Etiket arşivi: Türk-İş

Depremlerin Türkiye ekonomisine maliyeti ne olacak?

Selva Demiralp (@SelvaDemiralp) / Twitter

Prof. Dr. Selva Demiralp
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Twitter,
üncelleme 20 Şubat 2023)
Kahramanmaraş depremlerinin Türkiye ekonomisine maliyeti ne olacak? – BBC News Türkçe

6 Şubat 2023 acının, çaresizliğin, umudun, öfkenin, suçluluk ve dayanışma duygusunun aynı anda hissedildiği, geleceğe yönelik milat olmasını umduğum bir tarih olacak.

Türkiye saatiyle 04:17’de ve 13:24’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki, Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal afeti olan depremlerde enkaz altında kalan akrabalarımız, dostlarımız, öğrencilerimiz var.

Bu yazı yazıldığında ölü sayısı 40 bine yaklaşırken, enkaz altında kalanlara ilişkin kesin bir rakam verilemiyordu.

Ancak durum her halükarda korkutucu boyutta. Kalplerimiz bu taşınmaz yük karşısında ağırlaştı.

1999 depremi sırasında doktora öğrencisiydim ve tezimi Adapazarı-Yalova-Gölcük depreminde hayatını yitirenlere ithaf etmiştim

Bu şekilde kendi çapımda yitip giden canlardan özür dilemek istemiş; o büyük felaketin unutulmamasına, dersler çıkarılmasına, böyle bir felaketin tekrar etmemesine küçücük de olsa katkı vermeyi ummuştum.

Aradan geçen 24 yıldan sonra aynı acılarla bir kez daha yüzleşmek; aynı sahneleri, “Biz uyarmıştık” diyen bilim insanlarını yaşlı gözlerle izlemek; aynı ağırlığı ve çaresizliği hissetmek dayanılmaz bir acı.

İleriye bakarken 24 yıl öncesi kadar iyimser değilim belki. Dönüşümün kolay olmayacağını, bir sonraki büyük depreme hazır bir Türkiye için yoğun bir mücadele gerekeceğini biliyorum.

Ancak bu topraklarda yaşayacak gelecek nesillere bilim temelleri üzerine inşa edilmiş, sarsılsa da yıkılmayacak bir Türkiye bırakmamız gerektiğinin de farkındayım.

Yapılması gereken dönüşümün zorluğu bir yandan yıldırıcı görünüyor. Diğer yandan ise deprem sırasında ülke çapında gözlemlediğimiz inanılmaz dayanışma örneği bu dönüşümün mümkün olduğuna dair inancımı artırıyor.

Depremde yitirdiğimiz canlarla vedalaştıktan sonra düşünmemiz gereken soru, depremin getirdiği ekonomik yıkım ve bu yıkımla nasıl başa çıkılacağı.

Şüphesiz ki 7,7 ve 7,6 şiddetinde iki deprem çok ağır bir doğa felaket ve dünyanın neresinde olsa bu çapta depremlerin hasar yaratması kaçınılmazdı. Ancak sormamız gereken sorular şunlar: Bu hasarda bizim sorumluluğumuz nedir? Doğru tedbirler alınsaydı hasar hafifletilebilir miydi?

Yaşadığımız maddi ve manevi kayıpların daha az olacağını, alanım iktisat da olsa net şekilde söyleyebiliyorum.

Zira güçlü bir ekonominin temeli olan kurumsallaşma, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerinin ihmal edilmesi nasıl ki ağır ekonomik kayıplara neden oluyorsa, aynı sebepler deprem sonrası yaşanan büyük kayıpları da önemli ölçüde açıklıyor. 

Söz konusu ilkelere (kurumsallaşma, hesap verebilirlik ve şeffaflık)
sahip çıkıp koruyabilseydik, bugün bir yandan sürdürülebilir büyüme
ve düşük enflasyonla yolumuza devam ederken; öte yandan depreme dayanıklı binalarda yaşayıp deprem sonrası hızla organize olabilir, can ve mal kaybını asgaride tutabilirdik.

O halde depremin yarattığı maliyetleri gözden geçirip bir daha bu maliyetleri ödememek için çok dikkatli bir yol haritası belirlememiz gerek.

Depremzedelerin sırtlanacakları ekonomik maliyetler

Can kayıplarına paha biçilemeyeceği için onu bir kenara koyarsak, depremin ekonomik maliyetlerini iki boyutta değerlendirmek mümkün olabilir.

Birincisi depremde yaşadığı şehri, iş imkanlarını, evini, barkını, ailesini yitiren depremzedelerin katlanacakları bedel.

Bu insanlarımız maalesef ekonomik olarak çok talihsiz bir zamanda bu zorluklarla yüzleşiyorlar.

  • Türk-İş yüksek enflasyonun sonucu 30 Ocak itibarıyla (AS: Ocak sonunda) yoksulluk sınırını 29 bin 875 TL olarak hesapladı.
  • Asgari ücret 8 bin 506 TL. Açlık sınırı ise 8 bin 865 TL.
  • Tüketici Hakları Derneği, Ekim 2022 itibarıyla (AS: Ekim 2022 sonunda) tüketicilerin %56’sının açlık sınırı altında yaşadığını açıklamıştı.

İşte depremler bu ağır koşullarda meydana geldi.

Bölgede, yaşamını yitirtmese de, yaşam boyu yaptığı sınırlı birikimlerini bir gecede kaybeden talihsiz vatandaşlarımızın içinde bulundukları yıkımı tahayyül edebilmek güç, rakama dökmek ise imkansız.

Yerle bir olan bölgenin yeniden yaşanır hale gelmesi, iş yerlerinin çalışmaya başlaması, kaybolan servetlerin tekrar oluşması şüphesiz zaman alacak.

Genel ekonomik maliyetler

Depremlerin yarattığı hasarın tespitine dair eldeki bilgiler sürekli güncellendiği için bu maliyetleri hesaplamak kolay değil.

Ancak kaba hesaplarla genel bir fikir edinmeye çalışıyoruz.

Depremlerin genel maliyetlerini iki kaleme ayırabiliriz.

Birinci kalem; hasar gören binaların, şehirlerin yeniden inşasının getireceği maliyet.

İkinci kalem ise depremlerde kaybolan üretim kapasitesinin getireceği maliyet olacak.

Birinci kalemde 17 Şubat itibarıyla yıkık ya da ağır hasar gördüğü tespit edilen yaklaşık 333 bin konut sayısını baz alırsak bu hanelerin salt yeniden inşası kabaca 20 milyar dolar civarında (dolayında) bir kaynak gerektirebilir.

Şayet (eğer) yerleşim merkezleri fay hattından uzak bölgelere taşınırsa hem konut sayısı ciddi şekilde artacak hem de ilave (ek) altyapı harcamaları devreye girecektir.

Burada bir parantez açıp uzmanların uyarılarına dikkat çekmek, şehirlerimiz yeniden kurulurken acele etmeden bilim insanlarımızın tavsiyelerine uygun hareket etmemiz gerektiğini vurgulamak isterim.

