Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

NUMUNE HASTANESİ KAPANDI!

NUMUNE HASTANESİ KAPANDI!


Prof. Dr. Siber Göksel

Türkiye Yüksek İhtisas Hast. Kardiyoloji Kliniği Direktörlüğünden Emekli

BÜTÜN ANADOLU YILLARCA NUMUNE’YE AKMIŞTIR. DUYUMLARIMA GÖRE DIŞKAPI HAST. DE ŞEHİR HAST. NE TAŞINACAKMIŞ. BU HALE GÖRE MERKEZDE SADECE ÖZEL HASTANELER KALACAKTIR. BİR DE ÜNİVERSİTELER.
BİRKAÇ AY ÖNCE DE TYİH KAPANMIŞTI. YÜKSEK İHTİSAS Ü.NİN . KURULMASI HİÇ OLMAZSA TYİH NIN ADINI YAŞATACAK. REKTÖR PROF DR. MUSTAFA PAC DA BU HASTANENİN ESKİ YÖNETİCİSİ ZATEN.
MERKEZDE BU KÖKLU HAST.LERİN KALDIRILMASI ÇOK YAZIK ÇOK. HELE KALP HASTALARI İÇİN BU AYRICA ÖNEMLİ. ZAMANLA YARIŞIRKEN HASTANEYİ MERKEZDEN İYİCE UZAKLAŞTIRMAK HİÇ DE HAYIRLI BİR İŞ DEĞİL.
NÜMUNE HASTANESİ ÇOK ÖNEMLİDİR. BİR ASIRDIR TÜRKİYE’YE HİZMET VERMİŞTİR. HİTLER ZULMÜNDEN KAÇIP DA TÜRKİYE’YE GELEN ALMAN VATANDAŞI PROFESÖRLER TÜRK BİLİMİNE BÜYÜK KATKIDA BULUNMUŞLARDIR. HUKUKTA PROF. HİRSCH, TIPTA MELCHİOR. EKSTEİN VE DAHA BİRÇOKLARI BU HASTANEDE ÇALIŞMIŞLAR. ANKARA Ü. TIP FAK.NİN KURULUŞUNDA DA GÖREV ALMIŞLARDIR. BEN NÖROLOJİ VE ÇOCUK STAJINI NUMUNE HAST.DE YAPTIM. HACETTEPE NİN TEMELİ, NUMUNE HAST.NİN BÜNYESİNDE KURULAN ÇOCUK KLİNİĞİDİR.

BU HASTANELERİN ARSASI MI DEĞERLİDİR?

NEDİR BİLEMİYORUZ. AMA BUNCA YIL EMEK VERMİŞ, ONCA UZMAN YETİŞTİRMİŞ DUAYEN BİR HEKİM OLARAK BU DURUMA ÜZÜLMEMEK MÜMKÜN DEĞİL. BU HASTANELERİMİZDEN ONCA ÖĞRETİM ÜYELERİ, DEKANLAR, REKTÖRLER ÇIKMIŞTIR.

BÜYÜK HASTANELERİN YARARI DA TARTIŞILIR. HASTANE İÇİNDE TETKİKLER İÇİN BİR YERDEN ÖBÜRÜNE GİTMEK, KONSÜLTASYONLARA YETİŞMEK ZORDUR. DAĞINIKLIK GETİRİR. BÖYLE DEĞİŞİMLER İÇİN DENEYİMLİ, MESLEĞE YILLARINI VERMİŞ HEKİMLER ARASINDA ANKETLER YAPILMALI, FİKİR SORULMALIYDI.
BU BİR İHTİSAS İŞİDİR. ORADA ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELİ BİLİR EN İYİSİNİ. AYRICA HASTALAR NASIL ULAŞACAKTIR ORAYA??.. ZOR. BU İŞLER GİDEREK DE ÇOK ZORLAŞIYOR. YAZIK OLUYOR. NUMUNE HASTANESİNİN DEĞERLİ HEKİMLERİNE. SAĞLIK ÇALIŞANLARINA GEÇMİŞ OLSUN DİYORUM. HASTALARA DA KOLAYLIKLAR DİLİYORUM.. ÖZEL HASTANELERİN KARLARI ARTACAĞI İÇİN ONLARI DA TEBRİK EDİYORUM.

Not : 5 yıl önce TYİH nın tarihini yazdığım kitapta, Numune Hast.ne çalışmak için gelen Profesörlerden söz etmiştim..

Görüntünün olası içeriği: yazı
===========================

Sayın hocam,

Numune Hastanesi’nin de taşınması ile ilgili bu çoooooooook haklı olarak hüzünlü yazınızı web sitemizde yayınladık..

Numune hastanesi kapandı ile ilgili görsel sonucu

Yıllardır söylüyor, yazıyorum : ŞEHİR HASTANELERİ BİR TALANDIR!

Siz soruyorsunuz, bu hastanelerin yerleri mi değerli??
Evet hocam, öyle… RANT TUTSAKLIĞI yaptırıyor tüm bu ihanetleri..
Sevgi ve saygı ile.

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı / Ankara Üniv. Tıp Fak.
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com

Heey… Bir işsiz kendini yaktı!

Heey… Bir işsiz kendini yaktı!

Mustafa Balbay
Cumhuriyet, 23.5.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Gaziantep’te 32 yaşındaki işsiz genç Eyüp Dal’ın kendisini yakarak ölümü, ekonominin ne halde olduğunu, toplumun derinliklerinde hangi gerilimlerin biriktiğini, sorumluların duyarsızlığını ortaya koydu.
Eyüp, 16 Mayıs günü Şahinbey Belediyesi’ne gidiyor. Seçimlerden önce belediye başkanının kendisine iş sözü verdiğini söyleyip yanıt bekliyor. Olumsuz karşılık alınca üzerine benzin döküp ateşe veriyor. Dört günlük yaşam mücadelesini kaybediyor.
Eyüp’ün ölümü üzerine Şahinbey Belediye Başkanlığı’ndan şu açıklama yapılıyor:
Söz konusu kişinin babası 3 katlı ev sahibidir. Bir katında kendisi oturmaktadır. Babasının 2 bin lira emekli maaşı vardır.
Yani, işsiz olsa da hayatta kalabilirdi, ailesi ona bakabilirdi! Bir tek “Ölmekle suç işlemiştir” dememişler. İnsaf, hiç mi vicdanınız sızlamadı?
Eyüp’ün annesi Türkan Dal, Gaziantep Hakimiyet gazetesine, kendilerini hiçbir yetkilinin başsağlığı için bile aramadığını söylüyor.
***
Eyüp’ün eşi ise bir başka yaraya parmak basıyor:
Suriyelilere verilen değerin onda biri bize verilmiyor. Eşim 5 yıldır iş arıyor. Gelir geçer işlerde çalışıp bizi aç bırakmamaya çalışıyordu. Seçimlerden önce söz verdiler, ama tutmadılar. Her fabrikaya başvurdu, hep ret çıktı… Devlete hakkımı helal etmiyorum
Acılı anne ve eşin anlattıkları hem işsizliğin boyutlarını hem de Suriyelilere yönelik tavrı ortaya koyuyor.
Dün Gaziantep’te tanıdıklarımı aradım. Verdikleri bilgiler şöyle:
-Bu şehir savaş günlerinde bile ekonomisini ayakta tutardı. Şimdi hemen tüm işyerleri küçülüyor, vardiyaları azaltıyor.
-Koca fabrika sahipleri iflas ya da konkordato istersek başımız derde girer diye korkuyorlar.
Suriyeliler, Kilis’ten girince soluğu Gaziantep’te alıyor. Her yerde ayrıcalıklılar. Vergisiz işyeri açıp, ithalat yapan var. İşyerinde kendi vatandaşlarını çalıştırıyorlar. Geçenlerde bir Türk başvurmuş, “Yabancı çalıştırmıyoruz” demişler. Ülkemizde yabancı olduk.
Hastanelerde doğan her 10 bebekten 8’i Suriyeli.
-Şehirde alışık olmadığımız bir asayiş sorunu var. Akşam 21.00’den sonra pek çok yer tehlikeli.
Bu bilgileri aldıktan sonra bilgisayar aramaya “Gaziantep-Suriyeliler” yazdım. Şu başlıklar çıktı:
-Suriyelilere linç girişimi.
-Suriyeliler, Valiliğe yürüdü.
-Suriyeliler döner bıçaklarıyla kavga etti.
-Suriyeliler Türklerle kavga eti: 3 ölü.
-Suriyeliler Türk bayrağını indirdi.
***
Suriyeliler, iktidarın ne yaparsa yapsın kendini anlatamayacağı ciddi bir sorun olarak büyüyor.
İşsizlik de yine Suriyelilerle bağlantılı olarak büyüyor.
İnsan, işsiz kalınca elbet üzülür. Ancak, işsizliğin Suriyelilerden kaynaklandığını düşünmesi yeni sorunları beraberinde getirir.
Türkiye pek çok alanda olduğu gibi işsizlikte de dünyanın en kötü dörtte birlik diliminde. 205 ülke arasında 149’uncuyuz.
Dünyada işsizlik ortalaması %5. Bizde TÜİK, indire indire %10.5’e çekebildi!
İşsizler ordusuna katılanların %25’i son bir yıl içinde işsiz kaldı.
Üniversite mezunu genç işsizlerin oranı %30’a yaklaşıyor. 
Eyüp Dal, işsizlik ateşinin tüm bedenleri yakıp kavurduğunu gösterdi.
Ekonomi borsa endeksi, döviz kurundan ibaret değil. Her şeyden önce insandan ibaret.
İktidar sahiplerine sesleniyoruz; Eyüp Dal’dan yükselen alevler içinizi yakmadıysa, bu kadar kalın nasırı nasıl ürettiniz?
======================================
Dostlar,

KENDİNİ YAKAN YURTTAŞLAR VE AKP = RTE’nin SÜREN TEHLİKELİ HEZEYANLARI

Erdoğan, “Ben ekonomistim” diye böbürleniyor.
Diplomasını doğru dürüst gören yok.
Ergün Poyraz “DİPLOMASIZ” diye koca kitap yazdı..
Bunlar yetmezmişçesine, ülkemizin iyi yönetimi için “tek adam” yetkisi istedi. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sitemi” adı altında dünyada örneği olmaya ucube bir TEK ADAM REJİMİ’ne sürüklendik.. 16 Nisan 2017 halkoylamasında Anayasa değişikliği için YSK, oylama sürerken mühürsüz oy pusulası ve zarfları da geçerli saydı. Hukuk ayaklar altına alınarak rejim değiştirildi.

Erdoğan, “Verin yetkiyi, siz o zaman görürsünüz enflasyonla savaşı, dövizde sıçramayı…” anlamında sözler etti..
24 Haziran 2017 genel seçimi ile birlikte 2. kez CB seçildi, 9 Temmuz 2019’da da adeta TAHTA ÇIKTI!
Son 1 yıldır ekonomideki yangın artık bastırılamaz durumda. Krizin her alevlenmesinde “dış güçler saldırıyor, ekonomide sabotaj var..” masalları ile halka algı operasyonu uyguladılar. Paranoid hezeyanlarla toplumu sersefil ettiler, alıklaştırmaya çabaladılar..

