Etiket arşivi: Prof. Dr. D. Ali Ercan

MİLLİ MÜCADELENİN 100’üncü YILINDA TÜRKİYE

Dostlar,

Değerli hocamız Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan dün ADD Seydişehir Şubesinin konuğu oldu ve bir konferans verdi. Kronolojik yaşı 80’e dayanmasına karşın yüreği hala ülkesi için çarpan yurtsever ve çok birikimli gerçek bir aydın, nitelikli bir entellektüel O!.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün AYDINLANMA ASKERİ!

Ankara’da ADD vb. örgütlerin sıklıkla yararlanması gereken seçkin bir aydın ve bilim insanı
Sn. Prof. Ercan. Bu sitede sayısız yazısına, konferans sunumlarına severek yer verdik, vereceğiz.

Seydişehir sunumunun power point yansılarını ricamız üzerine bize gönderdi Sn. Ercan.
80 yansıdan oluşan (2,9 MB) çok kapsamlı ve çok öğretici bir belgesel adeta.

O’nu hiçbir konferansında otururken görmedik, eminiz bunda da yaklaşık 2 saat ayakta ve coşkuyla bu görsel konferansını vermiştir Seydişehir’lilere.. Keşke biz de izleyebilseydik.

Yansıları izlemek için lütfen tıklayınız ve paylaşınız..

Milli_mucadelenin_100._yilinda_Turkiye

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

MUSTAFA KEMAL’İ ANLAMAK

MUSTAFA KEMAL’İ ANLAMAK

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Aradan 95 yıl geçmesine karşın Mustafa Kemal Atatürk’ü hala anlamamış olmak, daha da kötüsü anlamak istememek ve O’nun gösterdiği yolun tam tersine yönelmek Türkiye’nin utanç verici en büyük yanlışıdır.

Bugün Türkiye, Dünya bilim ve teknolojisine zerre katkısı olmayan, kapitalizmin boyunduruğunda, yaşamsal varlıklarını satarak geçinen, gelecek kuşakların yaşamını ipotek altına sokarak ayakta kalmaya çalışan 3. sınıf bir ülke ise; bunun tek nedeni Mustafa Kemal’i anlamamış olması, O’nun gösterdiği yoldan birlik ve bütünlük içinde gitmemiş olmasıdır.

Mustafa Kemal, arkasında dogmatik bir ezber sistemi değil, ülkede ve tüm Dünyada (Doğayla uyumlu) barış içinde insanca bir yaşamın altın anahtarını bıraktı :

  • Hayatta en gerçek yol gösterici Bilimdir.” dedi…

Ancak Ülkeyi yöneten, yönetici geçinen kadrolar bu kısa öğüdü algılayamadılar, bu “zor yolun” gereğini yerine getir(e)mediler, Devrimleri koruyamadılar, tören ve görüntü Atatürkçülüğünü, halk goygoyculuğunu, işbirlikçiliği yeğlediler…

Eğitimci geçinen kadrolar
– Aklı hür,
– Vicdanı hür,
– İrfanı hür

kuşaklar yetiştiremediler; kolaycılığı, kopyacılığı yeğlediler.
Başarısızlığın otomatik mazereti hep hazırdı; kahrolası Emperyalizm !

Umarız ki, Mustafa Kemal’i anlamış ve kendini Bilimin aydınlık yolunda insanlığa ve milletine adamış gençlerimiz, mazeret üretmeden, cesaretle sorunların üstesinden gelir, yılmadan çalışarak arayı kapatır; emperyalizmin, kapitalizmin, fanatizmin engellerine takılmadan Ülkemizi yeniden aydınlığa, esenliğe çıkarırlar.

Tek umudumuz, durumdan görev çıkaracak bilinçli Gençliktedir.æ (3 Mart 2019)

Görüntünün olası içeriği: 4 kişi, yazı
=================================================

Dostlar,

3 Mart Devrim Yasalarının 95. yılı

3 Mart Devrim Yasalarının 95. yılında, ülkemizde dinci – gerici karşıdevrimin epey yol aldığını saptıyoruz.

Ülkemiz  demir yumrukla tek başına yasal olarak sorumsuz ama sonsuz sayılacak yetkilerle yöneten Erdoğan, salt “dindar” değil aynı zamanda “kindar“, “dinini ve kinini eksik etmeyen” kuşaklar yetiştirmeyi hedeflemektedir ve üniversite öncesi eğitimin 2. ve 3. dört yıllık dilimlerinde bu hedef, neredeyse tüm ortaokul ve liselerin imam-hatip okullarına dönüştürülmesiyle yakalanmaya çalışılmaktadır.

Çok yol alındığı bir gerçektir.

Ancak AKP iktidarının yaşamın gerçekliği (sosyal realite) ile çatışma kertesine sürüklendiğini de izliyoruz. Son günlerde kimi imam-hatip okullarının öğrencisizlikten kapatıldığını öğreniyoruz basından.
Bu okulları bitirenlerin üniversite giriş sınavlarında ancak %20’sinin başarılı olabildiğini, onların da öncelikli tercihlerine yerleşemediklerini ÖSYM istatistiklerinden izliyoruz.

Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın ise Anayasayı açıkça çiğneyerek (başta md. 24) okul öncesi ve ilk 4 sınıf çocuklarına el attığını ve bu yaş diliminde pedagojik olarak olanaksız olan “değerler eğitimi” adı altında, üstelik kimi dinci vakıflara işi havale ettiğini dehşet içinde izliyoruz. Amaç körpe zihinleri erkenden devşirmek ve dinci-gerici koşullandırma yapmaktır.

Daha da endişe verici olan husus ise, Erdoğan’ın Başbakan iken yaptığı bir konuşmada, Sn. Ercan’ın yukarıda sunduğu görselde olduğu gibi salt “dindar” nesiller yetiştirmekten söz etmekle kalmayıp, aynı zamanda “kindar, kinini eksik etmeyen” nesiller yetiştirmeyi hedef olarak koymasıdır (https://youtu.be/zLzqB876I7M 19 Şubat 2012)!
Birkaç soru birbirini kovalayarak zihnimize üşüşüyor :
1. “kindar, kinini eksik etmeyen” nesiller kime – neye karşı yetiştirilecektir? Türkiye Cumhuriyeti’ne mi? Arşivlere giren bu sözleri söylerken Erdoğan Başbakandır ve sorunun yanıtı “evet” ise, Erdoğan’ın Başbakan olarak meşruluğunu yitirmesi, milletvekili yemininin dışına düşmesi söz konusu edilebilir.
2. İslam dini de dahil olmak üzere, bildiğimiz ölçüde “kin, kindarlık” kavramlarına hiçbir din yer vermemektedir. Dolayısıyla Erdoğan bu çok tehlikeli, barış karşıtı, düşmanlık tohumlayan, çağ dışı sözleri ile “din dışına düşmüştür” saptamasını yapmak zorundayız.
3. İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı neden bu söyleme hiçbir tepki vermemiştir?
4. Türkiye demokraside, hukuk devletinde, kadın haklarında.. sürekli gerilemekte. Üniversitelerimiz geçelim ilk 500’ü, ilk 1000 içinde kalabilme derdinde. Dünya sanatına, bilimine, kültürüne, teknolojisine hemen hemen hiçbir anlamlı katkımız yok! Ekonomik çöküş çok boyutlu… 2018 sonu verileriyle Türkiye artık dünyanın en büyük 17. ekonomisi değil.. İlk 20 olarak bilinen G20’nin dışına düşmüş durumda.. Ne acı ki, böyle olabileceğini bu sitede yıllar önce ve kezlerce yazdık. Oysa AKP = Erdoğan habire masal anlatıyordu ulusumuza; 2023’te ilk 10 ekonomi arasına gireceğiz, 500 milyar $ dışsatım yapacağız ve kişi başına gelirimi 25 bin $ olacak diye.. Son 6 yıldır kişi başına gelir Dolar olarak sürekli düşmekte ve 2018 sonunda korkarız, ulusal gelir 850 milyar Dolardan 700 milyar Doların altına indi!
*****
Cumhuriyetin temel değerleriyle yıkıcı biçimde çatışmanın ülkemizi sürüklediği çöküntü budur!
  • Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.

