Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Dik Duruşlu Atatürkçü : Sami KARAÖREN

Alev Coşkun
Alev Coşkun
12 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Dik Duruşlu Atatürkçü : Sami KARAÖREN

Sami Karaören; edebiyatçı, Türkçenin gelişmesinde Türk Dil Kurumu’nda önemli görevler üstlenmiş yazar, ciddi bir gazeteci ve düşünce insanıydı.

Sami Karaören, eskilerin deyimiyle tam bir “İstanbul Beyefendisi”ydi.

Cumhuriyet gazetesinin güçlenmesi, ideolojisinin yerleşmesi ve gazetenin gelişmesinde çok önemli görevler yüklenmiş olan Nadir Nadi ve İlhan Selçuk’un yakın çalışma arkadaşıydı.

Çağdaş Yayınları (Cumhuriyet Kitapları’nın eski adı) yöneticiliği ve 32 yıl boyunca gazetemizin yazıişleri müdürlüğünü yapan Karaören, Cumhuriyet’in dışa açılan penceresi olan Olaylar ve Görüşler sayfasının yöneticiliğini de uzun yıllar başarıyla yapmıştır.

Sami Karaören, bütün Cumhuriyet çalışanlarının ağabeyi ve büyüğü olarak saygın bir konuma sahiptir.

O’nun çalışmaları, Atatürkçü ve Aydınlanmacı dik duruşu önünde saygıyla eğiliyoruz.
=====================================
Dostlar,

1 hafta içinde 2 kadim dostumuzu / büyüğümüzü yitirdik…

Prof. Dr. Rona AYBAY 
ve
Sami KARAÖREN

Türkiye’nin yitikleri, bizim acımız büyük…

Onları evrene iade ettik, ediyoruz..

Her bakından örnek oldular ülkemize, insanlığa çok varsıl ve değerli katkıları ile..

Şükran doluyuz ve onları örnek almayı, daha daha çok ve daha nitelikli üretmeyi sürdüreceğiz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Gezi adaleti ve mahkemenin adaletsizliği

Gezi Parkı korunmasaydı, Taksim Meydanı’nda ortak bellek adına ne kalırdı? 27 Mayıs 2013’te ağaçların sökülmesi ile “alışveriş merkezi” için eyleme geçildi Gezi’de.

ÇEVRE ADALETİ

Buna Taksim Dayanışması öncülüğünde yurttaşlar engel oldu ve çevre adaleti böyle sağlandı. Fakat ‘çevre adaleti’, ağır bedeller ödetti:

  • Gezi olayları sırasında öldürülen gençlerin katillerinden hesap sorulamazken, çevre adaleti savunucularına cezalar yağdırıldı.

1454 gündür tutuklu Osman Kavala, 25 Nisan 2022’de ağırlaştırılmış müebbet hapse, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay, Çiğdem Mater ve Mine Özerdem, aynı gün 18’er yıl hapis cezalarına çarptırıldı; tutuklama kararı ile özgürlüklerinden alıkondu. Gezi katilleri ve özgürlükten alıkoyanların ortak paydası, devlet adına hareket etmek. Gezi de, devlet adına yok edilmek isteniyordu…

ÇİFTE YÜKÜMLÜLÜK İHLALİ

Alışveriş merkezi girişimi ile “önleme/koruma/geliştirme” yükümlüğünü ihlal ederek devleti temsil edenler, ‘çevresel güvenlik sorunu’ yarattı; İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü emrindeki kolluk güçleri de, Gezi’yi sahiplenenlere, ölümlere varan ölçüsüz şiddet kullandı.

Böylece, varlık nedeni Anayasa gereği

  • İnsan haklarına saygı/insan haklarını koruma ve geliştirme olan devlet temsilcileri, tam tersine ‘kişi güvenliği sorunu’ yarattılar.

Yurttaşlardan şiddet kullanan olmadı mı? Kuşkusuz oldu: Taksim Meydanı, pala sallayan kişileri de gördü. Buna karşın, Türkiye geneline yayılan ve milyonların katıldığı eylemler, genel olarak barışçıl geçti. Bu nedenle, kendiliğinden gelişen bu halk hareketi, demokrasinin post-modern mantığı olarak nitelenir.

MAHKEMEDE ADALETSİZLİK

Ağır bedeller karşılığında Gezi-çevre adaleti sağlanmış olsa da, yargısal adalet sağlanamadı. Gereksiz ve aşırı biber gazı kullandığı için yaralama ve ölümlere neden olan kolluk güçleri ne kadar cezalandırıldı? Belirsiz. Ama bilinen, 25 Nisan kararları ile özgürlüklerinden alıkonulan kişilerin suçsuz olduğu.

18’er yıl hapis ve eğer kaldırılmasaydı ölüm cezası, adil yargılanma hakkı gerekleri veya hukukun genel ilkeleri bir yana, bir dava sürecinin ciddiyetine ve asgari gereklerine tamamen (tümüyle) yabancı. Bu nedenle, hukuken tartışmak veya açıklamak olanaksız.

Kararların siyasal niteliği, Cumhur İttifakı temsilcilerinin ‘yargısız infaz’ tarzındaki müdahaleleri ile teyit edildi (doğrulandı).

Zaten yargı süreci bitmediği ve adli kontrol yaptırım seçenekleri bulunduğuı halde, anında tutuklama kararı da, gerçeği ortaya koymaktan çok çok kişisel intikam saikini (dürtüsünü) yansıtıyor.

HAPİSHANELER: 6 MAYIS

Silivri: 3600 ek gösterge, kolluk ve koruma görevlilerinin beklentisi; koruma görevlileri, meslek kategorisi olarak tanınmak da istiyor.

On gün önce özgürlüğünden alıkonulmuş Can, Tayfun ve Hakan beylerin moralleri yüksek ve gözleri parlıyor. Önemli meslek sahipleri, kamusallık bilinci ve entelektüel birikimi yüksek toplumsal aktörler aynı zamanda.

Yargıdan çok Yürütmenin tutsağı olan Osman Bey’in dosyası ise, hukuk bir yana, basit mantık kurallarına bile tamamen (tümden) yabancı. Atalay, Kahraman ve Altınay aynı koğuşta kalıyor; Kavala ise, tecrit edilmiş (yalıtılmış) durumda. Diğerleri (öbürleri) ile yalnızca ziyaretçi sırasında karşılaşabilirlerse selamlaşabiliyor.