Depremde evleri hasar görmüş yaklaşık 1 milyon kişinin bir yıl barınma ve yaşama ihtiyacı için 3-5 milyar dolar, yeniden yapılacak konutlar için de asgari 20 milyar dolar olacak şekilde kısa vadeli acil ihtiyaçlar için yaklaşık 25 milyar dolarlık bir maliyet öngörebiliriz.

İkinci kalemde ekonomi genelinde üretimdeki aksamayı göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Deprem felaketine maruz kalan ve 13,5 milyondan fazla bir nüfusu kapsayan bölge, ekonomik pastadan nasibini alamamış bir coğrafya.

Bölgesel GSYH dağılımına ait son TÜİK verilerini incelediğimizde 2021 itibarıyla bu bölgedeki şehirlerin GSYH’den aldıkları payın ağırlıklı olarak yüzde 1’in altında kaldığını üzülerek görüyoruz.

Karşılaştırma yaparsak, 1999 depremi sonrası Dünya Bankası, söz konusu depremin maliyetlerini yaklaşık 5 milyar dolar ve GSYH’nin yaklaşık %2,5’i olarak hesaplamıştı.

Bu oranı bugünkü GSYH rakamlarına uyarlarsak kabaca 20 milyar dolara yakın bir tutar elde ediyoruz.

Ancak 1999 depremi GSYH’nin yaklaşık %30’unu üreten bir sanayi bölgesini vurduğu için, üretime yansıyacak maliyetinin de görece daha yüksek olması muhtemel.

1999 depremi sonrası turizm gelirleri % 40 azalmıştı.

Turizm gelirlerinin GSYH’nin yaklaşık %5’ine karşılık geldiğini düşünürsek, benzer bir düşüşün yaşanması durumunda sadece (yalnızca) turizmden kaleminden birkaç puanlık ek bir maliyet yüklenmek zorunda kalabiliriz.

Özet

Tüm belirsizliklerin altını bir kez daha çizerek bugünkü rakamlarla asgari acil ihtiyaçlarımızın GSYH’nin yaklaşık %2-3’ü dolayında olacağını, genele yayılan maliyetlerin de buna yakın olacağını söyleyebiliriz.

Yukarıda telaffuz edilen rakama uzun vadede (erimde) enkaz altında kalan servetler, yeniden inşası gereken havalimanları, liman ve yollar, eğer şehir merkezleri taşınacaksa gerekli altyapı harcamaları ve tabii ki kaybolan fırsat maliyetleri (opportunity cost) eklendiğinde fatura elbette hızla kabaracaktır.

Depreme ait hasar tespiti henüz tamamlanmadığı ve yeniden inşa edilecek şehirlere dair bir yol haritası henüz açıklanmadığı için bu rakamların da değişme ihtimali yüksek.

Bununla birlikte halihazırdaki rakamlar ve dışarından gelmesi beklenen yardımlar kısa dönemde bir döviz likidite krizi alarmı vermiyor.

Yolun bundan sonrası

Önümüzdeki yıldırıcı zorluklara rağmen Türkiye’nin ne kadar dirençli bir ekonomik yapıya sahip olduğunu; zorluklara, krizlere ne kadar çabuk adapte olabildiğini vurgulamak lazım.

Doğru planlama ve organizasyonla hem yaralarımızı saracak hem de ileriye yönelik önlemleri alabilecek güçteyiz.

Bu dünya çapında felakette bize destek olacak uluslararası yardım ve krediler, depremzedelerimize destek olabilmemize ve yeniden yapılanmanın getireceği maliyetleri daha uzun vadeye yayabilmemize imkan sağlayacaktır.

Bu yıkımdan çıkıp Türkiye’yi yeniden inşa edebilmek için depremi unutmamalı, unutturmamalı ve böyle bir bedeli bir kez daha ödememek için depremler sonrası gösterdiğimiz dayanışmayı korumalıyız.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Mart 2021

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 3 Mart 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÖNGÖRÜ

Sağlık Bakanı Koca, İstanbul’da katıldığı cenaze törenine ilişkin, kalabalık için özür diledi ve ”Mesafenin ortadan kalkabileceğini öngörmedim, benim kusurum” dedi.

Özür dilemesi takdire değer bir incelik.
Bir yıldır her akşam vatandaşlara telkinde bulunan bir kişinin öngörüsüzlüğü ise ibretlik…

İNAT

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kanal İstanbul projesini inadına yapacağız” dedi.
Hiişşşt çocuklar inatlaşmayın!…

YUVA
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’ne ilişkin 2019 yılı Sayıştay raporuna göre;

–      27 kişinin birbiri arasında akrabalık bağı bulunduğu görülmüştür,
–      195 kadronun her birine sadece bir kişi başvurmuştur,
–      Şube müdürü ve üstü düzeyinde 16 göreve sınavsız alım yapılmıştır vb…

Bilim yuvaları oldu torpil yuvası…

VESAYET

Kemalist vesayet sisteminin tamamen tasfiye edilmesi için Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersleri sadece üniversitelerden değil ilkokul, ortaokul ve liselerden de kaldırılmalıdır” diyen İlahiyatçı Prof. Ömer Özyılmaz

Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyeliğine atandı.

Tencere kapak …

KOKUŞMA

Hatay AKP Gençlik Kolları’nın 11 Şubat’ta düzenlediği kongresinde sazlı sözlü, davullu zurnalı düğün havasında eğlence yapıldığı ortaya çıktı.

Balık baştan kokar…

İŞGAL

MSB Eski Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, uluslararası anlaşmalara göre Türkiye’ye ait olan Limoniye Adası’nda beş aydır Yunan bayrağının dalgalandığını söyledi.

Sonra bakarlar…

İNTİHAR

2017-2019 yılları arasında geçinemediği gerekçesiyle intihar eden kişi sayısı %38 arttı.

Uzmanlık alanı ekonomi? Kimdir o?…

CAMBAZ

AKP Kayseri  Milletvekili İsmail Tamer, “Artık asgari ücretlinin evinin önünde arabası mevcut”

AKP Kayseri Milletvekili Hülya Nergis, “Artık ev ve araba almak zor değil”

Türk-İş‘in araştırmasına göre, mutfak maliyeti aylık %2.53, yıllık %20.44 arttı.
Açlık sınırı 2719, yoksulluk sınırı 8856 TL’ye çıktı.
2021 için belirlenen asgari ücret 2825 TL.

Cambaz kim?

NATO

Deva Partisi kurucularından emekli Binbaşı Metin Gürcan, NATO’ya tepki gösteren, NATO’dan çıkılmasını isteyen emekli general ve büyükelçiler için Mickey Mouse (Miki Fare) benzetmesi yaptı.

Bağımlı pisi pisi…

ADALET

Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2007-2012 arasında savcılara rüşvet verdiği gerekçesiyle 2 yılı ertelenmiş olarak 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Gün ola harman ola…

İTİBAR

Geçen yıl 17 milyar zarar açıklayan, tüm personelin maaşlarından zorla %50’ye varan indirim yapan THY, yöneticiler için yeni araç ihalesine çıktı.

