Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

NKP

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 78. yıldönümü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı. Nükleer silahlanmanın gün geçtikçe gelişme ve artış gösterdiğine dikkat çekilen açıklamada, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışının hızlandığı vurgulandı. Açıklamaya yazımızın devamından ulaşabilirsiniz.
***
NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BASIN AÇIKLAMASI

HİROŞİMA`NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR!

ABD`nin 2.Dünya Savaşı`nda Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı nükleer bombaların üzerinden tam 78 yıl geçti. Emperyalist kapitalizm, yok etme hırsıyla ürettiği insanlığın gördüğü en korkunç silahı gözü kara biçimde kullanmış ve yüzbinlerce insanı çevresiyle birlikte katletmiştir. İnsanlık suçu oluşturan bu kırımın hesabı ise hiçbir zaman sorulamamıştır. Dünyanın ilk atom bombası saldırısının acısı ve dehşeti unutulmazken;  gün geçtikçe gelişme ve artış gösteren

  • Nükleer silahlanma, küresel güvenliğe yönelik insanlığı doğasıyla birlikte yok edecek tehlikenin tırmanışını hızlandırmıştır.     

Başını ABD-Batı-NATO`un çektiği kapitalist-emperyalist saldırganlık ve yayılmacılık, ekonomik, toplumsal, kültürel, bütün alanlarda engel tanımamakta, sürekli çatışma ve savaş riskleri doğurmaktadır.

Hiroşima ve Nagazaki saldırısının ardından nükleer silahların üstünlük ve caydırma özelliğine tanık olan kapitalist ülkeler, nükleer silah üretimi ve nükleer santral faaliyetlerine ağırlık ve hız vermiştir. Yapılan araştırmalar, insanlığın geleceğini doğrudan ilgilendiren nükleer silahlara ilişkin tedirgin edici rakamları ortaya koymuştur.

  • ABD,
  • Rusya,
  • Çin,
  • Fransa,
  • Birleşik Krallık,
  • Pakistan,
  • Hindistan,
  • İsrail ve
  • Kuzey Kore‘`de yaklaşık 13000 nükleer başlık bulunmaktadır.

Bunlardan bir bölümü karşılıklı anında otomatik ateşlenebilecek biçimde konuşlandırılmıştır. Yine Avrupa`da İtalya, Türkiye, Belçika, Almanya ve Hollanda topraklarında ABD-NATO nükleer silahlarını barındırmaktadırlar (Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü‘nün (SIPRI) 2023 yılı raporu, ICAN kaynakları).

Batı yayılmacılığıyla kışkırtılan Rusya ve Ukrayna savaşı ile birlikte iki ülke arasında giderek tırmanan şiddetin her an nükleer bir savaşa dönmesi ihtimali ciddi bir tehdit olarak tüm dünyanın ortak sorunu haline gelmiştir. Bu ülkelerdeki nükleer santrallerin hedef alınması büyük facialara neden olacaktır. Nükleer savaşın kazananı olmayacağı, böyle bir savaşın insanlığın sonu olacağı açıkken “gerekli görülmesi halinde nükleer silah kullanmaktan kaçınılmayacağı” yönünde yapılan açıklamalar, küresel güvenlik kaygılarını büsbütün artırmıştır.

Ülkemizde ise nükleer silah ve nükleer santral hayalini eyleme dönüştürme çabası içinde bulunan siyasal iktidar, bölgede yaşanan çatışmalar ve savaşlara karşın emperyalizmin saldırı örgütü NATO`nun nükleer paylaşımı kapsamında nükleer kitle imha silahlarına ev sahipliği yapmakta bir sakınca görmemektedir. Bu silahlar ülkemiz ve bölge halklarını açıkça hedef durumuna getirerek tehdit etmektedir.

Ülkemiz topraklarında konuşlandırılan ABD-NATO nükleer silahları derhal ve tümüyle çekilmeli, İncirlik Üssü nükleer silahlardan arındırılmalıdır. 

Dünya insanlığının nükleer silahlarla yok olma tehdidinden kurtarılması, bölge ve dünya barışının sağlanması ve barış ortamının korunması için Birleşmiş Milletlerde ezici bir çoğunlukla 2017 yılında kabul edilen

  • Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması daha fazla vakit yitirilmeden imzalanmalı ve TBMM gündemine alınarak onaylanmalıdır.

Öte yandan; Türkiye`nin de taraf olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlemesi Anlaşması`na (NPT) tüm ülkelerin yükümlülüklerine samimiyetle uymasıyla daha güvenli bir gelecek sağlanacağı unutulmamalıdır. 1970`de kabulünden bu yana, bu temel anlaşmanın maddeleri arasında bulunan nükleer silahları giderek azaltma-kaldırma çabaları ve başka ülkelere konuşlandırmama hükümlerine yıllardır uyulmamaktadır.

Toplumsal hiçbir faydası olmayan, yaşamsal riskler barındıran Mersin`de deprem fay hattı yakınında inşa edilen, meydana gelen aksaklıklarla daha şimdiden tehlike yaratan

  • Akkuyu Nükleer Güç Santralı başta olmak üzere,
  • Sinop ve Kırklareli`nde kurulması planlanan santral ile
  • nükleer silah projeleri durdurulmalıdır.

Yayılmacı, sömürü düzeni ekseninde insanlığın geleceğini tehdit eden savaş ve paylaşım planlarına karşı günümüzde olmadığı kadar güçlü bir barış hareketine ihtiyaç olduğu hatırlanarak, nükleer santrallar ve nükleer silahlara yatırım yapan, bu araçları canlıların, doğanın yaşam hakkına karşı kullanan, nükleer güç sahiplerine karşı ortak tutum alınmalıdır.

Dünyanın en önde gelen 100 kadar tıp dergisinin yöneticileri, uzman yazarlarla birlikte, Hiroşima kırımının 78. yıl dönümü münasebetiyle yaptıkları ve bütün dünya medyasında yayınlanan ortak açıklamada, bütün sağlık meslek mensuplarını ve dünya kamuoyunu büyüyen ve acil duruma gelen insanlığı yok edecek bir nükleer savaş tehdidine karşı nükleer silahların yasaklanması çalışmalarını desteklemeye çağırmıştır (https://peaceandhealthblog.com/2023/08/02/medical-journals-issue-urgent-call-for-elimination-of-nuclear-weapons/#more-6067).

Nükleer Karşıtı Platform olarak, Hiroşima ve Nagazaki`de yaşamlarını yitirenleri saygıyla anıyor,

  • Silahlanmaya ayırılan bütçenin ekonomik krizin derinleştiği, yaşamlarına yoksullukla mücadele eden halkımızın; beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılması için siyasal iktidar ve tüm muhalefet partilerini sorumluluğa, yurtta ve dünyada barış ve silahsızlanma çalışmalarını içtenlikle güçlendirmeye çağırıyoruz.
  • ABD-NATO nükleer silahları derhal ülkemizden temizlensin!
  • Türkiye zaman geçirmeden Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşmasını imzalasın!
  • Yurtta Barış, Dünyada Barış!
  • Nükleere İnat Yaşasın Hayat!

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM BİLEŞENLERİ
05.08.2023, HİROŞİMA’NIN 78.YILINDA KÜRESEL GÜVENLİĞE YÖNELİK TEHLİKE TIRMANIYOR! | NKP

=============================
Bizim katkılarımız…

Image

Image

(19) Cem GÜRDENİZ (@cemgurdeniznet) / X (twitter.com)

 

Hiroşima’ya atom bombası atılışının 78. yıldönümünde

Merhum Prof. Dr. Rona Aybay hocamızı özlem, şükran ve saygı ile anarak,

  • Hiroşima’ya atom bombası atılışının 78. yıldönümünde

başlıklı yazısını 78. yılda bir kez daha yayınlıyoruz..

Dr. Ahmet SALTIK
06 Ağustos 2023
======================================================

PROF. DR. RONA AYBAY

06 Ağustos 2021, Cumhuriyet

 

Tam 76 yıl öncesinin bugünlerinde, milyonlarca insanın ölümüne, sakat kalmasına, canını kurtarmak için yerini yurdunu bırakıp göç etmesine yol açan İkinci Dünya Savaşı bitmiş gibiydi. Sovyetler Birliği askerleri, Berlin’e girip orak-çekiçli bayrağı çekmişler, Nazi faşist saldırgan savaşın mimarı Hitler intihar etmiş, Almanya teslim olmuştu. Böylece, çok kanlı ve zalim bir savaş faşist güçlerin yenilgisiyle sona eriyor, insanlık tarihinde yeni bir dönem başlıyordu.