Bir nokta daha çok önemli : Mustafa Kemal Paşa döneminde “tek tipçi” eğitim yapıldığını ileri sürenler ne denli derin çarpıtma içinde.. Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün eğitim hedefleri ile Erdoğan’ın hedefleri ortada.. Erdoğan “dindar – kindar” kuşaklar hedeflerken; ATATÜRK’çü eğitim dizgesi (sistemi) “aklı hür, vicdanı hür kuşaklar yetiştirmeyi” felsefe edinmiş. Yine Atatürk, aşağıdaki sözlerin de sahibi..

  • Gençliği yetiştiriniz, onlara bilimin ve irfanın (aydınlanmanın) pozitif fikirlerini veriniz: geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız..
Bu insancıl, bilimsel, gerçekçi, derin öngörülü, yaşamın – insanı doğası ile örtüşen söylemi bile Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü insanlık tarihinin en büyük önderlerinden biri yapmaya yeter de artar da! Biraz da bu yüzden olsa gerek, kimileri O’nu anlamakta çok ciddi güçlük içindeler.
95 yıl sonra 3 Mart 1924 Devrimlerini ve Devrimcilerini, başta önder Mustafa Kemal Paşa olmak üzere şükran ve saygı ile selamlıyoruz.. AKP fetret parantezi de kapanacak ve Türkiye Cumhuriyeti uygarlık yolunda ilerlemesini, sonsuza dek payidar kalarak sürdürecektir.
Sevgi ve saygı ile. 04 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

İKLİM DİZGİNLENEMİYOR…

İKLİM DİZGİNLENEMİYOR…

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
(Nükleer Fizik, Çekirdek Fiziği Uzmanı)
(Savunma Sanayisi Eski Müsteşarı)

Değerli arkadaşlar,

Yıllardan beri süregelen ve sonlara doğru hemen tüm ülkelerin üzerinde sözde anlaştıkları, ama asla ve asla kesin uygulamaya geçmek yürekliliğini gösteremedikleri “yaşam biçiminde köklü değişiklikler gerektiren programlar” uygulanamadığından, belki binlerce yıl sonra meydana gelmesi olası “İklim Felaketi“nin ayak sesleri çok daha gürültülü duyulmaya başladı…

Azalmadığı gibi, üstelik “artarak süren fosil yakıt tüketimi” nedeniyle sera gazları (metan, CO2) salımı atmosferde birikiyor. Küresel ısınma sürüyor! Belki bilinçli, belki içgüdüsel,.

Dünyanın birçok ülkesinde gelecek kaygısı yaşayan gençler ayaklanıyor, gösteriler, yürüyüşler yapıyorlar, ama her şey boşuna…

  • Var gücüyle Ahiret” için didinen Türkiye zaten Dünyadan habersiz yaşıyor; Dünyada olan biten şeyler Türkiyeyi ırgalamıyor!?!

Son İklim Konferansında, (Katowice, Polonya) alınan ünlü “2 derece kararı” yani şimdilerde 15 C derece olan Dünya yüzeyi ortalama sıcaklığını 17 dereceye çıkarmama kararı, olasılıkla gerçekleşemeyecek gibi görünüyor; çünkü son ölçümler bize ferahlatıcı (AS: esenlendirici) bilgiler vermiyor…

Atmosferde Sera gazları derişiminin artışına koşut, Dünyanın ortalama sıcaklığı da yükselişini sürdürüyor ve doğallıkla deniz düzeyi de. En son veriler ışığında yaptığım hesaplar, kritik ortalama sıcaklık 17 C derecenin bu yüzyıl içide aşılacağını gösteriyor.

Buzulların erime hızından çıkarak yaptığım hesaplara göre de, Deniz düzeyi bu yüzyılın sonunda 2000 yılı düzeyinin en az 1,8 metre üstüne çıkacak ve Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı, son 1 milyon yıldır görülmedik bir düzeye, ortalama 20 C dereceye yükselecektir! Tüm buzulların erimesi ise, en geç 2200’lerde gerçekleşecektir bu anut gidişle…

Gelecek kuşaklardan, şimdiden payıma düşen utançla özürler dileyerek, kaygılarımı dile getirmekten başka bir şey elimden gelmediği için son derece üzüntülüyüm…

Ola ki insanlığın kafasına taş düşe ve bir mucize (AS: tansık) gerçekleşe!….æ (21.02.2019)

Fotoğraf açıklaması yok.
Fotoğraf açıklaması yok.

2100 DÜNYA SICAKLIK HARİTASI

2100 DÜNYA SICAKLIK HARİTASI

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
(Nükleer Fizik, Çekirdek Fiziği Uzmanı)

Değerli arkadaşlar,

58 üye ülkenin (ABD üye değil; Türkiye’nin sürekli temsilciliği var) oluşturduğu Birleşmiş Milletler Çevre Programı‘nın (UNEP) “Gezegenin Geleceği” kapsamında hazırladığı Küresel Sıcaklık Artış Haritasını görüyorsunuz.

“Tüm Dünya ülkelerinin 2000 yılındaki Sosyo-Ekonomik yaşam koşullarını, Çevre lehine özverili değişiklikler yapmadan sürdürmesi durumunda” ortalama sıcaklık artışının süper bilgisayarlarla (benzetim – simülasyon) hesaplanmış sonucu dehşet vericidir…

Buna göre Türkiye’de sıcaklıklar, hemen tüm çevre olduğu gibi, 2000 yılında “mevsim normali” sayılan düzeyin yaklaşık 5 derece üzerinde olacaktır !! Yani yaz ortasında 2 ay süreyle tüm Türkiye’de sıcaklık 40 derecenin üzerinde seyredecek demektir. Şu anda 15 C derece olan Dünya ortalaması, 20 C dereceye dek yükselecektir…

İnsanların serinlemek için kullanacağı devasa miktardaki Fosil Enerji –iki ucu b.lu değnek örneği!– küresel sıcaklığın daha da yükselmesini tetikleyecektir… Velhasıl gidiş çok tehlikeli

Küresel ısınmanın tetiklediği, “neden veya sonuç” olduğu daha birçok felaket var …

Su baskınları, yükselen deniz suları yüzünden yitirilen topraklar, birçok canlı türün ölümü, kuraklık, mikrobik patlama, yeni viral hastalıklar,

Açlık!