TCMB rezervleri eridi, kârına el kondu, ne denli emisyon (para basma) var, bilemiyoruz.
Türkiye Varlık Fonu bir işe yaramadı. Kredi Garanti Fonundan destekle (!) bankalar 250 milyar TL’yi bulan, dönüşü son derece güç, hatta olanaksız krediye zorlandı. Şimdi 3 kamu bankasının seçilen sektörlere 250 milyar TL kredi aktaracağı söyleniyor. Bir kez 3 kamu bankası zaten zorda, nakitleri Hazineye geçti bir biçimde ve yerine Hazine kağıtları kondu. Kaldı ki 3 kamu bankasının bu büyüklükte bir krediyi finanse edecek kaynak yeterliği yok..

3 Kasım 2002 seçimleriyle AKP iktidar olduğunda 1 Dolar = 1,60 TL idi.. 16,5 yıl sonra 4 katına yaklaştı. Dünyada parası böylesine “pul” olan hangi “kıskanılan” ülke var acaba?
Ülkesini bunca kötü yöneten hangi yönetim iktidarda kalabiliyor?!

Damat Hazine Bakanı ne söylese tutmuyor hatta tersi çıkıyor, ayrıca ne söylediği hiiiiç anlaşılmıyor.. Bilinçli bulanık söylem ve politika sürdürülüyor..

İşsizlik – yaşam pahalılığı, hukuksuzluk ülkeyi kavuruyor, can güvenliği kalmadı..
Gazeteciler, anamuhalefet lideri darp ediliyor, saldırganlar serbest bırakılıyor..

TÜSİAD
artık korku duvarını aşmış, arka arkaya çok ciddi uyarılarda bulunuyor..
İstanbul Belediyesinde İmamoğlu’nun açıkladığı talan akıllara durgunluk veriyor..
Hafta içinde Boğaz köprüsünde bir yurttaş aracını durdurup ateşe verdi ve denize atladı, cesedi çıkarıldı.
İstanbul BŞB seçimlerinde “oyları çaldılar” dediler, majestelerinin YSK’sı bile sözde gerekçesinde “oy hırsızlığından” söz edemedi..
Yetkin hukukçular YSK’nın şişirilmiş 250 sayfalık sözde gerekçesini “tüm sonuçlarıyla geçersiz” ilan ediyor..
Üstüne üstlük Erdoğan “bu işi hırsızlara bırakmayacağız“.. diye ev sahibini bastırırcasına kendince ön almaya kalkmaz mı! İnsanların bunca haksızlığa dayancı kalmadı ve onyılların usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal patladı :

  • Genco Erkal’dan Erdoğan’a: Hırsız halkın verdiği mazbatayı seçilmiş başkanın elinden çalandır.

    Usta oyuncu Genco Erkal, AKP’li CB R.T. Erdoğan’ın, YSK’nın yenileme kararı verdiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine ilişkin, “Herhalde bu sandığın hakkını vereceğiz. İnşallah hırsızlara bu işi bırakmayacağız” sözlerine tepki gösterdi.
    Erkal, twitter’dan paylaştığı mesajda “Hırsızlara bu işi bırakmayacağız,“ demiş. Sen ne diyorsun be adam, kim hırsız, nerenden çıkarttın bu lâfı, senin yüksek yargıçların bile bu kadarını söylemeye yeltenmedi, sen hâlâ hırsız diyorsun. Hırsız halkın verdiği mazbatayı seçilmiş başkanın elinden çalandır.” diye yazdı.
    ****

Örtülü ödenek almış başını gidiyor, Erdoğan’dan bir açıklama yok..
Sarayın 13 uçağı olduğu basında yazılıyor, yalanlama yok! Ahlat ve Marmaris’te yeni saray yapımları çevre talanıyla sürüyor..

Eğitim sistemi daha da dincileştiriliyor, bürokraside “Liyakat”ın “L” si kalmadı. 2. kez atanan Burdur Üniversitesi rektörü açık teşekkür listesine AKP il başkanını da katabiliyor..

Saymakla bitmiyor AKP’nin irrasyonel ve hukuk dışı uygulamaları – dayatmaları..

Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde böyle kötü yönetilmedi ve talan edilmedi.
Asırlık Numune Hastanesi de Bilkent Şehir Hastanesine taşındı. Bu hastaneler ayrı ve muazzam bir yıkım Türkiye için. Gelin görün ki, Erdoğan’a bu hastanelerin “hülyası” olduğu söyletiliyor!?
*****

  • Bu iktidar artık Türkiye için ciddi bir beka sorunudur, mutlaka kurtulmak gerekiyor.İlk iş 23 Haziran’da ciddi bir ders daha vermek.. Sonra arkası gelir.. İmamoğlu %55’i aşarsa, Cumhur İttifakı %45’in altına inerse, Türkiye erken genel seçim iklimine girer. Bu rüzgarla da AKP alt – üst olur ve TBMM’de çoğunluğu yitirir.. Zaten hala 290 / 600 milletvekili var. Gerçekte topal ördek konumunda ve MHP stepnesi ile ayakta durabiliyor.. Üflesek düşecek!

    Ha gayret Türkiye…

  • Yinelenecek İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi AKP’den kurtulmak için kritik önemde!

Sevgi ve saygı ile. 26 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

49 barodan YSK’nın iptal kararına tepki

49 barodan YSK’nın iptal kararına tepki

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul seçimlerinin yenilenmesi kararına ilişkin 49 baro tarafından ortak açıklama yayımlandı. Açıklamada;

  • “..Seçim kurullarının 02.03.2019’da kesinleştiği gerekçesiyle, sandık kurullarının usulüne uygun olmadan oluşturulduğuna ilişkin tam kanunsuzluk iddiasına ret kararı verilirken, bir başka seçimin bu gerekçe ile iptal edilmesini, hukuki ve vicdani olarak kabul etmek mümkün değildir.” dendi.

49 barodan YSK'nın iptal kararına tepki


Ayrıca açıklamada, iptal kararı demokrasi ve hukuk tarihimizde kara bir leke olarak yerini alacaktır ifadesi kullanıldı.

49 baronun ortak açıklaması şu şekilde:

“Biz aşağıda imzası bulunan Barolar;

YSK’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimlerinin İPTALİNE ilişkin 06.05.2019 tarihli kararı nedeniyle kamuoyuyla aşağıdaki açıklamayı paylaşma zorunluluğu duyduk.

YSK’nın kısa kararından ve kamuoyuna yansıyan bilgilerden seçimin; usulüne aykırı oluşturulan seçim kurulları nedeniyle iptal edildiği anlaşılmaktadır.

YSK’nın sandık kurullarının oluşumuna ilişkin 135 sayılı Genelgesinin 4. Maddesinde 298 Sayılı Yasanin 23. maddesine atıfta bulunmak suretiyle; ‘…İlçe seçim kurulu başkanı, sandık kurulunun kalan bir asıl ve bir yedek üyesini belirlemek için önce, 22’nci maddenin birinci fıkrası uyarınca bildirilen listeden sandık kurulu başkanı olarak belirlenmeyenler arasından, ihtiyaç duyulan sandık kurulu üye sayısının iki katı kamu görevlisini ad çekme suretiyle tespit eder ve bu kişilerden mani hali bulunmayanları sandık kurulu asıl ve yedek üyesi olarak belirler. Üyeliklerin bu şekilde doldurulması mümkün olmazsa, eksiklikler, ilçe seçim kurulu başkanı tarafından, o çevrede bulunan ve sandık kurulunda görev verilmesinde sakınca olmayan kimseler arasından tamamlanır.’ denmektedir.

“Hukuki ve vicdanı olarak kabul etmek mümkün değil”

Yani seçim kurullarının oluşumunda seçime katılan siyasi partilerin hiçbir müdahalesi yoktur. Kaldı ki, YSK benzer şekilde Bursa Mustafa Kemal Paşa İlçesi seçimleri için; seçim kurullarının 02.03.2019 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle, sandık kurullarının usulüne uygun olmadan oluşturulduğuna ilişkin tam kanunsuzluk iddiasının REDDİNE karar vermişken, bir başka seçimin bu gerekçe ile İPTALİNİ HUKUKİ VE VİCDANİ olarak kabul etmek mümkün değildir.

“Yerleşik içtihatlar, teamüller ve ilke kararları yok sayılmıştır”

Bu kararla; ülkemizin uzun ve sıkıntılı demokrasi tarihinde edinilen tecrübeler, yasal düzenlemeler ve seçim kurullarının uygulamaları ile oluşan yerleşik içtihatlar, teamüller ve ilke kararları yok sayılmıştır. Halbuki bunların tamamı seçimlerin sağlıklı işlemesi, millet/seçmen iradesinin şaibesiz bir şekilde sandığa yansıması içindir. Ancak YSK kararı ile tüm bu birikim bir yana atılınca, artık seçmenin seçim sonuçlarına ilişkin kuşku ve endişeleri artacağı gibi sandık kurulu başkan ve üyeleri de potansiyel suçlu gibi görülecektir.

Demokrasi, öncelikle halkın iradesi ile şekillenen seçim sonuçlarına saygı duymakla mümkündür. YSK şeklin ikincil sayılması gerektiğini, esas olanın seçmenin iradesi olduğunu bir çok kararında olduğu gibi ‘mühürsüz oyların geçerliliğine ilişkin karar’ı ile de göstermiştir.

“Hukuk tarihimizde maalesef kara bir leke olarak yerini alacaktır”

Hal böyleyken; demokrasi birikimimizi, kültürümüzü ve yıllar içinde oluşan tüm içtihatları yok sayarak alınan bu karar, demokrasi ve hukuk tarihimizde maalesef KARA BİR LEKE olarak yerini alacaktır.

İlkesel bazda yaptığımız bu açıklama ile amacımız; hukuksuzluğu kabul eden anlayışa karşı temelini hukuk ve adaletten alan demokrasiye sahip çıkmak ve onu savunmaktır.

