Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Seçim ve sonuçların meşruiyeti!

Merdan YANARDAĞ
Seçim ve sonuçların meşruiyeti! – Tele1
TELE1 İzleyici Hattı

Türkiye’de seçim sonuçlarına ilişkin öyle bir tartışma sürdürülüyor ki, sıkça ifade ettiğim gibi, AKP ve İslamo-faşist blokun kazanamadığı “zafer” ona adeta altın bir tepsi içinde ikram ediliyor. Öyle ki, adil ve demokratik olmayan bir ortamda yapılan, devlet gücünün iktidar lehine devreye sokulduğu, yalana, hileye, iftiraya ve kara propagandaya dayalı seçimlerin meşruiyeti bile tartışılmıyor.

Oysa öncelikle yapılması gereken şey, seçimlerin ve sonuçların siyasal ve ahlaki bakımdan meşruiyet sorununun bulunduğunu tespit etmektir. Tartışmayı bu alana çekmek, seçim sürecinde halka ve demokrasi güçlerine karşı işlenen suçların hesabının sorulmasını istemektir.

  • Ortada, demokratik ve adil bir seçim yarışında kazananın olmadığını, halkın iradesine el konulduğunu göstermektir.

Tam tersi yapılıyor. Zorbalık ve yalan karşısında boyun eğiliyor. Gerçekte seçimi “çalan” bir gücün, sanki demokratik bir rekabet ortamında kazandığı varsayımı, kabul ediliyor. Daha dramatik olanı ise, ortada siyasal bir kepazelik varken, muhalefete “neden kazanamadın’ diye saldırılıyor.

Medyada ve entelektüel ortamında tam bir ahmaklık hüküm sürüyor. Bu tabloyu yaratanların başında ise iktidarı bırakıp, “CHP’de değişim” tartışmasını “kişilerin değişimine” indirgeyen, daha önemlisi bu tartışmayı demokratik güçler üzerinde yıkıcı bir saldırganlığa dönüştüren, sözüm ona bazı muhalif gazeteciler ve aydınlar oluyor. Bu çevrelerden çıkan ve fakat hiçbir ideolojik, tarihsel ve felsefi derinliği olmayan analiz ve yorumlar da ortamı besliyor.
***
Durum böyle olunca, resmi seçim sonuçlarının yol açtığı karamsarlık, giderek bozucu bir nitelik kazanarak toplumun dokularına kadar sızıyor. AKP’ye oy verenlerin bile mutlu olmadığı bir duygu bütün toplumu içine alıyor. Bu siyasal ve sosyo-psikolojik ortam; %48 oranındaki büyük demokratik direniş potansiyelini çürütüyor. Ülkenin geleceği kararıyor.

Tarihsel sosyolojik bir yasadır; gericilikle tarihsel hesaplaşmasını tamamlayamayan, onun kültürel, toplumsal ve ekonomik temellerini bütünüyle tasfiye edemeyen toplumlar, geriye savrulur ve dokusu bozulur. Böyle toplumlar, eski ve yeniçağ arasında salınan rüküş topluluklara dönüşür. Hibrit (melez) rejimler oluşur. Çünkü her türden ilerici seçeneği insanlığın yaşamından çıkaran sermaye sınıfı ve emperyalizm, toplumlardan yeni bir rıza üretmekte zorlanmaya başladığında, çareyi feodal ve dinsel gericilikle uzlaşmakta bulur.

İslamo-faşist iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyeti bulunmuyor

  • İslamcı faşist ittifak seçimleri gerçekte kazanamamış, halkın iradesine el koymuştur.

Ancak bunu, çok küçük ve kararsız bir fark kurgulayarak yapabilmiştir. Dolayısıyla var olduğu ileri sürülen meşruiyet de son derece tartışmalıdır.

  • Cumhuriyetin kurucu ideolojisini askıya alan iktidarın,
    yeni bir paradigma oluşturması hayli zordur.

Popüler kültür ortamında oluşturulan dizi filmlerle, tarihin kaba bir çarpıtılmasına, yalana, sahteliği kanıtlanmış dedikodu niteliğindeki “bilgilere” dayalı tezlerle bunu yapması, kalıcı olacak yeni bir kurucu ata ve ideoloji oluşturması mümkün değildir. Bunu denese bile sürdürülebilir olmayacaktır.

Ülke, toplumun acı çekeceği sancılı ve çatışmalı bir döneme giriyor..

Halkın seçim sandığına inancı büyük ölçüde sarsılmış durumda. Kimi önlemler alınarak ekonomideki yangın bir süreliğine söndürülse bile, toplumsal ve siyasal krizin derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye, 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken, modern dünyadan daha da kopuyor.

Tarikatların kuşattığı ülke, akıl ve bilim ortamından uzaklaşarak, İslam dünyasının devam eden kendine özgü karanlık çağının bir parçası haline geliyor. Eğitimin dinselleştirildiği, toplumun ve siyasal yaşamın şeri doğmalara göre düzenlenip yönetilmeye çalışıldığı bir Türkiye ile bilimsel ve dijital bir devrim sürecini yaşayan ileri ülkeler arasındaki mesafe daha da açılacaktır.
***
Bu savrulmanın bir felakete dönüşmesini önleyecek şey, seçimlerde oluşan geniş demokratik ittifakı, örgütsel düzeyde sürdürülemese bile, yaşam içinde yeniden üretilmelidir. Merkez sağ ve demokratik milliyetçi çevrelerin de bu oluşumun içinde olmasa bile yakınında bulunması sağlanmalıdır.

  • Cumhuriyetçi ve halkçı güçler ile sosyalist sol ve Kürt hareketi arasında kurulacak demokratik bir cephe ya da ittifak,
    İslamo-faşist bir diktatörlük kurulmasını önleyecek tek yoldur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz                                           :

14-28 Mayıs seçimlerinin ortaya koyduğu sonuç, klasik deyimle dünyanın sonu değil. Umutsuzluk ve karamsarlığa yer yok.
Ülkede güçlü demokratik ve ilerici bir muhalefet dinamiği ortaya çıktı.
Kaldı ki, dünyada devleti ve toplumsal yaşamı daha dinselleştirdiği için gelişmiş tek bir ülke bile bulunmuyor. Türkiye’nin bu zihniyete ve Bedevi gericiliğine bütünüyle boyun eğmesi mümkün görünmüyor.