Bakırköy Kadın Mahpusevi Müdürü ile de görüşmeler yaptım. Yapıcı, Mater ve Özerdem de yüksek moralli; güçlü duruşları ve kendilerine güven, haklılıklarından. Mesleki deneyimleri ötesinde, birkimli ve kamusallık bilinci yüksek kişiler. Yaklaşık bin kadın mahpusun 1/3’ü yabancı.

ÖZGÜRLÜK ve MAHPUSLUK

Eğer suçsuzlar olmaması gereken mekanda iseler, suçlular da olmaması gereken yerde oluyor. Kolluk güçlerinden koruma memurlarına dek hazırlık-yargılama ve infaz sürecinde yer alan görevlilerin emeği, Gezi mahpusları örneğinde olduğu gibi suçsuz kişilere yönlendirildikçe gerçek suçlu ve katiller aramızda dolaşmaya devam eder. Bu denli açık adaletsizlik karşısında, özgürlüğünden alıkonulmuş suçsuz ve aramızda dolaşan suçlu sayısının yüksekliği tahmin edilebilir.

  • Özetle adalet, toplumsal güvenlik ve barış için de yaşamsaldır.

DOKUNULMAZ ÜMMETÇİLER

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Ey Türk Gençliği,

Birinci vazifen Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. (Mustafa Kemal Atatürk)

  • Hiçbir faaliyetin, Türk Milli menfaatlerinin, Türk Varlığının, Devleti ve Ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk Milliyetçiliği, ilke ve devrimleri ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği ve Laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamaz.
  • Bu Anayasa, Fikir-İnanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, Türk Milleti Tarafından, demokrasiye aşık Türk Evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur. (T.C Anayasası Başlangıç Kısmı)

Biri Türk Devletinin Kurucu Önderi, diğeri Türk Milleti tarafından kabul edilmiş ve halen yürürlükte olan Anayasası tarafından, kendisini Türk Milletinin bireyi, T.C. Devletinin bir vatandaşı olarak kabul eden herkesi bağlayan iki ulusal mesajdır!

Türkiye Cumhuriyeti, ABD tarafından yurtdışındaki malları-paraları yüzünden rehin alınmış Erdoğan’ın, günlük halüsinasyonları ile 20 yıldır uğraşıyor!

– AKP yirmi yılda, her türlü kanunsuzluğu, ahlaksızlığı, soygunu yaptı.
– Cumhuriyetimizin yukarıda sayılan değerlerini bilerek ve planlayarak tahrip etti.

– Demokratik rejimin, Hukuk Devletinin, Laiklik İlkesinin üzerinde tepindi.
– Ekonomiyi soygunlarla, beceriksizlikle batırdı.
– Ortadoğu’nun ne kadar iti-uğursuzu-katili-hırsızı- sapığı-mikrop taşıyan pislikleri milyon-milyon katarlar halinde ülkemize sokulup; Türk Vatandaşlarını açlığa, sefalete, yoksulluğa attı.

AKP, sanki ülkemizin ve 86 milyon vatandaşımızın sahibi imiş gibi dilediği ihaneti yapıyor ama Türk Milletinin çoğunluğunu oluşturan “AKP Karşıtı Cephe” hiçbir eyleme geçmeden, AKP’nin bozduklarının düzeltilip düzeltilemeyeceğini tartışıyor!

  • Yıkan AKP, buna rağmen yerinde duran AKP, kendi hataları nedeniyle başkalarını suçlayan yine AKP!
  • Ceremesini çeken Türk Milleti!

AKP larvalarına kucak açan ve seyreden muhalefet! Sanki Siyasal, Ümmetçiler dokunulmaz varlıklarmış gibi!
Bu, çelişkiyi bu hakareti, bu ihaneti ve bu vurdumduymazlığı benim aklımın alması mümkün değil!
DOĞRU Parti olarak, yıllardır muhalefeti uyarmaya çalıştık. Bizi muhalefete muhalefet etmekle suçladılar. Ama dediklerimizin hepsi doğru çıktı.,

Aziz Türk Milleti;

Bir iktidar, Anayasayı kezlerce ihlal ederek, yasaları çiğneyerek, uluslararası yargı kararlarına uymayarak davranmakta ısrar ediyorsa, ona ülkede demokratik rejim varmış gibi muhalefet etmekle sonuç alamazsınız.

AKP’ye anladığı dilden konuşmak, anladığı şekilde davranmak, her türlü Anayasal ve Yasal direniş hakkımızı kullanarak, AKP’yi “Anayasal Sınırlar” içinde tutmak mümkün idi.

  • Çünkü Erdoğan sadece güçten ve paradan anlar.

Bunu en son Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı davasının, para karşılığı katillere satmalarından anlıyoruz.
Papaz Brunson, Deniz Yücel olaylarından biliyoruz. “Katil Devlet” dediği İsrail ile anlaşmasından ve Filistin davasını satmasından hatırlıyoruz.

Başını CHP ve İYİP ’in çektiği muhalefet, eğer bizi dinleselerdi, AKP ilk başlarda durdurulabilirdi. Artık mümkün değil gibi görünüyor!

AKP, ipini koparmış vahşi at gibi uçuruma doğru koşuyor!
Sırtında da Türkiye’yi uçuruma sürüklüyor!

Çare nedir diyorsanız, söyleyelim!

  • Cumhur İttifakı ve yandaşları dışında, tüm ulusal güçler biraraya gelmelidir.

İKİ konuda geniş ittifak yapılmalıdır:

– Birincisi, Türk Milletinin gönlüne sığacak CUMHURBAŞKANI ADAYI için ittifak!
– İkincisi, Sandık ve Milli İrade Hırsızlarına karşı, SEÇİM GÜVENLİĞİ ittifakı!

İki ittifak, derhal seçim sloganıyla, Anayasal çerçevede her gün büyük mitingler yapmalı ve gerçekleri Türk Milletine anlatmalıdır.

Bu, Türk Milletinin son şansıdır. Bu birliktelik için AKP Larvaları, FETÖ ve Said-i Nursi’yi önder kabul edenler ayıklanmalıdır.