Savaşın getirdiği bütün maddi manevi yıkıntılar, apaçık ortadaydı ama Avrupa’da halklar her şeye karşın savaşın sona ermesinden dolayı sevinçliydi. Ancak Nazi Almanya’sının müttefiki Japonya cephesinde durum çok farklıydı. Japonya, aldığı yenilgilere karşın, teslim olma eğilimi göstermiyor, karşısındaki, başta ABD olmak üzere müttefik güçlere karşı savaşı sürdürüyordu.

İşte bu ortamda, İkinci Dünya Savaşı boyunca ABD Başkanlığı görevini yapmış olan Franklin D. Roosevelt’in 12 Nisan 1945 günü ölmesi üzerine, onun yerine geçen, yardımcısı Harry S. Truman’ın kararıyla dünyada ilk kez bir nükleer bomba Japonya’nın Hiroşima kenti üzerinde patlatıldı.

6 AĞUSTOS 1945 SABAHINDA HİROŞİMA

Hiroşima halkı, hava saldırısı alarmlarına alışkındı. O sabah alarm 7.30’da kaldırılmıştı. Hava saldırılarının gece yapılmasına alışmış olan halk, savaş zamanının sıkıntılarıyla da olsa yeni bir güne başlıyordu.

O sıralarda B-29 tipi bir ABD savaş uçağı Hiroşima’ya yaklaşmaktaydı; uçakta tarihte ilk kez bir kente atılacak “atom bombası” yüklüydü. Uçak tam saat 8.15’te Hiroşima üzerinde atom bombasını attı. Hiroşima halkı bir anda yukarıdan aşağı gelen, gözleri kör edici bir parlaklık ve sıcak dalgası ile aşağıdan sağır edici bir gürültüyle gelen sarsıntı arasında kalmıştı! Dünyada ilk kez bir kent üzerinde patlatılan atom bombası, Hiroşima’yı adeta haritadan silmişti. Onun yerinde yükselen alevler ve göğü görünmez hale getiren kara duman bulutları vardı artık! Binlerce kişi ilk anda can vermişti; sağ kalabilenler, toza, toprağa ve kana bulanmış halde çaresizlik içindeydi.

Sonraları, ilk anda ölenlerin (AS: 70 bin kişi!) görece “talihli” olduğunu düşündüren bir olgu ortaya çıktı: O zamana kadar görülmemiş radyasyon hastalıkları… Saçlar dökülüyor, diş etleri kanıyor, lenf bezlerinde, kemik iliklerinde daha önce bilinmeyen hastalıklar görülüyordu. Tıp çaresizdi. Hastalar, birbiri ardına ölüyordu.

ATOM BOMBASI MÜZESİ

1990 yılının ocak ayı, eşimle birlikte Hiroşima’da Atom Bombası Müzesindeyiz. Müze atom bombası felaketinden 10 yıl sonra açılmış; bombanın yarattığı yıkımı gösteren türlü nesneler sergileniyor: bir anda yanıp kül olmuş okul çocuklarının sıcaktan yamru yumru olmuş sefer tasları, radyasyon karşısında hiçbir anlamı olmayan ilk yardım çantaları ve öteki tıbbi malzemeler, resimler, grafikler vb. Bunlar arasında biri var ki, bakınca yüzümüze bir tokat atılmış gibi oluyoruz: Atom bombası patladığı anda bir mermer merdivende oturmakta olan bir insanın gölgesi kalmış mermer üzerinde!

Japonlar, çok soylu bir davranışla, bütün bunları, hiç abartmadan, düşmanlığı değil de barışı ve dostluğu öne çıkaran bir anlayışla sergilemişler. Zaten müzenin adı da “Barışı Anımsayıp Yüceltme Müzesi!” Gördüklerimizden o denli duygulanmış durumdayız ki gözyaşlarımızı birbirimizden gizlemeye çalışıyoruz. Ziyaretçi defterine Nâzım Hikmet’in dizelerini güçlükle yazıyorum:

  • “Amca, teyze bir imza ver; çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.” 

Müzeyi her yıl 1.5 milyon insan ziyaret ediyormuş. Her yıl 6 Ağustos’ta müzenin olduğu büyük parkta barış töreni yapılıyor, barış çanları çalınıyor, “Hiroşima’lar olmasın” (No more Hiroshimas) diye başlayan barış bildirisi okunuyor. Barış Parkında, dünyanın çeşitli ülkelerinden armağan edilmiş, barış temalı heykeller var. Türkiye’den bir şey var mı diye bakıyoruz. Yok!

“Olmalı!” diyorum. Yurda döner dönmez konuyu dostum Prof. Dr. Selçuk Erez’e açıyorum. Onun aracılığıyla İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e konuyu iletiyoruz. İlgileniyor. Zamanın İstanbul Belediyesi Genel Sekreteri, sınıf arkadaşım Alev Coşkun da yardımcı oluyor ve karar veriliyor: İstanbul halkı adına, Hiroşima’ya bir barış heykeli gönderilecek. Ama ortada henüz heykel yok! Selçuk Erez, ünlü heykelcimiz Haluk Tezonar’a konuyu açıyor. Onun da ilgilenmesi üzerine atölyesindeki heykellerden uygun birini seçiyoruz: Kolları birbirine dolanıp, göğe uzanmış iki el! Nükleer silaha isyanı ve aynı zamanda barışa özlemi anlatan anlamlı bir yapıt olabilir diyoruz. Tezonar’ın izniyle heykelin adını ben koyuyorum:

  • “Eller birleşsin barıştan yana” 

Çok sevinçliyiz ama birden bire karşımıza bir sorun çıkıyor: Heykel bronzdan yapılmış, çok ağır bir yapıt. Onun Hiroşima’ya taşınması için gereken para, altından kalkamayacağınız kadar büyük bir yük.

Sonunda, o zamanki THY Genel Müdürü Cem Kozlu’nun yardımıyla, heykel Hiroşima’ya uçuruluyor. Ben de heykelin açılış törenine, Tokyo Büyükelçimiz Umut Arık’la birlikte katılıyorum. O günden sonra, Hiroşima Barış Parkını ziyaret edenler, Türkiye’den gelmiş bir heykel görüyorlar; tabelasında Türkçesinin yanında İngilizcesi ve Japoncası da yazılmış:

  • “Eller birleşsin barıştan yana”

YAŞ kararları

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
E. Tuğgeneral
4 Ağustos 2023

Bu sene verilen YAŞ kararları konusunda (E) Dr. Tuğgeneral Cihangir Dumanlı’nın 4 Ağustos 2023 tarihli internetteki gruplara dağıttığı yazısı aşağıdadır.

YAŞ kararları

Bu yılın Ağustos YAŞ’ı sekiz sivil ve dört askerle toplandı.
Görev alanları general/amiral terfileri ile ilgisi olmayan CB Yardımcısı, Adalet, Dışişleri, Hazine ve Maliye, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanları TSK’nın yeni komuta kadrosunu belirlediler.

K.K.K.lığı yapmamış bir Ordu Komutanını Genelkurmay Başkanı yaptılar. Hayırlı olsun.

Şimdi sorulması gereken sorular şunlar                :

1) Askeri bilgi ve deneyimleri sınırlı bu Bakanlar terfilere hangi kriterlere (ölçütlere) göre karar verdiler?
2) Terfi edenlerin mesleki yeterliliklerini nasıl değerlendirdiler?
3) Bütün diğer kurumlarda olduğu gibi TSK’da da kendi siyasi görüşlerine yakın olanları mı tercih ettiler?
4) Terfi edecek albay ve general/amirallerin mesleki performanslarını yakından
değerlendirebilecek durumdaki orgeneral/oramiraller YAŞ’tan neden çıkartıldı?
5) Bundan sonra terfi sırasındaki albay ve general/amirallerin mesleki yeterliliklerini kendi komutanlarına göstermek yerine iktidar partisine yakın görünme çabaları nasıl önlenebilecek?
6) Kuvvet komutanlığı yapmamış bir orgeneral Genelkurmay Başkanı yapılarak askeri hiyerarşi ve gelenek niçin bozulmuştur?
7) Siyasi iktidar değişirse yeni iktidar bu general / amiralleri “ eski iktidarın adamları” olarak görmeyecek mi?
8) Bu, Orduya siyasetin sokulması değil midir?
Bir, Orduya siyasetin sokulması o Orduya yapılabilecek en büyük kötülüktür. Harp tarihi bunun acı örnekleri ile doludur.

