Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Hocaların Hocası Boratav geleceğe projektör tuttu… Mehmet Şimşek ne yapacak… Sertlik Nisan 2024’de başlayacak

Hocaların hocası ekonomist Korkut Boratav,
ekonomideki asıl sertliğin 2024’te başlayacağını belirtti

BirGün yazarı Yaşar Aydın‘a konuşan Prof. Korkut Boratav, ekonomideki sertliğin 2024’te yaşanacağına dikkat çekti. Ekonomide yaşanan son gelişmelere değinen Korkut Boratav, Asıl dönüşümün yerel seçimlerden sonra yaşanacağını ifade ederek Mehmet Şimşek ile AKP’nin ne yapacağını anlattı.

ASIL DÖNÜŞÜM YEREL SEÇİM SONRASI

Seçimlerin ardından AKP’nin özellikle ekonomi politikasında ciddi bir değişim yaşandı. Siz bu değişikliği nasıl görüyorsunuz, uzun süreçte emekçilerin önündeki tablo nedir?

Herkes soruyor, bugünkü ekonomik ortamda Mehmet Şimşek ne yapacak? Yerel seçimler öncesinde ve sonrasında AKP ne yapacak? Batı siyaset söyleminde Erdoğan gibi şahsiyetler için “politik insan” deyimi kullanılır. Bunların siyasi refleksleri çok duyarlı ve esnektir. Bu özellikleri ile önce yerel seçimleri kazanmak isteyeceğini, hedefi gerçekleştirdikten sonra gündemini değiştirme esnekliğini göstereceğini düşünüyorum.

Ekonomide geleneksel neoliberal model hedeflenmiştir ve buna

  • Haziran 2023 – Aralık 2024’te iki aşamalı bir istikrar programı ile geçiş söz konusudur.

Mart seçimlerine kadar seçmenlerin sineye çekeceği umulan “yumuşak kayıplar” söz konusu: Memur maaşları, asgari ücret ve emekli aylık artışları, bugünlerde gözlediğimiz dolaylı vergilerle eriyecek. Neoliberal reçetelerden makul boyutlarda sapmalar göze alınabilir. Örneğin 2001’deki IMF programında Merkez Bankası avanslarıyla bütçe açığının finansmanı yasaklanmıştı. Bu uygulama değiştirildi.

Kur Korumalı Mevduatın Hazine’ye yükü TCMB’ye devredildi.

TCMB’nin yeni başkanı değişikliği sineye çekti. Bu, bütçe açığının para basarak finansmanı anlamına gelir. Mart’a kadar benzeri neoliberal ilkeleri zorlayan “makro-ihtiyati düzenlemelerin” çoğu korunacak.

Mart sonrasında gündeme gelecek şok tedavisinin bazı işaretlerini Bakan Şimşek peşinen verdi. Birincisi Maastricht kriterleri içinde mali disiplin… Bu, kamu harcamalarını da frenleyen sert kemer sıkma, ekonomik daralmaya dönük malî politikalar  anlamına  gelir…

İkinci olarak, “gelir politikasını da içerecek yapısal uyum” dedi.  “Yapısal uyum” ifadesi bizim sendikaların duyarlı olduğu işgücü piyasalarının esnekleşmesidir. Yöntemlerden biri, bugünlerde emekli, memur, kamu personel aylıkları için uygulanan “enflasyon farkı ödemelerinin” son bulmasıdır. Nasıl uygulanacak? TCMB’nin düşük enflasyon hedefine göre belirlenen maaş-ücret ayarlamaları ile yetinilecek; bu artışlar hızlanan enflasyon sayesinde eritilecektir. Altı aylık aralıklarla uygulanan “enflasyon farkları” tarihe karışır, yok olur. Nedeni sermayenin gözetilmesidir. Ücretlerin geçmiş enflasyona tümüyle endekslenmesi yaygınlaşırsa, kârlar bir noktadan sonra aşınabilir. Ayrıca,

  • Türkiye’deki gibi dev şirketler güçlüyse, asgari ücret artışları (“mark-up rates” diye bilinen) kâr marjlarını yükseltmeye fırsat olur; fazlasıyla telafi edilebilir.

KKM, geleneksel neoliberal programın “dalgalı, piyasalara bırakılmış döviz fiyatları” kuralı ile çatışır. Kaldırılması gerekecektir. Yerel seçim önceliği nedeniyle, Mart sonrasına erteleneceği anlaşılıyor.

  • KKM son bulunca döviz, dinamit fitili gibi patlayacak.

– Tüm sektörleri içine alacak ikinci bir enflasyon dalgası şok gelecek.
– Önlenmesi, parasal ve maliye politikalarında daralma,
– ekonominin sıfır büyüme yönünde frenlenmesi,
– istihdamın gerilemesi olacak.

Enflasyon ve istihdamın daralması birleşecek; en yoksul emekçiler, AKP’ye oy verdiklerine pişman olacaklar;

ama önce nedenlerini algılamaları gerekecek. Bu da bir kez daha tabanda, örgütlü sınıf mücadelesini üstlenen devrimcilere düşecek.

TOPLUMSAL BUNALIM KALICILAŞABİLİR

Gelelim şok tedavisi (diyelim Aralık 2024) sonrasında uygulanması beklenen geleneksel neoliberal bir programın Türkiye için tasarladığı geleceğe… Bunları,

  • IMF’nin 2028’e uzanan öngörülerinden algılıyoruz:
  • Durgunlaşan bir ekonomide istikrar senaryosu söz konusudur.

Sayılara göz atalım                           :

Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme potansiyeli % 3 olarak öngörülüyor.

Bu büyüme süreci içinde
enflasyon %20,
cari işlem açığı/GSYH % 2,2,
dar anlamdaki işsizlik %10,5 oranlarına yerleşecektir.

Bu anlamda, Türkiye’ye özgü bir istikrar durumu tasarlanıyor. Büyüme temposu zorlandığında dış açıklar ve enflasyon yükselecek; ekonomi yönetimi durgunlaşmayı yeğleyecektir. %3’lük büyüme ise, dış borçlanmayı döndüren, ılımlı bir tempoyla da artırabilen, cari açığı kapatan yabancı sermaye girişiyle sürdürülecektir.

Temel sorun şudur                                    :

Bu senaryo, Türkiye’nin ağır bir bölüşüm şoku ile bütünleşen bugünkü toplumsal bunalımını kalıcı kılacaktır.

%3’lük büyüme temposu faal işgücü artışlarını tümüyle istihdama çekmekte yetersizdir. O nedenle 2023’te %25’e yaklaşan atıl iş gücünün sayı ve oran olarak 2028’e dek büyümesi söz konusu olacaktır. Bu işgücü fazlası ne anlama gelir?

  • Dinamizmi bitmiş, halk sınıfları siyasal İslamcı ideoloji tarafından uyuşturulmuş bir toplum…
  • Toplumsal patlamalar olasıdır; ancak faşizm yerleşmişse sadece yıkıma yol açar.

Bu hazin geleceği, geçmiş birikimleri ile Türkiye toplumu kabul edemez!

Tekrar siyasal, ekonomik ve ideolojik sınıf mücadelesinin liderlik, öncü örgütler sorununa dönüyoruz.

Sosyalist, komünist örgüt militanlarının işçi, köylü, emekçi saflarında titizlikle Aydınlanma değerlerine dayalı ideolojik bir sınıf mücadelesi yürütmesi önümüzdeki dönemde bu yüzden yaşamsaldır. Ekonomik, siyasal mücadele buradan hareket edecek.

Mayıs 2023’te meydanları dolduran milyonlar, bu sınıfların dinamik, ilerici çekirdeğini oluşturuyordu. Bu mücadeleye katılmalarını anlamlı kılacak bu tür bir öncülüğü on yıl önce Gezi’de bulamadılar; bugün bir kez daha beklemektedirler.