  • Türk Milletinin her ferdi, Atatürk’ün ve Türk Milletinin emaneti olan Cumhuriyetimize sahip çıkmak zorundadır.

Tıpkı Genelkurmay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, MİT Başkanı, Emniyet Genel Müdürü gibi!

Türk Milleti adına bu devlet görevlilerinin her adımlarının takipçileri olacağız…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 11 Mayıs 2022

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 11 Mayıs 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SES

Göçmenlerin ülkemizde çoğunluk sağlama tehlikesine değinen  ‘Sessiz İstila‘ videosunu yayımlayan spiker Hande Karacasu gözaltına alınıp bırakıldı.

İstilaya sesli destek…

KARANLIK

Aydınlık’ın haberi aynen şöyle:

Ümit Özdağ‘ın, ‘Yapım masraflarını ben karşıladım. Senaryoyu ben onayladım.’ dediği ‘Sessiz İstila‘ kısa filmine ilişkin bu etiketle paylaşım yapan hesapların %41.54’ünün bilgisayar tarafından yönetilen bot (sahte) hesaplar olduğu ve paylaşımların FETÖ’cüler ile PKK’lılar tarafından yapıldığı belirlendi”.

  1. Aydınlık, AKP iktidarının yanlışlarına karşı yapılan her eleştiriyi savunma görevi mi aldı?
  2. Ülkenin istilaya uğraması FETÖ’cülerle, PKK’lıları mı üzer?..

ANTİ

Soylu, katıldığı bir televizyon programında Ümit Özdağ hakkında “Sorosun çocuğu”, “hayvandan aşağı biri” ifadelerini kullandı.

Aydınlık, Özdağ’ın tepkisini Soylu’nun ABD ile mücadelesine karşı kampanyaya destek olarak niteledi.

Antiemparyalist olmak antiterbiyeli-antiseviyeli olmayı mı gerektiriyor?..

KORKMA

Aydınlık yazıyor:

”Suriye arka arkaya af çıkardı. Ülkede hayat normale dönüyor. Ancak Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde ticaret tekeli kuranlar, Ankara’nın Şam’la temasına engel oluyor. Sınırdaki iş insanları ve esnaf durumdan rahatsız. Sahadaki güvenlik güçlerinin de gidişattan endişe duyduğu bildirildi”

Beyler biraz cesaret, biraz dürüstlük, görüşme yapmayanın adını yazıverin…

KARDEŞ

Devlet Bahçeli, MHP genel merkezinde, suç örgütü liderliği, yağma ve tehdit gibi birçok suçtan hüküm giymiş Kürşat Yılmaz’ı kabul etti.

Dava kardeşliği?..

TIRIS

Nagehan Alçı, Ertuğrul Özkök gibi her devrin adamlarını-dönekleri, Balyoz-Ergenekon destekçilerini uçağına alması ile ilgili eleştirilere İmamoğlu, “Vız gelir tırıs gider” dedi. Tepkiler üzerine özür diledi.

Güç şaşkını olanlar tırıs tırıs gider…

REKOR

Enflasyon pik (tepe) üstüne pik (tepe) yapıyor. Nisan’da yeni rekoru kırdı. (TÜİK’e göre %70, ENAG’a göre %150)

TEK adamlı AKP iktidarı şahlanışa devam ediyor…

ORTAK

Bakan Nebati, ”Enflasyon hepimizin ortak meselesi”

“Bana bakmayın” diyor…

GÖÇMEN

Yeni Akit Gazetesi, “Kapımız İdlibli’ye de açık Selanikli’ye de” manşeti atarak Selanik göçmeni Türklerle Suriyelileri bir tuttuğunu gösterdi.

Milliyet kavramına yabancılıktan olsa gerek…

ENSAR

Göçmenlerin geri gönderileceği ifadelerine karşılık RTE,

  • “Bunları yapmaya hiçbirinizin gücü yetmez. Zira biz Ensar kökeniyle yetişmişiz.  Suriyeli kardeşimize sahip çıktık, sahip çıkacağız Bay Kemal.”
  1. Birkaç gün önce kendisi de göçmenlerin uygun şekilde gönderileceğini söylememiş miydi?
  2. Türk milleti Ensar kökenli değildir. Türk milletini yönetip milleti kabul etmemek nasıl bir çelişkidir?
  3. Muhalefete çatmanın dışında bir konuda tutarlı politika izleyebilecek mi?..

HAYRET!

Yeniçağ Gazetesi’nin haberi:

”Bursa’da askerlik yaşına gelen gayrimüslim vatandaş Yakup Bilensir, bağlı olduğu mezhepte silah tutmanın günah olduğunu iddia etti ve askere gitmek istemedi. Yerel mahkeme, dava açılan genç adamın beraatına hükmetti. Üst mahkeme de “Türkiye Cumhuriyeti İslam devleti olsa da diğer dinlere karşı hoşgörülüdür” diyerek kararı onayladı.”

Bravo hakim bey! 70 yaşımı aştım devletimin ne olduğunu öğrenememişim, sayenizde öğrendim. Umarım HSK da sizin değerinizi takdir eder.

Hayırlı mahkemeleeer…

ÜNLÜLERDEN ÜNLÜ SÖZLER

Dinlerin kitaplarını okuyup
anlayana ”ateist”,
okuyup anlamayana “dindar”,
hem okumayıp hem de anlamayana “yobaz” denir…

 

 

Türkiye’nin düzensiz göçmen sorunu: Afganlar

Cumhuriyet, 11 Mayıs 2022

Bilindiği üzere ülkemiz son zamanlarda hızlanarak artan Afgan göçü ile birlikte büyük bir düzensiz göç sorunuyla karşı karşıya.

Afganistan’da 1990’lardan bu yana süregelen çatışmalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan iç karışıklık 2000’lerin başından itibaren (bu yana) bölgede yaşayan Afganların ülkelerini terk etmesine yol açtı. 2001’de Amerika’nın El Kaide’yle mücadeleyi bahane ederek Afganistan’a müdahale etmesi sonrası ülkeden göç edenlerin sayısı artarak devam etmiş, 2021’de Taliban’ın Afganistan’da egemenliğini ilan etmesi sonucu doruk noktasına ulaşmıştır. Afganlar bu süreçte Pakistan ve İran başta olmak üzere Türkiye, Tacikistan, Özbekistan gibi ülkelere göç etmiştir ve bu göç günümüzde de sürmektedir.