Bu sürecin İstanbul ve Ülke genelinde sağduyuyla ve demokratik kurallara uygun bir şekilde sonuçlanmasını diliyor, kamuoyu ile saygıyla paylaşıyoruz. 08.05.2019

Adana Barosu-Adıyaman Barosu-Aksaray Barosu-Amasya Barosu-Ankara Barosu-Antalya Barosu-Artvin Barosu-Aydın Barosu-Balıkesir Barosu-Bartın Barosu -Batman Barosu-Bilecik Barosu-Bolu Barosu-Burdur Barosu-Bursa Barosu-Çanakkale Barosu-Denizli Barosu-Diyarbakır Barosu-Düzce Barosu-Eskişehir Barosu -Gaziantep Barosu-Giresun Barosu-Hatay Barosu-Isparta Barosu-İstanbul Barosu-İzmir Barosu-Kastamonu Barosu-Kırklareli Barosu-Kocaeli Barosu-Malatya Barosu-Manisa Barosu-Mersin Barosu-Muğla Barosu-Muş Barosu -Niğde Barosu-Ordu Barosu -Osmaniye Barosu-Samsun Barosu-Siirt Barosu-Sinop Barosu-Şanlıurfa Barosu-Şırnak Barosu-Tekirdağ Barosu-Tokat Barosu-Trabzon Barosu-Tunceli Barosu-Yalova Barosu-Zonguldak Barosu-Van Barosu”
===============================
Dostlar,

YSK’nın 7 İptalcisi

49 Baronun ortak basın açıklaması da ‘hukuksal olarak’YSK’nın 7 İptalcisi“ni iknaya yetmedi. Bu açıklama iptal kararından birkaç gün sonra, 8 Mayıs 2019’da yapıldı. Ne var ki, onlar bu alanın en yetkinleri (!) Söyleyecek söz bulamıyoruz. 7 iptalcinin gerekçeleri komik olmanın ötesinde inanılmaz çelişkiler – tutarsızlıklar içermekte. Gerçekte bir hukukçunun yazabileceği, altına imza koyacağı içerikler olmaktan çok uzak. Niye böyle oldu? Baskı mı çok yamandı? Yandaşlık mı çoooook katı idi? Diyet mi çoooook ağırdı??!! Neden neden??

Öte yandan iptale karşı çıkan  4 üyenin karşıoy yazıları (muhalefet şerhleri) ise 2’şer sayfayı geçmiyor.. Çok sade, net, kararlı, anlaşılır ve iptal başvurusundaki gerekçeleri kesin biçimde çürüterek reddeden içeri ve nitelikte.

  • Bu “gasp” hiç kuşku yok salt siyasal tarihe değil, uygarlık – insanlık tarihine de yüz kızartıcı – utandırıcı bir karar olarak geçecektir.

İstanbul halkı 23 Haziran 2019’da, örneği görülmemiş bu hak gaspını mutlaka onaracaktır, onarmalıdır.

AKP = RTE tarafından içine sürüklendiğimiz bu cendereden en sağlıklı – en az zararla çıkmanın yolu budur.

Çare, merhem İstanbul seçmeninin ellerinde, “oy” larındadır.

Binali bey, tüm kredilerini kendisi, hoyratça tüketmiştir.. İptal istemelerinin gerekçesini “Çok basit, çünkü çaldılar..” olarak açıklamıştı.. Ya da kendisine böyle söyletilmişti!? YSK kararında “oy çalma” gerekçesi yer almıyor! Binali bey bu kez kıvırtıyor; “siyaseten çaldılar” dediğini açıklıyor. Ne diyelim, ünlü atasözüdür; zırva tevil götürmez..

Binali bey, “İmamoğlu ile TV programına çıkar mısınız?” sorusuna da “Ona ben tek başına karar veremem” diyerek gerçeği ağzından çıkardıktan sonra, eleştiriler üzerine yeni bir kıvırtma ile “İmamoğlu’nun da kabulüne bağlı.. demek istedim” buyurdu. Ayarının ince ince Saraydan verildiğini dünya alem gördü..

Saray nelere “ince ince” ayar vermiyor ki! CNN Türk’te Ahmet Hakan da elbette sivil örümceğin ağlarında..

İstanbul’un seçilmiş ama hakkı gaspedilmiş BŞB Başkanı Ekrem İmamoğlu, AKP döneminde bu belediyede yapılan inanılmaz yolsuzlukların belgelerini göstermeye başladığında, hava aniden döndü, barometre basıncı yükseldi ve program yukarıdan emirle aniden kesildi!

Tüm bunlar, artık ülkemizde mevsimin AKP = RTE için sonbahara döndüğünün kesin kanıtlarıdır.

AKP = RTE, yaklaşan hazin sonu görmektedir ve maçı uzatmak istemektedir. Bu süreçte her şey ama her şey mübah görülmektedir iktidar tarafından. Ancak ne yapılırsa yapılsın çare yoktur. Zerre kadar siyasal tarih bilgisi olanlar bu olguyu net olarak saptayabilecektir. Ancak güç sarhoşluğu ve türevi olan kibir imparatorluğu…. tüm sağduyuyu yok etmiştir.

23 Haziran’da AKP = RTE ve ortağının oyları toplamda %45’in altına inerse, ülkemiz hızla bir genel seçim ortamına – iklimine sürüklenecek ve bu genel seçimler Cumhur ittifakının sonu olacaktır. İmamoğlu’nun %55’lere varan oranla kazanması bu bağlamda da kritik – stratejik önem taşımaktadır.

İstanbul seçmeni bu gelişmeleri görecek, değerlendirecek ve gereğini yapacak siyasal olgunluk ve bilince sahiptir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

ILO nedir?

ILO nedir?

Yıldırım Koç

Yıldırım Koç
Aydınlık Gazetesi, 21.5.2019

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çok konuşulan ve genellikle çok az bilinen bir örgüttür.

ILO’YU SENDİKA SANAN PROFESÖR

Çalışma yaşamına ilişkin bir miktar kitap yazmış ve bazı çevrelerce bu alanda otorite kabul edilen Prof. Dr. Kamil Turan’ın, 1999’da yayımlanan Milletlerarası Sendikal Hareket ve Küreselleşme (Türk Metal Sendikası Yay., Ankara, 1999, s. 22) kitabında “1901 tarihinden günümüze kadar kurulmuş önemli milletlerarası sendikal kuruluşlar” çizelgesinde 1919 yılında kurulduğunu belirttiği Milletlerarası Çalışma Teşkilatı’na da yer verdiğini gördüğümde çok gülmüştüm. Bazı çevrelerce bu alanda otorite kabul edilen Kamil Turan’ın, ILO’nun devletlerin üye olduğu bir uluslararası örgüt olduğunu bilmemesi, ILO’yu bir uluslararası sendikal örgüt sanması çok traji-komik bir durumdu. Bazı çevrelerin otorite kabul ettiği bir kişinin böyle hatalar yaptığını görünce, diğer insanların bu konudaki bilgisizliğini hoşgörüyle karşılamaya başladım.

ILO’NUN ÜÇLÜ YAPISI

ILO veya Uluslararası Çalışma Örgütü, 1919 yılında kuruldu. Bu yıl, kuruluşunun 100. yıldönümü kutlanıyor. Bu nedenle bu yıl Haziran ayında ILO’yu epeyce konuşacağız.

ILO’nun kuruluş nedenlerine, işleyişine, finansmanına ve Türkiye için önemine daha sonraki birkaç yazımda değineceğim. Önce bazı kısa bilgiler.

ILO, Prof. Dr. Kamil Turan’ın zannettiği ve yazdığı gibi bir uluslararası sendikal örgüt değildir. Devletlerin üye olduğu ve günümüzde Birleşmiş Milletler ailesi içinde yer alan bir uluslararası örgüttür. ILO’yu devletlerin üye olduğu öbür uluslararası örgütlerden ayıran temel özellik, üçlü yapısıdır (AS: Tripartite structure). Başka bir deyişle, ILO’da ülkeleri hükümet, işçi ve işveren temsilcileri birlikte temsil eder.

ILO, Sözleşme ve Tavsiye Kararı adı verilen uluslararası standartlar kabul eder. Bu standartları onaylayan ülkelerin bu standartlara uyması beklenir. Ülkelerin bu standartlara uyup uymadıklarını denetleyen çeşitli mekanizmalar vardır. Ancak ILO’nun, bu standartları onaylayıp uygulamayan ülkelere karşı uygulayabildiği önemli yaptırımlar yoktur.

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı sistemine kadarki onaylama süreci, TBMM’de kabul edilen bir kanunla Bakanlar Kurulu’na onaylama yetkisinin verilmesi ve Bakanlar Kurulu’nun da bir kararla bir sözleşmeyi onaylaması biçimindeydi. Sözleşmenin onaylandığı ILO Genel Müdürlüğü’ne bildirilince, onaylama süreci tamamlanmış olurdu. Günümüzde Bakanlar Kurulu’nun yetkisi Cumhurbaşkanı’na bırakılmıştır.

ILO’NUN AZALAN ve ARTAN ÖNEMİ

ILO’nun Sözleşme ve Tavsiye Kararı kabul etme organı, her yıl Haziran ayında toplanan Uluslararası Çalışma Konferansı’dır. Uluslararası Çalışma Konferansı bu yıl 10-21 Haziran günleri Cenevre’de toplanacak. Gündemdeki en önemli konu, örgütün 100. yılı kutlamaları. Ayrıca, Çalışma Dünyasında Şiddet ve Taciz konusunda bir uluslararası belgenin ikinci görüşmesi yapılacak.

ILO’nun kuruluş sürecini ve daha sonraki yıllarda geçirdiği büyük değişim ve dönüşümü bilmezseniz, bugün dünyada öneminin azalmasını da anlayamazsınız. Ancak, ILO’nun önemi dünyada azalırken, Türkiye’de artmaktadır. ILO’nun öneminin Türkiye’de artışının nedenini daha sonraki yazılarımda ele alacağım.

Uluslararası Çalışma Konferansı bu yıl, açılış ve kapanış törenleriyle birlikte, 12 gün toplanacak. ILO’nun uluslararası düzeyde öneminin azalmasının bir göstergesi, Uluslararası Çalışma Konferansı’nın çalışma süresinin kısalmasıdır. Uluslararası Çalışma Konferansı 1998 yılında 2-18 Haziran tarihlerinde toplanmıştı. Çalışma süresi 17 gündü. 1999 yılında 1-17 Haziran günleri, 2000 yılında 30 Mayıs-15 Haziran, 2008 yılında 28 Mayıs-13 Haziran günleri toplanıldı. Çalışma süresi 2018 yılında 28 Mayıs-8 Haziran oldu. Bu yıl da 12 gün.
============================
Dostlar,

ILO, TÜRKİYE ve AKP İKTİDARI

Sayın Yıldırım Koç, dostluğundan güç aldığımız ve onur duyduğumuz bir yurtsever aydındır.  1973’te ODTÜ Ekonomi bölümünden mezun olduğundan bu yana neredeyse yarım yüzyıldır, tam bir doğrultu tutarlılığı ve aydın namusu ile emekten – halktan yana yiğit – ödünsüz ve bilimsel – akılcı çizgisini sürdürmektedir.

Koç, Türkiye’de sendikacılık – emek örgütleri ve tarihçesi konularında kuşkusuz en önde gelen yetkin uzmanlardandır. Yüzlerce makalesi, onlarca el kitapçığına ek, yüzlerce sayfalık belgesel nitelikli kitaplara da imza atmıştır. O’nun yazıp konuştuklarından öğrenmeyi sürdürüyoruz.12 Eylül’de akademik kariyeri engellenmeseydi, hiç kuşku yok en üst unvanları hak edecekti.
***

ILO‘yu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki ve Sağlık Bilimleri Enstitüsündeki lisans ve lisans üstü derslerimizde biz de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği bağlamında öğrencilerimizle çalışmaktayız.