Bu YAŞ, 15 Temmuz hain darbe girişiminden hemen sonra (31 Temmuz 2016’da) yayınlanan
ve TSK’nın yapısında köklü değişiklikler yapan 669 sayılı KHK’nın gereğidir.

Bu kapsamda YAŞ’ın yapısı değiştirilerek Ordu’ya siyasetin girmesine olanak sağlanmıştır.
TSK’da yapılan değişiklikler “yeni bir darbe girişiminin önlenmesi” veya “Silahlı Kuvvetlerin sivillerce kontrolü” amaçlarını aşmış, iktidarın kendi ordusunu oluşturma çabasına dönerek doğrudan TSK’ya zarar verici boyuta ulaşmıştır.

Devletin diğer kurumlarında liyakat yerine sadakatin esas alındığı bir gerçektir.

Diğer kurumların siyasileştirilmeleri de sakıncalı olmakla birlikte, aynı şey TSK’da yapılırsa 86 milyonun güvenliği demek olan ulusal güvenliğimiz tehlikeye girer ve telafisi imkânsız kötü sonuçlar doğurur.

Belirsizlikler ve risklerle dolu uluslararası güvenlik ortamında böyle bir şeyin yapılması büyük yanlıştır.

Yeni komutanlara başarılar dilerim, selefleri gibi orduyu siyasete alet etmemelerini;
hükümetin değil, devletin ordusu olduğunu unutmamalarını umarım.
=======================
Dostlar,

Sayın E. Tuğgeneral Dr. Dumanlı’nın 28 Şubat hakkında bir irdelemesine de web sitemizde daha önce yer vermiştik..

28 Şubat Davası | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK

Nijer

Hüsnü Mahalli

Başka bir açıdan

 

Geçen hafta Rusya’nın Petersburg kentinde Rusya-Afrika Zirvesi toplanmıştı. 2019’da Soçi’de yapılan ilk zirveye 43 lider katılırken ikinci zirveye yalnızca 17 lider katıldı. Geri kalan ülkelerden bu kez, Bakan ve daha alt düzeyde temsilciler geldi .

Peki neden böyle oldu?

Çünkü ABD, İsrail ve Afrika’nın eski sömürgeci ülkeleri yani Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İngiltere Afrikalı liderleri tehdit ederek zirveye katılmalarını engellemişti. Bu da çok kolaydı çünkü yalnızca Fransa’nın eski sömürgelerinden 14 ülke iktidarları, imzalanan anlaşmalardan dolayı uranyum, altın, petrol, elmas ve benzeri yeraltı zenginliklerinin satılmasından elde ettikleri gelirlerin %80’i Fransa Merkez Bankasında tutmak zorundaydılar.

Yılda yaklaşık 500 milyar dolar!

Bu 500 milyar dolar için Fransa bırakın bu 14 ülkeyi belki de 114 ülkeyi karıştırıp savaşa sürüklemekten geri kalmaz ve kalmayacaktır.

“Arap Baharı” sürecinde Fransa’nın Libya, Tunus ve Suriye’deki rolü farklı bir formatta gelişmişti ama Paris ve emperyalizmin diğer başkentlerinin rezilliği asla son bulmayacaktır.

Birinci Dünya Savaşı bitiminde ve Osmanlı’nın dağılması öncesi ve sonrasında İngilizlerle birlikte Sykes – Picot , Sevr ve diğer anlaşmalarla bizim coğrafyanın haritalarını çizen Fransızlar genetik ruh hastalıklarından asla vazgeçmeyeceklerdir.

Dönelim Rusya- Afrika Zirvesi’ne..

Emperyalist ülkeler zirvenin başarısız olması için uğraşırken ilk tokadı Nijer’de yediler. Cezayir, Libya, Çad, Nijerya, Benin, Burkina Faso ve Mali’ye komşu 1.3 milyon km2 yüzölçümlü Nijer’de yaklaşık 24 milyon insan yaşıyor ve çoğu açlık ve sefalet içinde.

Petersburg Zirvesi’nin 2. gününde yani 26 Temmuz’da eski Fransız sömürgesi Nijer’de askerler darbe yaparak Fransa’nın Afrika’daki en önemli adamlarından biri olan Muhammed Bazum’u devirdi. Fransa, ABD, AB ve onların Afrika’daki adamları kıyameti kopararak askeri müdahale tehdidinde bulundu. Bu tehditler karşısında Mali ve Burkina Faso’dan destek alan darbeciler ülkede bulunan Fransız üslerini kapattı ve Uranyum ve benzeri madenlerin ihracatını durdurdu.

Paris daha da çıldırdı.

Peki neden?

Fransa’da 56 nükleer reaktör var. Ülkenin tükettiği elektriğin %75’i karşılayan bu reaktörlerin kullandığı uranyumun %25-30’u Nijer’den sağlanıyor. Nijer; uranyum üretimi bakımından Kazakistan, Kanada ve Namibya’dan sonra dünyada dördüncü sırada. Buna paralel olarak AB ülkeleri de gereksinim duydukları uranyumun %25’ini Nijer’den sağlıyor ve bu uranyumu çıkaran şirketlerin tümü Fransız. Tıpkı altın, kömür ve elmas alanında faaliyet gösteren diğer şirketler gibi.

Başka!

İşin ekonomik ve elbette stratejik (elektrik üretimi) boyutunun yanı sıra Nijer’in Fransa için öneminin başka bir nedeni de askeri konular. Son iki yılda Mali ve Burkina Faso’dan kovulan Fransız askerler Nijer’e taşınmıştı. Fransa’nın Nijer’de Mirage savaş uçaklarıyla Reaper casus ve özel operasyon uçakları bulunuyor. Fransa’nın bu askeri olanaklarından yararlanan ABD’nin ayrıca Nijer’in ortasında İHA ve SİHA üssü bulunmaktadır.

Başka !

Fransız şirketlerinin 1950’li yıllardan bu yana çıkardığı (birazını da İsrail’e verdiği) uranyumdan dolayı milyonlarca yoksul Nijerli alınmayan önlemlerden dolayı radyasyon ortamında her türlü hastalıklarla uğraşıp duruyorlar. Elbette Fransa ve emperyalist ülkelerin umurunda değil ve hiç bir zaman olmayacaktır.

Geriye bir tek şans kalıyor o da Rusya ve Çin’in yüz yıllardır sömürülen Afrika halklarına yardım etme çabası içinde olması. Bu da Fransa, ABD ve öbür emperyalist ülkeleri çılgına çeviriyor.

  • Adamlar her zaman olduğu gibi darbe, iç savaş, soykırım, ülkeler arası çatışma ve türlü türlü kargaşalarla olağanüstü yeraltı zenginlikleriyle herkesin iştahını kabartan Afrika ülkelerini rahat bırakmıyor ve bu bunun için her yola başvuruyorlar.

Ama tüm çabalarına rağmen (karşın) tarih boyunca Afrika kıtasında emperyalist geçmişi olmayan Rusya ve Çin’in önünü kesemiyorlar. Bugün Afrika’nın 12 ülkesinde Rus askeri danışmanlar bulunuyor. Rusya’nın 27 Afrika ülkesiyle her alanı kapsayan çok ciddi ilişkisi bulunuyor. Çin ise 20 ülkede hükümetlere tarım, ulaşım, madencilik, petrol ve benzeri birçok alanda yardın ediyor.

Üç bini aşkın Çin şirketi birçok Afrika ülkesinde toplamda 5,3 milyar dolarlık iş yapıyor.

Afrika’ya ilgi gösteren bir başka ülke AKP yönetiminde Türkiye.

Birçok Afrika ülkesinde okul açan Fetö’culardan sonra AKP de bu kıtaya ilgi göstermiş ve hemen hemen bütün ülkelerde elçilik açmıştı. Ticaret ilişkilerinin yanı sıra kimi Afrika ülkelerine İHA ve SİHA satan Ankara din söylem ve içerikli bu ilişkilerinin kapsamını çok fazla genişletemiyor çünkü parası yok. Parası olan Suudi Arabistan ve BAE bazen birlikte bazen de ayrı ayrı ve karşı karşıya gelecek şekilde kıtanın Müslüman ülkelerine çengel atmaya çalışıyorlar.