HUKUKSAL DURUM

Türkiye özellikle Suriye iç savaşının başlangıcıyla birlikte (2011) büyük bir sığınmacı problemiyle karşılaşmış, bu süreçte Suriye’den Türkiye’ye daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte bir göç gerçekleşmiştir. Göç İdaresi Başkanlığı tarafından 21 Nisan 2022’de açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı toplam 3.7 milyon-dur. Bu kişiler, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesi ve Geçici Koruma Yönetmeliği gereğince “Geçici koruma statüsündedir”.

Bu statü, YUKK’nin 91. maddesine göre kitlesel olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına gelen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancıların uluslararası koruma ihtiyacının sağlanması için acil çözümler bulmak üzere geliştirilen korumayı ifade etmektedir. Bu düzenleme, Suriyelilerin durumu özelinde uluslararası hukuktan bağımsız olarak oluşturulmuş bir iç hukuk düzenlemesidir. Bu düzenlemeyle Suriyeli sığınmacılar kayıt altına alınmış ve kendilerine geçici bir kimlik kartı verilmiştir.

Afganistan’dan ülkemize gelenlerin durumu ise Suriyeli sığınmacılardan farklıdır. Bu kişilerin büyük bölümü kayıt dışı ve hukuki statüsü bulunmayan düzensiz (kaçak) göçmenlerdir ve bu kişiler için uluslararası koruma süreci başlatılması da hukuken mümkün değildir.

‘KAÇAK GİRİŞ’

Bunun sebebi Türkiye’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi ve YUKK’de bulunan düzenlemelerdir. YUKK’nin 74. maddesi,

“Başvuru sahibinin, sözleşmeye uygun korumayla sonuçlanabilecek bir uluslararası koruma başvurusu yaptığı veya başvurma imkânının olduğu güvenli üçüncü bir ülkeden geldiğinin ortaya çıkması durumunda başvuru kabul edilemez olarak değerlendirilir ve güvenli üçüncü ülkeye gönderilmesi için işlemler başlatılır” demektedir.

Afganistan’dan gelenler Türkiye’ye gelmek için yine Cenevre Sözleşmesi’ne taraf ülkelerden olan İran’dan geçmekte ve buradan Türkiye’ye varmaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin İran’da uluslararası korumaya başvurma imkânı (olanağı) bulunmaktayken bu sürecin işletilmeden Türkiye’ye giriş yapmaları “kaçak giriştir”. Türkiye’nin, sınırlarından kaçak giren bu kişiler için uygulayabileceği bir koruma statüsü bulunmamakla birlikte, YUKK’nin 74. maddesi bu durumda uygulanması gereken hukuksal işlemi açıkça göstermektedir.

SINIR DIŞI EDİLMELİLER

  • Türkiye’de Afganistan’dan gelerek ülkeye kaçak giriş yapan yaklaşık 1 milyon düzensiz göçmenin bulunduğu tahmin edilmekte ve bu sayı giderek artmaktadır.

Bu aşamada, tehlikenin başka bir boyutuna dikkat çekmek için Afganistan’dan gelen kişilerin, Suriye’den gelen sığınmacılardan farklı olarak geçmişte ülkesinde savaşmış olan savaşçılar olduklarını ve daha siyasi nedenlerle Afganistan’dan kaçtıklarını belirtmekte fayda var. Bu durum ülkemiz için hem bugünümüzü hem de yarınımızı tehdit eden büyük bir güvenlik sorunudur.

Bütün bunlar göz önüne alındığında;
– sınırlarımızdaki kaçak göçmen geçişine karşı bir an önce gereken tedbirler alınmalı ve
– ülkemize kaçak giriş yapanlar için YUKK’nin 74. maddesi işletilerek bu kişiler sınır dışı edilmelidir!

AV. ARİF ANIL ÖZTÜRK

Kuytularda öfke ve kin

Av. Celal ÜLGEN

FETÖ ve AKP kol kola, Amerika istiyor diye kurulmadık kumpas, üretilmedik sahte kanıt bırakmadı. Vesayeti bitireceğiz diye çıktıkları yol vesayete giden yolların parke taşlarıydı; beraber yürüdüler bu yollarda.

Yürürken güçlendiler, güçlendikçe böbürlendiler ve güç zehirlenmesi yaşadılar. Kim daha güçlü diye bilek güreşi tutmaya karar kıldılar. Biri öteki aleyhine usulsüz edinilen paraların izlerini takip etmeye kalktı. Diğeri en can alıcı yerlerinden vurmak için dershanelerini kapattı.

GÖZ GÖRE GÖRE

O dershaneler ki örgütlenme ve hain bir geleceğe adım atma planlarının yuvalarıydı. Neleri çıktı sonradan. Bir iğne deliğinde on örgüt kurmuşlar. Manda yuva yapmış söğüt dalında ve hatta balık kavağa bile çıkmış! İstihbaratın haberi yok!? Ülke işgal edilmiş, istihbarat kan uykusunda. 

“Ümitci” yapılanmayı, “Gezici” yapılanmayı sonradan itirafçılardan öğrendik. Örgüt faaliyetlerinden uzaklaşan, gelmesinde gitmesinde sıkıntı olan ancak kazanılabileceği düşünülen personel “arızalı” olarak etiketlenmiş. Arızalı kişiler üzerinde çalışma yaparak, bu kişileri örgüte yeniden kazandırmayı amaçlayan örgütlenmeler bile oluşturulmuş. Yani bir milimetrelik bile boşluk bırakmak istememişler.

Aynı secdeye baş koyduk diyerek Cumhuriyete, laikliğe, ilericiliğe ve Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerine karşı adım adım, sinsi sinsi gelişen kuytularda kara, kapkara öfkelerden olacak, gözleriniz yanınızda dönen fırıldakları, sizi nasıl suçüstü yakalamak için tuzaklar kurduklarını fark etmenizi engellemiş.

Öte yandan gece kurtla sürüye dalıp gündüz çobanla yas tutan namus yoksunlarının her sortide bizi nasıl can evimizden vurduklarını da anlama olanağınız kalmamış.

SİZ KİMSİNİZ?

