşlerini özgürce ifade etmesine karşı gelinmesi veya engel olunması kabul edilemez bir durumdur. Türk gencinin varlığına ve bütünlüğüne kasteden bu çarpık görüşleri öfkelenmeden duymak, okumak, anlamak, arkasındaki çarpık düşünce ve çıkar çevrelerini yorumlama hakkı bulunmaktadır.

Ancak, Şebnem Korur’un Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı olması ve tüm Türk Tabiplerini “tek yürek haline getirip” temsil etmesi de olanaksız, içi boş ve kabul edilemez bir durumdur.

Tek çözüm, fincancı katırlarını ürkütmeden Dr. Şebnem Korur’un Merkez Konsey Başkanlığından ayrılması ve Dr. Vedat Bulut gibi “Etkin Demokratik TTB” çatısı altında yer alan ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ortak değerleriyle ideolojik ve siyasi sorunu olmayan bir Başkan’a bu görevi devretmesidir.

Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okunacak, Türk Hekimlerinin belleği, geleneği, aklı ve vicdanı ile alay edilecek bir kurum değildir.

Türk Hekimlerine bundan sonra düşen en önemli görev, kendilerini “Etkin Demokratik TTB” diye pazarlayan çarpık gündemleri olan ikinci cumhuriyetçilere değil “ÖNCE İNSAN, ÖNCE HEKİM” diyerek hekimlik mesleğinin gereklerini önceleyen yurtsever hekimlere destek olmaktır.
****

[1] Sayın Korur’un bir yazısındaki alçak gönüllü kişiliğine saygı gereği bu yazının geri kalan kısmında akademik ünvanı kullanılmamıştır.
[2] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi; S: 161
[3] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi
[4] Küçükömer, İdris  (1994), “Düzenin Yabancılaşması”, Bağlam Yayınları
[5] Kalkandelen, Zülal (2017), “İdris Küçükömer’in Tezleri / İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri / İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanet Mirası”, Kırmızı Kedi Yayınevi; S: 15
[6] Korur Fincancı, Şebnem (2020); “Kayıkçı” Evrensel Gazetesi; 5 Ekim 2020 (https://www.evrensel.net/yazi/87280/kayikci)
[7] Korur Fincancı, Şebnem (2012); “Terörist” Evrensel Gazetesi; 8 Ocak 2012 (https://www.evrensel.net/yazi/20808/terorist)
[8] Korur Fincancı, Şebnem (2011); “Çözümsüzlükte Birleşiyorlar” Evrensel Gazetesi; 3 Nisan 2011 (https://www.evrensel.net/yazi/3373/cozumsuzlukte-birlesiyorlar)
[9] Korur Fincancı, Şebnem (2013); “Hak verilmez, alınır” Evrensel Gazetesi; 11 Kasım 2013 (https://www.evrensel.net/yazi/69776/hak-verilmez-alinir)
[10] Atabek, Erdal (2020), “Diyojen fenerle adam arıyordu!..” Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ekim 2020 (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/erdal-atabek/diyojen-fenerle-adam-ariyordu-1771173)
[11] 19 Mayıs 1919’da Atatürk Samsun’a ayak bastığında, tam adı ve ünvanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Samsun’a çıkarken Bandırma vapurunda yanında üç hekim bulunmaktadır: Dr. İbrahim Tali Öngören, Dr. Refik Saydam, Dr. Behçet Adil Feyzioğlu
[12] Korur Fincancı, Şebnem (2020), “Şebnem Korur Fincancı TTB’de başkanlığa aday: Hekimler bu döneme tek yürek olarak girmeli” Cumhuriyet Gazetesi, 5 Ekim 2020 (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sebnem-korur-fincanci-ttbde-baskanliga-aday-hekimler-bu-doneme-tek-yurek-olarak-girmeli-1769051)

Halkçı Doktorlarla söyleşi : Koronavirüs Salgınında Son Durum

Koronavirüs Salgınında Son Durum

HALKÇI DOKTORLAR ile 2. söyleşimiz (9 Temmuz 2020)

Prof. Dr. Ahmet Saltık ve Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu

Söyleşi oldukça kapsamlı.. 18 sayfa. Giriş ve en sondan alıntılar aşağıda.
Tam metin ise pdf olarak şöyle : Koronavirus_Salgininda_Son_Durum_Halkci_Doktorlarla_2._Soylesi

Söyleşiyi youtube’dan izlemek için tıklayın :

https://youtu.be/hVx_kqEMJiE

****
Söyleşinin güncel olmadığı söylenebilir.. Ancak bu günden geriye baktığımızda, öngörülerimizin gerçekleşmesinden hiç de mutlu değiliz.
****

Prof. Dr. Ercan Küçükosmanoğlu : Sevgi ve saygıdeğer izleyenler, bu gün Halkçı Doktorlar olarak değerli bilim insanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Saltık’la birlikteyiz. Merhabalar Ahmet hocam.