Diğer taraftan (Öte yandan) bilinmeli ki, Erdoğan ve AKP iktidarı sanıldığı kadar güçlü ve kahredici değil. Çünkü, bir “zafer” kazanamadıklarını ve gerçekte kaybettiklerini herkesten çok onlar biliyor. Bir önceki çağın değerler dünyasına yaslanan bir gücün “son savaşı” kazanmasının zor olduğunu da tarihten biliyoruz. Bu toprakların 200 yıllık derinliğe sahip modernleşme ve aydınlanma geleneği var. Bu toplumsal, siyasal ve entelektüel dinamik kolaylıkla yok edilemediğini fazlasıyla kanıtladı. Ayrıca unutulmamalı ki, o geleneğin taşıyıcıları da o geleneği içererek aşanlar da hiçbir zaman teslim olmadı.

İSLAM ÜLKELERİNİN TEMEL YAŞAM FELSEFESİNDEKİ İKİRCİKLİ – DUALİST YAPININ NEDENLERİ NEREDEN KAYNAKLANMAKTADIR?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İslam ülkelerinde, ilk yıllar dışında, Emevi zihniyeti ile birlikte, tarih boyunca, her zaman ikircikli (düalist) bir siyaset ve yaşam felsefesi egemen olmuştur.

1- Yönetici ya da iktidar sahibi olanların temel siyaseti ve yaklaşımı daima (sürekli), süresiz olarak iktidarda kalmak ve sınırsız ekonomik zenginlik ve çıkarcılıktır. Batılılar buna “homo-economicus” yani kendini her koşulda çıkarına göre proglanlamış insan tipi demektedir.

2- Yöneticiler ve onların işbirlikçilerinin (çoğu vicdan yoksunu ulema, tarikat ve cemaat önderlerinin) dışında kalan halkın temel yaşam felsefesi ise ahiretteki cehennem korkusu ve karşı konulamaz bir tutkuya dönüştürülmüş bir cennet özlemi ile yaşamaktır. Yani halkın temel yaşam felsefesi ise dünyalıktan vazgeçirilmiş bir ahiret severliktir (AS: homo ahreticus!). İsterseniz siz buna “Homo ahreticus” da diyebilirsiniz. Genelde iktidar gücünü elinde bulunduran yöneticiler, dünya malı ve saltanat, halk ise ahiret ve cennet için yaşamaya odaklanmıştır. Dinin güzel ahlak ve adalet öğretisinin aksine, Sistem hep böyle kurgulanmış ve böyle uygulanagelmiştir.

Yönetici sınıf ve halk arasındaki bu ikircikli ya da düalist, çifte standartlı yaşam felsefesi nasıl oluşuyor diye soracak olursanız şunlar söylenebilir :

a- İslam ülkelerindeki muktedirler (yönetici sınıf) ve işbirlikçilerinin yaşam felsefesi tartışmasız Homo-economicus’tur. Homo- economicus Batılı ve çıkarcı bir insan tanımıdır. Kapitalist değerler sistemidir. Materyalisttir. İslamla, islamın dayanışmacı, özverili ve paylaşımcı bir insan tipi ile hiçbir ilişkisi yoktur (AS: Bu görüşe katılamıyoruz. İslam, fitre-zekat ile yoksulluğu meşrulaştırıyor ve sürekli kılıyor. Oysa toplumcu – kamucu sistemlerle yoksulluk neredeyse yok edilebilir..). Dünya nimetlerini son kertesine dek sömürerek yaşama anlayışıdır.

b- Halkın yaşam biçimi ise tümüyle öbür dünyaya, ahirette yer ve makam kazanmaya yöneliktir. İnsanların yaşam anlayışı ve toplumun değerler dizelgesi genelde “Homo- ahreticus“tur. Yönetici sınıfa karşı, Doğu tarzı (biçimi), sarsılmaz ve geri alınamaz bir biat, sadakat, kanaatkârlık, itaatkârlık ve kadercilikle donatılmıştır. Halk için yaşamın temel dürtüsü, siyasal iktidara gönüllü ya da zoraki kulluk etmeye, cehennemden kurtulup ebedi (sonsuz) cennet yaşamını hak edebilmeye programlanmıştır.

Peki bu saltanat sahibi yönetici sınıfa ayrı, ama halka tam bunun zıddı olarak ayrı bir değerler dizelgesi nasıl sağlanmaktadır?

Yanıtı çok basittir (yalındır). Halkın yönetimden nemalanan kimi dinbaz ulema ve yine kimi tarikat ve cemaat dinbazları tarafından islamın temel ahlak ve adalet öğretilerinin ters yüz edilerek, ahlaklı ve adaletli bir yaşam yerine yalnızca inanç ve ibadeti (tapınmayı) kutsayan, fakat ahlakı ve adaleti hiçe sayan ya da görmezden gelen bir din ve inanç anlayışının, cehaletin de yardımıyla sürekli olarak şırınga edilip halkın ikna edilmesidir. Yani sürekli olarak cehaletin korunması ve din(!) satışıdır. Bu durum, tarihsel olarak miras kalan ve cahil bırakan aldatıcı bir kısır döngüdür ve ne yazık günümüzde de sürmektedir.

Tarihsel ve sosyolojik olarak, genelde İslam devletlerinde, siyasal iktidardakileri kayıran, ikircikli, yani çifte standartlı, yönetici sınıfı bir bakıma ahlak, adalet ve hukuktan muaf (bağışık) sayan bir dinsel(!) anlayış vardır. Bu açıdan, “din avam-(cahiller) içindir, havas- (seçkinler) için değildir.” diyen ulema kisveli kimi din bilginleri(!) bile vardır.