Türkiye, ILO‘ya, kuruluşunun 13. yılında, 1932’de, Büyük ATATÜRK döneminde üye oldu. 1921 Amele Kanunu sayılmazsa, 1936’da İlk İş Yasamıza ILO desteği ile erişmiş olduk. Ardından 1475 ve son olarak yürürlükteki 4857 ve 6331 sayılı yasalar elde kağıt üstünde.
Ne var ki, sayıları 200 dolayındaki ILO Sözleşmeleri (Conventions, ILO C’s) ve 26 dolayındaki ILO Tavsiye Kararlarının (Recommendations; ILO-R’s) kabaca 1/4’ünü benimsemiş ve iç hukukuna katmıştır. Ancak bunların gerçek anlamda uygulamadan çoooooook uzak olduğunu ülkemizdeki işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin sınırlı verilerden görmek olanaklıdır. Örn. 2018 boyunca “kayda giren” işçi cinayeti sayısı 1923’tür ve Türkiye bu bağlamda dünyanın “önde gelenlerinden” dir!

SOMA faciasında iktidarın temel (asli) sorumluluğu her türlü tartışmanın net olarak dışındadır.

  • Soma’da en az 301 (kayda girebilen..) emekçi, iktidar – yandaş sermaye ortaklığına acımaksızın kurban verilmiş – edilmiştir.. İşletme sahibi, birkaç yıl geçmeden serbest kalmış ve işletme iznini geri alabilmiştir!

AKP, ILO’ya geçen yıl, yıllık olağan Haziran Genel Konferansı’na, yandaş Memur Sen temsilcisini yollamıştır. Sendika bile denemeyecek bir “memur sendikası” (!?), gerçek anlamda toplu pazarlık – sözleşme yetkisi ve grev yapma gücü olmayan bir örgütün uluslararası ölçütlerde “sendika” olarak tanımlanması olanak dışıdır. Tıpkı AKP = Erdoğan‘ın şaibeli halkoylaması ile ülkemize dayattığı “ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ölçüsünde uyduruktur.

Pek çok uluslararası emek örgütü bu hukuk dışı politik dayatmaya karşı çıkmıştı. Bu yıl (2019) emekçiler adına TÜRK-İŞ temsilcisi katılacak Haziran 2019 ILO Genel Konferansına. Bekleyip göreceğiz. Ancak AKP = RTE iktidarı, “benzersiz bir kibir abidesi” gibi geri adım atmaksızın sonuna dek direnmekte, dahası kamuoyunda bu yönde bir algı üretmeye çabalamaktadır.

Bedeli ise ülkemiz ödemektedir. Özellikle uluslararası alanda yapılan her yanlış, AKP = RTE‘nin öngör(e)mediği düzey ve biçimde ağır fatura çıkarmaktadır karşımıza.

Bu iktidar artık Türkiye için, her yönüyle çok ağır, gerçek bir beka sorunu durumuna gelmiştir.

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

EĞER YANIT VERİLMEZSE HER ŞEY DAHA KÖTÜ OLACAK

Satır içi görüntü
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

EĞER YANIT VERİLMEZSE HER ŞEY DAHA KÖTÜ OLACAK


Prof. Dr. Ümit KOCASAKAL
https://odatv.com/eger-yanit-verilmezse-her-sey-daha-kotu-olacak-21051945.html 21.5.19

YSK’nın sadece yüz karası değil, “hukuk karası” kararının üzerinden yaklaşık 15 gün geçti. Ortada halen gerekçeli karar yok. Oysa bir hukukçu olarak şahsen ben, böylesine açık bir hukuksuzluğa nasıl bir gerekçe, daha doğrusu çalınan “minareye” nasıl bir “kılıf” bulunacağını çok merak ediyorum! Gerçi vicdan olmayınca bir gerekçe zorunluluğuna da ihtiyaç olmayabiliyor. Bir başka ifadeyle böyle bir kararı alanların gerekçeye ihtiyaç duymayacağı, öyle olsa bu kararı alamayacakları da söylenebilir. Kararın gerekçesini de, altında şeklen imzası olanların değil, aldıranların yazacağı düşüncesindeyim, iktidardan gelen açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. Anlaşılan “garabete” gerekçe bulmakta epeyce zorlanılıyor !

Gerekçeli kararın 200 sahife olduğu söyleniyor. Bu filmi de daha önce görmüştük. Hatırlayalım; Balyoz ve Ergenekon iddianameleri de binlerce sahifeydi ancak içinde elle tutulur, somut hiçbir şey yoktu, keza kararlarda da. Halbuki sağlam ve anlamlı dayanakları olan gerekçeli kararların bu denli uzun olmasına gerek yok. Bu nedenle genelleme yapmaksızın belirtelim ki çoğu kez bu tür kararlar ne denli uzunsa o kadar içi “boş” oluyor. Gerekçeli karar çıktığında gerekli değerlendirmeyi elbette ki yaparız.

Odatv’deki önceki birçok yazımda, geçmiş uygulamaları ışığında bu YSK’nın adli sicilinin “bozuk” olduğunu, Kurulun güven vermediğini yazmıştım (Bkz. “Sandıktan Seçilmemiş Başkan Çıkartma Oyunu”, “Tam Rezillik Hali” ). Ne yazık ki bu süreçte muhalefetten de, sıkça Kurul’a “güven” ifade edildi.

Yine skandal karardan hemen sonra, twitter hesabımdan çok sayıda tweet ile görüşlerimi açıkladım (“Muhalif” basında da yer almadı, zaten hiçbir tweeter mesajım yer almamakta. Takdiri yurttaşlarıma bırakıyorum), milli iradeye karşı bu darbe ve gaspa karşı bununla orantılı bir “milli iade” gerektiğinin altını çizdim.

Süreçteki gelişmeler ve gerekçeli kararın gecikmesindeki “hikmet” karşısında, özellikle anlamı ve sonuçları itibariyle YSK’nın iptal kararı ile görüşlerimi biraz daha ayrıntılı olarak aktarmak isterim. Bu arada lütfen kayda da geçsin !

1)   Burada YSK’nın 7 üyesinin imzasıyla alınan iptal karanının hukuksuzluğunu, vahametini uzun uzadıya anlatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Birçok değerli hukukçu ve yazar  bunları ortaya koyduğu gibi, bu denli hukuk ve vicdandan yoksun bir kararın bu niteliğini görmek için hukukçu olmaya da gerek yok. Nasıl ki zırva tevil götürmez ise, bu denli açık bir hukuk rezaleti de uzun boylu bir açıklama gerektirmez.

Gerçek şudur ki; Önceki uygulamaları sebebiyle zaten “adli sicili” bozuk olan mevcut YSK, yedi üyenin oyuyla hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek, basit bir “skandal” ifadesi ile geçiştirilemeyecek bir hukuk katliamına imza atmışlar, Türkiye’nin seçim geleneği ve tarihine kara bir leke düşürmüşlerdir. Karar ve ortaya çıkan sonuç;

– “Tam hukuksuzluk”,
– “Tam rezalet ve garabet”

halidir ! Söz konusu olan seçimin iptali değil, seçmen iradesi ve kararının, zaten kırıntısı kalmış demokrasinin iptalidir !

2)   YSK; kendisine “güvenenlerin” ve bu nedenle olsa gerek görev sürelerini uzatanların yüzünü kara çıkarmamış görünmektedir. Öyle ki kararı, gerekçesini ve seçim tarihini öncelikle AKP temsilcisi duyurabilmiştir ! Hukuken açıklanamaz ve hem hukuken hem de vicdanlarda “yok” hükmünde olan bu karar, anayasal sisteme, seçmen iradesine ve kararına karşı açık bir darbedir. Bu kararla birlikte Türkiye’nin 73 yıllık seçim geleneği ağır bir darbe almıştır.

BASİT BİR HUKUKSUZLUK DEĞİL PLANLI!

3)    Garry Lineker’in futbol tanımı şudur: Futbol, bir top ve 22 kişi ile oynanan ve sonucunda Almanların kazandığı bir oyundur. YSK kararından sonra ise Türkiye’de seçim; tüm devlet olanaklarını kullanan bir “muktedir” ve 11 kişi ile oynanan, iktidarın meşruiyetine şekli bir kılıf sağlayan, mutlaka iktidarın kazanması gereken, dolayısıyla iktidar kazandığında “temiz”, muhalefet kazandığında ise “şaibeli”; sonuç olarak her durumda iktidarın kazandığı (kazandırıldığı) bir “orta oyununa” dönüştürülmektedir !

4)   Bu yapı ile bundan böyle hiçbir seçimin adil ve dürüst bir biçimde yapıldığından emin olunamayacaktır. Yine bir futbol ifadesi ile; bu YSK ile bu lig bitmez !

Bu gerçeklerin yanı sıra, üzerinde çok durulmayan bazı hususları da belirtmekte yarar bulunmaktadır:

5)   Bu hukuk skandalı ve garabeti, sadece kararın altında imzası olan görünürde “hakim” lerin eseri olarak görülmemelidir. Bu ve bunun gibi açık hukuksuzlukların giriş kapısı 2010 referandumu ve bu yolla yargının esir edilip, dönüştürülmesidir. Nitekim, yol arkadaşlığı devem ederken Pensilvanya’daki çete başı tarafından “ölülerin dahi oy kullanması” gerektiği ifade edilen bu sözde “referandumla” birlikte yargı, bırakılsın arka bahçe olmayı, iktidarların istediği gibi girip çıkabileceği odaları haline gelmiş, cübbede düğme olmadığını unutup iliklemeye kalkan, iktidarla “uyumlu” çalışan (!), çay toplayan “Yüksek” yargı başkanlarını yaratmıştır. Dolayısıyla bu referandumda destek olanların da bu kararda katkısı, vebali bulunmaktadır.

6)   Bu karar bize bir kere daha; kurumların yüksekliğinin, önündeki “yüksek” ifade ve sıfata bağlı olmadığını, bunu hukuka olan bağlılığın, bağımsızlık ve tarafsızlığın sağlayabileceğini aynı şekilde hukukun öncelikle bir bilgi veya diploma meselesi değil, vicdan ve meslek ahlakı/etiği meselesi olduğunu göstermiştir.

7)   YSK bu kararıyla bilmeden veya istemeden de olsa; aslında aynı kurul oluşum biçimiyle yapılan tüm referandum ve seçimlerin (Cumhurbaşkanlığı seçimi dahil) hukukiliği ve meşruiyetine, en azından haklı ve makul bir şüphe düşürmüştür.

8)   Aksi yönde oy kullanan hakimlerin karşı oy gerekçeleri, bunların içerik ve niteliği, bu hukuk rezaletinin tarihte “hak ettiği” yeri alabilmesi bakımından çok daha önemli olacaktır.

9)   Yapılanın basit bir hukuksuzluk, yanlış hukuki değerlendirme yahut hata olmadığı; planlı, bilinçli, organize, yani kasıtlı bir davranış olduğu açıkça görülmektedir.