Bu boşluğu kalıcı olarak doldurmak zamanı geldi.

Görev bugünün devrimci örgütlerine, hareketlerine, partilerine düşüyor.

Odatv.com

İslamcıların Batı’yla dansı-1

Siyaset16.07.2023, BİRGÜN

İslamcı hareketin ve AKP iktidarının başta Batı olmak üzere bütün uluslararası ilişkileri, iç politik ihtiyaçları tarafından belirlenir. Adeta bir kural gibidir bu durum; çünkü Soğuk Savaş İslamcılığına dayanan Türkiye gericiliği, esas olarak bir emperyalizm imalatıdır. Sola ve komünizm tehdidine karşı geliştirilen bir siyasal harekettir. Bu anlamda siyasal islamcılığın tarihi, yüz kızartıcı bir işbirliğinin tarihidir.

Bu utanç verici işbirliğinin temelini siyasal İslamcılığın iktidar stratejisi oluşturur. Güçlenip iktidara gelene kadar emperyalizme ve kurulu düzene hizmet edilir. Onların bütün kirli operasyonlarında yer almaktan kaçınılmaz.

İktidara geldikten sonra ise orda kalmak ve devleti bütünüyle ele geçirmek için işbirlikçi siyaset sürdürülür. Ancak bu hedeflere ulaşıldığı düşünülürse, o zaman kendi dar ideolojik programlarını uygulamaya ve dayandıkları dış güçlere dirsek göstermeye, tutarsızlaşmaya başlarlar. Modern çağın bütün siyasal islamcı örgütlerinin izlediği strateji budur.

  • Dolayısıyla İslamcılar hiçbir zaman samimi ve tutarlı bir anti-emperyalist olamazlar.

Sinsi, iki yüzlü, yalana ve hileye dayalı bir siyaset tarzı izlerler. Bunun adı takiyedir.

  • Kutlu dava için her yol mubahtır.

İslamcı egemen sınıf olan gerici entelijansiyan (ulema ve udeba), küçük şeri çıkar için –iktidara ve servete ulaşmak demek– her şeyi yapar. Bu bağlamda, aktüel İslamcı hareketlerin neredeyse tümü Amerikancı ve NATO’cudur. Eleştirileri konjoktürel ve ikiyüzlüdür.
***
Emperyalizmin küresel haydutluk örgütü olan NATO’nun Rusya’nın burnunun dibindeki Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde düzenlediği zirve, ittifakın son yıllardaki en önemli toplantısıydı. NATO’nun bir anlamda yeniden inşa edildiği / konumlandırıldığı, yeni yönelimlerinin ve savaş stratejilerinin belirlendiği, daha önemlisi yeni tehdit değerlendirmesinin resmen yapıldığı zirve oldu. NATO’nun doğuya doğru genişleme siyaseti teyit edildi. Jeopolitik geri dönüyordu.

Emperyalist bir “terör örgütü” olduğunu belirtmenin abartılı olmayacağını düşündüğüm NATO, doğuya doğru genişleme stratejisinin sınırlarını da genişletti. Rusya’nın “düşman” ilan edilmesinin yanı sıra, ABD’nin küresel hegemonyasını tehdit eden Çin’de (Çin de) bu kapsama alındı. Pekin’in Moskova ile stratejik ortaklığına işaret edilerek, bu ülke de “tehdit” kapsamına sokuldu. Böylece, NATO’nun genişleme hedefi Asya-Pasifik havzasına kadar genişletilerek Çin’in de kuşatılması hedeflendi. ABD liderliğindeki Batılı emperyalist blok, ekonomik olarak sınırlayamadıkları Asya’nın yükselişini askeri tehdit ve güç ile engelleme çizgisi izliyordu. Bu ölümcül oyun, gezegenin geleceğini tehdit eden en vahim siyaset olarak değerlendirilebilir.

İktidar alanı daralan ve sıkışan AKP-Erdoğan yönetiminin, yeniden Batı’ya yönelmesinin de bir sonucu olarak vetosunu geri çekmesiyle İsveç’in de NATO üyeliğinin önü açıldı. Böylece Finlandiya’dan sonra İsveç’in de İttifaka katılması, Rusya’nın kuşatılarak ekonomik ve siyasal bakımdan da bloke edilme sürecinde önemli bir etap alınmış oldu. Sırada Ukrayna ve Gürcistan vardı. Ukrayna savaşının asıl nedeni NATO’nun bu stratejisiydi. Rusya aslında NATO ile savaşıyordu.
***

  • Öncelikle belirtelim ki;
  • NATO’nun ahlaki, siyasal ve hukuksal bakımdan varlık nedeni bulunmuyor.

Çünkü Sovyetler Birliği ve sosyalist bloka karşı bir savunma örgütü olarak kurulduğu belirtilen, bunu kuruluş sözleşmesine yazan NATO, bu ülkelerdeki rejimler çöküp, ittifak (AS: Varşova Paktı) dağıldığı halde varlığını sürdürdü. Sosyalist ülkelerin askeri ittifakı Varşova Paktı, kendisini dağıttığı tarihte 12 üyesi bulunan NATO’nun genişlemesi devam etti. Bugünün (İsveç de dahil edilirse) üye sayısı 16’ya çıktı. (AS: 32 üye ülke oluyor..)

Sovyet Birliği’nde sosyalist rejim kendi içine kapanarak çökünce, 1990’lı yıllar ve 2000’lerin başlarında bir ara “stratejik ortak” ilan edilen Rusya, sonra birdenbire yeniden “düşman” oldu; çünkü Moskova toparlanmış ve yeniden Batı ile güç mücadelesine gitmişti. Tek fark vardı, artık sosyalizm yerine Asyatik bir kapitalist (karma ekonomik düzen) ülke bulunuyordu karşıda.

Hacettepe Tıp Fakültesini birincilikle bitiren Dr. Can ZEYNELOĞLU’nun konuşması

Hacettepe Tıp Fakültesini
birincilikle bitiren, gururumuz…

Dr. Can Zeyneloğlu’nun bitirme
(mezuniyet) konuşması – 2023

Sayın rektörüm, sayın rektör yardımcılarım, sayın dekanım, sayın dekan yardımcılarım, sayın hocalarım, sevgili arkadaşlarım ve saygıdeğer ailelerimiz, hepiniz 2023 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet törenine hoş geldiniz.

Öncelikle, Maraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden (yaşamını yitiren) vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyorum. Etkilenen tüm vatandaşlarımıza da geçmiş olsun demek istiyorum.

Bu gün, uzun ve zorlu bir serüvenin sonuna gelmiş olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. 6 sene (yıl) önce M salonunda beyaz önlük giyme töreni ile başlayan tıp fakültesi yolculuğumuz, bu gün artık o önlüklerin içini doldurmamız ile son buluyor. Bu kutsal tıp eğitimini Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Hacettepe’de almanın gururunu hissediyoruz.. Hacettepe kimi zaman bizi mutlu etti ve iyi ki Hacettepe dedirtti. Kimi zaman ise üzdü, saygı duyulmadığımızı ve istenmediğimizi hissettirdi. Fakat iyisiyle ve kötüsüyle Hacettepe bizim evimiz oldu.

İlk amfi dersimize girmenin, ilk anatomi laboratuvarının, hastaneye ilk defa (kez) beyaz önlükle girmenin, ilk defa (kez) bir hastanın sorumluluğunu almanın heyecanını (coşkusunu) burada yaşadık.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e,

sonra da bizim iyi hekimler olabilmemiz için imkanları dahilinde (olanakları içinde) ellerinden geleni yapan fakültemize ve kurucumuz merhum İhsan Doğramacı‘ya teşekkür etmek isterim.
Bizler için çabalayan, gecesini gündüzüne katan, öğrencisini seven ve sayan, pandemi – uzaktan eğitim demeden bilim ve öğretme aşkı ile bizlere katkı sağlamaya çalışan, Hacettepe’yi Hacettepe yapan, Hacettepe’nin Hacettepe kalması için uğraşan, alanlarında uzman saygıdeğer hocalarımıza şükran ve minnetlerimizi sunmayı kendim ve dönem arkadaşlarım adına borç bilirim.