Ayranı yok içmeye, abrayla gider uçmaya…

YÜKSELİŞ

RTE, “Türkiye, inşallah salgın sonrası dönemin dünyada yükselen yıldızı olacaktır.”

Fazla yükselip görüş dışı kalmasak…

KADI

Suriye, topraklarına saldırdığı gerekçesiyle ABD’yi BM’e şikayet etti.
Ananı belleyen kadı, kimi kime şikayet ediyorsun?…

TEHDİT

Demirtaş, barış-demokratik çözüm öneren mektup yazmış.
PKK vatandaşlarımızı şehit etmeden önce yazsaydı teklif olurdu,
Sonra yazınca tehdit olur…

YOL

Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde, sağlık memuru Yusuf A. 16 yaşındaki oğlunu Allah yolunda kurban ettiğini iddia ederek ensesini kesip ağır yaraladı.

Yolunu şaşırandan geçilmiyor…

KRİTER

Devlet Bahçeli, “Bize göre S-400 konusunda başkasının servis ettiği kriterler değil, Ankara kriterleri geçerli olmalıdır. “ diyerek MSB Akar’ın Girit kriteri önerisine ters çıktı.

Bozuk saat bile günde iki kez zamanı doğru gösterir…

HAYAL

Yunan medyası yazmış,”Uzun menzilli havadan karaya füzeler gibi uygun mühimmat ile Türk topraklarının tümüne ve doğal ki stratejik hedeflerine saldırabilme imkanına sahip olacağız.”

İnsanlar hayali ile yaşar ama ülkeler gerçeklerle…

Asgari ücret için düzenleme şart

Asgari ücret için düzenleme şart


Dostlar,

Bu gün, 14 Şubat 2021 Pazar günü, BİRGÜN Gazetesi Pazar ekinde tam sayfa bir değerlendirme yayınlandı.

Konu başlıktaki gibi.

TURK-İŞ, DİSK Genel Başkanlar ile saygın ekonomi hocalarının son derece yerinde belirleme ve önerileri yer almakta.

Örn. Prof. Dr. Aziz Konukman‘ın şu sözleri ne denli yerinde:

  • “..2021 bütçesinde sermaye kesimine 230,8 milyar lira vergi muafiyeti (AS : bağışıklığı) tanınması öngörülüyor. Böylece 2021 için öngörülen vergi gelirinin %25’inden vazgeçiliyor. Sen sermayeden alacağın 230,8 milyarlık vergiden
    vazgeçeceksin, sonra asgari ücretin vergi dışı bırakılması talebine karşı çıkacaksın.
    Bu kabul edilebilir değil.”

Tam sayfa görüntülemek ve okumak için lütfen tıklayınız : 20210214BRGN11

Sevgi ve saygı ile. 14 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Çare kamu işletmeciliği

Çare kamu işletmeciliği

Türk-İş Genel Kurulu’nda kabul edilen kararlarda kamu işletmeciliğinin güçlendirilmesi talep edildi.

Mustafa Çakır
BirGün, 08,12.19

Türk-İş 23. Olağan Genel Kurulu Kararlar Komisyonu’nda hazırlanan rapor, oybirliği ile kabul edildi. Raporda şunlar dikkat çekti:

– Çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı demokrasi, tüm kurum ve kurallarıyla hayata geçirilmeli.

– Gelirin adil dağılması ve toplumun refah seviyesinin yükselmesi demokrasinin gerçekleşmesinin en önemli etkenlerindendir.

– Sendikalı işçi oranı yüzde 13 seviyesinde. Yaklaşık 41 bin işletmede uygulanan toplu sözleşmeler kapsamında 1.5 milyona yakın işçi bulunuyor. Örgütlenmenin önündeki engeller bu sayının artmasını imkânsız hale getiriyor. İşverenler mevcut olumsuzlukları en iyi şekilde kullanıyor. Sorunların en temel nedeni devletin denetim mekanizmalarının yetersiz olmasıdır.

– Örgütlenme özgürlüğü ve işçinin hür iradesine saygı gösterilmesi yerine sendika değişikliği için baskı yapılması, işini ve ekmeğini korumaktan başka amacı olmayan işçiye karşı yapılan bir “insanlık suçu” olarak kabul edilmelidir.

– Gelir paylaşımında dengeyi sağlayacak politikaların uygulanması gerekmektedir. Toplumun önemli bir bölümü yoksulluk sınırında yaşayacak kadar bir gelir elde edebilmektedir.

– Özelleştirme çözüm değil. Kamu işletmeciliğinin yeniden yapılandırma sürecine tabi tutularak işgücü ve teknolojik altyapı bakımından güçlendirilmesi zorunlu.

– Sermaye ve yatırım, nüfus artışı ve göç nedeniyle artan işgücü arzını karşılamaya yetmemektedir.

– İşgücüne katılma oranı yüzde 53.9. Çalışma çağında olan nüfusun yarısına yakını işgücüne dahil değil. İşgücüne dahil olmayanların büyük çoğunluğunu “ev işleri” ile meşgul kadın nüfusu oluşturuyor.

– Özellikle küçük çocuk sahibi kadınlar, bakım giderlerinin aldıkları ücrete denk gelmesi nedeniyle istihdamda kalmak yerine çalışmamayı tercih ediyor.

– Her yıl ortalama 850 bin gencin çalışma çağına girdiği, 5 milyona yakın geçici koruma kapsamında Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu vatandaşın ikamet ettiği dikkate alındığında işsizlik sorununun geçmiş yıllardan daha keskin olacağı görülüyor.

HER YIL 6’DAN FAZLA SOMA

HER YIL 6’DAN FAZLA SOMA

Recep Yılmaz
Mühendis

[Haber görseli]

Türkiye’de iş kazaları ve iş cinayetlerine bakış açısı birçok konuda olduğu gibi yine yalnızca sayısal veriler üzerinden ilerliyor.
Olayın arka planında yatan ideoloji, emek sermaye çelişkisi, taşeronlaşma, sendikasızlaştırma ve yandaş sendika sistemi hep göz ardı ediliyor. Konu yalnızca işçilerin eğitimsizliği etrafında dönüyor.
Ana haber bültenlerinde ise sansasyonel bir yaralı ya da ölü sayısı yoksa iş kazalarının gündemde yeri bile yok. Son yaşanan Soma, Ermenek ve Torunlar facialarının bir müddet gündemde kalması ve ardından tekrar yaşanan suskunluk ve sorumsuzluk dönemi de buna örnek.