Bu iki ihtimale dayalı olabilir ve ikisi de kabul edilemez özelliktedir: İlk ihtimal kararda imzası bulunan 7 üyenin tamamen iktidara yakınlık, aidiyet, mensubiyet duygusu ile, yani hukuki değil siyasi saiklerle hareket etmiş olmasıdır. Bunun zaten tartışılacak, mazur görülebilecek bir yanı yoktur. Görev sürelerinin uzatılması bu ihtimali güçlendirmektedir. İkinci ihtimal ise bu üyelerin baskı altında bu kararı vermiş olmalarıdır. Bunun da mazur görülmesi mümkün değildir. Gerçekten bir kere kendi iradesi ile belli makamlarda bulunanların; korkma, baskıya boyun eğme gibi bir hakkı bulunmamaktadır. Böyle bir durumda eğer baskılara direnmeyecek veya direnemeyecekler ise, kendilerinden beklenecek asgari davranış biçimi istifa etmektir. Kaldı ki Anayasanın 9. maddesine göre “Türk milleti adına” karar verme mevkiindeki kişilerin, bir kişi veya kurumdan talimat alma gibi bir seçenekleri de bulunmamaktadır. Bu “baskı altında” kalma, “direnememe” hali, halk arasındaki deyişle bir “açıklarının” olmasından kaynaklanıyorsa bu da vahim ve kabul edilemez bir durumdur, çünkü o zaman hem bu sebeple niçin hukukun işletilmediği, hem de o makamlarda nasıl halen bulunabildikleri izahsız kalmaktadır.

  • Her durumda bu kararda imzası olan YSK üyeleri anılan sebeplerle, azmettirilen veya müşterek fail olarak suç işlemiş olmaktadırlar. Üstelik bu suç, sadece görevi kötüye kullanma olarak görülmemelidir. Yine bu suç (veya suçların) hukuki hesabının bugün sorulmuyor, sorulamıyor olması yarınlarda sorulmayacağı anlamına da gelmemektedir.

Bu arada bu iptal kararını, sadece ulusal ölçekte değil, küresel ölçekte görünmeyen veya gösterilmeyen olası arka planını da gözeterek, ileriye dönük küresel planlamalar eşliğinde dikkatlice incelemek ve değerlendirmekte yarar bulunmamaktadır.

Yaşadığımız dünyada hiçbir şey göründüğü veya gösterilmek istendiği şekilde olmamaktadır. Örneğin İmralı’daki terörist başının yeniden “piyasaya” sürülmesi, bu kapsamda yeni “açılımlara” yönelinmesi, milli mücadelenin 100. yılında, tam da 18 mayısta ülkemizin başkentinde sözde “Pontus soykırımı” anması yapılmasına, milli mücadele şehitlerinin kemiklerinin sızlatılmasına, bu yalanın dillendirilebilmesine cür’et edilebilmesi hayra alamet değildir.

10)  23 Haziran’da İstanbul seçiminin “yenileneceğini” söylemek ve kabul etmek de kanaatimce hatalıdır; çünkü istemeden de olsa yok hükmündeki bu kararı kabullenmek, meşrulaştırmak anlamına gelebilir. Seçim yapılmış, İstanbul seçmeni kararını vermiştir. Zaten karar verilmiş bir konuda yeniden karar verilmesi talebinin mantığı bulunmamaktadır. Şu halde

  • 23 Haziran’da bir seçim yapılmayacak; açık ve planlı bir hukuksuzluk, irade ve egemenlik gaspının kabul edilip edilmeyeceği oylanacaktır.

İktidar kazanırsa bilmeden ve istemeden de olsa bu hukuksuzluğu seçmenin onaylamış olduğu algısı oluşturulacaktır. Bununla birlikte bu hukuksuzluk, bu durumda dahi hukukilik ve meşruiyet kazanmayacak, ancak  her şey daha da kötü olacaktır.

Bu açıdan Millet İttifakı; 23 Haziran’daki seçime (üstelik mevcut YSK ile) katılma kararıyla ciddi bir siyasi risk almıştır. Elbette bu; yapılan bir dizi değerlendirmenin sonucu olarak haklı bazı gerekçeleri de olabilecek bir siyasi tercihtir ve saygı duymak gerekir. Ancak iktidarın kazanması halinde ortaya çıkacak sonuç ve tablonun kaygı verici olabileceğini de not etmek gerekir.

TURUNCU RENGE DİKKAT!

11)  Burada elbette ki Sayın Ekrem İmamoğlu’nun bir hakkı açıkça gaspedilmiş ve mağduriyetine sebebiyet verilmiştir. Bununla birlikte yukarıda açıklanan gerekçelerle asıl mağdur edilen seçmen, onun iradesi ve seçme hakkı ve de anayasal sistemdir. Gaspedilen de millete ait olan egemenliktir. Bu nedenle olaya kişisel değil, ilkesel ve sistemsel açıdan bakmak ve buna göre bir tavır almak daha doğru olacaktır.

Hal böyle olunca zihinsel bir karışıklığa da gerek bulunmamaktadır. 23 Haziran’da açık ve ağır bir hukuksuzluk oylanacaktır. Bu siyasi yahut  kişilere bağlı bir mesele olmayıp; ahlaki, vicdani, ilkesel ve sistemsel bir meseledir. Bir başka deyişle burada alınacak tavır; herhangi bir siyasi çizgiyi, kişiyi onaylamanın veya onaylamamanın ötesinde belirtildiği üzere ilkesel bir tutumu ifade edecektir, etmelidir.

Şu halde YSK’nın bu açık hukuksuzluğuna karşı gösterilen (gösterilecek) tepki veya tepkisizliği bir cepheleşme, mevzilenme olarak görmek bu açıdan yanlıştır. Elbette ki İstanbul seçiminin sonuçlarına bağlı olarak her şey hemen düzelecek veya bir anda güllük gülistanlık olacak değildir. Türkiye’nin sorunları kabaca 70 yıllık bir yön duygusu kaybından kaynaklanmaktadır. Ancak yukarıda belirtildiği üzere bu hukuksuzluk onaylanırsa her şeyin daha kötü olacağı, daha büyük ve ağır hukuksuzlukların kapısının aralanacağı açıktır. Bu nedenle burada, ilkesel bir tutum alma gerekliliği mevcuttur. Bu önceliklidir. Bundan sonrası, ayrı bir tartışma ve değerlendirme meselesidir.

12)  Bu hukuksuz YSK Kararının gerekçesinde dahi böyle bir belirleme olmadığı halde iptal kararını “oyların çalındığı” gerekçesine dayandırmak; gerçeği bilinçli olarak çarpıtmak, halka açıkça yalan söylemek, yurttaşlarımızın aklıyla alay etmektir. Bu denli açık bir yalana bel bağlanması, iktidarın çaresizliğini göstermektedir. Asıl, YSK eliyle irade ve karar, hatta egemenlik hırsızlığı yapılmış, millete ait egemenlik çalınmış, gaspedilmiştir. Esasen bay Binali Yıldırım’ın “bir arıza olduğu ve tamir edileceği” şeklindeki ifadesi, hem kararın anlamını ortaya koymakta, hem de geçmiş seçimlere ışık tutmaktadır. Gerçekten de bu belirlemeye göre iktidarın kazanamaması bir “arıza” olup, mevcut YSK’nın görevi de bu arızayı giderecek bir “tamircilik” tir. Ülkemizde uzun bir zamandır “çalma” nın birçok farklı türünün örnekleri çokça görülmektedir ve söz konusu olan da “tencere, tava çalma” gibi masumane ve zararsız fiiller değildir.

Seçimin “sayısal” kazananı ancak “siyasal” kaybedeni iktidar bloğu, bu hamlesiyle İstanbul’u kazanmak adına; zaten görünürde varolan “inandırıcılığını”, Türkiye’yi ve vicdanları kaybetmiş, adeta “Ya (siyasi ve ticari) istikbal ya ölüm” demiştir. Bu da İstanbul’daki rantın büyüklüğünü ve iktidar açısından psikolojik önemini gösterebilmektedir. Öyle ki iktidar, bu uğurda toplumun tüm kesimlerine hakaretler ve tehditler yağdırabilmekte, büyük bir küresel kuşatma altında olan Türkiye‘yi daha da kutuplaştırmaya, germeye, acil ve güncel sorunları ötelemeye devam etmektedir.

İptal kararından sonra gerçekleşen bazı protestolarla ilgili olarak AKP Genel Başkanı bay Erdoğan “Siyaset meydanı er meydanıdır. Sağda solda taşkınlık yapanların değil, milletin dediği olur” demiştir. Sorun tam da budur; milletin dediği yerine getirilmemiş ve seçim er meydanı olmaktan çıkarılmıştır. Bunun da bir karşılığı olmalıdır.

13)  Tüm bu gelişmeler, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi” adı altında ve türlü yalanlarla Türkiye’ye dayatılan tek kişilik “hükmetme” sisteminin, kayınpeder-damat rejiminin kısa bir zamanda iflas ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu hanedanlık düzeninde ortaya çıkan “taht oyunları” dahi gelinen noktayı göstermektedir.

Ortak bir akla dayalı kurallar ve kurumlar bütünü olan devlet çökertilmiş, meclis tamamen işlevsizleştirilmiştir. Öyle ki ana muhalefet lideri başkentin göbeğinde saldırıya uğrayabilmekte, bir avukat şehir eşkiyalarınca darp edilebilmekte, gazeteciler ve yurttaşlar sopalarla dövülebilmekte, ancak İçişleri bakanı ve kurumlar seyretmekte, kurallar işletilmemekte, yargı ise bu saldırıları adeta cesaretlendirip, ödüllendirebilmektedir.

Bir an önce demokratik parlamenter sisteme dönülmesi,  devletin tüm kurum ve kurallarıyla yeniden tesis edilmesi Türkiye için gerçek bir beka meselesidir.

14)  “Her şey çok güzel olacak” sıcak, umut saçan bir slogandır ve toplumda karşılık bulmuş gözükmektedir. Umut insana enerji ve güç verir, ancak altının somut olarak doldurulması, belli ve gerçekçi bir fikre dayandırılması şartıyla… Aksi halde altı doldurulmayan, soyut söylemler ve bunlara dayalı umutlar; büyük düş kırıklıklarına da yol açabilmektedir. Çünkü ne yazık ki ne denli iyi niyetli olursa olsun, sadece soyut umut ve temenniler, çoğu kez çözüme yetmemektedir. Aynı şekilde umut ve bel bağlanması gereken; kişilerden ziyade, temsil ettikleri fikirler ve ilkeler olmalıdır. Kişiler gelir, geçer. Kalıcı olan fikirlerdir.

  • Sıkça ifade ettiğim gibi Türkiye; her alanda tam bağımsızlıktan, kurucu felsefe ve iradeden, Atatürk çizgisi ve politikalarından uzaklaştığı için her şey kötüleşmiş ve daha da kötüleşmektedir. Bir anda iyileşmesi, düzelmesi de mümkün değildir. Sağlam ve bütüncül bir fikre dayalı köklü kararlar gerekmektedir. Bu da siyasi irade işidir.

Her şeyin güzel olabilmesi için öncelikle bunu doğru anlamak ve okumak, küresel planda, özellikle Ortadoğu ölçeğinde Türkiye üzerindeki oyunları görebilmek ve yurttaşlarımıza anlatabilmek gerekmektedir. Bu özellikle milli mücadelenin başlangıcının 100. yılında daha da anlam ve önem kazanmaktadır.