Ülkeler, hatta kentlerarası su savaşları, terör, zoraki göçler, ekonomisi zayıf ülkelerin yıkılışı,

  • Bölgesel karmaşa ve olası bir nükleer savaş!?

…. sonucunda Dünya nüfusunun, 2060’tan sonra 40-50 yıl içinde, 10 milyardan yüzyılın sonunda 2-3 milyara düşebileceğini düşünüyorum.

  • İnsanlık belki 75 bin yıl önceki Toba felaketinden çok daha büyük bir kıyım yaşayacak demektir.

Gelecekte Dünyamız, Venüs’te olduğu gibi, geri dönüşü olmayan ve tüm yaşamı sonlandırabilecek bir “Isı Sarmalı“na mı girecek, yoksa?

Küresel durum bu denli ürkünç (vahim), ama insanlık umursamaz yaşamını sürdürüyor; daha çok ürüyor, daha çok üretiyor, daha çok tüketiyor, daha çok israf ediyor, daha çok kirletiyor, daha çok tahrip ediyor…

Ve Doğanın tokadını daha çok hak ediyor…æ (20.02.2019)

Fotoğraf açıklaması yok.

DÜNYA BORCA GÖMÜLÜYOR !

DÜNYA BORCA GÖMÜLÜYOR !

Yani…herkesin eli başkasının cebinde 😄

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Değerli arkadaşlar,

Dünyadaki tüm ülkelerin dış borçlarının toplamı 2005’te 16 trilyon $ iken, 2018’de 76,6 trilyon $ oldu ve Dünya gelir toplamı 84,8 trilyon $’ın %90’ına erişti…

Son 4 yılda, Dış Borç yükünün artış hızı %1,5’tir ve ortalama GDP (AS: Gross Domestic Product, GSYİH) artış hızı %5’in altındadır; yani Borçlanma küresel denetim altına girmiş görünüyor… Böyle giderse, Dünya nüfusunun 9 milyara ve GDP toplamının 190 trilyon $’a erişeceği 2035 yılında Dünya Borç/Gelir oranının %50 düzeyinde kalabileceğini söyleyebiliriz… (GDP ~ milli Gelir)

Dünyanın en çok dış borcu olan ülkesi ABD aynı zamanda 20,5 trilyon $ ile yıllık geliri en yüksek ülkesidir. ABD Dünya nüfusunun %4,3 kadarı ama Dünya toplam Gelirinin %24’ünü alıyor. ABD’nin dış borcu gelirinin %115’idir… Hollanda’nın dış borcu gelirinin 5 katından fazladır..

Bu yüksek borç / gelir oranı hemen tüm gelişmiş ülkelerde görünen bir durumdur… Ülkelerde düşük işsizlik, düşük enflasyon buna karşın yüksek gelir göz önüne alındığında, Ekonomilerinin yüksek derecede rekabet gücü olan üretken ekonomiler olduğu hemen fark ediliyor.

Bu ekonomiler birbirlerine yüksek derecede “bağımlı / entegre” serbest pazar (kapitalist) ekonomilerdir… Bu mekanizmaya entegre olamayan (AS: eklemlenemeyen) düşük verimli zayıf ekonomilerde dış ticaret dengesi kurulamadığından, dış borçlar ödemesi zorlanıyor ve ara giderek açılıyor.

Türkiye’nin dış borç yükü 2019 başında 460 milyar $ olup Ulusal Gelirin %67’si kadardır ve olasılıkla 2023’te bu orantı %100 düzeyinde (Gelir = Borç) olacaktır. Türkiye için hiç de hoş bir görünüm değil. Kaygılarımla. æ
_____________
Kimi ülkelerin Borç / Gelir Oranı (%)

Çin 15               G. Kore 27          Brezilya 30       Rusya 40          İngiltere 313
Türkiye 67       ABD 115            Polonya 70        İtalya 124         Hollanda 522 !!
Almanya 141    İspanya 167        Fransa 243        İsviçre 269

Fotoğraf açıklaması yok.
==========================================

Dostlar,

DIŞ BORÇLAR
ÜLKEMİZİ İFLASA SÜRÜKLÜYOR!

Dış borçlar roket hızıyla artmakta, AKP “2023’te ilk 10 ekonomi içine gireceğiz” masalları anlatırken, 2023’te “salt dış borç” ulusal geliri aşacak gibi gözüküyor.. Bu iflas demektir, moratoryum demektir! Ne yazık ki bu büyük tehlikeyi biz sitemizde yazalı çoook oldu :
Birkaç noktanın altını yeniden ve özenle çizmek gerek :

1. Menderes – Bayar ikilisinin DP hükümeti 1950’de iktidara gelmiş, 8 yıl sonra 1958’de Türkiye’yi iflasa sürükleyerek borçları ödeyemediğini açıklayarak Moratoryum (iflas!) ilan etmişti. Ülkemizin altın stokları askeri uçaklarla Londra’ya taşınıp rehin edilmiş ve IMF güdümünde yeni borçlar alınmıştı. Oysa CHP – İsmet Paşa, 2. büyük savaştan – kıtlıklardan.. geçirdiği ülkemizde gene de yaklaşık 200 ton altın devretmişti Demokrat Parti iktidarına.