Cezasızlığın egemenliği

Örneğin bu ülkede 2018 yılında iş cinayetleri sonucunda 1923 işçi yaşamını yitirdi. Yani her yıl 6’dan fazla Soma katliamı yaşanıyor aslında.
Bu ülkede iş kazaları AKP ile başlamadı elbette ama taşeronlaşma, sendikasızlaştırma ve grev düşmanlığı bu dönemde en üst seviyeye yükseldi. Kıdem tazminatından bir fon yaratma arzusu bu dönemde yüksek sesle dile getirilebilir oldu. Esnek çalışma ve kamu eliyle 6 aylık, 9 aylık süreyle geçici çalışma bu iktidarın bir ürünü. 12 Eylül’ün sunduğu “dikensiz gül bahçesi” ile emek düşmanı neo-liberal uygulamaları hayata geçiren Özal’lı yıllar (ANAP) güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma ve özelleştirme dalgası için yeterince altyapı sağlamıştı zaten. 12 Eylül’ün ekonomik karakteri, başka bir yazının konusu olabilir. Ama bugün yaşananların karakterini dünde aramak yanlış olmasa gerek.
Asıl konuya dönersek 2002 yılında 872 olan işçi ölümü 2018’de 1923’e ulaştı. Ülke nüfusu %25, çalışan sayısı ise %40 artmış olmasına karşın iş cinayetleri 16 yılda %120 arttı.

  • Sendikalaşma oranlarına bakacak olursak;
  • 2002 öncesi %58 oranında olan sendikalaşma 2018’de %13 oranındadır. Ancak bunun yarısı toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptir.
  • Kamu dışında özel sektörde çalışan işçilerin ise yalnızca %5.5’i bir sendikaya üye.
  • İşçi ölümlerinin %98’inin sendikasız işyerlerinde yaşandığı gerçeği aslında çok şey anlatıyor.
  • Toplu iş sözleşmesi yoksa iş güvenliği ve işçi sağlığı önlemleri de yok demektir.

İş Güvenliği Yasası ile uygulanan İSG uzmanlığı ise düşsel (hayali) bir kavram olmaya devam ediyor. Uygulama neresinden tutulsa elinizde kalır. Cezasızlığın mutlak egemenliği sürdükçe bu iş, sorumluluğu birkaç ustabaşı işçiye veya mühendise yıkma girişiminden öteye gidemez.

Obez büyümenin nedeni

Sendikaların durumuna bakacak olursak; toplam 1 milyon 859 bin sendikalı işçiden 975 bini Türk-İş’e, 684 bini Hak-İş’e ve 171 bini DİSK’e üyedir. Toplam kayıtlı işçilerin yalnızca % 13’üdür.
İktidarın arka bahçesi görünümünde olan Hak-İş, 2002’de 306 bin üyeden bugün 684 bine yükselmiştir. Bu sayıda en büyük pay 315 bin üye sayısı ile AKP’li belediyelerde “örgütlü” Hizmet-İş Sendikası’na aittir.
Yine iktidarın güvenli kolları altında büyüyüp serpilen Memur-Sen ise 2002’de 41 bin olan üye sayısını bugün 1 milyona ulaştırmıştır. İki yılda bir izlenen toplusözleşme tiyatrosu ile sergiledikleri “performans” bu obez büyümenin asıl kaynağı olsa gerek.

Kâğıt üstünde

Son olarak yandaş sendikacılığın ve sarı sendikalarla kurulan ilişkilerin meyvelerini toplayan siyasal iktidar; sahte toplu iş sözleşmeleriyle iş güvencesi ve iş güvenliği olmayan ya da salt kâğıt üstünde olan bir alan yarattı. Ve en önemlisi esnek çalışmanın kayıtsız istihdamın yaygın olduğu bu güvencesiz çalışma ortamında sendika bürokratlarıyla birlikte dilediği gibi at oynatmaktadır.

  • Bunun sonucunda ise yeni Soma’ların yeni Ermenek’lerin yaşanılması maalesef kaçınılmazdır.

Bu düzenin sahiplerinin yapacağı tek şey ise ölenlerin arkasından timsah gözyaşları dökmek olacaktır.

Buna karşı işyeri tabanlı bir dayanışma ağı oluşturmak ve bürokratik gericilikten uzak bir örgütlenme yolu bu gidişatı tersine çevirebilir. (Cumhuriyet, 05.10.19)

MÜDAHALE GECİKMEDİ

MÜDAHALE GECİKMEDİ

OĞUZ OYAN
SOL PORTAL, 20.08.2019

Bu haftaya üç belediye başkanının görevden uzaklaştırılıp yerlerine valilerin kayyım olarak atanmasıyla başladık. İkisi büyükşehir belediyesi olan bu belediyelerin tümünün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olması ve tümünün de HDP’li başkanların yönetiminde olması rastlantı değil. Ama bunun yalnızca bir başlangıç olduğuna ilişkin kaygılar da yersiz olmaz.

Seçilmiş belediye başkanlarını dört ay geçmeden görevden almalar, arkasında hangi hukuksal gerekçeler icat edilirse edilsin, öncelikle siyasidir. AKP iktidarı hem genel olarak tüm muhalif siyasi hareketlere ve seçmenlerine (kendi içinden kopmaya hazırlananlar dâhil) hem de özel olarak Kürt siyasi hareketine ve seçmenlerine mesaj iletmektedir.

Genel mesaj şudur                          :
Yerel seçimleri kazandık diye havalara girmeyin ve merkezi iktidara ömür biçmeye kalkmayın; güç hâlâ bizdedir. Üstelik bu gücü keyfi ve baskıcı yöntemlerle kullanma yetkisi de bizdedir. Kimseye karşı hesap vermek mecburiyetinde değiliz. Belediye başkanları görevde kalmak ve az-buçuk icraat yapmak istiyorlarsa, bize biat etmek zorundadırlar. İktidarı protesto anlamına gelen kitlesel hareketlere (çevreci hareketler, vb.) destek vermeden önce de iki kez düşünmelidirler. Demokratik hakların kullanımı, Anayasanın değil iktidarımız çizdiği sınırlara tâbidir.

Özel mesaj şudur                           :
HDP son seçimlerde Cumhur İttifakı adaylarına karşı konumlanarak İstanbul, Adana, Mersin gibi büyükşehirlerin CHP’nin yönetimine geçmesine neden olmuştur. Bunun bedelini ödemek zorundadır ve ilk bedeli elindeki üç önemli belediye üzerinden ödemiştir; arkası da gelecektir. (Kuzey Suriye’de sıcak gelişmeler bu süreci hızlandırabilecektir.)

MESAJLARIN YANSIMALARI

Genel olarak, toplumda demokratik düzeneklere, genel oy sistemine bir güvensizlik tohumunun yeniden ekildiği söylenebilir. Seçilmişlere karşı yürütülen operasyonların arkası geldikçe bu güvensizlik büyüyecektir.

AKP/RTE iktidarı, devleti ele geçirme dönemlerinde, atanmışlar (yargıçlar, askerler, bürokratlar) seçilmişlere üstün tutuluyor diyerek sözde “vesayetçi rejime” karşı mücadele yürütüyordu. Şimdi her şeyi tersine döndürdü: Hiçbir bakan, hiçbir erk sahibi yönetici seçilmiş değil; ama demokratik temsil sisteminin son kalıntısı olan belediye başkanları (giderek belediye meclis üyeleri) bugün iktidarın tam hedefinde.  Mekânsal ve toplumsal hükmetme alanlarında gedikler açıldıkça otokratik hâkimiyet tarzının alışıldık/alışılmadık tüm araçları uygulamaya konulmakta, konulacak.