A.S. : Sayın hocam ben de size iyi akşamlar diliyorum, saygılarımı sunuyorum size ve bizi izleyenlere. Teşekkür ederim böyle bir fırsatı yarattığınız için.

E.K. : İyi akşamlar hocam. Biz de Halkçı Doktorlar olarak bu çok önemli sağlık sorununa bir kez daha değinelim istiyoruz. Çünkü sizinle son programımızı 26 Mayıs’ta (2020) yaptığımızdan beri çok değişen bir şey olmadı. Aslına bakarsınız umutlarımız salgının azalması yönündeydi, fakat salgın çok da azalacak yönde bir seyir izlemedi. Belli bir seviyede devam ediyor ve bu da halkımızın tarafında pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor. Ayrıca salgında farklı özellikler olmaya başladı. Bugün özellikle bunları konuşalım diyorum. İstersiniz ilk olarak dünyadan başlayıp, sonra da ülkemize geçelim. Genel olarak dünyada da koronavirüs salgını artarak devam ediyor. Bu bağlamda dünyadaki salgın tablosuna bakalım. Şimdi burada önemli bulgular var. Yani gördüğümüz gibi vaka sayısı 12 milyonun üzerine çıktı. Özellikle ABD ve Brezilya’nın durumu ortada. Bu ülkelerin ikisi de başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Bir taraftan da sağlık sistemlerinin ne kadar sorunlu olduğu, bu salgınla beraber bir kez daha ortaya çıkmış oldu. İnsanların cebinden ne kadar para çıkarsa o kadar tedavi edilebildiği, özelleştirmenin de son derece fazla olduğunu gördük. Bunun da iki önemli örneği oldu. Geçtiğimiz haftalarda Brezilya devlet başkanın Kovid-19 enfeksiyonuna yakalandığı haberini aldık. Tabii bir taraftan da bu devlet başkanı ABD desteğiyle seçilen bir devlet başkanı. Bu yüzden, “Bize bir şey olmaz” dememeliyiz. Ülkemizde de bir Brezilya örneği yaşanabilir. Tablo üzerinde de baktığımızda Ahmet hocam, 12 ülkenin verileri var. ABD, Brezilya sonra da Rusya geliyor. Rusya’nın ölüm oranlarının düşük olduğunu görüyoruz. Ardından da Hindistan geliyor.