Nasıl duyarsız bir toplum olduk? Bizi var eden, bize kişilik katan, bizi biz yapan değerlerimizi bir çırpıda unutuverdik. Bunda, sizin yaşamı törpüleyen değerlerin üzerini koyu bir şal ile örten çabalarınız da önemli rol oynadı elbette.

Vicdanlarınızı rahatlatmak için çeşitli bahaneler bulabilirsiniz şimdi. Her şeyi her olayı fırsata çevirdiniz. Demokrasinin basamaklarını bir bir yok ettiniz. 25 yıl geriye giderek bugün

  • 80’li yaşlardaki emekli generalleri 28 Şubat kumpası ile cezaevlerine attınız.

Sahteliği bilinen ve FETÖ kumpası olduğu açık olan Balyoz davasından, rutin ve legal plan seminerinden suç için anlaşma uydurmacası ile davayı sürdürmeye çalışıyorsunuz. Şimdi de yurtsever ve Atatürk’ün tam bağımsızlık ülküsünü yaşam felsefesi yapmış emekli amirallerin peşindesiniz.

Sizi tanımakta güçlük çekiyoruz. 20 yıldır bukalemun gibi şekil değiştirdiniz.

Sahi siz kimsiniz?
Bu kadar kara kini ve kara öfkeyi nasıl biriktirdiniz?

(Cumhuriyet, 03.04.22)

Dr. Serdar Koç’tan öykü : SON HATIRLAMA AVLUSU

KISA ÖYKÜ…

Dr. Serdar Koç


SON HATIRLAMA AVLUSU

-I-
Giderek delik deşik oldu, eriyip eleğe döndü, son hatırlama avlusu da söndü, karardı ev…

Onca hastalıktan, kahırdan, yaştan sonra, bakıma muhtaç; uzaklardan; çok uzaklardan, kederli bir tebessümle bakıyor çocuklarına ve ömrü hayatına; sonra yarasının kabuğuna çekiliyor, orada kayboluyor uzun ara. Ve bu mütemadiyen tekrarlıyor…
Gövdesi gibi belleği de, ufaldıkça ufaldı, bir avuç kalıverdi.

Duvarın yırtığından evin içi görünüyor. Farkında (bil’e) değiller toprak damdakiler, bun’un. Gün ikindiye devriliyor, akşam yakın. Dönüp bir daha baktım görüntüye, renkler boşlukta kaybolurken, yitik bir günün eşiğinde…
-Haydar ne zaman gelecek yavrum?

-Bak hele, Huriye halamın verdiği siyah delmem nerede?
(Seksen sene önce ölmüştü Huriye halası, o daha dört yaşında…)
-Çocuklar nereye sakladınız, Mehri’nin delmesini geri verin hadi!
Ah! O artık bir daha geri gelmeyecek olan, masalsı çocukluğu. Annesi, babası, gardaşları…
Uçsuz bucaksız Geldingen Ovası, Yeşilırmak boyları. Kayabaşı; köyü.

Uçsuz bucaksız ovayı gören bu yamaca iki asrı aşkın bir süredir hükümrandı aile. Her ne kadar bulutsuz ve güneşli günlerde ovanın bitimindeki yalçın dağlar seçilse de atla bir günlük mesafede.

Gölgeye gizlendim. Kendimle söyleşideyim, kimselerle paylaşamadığım. Kendi ezgimi bulmaya çalışıyorum, kendi gizimi. Zamanın frenine bastım artık. Hayatı gölgeden izliyorum. Gölgede giz’lendim. Her lafa tuz atmıyorum gayrı.

Ayrıntı merakı hayatı yorar. Pas geç, özetle gitsin. Özetin de kendi gerçekliği var; başka ve yeniden; yeni kapılar açan, yeni gerçeklere…

Önce ellerimle, sonra aynadaki yüzümle ilgiliydim. Kalbimle konuşmak isteyince, kalbimin rüyada olduğunu anladım. Ellerimi ve yüzümü de rüyaya çağırdım. Etraftaki eşyaları da…
Siyah bir zeminde beyaz bir sıfır gördüm, tüm varoluşu içeriyordu, sonra yeşile döndü, ve kararmaya başladı, siyah zeminle aynılaştı, sıfırlandı, kayboldu, uyandım, siyah bir sıfır imgesiyle…
ĞJ2JĞ
ğj2jğ
(…)

Önce çenesi düştü, sonra gamzesi./ Günün bittiğini haber veriyor ezan./ Gam vaktidir. Hazan.

Dipsiz bir gecedir bellek, yaşanmışlıklardan arta, ay ışığının soluk şavkı, belli belirsiz.
Ötesinde rüzgârın delice dans ettiği… Mutsuz.

Çoğu kez mutsuz; Umutsuz bir yaşama mühürleniriz.
(upuzun bir ikindi, saatlerce süren bir akşamüstü, hangi günün ikindisi ey ana!

-II-
Kara tahtanın başında ders anlatıyorum. İsim tamlamaları, sıfat tamlamaları…
Bir tespihin taneleri gibi peş peşe diziliyor sözcükler, kendiliğinden…
Uyanıyorum ki hepsi yalan.

8. ∞;
Sekizinci Sonsuz;
Sonsuzluk sekizinci katta, bu salonun içindeydi. Ya da yan odada. Belki de mutfakta veya olur ya ara holde, olmaz ya helâda, hadi diyelim dip odada, yatak odasında, balkonların birinde, bahçede, sokakta, her yerde. Ama inanın, masanın üzerindeydi. Yazılmış bir şiirde veya yazılacak olan, henüz yazılmamış, uzakta, bir öyküde, romanda, resimde, heykelde, tiyatroda,
Rakı kadehinde de olabilir, anason ayazında, lâ,
HÛ;
0;
∞ (…

Önündeki durgun suda bazı işaretler gördü bilge kâhin, geleceğe dair…
Siyah-beyaz Yeşilçam filmlerinden kalma salaş bir meyhanede. Kül’haşhaş.

Eğilip baktım düşlerinize, benden habersizdiler. Yüzünü değiştirmiş, başka bir gövdenin seyrinde, yârden hükümsüzdüler.