Kitlelerin ve siyasi/demokratik temsilcilerinin buna yanıtı iki farklı biçimde olabilir: Ya sinecekler/ biat edecekler ya da direnecekler/mücadele edeceklerdir. Toplumu sindirmenin örgütlü kurumsal yapıları gerçekte sahnededir.

AKP türü bir İslamcı-totaliter biat partisi söz konusu olmasaydı bile, toplumu sermayenin iktidarını ve sömürü düzenini itirazsız kabullenmeye ikna etmek üzere oluşturulmuş işçi-memur sendikaları görevde olacaklardı. AKP döneminin farkı, siyaset ve sendikal alanın temsilcilerinin ideolojik yakınlığının (İmam Hatip kardeşliğinin) belirleyici bir öneme yükselmiş bulunması, eskinin ücret sendikacılığının kısmen bile sürdürülemez olmasıdır.

  • TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ve MEMUR-SEN ile iktidar arasında yürütülen toplu pazarlık / toplu görüşme tiyatroları bunun güncel bir örneğidir.

Muhalefet partilerinin, buyurgan ve baskıcı bir iktidar partisi karşısında ne denli etkin muhalefet yapabildikleri / yapabilecekleri, kitleleri ne denli seferber edebilecekleri, ne denli demokratik kitle hareketlerinin arkasında durabilecekleri, boyun eğme-direnme çizgileri arasındaki yerlerini belirleyecektir. Bu yer direnme çizgisinden uzaklaştıkça 31 Mart 2019 kazanımlarını korumaktan da uzaklaşılmış olacaktır. Ne yazık ki bu konuda iyimser olamıyoruz. Kaldı ki, bugünkü çöküntü siyasetine karşı muhalefet etmek bie yeterli değildir; sistemin kendisine karşı bir seçenek geliştiremiyorsanız, neoliberal paradigmanın sınırları dışına çıkamıyorsanız, zaten geçmiş olsun.
***
HDP hareketine verilen özel mesajın kitleler üzerindeki yansımaları daha doğrudandır: Kürt siyasi hareketi için demokratik mücadelenin anlamı giderek tükenmektedir. Bunun sonucunda sandık demokrasisine inancın yok olması ve seçimlere katılımın bölgesel düzlemde iyice zayıflamasından daha kötüsü, birlikte yaşama duygusunun tükenmesi ve ayrılıkçı düşüncelerin iyice öne çıkması olacaktır.. Ortadoğu bölgesinde olağanüstü kötü dış politika yönetimiyle ve Suriye’de ABD himayesinde bir PYD/YPG devletçiğinin oluşumunun artık önlenemeyeceği gerçeğiyle birleşince bunun orta-uzun erimde ne gibi gelişmelere yol açacağını kestirmek zor değildir.

  • Sonuçta iktidar, önlemek ister göründüğünün tam tersine gelişmeleri körüklemeye devam etmektedir.

KİMİ HUKUKSAL SORUNLAR

Seçilmiş belediye başkanlarını “azletmeler” her ne denli siyasal gerekçelerle yapılıyor olsa bile, bu tasarrufları hukuk açısından da ele almak gerekir. 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesi, “Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organları veya bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevinden uzaklaştırılabilir.” hükmünü içermektedir. İkinci fıkrasında da “Görevden uzaklaştırma kararı iki ayda bir gözden geçirilir. Devamında kamu yararı bulunmayan görevden uzaklaştırma kararı kaldırılır.” demektedir. Şimdi bu 2. fıkranın uygulanabileceğine kimsenin inanmadığı görülmektedir. Nitekim atanan kayyımlar, kalan süreyi yani 4,5 yılı doldurmak üzere gelmiş gibi davranmaktadır.

5393 sayılı yasanın 45.maddesi ise “Belediye başkanlığının boşalması halinde yapılacak işlemler”i düzenlemektedir. Buna göre vali belediye meclisinin on gün içinde toplanmasını sağlar. Belediye başkanının görevden uzaklaştırılma biçimine göre bir başkan veya bir başkan vekili seçilir. (Başkanın görevden uzaklaştırılması seçim dönemini aşmayacaksa bir başkan vekili seçilir). Maddenin ikinci fıkrasına göre, “Belediye başkanı veya başkan vekili belediye meclisi üyeleri arasından ve gizli oyla seçilir”. 31 Mart seçimleri öncesindeki görevden uzaklaştırmalarda görüldüğü gibi şimdiki uzaklaştırmalarda da doğrudan kayyım atamasına girişilmesi, yasanın 45.maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.

Kayyım atamalarının 5393 sayılı yasanın 46.maddesine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu madde de, “yeni belediye başkanı veya başkan vekili seçiminin yapılamaması durumunda, seçim yapılıncaya kadar belediye başkanlığına (…) İçişleri Bakanı tarafından görevlendirme yapılır” hükmünü içermektedir. Peki, seçimlerin yapılamaması koşulları oluşmuş mudur? Oluşmadıysa, görevlendirilen kayyımlar en fazla seçim yapılana kadar öngörülen on günlük süre için atanmış olabilirler –ki bu durumda bu atamalar da abestir. Özetle, ortada hukuki kılıfa uydurulmuş bir durum bile yoktur. Gerçi bu iktidar artık hukuki gerekçe arama dönemini çoktan geride bırakmıştır; kendisini anayasal sınırlarla bile bağlı hissetmemektedir.

Artık tuhaf bile sayılamayacak şekilde daha önce de kayyım görevinde bulunup söz konusu belediyelerde şatafatlı makam odalarına, hesabı sorulmayan usulsüz ve aşırı harcamalara, büyük borç yığılmalarına yol açmış olan kayyımların, herhangi bir Sayıştay denetiminden henüz geçmeden yeniden görevlendirilmiş olmaları, üçüncü dünya başkancı rejimin sonuçlarındandır. Kimi cumhuriyetçiler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyerek iktidara yüklenmeye çalışırken, bu iktidarın tam güdümüne girmiş mülki amirler, askerler, yargı mensupları, bürokratlar, adeta “RTE’nin askerleriyiz” demektedirler.

 

EMEKÇİNİN ALINTERİ, YALAKALIĞIN DEĞİL MÜCADELENİN HAMMADDESİDİR!

EMEKÇİNİN ALINTERİ, YALAKALIĞIN DEĞİL MÜCADELENİN HAMMADDESİDİR!