Buna karşın, tarihsel, dinsel, kültürel ve siyasal olarak, İslamı daha çok ahlak, adalet ve sevgi olarak benimseyen farklı dinsel yorum sahiplerini de kafir, sapkın ya da zındık olarak ilan edip dışlayan ve çoğu zaman da ölüme mahkum eden bir fetva ve ferman zihniyeti hep olagelmiştir.

M. Kemal Atatürk‘ün kurmuş olduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel öğretisi de asla dine karşı çıkmak değildir. Tersine, toplumdaki cehaleti, dini ve dinsel değerler sistemini kendi saltanatları ve çıkarları için araçsallaştırarak sürekli olarak sömüren dinbazların saltanatına son vermektir. Talkını (telkini) başkalarına verip salkımı yutanların oyun tezgahını bozmaktır. M .Kemal Atatürk, hanedan ve kimi kişilere tanınan tüm hukuksal ve siyasal ayrıcalıkları yok edip, ayrıksız (istisnasız) her bireye anayasa ve yasalar karşısında eşit haklar ve sorumluluklar getirmiştir.

Batılılar, Hıristiyan Kilisesini (Papalığı) ve ruhban sınıfını dünya işlerinin dışında bırakıp laikleşerek, eleştirel akla ve çağdaş deneysel bilime sarılarak ekonomik refaha (gönence), demokrasiye, hukuk devletine, temel evrensel insan haklarına ve adalete ulaşabilmişlerdir. Darısı İslam toplumlarının hepsinin başına olsun.

CHP ve değişim

Dostlar

Liseden bu yana 50+ yıllık dostumuz Dr. Ömer Dönderici (İç Hastalıkları ve Gastro-Enteroloji Uzmanı) kişisel blogunda çok değerli yazılar yazmakta : dromerdonderici.blogspot.com 

Mutlaka izlenmesini diler ve öneririz.
Bu gün “CHP ve DEĞİŞİM” başlıklı son derece önemli ve yol gösterici bir makale yayınladı. Biz, yazının girişinden ve sonundan kısa birer bölüm aktaracağız burada. Tweet iletisi olarak da paylaştık.

Dr. Dönderici’nin bu çok önemli – yol gösterici yazısının tümünün okunmasını ve yaygın paylaşılmasını dileriz. Özellikle CHP yöneticileri büyük dikkatle okumalı ve yazıda önerildiği gibi “Değişim” sürecinde önce NİÇİN sorusu yanıtlanmalı, ardından NASIL’ına bakılmalıdır.

Sevgili can kardeşimiz Dr. Ömer Dönderici‘yi kutlar, ülkemize ufuk açan bu tarihsel makalesini bize de yolladığı için ayrıca teşekkür ederiz.

Dr. Ahmet SALTIK
11 Temmuz 2023
============================================

CHP ve değişim

Doktor Dr.Ömer DÖNDERİCİ - İç Hastalıkları - Dahiliye TavsiyeEdiyorum.comDr. Ömer DÖNDERİCİ

CHP ve değişim | ARAYIŞ (dromerdonderici.blogspot.com)
11 Temmuz 2023

Kimilerinin fazlaca önemseyip bir yol ayrımı gibi gördüğü seçimler geride kaldı. Muhalefeti önde gösteren çok sayıda anketin de etkisiyle, muhalefet adına hüsranla sonuçlandı.

“Günah keçisi” arayışında Kılıçdaroğlu açık ara önde görünüyor. Seçim öncesi en hararetli destekçilerinden bile, “faturayı üstlenme beklentisi” var.
***
Öncelikle seçimin hiç âdil olmadığını kabul edelim: Devleti tümüyle yutan hükümet, devlet imkânlarını sonuna kadar kullandı. Halka gerçekleri aktarmak ve farklı görüşleri yansıtmakla yükümlü medya çoktandır “muktedirin sesi” haline getirilmişti. Çok farklı yollarla usulsüzlük iddialarının ardı arkası kesilmedi.

Ne var ki, bu gerekçeler, bazı gerçekleri göz ardı etmenin mazereti olmamalı.
……………………
………………………….
………………………………..

Sonuçta, sözde muhafazakâr AKP iktidarı sırasında, ironik bir biçimde, halkımız geleneksellikten sekülerliğe giden yolda çok önemli mesafeler kaydetti. Görece talihlileri (Beyaz Türklerin şaşkın ve kıskanç bakışları altında) baş örtüleri ve haşemalarıyla, -sözüm ona elitlerde eleştirdikleri ama gerçekte- öykündükleri hayatı yaşama yolundalar. İslam’ı kendilerinin itibarsızlaştırdığının farkında değillermiş gibi, çocuklarının deist ve ateist oluşundan yakınır oldular.
***
Atalarımızdan kalan ve ülke varlıklarının üstüne, yetmedi; (‘dış güçlerden’) yüzlerce milyar dolar (borç) ‘gâvur parası’ üleştirildi. Artık servetten çok acı pay edilecek. Sanırım üstümüzdeki iğreti kimliklerin kayıp gitmesi için çok uzun yıllar gerekmeyecek.

Sekülerlikte el ele veren ve geliri asgarî ücrette denkleştirilen ülkenin çoğunluğu, daha âdil bir paylaşım ve refah talep etmeye başlayacak.
***
CHP, ya bir çeyreklik oy dilimine rıza göstererek -yaşam tarzını önceleyen- çizgisini koruyabilir (ki bu durumda -iktidar iddiası için- Kılıçdaroğlu ”Değil 6’lı masa gerekirse 16’lı masa kuracağım” derken haklıdır!). Ve de yeni sekülerleşenlerin usul usul kendilerine katılmalarını bekleyebilir.