* Yaklaşık 60 yıl sonra bir kez daha mı uluslararası iflasa sürükleniyoruz??
Hiç kimse kendini kandırmasın; yukarıda adı geçen ve dış borç / ulusal gelir oranı bizden yüksek olan ülkelerin ciddi döviz gelirleri vardır.. Borç ödeme kapasiteleri bizden çooook yüksektir. ABD’yi hiç saymamak uygun olur çünkü dilediği zaman Dolar basma olanağına sahiptir (Senyoraj hakkı!?); borcunu kendi parasıyla ve karşılıksız ödeme olanağı demektir bu. Nitekim 2007-2008 küresel bunalımında, toplam küresel gelirin 1/10’u gibi olağanüstü yüksek oranda, toplam 6 trilyon $ para basarak kendi şirketlerini iflastan korumuştur. Bu muazzam emisyon (para basma) Dünya’da değişik biçimlerde emilmiş (absorbe edilmiş), ABD’de enflasyon olmadığı gibi Doların değeri de hemen hemen hiç düşmemiştir.
Dolayısıyla ABD Dünyayı haraca bağlamıştır, dünya halklarının sırtından geçinmektedir. Bu bakımdan Dolar’ın küresel rezerv para olması, ABD harami mali imparatorluğunun sürdürülebilmesi için yaşamsal önemdedir. 1990’a Irak’ta Saddam’ın petrolü Dolar ile satmayacağını ilan etmesi kendi sonunu getirmiştir. İran’a acımasız ve bitmeyen ambargonun altında da bu ülkenin dış ticaretinde Dolar kullanmak istememesi yatmaktadır.
Ne var ki, bu imparatorluk sonsuza dek yaşayacak değildir, nitekim çatırdamaktadır son yıllarda.
Her yıl en az 200 milyar $ dış girdiye (sıcak paraya) mahkum olan Türkiye’nin yüksek cari açığı, yapısal bir sorundur. Cari açığın en önemli kalemi enerji dışalımıdır ve yıllık 60 milyar Dolara yaklaşmaktadır. Türkiye, salt dış kaynağa, yabancı sermayeye değil, dışalımını yaptığı yüksek teknoloji ürünlerine de bağımlıdır. 100 Dolarlık dışsatım için 70 Doların altına inmeyen dışalım girdisi zorunludur (dışalıma bağımlı dışsatım hastalığı!).
Türkiye içte ve dışta borç bulmak için çok yüksek faiz ödemekte.
470 milyar Doları aşan çok yüksek salt “dış” borcun, değil ana parasını, faizini bile ödemekte zorlanmaktadır. Oysa AKP 2002 sonunda iktidar olduğunda toplam dış borç 129 milyar $ idi.. 2018 sonlarında Hazine %7,5 fahiş faiz ile, tefeci faizi ile borçlanmıştır. 1986-2003 arasında 8.2 milyar dolarlık, 2003-2017 arasında 60 milyar dolarlık özelleştirme yapan Türkiye, özelleştirmenin yarattığı sorunları kavrayamıyor.  Tersine, en son şeker fabrikalarında olduğu gibi, gözü kara yeni özelleştirmeler yapıyor. Döviz cinsinden yüksek faizli borcunu ödeyebilecek üretimi yok! Bu çark elbette tıkanacaktır, hem de çok sürmeyebilir..
Bu bakımdan Türkiye’nin çok ivedi (acil) ve köktenci (radikal) önlemler alma zamanı geldi :
Öncelikle demokratik – laik sosyal hukuk devletine dönüş ilk ve temel koşuldur.
1. Nüfus artış hızı asla teşvik edilmemeli, tersine birkaç yılda %1’in altına çekilmelidir.
2. Yaşamın her alanında en üst düzeyde tasarrufa dayalı yaşam biçimleri uygulanmalıdır.
Örn. Sağlık sektöründe koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak bir öncelik verilmelidir.
3. Üretim seferberliği başlatılmalı, yerli ürünlerimiz dışarıya pazarlanmalıdır.
4. Hiçbir alanda israfa yer verilmemelidir.
5. Sayıları 4 milyonu aşan yabancılar bölgede barış sağlanarak ülkelerine gönderilmelidir.
6. Türkiye bölgede aktif tarafsızlık politikaları ile askeri harcamalarını azaltmalıdır.
7. Nitelikli insangücü yetiştirme ve AR-GE, öncelikli politikalar olmalıdır.
8. Toplu taşıma, demir ve denizyolu taşımacığı teşvik edilerek akaryakıt tasarrufu sağlanmalı, türev giderler sınırlandırılmalıdır.
9. Tüm kamu kurumlarının harcamaları etkin biçimde Sayıştay deneyiminde olmalı, bu raporlar kamuoyu ile paylaşılmalı ve sorumlularından hesap sorulmalıdır.
10. Kritik özelleştirmeler geri alınmalı, yeniden devletleştirilerek millileştirilmeli ve üretime koşulmalıdır. Yeni özelleştirme ve Yap İşlet Devret (BOT) imtiyazlarına son verilmelidir.
……..
AKP iktidarı = Erdoğan, ölçüsüz din sömürüsü ve türevi irrasyonel (akıl dışı) politikalarının çıkmaza saplandığını ar – tık görmelidir. 21. yy’ın şafağında şeriat düzenlerine yer yoktur. Bu yapılar tarihsel ömürlerini tamamlamıştır ve ilerlemeci tarih öğretisinde yerleri yoktur.
Bilimsel akılcılık dışında hiçbir rotaya yer ve olanak yok – tur..
Kör inadı sürdürmek “beka sorunu” nun ta kendisidir! Hem de çok geç değil..
Sevgi ve saygı ile. 05 Şubat 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

BİZ NEYİZ, KİMİZ ?

BİZ NEYİZ, KİMİZ ?

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar, 

Aslında “Ben” dediğimiz varlık Anatomi biliminde “Sinir Sistemi” denen yapıdır yalnızca. “Birey” in geri kalanı, bu Ben-sistemini yaşamda tutabilmek için gerekli olan ve büyük ölçekte “Ben-sistem” tarafından denetlenen, işletilen ve Beden Topluluğu içinde yer alan (Deri, İskelet, Kas, Lenf, Dolaşım, Sindirim, Boşaltım, Solunum, Salgı, Üreme…) alt sistemlerdir. Simbiyotik yaşam sürdüren (Ben+Gövde) sistemleri yaklaşık 600 milyon yıllık bir Evrim sürecinin ürünüdür.

“Sinir sistemi” aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi, Beyin, Omurilik ve uzantılarından meydana gelen, birbirlerine Aksonlarla bağlı, yüz milyar dolayında hücrenin (nöron) oluşturduğu çok karmaşık bir yapıdır. (Fil gibi büyük bedenlerde 300 milyara kadar çıkabiliyor nöron sayısı) Nöronlar arası bağlantılar (aksonlar) üzerindeki biyo-kimyasal sinyal iletim hızı 100 m/s dolayındadır… Beynin informatik sığası (kapasitesi) yaklaşık Peta Byte* mertebesindedir..

Görüntünün olası içeriği: gece ve havai fişek

***
Bu fiziksel görüntünün işlevselliğini dilimizde ifade eden ve tümü Arapça kökenli olan Hafıza (Bellek), Akıl (Us), Mantık (Eseme, Usavurgu), Zekâ (Tapgırlık) kavramlarının tanımlarında tam bir fikirbirliği, bir oydaşma yok. Kısaca şöyle toparlayabiliriz;

“Ben-Sistem”in Çevre algısının bilişsel yığılımı Belleği ve bu yığılımın kümesel ayrışımı (classification) Farkındalığı ve Farkındalık da üst düzeyde “BİLİNÇ” dediğimiz özelliği oluşturuyor. Bu sistemin doğuştan başlayarak ~10 yıl içinde gerçekleştirilen “formatlamak” işlemine de “Eğitim” diyoruz.