Kamu emekçisinin Toplu İş Sözleşmesi hakkı için yetkili konfederasyon Türk-İş ve hükümetin kurduğu pazarlık masası, işçi sınıfı için ortaya çıkan hezimet kadar skandallarıyla da ibretlik olmuştur.
Bilindiği üzere; kamu işçisi için % 15 zam istemiyle masaya oturan Türk-İş, isteminin neredeyse yarısına, % 8 zamma razı olarak masadan kalkmıştır. Ancak daha vahimi, masanın sonucunu açıklamak için yapılan toplantıda, Türk-İş Genel Başkanı Ergun Atalay‘ın, mikrofonun açık olduğunu unutarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a fısıldadığı o sözler olmuştur.  Atalay’ın Bakan Selçuk’a mahcup bir ifadeyle “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” demesi ve Bakan’ın da bu sözün üstüne memnun bir ifadeyle kafasını sallaması, emekçinin alınterine nasıl ihanet edildiğinin kanıtı olmuştur.
Halihazırda aynı basın toplantısında Bakan’ın “Bizi en ilgilendiren şey, kamunun genel yararı. Mali ve sosyal dengeleri korumaya dikkat ettik. Bunları göz önünde bulundurarak işçi sendikalarımızla uzlaşı ve anlayış içinde geçmişteki gibi hareket ettik” ifadelerini kullanması, karanlık tabloyu daha da anlaşılır kılmıştır. Yani AKP’li siyasetçilerin neredeyse hepsinin liyakatı bir yana atarak kamuya doldurdukları akrabalarının aldığı 3’er 4’er maaşla bozulmayan kamudaki “mali ve sosyal dengeler”, sıra kamu emekçisinin hakkına gelince birden hassaslaşmıştır!

Hükümet ne şanslı ki, bu kıymeti hükümetten menkul “hassasiyetleri”, adına konuştuğu emekçilerden daha önemli bulan Türk-İş imdadına yetişmiş ve “işi uzatmadan” kendi tabiriyle “bağlamıştır”.

TÜRK-İŞ TABANI ÖRGÜTE SAHİP ÇIKMALIDIR

Buradan sesleniyoruz: “Bağladığınız” tek şey kendi bileğinizdeki prangadır ve bunun anahtarını seve seve Saray’a vermiş bulunmaktasınız! O koltuklarda sendika ağalığı yapmak, sarı sendikacılığın yeni markası olmak için değil, size güvenmiş bulunan emekçilerin haklarını savunmak için oturmaktasınız. Bu rezil davranışınızla, hem koltuklarınızı değersizleştirmiş, hem de Türkiye İşçi Sınıfı’na ihanet etmiş oldunuz.

Emekçinin durumu ortadayken Anlaşmaya göre; ücreti 3500 liranın altında olan işçiye yalnızca 150 TL iyileştirme, tüm işçilere ise bu yıl ilk 6 ayı için % 8, ikinci 6 ayı için %4, 2020’nin ilk ve ikinci 6 ayı için % 3’er ve enflasyon farkı oranında zam yapılacaktır. Yani en temel tüketim maddeleri-nin bile son bir yılda % yüze yakın zamlandığı ülkemizde, kamu emekçisinin payına yine sefalet düşecektir. Hükümetin dalga geçer gibi  pinpon topuna göre belirlediği enflasyon oranının gerçeği yansıtmadığını bile söyleyemeyen, koltuğunu her değerden daha kıymetli bulan, işçinin emeğini üç kuruşa Saray’a satan Türk-İş Genel Başkanı derhal istifa etmelidir!
İşçi sınıflarının mücadelesi öğretmiştir ki “özgürlük ve adalet önündeki en büyük engel, gönüllü kölelerdir.” Seve seve bu sistemin muktedirlerine köle olmuş, emekçinin alınterinin kutsallığını unutmuş bir isimden işçi temsilcisi değil, ancak  patron yardımcısı olur.
Kamu işçilerini masada satan zihniyetin benzerini memurlar geçmiş yıllarda yaşamış,  genel başkanları mecliste koltuk alırken, halefleri buçukların bağışlanmasına razı olarak imza atmışlardır.
Kısa bir süre sonra sona erecek memurlara yönelik toplu sözleşmede aynı oyunu oynayacaklara da Türk-İş başkanına da en büyük dersi emekçiler vermek zorundadır. Aksi halde ilk olmayanın tekerrürü (AS: yinelemesi), kalıcılığı kaçınılmazdır.
(http://www.egitimis.org.tr/guncel/sendika-haberleri/emekcinin-alinteri-yalakaligin-degil-mucadelenin-hammaddesidir-3149/#.XVh8y-MzZ1s)

MERKEZ YÖNETİM KURULU

Hane halkları açlık ve yoksulluk sınırı

Hane halkları açlık ve yoksulluk sınırı

Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 29.5.19

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Türkiye, krizin temel göstergelerine (ve 23 Haziran İstanbul seçimine) odaklanmış iken, Türk-İş’in Mayıs 2019 Açlık ve Yoksulluk Sınırı İstatistikleri yayımlandı. Türk- İş Araştırma Dairesi’nin Mayıs 2019 dönemi bulgularına göre;

• 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda gideri 2.123.93 TL’ye yükseldi.
• Söz konusu gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt) ulaşım, eğitim, sağlık vb. gereksinimler için yapılması zorunlu öbür aylık harcamaların toplam tutarı ise 6.918.33 TL’ye ulaşmış durumda.
Türk-İş Araştırma Dairesi ilk rakamı açlık sınırı, ikincisini ise yoksulluk sınırı olarak niteliyor ve söz konusu istatistikleri otuz iki yıldan bu yana aralıksız olarak kamuoyu ile paylaşıyor.

  • Türk-İş Araştırma Dairesi’nin bulguları Türkiye’de sürmekte olan gelir eşitsizliğini ve buna bağlı olarak yoksulluğun ulaştığı düzeyi belgelemesi açısından çarpıcıdır.

Türk-İş’in bulgularını Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması sonuçları ile birlikte yorumladığımızda karşımıza yoksulluk tuzağına sıkışmış çarpık bir ekonomik yapı biçiminde dökülüvermektedir.
TÜİK, hane halkları bazında kullanılabilir gelirin dağılımını “Gelir ve Yaşam Koşulları” araştırmasına bağlı olarak 2006’dan bu yana izlemekte. Aşağıdaki tabloda TÜİK’in 2006’daki ilk hesaplamaları ile yayımlamış olduğu en son veri yılı olan 2017 dönemine ait bulgular özetlenmekte.

[Haber görseli]

TÜİK’e göre 2017’de Türkiye’de toplam 23 milyon 96 bin hanehalkı bulunmakta olup, bunların yıllık gelir ortalaması 46.131 liradır. Tablonun satırlarına soldan sağa doğru gidildikçe hane halklarının en yoksul %10’luk kesiminden başlayarak birikimli olarak ortalama gelirleri sergilenmektedir. Örneğin 2017 yılında en yoksul % 10’luk gelire sahip hane halklarının yıllık ortalama geliri 15.584 TL’dir. Bu rakam ayda 1.298.6 TL’lik bir gelir anlamına gelmektedir. Türk-İş’in “dört kişilik hanehalkı” harcama kestirimine görece kaba bir karşılaştırma yapıldığında, söz konusu rakamın açlık sınırının yarısına ancak ulaşabildiği görülecektir!

Bu karşılaştırmayı başka gelir dilimleri üzerine sürdürdüğümüzde, TÜİK’in resmi rakamlarına göre, hane halklarının neredeyse yarısının aylık gelirlerinin Türk-İş tarafından belirlenen açlık sınırına ancak ulaşabildiği; yoksulluk sınırının ise çok çok uzağında kaldığı görülecektir.