Sizden doktorluk (bilim ve) sanatına dair (ilişkin) bizlere meslek hayatımız (yaşamımız) boyunca Hacettepeli olmanın ayrıcalığını hissettirecek (duyumsatacak) pek çok bilgi edindik. Üzerimizde emeğiniz çok büyüktür, teşekkür ederiz.

Ben, 35 sene (yıl) önce buradan mezun olan babamın, 28 sene (yıl) önce buradan mezun olan annemin, 14 yıl önce bu fakülteden emekli olan dedemin ve anneannemin izinden, çok büyük umutlarla ülkemizin en köklü ve en prestijli (saygın) tıp fakültelerinden birinde okuyacak olmanın heyecanını hissederek (coşkusunu duyumsayarak) bu fakülteye başladım.

Mottosu “HEP DAHA İLERİYE, EN İYİYE!” olan okulumuzun, bu vaatlerinin maalesef sözde kaldığının zamanla farkına vardık.

İlk yıllarımızda fakültemizin fiziksel yetersizliklerini hissetmeye başladık. Ders çalışmak için okul içinde veya kütüphanede çalışacak yer aradığımızda, boş yer bulamadık. Anatomi laboratuvarlarında “15-20 yıllık, her yeri un ufak olmuş” kadavraların başında, onlarca öğrenci bir şeyler görmeye, öğrenmeye çalıştık. Hasta görecek ve öğrendiğimiz bilgileri klinikte kullanacak olmanın heyecanıyla ilk 3 yılı tamamladık.

Klinik öncesi yıllarımızdan sonra hastaneye ilk kez ‘ stajyer de olsak’’ doktor olarak gireceğimiz yıl, COVID-19 pandemisi (salgını) patlak verdi.

Hastaneye stajyer olarak geldiğimiz yarım dönemde hocalarımızla yeterince hasta başı ders yapamamış olmanın ve hocalarımızın deneyimlerinden tam olarak yararlanamamış olmanın burukluğu ile tamamladık Dönem 4’ü.

Dönem 5’te ise yüz yüze olmasına rağmen (karşın) maalesef dersler aksamaya başladı. Bazı (kimi) hocalarımızı, danışmak, sorularımızı sormak için yerlerinde bulamadık. Bazılarını ise bulduk ama bulduğumuzda ya baştan savıldık ya da kapıdan çevrildik. Bu şekilde davranmayı seçmeyen, bizim için özveriyle çalışan, bizlerle ders işleyen, sohbet eden, bizleri hep daha iyiye en ileriye götürmek için uğraşan tüm saygıdeğer hocalarımıza tekrar bizlere akademisyenliğin nasıl yapılması gerektiğini öğrettikleri için huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Ve geldi çattı, herkesin hem heyecanla hem de korkuyla beklediği o meşhur sene (ünlü yıl) : İntörnlük. Hasta sorumluluğu almaya başlayacağımız yıldı bu yıl. Hastanenin birçok bölümünde başta maddi olanaksızlıkların yarattığı personel eksikliği ve altyapı yetersizliği nedeniyle, hocalarımızdan edinebileceğimiz son damla bilgilerin peşinde koşacağımıza, randevu peşinde koştuk. Hekimlik sanatının inceliklerini öğrenmek umuduyla başladığımız intörnlüğü, hastanemizin personel açığını doldurmuş olarak tamamladık. Kendimizi akademik olarak geliştirmekten çok laboratuvara kan tüpü taşımayı, saatlerce hastalar için randevu almaya çalışmayı, muayene etmediğimiz hastaların istemlerini yapmayı ve en çok da dişimizi sıkmayı öğrendiğimiz bir yıl oldu.

Ama iyisiyle kötüsüyle bu yılı da geride bıraktık ve tıp doktoru ünvanını (sanını) almaya hak kazandık.

Tarih boyunca kutsal olmuş bu ünvana (sana) olan sevgi ve saygı maalesef giderek azalmaktadır. Bunun en büyük göstergesi gün geçtikçe artan sağlıkta şiddet olaylarıdır.

Doktor dövmek en büyük hakkım diye övünen,
doktora şiddeti normalleştiren bu zihniyete karşı yaptırımların artmasını ve yargının görevini yerine getirilmesini diliyorum.

Sevgili arkadaşlar, bu “gerici ve karanlık” zihniyet ile bilimin ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin ışığında biz savaşacağız,
yılmadan, yorulmadan, dünyanın neresinde olursak olalım,
bu ilkelerin ve bilimin ışığının bu topraklarda sönmesine izin vermeyeceğiz.

Bizlerin ve öbür meslektaşlarımızın ağır iş yükü altında ezilmememiz ve hastalarımızın aldığı hizmetin verimini artırabilmemiz için sağlık sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini burada yeniden vurgulamak istiyorum. Her hasta için yalnızca 5 dakika ayıran bir sistem ile ne doktor gönlü rahat bir şekilde hastasını tedavi edebilir ne de hasta aldığı hizmetten memnun kalabilir.

Sevgili ailelerimiz, bu başarı bizim olduğu kadar sizlerindir. Her birinize ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Benim de bugünlere gelmemde çok büyük emeği olan aileme sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bana özverili çalışmanın, çalışma aşkının ve iş ahlakının ne demek olduğunu gösteren anneme, her zaman bana yol gösteren ve örnek olan babama, bana her zaman destek olan kardeşime, bana bilim insanı ve akademisyen olmanın ne demek olduğunu öğreten anneannem Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu’na, ve bana başta insan sevgisi ve vefa olmak üzere sayamayacağım kadar değer katan dedem Prof. Dr. Mehmet Bakkaloğlu’na teşekkür etmek istiyorum.

Fakülte boyunca yanımda olan, iyi ve zor zamanları birlikte geçirdiğimiz, birlikte eğlenip, birlikte üzüldüğümüz arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum.

Bana fakülte sürecinde kapısını açan, yardımcı olan ve yol göstericilik yapan tüm hocalarıma da minnetlerimi sunuyorum.

Bu yılımı güzel anımsamama neden olacak İntern Gurubum “Gurup 5’e” de ayrıca teşekkür ediyorum.

Pandemide yitirdiğimiz tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyor, pandemi boyunca hastaları için emek veren başta asistan abi ve ablalarımız olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Tıp fakültesi sürecinde yitirdiğimiz sayın hocalarımız emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Fevzi Sargon’u, Prof. Dr. Bülent Tırnaksız’ı ve Prof. Dr. Kadriye Yurdakök’ü saygı ve rahmetle anıyorum.

Ve son olarak;

  • Ülkemizin bu günlere gelmesinin en büyük mimarı olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve ülkemizin bağımsızlığı için şehit düşmüş tüm askerlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuşmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum:

“Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz.
Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin,
vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Eyy yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

T.C. DEVLETİ BÜROKRATLARINA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Anayasa md. 11

  • “Anayasa hükümleri, Yasama (TBMM), Yürütme (Hükümet-Kabine) ve Yargı organlarını (tamamını), İdare Makamlarını (tüm Devlet bürokrasisini) ve diğer Kuruluş ve kişileri (özel sektör ve şahıslar) BAĞLAYAN TEMEL HUKUK KURALLARIDIR. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Güncel, Anayasayı İhlal Suçlarını hatırlatalım;

Yargıtay, MV seçilen Can Atalay’ın tahliyesini engelleyerek, AYM’nin verdiği “Emsal Kararları” yok sayarak, Anayasayı ihlal suçu işledi (AS: TCK m.309). (AYM Kararları, Anayasa maddesi niteliğindedir.)
MEB Bakanı, Kız Okulları kurulmalıdır, diyerek Anayasanın 14-24-42’nci maddelerini çiğnemiş ve Anayasayı İhlal (çiğneme) suçu işlemiştir.
HSK, Erdoğan’ın 3’üncü kez CB adayı olmasının, Anayasanın 101’nci maddesine aykırı olduğu beyanıyla (bildirimiyle) YSK’ya suç duyurusunda bulunan, Yargıç Ahmet Çakmak’ı meslekten atarak, Anayasamızın Başlangıç kısmına, 11’nci maddesine aykırı davranarak Anayasayı ihlal (çiğneme) suçu işledi.