Ya da -seçkinci (elitist) geçmişine bir çizgi çekip- iyi tasarlanmış sosyal-demokrat bir programla, daha fazla refah için en ciddi alternatifin kendileri olduğuna halkı ikna etmeye çalışabilir. Kolay mı? Geçmiş kamburu (bagajı) nedeniyle kolay değil ama mümkün!

CHP’de neler değişmeli?

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
10 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Bozuk düzene karşı etkili muhalefet yapması gereken CHP yönetiminin yıllardır sergilediği zayıflık, AKP’nin güçlenmesini ve iktidarda kalmasını sağladı.

Bu yalın gerçeği kavramayanlar, CHP’yi koruduklarını sanıyorlar, oysa fiilen AKP’yi korumuş oluyorlar.

Son zamanlarda yaşananlar da bu olgunun sonuçlarından başka bir şey değildir.

TELE1 televizyon kanalının yöneticisi ve yorumcusu Merdan Yanardağ hukuka aykırı bir biçimde yaklaşık iki haftadır hapiste yatıyor!

Dernek ve vakıf adı altında örgütlenen tarikatlar ve cemaatler, insanların yaşam tarzına (biçimine) ve kültürüne müdahale ederek (karışarak), kültür, sanat ve müzik festivallerinin yasaklanması çağrısı yapıyorlar,

  • Türkiye’yi Afganistan’a, Suudi Arabistan’a ve İran’a çevirmeye çalışıyorlar!
  • AKP’nin despotik ve faşist uygulamalarının tek bir kökeni var:
  • Teokrasi sevdası!

Teokrasinin antitezi ise laikliktir.

Ana muhalefet partisi olan CHP’nin yönetimi, sol ideolojiyi unuttuğu gibi, laiklik ilkesini de unuttuğu için, AKP meydanı boş bularak bundan cesaret almaktadır.
***
Şu ana kadar CHP’de “değişim” talebinde (isteminde) bulunan örgütlü hareketler de, CHP yönetiminin yörüngesinden çıkamadılar!

CHP’de bu yörüngeden bağımsız hareket eden İlke ve Demokrasi Hareketinin 24 Haziran 2023’te kamuoyu ile paylaştığı bildiri ise bir kutup yıldızı işlevi görmektedir. Bu bildiride, şu ifadeler yer almaktadır:

“Bu seçim yenilgilerinin birçok farklı nedeni olmakla birlikte, temel nedenlerin arasında, parti içi demokrasi mekanizmasının işletilmemesi ve partinin kurumsal kimliğinden uzaklaşılması yer almaktadır.

Başta laiklik olmak üzere, kurultay tarafından onaylanan parti programında ve parti tüzüğünde yer alan ve aynı zamanda anayasa maddesi olan bazı temel ilkeler, parti yönetimi tarafından bertaraf edilmiştir.

AKP hükümeti tarafından demokrasinin yıkılıp, onun yerine teokrasinin, yani din devletinin kurulduğu bir dönemde, dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim işlerine müdahale etmemesi gerektiği, etkin bir biçimde söyleme ve eyleme dönüşmemiştir; aksine, AKP’nin gölgesinde, din üzerinden, popülist ve taklitçi bir siyaset biçimi benimsenmiştir.

Cumhuriyetçilik ilkesinin, başka bir deyişle halkın egemenliğine dayalı yönetim biçiminin özündeki temellerden birisi olan laiklik yok sayılarak, cumhuriyetçilik ilkesine de zarar verilmiş, halkın egemenliği yerine, ruhban sınıfının, tarikatların, cemaatlerin egemenliğinin sağlanmasına göz yumulmuştur.

Halkçılık, devletçilik/kamuculuk, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkeleri söylemde kalmış, bu ilkelerle bağdaşan ekonomi politikaları, karma ekonomik model ve somut projeler yeterli bir biçimde geliştirilememiştir.

Ümmetçiliğin antitezi olan ve vatan/vatandaşlık bilincini aşılamak için geliştirilen, ırkçılık anlamına gelmeyen, milliyetçilik/ulusçuluk ilkesine yeterince vurgu yapılmamış; ayrıca Türkiye’nin ulusal güvenliği ve bütünlüğü konusundaki kaygılar giderilememiştir; özellikle dış politika sorunları ve emperyalizme karşı mücadele konusunda etkili bir açılım yapılamamıştır.

Devrimcilik ilkesi görmezden gelinmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1920’lerde ve 1930’ larda gerçekleştirdiği Aydınlanma devrimlerine sahip çıkılmadığı gibi, 21. yüzyılın siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel koşulları ve sorunları dikkate alınarak, yeni devrimlere yönelik açılımlar da yapılmamıştır.

Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik, devrimcilik, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkelerine bir bütün olarak uymayan kişiler, parti tüzüğüne göre, parti üyesi olamayacakları gibi, genel başkan adayı da olamazlar; olmamalıdırlar.”


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Silivri’den sevgilerle

Merdan Yanardağ

Merdan Yanardağ

BirGün Yazarı Merdan Yanardağ tutuklandıktan sonra ilk yazısını yazdı. Yanardağ’ın yazısının ilk bölümünü yayımlıyoruz.

Siyaset10.07.2023, BİRGÜN 
Silivri’den sevgilerle
Fotoğraf: BirGün

Eğer ulaştırabilirsem bu Silivri’den gönderdiğim ilk BirGün yazısı olacak. Artık durum cezaevi normallerine döndü sayılır. Kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildiğini düşündüğüm tutukluluğun ilk günlerinde ortalık ‘Kerbela’ gibiydi. Bütün yetkililer izinde ve kantin de kapalı olduğu için temel ihtiyaçlar bile ancak buradaki dostlarımızın büyük çabayla verdiği destek ve personelin iyi niyetli yaklaşımlarıyla çözdük. Yaklaşık bir hafta boyunca ne gazete ne kitap ne televizyon ne de saat vardı. Peçete, tuvalet kâğıdı gibi temizlik ve diğer ihtiyaç maddelerine bile ulaşmak zordu. Ancak bütün sorunları dayanışma ve dostluklarımızla aştık. Bu bizim büyük gücümüzdür.