Kıtanın en sinsi oyuncusu her türlü tezgahın içinde bulunan İsrail’dir.

Demek istediğim biz burada iktidarın çıkması olanaksız zam kazıkları ve muhalefetin saçma sapan tartışmalarıyla uğraşırken el alem dışarda ‘büyük’ işlerle uğraşıyor.

Nijer olayı sonu gelmeyecek bu işlerden yalnızca bir tanesi.

Ukrayna’da yenişemeyen Çin destekli Rusya ile NATO destekli ABD arasındaki kavga kısa dönemde bitmeyeceğine göre her an başka yerlerde yeni cepheler açılacaktır.

Kanlı Arap Baharı’dan bu yana 12 yıldır herkesin ilgilendiği Ortadoğu şimdilik gündem dışı olduğuna göre bundan böyle herkesin gözü kulağı Nijer’de olacak çünkü emperyalist ülkeler asla pes etmez.

Benden söylemesi!

 

Devlet korumasındaki çocuklar tarikat kampında!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
04 Ağustos 2023 Cumhuriyet

 

Haber, iki gün önce soL Haber portalında yer aldı.

  • “İstanbul Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü sorumluluğundaki çocuk evlerinde kalan
    devlet korumasındaki çocukların tek bir kamu görevlisinin bile refakati olmaksızın,
    Mutlu Yuva Derneği’nin düzenlediği 40 günlük eğitim kampına alındığı”
     duyuruldu.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Çocuk Koruma Hizmetleri Planlama ve Çocuk Bakım Kuruluşlarının Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’nin 35. maddesinin 1. fıkrasına atıf yapmış. O fıkrada şöyle diyor:

“Sosyal hizmetlere ilişkin faaliyetler Devletin denetim ve gözetiminde sivil toplum kuruluşları ile
halkın gönüllü katkı ve katılımı da sağlanarak bir bütünlük içinde yürütülür.”

Bakanlık buna dayanarak Mutlu Yuva Derneği ile 5.9.2019’da çocuk evlerine ilişkin işbirliği protokolü imzalamış, amaçları çocuk evlerinde kalan çocukların yaz tatilini verimli geçirmeleriymiş, o nedenle Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Gündüzalp Erkek Öğrenci Yurdu’nda yaz programına katılmaları planlanmış…

‘SİVİL TOPLUM KURULUŞU’ ADIYLA DESTEKLENEN CEMAATLER 

Sorun şu ki; Mutlu Yuva Derneği, Nur Cemaati’nin bir kolu olan Suffa Vakfı’yla ilişkili.

Kamptaki din içerikli eğitimin medrese eğitimi şeklinde yapıldığı, soL’un edindiği fotoğraflarda ortaya çıkıyor.

Üstelik derneğin internet sitesinde kız ve erkek çocukların birlikte olduğu fotoğraflar paylaşılmışken söz konusu eğitim kampında yalnızca erkek çocukların, imam olduğu anlaşılan birinin arkasında sıralandığı görülüyor.

Bu dernek, İstanbul, Ankara, Bursa, Yozgat, Diyarbakır ve Şanlıurfa olmak üzere altı ilde, 140 çocuk evinde çalışma yürütüyor, kendi çocuk evlerini açıyor, personeli kendileri seçiyor. Oysa Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı çocuk evlerinin açılması ve hizmet vermesi, 2828 Sosyal Hizmetler Kanunu’yla açıkça belirleniyor. Bu evleri ve benzer amaçlı merkezleri açma yetkisi olan tek kurum Bakanlıktır! Ancak denetimle birlikte sivil toplum örgütlerinden destek alabilir.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı, belli ki FETÖ olayından hiç ders almamış!

Tarikatlar ve cemaatler, sivil toplum kuruluşu değildir.
Tarikatlar ve cemaatler, 1925 tarihli 677 sayılı Devrim Kanunu ile kapatılmıştır
ve bu kanun yürürlüktedir. Yasadışı olan bu oluşumların kurdukları
vakıf ve dernekler aracılığı ile eğitim faaliyetlerinde bulunmaları ve
üstelik bunun için devlet kurumları ile protokol imzalamaları yasa dışıdır! 

Bir tarikatla ilişkisi olan Mutlu Yuva Derneği’nin bütçesini dernek bütçesinden karşılayarak açtığı çocuk evlerinde, eğitimcileri tarikat tarafından belirleyerek yürüttüğü faaliyet de yasaya aykırıdır.

Eğitim faaliyeti, yine kurs, kamp bahanesiyle tarikatla ilişkili bir derneğe bırakılmıştır.

TARİKAT BATAĞI DAĞITILMADIKÇA UMUDU YEŞERTEMEZSİNİZ

Derneğin bağlantılı olduğu Suffa Vakfı’na bağlı bir erkek öğrenci yurdunda daha önce Mehmet Sıddık Çiçek adlı idarecinin iki erkek öğrenciyi taciz etmekten suçlu bulunduğunu da ekleyelim.

Şu ana kadar bu haber konusunda TBMM’deki muhalefetten herhangi bir tepki gelmedi.

  • Bir kez daha siyasal partileri,
    eğitimdeki dincileşmeye karşı çıkmaya ve laikliğe sahip çıkmaya çağırıyorum.

Bunu her olayda kamuoyuna ısrarla duyurmaları şarttır.

  • Çocukların devlet eliyle tarikatlara teslim edilmesi, istismar edilmesi,
    bu ülkenin en önemli sorunudur.
  • Ülkenin geleceğini karartan tarikat batağı dağıtılmadıkça
    halka ne umut verebilirsiniz ne de değişimden söz edebilirsiniz.
  • Tarikatlar aracılığıyla açılan çocuk evleri derhal kapatılmalı, devlet kurumları ile tarikatlara bağlı vakıflar ve dernekler arasındaki tüm protokoller sona erdirilmelidir. 

“Yasa uygulansın, tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın!” demeyen siyasetçilere asla güvenmeyin.

Bilin ki onlar da siyasal İslamcılar gibi bu ülkenin temeline karşı ihanet içindedir.
=========================================
Dostlar,

Saygın yazar Zülal Kalkandelen baştan sona çooook haklıdır.
Yazısına virgülüne dek katılıyor ve muhalefeti çok etkin tutum almaya, eyleme çağırıyoruz
biz de..

Saygı ve kaygı ile. 04.08.2023

Dr. Ahmet SALTIK


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

AKP İKTİDARI HALK DÜŞMANIDIR

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Eğer bir iktidar zengini daha zengin, fakiri daha fakir hale getirmeyi kafasına koymuş ve gereğini utanmadan, arlanmadan yapıyorsa o iktidarın adı
Halk Düşmanıdır!”

Aynı iki yandaş müteahhide, ihalelerde farklı iki uygulama yapılırsa ve bu iki uygulamada da halk kazıklanmışsa, hem kamu zararı oluşacak suç işlenmiş olur hem de siyasi ahlak zarar görür.

Limak ve IC İçtaş, YK Enerji adıyla Yeniköy-Kemerköy Santrallerini ve Linyit İşletmeleri Şirketini 2014 yılında, 2,67 milyar Dolar karşılığında satın aldı.
O gün Dolar kuru 2,32 TL idi.
2 Ocak 2017’de YK Enerji, kalan 1 milyar 68 milyon Dolar borcunu, Dolar yükseleceği için, o günkü kur (3,53) TL’den çevirtip Türk Lirasına döndürdü ve 5 takside böldürdü.

Bu usulsüz ve kamu zararı doğuran işlemi kim mi yaptı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan karar verdi ve bir Kanun Hükmünde Kararname ile yaptı!
CHP MV Deniz Yavuzyılmaz, oluşan kamu zararının 566 milyon Dolar olduğunu hesapladı…
Aynı iki müteahhit, birçok hazine garantili DOLAR ödemeli iş aldılar.
Dolar, Erdoğan’ın ekonomi dışı uygulamalarıyla yukarı fırlayınca, devletin borcu durduğu yerde artmaya başladı. Milli Ekonomistler ve bizler Erdoğan’a şu teklifi yaptık;

“Yap İşlet projelerini karşılıklı anlaşma ile TL’ye çevirin. (Yeniköy-Kemerköy işinde olduğu gibi)
Hiç olur mu? O zaman yandaş müteahhitler zarar eder ve bu işlerden esas pay alan kişilerin avantası azalırdı! Olan halka oldu, Erdoğan bu anlaşmaların kılına bile dokunulmasına izin vermedi!