AKIL, canlının başarılı bir yaşam sürdürebilmek amacıyla, (doğal/sosyal) çevreyle ‘en uyumlu, en etkin davranışlar’ da bulunabilmesini sağlayan, genetik (kalıtımsal) olarak doğuştan edinilmiş ve Öğrenim / Deneyim yoluyla sonradan kazanılmış fiziksel / bilişsel yeteneklerinin, bilgi ve becerilerinin tümüdür… özetle,

Kullanılabilir Belleğe AKIL,
Aklı kullanım biçimine (tekniğine) MANTIK ve
Aklı kullanım hızına ZEKA,
diyebiliriz…

Dolayısıyla bireyin davranışlarında Akıl, Zeka ve Mantık aynı anda sahnededir. Bu arada şunu da belirtelim ki; Bellek içeriği çok çok farklı olabileceğinden, yani çok “farklı Akıl” ların varlığından örneğin matematik zeka, duygusal Zeka, ticari Zeka, sosyal Zeka, siyasi Zeka, Satranç Zekası, Sanat Zekası… gibi deyimler (haklı olarak) kullanılagelmektedir… (AS: Çoklu Zeka Kuramı)

***
Bütün bu kavramların yakından ilintili olduğu fiziksel varlık, “Beyin” çok yoğun araştırmaların, yani “İnsan türünün kendini anlama çabası” nın odağı durumundadır. Dijital – analog arası, kendine özgü, karmaşık bir işletim biçimi olan insan beyninin işleyişinin %100 anlaşılabilmesi pek kolay olmayacaktır.

~2 milyon yıl öncesinde ~600 cc olan insan beyni (homo habilis) şimdilerde (homo sapiens) ~1300 cc oyluma (hacıma) erişmiştir… İnsan Beyni birbirlerine karmaşık bir aksonal ağ sistemiyle bağlı yaklaşık 86 milyar nörondan oluşuyor; bu hücrelerin de 1/5 kadarı (canlılar arasında en yüksek oranda) Korteks (AS: Beyin kabuğu) denen bölümü oluşturuyor.

Gözle görünemeyecek, ölçülemeyecek derecede küçük olsa da, türümüzün beyin gelişimi sürüyor; yılda yaklaşık 20 bin hücre fazlalaşıyor beyin kütlesi; bu gidişle 800 bin yıl sonra muhtemelen %20 büyümüş (Şapka no 61 😆) olacaktır ortalama insan beyni… (belki de o zamanlarda modern insan fosilleri müzelerde gösterilir, süper iletken mini işlemcilerle donatılı “kişilik” kazanmış Cyborglar olabilir ortalıkta, kim bilir?!)

Ancak “bireysel açıdan” bakıldığında, kötü bir durum var:
Yaşlandıkça beyin hücrelerimiz azalıyor… 20’li yaşlardan sonra, her saniye ortalama 4 beyin hücremiz ölüyor, zihinsel kapasitemizi çok az da olsa, sürekli yitiriyoruz…
Ve ne yazık ki beyin hücreleri yenilenmiyor.

Sevgilerimle. æ
_________________
* Peta Byte ≈ 10^15 Byte = 1 000 000 000 000 000

Not : Beyin hacmini H, başın çevre uzunluğundan (şapka numarası) bulabilirsiniz.
H ≈ (Ç^3) / 144

Örneğin başınızın kaşlar üzerinden çevre uzunluğu 58 cm ise,
Beyin hacminiz (58 x 58 x 58) / 144 = 1355 cm^3’tür. Beyin yoğunluğu 1,04 gram/cm^3 , dolayısıyla

Kütle = 1355 x 1,04 = 1409 gram bulunur. Vücut 70 kg ise, beyin vücudun %2’si kadardır… Buna karşın vücuda alınan enerjinin %20’sini beyin kullanıyor ! æ

DÜNYA BİZİ KISKANIYO !? Başka bir Gezegene mi gitsek?

DÜNYA BİZİ KISKANIYO !?😂
Başka bir Gezegene mi gitsek?

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

2018 yılında Avrupa Birliği ülkelerinde enflasyon ortalama %2,5 oldu; Avrupa’nın hemen yanı başındaki Türkiye’de ise enflasyon %25 !!! 😞

Hükümete göre, Enflasyon başta ABD şeytanı olmak üzere bütün Dünya Devletlerinin Türkiyeyi çekemezliği, kıskançlığı ve düşmanlığı nedeniyle tezgahladıkları Finansal Oyunlar sonucu böyle oldu. 🤥

Çünkü çok milli, çok bilimsel, çok akıllı, çok becerikli Hükümetimizin ve özellikle de çok çalışkan, çok zeki, çok dayanışmacı, vurgundan, hırsızlıktan, fırsatçılıktan nefret eden necip, üretici halkımızın bu Enflasyon Belasında zerre kadar suçu, günahı yokmuş’tur! 😂 æ
___________
not : Dünya İstatistik Aleminin parlayan Yıldızı TÜİK de zaten tüm gönülleri ferahlatan müjdeyi çoktan vermişti. TÜIK’e göre;

– Enflasyon%20,3 tür..
– Ülke Milli Geliri şom ağızlıların dediği gibi net %20 azalmadı,
– Tam tersine Milli gelirimiz 2018’de 2017’ye göre TL bazında %20 büyüdü!?

Fotoğraf açıklaması yok.

2018 YILI MİLLİ GELİR, Paranın Değeri ve Enflasyon üzerine

2018 YILI MİLLİ GELİR,
Paranın Değeri ve Enflasyon üzerine

Konuk yazar : Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Nükleer Fizik Uzmanı, Savunma Sanayisi Eski Müsteşarı 

Değerli arkadaşlar,

Yıllardır ekonomik yaşamımızın ayrılmaz parçası olan “Enflasyon” ve “Paranın Değer Yitimi” üzerine facebook’ta paylaştığım kısa Bilgi notlarını bu kez genişlemesine ele almak istedim; yıl sonuna iki Ay kala (24 Ekim) yaptığımız bu Değerlendirme ve Çıkarımlar ne denli isabetli / tutarlı olacak, 2019 başında resmi genel durum tablolarında göreceğiz.

Ekonomik Metanın, yani yaşam için “gerekli” görülen bir “Şey” in Değeri, bu Şeye yönelik genel İstem ile düz orantılı artıyor. Bir şey ne denli az bulunuyorsa ve buna karşın kullanım alanı varsa ve onu elde etmek ne denli zor ise, o şey o denli Değerlidir; yani Değer “göreceli bir kavram” dır. Tüm Canlılarda olduğu gibi, İnsanlar için de öncelikle (Hava, Su ve Besin) yaşamsal önemde olan (en değerli) şeylerdir. O nedenle de Besini ve Suyu Para ödeyerek satın alıyoruz.