Bu açıdan 23 Haziran, umarım ve dilerim, her şeyin güzel olabilmesinin kapısını aralayabilir. Her durumda en azından bu açık ve ağır hukuksuzluğun reddedilmesi, seçmenin iradesine ve egemenliğine sahip çıkması dahi önemli bir kazanım olacaktır. “Milli iade” dediğim de budur.

Bununla birlikte ısrarla tekrarladığım gibi; Türkiye; gerçek anlamda ve başta ekonomik model olmak üzere her alanda Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki öze, ruha, ilkelere, Atatürk çizgi ve politikalarına geri döndüğünde her şeyin güzel olacağı muhakkaktır. Elbette ki bu da gelinen noktada çok kolay ve hemen olabilecek bir şey değildir. Bir başka ifadeyle her şeyin güzel olabilmesi; öncelikle bu gerçekler ışığında durum tespitini doğru yaparak, şartların ağırlığını ve çözümün de güçlükler içerdiğini anlamayı gerektirmektedir. Ancak bu yön duygusu tekrar yakalanıp, doğru rotaya yeniden girildiğinde zaten önemli bir mesafe de katedilmiş olacaktır.

Her alanda olduğu gibi; bu alanda da önde ay yıldız görünmeli, ancak arka fondaki rengimiz de daima “kırmızı-beyaz” olmalıdır. Turuncu renge dikkat !
=================================
Dostlar,

İstanbul Barosu

önceki başkanı Ceza Hukuku uzmanı sayın Prof. Dr. Ümit Kocasakal tam ve gerçek bir Kemalist / Atatürkçüdür!

Bu makalesi, tarihe not düşen kapsamlı bir saptama, aynı zamanda çok değerli önermeler demetidir..

Dikkatle değerlendirmeli ve gerekleri yapılmalıdır.
Yazıyı bütünüyle onaylayarak biz de web sitemizde paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

TÜİK 2018 Doğum İstatistiklerini Açıkladı

Image result for TÜİK

TÜİK 2018 Doğum İstatistiklerini Açıkladı

(AS: Bizim katkımız ve sorularımız yazının altındadır..)

Canlı doğan bebek sayısı 2018 yılında 1 248 847 oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018 yılı doğum istatistiklerini açıkladı. Buna göre; canlı doğan bebek sayısı revize gözden geçirilen (revize edilen) 2017 yılı verisine göre 1 295 784 iken 2018’de 1 248 847 oldu. Canlı doğan bebeklerin %51,3’ü erkek, % 48,7’si kız oldu.

  • Toplam doğurganlık hızı 1,99 çocuk oldu.

Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş diliminde doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade ettiği kaydedilirken, toplam doğurganlık hızı 2017’de 2,07 çocuk iken 2018’de 1,99 çocuk olarak gerçekleşti. Bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 1,99 oldu. Bu durum, doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.

Doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 4,13 çocuk ile Şanlıurfa oldu
Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 2018’de 4,13 çocuk ile Şanlıurfa. 3,6 çocuk ile Şırnak, 3,26 çocuk ile Ağrı ve 3,23 çocuk ile Muş izledi. Toplam doğurganlık hızının en düşük olduğu il ise 1,3 çocuk ile Gümüşhane oldu. Bu ili 1,43 çocuk ile Kütahya, Zonguldak ve Edirne izledi.

  • Kaba doğum hızı binde 15,3 oldu

Kaba doğum hızı (KDH), bin nüfus başına düşen canlı doğum sayısını ifade edilen veriye göre; kaba doğum hızı, 2017’de binde 16,1 iken 2018’de binde 15,3 oldu. Bir başka anlatımla 2017’de bin nüfus başına 16,1 doğum düşerken, 2018’de 15,3 doğum düştü.

KDH’nın en yüksek olduğu il binde 31,3 ile Şanlıurfa oldu. KDH illere göre incelendiğinde, 2018’de en yüksek olduğu il binde 31,3 ile Şanlıurfa. Bu ili binde 27,2 ile Şırnak, binde 25,7 ile Muş ve binde 25,3 ile Ağrı izledi. KDH’nın en düşük olduğu il ise binde 9,5 ile Edirne oldu. Bu ili binde 9,7 ile Zonguldak, binde 9,9 ile Giresun, Gümüşhane, Kırklareli, Bartın ve Kastamonu izledi.

En yüksek yaşa özel doğurganlık hızı 25-29 yaş diliminde görüldü
Yaşa özel doğurganlık hızı, belli bir yaş diliminde bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını gösterdiği belirtilirken, yaş dilimine göre doğurganlık hızı incelendiğinde,
en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı 25-29 yaş diliminde. Bu yaş diliminde doğurganlık hızı 2013’te binde 130 iken 2018’de binde 128 oldu. Başka bir anlatımla, 2018’de 25-29 yaş dilimindeki her bin kadın başına 128 doğum düştü.

Ergenlik (Adölesan dönemi) doğurganlık hızı düştü

Ergenlik dönemi (Adölesan dönem) doğurganlık hızı, 15-19 yaş diliminde bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını anlatırken; ergenlik dönemi doğurganlık hızı, 2013’te binde 29 iken 2018’de binde 19’a düştü. Başka bir anlatımla, 2018’de 15-19 yaş diliminde her bin kadın başına 19 doğum düştü.
================================
Dostlar,

TÜİK’in açıklığa kavuşturması gereken önemli noktalar var..

Nüfus artış hızını 2018 için %1,47 olarak verdi TÜİK. Bu hız, 2018 boyunca 1,2 milyon (1 193 357) net nüfus artışından hesaplandı. Ne var ki 2018 boyunca doğumların toplamı 1 248 847. Henüz ölüm verileri açıklanmadı ama 2017’de bu rakamın 425 bin olduğunu TÜİK yayınlamıştı. 2018 için bu rakam 430 bin kabul edilse; doğumlar (1 248 847) ve ölümlerin (425 bin) farkı yaklaşık 814 bin eder Bu rakama dayalı nüfus artış hızı ise 80 810 525 olan 2017 sonu nüfusuna göre %1,001 düzeyinde bir hıza karşılıktır. Oysa TÜİK %1,47 gibi bir hız verdi. Arada %0.46 gibi, 1/3 (ya da 1/2!) düzeyinde muazzam bir fark var.. Bu farkın kaynağı nedir? Dışarıdan alınan göçün payı nedir, ülkemizdeki 5 milyona varan Irak – Suriye’li göçmenlerin doğumları mıdır? Bu göçmenler gelmiş geçmiş en yüksek artış olan %6-6,5 düzeyinde çoğalsalar, 5 milyon nüfusta %6,5 hızla 330 bin canlı doğum yapar.

Yaklaşık 100 bin dolayında ayrıca dışarıdan göç alınmış olmak gerekir. Bu doğru ise bunca büyük bir dış göç rakamı nasıl savunulabilir? Hangi ülkelerden kimlere Türkiye’ye girme ve kalma izni, niçin verilmektedir? Bu ithal nüfusun donanımı, eğitimi, ülkesi, dili – dini – soyu nedir? Ne oranda ve hangi ölçülerle bu göçmenlere vatandaşlık verilmektedir, verilmiştir??

ADNKS, adresleri belli nüfusun tümünü belirleme amaçlıdır. Ancak tanımlı olan bu nüfusun doğurganlık eyleminin sayısal boyutları neden kapalıdır?

  • TÜİK ve AKP iktidarı saydam olmak, kamuoyunun bilme hakkına saygılı davranmak durumundadır.

Üstelik ölüm hızları, TÜİK’in verdiği üzere binde 5,5 gibi alınmıştır. Dünya ortalaması binde 7,5-8 dolayında iken bizde neden 1/3 oranında daha eksiktir, bu konu da açıklanmak zorundadır.

  • TÜİK’i saydamlığa ve geçerli – güvenilir bilgi vermeye çağırıyoruz. 
  • İktidarı da TÜİK’i görevlerinde tümüyle özerk bırakmaya çağırıyoruz..

Ülkemizin yaşamsal (vital) verilerini bilmek hakkımız, TÜİK’in de açıklamak temel görevidir.
Demografik veriler hiçbir bulanık nokta bırakılmadan tüm netliği ile açıklanmalıdır.
AKP iktidarı, Anayasa m. 41 ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun‘un gereklerini hukuka saygılı olarak “ama” sız biçimde, içtenlikle yerine getirmek zorundadır..

AKP = Erdoğan 3, 4 hatta 5 çocuk çağrısı gibi çağın ve Türkiye’nin gerçekleri ile asla bağdaşmayan ve Dini alet eden akıl ve bilim dışı dinci ve doğurganlığı kışkırtıcı çağdışı söylemlerini derhal ve mutlaka durdurmak zorundadır.

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması

Değerli Ankara Üniv. Eczacılık Fak. 4. Sınıf Öğrencilerimiz,

Sizlerle 2018-19 ders yılı ilkyaz (bahar) döneminde haftada 1 saat Aile Planlaması dersi işliyoruz.

Ana kaynak olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün “Family Planning – A global handbook for providers 2018 edition” adlı kitabını kullanmaktayız. Bilindiği gibi bu kitap açık kaynak erişimlidir ve

https://www.who.int/reproductivehealth/publications/fp-global-handbook/en/

adresinden ücretsiz olarak indirilebilir.

Aşağıda, “Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması” başlıklı 2 saat süreli dersimizin power point yansılarını (pdf dosyası olarak) bulacaksınız. (90 yansı, 2,6 MB)

Aile ve Nüfus Planlaması” çağımızın stratejik bir politika aracı durumuna gelmiştir.
Konu Türkiye’miz açısından ayrı bir önem ve öncelik taşımaktadır.

Sizler hem devletimizin aydın yurttaşları hem de sağlık profesyonelleri olarak ağır sorumluluk altındasınız.

  • Özellikle Eczacının “sağlık danışmanlığı” sorumluluğu ağır basmaktadır.

Konuyu yeter derinlikte ve içselleştirerek öğrenmeniz beklenmektedir. Sınav başarısının ötesinde halkımızı eğitmek ve nitelikli, bilimsel danışmanlık hizmeti vermeniz büyük önem taşımaktadır.

Yararlı olmasını dilerim. Yansıları indirmek için lütfen tıklayınız..

Dunya’da_ve_Turkiye’de_Nufus_ve_Aile_Planlamasi

Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ONUR ÖYMEN’in “İstanbul seçimlerinin iptali” HAKKINDA HALK TV’ye DEMECİNİN ÖZETİ

ONUR ÖYMEN’in “İstanbul seçimlerinin iptali” HAKKINDA HALK TV’ye DEMECİNİN ÖZETİ

Onur Öymen

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu gün (14 Mayıs 2019) İstanbul seçimlerinin iptaliyle ilgili olarak Halk TV’ye verdiğim demecin özeti aşağıdadır:

Yüksek Seçim Kurulu’nun 31 Mart 2019’da İstanbul’da yapılan yerel seçimlerin yenilenmesi kararı birçok açıdan Türkiye’de hukuk devleti ve demokrasinin geleceği açısından bir nirengi noktası, bir kırılma noktası olmaya adaydır.