Bu yıl, “Dolarlı yandaş müteahhitlere” ödeyeceğimiz kur farkı 2,5 milyar Doları bulacak!
Kazıklanan, görevi Hazineyi doldurmak olan ve kendisine hiç hesap verilmeyen Türk Milleti oldu

AKP, her devlet işine “YOL BULUNACAK” bir iş olarak bakar.
Silah satışını artırmak için ülkede 25 milyon kişiye “Silah Bulundurma Ruhsatı” verdirir, AKP’lilerin çoğu silah alır. Kaçak silah satışları patlar ve 25 milyon adet kaçak silah ülkeye girer.

Peki, bu kaçak silahları kim ülkeye sokar ve satar? Elbette ki, avantasını vermek koşuluyla yandaş silah kaçakçıları!

Kaçak sigara olayı da böyledir. Sigara fiyatları artırılır, kaçak sigaraya kapı açılır. Kaçak sigaradan parayı Barzani’nin şirketleri kazanır, Türk Hazinesi vergi kaybına uğrar. Yine kazıklanan Türk Milleti olur.

İçkide de durum aynıdır Sınırları elek olmuş 13-17 milyon arası sığınmacının ülkeye girdiği yerden içkiler mi giremeyecek? Avantasını verdikten sonra!

Bu haram paralar, kaçakçılığa yol açanların ve yapanların boğazlarından hukuk yoluyla sökülüp alınacaktır.

Türk Milleti olarak, yine ayağa kalkarız, yine kazanırız.

  • Ama 22 yıl boyunca Türk Milletini aldatan, kazıklayan AKP İktidarı,
    dünya durdukça nefretle anılacaktır…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 03 Ağustos 2023

Anayasal demokrasi için 10 öneri

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset  03.08.2023 06:00, BİRGÜN,

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Tek adam yönetimi olarak Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), Altılı Masa ile aşılacaktı. Olmadı. Seçimlerin ardından ‘liyakatli atamalar’! gölgesinde ölçüsüz sürekli zamlar, ülkesel yağma, topluma ve özgürlüklere müdahaleler yaygınlaştı.

Seçimlere ilişkin 9 yazı ardından şimdi öneri zamanı. Tehlikeli gidiş, ancak anayasal demokrasi hedefi ile frenlenebilir. Bu yönde iradenin ortaya çıkması için gerekli koşullar var:

1) Neden sürdürülemez? Demokratik rejimin ortak paydalarını kaldıran 2017 kurgusu, yüzyılların deneyimi ile oluşan anayasa ve siyaset bilimi gereklerini yadsıdı. Demokrasiyi, eşit olmayan bir yarışma yoluyla sandığa indirgeme sonucu giderek derinleşen bunalımlar sarmalını aşma umudunun yokluğu, beş yıllık uygulama ve seçimler sonrası tercihler ile teyit edildi.

2) Nasıl ve hangi amaçla? Anayasa değişikliği ile yıkılan rejimin inşası da  Anayasa yoluyla gerçekleşecek. ‘Kurum, kurul ve kurallar’ ekseninde hukuka dönülmediği sürece toplumsal barış ve düzen sağlanamaz. Bunun için somut bir anayasal demokrasi hedefi belirlenmeli.

3) İtici güç ne? 27. Dönem anayasa çalışmaları ve seçim yenilgisi, demokrasi yol haritası için çifte itici güç. CB kaybedilmiş olsa da, seçimlerden CHP sayesinde kazançlı çıkan partiler (Demokrat, Deva, Gelecek, Saadet) tutarlılık sınavında.

4) Tutarlılık neden gerekli? Altılı Masa, kurul halinde yönetim olarak hükümete dönüşü öngörüyordu. Ne var ki, Anayasa ve geçiş dönemi raporlarının savsaklandığı seçim kampanyası, bireysel beklentileri öne çıkardı. Bu nedenle, 27. Dönem deneyiminden de yararlanılarak 28. Yasama döneminde ortak söylem, işlem, eylem, amaca yönelik araçlar olarak tutarlı ve sürekli iradeye dönüştürülmeli. Ama bunun için gerçekçi bir özeleştiri gerekli.

5) Yurtseverlik gereği ne? CB’yi halkın seçmesinin ülkeye maliyeti ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirici etkisi, yasama ve CB seçiminin aynı günde yapılmasının TBMM’yi ikinci plana geçirici vb. olumsuz etkileri tartışılamadı. İkinci turun, CB statüsü ile bağdaşmayan pazarlıklara yol açması, toplumsal barışı da zedeledi. Şu halde,

  • otoriter ve totaliter rejim sarkacından çıkmak için
    bilinçli ve uyanık yurtseverlik gereği açık.

6) Paydaşlar kim? Ortak anayasal ve siyasal çalışmalar, birikim olarak kayda değer olsa da siyasal irade yeterli değil; ‘anayasa hedefi’ toplumca sahiplenilmeli: sivil toplum örgütleri, uzmanlar ve medya, meslek örgütleri ve demokratik kitle kuruluşları. Yelpazeyi genişletme, temsilcilerin Anayasa andına sadakatini kaldırmaz; kaldı ki, kamu yararına yönelik yasama çalışması, Akbelen’de Anayasa suçuna karşı canı pahasına yurttaş direnmesinden daha kolay.

7) Zaman boyutu neden önemli? Gençleri, gelecek kuşakların normu olan Anayasa sürecine katmada, 23 Nisan ve 19 Mayıs, ulusal itici güçlerdir. Kadınlar, gençler, çocuklar, köylüler, emekçiler kısacası bütün yurttaşlar, özgür bir gelecek ve barış halinde yaşamak için, ‘anayasa yoluyla demokratik hukuk devleti’ne odaklanmalı.

8) Birikim farkındalığı ne demek? Parlamenter rejim (1909-2018), kesintiler ayrık tutulursa en az yüz yıllık. En çok on yıllık (5+5) PBDBY ayracı, yüzyıllık birikimi silemez; yeter ki anayasal ve siyasal kazanımların ayırdında olalım.

9) Anayasa ne denli önemli?

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yokeden Limak ve türevi holdinglerin sırtları Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

10) Fikri tartışma ne yönde olmalı? Demokrasi yolu, yoğun bir fikri çaba öncülüğünde açılabilir ancak. Anayasa ve insan hakları ideolojisi tartışmasıyla tutarlı bir yol haritası, genelleşen baskının yoğunlaşmasını da dengeleyici işlev görebilir.

Sonuç olarak; demokrasi ereği olmadan ‘değişim, dönüşüm ve devrim’ sözleri,
kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY yörüngesine girmeye rıza anlamına gelir;
bu ise, Türkiye’yi geri dönüşü olanaksız çıkmaz yola sürükler.

Dostlar,

Sn. Prof. Kaboğlu, 27. Yasama döneminde CHP İstanbul Milletvekili olarak son derece değerli katkılar verdi. Özellikle hukuksal konularda ve AYM’ye yapılan iptal başvurularında. Komisyonlarda da bir hukuk insanı olarak hep Anayasanın, hukukun üstünlüğünü savundu ve “torba yasa ucubesi“ne karşı çıktı.

Başlıca erekleri demokratik hukuk devletinin korunması ve kamu yararına yasama olarak özetlenebilir. 28. Yasama döneminde de aday gösterilmesi CHP açısından çok yerinde olurdu… “Teknisyen” yanı beğenildi ama “siyasetçi” boyutu onay al(a)madı..

Kaboğlu hoca, parlamenter yoğunluğuna karşın her hafta, TBMM’de tanıklık ettiği süreçleri BİRGÜN‘de makaleleri ile kamuoyu ile buluşturdu. Bu makalelerin çoğu, kanımızca Anayasa Hukuku ve Siyaset Bilimi derslerinde kaynak olarak kullanılmalı, çok somut ve öğreticiler.

14/28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde çok yerinde uyarılarına ek, ardından da 10 hafta boyunca süreci irdeleyen “kritik” makaleler yazdı, yayınladı. Arada POLİTİKYOL’da da yazdı. Eminiz, TELE1 Gn. Yay. Yön. Merdan Yanardağ’a da ciddi hukuksal destek verdi, vermekte.. son kumpas ile hapsedilmesinde. (AYM’ye bireysel başvuru yapıldı dün.)

Seçim sonu 10 ardışık makalenin tümünü, öncekiler gibi biz de web sitemizde ve medya hesaplarımızda paylaştık. Daha çok okunmasına katkı koymak istedik.
Kimi yazışmalarımız da oldu yazıların içeriği hakkında kendisiyle. Önerilerimizi hep ama hep örnek bir olgunlukla değerlendirdi, öğretmeyi sürdürdü.

Geçen hafta “.. Hocam lütfen biraz daha somut…” ricamız oldu. Yanıt ortada. Bu makale ile ülkemizin çağcıl bir hukuk devleti anayasasına sahip olması ve bu kaldıraçla da Anayasa yoluyla hukuk devleti ereğine ulaşma çabasına somut 10 öneriyle ışık tutmakta.

Üstelik böylesi bir sürecin yaygın toplumsal katılımla (AKP’nin tam da tersini yaptığı) başlatılmasının, iktidarın süregelen ve giderek koyulaşan hukuk dışı dinci-faşist baskısını frenleyebileceği öngörüsü de var.

  • En az yüz yıllık demokratikleşme deneyimi – birikimi –  azmimizin son 5-10 yıllık anakronik – çağdışı – temelsiz/köksüz dayatmalarla sönümlendirilemeyeceği son derece açık bir gerçeklik, bir olgu kanımızca.

Öneri 9’da yer alan içerik ne çok değerli :

  • Anayasa’nın ‘ekmek, su ve hava’ kadar önemli olduğunu
    Akbelen günceli, bir kez daha gözler önüne serdi.
  • Ekokırım suçu işleyen ve ekosistemi yok eden Limak ve türevi holdinglerin sırtlarını
    Saray’a dayalı seri Anayasa cinayetleri, sınıf-ötesi bir tür ülkesel yağmaya dönüştü.

“..kolektif suç aygıtına dönüşen PBDY (Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme) yörüngesi saptaması tarihsel değerde ve o ölçüde de yürekli.

Bu saptamayı alkışlıyoruz, önemle kaydediyoruz ve tarihe not düşme olarak görüyoruz.
Yakın geleceğin davalarında sanıklar için hazırlanacak iddianamelerde temel eksen olacaktır.

Kaboğlu dostumuz, son 5 yılın Parlamenter deneyimini mutlaka kitaplaştırmalıdır.
Görev verirse, geniş kapsamlı “düzeltmenlik” (musahhihlik) ödevimizi seve seve yaparız (!!)..

Sevgi ve saygı ile. 03 Ağustos 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Aydın nefreti

Anasayfa - Prof. Dr. Can CEYLAN
Prof. Dr. Can CEYLAN
03 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

  • “Bir memleketteki azınlık, eğer menfaatini çoğunluğun cehaletinde ararsa umumi felaket muhakkaktır.” Atatürk, 1923

Kurtuluş ve Kuruluş yıllarında, okulu olan köylerin parmakla gösterildiği, nüfusun %90’dan çoğunun okuma-yazma bilmediği bir coğrafyadan bugünlere geldik.

Gönül, okul sayısının artması, eğitimin yaygınlaşması ve aydınlarımızın çoğalması ile hedeflenen noktaların daha da ötesinde olduğumuzu söyleyebilmeyi çok isterdi.

Ancak, nicelik nitelikle birleşmediğinde, kötücül odakların sinsi planları devrede olduğunda; bunun olası olmadığını deneyimlemek suretiyle (yoluyla) bugünleri görme gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Başa dönecek olursak; söz konusu yıllarda ülkenin kalkınabilmesi için, öncelikle cehalet ve eğitimsizliğe karşı savaşım verilmesi yadsınamaz bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı.

CEHALETLE SAVAŞ

Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken 1921’de Ankara’da “Maarif Kongresi” düzenlemesi de bu eksikliğin bir an önce giderilmesi kaygısından kaynaklanıyordu. Osmanlı döneminde yüz yıllarca, padişaha kulluk ederek yaşamaya alışan ya da alıştırılan kuşakların, eğitimli bireyler durumuna getirilmesi, günümüz koşullarına göre kuşkusuz çok daha zordu. Kaldı ki; kısıtlı eğitimin toplumun dinsel ögelere dayalı, evrensel değerlerden uzak medrese eğitimi ile veriliyor olması, halkın prangalarından kurtulması için gerekli çağdaş eğitim atılımını daha da çetrefilli bir çembere sokuyordu.

Koşullar ne denli zor olursa olsun, bu açmaz; en yakın dava-silah arkadaşlarının bile, Kurtuluş için manda altına girmekten başka seçenek olmadığını düşündüğü zor yıllarda, bunu Sivas Kongresi’nde kesin bir dille reddeden Mustafa Kemal gibi bir deha için olanaksız değildi. Bu çerçevede “Tevhidi Tedrisat Kanunu”, Dil Devrimi, medreselerin, tekke-türbe ve zaviyelerin kapatılması; Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip, İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Âli Yücel gibi öncü eğitim neferleri; yurt dışından getirilen Prof. Kühne, Prof. Malche gibi eğitim danışmanları, millet mektepleri, halk odaları, Halkevleri ve sonrasında açılan Köy Enstitüleri; hep halkı, kitlendiği çağdışı çıkmazlardan kurtararak çağdaş düzeylere getirme çabalarının sonucu olarak yaşama geçirilmişti.

Öyleyse, bu denli önemli eğitim devrimleri ile üst düzeylere getirilen ülke ve toplum, nasıl oldu da günümüzde, en az baştaki karanlık yıllar ölçüsünde olumsuz noktalara sürüklendi. Gerçekte geçmişte de çağdaş eğitim modelleri; “fuhuş yuvası olma”, “kökü dışarıda olma” gibi us dışı suçlamalarla, dinsel ögelere dayalı, evrensel ilkelerden uzak medrese modellerine geri dönülmesi, kız çocuklarının eğitim kulvarında (yolağında) yer almaması biçiminde gerici yaklaşımlarla sekteye uğratılmaya çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştu.

Aydınlarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz, öğretmenlerimiz bu süreçte kimi zaman sürgün yiyerek, meslekten çıkarılarak, darbeci-terörist yaftası yiyerek, mahkeme kapılarında aklanmaya çalışarak, cezaevlerinde gün sayarak ve kimi zaman da yurtsever duruşlarının bedelini canları ile ödeyerek bu suçlama ve saldırılardan paylarını almışlardır.

Geldiğimiz son noktada, siyasal parti önderlerinin anti-demokratik (demokrasi karşıtı) yaklaşımları, Kuruluş ilkelerinden uzaklaşılması, siyasal kadrolara gerçek yurtsever aydınlar yerine, önemli ölçüde aydın kisvesine bürünmüş, koltuk ve çıkar peşinde koşan parti yöneticileri ve milletvekillerinin dadanması; toplumsal yozlaşmanın doğruya evrilmesinin ve düze çıkılmasının önünde, örseleyici engeller olarak tüm çıplaklığıyla durmaktadır.

Yanardağ neden tutuklandığını anlattı: İktidarın silahını elinden aldım

36 gündür hukuksuz olarak tutuklu..

Sözleri bağlamından kopartılarak tutuklana TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklanma gerekçesini anlattı. Yanardağ AKP’nin İmralı ile siyaseti yeniden dizayn etmek istediğini açığa çıkarttığını belirterek, “İktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” sözleriyle anlattı.

TELE1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, AKP ile Abdullah Öcalan’ın yeniden görüşerek tekrar çözüm sürecine başlayabileceklerini anlatmak için söylediği sözler nedeniyle trollerin hedefi oldu. Yanardağ’ın sözleri bağlamından kopartılarak sosyal medyada montajlanmış bir video ile servis edildi. Yanardağ, trollerin çarpıtması nedeniyle tutuklanarak eski adı Silivri Cezaevi olan Marmara Cezaevi’ne gönderildi. Merdan Yanardağ, Silivri Cezaevinde Evrensel’in sorularını yanıtladı. Yanardağ tutuklanmasının sebebiyle ile ilgili soruya, “Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim” yanıtını verdi.

SİLİVRİ YURTSEVERLERİN KADERİ

Yanardağ, Silivri Cezaevi şartlarıyla ilgili gelen soruya yaşamsal malzemelere geç ulaştığını söyleyerek yanıt verdi. Yanardağ’ın açıklaması şöyle:

Silivri bu rejimin simgesidir. Özellikle 2008 yılından başlayarak iktidarın tehdit değerlendirmesine göre “misafirleri” kısmen değişse de; rejimin simgesi olma özelliği değişmedi. Misafirleri arasında da değişmeyen tek kesim solcular, sosyalistler, cumhuriyetçiler ve ilerici kesimler oldu. Silivri zulmün, baskının, kumpas davalarının, cumhuriyetin ilerici birikimlerine, laikliğe, demokrasiye ve insanlığın kazanımlarına karşı saldırının simgesi.

Silivri’den geçmek, yolu buraya düşmek de neredeyse, bu ülkenin yurtseverlerinin, aydınlarının, demokratlarının, sosyalistlerinin bağımsız ve toplumsal sorumluluklarını inceleyen gazetecilerin adeta kaderi oldu.

Benim tutuklanmam kasıtlı olarak bayram tatiline denk getirildi. Çünkü ortalık Kerbela gibiydi. Bütün yetkililer izindeydi. En temel ihtiyaçlarımı bile gidermekte zorluk çektim. Cezaevindeki personelin ve yönetimin özel bir kastı yoktu. Tam tersine iyi niyetli bir yaklaşımla sorunları çözmeye çalıştılar. Ancak, gazete, televizyon, tuvalet kağıdı ve saat gibi yaşamsal diyebileceğim ihtiyaç malzemeleri bile yoktu. Temizlik malzemelerine bile güçlükle ulaştım. Temel ihtiyaçları personelin iyi niyetli yaklaşımı ve buradaki tutuklu ve hükümlü dostlarımızın desteği ile giderdim. Arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ancak apar topar 9 günlük bayram tatilimin ilk günü (arife günü) tutuklama kararı vermek, art niyetli bir tutum diye düşünüyorum.

Artık bu tip sorunları tamamen (tümüyle) aştık. Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ve diğer dostlarımızın dayanışması çok değerli idi. Burada bir kez daha anmak isterim. Cezaevinde özel bir kötü tutum yok.”

“BAĞIMSIZ MEDYAYA GÖZDAĞI”

Yanardağ tutuklanmasının bağımsız medyaya bir gözdağı olduğunu söyleyerek şu ifadeleri kullandı:

“Kuşkusuz bu operasyonun öncelikli nedeni; benim üzerimden bağımsız ve muhalif medyaya gözdağı vererek ve geri çekilmeye zorlamak hatta susturmaktır. Bunu hiçbir şekilde başaramayacaklar. Yine bu hedefle bağlantılı olarak seçim sonrasında içine girilen yeni dönemde topluma korku salarak büyük muhalefet potansiyelini -ki %48’lik çok büyük bu ülkenin geleceğini kuracak önemli bir kitledir- sindirmektir. Bunu başarıp başaramayacakları büyük ölçüde bize bağlıdır.

Yönettiğim ve günlük yorum programları yaptığım haber televizyonu TELE1’in çok geniş bir toplum kesimine ulaşması siyasal ve toplumsal yaşam ve mücadele süreçleri üzerinde etkili olması da bu operasyonun nedenleri arasındadır. Özellikle seçim öncesinde ve hemen sonrasındaki yayınlarımızın bu konuda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.

Cumhuriyetçilerin, solcuların, sosyalistlerin, yurtseverlerin yoktan var ettikleri ve “büyük medya” alanına taşıdıkları bir basın kuruluşunun başarılı olmasını hazmedemedikleri anlaşılıyor.

Bu operasyonun en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz tutuklamaya gerekçe yapılan 20 Haziran 2023 tarihli programda iktidarın iki yüzlü ve siyasal sahtekarlığa dayalı Kürt siyasetini eleştirmem ve bazı hesaplarını deşifre etmemdi. Bu nedenle 14-15 dakika süren değerlendirme ve yorumlarımı bağlamından kopararak, 62 saniyelik bir montaj video hazırlayıp sosyal medya üzerinden servis edip bir linç kampanyası başlattılar. Hem de programdan tam 5 gün sonra. Sonra da savcılık devreye girdi.”

“SİLAHLARINI ELLERİNDEN ALDIM”

Yanardağ tutuklanmasının sebebini,  “İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım” cümleleriyle açıkladı. Yanardağ’ın açıklaması söyle:

“Ben söz konusu programda\ AKP’nin İmralı üzerinden yaptığı hesapları ortaya koyarak izlediği politikaları eleştirdim. İktidarın İmralı’yı siyaseti düzenlemek için bir araç olarak kullanmaya çalıştığının altını çizdim. Böylece iktidarın elinden ihtiyaç duyduğunda kullandığı bir silahı aldım ya da almaya kalktım diyebilirim. Bu “silah” siyasal alanda da tartışılan ve tecrit diye ifade edilen durumdu. Ben AKP’nin yeni bir açılım hesabı yaptığı ya da yerel seçim öncesinde Kürt yurttaşlarımıza yönelik yeni bir manipülasyon hazırlığı yürüttüğü öngörüsüyle bu konuyu ele aldım. AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bu konuya ilişkin olarak verdiği mülakattaki görüşlerini tartıştım.

Ensarioğlu yeni bir açılım sürecine ihtiyaç duyulursa, böyle bir girişimi başlatabileceklerini belirtiyor ve Öcalan’a uygulanan “tecrit” nedeniyle de Selahattin Demirtaş’ı suçluyordu. Konuyu programda ele almamın nedeni Ensarioğlu’nun bu sözleriydi. AKP Milletvekili daha önceki açılım sürecinin başarısızlığını da yine Demirtaş’a bağlıyordu. Bana AKP’nin böyle bir çıkışı neden yaptığı sorulunca; “İki olasılık var” dedim, “Ya Ensarioğlu Apocu oldu ya da yine iki yüzlü bir açılım süreci için zemin hazırlıyorlar” diye yanıt verdim. Bu işin ironi kısmıdır. Ensarioğlu, Öcalan için “anlayışlıydı” diyor ve bir af olasılığından da söz ediyordu. Ben de AKP’nin iki yüzlülüğüne örnek vererek, seçim öncesinde muhalefete yönelik “Apo’ya af çıkaracaklar” şeklindeki propagandalarını anımsattım.

Bunun üzerine iktidarın, devletin infaz kanunu adil bir şekilde herkese uygulayarak, Öcalan’ın avukatları ve ailesi ile görüşme hakkının verilmesinin hukukun gereği olduğunu söyledim. O zaman, “Kamuoyu Öcalan’ın ne söylediğini öğrenir ve böylece spekülasyonların önüne geçilir, iktidar tarafından bir tehdit ve siyasal araç olarak kullanılmaz” dedim.

Kıyamet buradan koptu. Çünkü böylece dar bir alanda yürütülen tartışma birdenbire toplumun geniş bir kesimine ulaşmış oldu. İktidarın elindeki oyuncak alındı ya da daha makul bir ifade ile bu oyuncağını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı diyebilirim.

Programdaki diğer ifadeler yer yer ironiyle söylenmiş, deyim uygunsa olayın “magazin tarafı”dır. Asıl mesele infaz hukukunun herkese adil şekilde uygulanması gerektiği gerçeğini hatırlatmış olmaktır.

Şimdi sormak gerekiyor : Bir iktidara “Devletin infaz kanununu herkese adil şekilde uygula” demek ne zamandan beri suç oldu? Dahası böyle bir suç olabilir mi? İktidar kendi yasalarını bile çiğneyerek “Nazi hukuku” uyguluyor. Yani fiile (suç) bakarak karar veriyor. Eğer bir kişi kendileri için bir tehlike veya tehdit oluşturuyorsa ve yasal bakımdan bir suçu yoksa bile, icat ediliyor. Amaç kendileri için tehlikeli olan ya da olma potansiyeli taşıyan kişiyi bertaraf etmek, susturmak ve etkisizleştirmektir.

Ortada tutuklanmayı gerektiren bir suç bulunmuyor

Asıl sorun, iktidarı ve muhalefeti ile kurulan sessiz ya da fiili mutabakatı bozmuş olmam ve yasak bir tartışmayı geniş bir kesimin ve kamuoyunun gündemine getirmemdir. İddianamede bu nedenle benim “işin magazini” dediğim konu yani “Filozof, zeki, siyaseti iyi okumak” gibi sözler öne çıkarılmak ve asıl mesele gizlenmek isteniyor. Oysa bu sözler AKP’liler ve yandaşların daha önce söylediklerine bir göndermeyle söylenmiş ve olayın deyim uygunsa magazinini oluşturan kısmıdır.

Asıl dert başkadır. Suç icat etmeye ve bütün demokrasi güçlerini, bağımsız gazetecileri tehdit etmeye çalışıyorlar.

  • Ama, hukuksuzluğa ve zorbalıklara karşı boyun eğmeyeceğim. Demokrasi ve hukuk mücadelesini her koşulda sürdüreceğim.”

CEZANIN NEDENİ HALKÇI YAYIN

İktidarın baskı ve sansür aracı RTÜK Yanardağ’ın sözlerinin ardından TELE1’e 7 gün ekran karartma cezası verdi. Yanardağ bu cezanın nedenini TELE1’in halktan yana ve toplumcu yayınlarından kaynaklandığını söyleyerek, “RTÜK, iktidarın bağımsız medya üzerindeki baskı ve sansür aygıtlarının en önemlisidir. TELE1’e yönelik neredeyse her hafta bir para ve yayın durdurma cezası veriyorlar. Nedeni belli. Yukarıda da söylediğim gibi TELE1’in halktan yana bağımsız ve toplumcu yayınları bu ceza ve saldırıların nedenidir. Biz de RTÜK’e karşı ceza iptal davaları açıyoruz. Bu davaların bir bölümünü kazanıyoruz. Çünkü, gizlenemeyecek kadar keyfi ve hukuk dışı cezalar veriyorlar. En ağır olanı benim söz konusu programım nedeniyle verilen son cezaydı. Üç ayrı ceza verildi. Mahkeme, bizim başvurumuz üzerine; yürütmeyi durdurma kararı verdi. RTÜK itiraz edecektir ama önemli bir kazanımdır hukuk adına.” ifadelerini kullandı.

TUTUKLU GAZETECİLER AÇIKLAMASI

Tutuklu gazetecilere ilişkin de konuşan Yanardağ şunları söyledi:

“Gazetecilerin mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklanması; iktidarın ve Cumhurbaşkanının eleştirilemez, itiraz edilemez ve sorgulanamaz bir konuma yerleştirilmek istenmesidir. Bir tür “kutsallık” ihdas etme girişimidir. Bağımsız ve muhalif medyayı geri çekilmeye zorlamaktır. Denetlenemez bir patrimonyal sultanizm rejimi yaratmaktır. Demokrasiye yönelik asıl tehdit budur.

Bu girişimi önlemenin yolu, her iki kişiden birinin “hayır” dediği iktidara karşı oluşan demokratik muhalefeti emek eksenli bir perspektifle birleştirmektir. Bağımsız medya kuruluşlarına sahip çıkmak ve yaşatmaktır. İdeolojik derinliği olmayan, felsefi arka planı kurulmamış “değişim” tartışmalarıyla % 48’lik büyük ve çok önemli toplumsal muhalefet potansiyelinin değersizleştirilmesini önlemektir.”

KRİTİK NOKTA

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Devleti yönetmeyi halkla birlikte yaparsanız, ülkenin dış politikadaki önemli değişiklikleri, halk adına yapacağınız büyük harcamaları, büyük yatırımları, vergileri, zamları, çevre ile ilgili önemli olayları halkla paylaşırsanız yönetim döneminizi rahat geçirirsiniz.
Ülke tarihine de görevini gereği gibi yapmış insanlar olarak geçersiniz.
Bu yöntem aynı zamanda sizin bilgili, dürüst, şeffaf, karşı fikre saygılı ve özgüveni olan biri olduğunuzun belirlenmesidir.

  • Erdoğan gibi, halkı kör-sağır olarak kabul eder, her şeyi “ben bilirim” mantığıyla yapmaya kalkarsanız, hem kendinizi hem de ülkenizi rezil edersiniz!

Ülke nüfusunun, %35’inin ancak yardımlarla ayakta durabildiğini görürsünüz!
2022’de 3,7 milyon Hane’ye patates-soğan yardımı yapmak zorunda kalırsınız!

Çöl Bedevilerinin önünde para için diz çökmek zorunda kalırsınız…

Aziz Türk Milleti;

Yolsuzluk, ekonomik sıkıntı, makamlara torpille, kopya ile intihal ile gelmek dünyanın her ülkesinde olabilir. Çoğu ülkeler bunları araştırır bulur, basın araştırır ve toplumdaki sosyal ahlakı çökertecek bu kişiler derhal uzaklaştırılır.

Fakat bir nokta vardır ki, o nokta geçildiğinde artık, HIRSIZLAR – SAHTEKÂRLAR uzaklaştırılamaz. Aksine hırsız olmayan namuslu insanlar, AHLAKSIZLARIN hışmına uğrar. Bu duruma kimse ses çıkarmamaya, kanıksamaya, olağan görmeğe başlar! İşte KRİTİK NOKTA budur.

Artık ahlaksız değil, AHLAKSIZA AHLAKSIZ diyen insanlar cezalandırılır.

Ülkede ne adalet ne de kamu güvenlik teşkilatı kaldı.

Herkes silahlı! Dükkan basıp, infaz yapanlar tomarla!

Bizzat devletin kendisi AKBELEN ORMANLARINDA Anayasayı, İnsan Haklarını çiğniyor, velinimeti vatandaşını copluyor.

Jandarma denen silahlı güvenlik gücü, halkını ezen ama
kaçak sığınmacıları görmeyen çete elemanı gibi olmuş.

İnsafsız zamlar yaşamı çekilmez hale getirmiş.

Bundan bir adım sonrası kargaşadır, kaostur.

Aziz Türk Milleti;

Ekonomi kötüleştikçe, AKP içte ve dışta yiyeceği baskılara dayanamaz hale geldikçe “Patronlarının-Emperyalistlerin ”YENİ SİVİL ANAYASA” yalanını Türk Milletinin önüne getirecektir. Hiç lafı uzatmadan, gerçekleri, Türk Milletinin yapması gerekeni yazıyoruz :

“Yeni Sivil Anayasa” adı altında yapılmak istenecek şey,
T.C. Devletini ve Türk Milletini YOK ETMEKTİR!

Sıfırdan bir devlet kurmak ve millet yaratmak, sığınmacı sosuna bulaştırılmış bir Ortadoğu ülkesi yaratmaktır.

Onlarca yıldır bu konuyu sinsi-sinsi pişirip hazırladılar. Bu planın arkasındaki güç yine ve yeniden Emperyalist Devletlerdir.

  • Lozan’ı yıkıp, Sevr’i getirmektir!

Bu, Türk Milleti tarafından asla kabul edilemez…

Dostunuzu-düşmanınızı, yıllarca oy verdiğiniz içerdeki işbirlikçilerin gerçek yüzlerini göreceğiniz, bir sınav olacaktır bu olay. İnanıyorum ki, Türk Güvenlik Güçleri ve Türk Ordusu, Türk Milletinin ve Anayasamızın kendilerine emanet ettiği gibi Atatürk’ün ve Laik Cumhuriyetin yanında olacaktır.

AKP-MHP-HİZBULLAH-YRP-BBP-Paraya tapan Kürtçü Bölücüler Tarikatlar-Cemaatler ve El-Kaide türevleri, T.C. Devletini bir Federal Ümmet Devletine dönüştürecek “Yeni Sivil Anayasayı” bize dayatacaklar.

Diyanet Akademisi‘ne” oy veren, Türban olayını hiç gerek yokken hortlatanlar, tarikat ve cemaatlere kol kanat gerenler, kripto FETÖ’cular, Sadi-i Nursi’yi önder olarak tanıyanlar, Menzilcilerin ayağına resmi arabayla gidenler, 38 dinciyi MV diye TBMM’ye sokanlar, 6’lı Ganyancılar yani, CHP-İYİ-SP-DEVA-GELECEK-DP-İş Alemi- Yandaş ve Satılmış Medya ne yapacaklar göreceğiz…

  • Yeni Sivil Anayasa dayatması Türklere,
    Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e karşı savaş ilanıdır.
  • Türk Milletinin bu vahşi saldırıya karşı, kaynağını Anayasanın Başlangıç kısmından
    ve ilgili maddelerinden alan direnme hakkı vardır.
  • Çünkü bu, Türk’ün var oluş veya yok oluş savaşıdır.
  • Bu direniş, Türk’ün anasının ak sütü gibi, her Türk’e haktır ve helaldir…

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” ve sözünden dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 31 Temmuz 2023