Eskiden Su herkese bol bol yettiği için değeri bilinmezdi, ama şimdilerde Dünya Nüfusu muazzam bir sayıya (7,7 milyar!) ulaştı, herkese yeterli temiz su kaynaklarına ulaşmak zorlaştı ve Su da Besin gibi tüm Gezegende çok kritik ve değerli bir meta oldu; mesela 1 m3 içme suyuna Türkiye’de yaklaşık 125 (yüz yirmi beş) $ ödüyoruz (20 L damacana suyu en az 13 TL.. 13 x 50 = 650 TL/ton.. 650 TL / 5,20 TL= 125 $ /1 m3 içme suyu!). Hava ise beleş ! Ama biliyoruz ki insan yemeksiz 30 gün, susuz 3 gün yaşayabilir ama Havasız 1-2 dakikadan çok yaşayamaz; yani bizler için en değerli yaşamsal meta aslında, “şimdilik” Para ödemediğimiz Havadır. (Ay’da veya Mars’ta kurulacak bir Kolonide elbette en pahalı şey HAVA olacaktır..)

Değer “göreceli” ve “değişken” bir soyut kavramdır dedik; işte bu nedenle de çok kez Fiyat ve Değer, sosyal-evrimsel gelişimini henüz tamamlayamamış insan toplumlarında maalesef tepetaklak olmuş kavramlardır. En değersiz şeylere büyük Paralar ödeyebiliyoruz.😕

Ekonomik yaşamda “temsili değişim aracı” olarak kullanılan Paranın 2600 yıl önce işaretlenmiş değerli Metal Parçası halinde Çin, Hindistan ve Anadolu’da (Lidya) kullanıldığını biliyoruz. Uzun süre standart metal “Altın” zamanla yerini kağıda bıraktı; Altına eşdeğerliği “Fiziksel anlamda Güçlü, ve Saygın bir otorite =Devlet” tarafından garanti edilen, Kağıt Paralara dönüştü.

“Somutlaştırılmış Değer” şeklindeki “Para” çağımızda artık “Güven” üzerine oturtulmuş bir “değişim aracı” ama aynı zamanda değiştirilebilen, satın alınabilen bir “meta” haline dönüşmüştür… Bugünkü Dünyada tüm Ülkelerin Gelirlerinin toplamı 80 trilyon Dolar kadardır (AS: yıllık!); ancak Dolanımdaki (Tedavüldeki) tüm milli Paraların Toplamı bunun dörtte biri kadar, yaklaşık 20 trilyon $ dır. Peki, bu kadar kağıt Paranın Altın karşılığı var mı?
Yanıt ” Hayır! ”

Dünya Devletleri Merkez Bankalarındaki toplam Altın Stoku 30 bin ton dolayındadır, yani topu topu 1,2 trilyon dolar değerinde “simgesel” miktarda Altın var. Dünya Paralarının yaklaşık %94’ü Altın karşılığı olmayan, yalnızca Devlet(ler)e olan “Güven” üzerine basılmış kağıt parçalarıdır! Bu nedenle, Ekonomik ve Askeri bakımdan Güçlü büyük Devletlerin Paraları da ister-istemez Küresel ekonominin “Değer” ayarını belirliyor.

Dünya Finans sistemini “patlatmadan” denetim altında tutan Dünya Bankası, IMF ve  FED (ABD Merkez Bankası) gibi kuruluşların başındaki patronlar (çoğu Jekyll Adası sakinleri) özellikle Dolar ve Euro’nun öbür Ulusal Paralar, Özellikle Japon Yen’i ve Çin Yuan’ı karşısında Küresel Güvenilirliğini gözetiyorlar. Şimdilik “4 büyük Para” (Dolar, €, Yen, Yuan) arasında bir Denge sağlanmış gibidir…

(Bu gidişle, 21. yüzyılın son çeyreğinde, Ulusal Paraların ortadan kalkacağını ve Dünya genelinde en çok 10 dolayında -bölgesel dijital Para- kullanılacağını söyleyebiliriz.)

Öbür Ulusal Paraların, bu Devlere ayak uydurabilmesi, ancak ve ancak çok güçlü, nitelikli, üretken Ekonomilerine, R&D ile (AS: Research & Development; Araştırma – Geliştirme, AR-GE) Teknolojik üretim boşlukları yakalayabilmelerine bağlıdır. Özetle, Bilim ve Teknolojide hızlı koşanların Paraları da o denli “Güçlü”, dolayısıyla o denli “Güvenilir” ve “Değerli” oluyor.
***

Ne yazık ki TL’nin arkasında böylesine özgün AR-GE’ye dayalı Sanayi ve Tarımsal Üretim yok denecek ölçüde zayıftır. Ülkenin mal varlıklarını “satarak” sağlanan Finansal Destek, Parayı bir yere dek ayakta tutuyor, sonra –tulumbada can suyu kalmayınca– düşüş başlıyor; bir yandan da hızla artan nüfusa oransal azalan kaynaklar nedeniyle darboğazlara giriliyor.

Enerji bakımından %75 oranında, tüm ekonomik yaşamı ortalama %30 oranında dış kaynaklara, dış alıma (ithalata) bağımlı olan Türkiye’nin 2018 Finans Krizi bu darboğaza bir örnektir.

İthalatta kullanılan ana Döviz olan ABD Doları yılbaşında 3,75 TL iken 4 ay sonra 1 Mayısta 4,00 TL oldu; bu yavaş yükseliş trendi (AS: eğilimi) ile seyretseydi yıl sonunda en çok 4,20 TL olması beklenirdi. Oysa Dolar Fiyatı 1 Ağustosta 5,00 TL ye, 1 ay içinde %25 artışla 1 Eylülde 6,25 TL’ye çıktı.. bu “anormal” durum karşısında Piyasa panikledi. Neyse ki, son bir Ayda 6,40′ lardan 5,60’a doğru bir iniş gözleniyor; olasılıkla yıl sonunda ırmak yatağına çekilecek ve çok büyük olasılıkla Dolar 5,00 – 5,50 TL aralığında kalacaktır. Grafik analizinden 2018 yılı $/TL ortalamasını (AS: ağırlıklı) 4,80 TL olarak hesaplıyorum.

2017 yılı ortalama Dolar fiyatı 3,65 TL dolayısıyla 3,107 trilyon TL olan GSYH 3,107/3,65 ≈ 0,85 trilyon $ (850 milyar $) karşılığı idi.

2018 yılı GSYH en iyimser %5 artışla, 3,26 trilyon TL olacaktır; (TÜİK artışı %15-20 gösterirse şaşırmam) ortalama Dolar fiyatı 4,80 TL olduğuna göre, Türkiye’nin 2018 GSYH’sı 680 milyar Dolardır; yani ulusal gelir bu varsayımla, geçen yıla göre, kabaca 170 milyar $ azalmış oluyor.

Bu durumda, 2018 yılı için 82 milyonluk Türkiye G20’den düşerse veya Uluslararası yayınlarda, kişi başına gelir ~8300 $ ile (74. sırada) gösterilirse şaşırmayalım.

Peki ya Enflasyon…..

Değerli arkadaşlar,

Enflasyon, piyasada arzın talebi (AS: sununun istemi) karşılama oranının (Paranın satın alım gücünün) düşüşü, yani “Pahalılık” denen durumdur. Pratikte çeşitli mal ve hizmetlerin değişik kullanım paketleri olarak “Sepet” değerlerinin bir önceki yıl fiyatlarıyla kıyaslanarak hesap edilen bir orandır. Enflasyon hesabındaki “Sepet” içeriklerinin ağırlıklı miktar ve değerlerinin belirlenme yöntemi hep tartışılır olmuştur.

2017’de toplam (Tarım, Sanayi ve Hizmet sektörleri) ulusal geliri 850 milyar $ olan Türkiye’nin yıllık dışalımı 240 milyar $ dolayındadır; bu nedenle, Dövizdeki fiyat değişimi tüm sektörlere yaklaşık %30 oranında yansıyacak demektir. Örneğin 2018’de Dolar değerinin 2017’ye kıyasla %32 artışı 2018 yılı (dövize bağlı enflasyonun) kabaca %10 dolayında olduğunu gösterir.. (ancak Ağustos, Eylül, Ekim ayları için enflasyon -aylık ölçekte- bunun 2 katını geçmiştir.)

Sonuçta şunu söyleyebiliriz; “Enerji” gibi doğrudan yurtdışından alınan malzeme ve mamul mallar dışındaki tüm yurt içi mal ve hizmet ürünlerinde %10’luk bir fiyat artışı, Dolar paritesine ilişkindir; bunun üzerindeki bölüm Dövizle ilgili olamaz. (kaynak yetersizliği ve öbür nedenlerle nüfus artışını karşılamayan üretim zayıflığı veya başkaca nedenler..)

Bu durumda 2019 yılbaşında tüm maaşlı-ücretli kesime TL’nin hiç değilse 2018 yılındaki değer yitiği ölçüsünde %32 zam yapılması gerekiyor.

Daha geriye gider, 2008 yılıyla kıyaslarsak, TL son 10 yıl içinde %77 değer yitirmiştir; yani paranın satın alım gücü 100 birimden 23 birime düşmüştür. Ücretlere yapılan yıllık zamlara karşın ücret ve maaşlar halen 2008 satın alım gücünün %40 altındadır.

2018’de kişi başına yitiğimiz 2200 $ oldu. Daha kötü sıkıntılarla karşılaşmamak ve 2019’da ülkemizin her alanda daha iyi bir düzeye gelmesi umuduyla.

Sevgilerimle. æ

Otomatik alternatif metin yok.
https://www.facebook.com/ali.ercan.77312/posts/10157162633883866, 26.12.18
===========================
Dostlar,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızın sitemize yolladığı kapsamlı irdelemesini paylaştık. Teknik terimler için yer yer ayraç içinde açıklamalar yapmak gerekti.. Epey de dilini güncelleştirmek.. (anlama dokunmadan..)

Sn Ercan’a teşekkür ederiz.

Bize göre 4 temel gereksinimimiz var :

1. Nüfus artışını durdurmak ve azaltmaya geçip niteliğini artırmak
2. Üretim yapıp dışsatımı büyütüp dışalımı azaltmak, dış ticaret açığı ve cari açığı düşürmek
3. Yaşamın her alanında çoook tasarruflu olup israfı yok etmek
4. İyi yönetilmek (Demokratik, bilimsel, hukuka saygılı)

Herkese mutlu yıllar…

Sevgi ve saygı ile. 27 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

TÜRKİYE GERÇEKTEN 2017’de %7,4 BÜYÜDÜ MÜ ?

TÜRKİYE GERÇEKTEN 2017’de
%7.4 BÜYÜDÜ MÜ ?

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz gibi, “Büyümek” (belli bir nesne için) Boyut veya Ölçek bakımından artmak, çoğalmak demektir; örneğin Akdeniz Karadeniz’den büyüktür, Dünya Marstan büyüktür, Pi sayısı (3,14…) e- sayısından (2,718…) büyüktür… vs. Türkiye’nin ekonomik bakımdan 2017 de %7,4 büyüdüğü yayımlandı. Bakalım öyle mi ?!

TUIK’in rakamlarına göre, GSYİH 2016’da 2,61 trilyon TL, 2017’de 3,11 trilyon TL görünüyor; “TL bazında %19’luk bir büyüme var.” 

 diyebilirsiniz, ama acele etmeyin; bir yıl içinde ortalama Dolar Kuru 3,0 TL’den 3,60 TL’ye fırladı; yani Dolar olarak ulusal gelirimiz 2016’da 870 milyar $ iken 2017’deki ulusal gelir 864 milyar $ (dolardaki %1,6 enflasyonu da hesaba katarsak) 850 milyar $ oldu.

Bu arada nüfusumuzun da 79,8 milyondan, 80,8 milyona büyüdüğü göz önüne alınırsa, kişi başına gelir 2016’da 10900 $, 2017’de ise 10520 bin $ olmuştur. Yani kişi başına ortalama gelirimiz (nüfus ve enflasyondan arındırılmış ) 1 yılda NET %3,5 gerilemiştir….

Herhalde şöyle bir orta yol bulunacak,

“……%7,4 büyümeye karşın, %3,5 küçüldük………” 😣

Sevgilerimle. æ
_______________
Not :  2008-18 arası 10 yıllık sürede TL’nin yıllık ortalama değer yitiği %12 oldu. (Enflasyon da yaklaşık aynı oranda gitti demektir..) 2008’deki 1 TL’nin satın alım gücü 2018’deki 3,6 TL’nin satım alım gücüne eşittir…. 2008’deki aylığımızı 3,6 ile çarparak 2018 aylığımızı kıyaslayın bakalım. æ

Otomatik alternatif metin yok.

====================================
Teşekkürler Ali hocam,

EKONOMİDEKİ ÇÖKÜNTÜ SERMAYEYE
DEV RANTLARLA SAKLANIYOR!

Büyüklere masallar sürüyor..
Reis, ekonomideki fiyaskoyu ve ağır çöküntüyü gene mağdur – mazlum edebiyatı ile geçiştirmeye çabalıyor. Dün bize mali – finansal saldırı yapıldığını, dövizin bunca yükselmesi için makul neden olmadığını ve bu keferelerin başarılı (!) olamayacağını haykırdı.. Bindirilmiş kıtalar çılgınca gösterilerini eksik etmediler görevleri gereği..