Anayasayı çiğneme suçu işleyen 3 örnek verdim. Yargıtay-Bakan-HSK!
Çok önemli 3 kurum, neden Anayasaya uymaz? Hepsi de yaptıklarının ağır suç olduğunun bilincinde olan eğitimli kişiler. Niçin uymamakta ısrar ederler?
Bu soruya verilecek yanıt tektir :

  • Tüm bu olaylara sebep olan kişi CB Erdoğan’dır…

Peki, Erdoğan kimdir?

  • Erdoğan, suç işlediği için iki kez tutuklanmış, mahkum olmuş, iki kez de cezaevine girmiş bir SABIKALI kişidir.

İlk vukuatı: Görevli İlçe Seçim Kurulu Yargıcına hakaret ettiği için tutuklandı ve Sağmalcılar Cezaevine konuldu.

İkinci vukuatı. “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kışkırtmak” suçundan mahkum oldu ve Pınarhisar Cezaevinde yattı.

Üçüncü Vukuatı: Genel Başkanı olduğu partisi (AKP) 2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin Odağı” olduğu tespit edildiği için, Hazine yardımının kesilmesine mahkum olmuştur.

Yani Erdoğan, Anayasamızın değiştirilemez maddelerinden olan Laiklik ilkesini çiğnemiş ve mahkum edilmiş SABIKALI bir Genel Başkandır.

Şimdi sizlere soruyorum :

Laikliğe karşı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmiş (saptanmış), demokratik rejimi gideceği yere kadar götürecek bir araç (tramvay!) olarak gören,

  • Atatürk ve İnönü’ye İKİ AYYAŞ diyen,

Türk Ordusunun şerefli komutanlarını, “Tabutla Tahliye” edebilmek için cezaevinde tutulmalarını sağlayan, Atatürk’e ve annesine en ağır hakaretleri yapan yobazları Devletin sofrasında ağırlayan, eğitimi tarikat ve cemaatlerin eline bırakan, ülke ekonomisini batıran, kendisi “Ben AYM Kararlarına saygı duymuyorum ve tanımıyorum” diyen bir siyasetçi Türkiye’de Anayasa Hakimiyetini (egemenliğini) nasıl sağlayabilir?

Aziz Türk Milleti;

Bu duruma gelmemizde, CHP ve ortağı İYİ P’nin olumsuz katkıları elbette hep hatırlanacaktır.

Erdoğan, bundan böyle kendisi de istese “Anayasal Çerçeve” içinde
görev yapamaz. Anayasa ve yasa tanımazlığını, baskıyı, tutuklamaları,
zulmü gittikçe artıracaktır.

İki tarafı uçurum olan dar bir yolda bisiklete binen biri gibi sürekli pedal çevirmek zorundadır. Fakat şöyle bir tarihsel gerçek de var :

Zulümle abad olanın ahiri berbad olur, der Yunus Emre!
Erdoğan nihayetinde (sonunda) bir siyasetçidir. Görevi sona erdiğinde, kimseyi tanımayacaktır.
Kanunsuz emre uyanlar, devlet hazinesinin talan edilmesine göz yumanlar, suç işleyenler, üç kuruşluk ihale için şerefini satanlar, ölümlere neden olanlar.. yani T.C. Devletinin bürokratları tüm hesaplar sizin üzerinize kalacak ve sizler bağımsız Türk Yargısına hesap vereceksiniz.

Ömrü devlet hizmetinde geçmiş bir büyüğünüz olarak sizleri uyarmak benim görevim.

Sizlere yazık olacak.
***
Bugün 15 Temmuz!
Hala çözülmemiş, gerçekleri saklanmış olaylar, ölümler, ihanetler var.

Özellikle siz güvenlik bürokratları!
Sizlerin bildiklerinizi, başkalarının bilmediğini mi zannediyorsunuz?
Yanılıyorsunuz!
Önünüzde iki yol var :

  • Ya yarın sabahtan Anıtkabir’e gidip, Çağdaş Laik Cumhuriyetin bürokratları gibi davranacaksınız
  • ya da tarikat şeyhinizden emir almaya giden, müritler gibi olacaksınız.Tercih sizlerin…Sağlık ve başarı dileklerimle, 15 Temmuz 2023

7. yıldönümünde FETÖ hareketi

Cumhuriyet

15 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

7. yılında 15 Temmuz  “FETÖ hareketi”, Türkiye’nin gördüğü en kirli, en alçak, en hain darbe girişimiydi.

FETÖ hareketi akıl sınırını aşan girişimlerle milli iradenin sembolü olan Meclis’e de saldırmış ve Meclis’i bombalamıştı.

FETÖ hareketinin kökleri 1970’lere dayanır, özellikle 12 Eylül askeri döneminde adeta özel koruma altına alındı.

12 Eylül askeri hareketi Türkiye’deki tüm ideolojilere, siyasi oluşumlara, dinsel yapılanmalara karşı çıkarken FETÖ’ye dokunulmamıştır.

12 Eylül 1980’den sonra cumhurbaşkanları Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel FETÖ’ye dokunmadılar. Başbakanlar Bülend Ulusu, Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit de FETÖ’yü korudular. İktidar ortakları FETÖ’ye yardımcı olmak için yarışıyorlardı.

Bu FETÖ hareketinin temeli neydi? En önemli nokta, dünya kapitalist düzeni, yeni küresel strateji güçleri FETÖ’nün arkasındaydılar.

  • AKP ise FETÖ için her türlü olanağı yarattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
  • “Ne istediniz de vermedik” cümlesi bu politikanın en önemli noktasıdır.

2016’ya gelindiğinde artık FETÖ hareketi, başta eğitim, kamu bürokrasisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde örgütlenmiş hemen tüm siyasi partilerde, her sektörde ve her alanda etkin bir duruma gelmişti. Artık Türkiye’yi denetleyecek noktaya geldiklerine de inanmışlardı.

15 Temmuz 2016 hareketi bu inancın verdiği cesaretle yapılmıştır. Açıkçası, 15 Temmuz 2016 hareketi dış güçlerin etkin olarak karıştığı bir siyasi operasyon hareketidir.

Bu hareketin üzerinden 7 yıl geçti. FETÖ hareketi temizlendi diyebilir miyiz? Hayır! Örgütün uzantıları yine her sektörde örtülü olarak çalışmalarını sürdürüyorlar.

Bir başka büyük tehdit yeni FETÖ hareketleridir. FETÖ hareketine karşı gelen siyasal iktidar, başka tarikatların aynı metotlarla örgütlenmelerine engel olamıyor, tersine yardımcı oluyor.

Kapitalist dünyanın Türkiye üzerindeki planları bitmez. FETÖ tipi örgütlenmeler de bu konularda kullanmaya elverişli araçlardır.

Bilindiği gibi Cumhuriyet gazetesi FETÖ hareketini ve Türkiye için getireceği “vahim” sonuçları 2000’li yıllardan önce ilk ortaya koyan gazetedir. Gazetemizin eski yazarı Hikmet Çetinkaya bu konuda ilk yazıları yazan öncü gazetecidir.