Seçmenlerin hiçbir kusuru olmadığı halde milli iradenin gerçekleşmesine olanak verilmemiştir.

Bunun temelinde yatan nedenlerden biri, YSK’nın oy verme usulünde yasayla yapılan düzenlemeden uzaklaşılarak farklı bir yöntem benimsenmesidir. 298 sayılı yasanın 113. maddesi, itirazlarla ilgili oylamanın YSK üyelerinin tam sayısıyla yapılması kuralını koymuştur. Oysa YSK, bir süreden beri yaptığı gibi bu kuraldan uzaklaşarak yedek üyelere de oy verdirmiş, böylece yalnızca 7 asıl üye tarafından verilmesi gereken AKP itirazıyla ilgili karar 4 yedek üyenin de katılmasıyla 11 üye tarafından verilmiştir. Prof. Süheyl Batum, Prof. Oya Araslı, Prof. Levent Gönenç, AKP’nin kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, Danıştay eski Başkanı Nuri Alan, Anayasa Mahkemesi eski Raportörü Osman Can gibi saygın hukukçular bu konudaki görüşlerini ve kaygılarını dile getirmişlerdir. Sayın Gönenç’in Doçentlik tezi bu konudadır. Aynı görüşü savunan başka bilimsel makaleler de vardır. Birçok hukukçu seçimi iptal kararının tam kanunsuzluk durumu yarattığını ve yok hükmünde olduğunu belirtmektedirler.

YSK’nın 1950 yılındaki kuruluşundan başlayarak, o zaman geçerli olan 5545 sayısı yasaya dayalı olarak salt asli üyeler oy kullanmıştır. Sayın Prof. Gönenç’in TEPAV’da yayınlanan makalesinde de belirtildiği gibi, o tarihlerde 1 Başkan 10 asli üye ve 6 yedek üye bulunmakta ve kararlar 11 asli üyenin salt çoğunluğuyla alınmaktaydı. O yasada üye tam sayısı olarak 11 üyenin belirtilmesi yedekler dışında asıl üyelerin sayısını göstermektedir. Şimdi yürürlükte olan 298 sayılı yasanın 113. maddesinde tam sayıdan söz edilirken 5545 sayılı yasadaki usule atıfta bulunulmakta, yani YSK’nın yalnızca asli üyelerinin oy kullanması öngörülmektedir. Ancak asıl üyelerden birinin özürü olması durumunda onun yerine toplantıya bir yedek üyenin katılması ve onun yerine oy kullanması gerekmektedir. Eğer üye tam sayısından kastedilen asli üyelerle yedek üyelerin birlikte oy vermeleri olsaydı, bir üyenin özürü durumunda oy vermek olanaklı  olamazdı.

Esasen Anayasa Mahkemesinin benzeri konuda yedek üyelerin de oy vermesini öngören bir mahkeme kararına karşı, 30 Temmuz 2007 tarihinde verdiği 2007/84E.2007/74K sayılı kararda da asıl üyelerle yedek üyelerin farklı işlevleri olduğu belirtilmekte ve yedek üyelerin oy vermesi istemi reddedilmektedir.

Sayın Prof. Gönenç’in makalesinde belirtildiği gibi, YSK’nın bir genelgeyle yedek üyelere asli üyelerle birlikte oy verme hakkı tanıması anayasanın ve yasaların açık hükmünü çiğneme (ihlal) anlamına gelecek ve bu şekilde verilen oylar tam kanunsuzluk sonucunu doğuracaktır. Zira bir genelgeyle Anayasa veya yasanın hükmünü değiştirmek olanaklı değildir.

Sayın Yalçınbayır’ın bir TV programında belirttiği gibi,

  • YSK’nın kararlarının kesin olması seçimlerle ilgili kararlar açısından geçerlidir,
    ama aldığı idari kararların denetim dışı sayılması sonucunu doğurmaz.

Bu nedenle YSK’nın asli üyelerle birlikte yedek üyelere de oy hakkı tanıması yolundaki idari kararına karşı Danıştay’da dava açmak olanaklıdır.

Öte yandan, hukukun temel kurallarından biri Roma hukukundan beri geçerli olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesidir. AKP’nin itirazının konusu olan sandık kurullarının oluşumuyla ilgili konuda sayın İmamoğlu’nun hiçbir kusuru veya sorumluluğu yoktur. Bu nedenle O’nun kazandığı seçimi kendi kusuru olmayan bir nedenle iptal etmek, yani kazandığı bir hakkı elinden almak açık bir hak ihlalidir. Bu nedenle, O’nun Anayasa Mahkemesine başvurarak bu hak ihlalinin düzeltilmesini istemeye hakkı olduğu kanısındayım. Yasalarımıza göre, böyle durumlarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolu da açıktır.

Bence bütün bu nedenlerle YSK’nın seçimlerin yenilenmesi kararı yanlıştı, bu yanlışın düzeltilmesi ve İmamoğlu’nun mazbatasının iadesi gerekir.

Aynı zarf içinde bulunun ve aynı sandık kurulu tarafından denetlenen 4 oy pusulasından üçünün geçerli, yalnızca Belediye Başkanlığı için verilen oyun geçersiz olduğunu ilan etmenin de yalnız hukukla değil, mantıkla da bağdaşır bir yanı yoktur.

  • 3’ü tam 1’i şaibeli kararı konusunda zaten yorum dahi yapmaya gerek yoktur.

Nihayet, YSK’nın kararının gerekçesi ve muhalefet şerhleri açıklanmalıdır. Özellikle, karara karşı çıkanların niçin karşı oy kullandıklarını açıklamaları merakla beklenmektedir.

  • Çağdaşlığı ve demokrasiyi yaşatmak, başta siyasal partiler olmak üzere, herkesin görevi ve boynunun borcudur. Tarih ileride hem sorumluluk taşıyanlar hem de haklarını yeterince savunamayanlar hakkında hükmünü verecektir.

Atatürk’ün çağdaş bir hukuk düzeni kurmak ve çağdaş hukukçular yetiştirme yolundaki düşüncelerini merak edenler onun 1925 yılında Ankara Hukuk Fakültesinin açılışında yaptığı konuşmayı okumalıdırlar.

Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarına dönmek için adil ve yansız bir hukuk düzenine kavuşmak öncelikli hedefimiz olmalıdır.

Saygılar, sevgiler, 14.5.19

========================================
Dostlar,

Sayın Öymen’in irdelemesini hemen hemen bütünüyle paylaşıyoruz.
Özellikle YSK kararlarının kesin olması ve Anayasa md. 79, ilk fıkra son tümcede yer alan

  • Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.

kuralının doğru yorumu, YSK’nın “seçim işleri ile ilgili kararları ile sınırlı olması” dır. Anayasanın 125. maddesi, daha ill tümcesinde,

  • İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.

kuralını içermektedir. YSK’nın 7 asıl üye yerine 4 yedekle birlikte toplanması ya bir idari karar uyarınca yürütülen “idari işlem” dir ya da böylesine bir yazılı karar yok ise eylemli (fiili) bir davranış, hukuksal deyimi ile “idari eylem” dir. Her 2 durumda da Anayasa md. 125 bağlamında idari yargı denetimine bağlıdır ve yetkili organ da 2575 sayılı yasa uyarınca Danıştay’dır.

Bu yolun hızla denenmesi ve “yürütmeyi durdurma” istemli dava açılması çok yerinde olacaktır. Olası red kararında ise, bu kararın kesinleşmesini izleyerek Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu (Anyasa md. 148) yolu açıktır. Ne var ki bu işlemler zaman alıcıdır ve 23 Haziran öncesi sonuç almak neredeyse olanaksız gibidir. Seçim sonrasında olumlu sonuç alınırsa, AKP iktidarı bu kez “eylemli olanaksızlık” (fiili imkânsızlık) gerekçesine sarılabilecektir.

Gene de ülke içinde hukuksal olanakların kullanılması, tüketilmesi ve böylelikle AİHM yolunun açılması uygun olacaktır.

Sevgi ve saygı ile. 14.5.19

Ahmet SALTIK BSc, MSc
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net

 

Dolar TL Kurunun Yükselişi ve Düşüşü

Dolar TL Kurunun Yükselişi ve Düşüşü

Dr. Mahfi Eğilmez
http://www.mahfiegilmez.com/ 12.5.19

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Son birkaç haftada, özellikle İstanbul seçimleriyle ilgili olarak yaşanan kriz sonrasında, USD/TL kuru önce hızlı bir yükseliş yaşadı ve gün içinde 6,25’e dek yükseldi, sonra hızlı bir düşüşle haftayı 5,98 ile kapattı.

Hızlı yükselmenin nedenleri belli, onlar üzerinde çok duruldu: Türkiye’de hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının giderek kaybolması, TBMM’nin yalnızca süs olarak kalması, ekonomide doğru adımların atılamamasına ek olarak son dönemde yaşanan İstanbul seçimleri krizi kuru hızla yukarılara taşıdı. Birçok kişi eskiden işin siyasal yönüyle ilgilenmeyip ekonomik yönüyle ilgilenirken şimdilerde önce hukuk demeye başladı.

USD/TL kuru bu kaygılarla Perşembe günü zirve yapmışken Cuma günü düşmeye başladı. Bunda iki etki var:

(1) Merkez Bankası’nın faizi artırması. Görünüşe bakılırsa Merkez Bankası’nın bankaları fonlamakta kullandığı temel araç olan haftalık repo ihalesi faizi (politika faizi) %24. Ve buna hiç dokunulmadı. Dünya, hala Merkez Bankası faizi olarak bu oranı geçerli sanıyor.

Buna karşılık Merkez Bankası, haftalık repo ihalesi yöntemiyle borç vermeyi (süresi belli olmayan) bir süre için uygulamadan kaldırdığını açıkladı. Bunun anlamı bankaları faiz oranı %25,5 olan gecelik faiz oranıyla fonlayacağı idi. Yani Merkez Bankası faizi gerçekte 1,5 puan artırmış oldu. Bu artışın USD/TL kuru üzerinde baskı yaratması normaldir. Ama bu baskı 6,20’lerde oluşmuş bir kuru 5,98’e düşürmeye yetecek bir etki yaratmaz.

(2) Önceleri Türk bankalarının 1 milyar $ satarak TL’nin değer kazanmasının sağlandığı haberi her tarafta çıktı. Sonra hafta biterken Reuters, BBC Türkçe ve Bloomberg, bu satışların bu hafta içinde 4,5 milyar Doları bulduğunu yazdılar. İşte kuru asıl düşüren hamle budur. Şimdi bu hamleleri irdeleyelim.

Merkez Bankası, kurda artış başladığında niçin toplanıp faizi artırma kararı almadı da bu şekilde örtülü faiz artırmaya gitti? Bunun ilk nedeni faiz artırımına gitse yani %24’lük faizi mesela % 25,5’e yükseltse, dünya listelerinde faizi %24 yerine %25,5 olarak gözükecekti. Oysa bu hamleyle faizi artırdı ama dünya listelerinde faizi hala %24 olarak gözükmeye devam ediyor (bakınız: http://www.cbrates.com/). Bu, son yıllarda ekonomide çok kez tanık olduğumuz örtülü uygulamalardan birisi. Merkez Bankası bunu daha önce de birkaç kez yaptı. Dünya listesinde nasıl görünürse görünsün, faizin arttığını bankalar da piyasalar da bildiği için, bu karar kur üzerinde baskı yarattı.