Artık kâğıt, kalem de var kitap, televizyon da… Yani yazabilirim. O ‘tecrit’ günleri geride kaldı diyebiliriz. Geriye bir özgürlük kaldı elbette. Merdan Yanardağ da tutuklandığına, cezaevine atıldığına göre rejimin başı göğe ermiştir. Ülke daha demokratik, adil, mutlu ve zengin olmuştur. Kutluyorum kendilerini…

Silivri bu rejimin simgesidir. Zulmün, baskının, kumpas davalarının cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın ilerici birikimine saldırının simgesi. Buradan geçmek de bu rejim koşullarında neredeyse ülkenin aydınlarının, yurtseverlerinin, demokratlarının, sosyalistlerinin kaderi oldu adeta. Öyle ki, bir gün gelecek burada kalmak bir prestij konusu olma halini alacak.

BİR TUTUKLAMA HİKÂYESİNİN ANATOMİSİ

Tutuklanma hikâyem sanırım genel çizgileri ile biliniyor. Ben de yaptığım açıklamalarla olayı nasıl değerlendirdiğimi anlattım. Şimdi bu yerde tutuklama operasyonunun arka planını ve oyununa ilişkin kimi noktalara dikkat çekmeye ve bazı notlar düşmeye çalışacağım. Bir anlatım ve okuma konusu olsun diye maddeler halinde sıralayacağım.

1. Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli hedeflerinden biri bağımsız medyaya gözdağı vererek otosansür uygulamasına zorlamak, hatta susturmaya çalışmaktır. Toplumu sindirmeye, seçimlerde ortaya çıkan büyük direniş potansiyelini geri çekilmeye yöneltmek, tehdit etmektir.

2. Tele1 yayınlarının çok geniş bir toplum kesimine ulaşması, siyasal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenlerinden biridir. Özellikle seçim öncesi ve sonrasındaki yayınların bu bakımdan radara girdiğini düşünüyorum. Sosyalistlerin, solcuların, emekten yana olanların, yurtseverlerin yoktan var ettiği bir televizyon kanalının başarılı olmasını hazmedemeyeceklerdi, öyle de oldu. İktidarı en çok zorlayan bir kitle iletişim kuruluşunu susturmak isteyeceklerdi. Ama başaramayacaklar, bunu herkes görecek…

3. Seçim sonrasında muhalif, bağımsız medyanın büyük bir bölümünün, iktidarın iftiralarını, kara propagandasını bir yana bırakıp, hile ve sahtekârlıkları unutup ülkenin demokratik ittifakına ‘neden kazanamadın’ diye sormasını da doğru bulmadık. Biz dikkati, adil olmayan, anti-demokratik koşullarda yapılan seçimlere ve çalınan halk iradesine çektik. Yüzde 48’lik (gerçekte daha fazla) muhalefet ve direniş potansiyelinin değersizleştirilmesine itiraz ettik. İktidarı sınırlayacak tek güç olan (başka kalmadı) bu önemli demokratik blokun dağıtılması operasyonuna direndik. Bu girişimin iktidar güdümlü olduğunu ortaya koyduk. Bu tutum ve yayın çizgimizin iktidarı çok rahatsız ettiğini biliyoruz. Bize söylediler, olmayınca uyardılar, olmayınca tehdit ettiler. Geri çekilmedik. Geniş cumhuriyetçi kesimlere (merkez sağdan sola kadar) ulaşmamız, bu büyük demokratik potansiyeli içermemiz iktidarı çok tedirgin ediyordu. Operasyonun, tutuklamanın bir nedeni de budur diye düşünüyorum.

DEĞİŞİM TARTIŞMASINA MÜDAHALE

4. Seçimlerden sonra yandaş ve gerici medyanın neredeyse tümünün CHP’deki değişim tartışmasına kitlenmesi; buraya kimi muhalif medya kuruluşları ve gazeteci dostlarımızın da katılması, dikkatleri iktidar üzerinden kaydırdı. Seçimlerde elde edemediği ‘ezici zafer’ böylece altın tepsi içinde sunulmuş oldu. Oysa bütün hileye-hurdaya, baskıya, iftiraya ve mülteci oylarına karşı ancak kıl payı kazanılan bir seçim vardı. Biz bu anlayışa da karşı çıktık, yayın eksenimizi öyle kurduk. Çünkü CHP’ye ilişkin değişim tartışmasının yönü ve kapsamı da belli değildi. Ayrıca bir partinin iç işlerine gazetecilerin bu ölçüde taraflı ve müdahil olmasını da mesleki bakımdan doğru bulmadık. CHP’deki değişimin ideolojik, politik ve örgütsel düzlemlerin tümünde gerçekleşmesi gerektiğini savunduk.

5. Sağa savrulan partinin halkçı, kamucu ve cumhuriyetçi temeller üzerinden yeniden inşa edilmesi gerektiğini, bu bağlamda sola yönelmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledik. Esas ve zorunlu olanın iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamak olduğunu ifade ettik. Muhalefet alanındaki moral bozukluğunu, demokratik toplum havzalarındaki ‘yenilmişlik duygusunu’ dağıtmak için, ben özel olarak mücadele ettim. Bu tutumumuz birçok çevreyi rahatsız etti. Muhalefetin bu tutukluluğa karşı protestoda gecikmesinin nedenini bile burada aramak lazım. Dolayısıyla tutuklanmanın CHP’deki değişim tartışmalarıyla da bir ilgisinin olduğunu düşünüyorum.

T.C. YURTTAŞLARININ NÜFUS ARTIŞ HIZI DÜŞÜYOR !

Değerli arkadaşlar,

T.C. yurttaş nüfusunda doğurganlık 1,7’ye düştü; ama doğum-ölüm farkı hâlâ pozitif, yani çok yavaş da olsa, doğal nüfus artışı sürüyor..