A.S. : Değerli meslektaşım, Sayın Ercan hocam, Gaziantep’teki ve diğer illerdeki tüm dostlarımıza selamlar. Sizin de belirttiğiniz gibi vakalar 12.300.000’e yaklaşıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirilen ölümler 550.000’i geçti, iyileşenler de 7.100.000’in biraz üstünde. Yaklaşık 5.800.000 kişi hastalıkla mücadele ediyor.4.800.000 milyonu hastanelerde yatmaktadır. Bu tabii buzdağının ucu.en az 10 katı kadar da hasta olduğunu düşünebiliriz.Hadi bunu bir yana bırakalım,bu verdiğimiz rakamlar Dünya Sağlık Örgütü’ne PCR pozitif olarak bildirilenler. PCR testi pozitif olmayanları kimi ülkeler bildirmiyorlar ve Türkiye de bunlardan biri. Türkiye’deki ölümler de resmen 5300’ü buldu ne yazık ki. Sayın Bakanın bu gün açıkladığına göre, olgu sayısı 1000’in üzerinde, ölüm sayısı ise 20’ye yakın. Bu sayıları özellikle Türkiye için en az 2 ile çarpmak gerekiyor. Bunun altını çizerek söylemek istiyorum değerli meslektaşım. Çünkü kimi ülkeler Dünya Sağlık Örgütü’ne hem PCR (+) hem de PCR (-) olan vakaları bildiriyorlar. Ama Türkiye salt PCR (+) olanları bildirdiği için, bu rakamları 2 ile çarpabiliriz. Yani dün Türkiye’de dün 2000’in üzerinde yeni tanı ve yaklaşık 40 ölüm meydana gelmiştir. Bakanlığın açıkladığına göre 2200 iyileşen hastamız var ve 1000 yeni vakamız var. Yani iyileşen sayısı, yeni vaka sayısının 2 katından çok. Dolayısıyla hastanelerimiz boşalıyor demek isteniyor. Görüntü de belki de öyle. Fakat gerçekte toplum içinde, için için enfeksiyon ve  bulaşı sürüyor. Tehlikeli ve korkunç olan bu değerli meslektaşım. Bakınız, sizinle önceki söyleşimizde de dile getirdik. 11 Mayıs’taki AVM açılışının ne denli yersiz, bilimdışı bir karar olduğunu belirtmiştik. Onun faturalarını şu anda ödüyoruz. Nasıl ödüyoruz? Yine biz bilimsel konuşuyoruz. Sayın Bakan dünkü konuşmasında olgu sayılarında beklenen düşüşün olmayışının başlıca nedenlerinden birinin, düğünler olduğunu belirtti. Ben de buradan Sayın Bakana soruyorum: Acaba 20 ve 27-28 Haziran’da yapılan LGS (Lise Giriş Sınavı) ve YKS (Yükseköğrenim Kurumları Sınavı) nedeniyle ortaya çıkan olguların, ölümlerin sayısı kaçtır? Bunu sizin de çok iyi bildiğiniz gibi bilimsel olarak aydınlatmak olanaklı. Nasıl olanaklı? Filyasyon yaparak olanaklı. Düğünlerden kaynaklandığını söylemek de filyasyon çalışmasına dayanıyor. YKS ve LGS’den bu yana, çoğu kişide kuluçka süresi olan 5-6 gün geçtikten sonra yeni ortaya çıkan hastaların teker teker bu hastalığı nereden alındığı incelendiğinde -biz buna Filyasyon diyoruz- büyük olasılıkla nedeni bu sınavlar çıkacak. O sınavlar nedeniyle ortaya çıkan ek hastalık ve ölüm yükünü açıklamaya Sayın Bakanı bir kez daha davet ediyorum. Bunları bilmek bizim hakkımızdır demokratik ve açık bir toplumda. Dolayısıyla bu tür olaylar yüzünden yaptığımız yanlışlar varsa, hiç olmazsa onları yinelememeyi öğreniriz. Bunları söylemediğimiz zaman bir taraftan da halkı kötü yönlendirmiş olursunuz. Salgın denetim altında, vakalar azalıyor yavaş yavaş diye düşünülmesine neden olursunuz. Ayrıca halkın kurallara uyma konusunda davranışlarının özenli olmaması gibi bir sonuç ortaya çıkar. Ne eksik ne de çok. Bilimsel gerçek neyse halkla onu paylaşmamız gerek. Bir kez daha söylüyorum; gerek AVM’lerin çok erken açılışı nedeniyle, gerek 1 Haziran’dan bu yana süregelen ölçüsüz açılımlar nedeniyle ve ayrıca LGS ve YKS nedeniyle vaka artışı önlenememiştir. Ayrıca 10 Nisan’da geç ilan edilen (saat 22:00’de) sokağa çıkma yasağını bu nedenlere eklemek gerek. Tüm bunlardan kaynaklanan vaka ve ölümlerin filyasyon araştırması yapılmalıdır.
Bu rakamlar da açıklanmalıdır. Eğer yapılmadıysa, neden yapılmadığını sormak da hakkımızdır. Çünkü filyasyon salgınlarda vazgeçilemez bir hizmet ve ödevdir. Bu bölümü şöyle bağlayalım hoşgörünüzle değerli meslektaşım:

Dünya’da ve Türkiye’de biri 1. dalgayı sönümlendiremedik. AB ülkeleri belli ölçüde yol aldılar ama hiçbirinin sıfırladığını söyleyemeyiz. Çin de bunlara dahil. Çin’de de tek tük de olsa, örneğin dünkü rakam 8 dolayındaydı, yeni olgular ortaya çıkmaya devam ediyor. İsrail 2. dalgayı yaşıyor. Salgını sıfırladığını düşünüyordu, ölçüsüzce gevşedi okulları açarak ve bedelini ödüyor. İran da 2 dalga denebilecek durumda salgın seyrinde. İlk dalgayı tümüyle sönümlendiremedi ama çok hafifletmişti, bittiğini düşündü. Fakat orada da çok hızlı bir artış yaşandı. Altıncı ayını bitiriyoruz salgının, 7. ayındayız dünya genelinde. Türkiye’de ise 11 Mart’tan bu yana 4. ayını bitirdik, 5. aya girdik şu anda. Toplum bağışıklığını beklemeyelim. Toplum bağışıklığı için dünya nüfusunun en azından %60’ının bulaşı alması gerekiyor. 6 aylık bir süre içinde salgında 12 milyon dolayında olgumuz var. Bir o kadar da PCR (-) vaka olsa, 25 milyon diyelim, hadi bunun da 10 katı toplum içinde desek,
250 milyonu bulmuyor toplam vaka sayısı. Hastalığı geçirenlerin dirençli olduklarını da söyleyemiyorum. Siz benden daha iyi bilirsiniz, İmmünoloji uzmanı olarak. Her hastalıkta beklenen düzeyde bağışıklık oluşamayabiliyor. Bu yüzden bu hastalıkta da ne ölçüde bağışıklık oluşacak, bu bağışıklık ne ölçüde koruyabilecek ve ne denli sürecek bilmiyoruz. Öte yandan Türkiye’de yapılan seroprevalans çalışmasının da sonuçları henüz açıklanmadı. (Daha sonra %0.8 olduğunu öğrendik.)
…………………..
…………………..
……………………..
……………………..