Resmi veriler Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırının,
hane halklarının yarısına yakını için ciddi bir tehdit olduğunu belgelemektedir.

2017’nin en güncel verileri, 2006 ile karşılaştırıldığında da, 2006’dan bu yana bu eğilimin kararlılıkla sürmekte olduğu görülmektedir.

Nitekim Türk-İş Araştırma Dairesi uzmanları bu saptamalara dayanarak

  • “Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kuruluşunun yüz yıla ulaştığı günümüzde, insan onuruna yaraşır bir yaşamı sürdürebilme olanağı çoğu ücretli çalışan için olanaklı olmadı. İşçinin kendisi ve ailesi için yetecek bir ücreti elde etmesi, uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarla sağlanamadı.” yorumunu bizlerle paylaşmaktadır. 

Türkiye’nin emekçi hane halklarının 2000’li yıllar boyunca önce istihdamsız büyüme, günümüzde de yüksek enflasyon ve işsizlik kıskacında yaşamakta olduğu açlık ve yoksulluk gerçeği, çalışanların içinde bulunduğu geçim sıkıntısının boyutlarını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Türk-İş Araştırma Dairesi uzmanlarına bu anlamlı çalışma için teşekkürü bir borç bilerek…

=======================================
Dostlar,

Bir “bayram günü” bu uyarıcı yazıyı neden paylaştığım sorulabilir…

Ancak, Emre Kongar hocamızın bu günkü (4.6.19) Cumhuriyet‘te yayınlanan “BAYRAMLARIMIZI DA ÇALDILAR” başlıklı makalesinin okunmasını önereceğim..

Bu “hazin” tablonun başlıca sorumlusu, Kasım 2002’den bu yana 17 yıldır ülkemizi tek başına yöneten, yönettiğini sanan ama bu ağır çıkmaza bizi sürükleyen AKP = RTE iktidarlarıdır.

Artık mızrak çuvala sığ – ma -mak -ta – dır!
Artık bıçak kıtır kıtır kemiği kesmeye baş – la – mış – tır!
Artık dayanma, sabretme olanağı kal – ma – mış -tır!
Artık yurdum insanı, yaşadığı sefaletin bilinçli sorumlusunu gör – me – li – dir!
Artık bu kurgulu ulusal sömürü ve aşağılanma sür – dü – rü – le – mez!
Artık, bayramlarımızı bile çalanlar ülkemizi yönetmeyi sür – dü – re – mez!
……………………………….
…………………………………….
“İlk adım” 23 Haziran 2019’da İstanbul’da hukuk dışı gerekçelerle yinelenecek olan BŞB Başkanlığı seçimidir.
AKP = RTE iktidarı bu seçimde mutlaka yenilmelidir.
Ardından ülkemiz erken seçim iklimine girebilir ve yapılacak ilk erken genel seçimde de bu tarihte örneği görülmemiş karabasandan kurtulma olanağı doğar..
*****
Düşünce özgürlüğü bağlamında “Bed dua” etmek hakkımı kullanmak istiyorum.
Gerekçem şudur : 17 yıldır halkın emeği – alın teri – kanı ve canı…. gasp edilmiştir.

  • Allah belanızı versin ve ulusumuzu bir an önce sizlerden kurtarsın…!

Dr. Ahmet Saltık, MD, MSc, BSc
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE’DE 1 MAYISLAR

TÜRKİYE’DE 1 MAYISLAR

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Geçmişten bu güne Türkiye’de 1 Mayısları incelersek;

*        Osmanlı Devleti döneminde işçi örgütlenmesinin en gelişmiş olduğu yer Selanik’ti ve 1911’de burada tütün, liman ve pamuk işçileri, 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bugünü kutladılar.

*        1912 yılında İstanbul`da ilk kez 1 Mayıs kutlaması gerçekleşti.

*        1923 yılında 1 Mayıs günü yasal olarak “İşçi Bayramı” ilan edildi.

*        1924`te hükümet kitlesel 1 Mayıs kutlamalarını yasakladı.

*        1925`te çıkan Takrir-i Sükun Yasası, İşçi bayramını kutlamayı yasakladı ve uzun yıllar bu yasak geçerliliğini korudu.

*        1935 yılında 1 Mayıs`a “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi ve ücretsiz tatil günü ilan edildi.

*        1976 yılında uzun yıllar sonra ilk kez geniş katılımlı 1 Mayıs kutlaması Taksim`de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu`nun organizasyonu altında gerçekleşti.

*        1977 yılında İstanbul Taksim Meydanında yaklaşık 500 bin kişiyle en geniş katılımlı 1 Mayıs toplantısı düzenlendi. Ancak, göstericilerin üzerine ateş açıldı ve göstericilerden 34’ü, yaralanarak ve üstlerine ateş açılması sonucu çıkan izdihamda ezilerek öldü. 1977 yılının 1 Mayıs günü, tarihe 1977 Kanlı 1 Mayıs olarak geçti. Askeri darbe hazırlığı olarak yapıldığı MİT tarafından Başbakan Süleyman Demirel’e rapor edilince, Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun derhal re’sen emekliye sevk edildi.

*        1978’de yüz binlerce kişi tarafından Taksim Meydanında kutlandı.

*        1979`da Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul`da miting yapılmasına izin vermedi, sokağa çıkma yasağı ilan etti. Buna karşın İstanbul sokaklarında yüz binlere ulaşan rakamlarla korsan 1 Mayıs kutlandı.

*        1981`de Milli Güvenlik Konseyi 1 Mayıs`ı resmi tatil günü olmaktan çıkardı.

*        1989`da trafik polisinin açtığı ateş sonucu işçi Mehmet Akif Dalcı yaşamını yitirdi.

*        1996`da Taksim Meydanının yasaklı olduğu gerekçesiyle Kadıköy`de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşık 150 bin kişi katıldı. Eylemin ilk dakikalarında polisin silahsız göstericilere açtığı ateş sonucu 3 kişi yaşamını yitirince, Kadıköy`de büyük bir kitlesel isyan gerçekleşti. Bu olaydan sonra Kadıköy 2005 yılına dek 1 Mayıs kutlamalarına yasaklı kaldı. Ayrıca telsizinin sesini açık unutan bir sivil polisin göstericiler tarafından oldukça şiddetli bir biçimde dövülmesini Star TV`nin naklen duyurması ve bir başka yerde polislerin eğlenerek seyrettiği bir linç girişimini de naklen yayınlamasıyla belleklere kazındı.

*        2006 yılında en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. Çeşitli sendikalar ve gruplar saat 12:00 sularında Rıhtım Caddesi`ne yürüdü. Düzenlenen miting sonrası saat 16:00 sularında gruplar tümüyle dağıldı.

*        2007’de 1 Mayıs’ı yeniden Taksim’de kutlayarak aynı zamanda 1977’de olan olayları anmak isteyen kesimleri polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 100’den çok kişi yaralandı.Valiliğe göre 580, öbür kaynaklara göre 700’e yakın gözaltı gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş yaşamını yitirdi.