Buzdan bir kalbe aşk işlemez, bazen buzdan da soğuk, kurşun işlemez, donarsın ayazında.
Ruhumu kuruttun, ruh arsızı. Hevâ ile usandım candan. İkrah ettim, ikrar getirdim.
Yar sinesi sin’im oldu ni’deyim.

Kalbin taş kesilecek sonunda, en sonunda kurşun dökecek üzerine zaman.
En hakiki dost ölüm, yalnızlıkla örselenmiş yapayalnız bir gezinti…

Zaman bandı ileriye doğru hızla akıyordu, açık seçik. Bir şeker parçasının üzerine üşüşmüş karıncalar gibi, gezegen lipelip insan.
(Lipelip: Amasyaca dopdolu demek. Ağzına kadar; taşarcasına.)

Cennete açılan kapısıdır aşk yeryüzünün. Birbirimizin rüyalarına konuk olduğumuz.
İnsanın insana armağanı, tenin tene yoldaşlığı; yolculuğu, hasreti…
Kelebeğin kalbini kırmanın ertesi günü yoktur çünkü.

(düşlerimiz gerçeğin kaynağıdır/ sözcüklere el verir…
bir avuç çocukluk anısına dönüşüverir insan/ sonra o da uçup gider/ döner cenine…
hiç yaşanmamışçasına öykü/ kendiliğe gömülür…

-III-
Dün yâr divanında hatim indirmişsin Serdar?
Sevgili katındasın, yok ötesi. Yâr kadehindesin.
Sana yakışıyor, güzel duruyor sende aşk.

(Aşkta tecrübe yoktur, rütbe de…
/Bir büyük karanlığa düşeceğiz sonsuza dek, “bilelim!”
karanlığın şafağı göründü/ karanlığın ışığı açıldı önümüze…

Eylül 2015… Ankara
(EkinSanat, Aralık 2016, sayı 131)

BAŞLICA TEMEL KORKU ÖBEKLERİMİZ ve İNSAN YAŞAMI ÜZERİNE ÖNEMLİ BASKILARI

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

BAŞLICA TEMEL KORKU ÖBEKLERİMİZ ve
İNSAN YAŞAMI ÜZERİNE ÖNEMLİ BASKILARI

Korku sosyo-psikolojik olarak tümüyle insansal bir savunma ve var olma duygusudur (hayvanlar da korkarlar). Korkular belli bir noktaya dek yararlı, belli bir noktadan sonra da zararlı ve patolojik bir durum  alabilirler. Sosyal, ekonomik, psikolojik, siyasal ve kültürel açılardan 4 ana korku öbeği vardır.

1- Ölüm Korkusu

Ölüm korkusu insan soyunun en temel ve endişe verici korkularının başında gelir. Yaşlanma duygusu ve sağaltımı zor hastalıklar ölüm korkusunun daha da artmasına neden olur.

Dinlerin temel telkinlerinden biri de ahiret ya da öbür dünyada yeni bir yaşama kavuşma inancı yaratarak ya da ruh göçü yoluyla insanları bir başka bedende yeniden dirilterek bir anlamda ölüme çare bulmaktır. İnançlı insanlara düşen görev de henüz sağken. ölümden sonraki dönemde dirilip mutlu yaşamaya çalışmak için gerekli çabaları gösterebilmektir.

Bu nedenle, tüm inançlar ve dinlerde tanrıların gazabından korkulur. İlahların hoşlarına gidecek ritüeller (törenler) ve davranışlara yönelmek ve yasakladıkları davranışlardan kaçınmak temeldir. İlahların buyruğunu dinleyip hemcinsleri ile adalet ve barış içinde olmak, onlarla iyi geçinmektir. Aynı durum tek tanrılı inançlar için de geçerlidir.

Ölüm korkusunun bir başka kaynağı da çağına göre akıl sır erdirilemeyen deprem, yıldırım, sel baskını, kuraklık vb. doğa olaylarıdır. Ancak aklın ve bilimin çapı genişleyip doğa yasaları daha iyi anlaşıldıktan sonra sonra doğa korkusu yerini doğaya egemen olma anlayışına bırakmıştır. (AS: Oysa bu bağlamda temel olan doğayı gemlemek değil, yasalarını öğrenerek barış içinde dayanışma  ile birlikte var olmaktır.) 

2- Özgürlük Korkusu

Özgürlük, özgür olunmak istenen her alanda sorumluluk gerektiren bir tutum ve davranış uyumu ve bütünlüğü gerektirir. Özgürlük başta maddi alan olmak üzere, birçok konuda başkalarına bağımlı olmanın tersidir. Bağımlılıktan kurtulmaktır, bağımsız yaşayabilmektir.

İnsanlık tarihine bakıldığında bireylerin özgürleşmeleri hiç de kolay olamamıştır. Örneğin eski çağlarda bir köle ya da cariyenin (kadın köle!) efendisinden kaçıp kurtulması olanaksız gibidir.. Mekân, mülk, güvenlik ve para gerektirir. Ailesine ve kendisine bakabilecek ve kendini koruyacak olanaklardan yoksun olanlar özgür kalmayı göze alamayabilir.

Aynı durum, bir ağaya ailece sığınmış bir yanaşma – çoban için de geçerlidir. Eğer çoban kendisi ve ailesini geçindirebilecek olanaklardan yoksunsa, ağanın sömürüsünden ve vesayetinden kurtulamaz. Sosyal, ekonomik, psikolojik kültürel ve bilimsel yetersizlikler insanı kendinden daha güçlülere bağımlı yapar.

Günümüzde, belli bir yaştan, örneğin 18 yaşından sonra ailesinden ayrılıp bağımsız bir konutta yaşama isteği, yeterli ve sürekli bir gelir güvencesi olmadan çok  anlam taşımaz. Ekonomik, bilimsel yeterlilik ve psiko-sosyal bağımsızlık olmadan özgürleşmek zordur.

3- Yalnızlık Korkusu

İki kişiden oluşsa bile, istisnalar (ayrıklar) dışında, İnsanlar genelde aile içinde yaşarlar. Ata sözlerimizden birisi, “Yalnızlık Allaha mahsustur ” biçiminde söylenmiştir. Her insan, bir anlamda, başka birinin ya da birilerinin varlığına muhtaçtır (gereksinimlidir).