Cumhuriyet gazetesi FETÖ hareketinden büyük zarar görmüştür. Gazetemizin bahçesine iki kez bomba atıldı. Yazarlar baskı gördü, hapse atıldı.

Başyazarımız İlhan Selçuk, FETÖ savcılarının kumpasları sonucu polis gözetimine alındı; baskılarla karşılaştı. Sonunda kalp krizi geçirdi ve basın şehidi oldu.

15 Temmuz darbe girişiminin 7. yılında durumu ve tehlikeleri bir kez daha belirtmeliyiz:

1- FETÖ yıllar içinde siyasal iktidarın aymazlığı ve desteği ile gelişmiştir.

2- Süper güçlerin güdüm ve desteği ile planlanmış gizli ve tehlikeli bir hareket ve projedir.

3- Erdoğan FETÖ hareketi için “Aldandık” ve “Aldatıldık” diyerek açık bir “mazeret” ileriye sürmüştür.

4- Başarısız darbe girişiminden sonra hareketin liderleri yurtdışına kaçtılar, her tarafta ısrarla çalışıyorlar, uygun ortamı bekliyorlar.

5- Darbe hareketinden sonra boşalan alana 2016’dan bu yana farklı tarikatlar yerleşmeye çalışıyorlar. Siyasal iktidar bunlara göz yummaktadır.

6- Bu gidişle siyasal iktidar bir gün yine “Yeniden yanıldık” diyebilir. Çünkü önlem alınmazsa “tarih tekerrür eder”.

Türkiye iktidar ve muhalefeti ile bu oyunu bozmak zorundadır.

 

Sessiz mutabakata dokunmak

Merdan Yanardağ

11 Temmuz 2023, TELE1 İzleyici Hattı
https://tele1.com.tr/sessiz-mutabakata-dokunmak-875919/

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevi’nde yazdığı yazısının 2. bölümünde tutuklanmasının nedenlerini anlattı.

1- Ben tutuklama ve operasyonda gerekçe yapılan programda, iktidarın ikiyüzlü ve siyasal sahtekârlığa dayalı Kürt politikasını tartıştım ve onu deşifre etmeye çalıştım. İmralı’yı sürekli şekilde bir siyasal müdahale aracı olarak kullanmaya çalışan AKP iktidarının elinden bu silahı almaya kalktım. Bu nedenle saldırıya uğradım. Bu silahın elde tutulmasının yöntemi siyasal alanda da tartışılan ‘tecrit’ diye tanımlanan durumdu. Ben bu alana müdahale ederek, infaz hukukunun herkese adil şekilde uygulanması gerektiğini söyledim. Çünkü “demokrasiler suçluların da haklarının olduğu ve garanti edildiği rejimlerdir” dedim. İşte asıl kıyamet burada koptu.

2-AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu’nun yeni bir açılım sürecinin başlayabileceğini belirten ve Öcalan’a uygulanan ‘tecritin’ Kandil ve Selahattin Demirtaş’ın tutumundan kaynaklandığını ileri sürdüğü sözlerini, programda ele aldım. Konunun gündeme gelme nedeni Ensarioğlu’nun Gazete Duvar internet portalındaki 19 Haziran 2023 tarihli söz konusu röportajıydı. Ensarioğlu, açılım süreci denilen siyasetin başarısızlığa uğramasını da Demirtaş’a bağlıyordu. 20 Haziran tarihli programda bu açıklamanın ne olduğu sorulunca “ iki olasılık var; ya Ensarioğlu Apocu oldu ya da yeni bir açılım siyasetinin zeminini hazırlayabilirler” dedim. Hala aynı fikirdeyim. Ensarioğlu Öcalan’ın ‘anlayışlı’ ve ‘iyi niyetli’ olduğunu da söylüyor ve bir af olasılığından söz ediyordu. Ben siyasi iki yüzlülüğe de dikkat çekerek seçim öncesinde muhalefete yöneltilen ‘PKK’ya af’ ve ‘ terörle işbirliği’ gibi iftiraya dayalı propagandayı anımsattım. Burada söylediğim ‘Apocu olmak’ ve devamındaki birkaç ifade işin ironi dediğim retorik tarafıydı. Esası ise “Öcalan üzerinden bizi tehdit etmeyi bırakın, İnfaz Yasasının gereğini yapın, avukatları ve ailesi ile görüşsün, bizde (AS: biz de) süreç hakkında ne diyor bilelim” dediğim bölümüydü. Evet, kıyamet tam da buradan koptu. Bir devlete kendi infaz kanununun gereğini yap demek ‘suç’ olabilir miydi? Oldu.

3-Kimse bizim yurtseverliğimizi de, toplumculuğumuzu da, adalet ve demokrasi anlayışımızı da sorgulayamaz. İşbirlikçilerin bizi ‘hain’ olmakla itham etmesi traji-komiktir. Kimsenin haddi değildir. Bu nedenle “filozof, zeki adam, siyaseti iyi okumak” gibi hiçbiri suçu ve suçluyu övmek anlamına gelmeyen sözler deyim yerindeyse işin magazinidir. Bu sözlerin ve kavramların çoğu da başta Ensarioğlu olmak üzere AKP’liler ve yandaşlar tarafından daha önce söylenmiş, yazılmıştır. Olayın ‘bam teli’ başka yerdedir.

  • Ben asıl olarak iktidar ve düzen muhalefeti arasındaki sessiz ve kirli mutabakatı bozdum.

Bu fiili bir konsensus (AS: uzlaşı) kuşkusuz. Ancak, iktidarın istediği gibi kullandığı siyasal aracı ona veren bir mutabakat. Bu mutabakat ya da konsensusun sihirli ve yasaklı kavramı ise tecrit oluşturmuştur.

4-Ben sözlerim ve yorumumla iktidarın yeni ve ikiyüzlü bir açılım hazırlığını görünür hale getirdim sanırım. Özellikle yerel seçim öncesinde kullanmaya hazırlandığı bir aracı etkisizleştirmeye kalkıştım. Koparılan kıyametin bir nedeni de budur diye düşünüyorum.

5-Seçimlerden önce hem Tele1 programlarında hem de BirGün yazılarımda vurguladığım gibi; eğer rejim kazanırsa kendisini yıkılmanın eşiğine getiren güçlere ve bunun hazırlayıcılarına karşı saldırıya geçecekti. Şimdi olan budur. Eğer dayanışma ve toplumsal tepki büyütülemezse devamı da gelecektir. Özellikle ideolojik ve kültürel mücadelenin yaşamsal öneminin altını çizenlere, bu mücadeleyi yürütenlere karşı bu saldırı artarak devam edecektir. İşte %48’i konsolide etmenin önemi, bu saldırıyı önleyecek tek güç olmasından kaynaklanmaktadır.

6-Tekrar etmeye gerek var mı bilmiyorum ama ortada hukuken bir suç bulunmuyor. Ne terör eylemini ne de suçundan dolayı teröristi övme gibi bir suç hiçbir şekilde söz konusu değil. Dert başka. Bir devletin kendi yasasını herkese eşit ve adil bir şekilde uygulanmasını istemenin neresinde suç olduğunu göstermek zorundalar. Bunu yapamayacaklar. Buldukları çözüm Nazi hukukunu 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken uygulamaktır. Şaka değil gerçekten de tablo budur.