Asıl etkinin, çeşitli yabancı ve yerli medya organlarında yer alan son bir haftada kamu bankalarının yaptığı 4,5 milyar dolarlık satıştan geldiği anlaşılıyor. Dünya piyasaları, saat farklarının yarattığı durum nedeniyle 24 saat açık. Bizde piyasalar kapandığında Asya piyasaları açılıyor. Ne var ki bu piyasalarda her isteyen işlem yapamıyor. Bu piyasalarda işlem yapabilmek için orada forex hesabı bulunması gerekiyor. Bankaların doğal olarak forex hesapları var. Kamu bankaları aldıkları talimat gereğince bu piyasalarda Dolar satıp TL talep edince TL değer kazanmaya başlıyor (talep artışı, talep yasası gereği fiyatı yükseltir.) Böylece 4,5 milyar Dolar satıp da TL talep edilince TL değer kazandı yani kur hızla düştü.

Cuma günü bunlara eklenen bir başka gelişme daha oldu. O da S-400’lerin alımından vazgeçildiği iddiasıydı. Sonradan yalanlanmış olsa da, bu iddia da gün boyunca TL’nin güçlenmesinde etkili oldu.

  • İstanbul seçimlerinde yaşanan krizin yükselttiği USD/TL kurunu düşürmenin bedeli Merkez Bankası’nın faizi artırması ve kamu bankalarının 4,5 milyar $ satması oldu.

Herhangi bir ekonomik karar alınıp uygulanırken İktisatçının ilk sorması gereken soru şudur:

  • Maliyeti ne?

Bu soruyu göz ardı ederseniz yapamayacağınız iş yoktur.

Ama bu soruyu göz ardı etmenin faturası ileride önünüze konur.
=======================================================
Evet dostlar,

AKP = RTE’nin Türkiye’ye Kaldırılamaz ve Sürdürülemez Maliyeti

AKP = RTE‘nin ülkemize maliyeti her geçen gün daha da ağırlaşıyor..
Artık kaldırılamaz ve dayanılmaz bir kerteye erişti.

3 Kasım 2002 seçimiyle iktidar olduklarında 1 Dolar = 1,6 TL idi.. Günümüzde 6 TL’yi aşmış durumda ve elde – avuçta ne varsa savrularak ancak 6 TL’nin altında tutulmaya çalışılıyor. İstanbul’da 23 Haziran’da –hukuk paspas yapılarak– yenilenecek seçime dek seferberlik hatta -Anayasadan hukuksal olarak kaldırılmış olsa da- ekonomide sıkıyönetim var..

1 Doların 45 kuruş aşağıya çekilebilmesi, kamu bankalarının 4,5 milyar Dolar satmaları ile ancak sağlanabildi! 1 kuruş daha “ucuz” Dolar için Ulusal rezervlerden feda edilen 100 milyon Dolar!

Oysa 2019’da ödenecek borç faizleri ve anaparası için 200 milyar Dolar dolayında sıcak para girdisine gereksinim var.. Toplam ülke borcu yarım trilyon Dolara dayanmış durumda.

Damat Bakan bey yaylana yaylana birşeyler söylerken, inanın biz hiçbir şey anlayamıyoruz sözlerinden.. Soyut, kopuk, bağlantısız, temelsiz, irrasyonel şeyler.. Somur – berrak – açık ve anlaşılır hiçbir söz, plan, program yok!

Damat Bakan ne söylese yanılıyor, bu büyük başarı(!)

Erdoğan Ekonomideki yangını siyasal polemiklerle örtme telaşında. Taksim meydanı 1 Mayıs’ta işçilere ve Yeryüzü Sofrası kurmak isteyen anti – kapitalist müslümanlara yasak ama AKP’ye açık. İstanbul seçimlerinde CHP’yi PKK – dağ – terörizm ile yan yana koymaya çabalıyor.. Başkaca nevale kalmadı.

Ancak Merkez Bankasında da, birkaç kamu bankasında da Dolar satışlarına mecal kalmadı..

Vatandaşta tencereyi kaynatacak takat kalmadı..

Döviz çoooooooooooooooooook pahalı, ithalat zorunlu düşüyor, içeride mal – hizmet üretimi düşüyor; yaşam sürekli pahalılaşıyor ama AKP = Erdoğan dış ticaret açığının ve cari açığın azaldığını anlatıyor TOBB konuşmasında! Resesyona girmiş bir ekonomide başka ne olabilir ki?
Üstelik enflasyon içinde durgunluk = Resesyon! Acaba kimlerin bu masalları yutacağını sanıyor? İşin korkuncu, eğer kendisi inanıyorsa, yandı gülüm keten helva!

TBMM uzun tatilde, süs! 600 vekile m,lyarlar ödüyoruz??..
Oysa CBK ile ülke yönetilmeye çalışılıyor!? AYM tatilde, önüne getirilen CBK’lerini görüşmüyor!
YSK, 7 asıl üye le toplanıp karar alacak iken, sıradan bir dernekte bile yapılmayan hatayı (!) yapıyor ve 4 yedeği ile toplanıp İstanbul seçimini iptal ediyor 4/7 oy ile. Oysa 7 kişi toplansa belki de 3/4 iptali reddedecekti!? Bu bir kurgu mudur, nasıl açıklanabilir??

Vergi gelirleri düşüyor, çarşı – pazarda sebze – meyve fiyatları artık 2 rakamlı.. 10 TL altında ne kaldı? Ay sonunda 12,5 milyar TL bayram ikramiyesi verilecek 12,5 milyon emekliye.. Sonra? 2019’un tümü için öngörülen bütçe açığı neredeyse ilk 4 ayda verildi!

Erdoğan önüne geleni tehdit ediyor.. Spor kulüpleri, sanatçılar, TÜSİAD.. Ağzını açan “haddini aşmış oluyor” Erdoğan’a göre.. Bu artık AÇIK FAŞİZM aşamasıdır, başka birşey değil!

AKP = RTE‘nin örtülü ödeneği devasa hızla şişiyor.. Hiçbir denetim, sorgu yok, yok!
(Bkz. Örtülü Ödenekte 16 Yıl, Çiğdem Toker, SÖZCÜ, 10.5.19)

Yarım yüzyıllık iktisat hocası Prof. Esfendar Korkmaz SÖZCÜ‘de yazdı 2 gün önce :
(İflas riskimiz arttı – Esfender KORKMAZ, 10.5.19)

  • İFLAS RİSKİMİZ ARTTI!
    *******
    Geçen yıl 30 Temmuz’da web sitemizde yazmış ve sormuştuk :

AKP = ERDOĞAN TÜRKİYE’yi MORATORYUMA MI SÜRÜKLÜYOR?

Aradan 8,5 yıl geçti ve İktisat hocası Prof. Korkmaz benzer saptamayı yapıyor..
Ama bu kez soru yok; açık – net uyarı ve felaket haberi var!
***
Merhum Kadir Mısıroğlu, “Şeriat gelsin de Türkiye batarsa batsın..” buyurmuştu.
(Kendisiyle KTV’de programımız için tıklayın : https://www.youtube.com/watch?v=Z_dNl4oEXY4)
AKP = RTE aynı yolun yolcusu mu?!

Türkiye’nin bu cendereden bir an önce kurtulması gerek, bir an önce!

Sevgi ve saygı ile. 12 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

KİMİN BORCU? KİM ÖDEYECEK?

KİMİN BORCU? KİM ÖDEYECEK?

 

 

Değerli Mülkiyeliler,

Türkiye borçlu. Halk borçlu, özel sektör borçlu, devlet borçlu! Emekçiler banka kredileri, şirketler uluslararası transferler, kamu ise verdiği garantiler ile sınanmakta. Peki bu borç kimin ve borcu kim ödeyecek?

Türkiye ekonomisinin içinden geçmekte olduğu kriz için kritik önemde olan borç sorununa farklı açılardan çözüm önerileri getirilmesi olabildiğine geniş kapsamlı tartışmalar yürütülmesine bağlı. Mülkiye İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, sizi Türkiye’nin borcunun tartışılacağı

  • “Mülkiyeliler Türkiye’nin Borcunu Konuşuyor: Kimin Borcu? Kim Ödeyecek?”

sempozyumuna katılmaya, tartışmanın bir parçası olmaya çağırıyor. Katılımlarınızı bekleriz.

Saygılarımızla,
Mülkiye İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Yürütme Kurulu

***
11 Mayıs 2019, Ankara

I. OTURUM (10:30 – 12:30)
BORÇ KRİZİNİ ANLAMAK: ARKASINDAKİ DİNAMİKLER
Oturum Başkanı – Nilgün Erdem
Korkut Boratav – Dış Borç Sorununun Kaynakları
İzzettin Önder – Her Arz Kendi Talebini Yaratır: Tarihsel ve Türkiye
Ebru Voyvoda – Küresel Borçlanma, Kırılganlıklar, Eşitsizlikler
Nuray Ergüneş Anısına

II. OTURUM (13:30-15:30)
KAMU, ÖZEL SEKTÖR VE HANEHALKI BORCU
Oturum Başkanı – Ferda Dönmez Atbaşı
Aziz Konukman – Kamu Kesimi Borçlanma Gereğindeki (KKBG) Artış ve YEP’nin Çözüm Arayışı
Derya Gültekin Karakaş – Türkiye’de Özel Sektör Dış Borçlanması: Kuşbakışı Bir Değerlendirme
Serap Sarıtaş – Borcun Sınıfsal Veçheleri: Kim, Ne Kadar ve Neden Borçlu?

III. OTURUM (16:00-18:30) KİM ÖDEYECEK?
Oturum Başkanı – Onur Can Taştan
Özgür Orhangazi – Krizi Fırsata Çevirmek mi? Finansal Krizlerin Kazananları ve Kaybedenleri
Ali Rıza Güngen – Borç Sorunu ve Siyasi Gündeme Etkisi
Pınar Bedirhanoğlu – Güney Ülkelerinde Finansallaşma, Hanehalkı Borçlanması ve Otoriterleşme
Serdal Bahçe – Türkiye’de Sınıflar ve Borçluluk İlişkisi
===========================
Dostlar,

Mülkiyeliler Birliğinden çok önemli bir toplantı ve katkı…
Evet, bu borçları kimler yaptı?
Niçin bunca borçlandılar?
Nereye harcadılar?
Borçlanma üretken yatırımlara gitmedi ki, ödeyemez duruma düştük..
Neden böyle oldu??
Son derece önemli bir yüzleşme ve hatta hesaplaşma..

Ölçüsüsüz – hesapsız – sorumsuz  -akıl dışı… borçlananlar faturayı ülkemize ve emekçilere yıkamamalı!

Sorumlu kimlerse onlar ödemeli!

Sevgi ve saygı ile. 10 Mayıs 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com


11 Mayıs 2019