*        2008 Nisan’ında, 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edildi.

*        2008’de sendikaların hükümetle 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama konusunda uzlaşamaması sonucunda sendikalar, Taksim’e yürüme kararı aldı ve kimi sol görüşlü partiler de bu yürüyüşe katılacaklarını açıkladı. Bunun üzerine, güvenlik güçleri bir gün öncesinden hazırlıklara başladı ve sabah 06:30’dan başlayarak Şişli’de, Osmanbey’de, Pangaltı’da, Nişantaşı’nda, Okmeydanı’nda, Dolapderede ve Kurtuluş’ta olaylar çıktı. Polisin, DİSK, Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, ÖDP ve Halkın Kurtuluş Partisi binasında yönelik tutumu ve bir hastanenin acil servisi girişinde gaz bombası atarak birçok kişinin yaralanmasına neden olması çok tartışıldı.[1] Polis; bu olaylar sırasında biber gazı, gaz bombası, basınçlı ve boyalı su kullandı. DİSK binası önündeki olaylarda CHP milletvekili Mehmet Ali Özpolat, sıkılan biber gazı nedeniyle kalp spazmı geçirdi. Okmeydanı’nda Burhan Gül adlı 19 yaşında bir genç, başından plastik mermiyle vurularak yaralandı. Ayrıca Ankara’da Sıhhiye Meydanında yapılan kutlamalarda da olaylar çıktı ve polis, göstericilere gaz bombalarıyla müdahale etti. Ankara’da Sakarya Meydanı’nada yapılan kutlama olaysız sona erdi.

*        2009 Nisan’ında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen önergeyle, 1981’den sonra 1 Mayıs yeniden resmi bayram olarak kabul edildi.

*        2009 Nisan Taksim’e çıkılmasına izin verilmedi.[2]

*        2010 1 Mayıs, 140 bin kişinin katılımıyla Taksim’de kutlandı. (Resmi rakamlara göre).

*        2011 1 Mayıs hafif olaylarla kutlandı.

*        2012 1 Mayıs polis gözetiminde kutlandı.

*        2013 1 Mayıs’tan 4 ay önce Taksim’i yayalaştırma projesi adı altında 1 Mayısın Taksim’de kutlanılması yasaklandı ve buna karşın kimi kesimler Taksim’de kutlamaya çalıştı, polis izin vermedi ve göstericilere karşı ateşli ve ateşsiz silah kullandı, hastanelere gaz bombası atarak cankurtaranları durdurdu, 1977’den sonra olaylı 1 Mayıs olarak tarihe geçti.

*        2014; Taksim’e izin verilmedi! 19’u polis toplam 90 kişi yaralandı. 266 kişi gözaltına alındı.

*      2015; Taksim’e yine izin verilmedi izin verilmemesi nedeniyle Taksim ve Taksim’e giden yollar polis barikatlarıyla çevrildi. Beşiktaş’tan çıkmak isteyen sendikalara ise polis saat 14.06’da gaz bombası, plastik mermi ve TOMA’larla saldırdı, çok sayıda kişi gözaltına alındı.

*        2016; bunların hepsinin olduğu, bu bedellerin ödendiği Türkiye’de en büyük işçi konfederasyonu TÜRK İŞ, 18 Mart dururken 1 Mayıs’ta şehit ve gazileri anmak için Çanakkale’ye gitmeye karar verdi!!! (*)

*        2017; sendika ve sivil toplum kuruluşlarının 1 Mayıs kutlama alanı Bakırköy Halk Pazarı oldu.

*        2018; 1 Mayıs kutlamalarının adresi, Maltepe’deki miting alanıdır.

*        2019; sendika ve sivil toplum kuruluşlarının bu yılki 1 Mayıs kutlama alanı gene Bakırköy Halk Pazarı oldu.

İşçilerin, emekçilerin, tüm çalışanların birlik, dayanışma ve mücadele günü kutlu olsun.
(*) (kaynak: wikipedia)

Milyonlar aç, milyonlar işsiz!

Milyonlar aç, milyonlar işsiz!

– Asgari ücret açlık sınırının altında, yoksulluk sınırının ise %30’undan bile az. Enflasyonla birlikte açlık ve yoksulluk hızla genişliyor. Nisan ayı açlık sınırı 2 107 TL, yoksulluk sınırı ise
6 862 TL oldu.

31 Mart 2019 günü yapılan yerel seçimin ardından zamlar art arda geldi ve çalışanların geçim koşulları daha da ağırlaştı. Ekmek, et, tavuk gibi mutfak harcamasında önemli ağırlığı bulunan gıda maddelerindeki fiyat artışı aile bütçesini olumsuz etkiledi.

Geçen aya göre aynı mal ve hizmetleri satın almak için yapılması gereken harcama tutarı önemli ölçüde arttı. Gelirini aynı miktarda artıramayan iktisaden dar ve sabit gelirli kesimlerin satın alma gücü daha da geriledi. Dört kişilik bir ailenin mutfak harcaması (açlık sınırı) net asgari ücreti geçti.

Nisan ayında mutfak enflasyonu aylık %4,6 ve yıllık %25,4 oranında arttı.

Dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 107 lira, yoksulluk sınırı ise 6 863 lira oldu.

Bekâr bir çalışanın aylık yaşam maliyeti tutarı da 2 601 lira olarak hesaplandı. Peki Türk-İş’in hesapladığı açlık yoksulluk ve yaşam maliyeti tutarları ne anlama geliyor?

Açlık sınırı: 4 kişilik bir ailenin, sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için bir ayda gıda için yapması gereken enaz harcama tutarını tanımlamaktadır.

Yoksulluk sınırı: Zorunlu gereksinimler için yapılması gereken toplam harcama tutarını ifade etmektedir. Bu tutara aylık giyim, konut, ulaşım ve öbür gereksinimler de katılmaktadır.

ASGARİ ÜCRETİN ALIM GÜCÜ ALMANYA’NIN YARISI

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

  • “Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sağlayan ve gerektiğinde her türlü sosyal koruma yolları ile de desteklenen adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.”

Çalışanların neredeyse yarısı asgari ücretle geçiniyor!

  • Bu oranda Türkiye Avrupa şampiyonu.
  • Asgari ücretin alım gücü Almanya’nın yarısı
  • Türkiye, toplu iş sözleşmeli çalışan oranında Avrupa sonuncusu.
  • Devlet Başkanının maaşının asgari ücrete oranında Türkiye Avrupa şampiyonu, dünya 4.’sü.

Asgari ücretlilerin toplam çalışanlar içindeki payında Avrupa’da en yüksek oran Türkiye’ye ait. Türkiye’de 100 çalışandan 43’ü asgari ücretle geçiniyor. Türkiye’yi 100 çalışandan 19’unun asgari ücretle çalıştığı Slovenya izlyor. Belçika’da ise bin çalışanın yalnızca 4’ü asgari ücretle çalışıyor.