Reisin kara kara gözlükleri vardı, gözlerinin  ne söylediğini anlayamadık.
Ancak beden dili sözlerinin tersini söylemekteydi : Ürküntü ve korku, hatta panik..
Bütün gerçek rakamlar ağır bir çöküntüye kanıt. Ancak örtülmesi ve ötelenmesi gerekiyor??
Nereye dek?
Küresel ve işbirlikçisi yerli sermayeye 2 “balık” (affola, “kemik” diyemedik!) atıldı.
İlki şeker fabrikaları.. 14 fabrika ortalama ve iyimser 100’er milyon dolara gitse, en az yarısı (birkaç katı gerçekte!) rant ikramı olup; birkaç milyar Dolar demektir ki; Reis içerideki oy yitiğini bile göze alarak, çaresizce, bu “ikramı” sunmuştur.
İkincisi, alelacele “KANAL İSTANBUL” rantıdır ki birkaç on milyar Dolar çapındadır..
Bizi açıkça çok zorlamayın, uzlaşıp gidelim..
demektir bu manevraların / kapitülasyonların Türkçesi..
Hem de Reis, artık bu dev projenin geciktirilmeyeceğini / geciktirilEmeyeceğini de vurgulayarak ilgili çevrelere iletisini açık açık vermektedir..
****
Bir başka dil kullanılıyor eyyyyy yurdum insanı bir başka dil.
Bu sana yabancı, senin anlamadığın / anlamayacağın varsayılarak / anlamaman için kodlu bir dil!
Ama bil ki hepsi senin sırtından.. Faturayı sen ödüyorsun, çoluğun – çocuğun da ödeyecek bu son post-modern Kamu Özel İşbirliği denen yaman ve kahbe yöntemle..
Köprüleri, Boğaz geçişlerini gördün, şehir hastaneleri başladı..
Akkuyu ve Sinop nükleer güç santralleri fahiş fiyatla elektrik satacak sana, sitemizde yazdık!
(http://ahmetsaltik.net/2018/04/07/akkuyu-kapitulasyonu/)
3. Havaalanı tümüyle gereksiz ve doymayan rant iştahı ürünü! 20 milyar €’dan daha pahalı!
Bunlar 25-30 yıl kâr garantili. Bütçeden rant aktarılıyor, hem de çooook pahalı ve Dolara indeksli.
Kanal İstanbul da böyle. İlgili Bakan 60-65 milyar TL dedi geçen ay. Ama daha çoook yükselecek. Bir de bütçeden tek kuruş çıkmıyor diyorlar.. Tümüyle yalan!
Üstüne üstlük bir de din sosu ekleniyor.. İkide bir “hamdolsun..”
Baksanıza Maraş’tan Umre diye garibanları Urfa’ya götürüp bıraktılar bu gün “hamdolsun..”!
Hep birlikte en az %95 Müslümanız değil mi?
Peki bu ahlak – vicdan – namus – kitap – hukuk – Kur’an dışı işleri hep o Müslüman olmayan %5 mi yapıyor acaba?Kusura bakma ama sen de çoooooooooook büyük oranda tezgaha ortaksın. O yüzden ses çıkarmıyor bir de milyonlarca oy boca ediyorsun bu siyasal kadrolara. Sen de suçlusun!

Ama unutma; Türkiye’yi bitiriyorsunuz. Yarın elde birşey kalmayacak Osmanlı’ya Düyun-u Umumiye dayatılıp iflas ettirilerek el konduğu gibi.. Sonra da Sevr ve vatanı işgal edip bitirme!

Gittiğin yol budur! Gör artık ve dur artık! Yarın çoooooook geç olacak buna inan, insaf et..

Sevgi ve saygı ile. 13 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Dr. Mehmet Balyemez : Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs

Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs


Dr. Mehmet Balyemez

E. Albay, Tarih Doktoru (PhD)
Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fak. – Mülkiye Öğrencisi
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Lozan Barış Antlaşması’nın 94’üncü yıldönümü kutlu olsun!
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakıma tapusu olan ve her alanda “Tam Bağımsız” olmasını sağlayan bu Antlaşma ile Osmanlı Devleti tarih olmuş, yerini ise genç ve dinamik
Türkiye Cumhuriyeti Devleti almıştır.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi
Kıbrıs Türkleri, Lozan Barış Antlaşması öncesinde yapılan Milli Mücadeleye
hem maddi hem de manevi destek vermişlerdir.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar ve yiyecek
Ancak Kıbrıs konusu, Lozan’da yapılan görüşmelerde ikincil düzeyde kalmış ve

Lozan Barış Antlaşması’nın 20 nci maddesi ile İngiltere’ye terk edilmiştir.
(AS: Aşağıda bizim açıklamamıza bakılması ricasıyla..)

Bu durum Kıbrıs Türklerinde düş kırıklığı yaratsa da, sonraki dönemde yaptıkları siyasal,
toplumsal ve kültürel mücadelelerinde kendi başlarının çarelerine bakmaları gerektiğini anlamışlardır.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her türlü sorunla mücadele ettiği bir dönemde,
Kıbrıs Türklerinin bu mücadelelerine hem maddi hem manevi destek vererek
Ada’daki Türk varlığının devamını sağlamıştır.

Tam metin makale için lütfen tıklayınız : Lozan_Kibris
===========================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. E. Albay Dr. Mehmet Balyemez‘in bundan önce de bir yazısına sitemizde yer vermiştik. 20 Temmuz 2017 günü, Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 43. yılı nedeniyle idi.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü dostumuz
Sn. Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan‘ın değerlendirmesine göre:

  • “Lozan Barış Andlaşması’nın 17-21. maddeleri Mısır, Sudan, Kıbrıs ve Libya ile ilgili olup, Türkiye’nin bu topraklardaki haklarından 5 Kasım 1914 tarihi itibariyle vazgeçtiğine ilişkindir.”

    (Kaynak : SEVR VE LOZAN ANTLAŞMALARI HAKKINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR DEĞERLENDİME, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi
    S. 58, Bahar 2016, s. 21-37; pdf olarak okumak için tıklayınız;
    SEVR_VE_LOZAN_ANTLASMALARI_HAKKINDA_KARSILASTIRMA_TEMUCIN_FAIK_ERTAN)

Dolayısıyla Kıbrıs Lozan Andlaşmasıyla verilmiş değildir. Osmanlı döneminde Balkan Savaşı yenilgisi nedeniyle 12 Ada vd. zaten elden çıkarılmıştı Osmanlı Devletince.
Lozan’da bu “de facto” (fiili, olmuş bitmiş) durumun bir kez daha onaylanması (tescili)
Lozan’da Türk Kurulu’na dayatılmış oldu.

*****

Lozan kahramanlarına bin selam olsun!
En başta büyük önder ve yengin (muzaffer) Başkomutan Mustafa Kemal Paşa‘ya!
Sonra Lozan Kahramanı İsmet (İNÖNÜ) Paşa‘ya,
Kurtuluş Savaşı’nın tüm komutan ve savaşçılarına, şehit ve gazilerimize,
Vatanı için her şeyi ile dövüşen yiğit Anadolu halkımıza,
Lozan Kurulu hukuk danışmanı aile büyüğümüz Prof. Dr.. Veli Saltık’a ve öbür üyelere…

Sonsuz bir şükran ve minnet borçluyuz…
Bu borcumuzu Türkiye Cumhuriyeti’mizi sonsuza dek onurlu ve başı dik yaşatarak ödeyeceğiz.

Ne yazık ki; değerli hocamız Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘ın aşağıdaki sözleri acı ve gerçek :

  • “Her yıl 24 Temmuz’da, medyada 7 koldan Lozan farfarası başlatan gafiller; 
    Türkiye’nin meşruluğundan kuşkunuz mu var? 
  • Bugün Lozan’ı eleştirenler, İstiklâl Savaşında cepheden kaçan veya
    Orduyu arkadan vuranların torunlarıdır.”

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com