NAZİ CEZA YASASI / HUKUKU

7-Kendi yasalarını, hukuku, hukuk usullerini çiğneyerek, demokratik hak ve özgürlükleri ayaklar altına alarak, kendi yaptıkları anayasayı bile takmayanlar beni tutukladılar. Böylece muhalefet blokunu da benim üzerimden dağıtmayı denediler. Kısmen başarılı oldukları da söylenebilir. İYİ Partinin durumu bunu gösteriyor. Akşener iktidar havzasına iltica etmek, kapağı Cumhur İttifakı’na atmak için, anti-demokratik karakterini, özünü ortaya koyarak bana yönelik trol saldırısına katıldı. Hatta öncülük etti. Daha önce 6’lı Masayı devirmeye kalkan, 5’li Çete ile demokratik ittifak alanından operasyon yapmaya yeltenen Akşener ve İYİ Partiye karşı biz sert bir yayın yaparak önünü kestik. Bu nedenle bize, bana saldırmak için fırsat kollayan Akşener ve İYİ Parti önüne çıkan boş havuza atlamakta tereddüt etmedi. Bunu unutmayacağım.

8-İslamo-faşist iktidar uzunca bir süredir kendi yasalarını, Türkiye Cumhuriyeti’nin yürürlükteki hukukunu da çiğneyerek, Nazi Ceza Yasasını uyguluyor. Nazi hukuku fiil odaklı değil fail odaklı bir cezalandırma yöntemidir. Yani suça, eyleme ve bunların hukuka uygun olup olmadığına bakmaz. ‘Şüpheli’ olana odaklanır. Kendisi ve rejimi için kimi tehdit olarak görüyor ve rahatsız oluyorsa ona yönelir. Onu cezalandırmaya ve susturmaya çalışır. Bu amaç için gerekirse suç icat eder, uygun bir yasa maddesi yoksa arar, bulamazsa uydurur. Yoruma ve varsayımlara dayalı iddialar ortaya atar, muhalifleri bu gerekçelerle tutuklar. Türkiye’de bugün olup bitenler aşağı yukarı bu durumdadır. Amaç hedef kişiyi etkisizleştirmektir. Osman Kavala olayı bu durumun tipik örneğidir. Nitekim avukat görüşmeleri sırasında karşılaşarak sohbet ettiğimizde kendisinin de bu durumu saptadığını gördüm. Bir avukat arkadaşımızla bana savunmasını gönderdi. Dosya tam bir hukuk faciası örneği. Kavala bu vicdansız ve hukuksuz saldırıya karşı soylu bir direniş sergiliyor. Nedenleri farklı olmakla birlikte benim tutuklanmam da söz konusu Nazi hukukunun bir sonucu diye değerlendiriyorum.

Sonuç olarak                                  ;
dayanışmayı büyütmek, yaymak,
– daha önemlisi demokratik muhalefet blokunu korumak yaşamsal bir önem taşıyor.
Zorbalığa karşı mücadelede tek seçenek bu yoldur.

  • Haksızlık, hukuksuzluk ve zorbalık karşısında asla boyun eğmeyeceğiz.

Demokrasiyi ve hukuku (adil infaz yasasını) savunmaya devam edeceğiz. Buradan başımız dik, güçlenerek çıkacağız.

Yazıyı bitirirken; dayanışmayı gösteren bütün dostlarıma, destek veren bütün yurttaşlarımıza sevgilerimi iletiyorum. Ben iyiyim.

MELTEM TV Programımız : AKP Neden Yapıcı-Barışçı Olmuyor?

Dostlar,

Dün akşam (13 Temmuz 2023, Perşembe) saat 19:35 – 19:57 arasında yaklaşık 22 dakika Meltem TV‘de idik.

Deneyimli ve usta sunucu Sn. Gülgûn Feyman Budak‘ın sorularını yanıtladık.

Hem havaların fiziksel / meteorolojik olarak sıcaklığını hem de ülkemizin başta politik olmak üzere bunaltan ekonomik sorunlarını irdeledik.

Klasik “sıcaklardan korunma” (!) yöntemlerine değindik. Güneş gözlüğü konusu önemli. Güneşten gelen zararlı UV ışınlarını tutmayan (filtre etmeyen, süzmeyen) güneş gözlükleri kullanılMAmalı. Bunların kullanılması, kulanılMAmasından daha zararlı.

Bu tür gözlüklerin üretimine, pazarlanmasına, dışalımına Sağlık Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı izin vermemeli. Biraz pahalı olabilir bu gözlükler, alamayan insanlarımız –ve herkes– yazın mutlaka şapka giysin.. dedik.
***
Öte yandan, aşırı sıcaklar sorunu küresel ve sistematik.

Dünyamız bir İKLİM FACİASI ile yüz yüze ve bu tablo “Antroposen“!

Yani “insan kökenli, sorumlusu sorumsuz – akılsız insanlık..

  • Yabanıl (vahşi) kapitalizm, akıl dışı hızlı nüfus artışı, çevrenin talanı..

İnsanlık aklını başına almak ve yarattığı sürdürülemez faciayı “HIZLA” toparlamak zorunda.. Bunu için derhal

HOMO ENVİRONMENTUM‘a evrilmesi gerek.

Bunu biraz açtık. Hemen, ivedi, yaygın küresel işbirliği ile..

AKP=RTE‘nin 21 yıldır kesintisiz izlediği irrasyonel (us dışı) ve açıkça tarikat – cemaat yanlısı, büyük sermaye güdümünde ve yabancı sermaye yandaşı politikalarının ülkemizi sürüklediği çıkmazı konuştuk ikinci bölümde.

Ülkenin talan edildiğini, gelir dağılımının bozulduğunu, laik kesimden dinci yandaşlara sermaye aktarıldığını, iktidar zenginleri hatta Dolar milyarderleri yaratılarak siyasetin kirli biçimde finanse edildiğini… açıkladık.

AKP’nin bilinçli yoksullaşTIRma politikası güttüğünü, yandaşlarını devlet kaynaklarıyla parti yardımı imiş gibi göstererek desteklediğini, böylelikle, yarattığı derin ve yaygın (dikey ve yatay) yoksulluğu yönettiğini ve bu kesimin (yandaşlarının) oylarını alabildiğini, yoksullaştırmanın seçici olduğunu aktardık. Bu durum siyaset biliminde bir “anomali”!

Ancak makro göstergelerin de olağanüstü bozulduğunu ve temerrüt eşiğine (borçları çevirememe, iflas / moratoryum)  sürüklendiğimiz, devasa “3 Açık” (Cari / Dış Ticaret / Bütçe açığı) içinde şeytan üçgenine savrulduğumuzu anlattık.

Çözümleri sunduk… En başta SERVET VERGİSİ! Yurtdışından örnekler verdik..
Nedensiz ve haksız zenginleştirilen çok varlıkılıların servetlerinden vergi..

  • Onlar böylesine ölçüsüz varsıl/zengin edildikleri için on milyonlarca insan yoksul ve işsiz!

Kimi ölçüsüz, adaletsiz vergiler Anayasa md.2, 10 ve 73’e açıkça aykırı..

İzlenmesini, paylaşılmasını ve ulusun bilinçlendirilmesini, iktidardaki sağduyulu – yurtsever insanlarımızın da bu meş’um (lanetli) gidişe parti içinde “dur” demelerini diliyor, bekliyor ve bu bağlamda tarihsel çağrı yapıyoruz.

Çoooooooookkkkkkkkkk geç olmak üzere…

İzlemek içi tıklayınız lütfen..

Meltem TV ve Sn. Feyman Budak’a teşekkürlerimizle.

Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

KAMUSAL ALANDA KILIK ve ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Lütfü  KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti kurullarının kararı olmadan birdenbire ortaya attığı “Türban Yasası Teklifi” herkesi şaşırttı. AKP lideri RTE, bu açıklamanın üzerine balıklama atladı ve “gollük pas” olarak değerlendirdi, gollük pası Anayasa Değişikliği Yasa Tasarısına dönüştürdü. Dahası bu tasarıyı Meclis’ten geçirebilmek için HDP ile görüşmeyi bile “göze aldı”. Bu kez CHP haklı olarak kılık düzenlemesinin Anayasa maddesi olmaması gerektiğini söylese bile kaldırdığı taşın altında kaldı.

Böyle bir konuyu tartışırken öncelikle bir BÜYÜK YALANI sonlandırmak gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde hiçbir dönemde devlet, kendisine başvuran bir yurttaşın işini yaparken yurttaşın kılığından dolayı ona engel getirmemiştir. Tartışma, kamu adına iş gören, yani devleti temsil eden kişinin kılığı ile ilgilidir ki burada kılık derken olayın özünün yakın geçmişe dek giyim kuşam geleneğinde bulunmayan TÜRBAN olduğunu söylemek gerekir.

Kamu adına hizmet veren görevlilerden asker, polis, bekçi, jandarma, belediye zabıtası, hemşire, ormancı, korucu dışındaki kişilerin temsil ettikleri devlet adına bir otorite sağlamalarının adıdır kamusal kılık. Bir devlet dairesine girdiğinizde kiminle muhatap olacağınızı seçme kolaylığıdır her şeyden önce. Bir hastaneye gittiğimizde kimin hekim, kimin hemşire, kimin hasta yakını, kimin güvenlik görevlisi olduğunu nasıl anlayacağız? Okullarda öğrenci kılığının serbest bırakılmasının ardından “özgürlük” adına (için) öğretmen ve okul yöneticilerinin de kılıklarının serbest bırakılması tam bir kargaşa yarattı ve bir karış sakallı öğretmenden, kara çarşaflısına,  şalvarlısına dek her tür yakışıksız kılıkları eğitim için gönderdiğimiz yavrularımızın okullarımızda görür olduk.

Kamu çalışanlarının kılıklarının henüz devlet terbiyesine uygun olmasının zorunlu olduğu dönemlerde kimi kadın öğretmenlerin ders zili çalmadan önce bahçede türban ile dolaşmaları o yıllarda buna göz yuman sözde okul yöneticileri tarafından “o gördükleriniz öğretmen değil öğrenci velisi” aldatmacası yaptıklarını çok iyi anımsıyoruz. Türban da benzeri yöntemle bir oldu-bitti biçiminde kamusal düzenin içine yerleştirildikten sonra TBMM’de görüldü ve kabullenildi.

OSMANLI’DA NASILDI?

Altı yüz yıl yaşayan Osmanlı Devletinde kılık kıyafet düzenlemesi var mıydı ve nasıldı? Osmanlı Devleti’nin kurucusu adını aldığı Osman Gazi olarak bilinse de devletin esas kurucusu Orhan Bey’dir. Devletin gerçek simgesi olan düzenli ordu ve sikke (devlet adına para) Orhan Bey ile başlar. Osman Gazi’nin oğullarından Alââddin Bey yaşça büyük olmasına karşın bir çeşit rıza ile, kurulmakta olan devletin başına kardeşi Orhan Bey geçer. Alââddin Bey Vezir olur. Alââddin Beye Bursa’nın batısında bulunan Kite bölgesi yurt olarak verilir ve burası yakın zamana dek Alââddin Bey Köyü (şimdi Büyükşehirin mahallesi) olarak anılır. Kendisi Bursa’nın kurulu olduğu Tophane semtindeki Hisar içinin batısında, Cilimboz vadisine bakan Alââddin mahallesinde oturur. Burada kendi adına bir Cami yaptırılır. (Bu dizelerin yazarı, Hisar’daki Alââddin Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır).

Alââddin bey vezir olarak devleti örgütlemeye koyulur. Askeri sivilden ayırmak için özel giysi (kıyafet) giymelerini sağlar. Beyaz bir külah giyilir. Bu aynı zamanda askerin şerefini de simgeler.. İlk sikke (para) bastırılır. Devlet bürokrasisinin temelini oluşturan Enderun Mektebi‘nin ve devşirme askerlerin başlangıcı, sürekli ordunun temeli Yeniçeri Ocağı oluşturulur. Savaş zamanı devreye giren Sipahilerin temeli de bu sırada atılır. Bütün bu görevlilerin kılık kıyafeti belirlenir. Vezirlerin, askeri komutanların, Enderun’dakilerin derecelerine göre sarıkları ayrı ayrı belirlenir. Alââddin bey bu yapılanmayı Çandarlı Kara Halil Paşa ile birlikte yapar. Kara Halil Paşa, Osmangazi’nin kayınpederi Edebali’nin bacanağı olur. Devlet görevlileri böylece, halktan insanlarla kılıkları ile ayrılmış olur.

Aynı yapılanmayı, bizim Deli Petro dediğimiz Rus imparatorluğunun örgütleyicisi Büyük Petro da yapar. Öbür ülkelerde de düzenlenmiş kılık, kamusal simge durumuna getirilmiştir. Kıravatın bulucusu Hırvatlar, XIV. Lui döneminde Fransa’da paralı askerlik yaparlarken kendilerini öbür askerlerden ayırmak için kıravat takarlardı. Mustafa Kemal Atatürk de Cumhuriyet’i kurarken 1925 yılından başlayarak salt kamusal görevlerdekilerin kılıklarını düzeltmeye yönelik değil, halkın da düzgün bir kılıkla dolaşması için yoğun bir çabaya girişti ve kendisi bir rol modeli oluşturdu. Bu modeli oluştururken folklorik bir kılık oluşturma çabasına girişseydi, yüzlerce yerleşim yerindeki farklı kılıklar yine birlik oluşturamayacaktı. Erkeklerde de kravatı simgelerden biri haline getirdi.

Cumhuriyet devrimlerine saldırılar sistemli duruma gelmeden önce Atatürk’e ve devrimlerine cepheden saldıramayanlar, kılık – kıyafet devrimlerine karşı saldırıya geçti. TBMM İçtüzüğünde “Meclis toplantılarına kıravatla girilir” hükmünü akılları sıra delmek isteyen ve artık adları unutulmuş 2 milletvekili, farklı zaman aralıklarında kıravatı boynuna değil bellerine bağlayarak oturumlara katılmayı denediler. Zaman içinde tutucu partiler bile kıravata alışmışken, bu kez halkçılığın kıravatı atmaktan geçtiğini sanan bir genel başkan adayı, Atatürk’ün partisine Genel Başkan adayı olduğu kurultayda kravatı attı ama sırtına geçirdiği gömleğin fiyatının o günkü bir aylık asgari ücretten pahalı olduğunu unuttu. Cumhuriyet devrimlerine en ağır saldırıların başladığı 12 Eylül faşist darbesinin ürünü Turgut Özal plaj şortu ve şıpıdık terlik ile askeri birlik denetlemeye kalktığında, tören kıtasına komuta eden subayın, birliğine “geriye dön, marş!” komutu vermeyip selam durması, bu yoldaki adımları hızlandırdı ve bugünlere geldik.

TÜRBAN BİR ÖZGÜRLÜK DEĞİL ESARET (TUTSAKLIK) SİMGESİDİR

Gelelim konunun çıkış noktası olan türban sorununa. Kutsal kitap yorumcuları bu konuda net bir ayet gösteremeseler bile, türban savunucuları kadınların saçının başkaları tarafından görülmesinin dince yasak, günah olduğunu söylüyorlar. Buradan hareketle de türban takma “özgürlüğünü” yıllarca ısrarla savundular ve oldukça önemli yol aldılar. İnsan aklı ile alay ederek, dinsel bir yasağa uyma “özgürlüğü” mücadelesi verirken, kadınların diledikleri gibi giyinme özgürlüğünü neredeyse ellerinden aldılar. Hiç kimse bu özgürlük ve yasak çelişmesi (paradoksu) üzerinde yeterince durmadı.
(AS: İlahiyatçı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz; “Başörtüsü Fetvaları tümüyle düzmecedir!“)

Her şeye karşın kadınlarımız  çalışma yaşamında ve özellikle kamusal alanda büyük ilerleme ve kazanımlar elde ettiler. Tarihin tekerleğinin ilerlemesinde geçici duraksamalar olsa da, kadınlarımız yaşamın her alanında yeniden yer alacaklar ve gelecek kuşakların yetiştiricileri olarak kendilerinin önünü açan Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkacaklardır.

Seçimler-7: “Torba koalisyonu” ve muhalefet hakkı

13.07.2023, BİRGÜN

Cumhur İttifakı (Cİ) adıyla AKP-MHP koalisyonu, 27. Yasama döneminde  “torba kanun koalisyonu” işlevi gördü. 28. Döneme aynı yöntemle hızlı başlayan Cİ, 2/12612 sayılı ilk torba yasa önerisine birbiriyle hiç ilgisi olmayan konuları doldurarak ve uzmanlık ilkesini tümüyle yadsıyarak Bütçe ve Plan Komisyonu’nu yine bir “torba komisyon” olarak  kullanmaya başladı.

Ders çıkarılması gereken 27. dönem tuzakları ve yasama belleğini yok sayan ayak oyunları, 28. dönemde bu denli hızlı başladığına göre daha da yoğunlaşacak demektir.

Torba öneriye eklemeler, –kendi vekillerini de dışlayarak– geri çekmeler ve torbalar arası geçişler, dayatma ve zaman baskısı, Cİ’nin bilinen taktikleri.

Bu nedenle, nitelikli yasama için mücadele, muhalefetin hakkı değil yalnızca, sorumluluğu ve  varlık sorunu.

CHP, Yeşil Sol P., İyi P., Saadet P. içinde komisyon ön toplantıları ve kapalı grup toplantıları yanı sıra, TBMM muhalefet grupları arasında eşgüdümün önemi yaşamsal. Komisyon ve Genel Kurul aşamalarında izlenmesi gereken yol ve yöntem nasıl olmalı?

KOMİSYON AŞAMASI

Üyelerin hepsi başından sonuna dek Komisyonda hazır olmalı. Komisyon üyesi olmayan, ancak yasa önerisi ile ilgili vekiller de katılmalı.

Komisyonlarda tekliflerin ilk önce  Anayasa’ya uygunluk incelemesi için kararlı tavır koyulmalı.

  • Torba yasa uygulamasına, kesin ve ortak bir tavırla karşı çıkılmalı.

İlgili yasa önerisinin konusuna göre yasama etki analizi, Anayasa’ya uygunluk incelemesi ve çevresel etki değerlendirmesi olmak üzere üçlü analizde direnilmeli.

Yasa önerisi geneli üzerine görüşme sırasında pek rahat olan ve Komisyona az sayıda katılan Cİ vekilleri, bu gevşekliklerini, kimi zaman madde görüşmelerinde de sürdürdüklerinden, oylama sırasında çoğunluğun bulunmadığı fark edilince Komisyon başkanı, oylama yerine oturuma ara vermekte. Bu tür durumlarda dört Parti grubu, Komisyon başkanını oylamaya zorlamalı.

Değişen zaman gereksinimleri bahanesiyle hızlı ve sıkça yasa çıkarma alışkanlığı karşısında, kalıcı ve nitelikli yasa ereğinde müzakere süreci işletilmeli.

Muhalefet şerhleri (karşı oy yazıları), -anayasallık sorunu dahil- sistematik biçimde yazılmalı.

GENEL KURUL

Genel Kurul’da, ilgili Komisyon üyeleri sürekli hazır bulunmalı ve uzlaşmaya bırakılan maddeleri ve son dakika eklemelerini uyanık  biçimde izlemeli.

Torba yasa önerileri, temel kanun olarak görüşülmemeli.

Anayasallık sorunu üzerinden, tek kişi yönetimi öngören Anayasa değişikliğinin sürdürülemez özelliği de gündemde tutulmalı.

Maddeler üzerinde konuşurken, konu dışına çıkılmamalı.

Genel Kurul’da geri çekilen maddelerin, bir başka torbaya (uzlaşma arayışına gidilmeden) aynen konulmasını önlemek için ilgili Komisyon sözcü ve üyeleri, öbür Komisyon sözcüleri ile iletişim içinde olmalı.

Muhalefet grubu vekilleri, yalnızca yasa görüşmelerinde değil, araştırma önergeleri görüşülürken de Genel Kurul’da bulunmalı.

Belli konularda Anayasa’ya ve kamu yararına aykırı yasama faaliyetini sürdürmekte kararlı olan AKP-MHP ittifakının bu tavrı kamuoyuna sistematik biçimde teşhir edilmeli; buna karşılık yapıcı muhalefet, somut yasa önerileri eşliğinde kamuoyuna yansıtılmalı.

(AYM iptalleri ardından oyunlar ve toplumsal muhalefet sorunu, ayrı yazıların konusu).

YASAMA BELLEĞİ

2017 kurgusu ile Türkiye’nin anayasal ve siyasal belleğini silmek isteyenler, altı yıldır yasama belleğini silme yarışında.

Oysa TBMM, anayasal ve siyasal bellek mekanı.

Bu nedenle demokratik muhalefet, Cİ’nin torba tuzaklarına  karşı pek uyanık olmalı. Yasama belleği bakımından 27. ve 28. dönemler arasında “fay hattı” yaratan özellikle CHP ve öteki partiler, muhalefet hakkı özneleri olarak tarihsel sorumlulukla karşı karşıya. Partilerin tikel yaşarkalma (beka, sağkalım) sorunu ise, yükümlülüğü ağırlaştırıyor.

Halkı yoksullaştırmak için araçsallaştırılan TBMM’yi Saray paryası olmaktan çıkarmak, demokratik muhalefetin Cİ’nin paryası olmaması ölçüsünde olanaklı.

Bunun için, Anayasa andı’ yeterli ortak payda; yeter ki siyasal irade olsun.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 12 Temmuz 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

RABİA

RTE, “Darbeci, katil, firavun” dediği, ona karşı “Rabia”yı sembol (simge) yaptığı Sisi’yi ülkemize davet etti.

Bu kardeşiniz görevde oldukça hangi sözünü tuttu?…

YALAMA

RTE, İsveç’in NATO üyeliğini de kabul etti.

Onca efelenmeden sonra yine tükürdüğünü yaladı…

AYDINLIK-VATAN

RTE’ye ABD-Emperyalizm karşıtı gömlek giydirip kuyruğuna takılan, muhalif herkesi ABD gemisine binmekle suçlayan Vatan P. ve yayın organları hayal (düş) kırıklığı içinde.

Hayal aleminde yaşayanların sonu…

İMAM

47 İmam-Hatipli öğrenci LGS’de tam puan (500) almış.

Kesinlikle bileklerinin hakkıyla olmuştur!..

BADEM

RTE’nin posterine bıyık çizen 16 yaşındaki çocuğa bir yıl üç ay hapis cezası verildi.

Dokunma bademe!..

MTV

Bu ay ödediğimiz MTV “Bir kereye mahsus” denerek ikinci kez alınacak.

AKP’de adettir, bir kereden bir şey olmaz!..

AKIL

Şimşek Bakan olunca, “Akılcı kararlar” alacağını söylemişti.

Aklı (vatandaşın ihtiyaçlarına) zamdaymış…

GÖTÜRME

Kılıçdaroğlu, “Götüremez bunlar, gidecekler”.

Götürmede üstlerine yoktur…

YÜZSÜZ

CHP’li Başarır Ak Çelebi’ye, “Rüzgar gülü… Aleyhinde konuştuğun Yanardağ, Fetö kumpasında seni savundu.. Sokağa çıkmaya utanmalısın” dedi.

Utanması için yüzü olması gerekiyor…

EZME

RTE, vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğini söyler durur.

Ezmeyi geçtik, toz haline gelmek üzereyiz…