Öte yandan, Batı kültüründe insan insanın kurdudur (AS: Homo homini lupus). Doğu kültüründe İnsan insanın ağısını (zehrini) da alır. Annesiz kalma, babasız olma ya da her ikisini birden yitirme, sevgilisinden ayrılma, evli eşlerden birinin ölümü, depremler, hastalıklar, trafik kazaları, terk edilmişlik, siyasal ve hukuksal dışlanmışlık, sosyal güvence yetersizliği, yatalak kalma, özellikle de ileri yaşlardaki yalnızlıklar… İnsanlarda kötümserlik , çaresizlik ve umutsuzluklara neden olur. Eğer kişide özgüven eksikliği, gerçeklerle yüzleşmekten korkma ve yeni koşullara uyum yeteneği yoksa, yalnızlık duygusu çok daha yıpratıcı olabilir. Böyle durumlarda, olanaklar çerçevesinde yeni ve doğru insanlarla iletişim ve etkileşim içinde olarak var olan zorlukları aşma yoluna gidilebilir.

4- Gelecek Korkusu

Gelecek, yaşamın henüz deneyimlenmemiş ve yaşanması umut edilen kesimidir. En önemli gelecek korkusu ise can ve mal güvenliği, işsizlik, yaşlılıkta dışlanma, muhtaçlık, çaresizlik ve gelirden yoksun kalmakla ilgilidir.

Gelecek, belirsizlikler, olumlu ya da olumsuz çeşitli risk ve sürprizlerle doludur. Geçmişte, çok eski çağlardan beri, krallar, padişahlar, sultanlar, prensler, prensesler dahil öğrenciler, gençler, evliler, bekârlar, ev kadınları… ve herkes hep geleceklerinin ne olacağı, iyi mi yoksa kötü mü sonlanacağı konusunda merak içinde olmuşlar ve gelecekte olacakları önceden bilmek istemişlerdir.

Yıldızlara bakarak, gaipbiliciler (!) peşinde koşarak, muskacılara, büyücülere giderek, kum, kahve, bakla, iskambil… fallarına baktırarak, medyumlara koşarak … gelecekleri hakkında şimdiden bilgi sahibi olmak istemişlerdir. Yaşam boyu karşılaştıkları yanlış ve kötü şeylerin nedenlerini kendi akıl, bilgi ve davranış yetersizliklerinden arama yerine, kendi alınyazılarına bağlamayı yeğlemişlerdir.

Kıssadan hisse                                    :

Yukarıda sıralanan 4 korku öbeğinin hepsiyle kolayca baş edebilmek, bunlar vb. korku ve endişeleri yok etmek ya da hiç olmazsa azaltabilmenin 2 ana yolu vardır:

Birincisi aklı ve bilimi önceleyen doğru, yaygın ve örgün eğitimi toplumun her katmanına olabildiğince yaymak, yani aydınlanmış ve bilinçlenmiş zihniyet (anlayış) devrimidir.

İkincisi ise insan odaklı, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne dayalı sosyal devleti, her alanda, beşikten mezara dek herkesin imdadına gecikmesizin, ayrımsız ve etkince yetişebilen bir donanım ve yapıya kavuşturmaktır. Başta hukuk güvencesindeki can ve mal güvenliği ve temel insan hak ve özgürlükleri olmak üzere, her şeyin sosyal devlet anlayışına göre örgütlenmesini gerektirir.

Deniz, Gezi ve istila

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Cumhuriyet, 09 Mayıs 2022

Tam bağımsız Türkiye için kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele eden Deniz Gezmiş’in, Yusuf Aslan’ın ve Hüseyin İnan’ın, ABD emperyalizminin işbirlikçileri tarafından idam edilmelerinin üzerinden 50 yıl geçti.

Bu 50 yıl içinde Türkiye emperyalizme ve kapitalizme karşı bir arpa boyu yol alamadığı gibi, bir de teokrasinin, köktendinciliğin, İslamcılığın esiri oldu.

Türkiye kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesi vereceğine, monarşiye ve teokrasiye karşı cumhuriyet ve laiklik mücadelesiyle yetinmek durumunda kaldı.

Türkiye, karşıdevrimci AKP iktidarı nedeniyle, 20. ve 21.yüzyılın mücadele paradigmasından, 18. yüzyılın mücadele paradigmasına geri döndü, 1776 Amerikan Devrimi’nin ve 1789 Fransız Devrimi’nin de gerisine düştü.
***
2013 yılında, yurt çapında milyonlarca vatandaşın katılımıyla AKP’nin dikta rejimine karşı gerçekleşen “Gezi” protesto eylemleri, teokrasi, monarşi, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlarını kitlesel boyutta bir araya getirdi. Bu nedenle “Gezi” eylemleri, sadece Türkiye tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli kitlesel protesto eylemleri arasındaki yerini aldı.

AKP dikta rejiminin, “Gezi” protesto eylemlerini iftirayla ve yalanla mahkûm etmek için bu kadar ısrarcı olmasının temel nedeni budur.

Osman Kavala’nın ve sözde davada yargılananların “Gezi” protesto eylemlerindeki rolü, milyonlarca vatandaşın katılımıyla ve örgütlenmesiyle karşılaştırıldığında, yok denecek kadar azdı.

Buna rağmen AKP dikta rejiminin, birkaç kişiyi ayıklayarak “Gezi” protestolarıyla özdeşleştirmesi, tarihsel gerçeklerin çarpıtılması anlamına geldiği gibi, AKP’nin geniş halk kesimlerini karşısına almaktan korkmasının da bir sonucudur. AKP’nin gücü ancak Osman Kavala’ya ve onunla birlikte yedi kişiye yetmiştir.

Deniz Gezmiş’i, Yusuf Aslan’ı, Hüseyin İnan’ı idam eden mahkemeden farkı olmayan sözde mahkemenin, beş yıla yakın bir zamandır haksız yere tutuklu olan Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermesi, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’ye de 18 yıl hapis cezası vererek tutuklanmalarına karar vermesi, dünya hukuk tarihine geçecek kara bir lekedir.

Bu tutuklamaların, “Ergenekon”, “Balyoz”, “OdaTV”, “Casusluk” adıyla anılan sahte yargı süreçleriyle gerçekleşen tutuklamalardan hiçbir farkı yoktur. AKP, bir zamanlar Fethullah Gülen’e bağlı çeteyle birlikte yürüttüğü kumpas sürecini, şu anda tek başına yürütmektedir.