E.K.: Evet, çok teşekkür ederiz Ahmet Hocam. Bu değerli bilgiler için. Gerçekten bu korona virüs salgınıyla mücadele etmek için gerçek, açık, şeffaf olarak meseleleri tartışmak gerekiyor. Verileri ortaya koymak gerekiyor. Ülkemizin temel sıkıntılarından bir tanesi bu. Biz ne kadar açık, şeffaf olursak vatandaş da bunu çok daha iyi anlar diye ben biliyorum. Vatandaşımız yani ona doğru bir şekilde gittiğimiz zaman mutlaka anlıyor zaten. Bu hayatın bir gerçekliğidir bu. Biz de yıllardan beri, işte ben de meslekte 35 yılım oldu, yani her vatandaşımıza her hastalığını, benim hastalığım nedir, nasıl gider diye bir şey sorduğu zaman, mutlaka uygun cümlelerle onlara anlatırım hocam. Çünkü yani okuma yazması olmasa, farklı dillerden konuşsa da onu bir şekilde anlatırız. Yani vatandaşa anlatmak gerekiyor hayatın gerçekliğini. Salgının gerçek durumunu anlatmak gerekiyor. Bence halkımız bunu çok daha iyi anlayacaktır. Yani burada çözüm, kamu yönetiminde, çare esas orada. Yani orası bir şey sunacak ki, vatandaş da kendine düşen görevi, üzerine düşeni yapacak. Temel meselemiz siyasi iktidarın, kamu erkini elinde tutanların gerçekten bu mücadele konusunda bilimsel, açık ve şeffaf davranış gösterip, gösterememeleridir. Vatandaşımız bunu anlayacaktır diye ben düşünüyorum. Önümüzdeki süreçte biz doktorlar ve sağlık çalışanları da elimizden geleni muhakkak yaparız. Ama bizlerin de moralli olması lazım. İnsan denen varlık moralle, moral denen yakıtla çalışır. Bu açıdan da sağlık çalışanının moralini yüksek tutmak gerekiyor, diye ben düşünüyorum, bu süreçte hocam. Çok teşekkür ederim hocam, çok sağolun, değerli katkılarınız için.

A.S. : Ben de size, bana fırsat verdiğiniz için teşekkür ederim. Bütün çalışma arkadaşlarınızı ve bizleri izleyenleri saygıyla selamlıyorum. Umarım iktidar şunu düşünmüyordur, son cümle olarak : Bu böyle iyi-kötü gelsin gitsin, eylülde eğer bir tırmanış gösterirse, baş edemeyecek biçimde. Okulların açılışını da erteleriz. Zaten hem öyle hem böyle konuşuyorlar. Ne şiş ne kebap yansın, biçiminde. Böyle giderse Eylül’de veya Ekim’de Türkiye, 14 günlük kapatmaya zorunlu kalabilir. Bu güne dek kaçırdığı, ertelediği, kaçındığı diyeyim en az 14 günlük kapatma zorunda kalacak. Bunun da maliyeti herhalde birkaç on milyar Doları rahatlıkla bulacak. Yani artmış bir bedel, öncekine göre. Hem can yitiği hem hastalık hem mali yük çok daha katlanmış olarak sırtımıza binecek.

Kötü yönetim, hesap sorulamayan yönetim, anti-demokratik bir yönetim, Türkiye’nin ne yazık ki durumu bu.