Türkiye’deki T.C. yurttaşlarının 31.12.202’de nüfusu 81,9 milyondur..
Bu arada ülkede, gümrüklerden “legal” (yasal) giriş yapmış “7 milyondan çok yasal

göçmen + sığınıcı” var; yasa dışı (düzensiz göçmen) sayısı bilinmiyor. …

Yurtdışındaki T.C. yurttaşlarının sayısı da net olarak bilinemiyor; kestirimle 4,5-5,0 milyon
arasında yurttaşımız yaban illerde…
Toplam olarak ~87 milyon T.C. yurttaşı var diyebiliriz.
Aşağıdaki grafikte Türkiye’nin son 10 yıllık nüfus artış hızı gösteriliyor.. En son 2022’de binde 5,4
oldu; bu gidişle 2025’te artış hızı negatif olacak!

Bir başka deyişle, T.C. yurttaş nüfus artışı duracak, azalmaya başlayacak demektir..

2025’ten sonraki nüfus artışı salt göçmenler, sığınıcılar nedeniyle olacaktır…

Sevgilerimle.æ

===========================================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ı sitemiz okurları yakından tanır.
Savunma Sanayisi eski müsteşarlarından Dr. Ercan, Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik) uzmanıdır.
Harbiye kökenlidir. Gerçek bir yurtsever Kemalist ve nitelikli bir aydındır.
Çok iyi Matematik bilir ve “Matematiksel düşüme” yi yöntem edinmiştir.
Pek çok sorunun çözümünde, sıklıkla da yalın (basit) matematik yaklaşımlarla nesnel bilimsel çözümler üretir.

Facebook sitesinde izlenmesini öneririz : (20+) Facebook
***
2022’de nüfus artış hızının binde 5,5 ya da %0,55 olarak beklenmedik düzeyde düşük ilanının altında, 220 bin kovit ölümünün hesaba katılmış olmasıdır. Fakat Ülkemizin nüfusu 31 Aralık 2022’de, bir önceki yıla göre 599,280 kişi artarak 85,279,553 kişiye ulaştı. Bu hız binde 5,5 değil binde 7,1 (TÜİK 2022 Nüfus Bülteni).

Ölüm sayısı 2021’de 566,485 iken 2022’de %10,9 azalarak 504,839 oldu. (Ölüm ve Ölüm Nedeni İstatistikleri, 2022). TÜİK 2021 ve 2022’de ölüm istatistikleri yayınlamadı. Gerekçe olarak ilgili kurumlardan gerekli verilerin ulaşmaması gösterildi. Bu doğru değildi çünkü ilişkisel veritabanları ile ölüm verilerine TÜİK erişebiliyordu.

Çıplak neden Kovit-19 ölümlerini saklamak idi.
23 Şubat 2023’te bu veriler erteleme ile açıklandı ve bu 2 yılda 220 bin “fazladan ölüm”
bildirildi. Dolayısıyla 2022’de nüfus artış hızının “düşük” görünmesinde ilanı ertelenen ölümlerin 2022’de hesaba katılmasının payı olmak gerekir.

Nüfus artış hızı şöyle ya da böyle, Türkiye ve dünyada hala çok yüksek ve gereksizdir. Dünya
nüfusu her yıl yaklaşık 80 milyon artmaktadır. Türkiye’de ise kabaca 1 milyon / yıl artış.. Dünya
kaynakları bunca nüfusa yetmiyor. Üstelik yapay zekalı android (insansı) robotlar (MER)
yüzlerce milyon insanı işinden etmekte, daha da edecek..
Dolayısıyla nüfusu artırmak yerine azaltmak gerek. Bunun da yolu
  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK…

Hemen ve ertelemeden.. Nüfusumuz azalacak diye bir kaygıya gerek yok. Azalmalı!
Örneğin Ordumuzda asker sayısı birkaç onyıl öncesine göre yarısından da az..
İyi eğitilmiş, yüksek teknik donanımlı yarım milyondan daha az nüfuslu bir ordu..

Sevgi ve saygı ile. 10 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

TÜRKİYE NEREYE EVRİLİYOR?

Dostlar,

Bu gün, 10 Temmuz 2023 Pazartesi, 23 Derece Youtube kanalı bizi konuk etti.

Başarılı ve çok izlenen deneyimli sunucu – programcı gazeteci Sn. Burcu Uğur‘un “AÇIK ALAN” başlıklı programında sorularını yanıtlamaya çalıştık.

40 dakika öngörülmüşken, Sn. Uğur toplam 55 dakika zaman ayırdı bize..

Gazeteci Sn. Uğur bize 4 soru yöneltti :

1-Erdoğan seçimi yeniden kazandı. Bir bilim insanı ve aydın olarak ne hissediyorsunuz?

2-Sizce muhalefet neden yitirdi?

3-Erdoğan’ın seçimi kazanmasının, Türkiye’yi sürükleyeceği nokta, bugün geldiğimiz durumdan daha kötü olur mu, yoksa en kötü durumu yaşıyor muyuz?
Ekonomik, hukuksal ve demokrasi açısından değerlendirmelerini almak isterim.

4-Sağlık konusuna da değinelim. On line randevular alınamıyor. İnsanları sabahın erken saatlerinden hastane kuyruklarında bekliyor. İlaç sağlanmasında sıkıntılar yaşanılacağı söyleniyor. Sağlık alanında tam olarak nasıl bir tablo var?
**
Bunlara ek olarak, ACIMASIZ yaygın ve yüksek oranlı zamları ve

Ülkemizin belki de en büyük güncel sorunu olan milyonlarca düzensiz – kaçak göçmen sorununu da zaman ölçüsünde irdelendi.

Youtube ortamında izlemek için lütfen tıklayınız  https://t.co/zsnVFhcRUR 

 

https://twitter.com/yirmiucderece/status/1678377405268783108

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Çocuklara Kuran kursu!…

Erdal Atabek
Erdal Atabek
erdalatak@gmail.com
10 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

Daha önce de küçük çocuklara (4-6 yaşlarda) Kuran kursu olarak din eğitimi verilmesi konusunu açıklamıştık.