Bu sözde mahkemenin kararı, hem anayasanın 34. maddesinde yer alan, “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” ilkesinin, hem de anayasanın 138. maddesinde yer alan, “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” ilkesinin ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu karar, demokrasiye vurulan bir darbedir. Anayasal düzeni yıkan, “mahkûm olanlar” değil, bu sözde mahkûmiyete neden olanlardır.
***
Bütün bunlar olup biterken,

  • AKP dikta rejimi bir yandan da emperyalizmin talebi üzerine, Türkiye’yi bir sığınmacı deposuna çevirerek Türkiye’nin egemenlik haklarına darbe vurmaktadır.

ABD, Britanya ve AB emperyalizminin bir sonucu olarak iç savaşa sürüklenen, bölünen ve parçalanan Suriye, Irak, Afganistan ve Libya’dan kaçanlar, ilk aşamada Türkiye’ye sığınmaktadırlar ve yine ABD, Britanya ve AB emperyalizminin talebi üzerine, kaçanların ABD’ye, Britanya’ya ve AB’ye geçişleri engellenmektedir ve kaçanlar Türkiye’de bekletilmektedirler.

AKP dikta rejimi böylece;

– bir yandan emperyalizmin taleplerini yerine getirmektedir,
-bir yandan Türkiye’nin demografik yapısını değiştirmektedir,
– bir yandan da kendisine yandaş ithal “vatandaş” devşirmeye çalışmaktadır!

Türkiye’yi istila eden bir düşman kuvveti olsaydı, Türkiye’ye ancak bu kadar zarar verebilirdi!

Türkiye enflasyonda lider 

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokPROF. DR. DURAN BÜLBÜL

09 Mayıs 2022, Cumhuriyet

Siyasi iktidarın “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söyleminin hükümsüzlüğü OECD’nin mart ayı için yayımladığı raporda da görülmüştür. OECD’nin istatistiksel verileri oluştururken Türkiye’nin resmi verilerini de baz (temel) aldığı bir gerçektir. Son dönem(lerde) gelişmiş ülkeler istatiksel analizlerde Türkiye’yi dışarıda bırakmaktadırlar. Çünkü Türkiye’nin istatiksel verilerine güvenmemektedirler. Onun için de Türkiye, istatiksel verilerin oluşturulmasında dışlanmaktadır.

Sefalet endeksi açısından ülkemizin geldiği yer ise çok acıdır. Endeks verileri uyarınca Türkiye’de sefalet 2016’dan bu yana 2.5 katına çıkmıştır. 2017 yılında %18.7 olan sefalet endeksi 2020‘de % 25.8 düzeyine gelmiştir. Gelinen noktada ise sefalet endeksi açısından Türkiye Arjantin’i de geride bırakmıştır.  Bu yükselişin ana nedeni ise enflasyondur.

OECD’nin yayımladığı raporda

  • Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir.

EKONOMİ POLİTİKASI!

Verilerin açıkça ortaya koyduğu üzere TCMB’nin asıl hedefi olan fiyat istikrarı yerine farklı önceliklere odaklanması, siyasal iktidarın para politikasına tahakkümü sonucunda bağımsız bir para politikasının sergilenememesi ve

  • Siyasal iradenin genel geçer kurallara aykırı politikalarındaki ısrarı sonucu ülkemizde enflasyon artmış, halkımız yoksulluk ve sefalete sürüklenmiştir.

Uluslararası karşılaştırmalarda bile ülkemize ilişkin istatistiksel veriler dışarıda bırakılmaktadır. Bu ise acil bir ekonomi politikasına ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yukarıdaki garfikte de görüleceği üzere,

  • Ülkemiz enflasyonda OECD ülkeleri arasında liderdir.

OECD’nin yayımladığı raporda Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir! O kadar ki, genele ilişkin göstergede Şubat ayı verisi ölçeğe sığmadığından farklı şekilde gösterilmiştir. Yıllık enflasyon Şubat ayında %54.4, Ocak ayında % 48.7 iken, Nisan ayında %69.97 olarak gerçekleşmiştir. Kaldı ki TÜİK verilerine mukabil (karşılık) ENAG gibi bağımsız araştırmacıların verileri gerçek verilerin çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. TÜİK verilerini temel aldığımızda bile vahim (ürkünç) tablo ortadadır.

Dünyada enflasyonist bir eğilim olduğunu kabul etsek bile, Türkiye’nin öbür ülkelerden ayrıştığı ve kimi karşılaştırmalarda kapsam dışı bırakıldığı görülmektedir. Sokakta halk enflasyonu derin bir biçimde hissederken, resmi verilerin tabloyu tam olarak yansıtamaması, biraz da sistematiğin böylee kurgulanmasına bağlıdır.

KONUT AĞIRLIĞI

2022 yılı TÜFE hesaplamalarında kullanılacak ana grup ağırlıkları belirlenirken, gıda ve alkolsüz içeceklerin ağırlığı %25.94’ten yüzde 25.32’ye düşürülmüştür. Keza elektrik ve doğalgaz giderlerini de kapsamakta olan konutun ağırlığı % 15.36’dan %14.12’ye çekilmiştir. Bu yolla, zamların etkisi enflasyon oranlarına tam olarak yansımamaktadır.

Yularıdaki grfikte Mart 2022 için seçilmiş ülkelerin yıllık enflasyon oranları karşılaştırılmaktadır. Tabloda 40’tan çok ülke ve ülke kümesi yer almaktadır ve bunların içinde en yüksek enflasyon oranına sahip ülke açık farkla Türkiye’dir. Türkiye’den sonra gelen Litvanya’nın enflasyon oranı Türkiye’nin dörtte birinden daha azdır.

  • Türkiye’nin enflasyon oranı OECD ortalamasının yaklaşık 7, G20 ve Avrupa Birliği ortalamasının 7.7 ve G7 ortalamasının 8.6 katıdır!

Uygulanan bu politikaların sonucu olarak, tabloda yer alan yüksek enflasyon sonucu ortaya çıkmıştır.

Güdülen politikalar değiştirilmeden de bu tabloda Türkiye’nin yerinin değişmesi olanaklı değildir.