 

 

İlk söyleşi 26 Mayıs 2020’de idi :

GAZİANTEP’ten HALKÇI DOKTORLAR ile KORONA SALGINI İRDELEMESİ

Lütfen tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2020/05/26/gaziantepten-halkci-doktorlar-ile-korona-salgini-irdelemesi/

HALK TV Programımız : 12 Ekim 2020

Dostlar,

Bu gün, 12 Ekim 2020 Pazartesi günü, HALK TV‘nin başarılı sunucularından Sn. Fatma Nur Ak bizi haber programında konuk aldı, saat 16:30’da..
22 dakika dolayında, salgın verileriyle ciddi düzeyde oynanması skandalını konuştuk
Sağlık bakanlığının..
Okulların açılması sorunsalını da.. altyapı tamamlan(a)madan..

  • İstanbul’da Eylül ayında 25 gün boyunca tek 1 korona ölümü bildirimini de
    Sağlık Bakanlığının..

Ardından tüm ülke verileriyle pervasızca oynanmasını..
Skandal üstüne skandal..
Ve neden 15 Ekim’de başlayacak hasta + vaka sayıları bildirimi?
Nasıl işleyecek?
Yeni kurguları mı var Sağlık Bakanlığının?

Biz, mutlaka bağımsız ulusal ve uluslararası gözlemcilerin davet edilmesini ve sürecin
saydam – dürüst yönetilmesini önerdik..
Öyle ağır ki şaibe ve güven bunalımı..
Nasıl onarılabilir ki??

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereğinin yapılmasını dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

10 MADDELİK SALGIN REÇETESİ

10 MADDELİK SALGIN REÇETESİ

AKP İKTİDARINA;
(Her kim tam yetkili ve sorumlu ise..)

Sağlık Bakanlığı öylesine şaibeli duruma geldi ki, Bu Bakanlığı dağıtıp, yeni baştan kurmalı..

Orta düzeyde bir “sudoku oyununu” (!) bile yüzüne gözüne bulaştırdı, oynadığı sayıları tutturamadı. Oysa dürüst olmalı, verilerle hiç oynamamalı idi.

Sorunun temeli : Salgını başarıyla yönettiği algısı yaratmak ve RTE’ye yaranmak..
Sorunun bedeli : Türk halkını, Dünya Sağlık Örgütünü ve dünya kamuoyunu aldatmak.
Oyunun Faturası : Rezil olmak ve ülkemizin saygınlığını ağır biçimde yaralamak;
görünür görünmez ulusal çıkarlarına ağır biçimde zarar vermek..
Önlenebilecek ölümleri önleyememek, salgının yersiz uzaması ve çok ağır ekonomik yitikler..
AKP oylarının belirgin düzeyde düşmesi.

****
Reçete                  :

1. Sağlık Bakanı Dr. Koca’nın derhal istifası ya da Reis = TEK ADAM = RTE tarafından azledilmesi.
2. Tarafsız ve yetkin bir hekim akademisyenin, bir Halk Sağlığı Profesörünün tam yetki ile Sağlık Bakanı olarak atanması ve kadrosunu oluşturması.
3. Ulusal ve uluslararası bağımsız uzmanların daveti ile Salgın Veritabanının bütünüyle saydam biçimde erişime ve yönetime açılması.
4. Yanlış, oynanmış, eksik… tüm verilerin geçmişe doğru tümüyle düzeltilmesi.
5. Türk ve Dünya kamuoyundan, başta DSÖ olmak üzere uluslararası kurumlardan
özür dilenmesi.

6. TBMM’de salgın hakkında genel görüşme açılması gerekli mevzuatın ortaklaşa çıkarılması. 
7. Salgında kamu kurumlarının hatası nedeniyle ölenlerin ailelerine tazminat ödenmesi.
8. Sağlık çalışanları için meslek hastalığı hakkının geriye doğru kabulü, geride kalanlarına ölüm aylığı bağlanması ve hak edilen tazminatların ödenmesi.
9. Dr. Refik Saydam Ulusal Sağlık Kurumu’nun yasa ile bilimsel olarak özgür, yönetsel ve
akçalı (mali) olarak özerk statüde yeniden açılması; insangücü ve teknik donanımının
hızla sağlanarak salgın yönetiminin bu Kuruma devredilmesi.

10. Kökü dışarıda, asla yerli ve milli olmayan SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM dayatmasının durdurulması, şehir hastanelerinin kamulaştırılması, koruyucu sağlık hizmeti temelli ve öncelikli kamusal sağlık sistemine dönülmesi.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

14 Ekim 2020’de Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Balbay’ın köşesinde yayınlanmıştır..