Çocukların henüz soyut kavramları değerlendirecek zihinsel gelişim çağına gelmeden yapılacak inanç eğitiminin “telkin” olacağını belirmiştik.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu yaz aylarında da küçük çocuklara ve ilkokul çağı çocuklarına “Kuran kursu” açılacağını duyurdu.

Başkanlık bu yıl 3.5 milyon çocuğun bu eğitimi alacağını, ailelerin çocuklarını bu eğitime katılmaları için teşvik etmelerini istedi.

DİN KÖKENLİ EĞİTİM

Atatürk Türkiye’si, 1923 yılında Cumhuriyetin ilan edilişinden beri en önemli konuyu “laik eğitim olarak görmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk cehaletle savaş olarak tanımladığı durumu değiştirmeyi devrimlerinin güvencesi olarak görmüştür ki yerden göğe dek haklıdır.

Sinan Meydan’ın gazetemizde çıkan yazılarını dikkatle okuyunuz.

3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası da bu amacı sağlamaya yöneliktir.

  • Laik okul eğitimi ile medrese eğitimi birlikte olamazdı.
  • Türkiye Cumhuriyeti ancak laik okul eğitimi ile çağdaş uygarlık dünyasının bir üyesi olabilirdi.

Medrese eğitiminin arkasında duran tarikatlar da cemaatler de kapatılınca konu çözümlenmiş olarak kabul edildi.

HALİFELİĞE UZANAN ZİNCİR

Aslında “medrese eğitimi” gibi görünen konu, arkasındaki tarikatlar ve cemaatlere uzanır.

Günümüzde de açılan medreselerin arkasında tarikatlar ve cemaatler vardır. Eğitimde iş o duruma gelmiştir ki milli eğitim bakanları eğitim kurumlarına yerleştirilen din adamları konusuna “benim yetkimin dışında” diyebilmektedir.

Eğitimin dinselleştirilmesi, siyasal iktidarın tarikatlar ve cemaatlerle organik bağlantılarının sonucudur.

Tarikatların ve cemaatlerin varlıklarını sürdürmeleri de halifelik konusuyla yakından ilgilidir.

  • Bugün anayasa gereği seçilmiş olan cumhurbaşkanı, tarikatlar ve cemaatler için “halife”dir.
  • Görünürde demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş olan Recep Tayyip Erdoğan, kendi kesiminin gözünde kutsallaştırılmıştır.
  • Bu nedenle de seçimlerde desteklenmesi dinsel bir görev olarak bu kesimden beklenmektedir.
  • Bu nedenle de dünya yaşamındaki sıkıntılar, hayat pahalılığı, yoksulluk, işsizlik vb. sorunlar seçimlerde etkili olmamaktadır.

MUHALEFET NE YAPIYOR?

Atatürk Cumhuriyeti’nin temelleri oyulurken muhalefetin ne yaptığını sormak en başta gelen hakkımızdır.

Eğitimin böylesine dinselleştirilmesi konusunda ne düşünüyor, ne yapıyorsunuz?

Çocuklara yapılan din eğitimi konusunda tutumunuz nedir?

Tarikatlar ve cemaatler konusunda ne düşünüyorsunuz, iktidara gelirseniz ne yapacaksınız?

Açılan medreseler konusunda ne düşünüyorsunuz?

Din eğitimi kimlere, nasıl, nerede yapılmalıdır?

Arapçanın yaygınlaştırılma çabalarını nasıl karşılıyorsunuz?

Kuran’ın Türkçeye çevrilişi sizce de yanlış mıdır?

Cumhuriyet Halk Partisi bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel bu sorularımızı yanıtlamalıdır.

Değişim değişim derken ne demek istendiği somut konular üzerinden açıklanmalıdır.

İYİ Parti de bu soruları yanıtlamalıdır.

DEVA Partisi, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, eğer kendilerini muhalefet partisi olarak görüyorlarsa bu soruları yanıtlamaları zorunludur.

LAİK CUMHURİYETÇİLERİN GÖREVİ

Siz kendinizi laik Cumhuriyetçi olarak görüyorsanız;

Göreviniz Atatürk devrimlerine ödünsüz sahip çıkmaktır.

Cumhuriyetçiliğe, 

Laikliğe,

Dil Devrimi’ne,

Kadın-erkek eşitliğine,

Cumhuriyet tehlikede ama beyler egolarını büyütmekte…

Fikri Sağlar

Fikri Sağlar
Siyaset 06.07.2023 BİRGÜN

Dünkü BirGün gazetesinde “Kuran kursu seferberliği” başlığıyla çıkan haberi okuyalım:

Her yeri Kuran kursuna çeviriyorlar.

Diyanet’in açtığı yaz Kuran kursları sadece (yalnızca) camilerde yapılmıyor.

– Okullar, hem MEB hem de vakıflar eliyle Kuran kurslarına dönüştürüldü.

– İlim Yayma Cemiyeti’nin 4-6 yaş grubu (dilimi) için düzenlediği yaz okulunun açılışına katılan

Kayseri Valisi Gökmen Çiçek ise imamlara “Yavrularımız size emanettir” ifadelerini kullandı…”

***

Dehşet verici bu haber sonrası, altını defalarca (kezlerce) çizerek bir kez daha yazıyorum ki;
“emperyalizme karşı savaşmış ve Aydınlanma devrimleriyle

çağdaş, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti niteliğine kavuşmuş

AKP’nin 21 yıldır hedeflediği 2023 değişimi tam gaz ilerliyor…
***
Sonunda yazacaklarımı baştan yazayım. Bu durumun gerçekleşmesinin nedeni, liyakatsiz, basiretsiz hatta işbirliği içinde oldukları kuşkusu veren sağ muhalefettir…

Önceleri “sol düşünce çökmüştür” diye tezvirat (dedikodu) yapan, sol partileri, STK’leri ve solda düşünen kişileri, aydındır, korkmaz ve iktidarı sorgular tedirginliğiyle yok saymaya çalışan iktidar; dış destek ve üst akılla yeni kurmacalar içine girmiştir. Algı yöneterek, ele geçirdiği iktidar koltuğunu bırakmamak için sarı muhalefet partileri oluşturmuştur.

Görülen o ki; BOP eşbaşkanlığıyla iş başına gelenleri ayakta tutan, Cumhuriyet’in ilkelerinin değiştirilmesine ses çıkarmayan, değerlerin yok edilmesine karşı “mış” gibi görünen, aksine iktidarın her adımını sinice destekleyen muhalefet de bir projedir
***
Şayet Türkiye Cumhuriyeti, anayasal bir ülke ise ve mevcut Cumhuriyetin niteliklerini açıklayan

  • Anayasanın 2. maddesi; Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

diye emrediyorsa, yukarıdaki BirGün’nün haberi, “Cumhuriyetin en temel ilkelerinden birinin yok edildiğini” açıkça gösteriyor…
***
“Laiklik tehlikede değildir” diyen Kılıçdaroğlu’nun dünkü haberle ilgili yorumunu çok merak ediyorum. Hoş, diyeceği bir şey olacağını da zannetmiyorum…
***
Çünkü CHP’nin 6 ilkesine ve anayasaya rağmen (karşın) Kılıçdaroğlu daha önce, “Herkesten oy alacağız” beklentisiyle,

  • Darülharp’te olduklarını yani, İslami Kurallara göre yaşamayan ve yönetilmeyen
    Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaşta ve cihatta olduklarını açıklayanlara”,

adeta çanak tutan siyasetine devam etmişti.

Türbanlı kamu yöneticilerine, dualı kamu açılışlarına, Diyanet İşleri Başkanlığının ahlak dışı fetvalarına tek bir söz söylemeyerek yani Atatürk’ün Partisinin en önemli ilkesi olan laikliği savunmayarak Türkiye’nin bu noktaya gelişine katkı sundu…
***

Artık Üniversitelerde, Adliyelerde, Halk Eğitim Merkezlerinde, okullarda,
kamu kurumlarında ve garnizonlarda çalışanlar, çocuklar ve yetişkinler
 için
yıl boyunca Kur’an-ı Kerim, Tecvit, İman ve Tefsir dersleri verilecektir.

Bu dersler yalnızca devlet tarafından değil, TÜGVA gibi vakıflar ve Menzil gibi tarikatlar ile cemaatler eliyle de verilebilecektir.
***
Özellikle; Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından hazırlanan protokole göre; “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesiyle, “öğrencileri bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlere göre yetiştirmek” amacıyla imam ve vaizlerin okullarda görev alacağı talimatı da başlı başına bir tehlikedir…

ÇEDES Projesi, Anayasamızın 2. maddesinde yer alan laiklik ilkesine, Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesine ve Öğretim Birliği Yasası’na açıkça aykırıdır.”
(AS: Anayasa m. 174)

Suç işleniyor. Muhalefetten tık yok!
***
Unutmayalım              : Bu ülkede dini eğitimin (AS: “din eğitimi” demek gerekir) cemaatlere, okullarına, dershanelerine teslim edilmesinin ne denli acı sonuçlar verdiğini gördük. Tarikatların eline düşürülen çocuklar baskı nedeniyle intihar etti. Kız – erkek demeden birçok çocuğun tarikat yurtlarında taciz edildiğini dehşetle öğrendik.

Ahlaki sabıkaları bulunan bu yapılara, hem de devlet eliyle geleceğimiz olan çocuk ve gençlerimizin teslim edilmesi, en hafif deyimle, vahşettir. Bu duruma göz yumanlar ve de susanlar da vahşetin ortaklarıdır…
***
Yani AKP’nin hedeflediği “dindar ve kindar gençlik”, iktidarın zorlaması ve koruması altında ülkenin her köşesinde alenen (açıkça) yetiştirilmeye devam ediyor…

Soruyorum              :

Laiklik tehlikede değildir!” diyenler, bu durumu çocuklarına ve de torunlarına nasıl anlatacaklar?
***
Evet değişim isimle (adla) değil, zihniyetle olur. CHP kendi ilkelerine dönmek zorundadır. Kurumsal Kimliğini öne çıkarmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun tasarladığı değişim, CHP’yi Atatürk’ün kurduğu parti olmaktan çıkardığı, sol ilkelerden uzaklaştırdığı, evrensel hak, özgürlük ve dayanışma ideallerini unutturduğu bir noktaya taşımıştır.

Bu durum CHP’yi sağcılaştırmış, Kürt ve Alevi sorunlarını çözmekten, ülkede barışı istemekten uzaklaştırmıştır.

Çünkü CHP içinde demokrasi, hukuk ve dayanışma yok edilmiştir.

Tekrarlıyorum (yineliyorum) : CHP DEĞİŞİRSE TÜRKİYE DE DEĞİŞİR…
===============================
Yazarın Son Yazıları

ARTAN SİVRİSİNEK, HAŞERELER ve İLGİLİ HASTALIKLAR : NE YAPMALI?

Dostlar, 

Dün, 8 Temmuz 2023 günü, İzmir’den YENİKİRAZ adlı yayının genç muhabiri Göksu aradı ve bizimle bir söyleşi yaptı. Konu, özellikle İstanbul ve kimi büyük kentlerde artan sivrisinek vb.lerinin artışı ve bunlara bağlı hastalıklar idi.

Web sitelerinde yayımladılar sağolsunlar..
https://yenikiraz.com/elimizi-cabuk-tutmaliyiz-acil-onlem-almaliyiz/  

Metnin jpg biçimi aşağıda.

Kendilerine ve yayın organlarına duyarlıkları için teşekkür ederiz.

Söyleşinin word dosyası biçimi :

ARTAN SİVRİSİNEK, haşereler ve ilgili hastalıklar, Yenikiraz.com 8.7.23

Sevgi ve saygı ile. 09 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik