Etiket arşivi: Mustafa Kemal Atatürk

CHP’den hükümete ekonomi önerileri

CHP’den hükümete ekonomi önerileri

CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, 87. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışında konuştu. (cumhuriyet.com.tr, 07 Eylül 2018)

[Haber görseli]CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açılışında şunları belirtti:

İzmir Enternasyonal Fuarı’nın tarihimizde çok önemli bir yeri var. İzmir Fuarı, Cumhuriyetimizin yönünü ve düşüncesini gösteren müstesna örneklerden biri. Yeni Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı verdiği onurlu mücadeleyle ve savaş meydanlarında kazanılan bağımsızlık savaşıyla işin bitmediğinin bilincindeydi. Bağımsızlığın muhafazası için ekonomik, bilimsel ve kültürel alanda da zaferler gerekiyordu. Bu yıl 87’ncisi düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı bu mücadelenin önemli bir parçasıdır. Fuarın temelleri 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde atılmıştır. Kongre mekanı olarak, Kordon’daki Aram Hamparsumyan Hanı seçilir. Kongre münasebetiyle açılan sergilerle başlayan süreç, önce “mahalli sergi” ye, 1933 yılında ise fuara evrilir ve uluslararası nitelik kazanır.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIK, MİLLİ BAĞIMSIZLIK

İzmir İktisat Kongresi, toplumun ve ekonominin bütün kesimlerini bir araya getiren bir ortak akıl platformudur. Çiftçi, tüccar, sanayici, işçi grupları kendi içlerinde tartışmış, konuşmuş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün açış konuşmasındaki ifadelerle “istiklal-i tam” için hakimiyet-i milliyeyi, hakimiyet-i iktisadiye ile tarsin etmek”, yani sağlamlaştırmak için izlenmesi gereken önerileri belirlemiştir. Atatürk yine bu konuşmasında;

  • “Yabancı sermayeye düşman değiliz. İsteriz ki yabancı sermaye bizim çalışmamıza ve yetersiz kalan servetimize katılsın. Ama eskisi gibi değil. Geçmişte devlet yabancı sermayenin jandarmalığını yaptı ama yeni Türkiye Cumhuriyeti buna uyamaz, burasını esir ülkesi yaptıramaz”

derken dış finansmanın akılcı yönetiminin ve ülkeyi sıcak paracılara teslim etmemenin ekonomik, dolayısıyla, milli bağımsızlığımız bakımından önemini belirtmiştir.

HAKSIZ YAPTIRIMLAR KABUL EDİLEMEZ AMA…

Daha Lozan görüşmeleri sürerken (AS: görüşmeler 4 Şubat’ta kesintiye toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlar, o günden bugüne dünya ekonomisinde şartlar çok değişmiş uğradığında 17 Şubat 1923’te toplandı) olsa da, güçlü, yerli ve milli bir ekonomiye sahip olmanın temellerini belirleyen ilkeler olarak bu gün de önemini koruyor. Ekonomimizde son dönemde görülen sıkıntılar izlenen “ekonomiyi sıcak parayla şişirme” stratejisinin bir sonucudur. Bu strateji ekonomiyi dış borca ve dolara bağımlı hale getirmiştir. Bu da ekonominin küresel piyasalarda yarışma gücünü azaltarak yerli üretimi tasfiye etmiş yerine rant gelmiştir.

Trump yönetiminin ülkemize karşı uyguladığı haksız yaptırımlar kabul edilemez. Ama bunun ekonomimizde tetiklediği dalganın boyu, Trump’ın üslubunun bize benzeyen diğer ekonomilerde neden olduğu çalkantılardan çok fazladır. Bu, sıcak para politikası nedeniyle üreten kesimlerin rekabet gücünü yitirmesinin sonucudur. Ekonominin iyi yönetilemediğini ortaya koymaktadır.

EKONOMİMİZ DOĞRU İLAÇLA KISA SÜREDE TOPARLANIR

Ekonomide olan biteni “ekonomik saldırı”, “döviz kurşunu” sözlerinin arkasına gizlemek ve aspirin tedavisi uygulamayı sürdürmek ise krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kurdaki hareketler şirketlerde çok ciddi kur farkı zararlarına neden olmakta şirketleri borçlarını ödemekte zorlamaktadır.

  • Enflasyon artmakta,
  • işsizlik artmakta,
  • ekonomi daralma sürecine girmektedir.

    Evet, bu gün ekonomide sıkıntılarımız var ama bu umutsuz olacağımız anlamına gelmiyor. Türkiye 1990’lı yıllardan beri dünyanın en güçlü 20 ekonomisi ligindedir. Bu ekonomi doğru ilaç verildiği zaman kısa sürede toparlanma potansiyeline sahiptir. Bundan önceki tüm krizlerde bunu göstermiştir. Doğru teşhis, doğru tedavi, doğru ilaçlar… ihtiyacımız olan budur.

    EN BÜYÜK ZENGİNLİK GENÇ NÜFUS

    Hala dünyanın en büyük zenginliğine sahibiz: Üretime katkı sağlayabilecek genç bir nüfusa. Bu nüfusun kadın-erkek ayırmadan eğitimle, işle buluşturulması, çağımızın gerekleri çerçevesinde üretime koşulması gerekiyor. Diğer taraftan Türkiye 1,5 milyarlık nüfusa, 58 ülkeye ve 21,5 trilyon dolarlık bir pazara 4,5 saatlik bir uçuş mesafesinde. Hem sahip olduğumuz demografik fırsat penceresini, hem de coğrafi avantajımızı hızla kullanmalıyız.

    YENİLİKÇİ OLMAK TEK SEÇENEK

    İşte böyle bir konjonktürde Türkiye’nin ilk büyük fuarı olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nın bu sene inovasyon çatısı altında, teknoloji ana konusu ile kapılarını açıyor olması ülkemizin gideceği, rekabet gücünü yeniden kazanmak için gitmesi gereken yönü de işaret etmesi açısından çok önemlidir. Çağımızda yaşanan hızlı ve köklü değişimler rekabetçi olmak ve üretmek için ekonomilere yenilikçi olmaktan başka seçenek bırakmamaktadır. Bu durum ülkelerin araştırma-geliştirme faaliyetlerine stratejik boyutta önem vermelerine yol açmaktadır.

  • Sıcak paraya, dış borca bağımlı olmayan, yüksek katma değerli üretim ve Endüstri 4.0 dönüşümünü yapabilecek bir ekonomiye evrilmemizin yolu inovasyon ve teknolojiye yatırımdan geçmektedir.

    ASPİRİN TEDAVİSİ DEĞİL AYAKLARI YERE BASAN BİR PROGRAM LAZIM

    Bu sıkıntıdan çıkmak için bize lazım olan, aspirin tedavisini bırakıp, ekonominin yarışma gücünü artıracak inovasyon ve teknolojik atılımın önünü açacak, yatırımcılara güven verecek, hukuk devletini ve demokrasiyi güçlendirecek, acil ve orta vadeli tedbirleri ve yapısal reformları içeren güçlü çapalara sahip, ayakları yere basan bir programı derhal uygulamaya başlamaktır.

Demokrasinin can suyu ve bir soru

 
Kendi ağzından 
Yarın, 17. yıldönümüdür. 14 Ağustos 2001’de, Ankara’da AKP Kurucu Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarihi bir basın açıklaması yapıyordu: 
Aziz Milletimiz… Bugün, önemli bir gün… “Lider oligarşisinin çöktüğü gün” … “parti içi demokrasi(nin) … egemen olduğu … AK Parti’nin doğum günü… 
(Partide) asla bir “lider diktatoryası” oluşmayacaktır… 
Parti yönetiminde … her görev için seçim … Milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi seçimle belirlenen görevler için aday tespitinde bütün üyelerin katılacağı önseçim ve teşkilat yoklaması… 
Konuşmada çok daha fazla demokrasi söylemi vardı; örneğin, Voltaire’e gönderme yapılarak düşünce ve ifade özgürlüğü kararlılıkla sahipleniliyor; AB tam üyeliğine özenle evet  deniliyor,
siyasetçilik makamını bir “kolay servet ve imtiyaz aracı olarak görme” hevesine son verileceği belirtiliyordu. 

Başta önseçim olmak üzere bu sözler tutulmadı. AKP ideolojisi gereği tek kişi egemenliğine doğru evrilirken CHP de iç yapısı demokratik olmadığından önseçim konusunda da AKP’yi zorlayıcı olmadı. Önseçim, AKP’de ve diğer partilerde tümüyle unutuldu. Partilerin üye ve örgütleri işlevsiz kılındı; demokrasinin can suyu kurutuldu. 
Eğer, 17 yıl önce özenle altı çizilen önseçim olgusu yerleştirilseydi; ülke siyaseti gerçek demokrasiden bu kadar uzaklaşmaz, Erdoğan da geçen hafta sorduğu dün neredeydik sorusunu soramaz; bugün dünya demokrasisinin en iyi örneğiyiz diyemezdi. 
Dahası, 180 derecelik bu tersine gidişe iç ve dış sermaye kesimleri hiç güven duymuyor; onların doları varsa bizim de halkımız, hakkımız ve Allah’ımız var dediniz mi, TL hızla eriyor; dolar da alıp başını gidiyor! 
 
Kılıçdaroğlu-İnce ikilisine bir soru 
Önseçim konusunda CHP de büyük ölçüde AKP’nin yolunu izledi. Bu nedenle, son kurultay tartışmaları sırasında İnce ve destekçilerinin parti içi demokrasiden söz etmeleri tam bir kara gülmecedir. İnce, hiçbir seçimde önseçimle aday olmadı. Bu arada çok önemli bir nokta daha var: CHP’nin ikilisi, Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve cumhurbaşkanı adayı İnce, son haftalardaki tutumlarıyla partiyi göz göre göre yok ediyor. Bu durumda onları suçlamak artık yetmez; daha derinliğine sorgulamak gerekiyor. 
Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk’ün, iki eserimden biri (öbürü Türkiye Cumhuriyeti’dir) diyerek övündüğü CHP, önce, çağdaşlaşma çizgisinden uzaklaştırılarak sağcılaştırıldı. Şimdi de bu ikili, kimi yandaşlarını yanlarına alarak yaptıklarıyla CHP’yi tümüyle çalışamaz duruma getirmiş bulunuyor. 

  • Türkiye Cumhuriyeti, ideolojisi ya da ruhu ve fiziğiyle AKP iktidarı ve destekçileri tarafından sonlandırılıyor. 
  • Yeni rejimle Cumhuriyet, hızla bir siyasal İslam cumhuriyetine dönüştürülüyor. 

Bu gidişe kararlı bir tutumla karşı çıkmayan Kılıçdaroğlu-İnce ikilisine sormak gerekiyor: AKP’nin Cumhuriyete yaptıklarını siz yıllardır ekmeğini yediğiniz CHP’ye neden ve nasıl yapıyorsunuz?
***
İnsanın, üreterek özgürleşmesinin eğitim kurumları olan Köy Enstitülerinin güzide ürünü Mahmut Makal’ı yitirdik; anısı önünde saygıyla eğiliyor, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

PROF. DR. D. ALİ ERCAN : AÇIKLAMA

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

 

Değerli arkadaşlar,

Ben Siyasetçi değilim.
Hiçbir Partiyi tutmuyorum.
Doğa bilimci bir düşünür olarak, gördüğüm nesnel (ölçülebilir) gerçekleri paylaşıyorum,
o kadar…
Gerçeklerin birçok insanı rahatsız edeceğini de bilerek.

Türkiye’nin son 70 yıllık siyasal yaşamı (kısa ömürlü 1-2 istisna dışında) CHP’nin seçimlerde %20-30 bandında kaldığını gösteriyorsa, bu durum “Genel Başkanlardan ve Parti Programından bağımsız” bir gerçekliktir…

Beni derinden üzen, mutlaka partiler üstü, siyaset üstü tutulması gereken büyük Önderin,
Laik T.C. Devletinin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün, CHP aracılığı ile “zımnen” (AS: Örtük olarak) seçimlere sokulması ve her kezinde sandıklardan “yenik” çıkarılmasıdır. 😒

Bu nedenle, Mustafa Kemal‘in kurduğu Devletin temel ilkelerini simgeleyenAltı Ok simgesinin ve “CHP” adının kullanılmasına karşıyım. Keşke bu sorun 1946’da halledilse ve
“Altı Ok” TBMM simgesi olarak tarihe geçseydi…

CHP gibi “bütüncül mantıkla” yani, Üniter Ulus-Devlet içinde (imtiyazsız sınıfsız)
tüm toplumu kucaklamak iddiasıyla kurgulanmış bir Partinin, çok Partili Demokratik Sistemde kolay kolay tek başına iktidar olamayacağı öngörülebilmeliydi.

Nitekim CHP karşı-tezini kendi içinden çıkarmış, DP daha ilk serbest seçimde CHP’ni sandığa gömmüştü. (AS: 14 Mayıs 1950 seçimi)

Sevgilerimle. æ (01 Temmuz 2018)
==============================================
Dostlar,

Bilge İnsan Prof. Dr. D. Ali Ercan’a
Şükran Yazısı

Bu site yazarları, Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan’ı çok iyi tanırlar. Sitemize katkısı çoktur.
Kara Harp Okulunu bitirdikten ve yüzbaşı rütbesine dek geldikten sonra sivil – bilimsel yaşamı seçmiş ve Almanya’nın seçkin üniversitelerinde kendi seçimiyle temel bilim olarak “Fizik” okumuş, ardından Nükleer Fizik alanında uzmanlaşarak Doktora yapmış bir bilim insanıdır.

Yurda dönüşünde Kars Kafkas Üniversitesinde rektör yardımcılığı yapmış, Tıp Fakültesinde Biyofizik dersleri vermiş, Savunma Sanayisi Müsteşarlığı görevine atanmıştır.

Katıksız ama bilimsel akılcılığın süzgecinden imbiklenerek damıtılmış bir Kemalist / Atatürkçüdür. Biz 2004-2006 dönemi ADD Genel Başkan Yardımcılığı görevimizi, Jandarma Genel Komutanlığından emekli Org. Şener Eruygur Paşa’nın takımında (Harbiye’den sınıf arkadaşı) seçimleri kazanan kişi olarak kendisine devretmiştik. Sonraki yıllarda ADD Bilim Danışma Kurulunda birlikte çalışma olanağı bulmuş, birlikte raporlar hazırlamış, ortak konferans ve panellere katılma şansı elde etmiştik.

Sayın Ercan’ı bu süreçlerde daha da yakından tanıma ve “dostu” olma onuruna eriştik.sanırız

Yaşı 80’e yaklaşan ve kimi sağlık sorunları haliyle olan bu bilge kişiden çok ama çok yararlanmak gerek. Facebook sitesinde her gün özlü, kısa, düşündürücü, sorgulayan iletiler paylaşıyor. Sokratik yöntemi izliyor, soru sorarak düşündürtmeye ve çözümlerini insanların kendilerinin üretmesine çabalıyor.. En etkili, kalıcı iletişim – öğretim yöntemini yani..

  • Empozisyon, telkin, koşullandırma, baskı, korkutma… ilkelliği yok Ercan hocamızda.

Matematiği günlük yaşam sorunlarında ustalıkla kullanıyor.

Matematiksel Düşünme O’nun için vazgeçilmez bir yaşam biçimi.
Keşke bu konuda yalın bir rehber kitap yazsa..

Matematiksel DüşünmeSaygın Prof. Dr. Cemal Yıldırım denli başarılı olacağından kuşku yok..
*****
Ercan hoca bir siyaset bilimci değil kendi anlatımıyla da..

Biz, Tıbbiye’ye ek olarak Ankara Üniv. SBF – Mülkiye Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünü de bitirdik. Ancak itiraf edelim ki, O’nun siyaset bilimi alanında sergilediği matematiksel modellemeleri kıskançlıkla izliyor ve çok şey öğreniyoruz. Üstelik Hacettepe Tıp’ta ilk yılda 2 yarıyıl Yüksek Matematik eğitimi almış ve zaman zaman matematiği güncel sorunları çözmede kullanan birisi olarak.. Bu bölümlerde mutlaka yüksek matematik dersleri konmalı.

Bir kez daha görüyoruz ki evrenin dili Matematik!

Bir kez daha anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa‘nın çok büyük isabetle vurguladığı üzere;

  • Yaşamda BİLİMSEL AKILCILIK DIŞINDA YOL GÖSTERİCİ YOK!

Okul öncesi eğitimden başlayarak, aile içinde de her-ke-se temel – hatta ileri matematik eğitimi verilmeli. Ancak temel koşul; yaşamın sorunlarını çözmede nasıl kullanılacağını somutlayarak.

Çin tam da bu yolu izliyor.. Bambaşka bir Matematik dünyası geliştirdiğini duyuyoruz.
Bu eğitim üzerinden insanların soyutlama yeteneği, hayal kurma yeteneği de ateşleniyor.

An geliyor, uzayda hatta yaşamda kimi sorunların çözümünde Matematik bitiyor!
Endüstri 4, Robotik çağ, yapay zeka, nano-teknoloji, kuantum teknolojisi bambaşka yeni ve ileri matematik teknikler ve modellemeler gerektiriyor.

Ancak unutulmasın ki, günümüz uygarlığını başlıca Matematiğe borçluyuz!

Geçtiğimiz hafta ABD’de dünyanın en hızlı bilgisayar işlemcisinin üretildiğini okuduk.
Sıkı durun; saniyede 200 trilyon işlem yapabiliyor bu mikro işlemci! Gerçekte artık “mikro” değil nano hatta piko işlemci demek gerekiyor.. Çeyrek yy öncesinin milyonda 1’ine dek küçültülmüş teknoloji. 2. Büyük Paylaşım Savaşı yıllarında ABD ordusunun gereksinimi için yapılan ilk bilgisayar ENIAC, koca bir salonu dolduruyordu ve günümüz cep telefonu bilgisayarlarının milyarda 1’i yeteneğinde bile değildi.. Ve “fukara” ENIAC, çalışırken çooook ısınmış ve yanmıştı! Günümüz akıllı cep telefonlarında piko teknoloji ile sığdırılan 8 işlemci yerine göre seri ya da paralel bağlantılı olarak 2 GHz dolayında muazzam bir hızla çalışıyor; “quad-core” akıllı telefonlar..

  • Artık nano-piko malzemede boşluk yok; atomlar birbirine değiyor!
  • Nicelik olarak sınıra dayanıldı, niteliksel sıçrama gerekiyor; quantum teknolojisi..

Peki Türkiye nelerle uğraşıyor??

İyi güzel de, bu dünyanın en hızlısı süper hızlı bilgisayar, kendisine programlanan / öğretilen matematik işlemleri yapacak. Dolayısıyla yeni çağın yepyeni sorunlarına ve uzaybilimlerine dönük araştırmalarda, genetikte, farmakolojide, kanser tanı ve sağaltımında… matematik yetmezliğine bağlı bir duraksama dönemine girilmek istenmiyorsa, yeni kuşak (post-modern!) matematik teknikler geliştirilmesi gerek..

Bilim Sanayi Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK, TÜBA ve üniversiteler bu yaşamsal sorunsalın ne ölçüde ayırdında acaba?? Bizi bağışlayın, bu yazıda kullandığımız teknik terimlerin kaçından haberli ortalama üniversite bitirenimiz (mezunumuz) ??

Somutlayalım                              :

CHP’nin elinde ya da yararlanabileceği bir süper bilgisayar olsaydı;
uygun yazılım ile 24 Haziran 2018 kritik seçimlerinin farklı senaryolarla politik-matematik modellemesi (simülasyonu : benzeşimi) yapılabilse idi..
Bu opsiyonlara dayalı politika seçenekleri geliştirilebilseydi..

Tabii bir de mekanik ve dijital seçim hilelerini önlemenin yolu bulunabilseydi;
Türkiye 24 Haziran 2018 sonrası kaotik cehenneme sürüklenmemiş olabilir miydi??

O nedenle, 1 haftadır sitemiz webinde çığlık atıyoruz :

  • Türkiye bu “lanetli parantezi” de kıracak. Tarihin tekerleği asla geri döndürülemeyecek!
    Mart 2019’da yerel seçim var öne çekilmezse.
  • CHP bu süreçte öncü – motor olmak zorunda.. Hızla toparlanmalı ve silkinmeli, iç çekişmeleri bırakıp, içerideki Truva atlarını tasfiye ederek.. 
  • “6 Ok” un büyülü rotasına girin, orada toplanalım yeniden! Anlaşıldı mı, TAMAM mı!?
  • Her şey Türkiye için, insanımız için – insanlık için ve yolumuz AYDINLIK!

  • KURTULUŞ KATIKSIZ “6 OK” !

Çünkü “6 Ok” programı akla ve bilime dayalı, dinamik, kendini yenileyebilen ve kendini çoğaltabilen, sınanmış ve bir mucize yaratmış, dünyaya örnek olmuş, halen Çin’in örnek aldığı.. bir reçete Türkiye ve insanlık için..

Türkiye’nin bu muazzam hazinesini – gücünü yeniden keşfetmesi ve sarılması gerek.

Birilerini vurmak “kurtuluş” değil.. Hele kurtuluşun “birilerini vurmak” olmadığı biliniyorsa..

Son söz :

  • Mustafa Kemal Paşa‘ya,
  • Sonsuza dek payidar kalacağı kesin olan eşsiz yapıtı Türkiye Cumhuriyeti’ne ve
  • onun seçkin aydınlanma savaşçılarından Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a selam olsun, aşk olsun!

Sevgi ve saygı ile. 01 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“CHP taş taş üstüne koymadı” açıklaması ve gerçekler

Prof. Dr. Hakkı Keskin ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi, 14.06.2018

28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı:

  • “CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. …
    Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”
     

Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem milletvekilliğimi Almanya`da yapmış olmama karşın, Türkiye`deki siyaseti yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birinden böyle bir konuşma hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir başka Avrupa ülkesinde, muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı söylemleri duymadım.

Bu konu beni çok büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt vermeyi aynı zamanda  yurttaşlık görevim olarak görüyorum. 

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu

…………………
……………………………

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünün Hızlandıran Nedenler 

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535’te Fransa, 1580’de İngiltere, 1612’de Hollanda, 1617’de Avusturya, 1678’de Polonya, 1700’de Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar  (ayrıcalıklar) tanıyan “Kapitülasyon” anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün temel nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. (AS: 1535, Fransa’ya lütfedilen ilk kapitülasyon..)

………………………….
……………………………

Mustafa Kemal Atatürk‘ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve
CHP Döneminde yapılanların Özeti
 

Türk halkı, Mustafa Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir. 

Bunun için kararlı ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasal anlayışla, tam bağımsız ve kendine yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.

Öncelikle halkın ve ülkenin günlük kitlesel gereksinimleri olan yiyecek, giyecek, temel sanayi ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma atılımında temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra Devletçilik ilkesi benimsenerek, 5 Yıllık Kalkınma Planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka, ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.
……………………….
………………………..

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler 

Üretim\Yıllar 1929 1939 artış (%)
İplik üretimi (100 ton) 23 90 42
Şeker üretimi (1000 ton)  8 95 1,008
Çimento üretimi (1000 ton) 65        284     337
Krom üretimi (1000 ton) 16 183 1,044
Taşkömürü üretimi (1000 ton)      1,451     2,696      86
Elektrik üretimi (mil. kW saat)         106 253     233
Bakır üretimi (1000 ton)      561
Cam üretimi (1000 ton)     419
Kağıt üretimi (ton)     745
Türkiye sınırlarındaki demiryolu ağı (km)      4,000      7,326       55
Karayolu ağı (km)    29,636    41,600       41

1938’e gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri gereksinimi tümüyle; tekstil, kağıt, toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.

……………………..
……………………..

AKP hükümetleri 2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri: 

  • Ulusal gelir ortalama yılda % 4,8 olarak büyümüştür.
  • Enflasyon ortalama yılda % 10,4 olmuştur.
  • Türk Lirasının ABD Doları karşısındaki değeri 2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011’den sonra TL’nin $ karşısındaki değer yitiği her yıl artarak Haziran 2018’ de 4,50 TL oldu.
  • İşsizlik ortalama olarak yılda % 10,7 oldu. Gençlerde ise bu oran % 25`i aşmaktadır.
  • 2002’de 15 milyar $ olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 milyar Dolara çıkmıştır.
  • Türkiye’nin toplam dış borcu 2002’de 129,6 milyar Dolardan 2017 sonunda 453,2 milyar Dolara tırmanarak, ulusal gelirin %53,3’üne ulaşmıştır.
  • Türkiye’nin 1 yıl içinde 236,8 mılyar $ dış borç ödeme yükümlülüğü var. Döviz rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz Dolarlık dış borç ödemesi için devlet kasasında yalnızca 60 Dolar bulunmaktadır (Mehtap O. Ertürk, Sözcü, 5.2018)..
  • AKP döneminde başta kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikalar olmak üzere satılan devlet varlıklarından 65-70 milyar $ sağlanmıştır.
  • 16 yıllık AKP döneminde devlet varlıklarının satılmasından sağlanan bu geliri yapılan dış borca eklersek, toplam 523,2 milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca Dolar kuru ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.
  • AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, 3. hava alanlarının yapılma maliyeti, Devlet varlıklarının satılmasından sağlanan 65-70 milyar Dolarla fazlasıyla yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya Tünelinin maliyeti 1,2 milyar Dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda ad ad sıralanan 1923-50 yıllarına dek yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle AKP’ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partilerince yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmıştır. Buna karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.
  • 2002’de hane halkı borç yükünün, hane halkı harcanabilir gelirine oranı %4’ten 2015’te %51`e ulaştı. Çalışanlar, gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemekte (Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ilk 3 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye`de 2016 sonunda yüksek gelirli nüfusun % 20`si ülke gelirinden %47,2 pay alırken, en düşük gelir dilimindeki %20 nüfus (16 milyon) ise toplam gelirden %6,2 pay alabilmektedir.
    ===================================================Dostlar,

    Saygın bilim ve siyaset insanı Prof. Dr. Hakkı Keskin‘in değerli ve kapsamlı çalışması 10 sayfayı aşkın bir emek ürünü..
    Yukarıda bir ölçüde paylaştık..
    Tümünü okumak için lütfen tıklayınız.. ve de paylaşınız..

    RTE’nin CHP tas tas üstüne koymadi savı ve gerçekler HAKKI KESKİN

    Sevgi ve saygı ile. 21 Haziran 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Önce Vatan mı? Adalet mi?

Önce Vatan mı? Adalet mi?

Konuk yazar : Lütfü Kırayoğlu

Yaşamımız boyunca yanıtlamakta güçlük çektiğimiz ikilemlerle karşılaşırız.  Herkesin başına gelmiştir. Çocukluğumuzda kimi aile büyükleri ya da tanıdıklar bizi zor durumda bırakmak için “anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” sorusunu yöneltirlerdi. Sonraki yıllarda çok daha başka ikilemlerle karşılaşır olduk. Bazı konular insanların önüne ikilem olarak gelmemeli. Ancak ne yazık ki yaşam bu ikilemleri önümüze getiriyor.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, asla ikilem olarak karşımıza çıkmaması gereken duyarlı bir ikileme yanıt verdi. Hem de sorulmadan…

Muharrem İnce Sözcü gazetesi ile yaptığı görüşmede, “Hani ‘Önce Vatan’ yazar ya bütün askeri birliklerde, bence ‘Önce Adalet” olmalı. Adalet yoksa orası vatan değildir artık, orası toprak parçası olmuştur.” dedi.

Yazının bütünü okunduğunda biraz daha hoşgörüyle değerlendirebiliyorsunuz. Ancak bu sözler gazete manşetlerine “Önce vatan değil, önce adalet olmalı” şeklinde yansıdı. Belleklerde bu yer etti. Bu başlık üzerinden de İnce’ye ağır eleştiriler yöneltildi.

Özel olarak bir soru yöneltilmediği halde Muharrem İnce’nin böyle bir ikilemi ortaya atıp bu ikileme bir yanıt bulmaya kalkışması gerçekte kendi düşüncesi değilse, en iyimser bakıldığında siyasetteki acemiliği olarak değerlendirilebilir.

Vatan kavramı da, adalet kavramı da insanlar kadar ulusların yaşamında  gerçekten son derece önemlidir. Ancak her şeyden önce vatan kavramı (AS: ülküsü!) adalet kavramına (AS: ülküsüne!) göre çok daha somut bir kavramdır ve hiçbir zaman ikisi arasında bir öncelik karşılaştırması yapılamaz.  Bu nedenledir ki Mustafa Kemal Atatürk’e ait olduğu bilinen “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözünü her fırsatta söyleriz.

Vatan olmayınca ne adalet olur, ne insan hakları ne de öbür özgürlükler. Hangi inanca, hangi ideolojiye inanırsanız inanın, inancınızı, ideolojinizi yaşama geçirmek için bir vatan toprağına gereksinim duyarsınız. Bir vatanınız yoksa idealleriniz değil ancak hayalleriniz vardır. Evet vatanı kuru bir toprak parçası olmaktan çıkaran kimi değerler için mücadele etmeliyiz. Ama o toprak parçası olmadan hiçbir değerimiz yaşama geçemez. Kupkuru hayalden ibaret kalır.

Bir vatana sahip olamadıkları için ulus bile olamamış toplulukların yüzlerce yıl bir vatana sahip olabilmek için kanlı mücadeleler verdiklerine tarihte pek çok örnek vardır. Bu insanların sahip oldukları adalet, en fazlasından onlara “lütfen” bahşedilecek kadar bir adalettir.

Bu konuda kafalar bir kez karıştığında, vatanını kurtarmak için Osmanlı Padişahına isyan eden Mustafa Kemal Paşa’ya yürürlüteki adalet sistemi çerçevesinde “asi” deyip idama mahkum edilmesini de yadırga(ya)mazsınız. Bugün vatanına yönelik saldırıyı püskürtmek için canhıraş mücadele veren Beşar Esad’a da “katil-despot” sıfatı yakıştırıp verdiği vatan mücadelesine burun kıvırırsınız.

Gerçek vatanseverler aynı zamanda adalet savaşçılarıdır. Ancak hiçbir zaman vatan kavramının (AS: ülküsüne!) önüne başka kavramları geçirmezler.

Bütün okurların bağımsız bir vatanda, özgür, adil, aydınlık günlerde bayram gibi bayram kutlamasını dilerim. Güzel günler göreceğiz…

19 Mayıs 1881’in 125. Yılına Armağan : EMPERYALİZM TÜRKİYE’den NE İSTİYOR?

19 Mayıs 1881’in 125. Yılına Armağan : EMPERYALİZM TÜRKİYE’den
NE İSTİYOR?

Dostlar,

12 yıl önce, 2006’da, ADD Genel Başkan Yard. iken Viyana‘da bir konferans vermiştik.
ADD Avusturya Şubeleri kurucu başkanı dostumuz Sn. Erol Güçlü’nün çağrısı ile o ülkede idik. Erol bey ve arkadaşları inanılmaz bir özveri ile çalışmaktaydılar.

AKP iktidarı Türkiye’nin başına bir küresel proje ile getirilmişti 3 Kasım 2002 seçiminde. 57. Koalisyon hükümetinin 2 ortağından MHP Genel Başkanı Bahçeli durup dururken (!?) ortaklıktan çekilmiş, Başbakan Ecevit’in “has” (!?) adamlarından Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem CHP’den ayrılmış ve süregelen ağır 2001 ekonomik bunalımı ortamında erken seçime gidilmişti.

AKP yeni kurulmuş, programı dışarılarda yazılmış, bir an önce misyonuna koşulmak istiyordu. Öyle de oldu, seçmen, ekonomik bunalıma tepki ile %34 dolayında oy ile TBMM’nin 2/3’üne yakın sandalyesini, -seçim sisteminin de azizliği ile- bu çiçeği burnunda partiye vermişti. AKP, Erdoğan önderliğinde Türkiye’yi hızla dönüştürmeye başlamıştı. Biz 2004 Haziran’ında merhum Ertuğrul L. Kazancı ile ADD yönetimini almış, Genel Başk. Yrd. görevini üstlenmiştik. 2 yıl olup biteni halkımıza anlatmaya çabaladık konferanslarla vb. çabalarla. 2006 Haziran’ında biz de Genel Başkanlığa aday olmuştuk ancak yurt içi ve dışı Aydınlanma çalışmalarımızı sürdürüyorduk.

Bu bağlamda Viyana‘da idik seçim kampanyası sürerken. Ulusun dikkatini çekmek isitiyorduk

  • EMPERYALİZM TÜRKİYE’den NE İSTİYOR??

Kapsamlı bir power point yansısı demeti (yansı sayısı 125’i aşkın) hazırlamıştık ve dolaşıp anlatıyorduk.. Mustafa Kemal ATATÜRK, kendi doğum gününü “19 Mayıs” olarak sevinçle kabul etmişti. 19 Mayıs 1919’un 87. ama gerçekte Mustafa Kemal’in doğumu 19 Mayıs 1881’in 125. yılında idik ve bu ince espriye de gönderme yapmak için bu konferansı 125. yıla adadık..

Dosyayı indirmek için lütfen tıklar mısınız??

19_Mayis’in_125._Yilina_Armagan_Emperyalizm_Turkiye’den_Ne_Istiyor_VIYANA_konf.

 2006 verilerini günümüzle karşılaştırma olanağı da bulunabilir böylelikle..
Ekonomide duvara nasıl dayandık adım adım…

Sevgi ve saygı ile. 20 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Akkuyu kapitülasyonu

Akkuyu kapitülasyonu

Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 06 Nisan 2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Kapitülasyon kısa tanımıyla bir devletin bir başka devlete tanıdığı ayrıcalık. Daha uzun tanımda ise iktisadi, sosyal ve siyasi ayrıcalıkların, tek yanlı hukuki işlem veya anlaşmalar yoluyla tanınması diye ifade ediliyor. 
Türkiye, Rusya’ya Akkuyu’da dört reaktörlü bir nükleer güç santralı (NGS) kurma iznini sekiz yıl önce imzalanan bir milletlerarası anlaşma ile verdi. Şüphesiz Resmi Gazete’de yayımlanan (6 Ekim 2010) bu milletlerarası anlaşmanın, başında yahut herhangi bir yerinde kapitülasyon sözcüğü geçmiyor. 
Fakat, Türkiye’nin TETAŞ (Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt A.Ş.) üzerinden verdiği kilovatsaat başına 12.35 cent alım garantisi başta olmak üzere Akkuyu NGS için Rusya’ya sağladığı olanaklar karşısında bu anlaşmayı kapitülasyon diye nitelemek abartı sayılmaz. (NGS’nin yapımı, inşaat finansmanı Rusya’da görünse de Rusya’nın 7-8 milyar dolarlık kısmının Türkiye’ce karşılanmasını istediğini ancak bu durumun çözülemediği için askıda kaldığını not düşelim.) 
Akkuyu’nun -özellikle Avrupa’nın kademeli olarak nükleerden çıkış kararları ve ülkemiz açısından da güncellenmiş elektrik enerjisi talep projeksiyonları dikkate alındığında- bir ihtiyaç değil, siyasi bir tercih kimliği daha çok ortaya çıkmaktadır. Bu devasa ölçekli inşaat Rusya’nın desteğini almak ve şirketlere iş sahası yaratarak siyasi ömrü sağlamlaştırma işlevi görecektir.

Atık yönetimi muğlak 
Atık yönetimi bir NGS’de temel kritik alanlardan biri olmasına karşın Akkuyu’da atıkların nasıl yönetileceği belirsizdir. Bu konunun nasıl muğlak bırakıldığı, 6 Ekim 2010 tarihli milletlerarası anlaşmanın “yakıt, atık yönetimi söküm” başlıklı 12. maddesinden de anlaşılabilir: 
Madde 12 
YAKIT, ATIK YÖNETİMİ VE SÖKÜM 
1.Nükleer Yakıt, Proje Şirketi ve tedarikçiler arasında yapılan uzun dönemli anlaşmalar bazında tedarikçilerden temin edilir. 
2.Taraflarca mutabık kalınabilecek ayrı bir anlaşma ile Rus menşeli kullanılmış nükleer yakıt, Rusya Federasyonu’nda yeniden işlenebilir. 
3.Taraflar, devletlerinin yürürlükteki kanunları ve düzenlemeleri izin verdiği ölçüde, nükleer yakıt, kullanılmış nükleer yakıt veya herhangi bir radyoaktif materyalin sınır ötesi taşınması da dahil olmak üzere, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla, nükleer materyallerin sınır ötesi taşınmasına ilişkin gerekli tüm ilgili onay, lisans, kayıt ve rızaların alınmasında Proje Şirketi’ne yardım eder. 
4.Proje Şirketi, NGS’nin sökümü ve atık yönetiminden sorumludur. Bu çerçevede, Proje Şirketi yürürlükteki Türk kanun ve düzenlemeleri ile öngörülen ilgili fonlara gerekli ödemeleri yapacaktır. 
 
Devlet sırrını yabancılar biliyor 
CHP Enerji Komisyonu Başkanı Necdet Pamir 2014’teki kritik bir gelişmeyi hatırlatıyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Türkiye’ye, Akkuyu NGS konusunda 39 başlıkta uyarıda bulunduğunu ancak açılan davada talep edilmesine karşın bu uyarıların “devlet sırrı olduğu” gerekçesiyle mahkemeye sunulmadığını belirtiyor. İnsanların aklıyla alay edildiğini söyleyen Pamir, “Düşünün Türkiye’nin devlet sırları Uluslararası Atom Enerjisi’ndeki uzmanlarca hazırlanmış. Onlar biliyor ama bizim bilmemiz istenmiyor” diyor. 

Durmaksızın 20 milyar dolar yatırım tutarı vurgulanan Akkuyu’da, Rusya’nın 15 yıl boyunca, 12.35 cent üzerinden satacağı üretim gelirleriyle, yapacağı harcamayı fazlasıyla çıkaracağını unutmasak iyi olur. Milletlerarası anlaşmaya, bundan sekiz yıl öncesinin dolar kuru dikkate alınarak konulmuş 12.35 cent, bugünkü kur ortamında ürkütücü bir fiyattır. Akkuyu’nun kapitülasyon olmadığını iddia edecek olanlar önce 12.35 cent için “halk için çok iyi bir fiyattır” demesi gerekmektedir.
===================================
Dostlar,

NÜKLEER SANTRAL DAYATMASININ
HAZİN İÇYÜZÜ

CK Boğaziçi Elektrik perakende satış fiyatlarını inceleyelim. Birim Fiyat (TL/kWh) 23,09 krş. Dağıtım bedeli (13.04 krş) + %1 enerji fonu + %2 TRT payı + %5 elektrik tüketim vergisi ile yaklaşık 40 kuruşa (tek tarife) mal oluyor tüketiciye. 3 zamanlı tarifede 28 -68 krş arasında değişiyor fiyat. Kabaca, elektrik enerjisi üreten şirketin satış bedeli, tüketiciye katlanarak fatura ediliyor. (https://gazelektrik.com/tedarikciler/ck-bogazici-elektrik/birim-fiyat, 06.05.2018)

Bu durumda, 12,35 Dolar cent (kuruş) fiyatla AKKUYU NGS satış bedeli de katlanarak tüketiciye fatura edildiğinde yaklaşık 25 cent olacaktır ki, günümüz kuru ile 1 TL demektir. Bu da şimdiki fiyatın 2,5 katıdır. Açıkça fahiş bir fiyattır. Yaşamın her alanında pahalılaşmaya, enflasyona / artışına neden olacaktır, elektrik enerjisi temel bir üretim – tüketim girdisi olduğu için.. Elektrikli otomobiller bakımından da dikkate alınmaya değer..

Demek oluyor ki NGS Türkiye’de ucuz elektrik enerjisi üretmeyecek, tersine bugünkünün 2,5 katı gibi fahiş bir bedelle pazarlanarak ülkemiz daha da soyulacak. Fahiş bedelin aslan payı (yarısı) Rusya’ya gidecek, kalan yarısını dağıtıcı şirketler, Devlet ve TRT alacak. NGS’nin çevresel maliyeti bir yana, atıkların teknolojik olarak sınırlı düzeyde zararsızlaştırılması giderleri bir yana..  NGS üzerinden yüklenilen ciddi potansiyel tehlike ve riskin gerçekleşmesi durumunda ödenecek muazzam maddi – manevi bedeller ayrıca akılda tutulmalı..

Bu tablonun ayrımında değil midir AKP iktidarı??
Bir siyasal iktidar halkının – ülkesinin çıkarlarını sonuna dek ve hünerle korumak zorunda değil midir? Varlık nedeni bu değil midir?
Burada yaşanan / yaşanacak olan ise apaçık tam tersi değil midir?
Pekiiii, bu eyleme o zaman ne ad vermek gerek?
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün uyardığı gibi

– Gaflet mi?
– Dalalet mi?
– İhanet mi?

Hangisi, hangisi??

AKP = Erdoğan NGS üzerinden bir kez daha mı kandırılıyor??
Hesap bu denli net iken nedendir bu katı inat ve dayatma?
Nedendir işin içyüzünü bilmeyen on milyonları aldatma, kara propaganda ve hatta halka karşı psikolojik savaş??!! Neden, neden, neden bu ceberrutluk??
Ne çıkarınız var bunda, ne çıkarınız var??

Hep söylenir; NGS yapımında maliyetin yaklaşık 1/5’i “komisyondur” o ülkenin her düzeyden yöneticisine. Akkuyu NGS’nın öngörülen 20 milyar Dolar maliyetinde (art-ırıl-mazsa!?) bu “rüşvet” 4 milyar Dolar ediyor! Yoksullaştırılmış halkımızın nafakasından soyulacak bu muazzam para mıdır gözleri karartan, öfkeleri kabartan? Nedir, nedir, nedir???

Almanya 2022’de NGS’lerini kapatmış olacak, kömüre dayalı elektrik üretimini %67 azaltacak  ve yenilenebilir kaynaklara (güneş, rüzgar en başta..) dayanacak. Ülkemizin yarısından az toprağı var, güneşi kıt, rüzgarı bizdekinden çok cılız, Dünyanın en çok dışsatım yapan, 5 trilyon dolara yakın hacimli 4. büyük dev ekonomisi NGS’nden çekiliyor. Biz neden tersine gidiyoruz??

Osmanlı İmparatorluğu, pa-lazlanan Batı’ya kapitülasyon vere vere battı. Lozan’da Türk kurulunun birkaç kırmızı çiz-gisinden biri kapitülasyonların kaldırılması idi. AKP iktidarı neden Batı emperyalizmine a-çık açık ve bol keseden, uzun erimli kapitülasyon veriyor? Amaç nedir? Ülkeyi gene tam sömürge – hasta adam ederek Sevr koşullarına mı sürükle-mek? Bir kez daha yazmış ve uyarmış olalım : Bu yoldan dönünüz!

Ülkenin toplam enerji gereksiniminin 10’da 1’ini sağlayacak Akkuyu NGS’nin ülkemize yıkıcı bedelini yüklemeyin. Türkiye’de 10 ampulden 1’ini söndürsek bu tasarrufu sağlarız. Tasarruf seferberliği yapalım.

Ayrıca, nükleer atık sorununun günümüz teknolojisiyle hala çözülememiş olduğunu söyle-yelim. Uzun onyıllar boyunca radyoaktif ışınım (emisyon) nükleer yakıt artıklarından yayıl-maktadır. Tam zararsızlaştırma yoktur ve atık bertarafı pahalıdır, ayrıca taşınması risklidir.

  • Kibrit kutusu kadar yıllık atık söylemleri utanç verici bilim dışı yalanlardır.

Aydın yurttaş – bilim insanı sorumluluğumuzu bir kez daha yerine getirmiş olalım.
Dileyelim okunsun ve iktidar kör inadını bıraksın..
Umutlu muyuz, hayır değiliz! Çünkü Türkiye’de milyonlar ayakta ve sokakta ama AKP iktidarı Bor şeker fabrikasını takvimine uygun olarak gene de sat-tı! Yazıklar olsun!
Bu bir siyasal tercih olamaz.
İktidar, “bunları” yapmak üzere görev getirilmiştir ve ne denli acı – kahredici ki, misyonunun gereğini yapmaktadır..
İktidar sahipleri, Büyük ATATÜRK’ün NUTUK’unda vurguladığı üzere, çıkarlarını yabancıların çıkarları ile birleştirmiş (müstevlilerin emelleri ile tevhid etmiş) görünmektedir.

  • Ülkenin tersaneleri, kaleleri…… bilfiiil işgal altındadır ve yeni bir kurtuluş savaşı zorunludur.

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile. 06 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Not : Sitemizde nükleer santraller, Fukuşima vb. facialar, radyasyon ve sağlık riskleri.. konularında çok sayıda dosya yayınlanmıştır. Uygun anahtar sözcüklerle erişilebilir.

Doğan Kuban: Umutsuzluk Yakışmaz

Doğan Kuban: Umutsuzluk Yakışmaz

Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr
Cumhuriyet, 01.04.2018

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Kırmızı Kedi, “Cumhuriyet Bilgeleri” başlığı altındaki serisinin ilk kitabını Doğan Kuban Hoca’nın yazılarına ayırdı: İflah olmaz iyimser bir bilge olan Kuban Hoca’nın kitabının adı: Umutsuzluk Yakışmaz.
Önce kitabın başlığının çağrıştırdıklarının peşinden gidelim: Doğan Hoca’nın bir umut insanı olduğunu bilirim. Türkiye, Osmanlı ve Rönesans tarihine, Türkiye’nin kuruluşuna ve yarattıklarına ve geleceğe yaklaşımı, derin analizleri hep umut taşır. Kuban, tarihin üzerinden adeta koşar adımlarla geçer, dönemleri birbirine bağlar ve vardığı sonuçların hakikatin bir parçası olmasına ve yeni geleceğin kurulmasında basamaklar oluşturmasına çaba gösterir ve hepimizin önüne ödevler koyar.

Toplumların yönü nereye? 
Kitabın adı Karamsarlığa Yer Yok da olabilirdi. Hocanın bu umudunun kaynağı, tarihe geniş zaman dilimlerinden bakışıdır. Geçmiş gerçekten geriye değil ileriye, kötüye değil daha iyiye, kötümserliğin yoğunlaştığı zamanlarda birden iyimserliğin çiçek açtığı zamanlara doğru ilerler.
“Geçmiş daha iyiydi” sözü bazen özlemle dile getirilir ama gerçekten geçmiş daha iyi miydi ve neye göre, hangi açıdan, yaşamın hangi kalemine göre? Toplumların ve insanlığın gerilediğini mi söyleyeceğiz yoksa ilerlediğini mi… Her ne denli insanlık çok temel sorunlarına henüz kalıcı çözümler ortaya koyamamışsa da ve geleceğin meşalesi gürül gürül yanıyor olmasa da, geleceğe yaklaşımımızın iyimser olmasından vazgeçebilir miyiz?

İyilik ve kötülük birlikte var
İyilik ve kötülük iç içedir. İnsanlığın çabası iyiliğin hep üstün geleceği, ağırlıkta olduğu bir yaşam varlığını hedefler. Felsefe de iyiyi, güzeli, hakikati arayış içindedir. Öyle midir gerçekten, yoksa salt umudu koruma düşüncesinin dışavurumu mudur? Umut, yaşamın, daha iyiyi arayışın ve güzelliğin adıdır. Bundan vazgeçmemiz mümkün mü?
Yitirdiğimiz eleştirel düşünen aydınlarımızdan Ahmet Cemal, Kuban’ın yazıları için “Türkiye’nin yakın kültür tarihinin ender rastlanır bir saydamlıkta çözümlemesidir.” diyordu; “Tarihimizin gerektiğinde en uzak köklerine kadar uzanan bu çözümleme, bütünüyle eleştirel düşünce temeli üzerinde yükselmiştir.”
Kuban’ın haftalık yazıları, önce Cumhuriyet Bilim ve Teknik’de, iki yıldır da Herkese Bilim Teknoloji’de büyük bir merakla okunuyor ve toplumda derhal binlerce paylaşıma konu oluyor. İki Bilge konferanslarının meraklıları tanıktır: Yaşadığımız kötücül siyasi ve toplumsal durumlar karşısında yükselen “Eyvah!” söylemlerine karşı, Doğan Kuban bilgece umudu yeşertmiştir ve çağdaş yaşamı belirleyen ögelerin herkesi birleştireceğini ve kimsenin bunun dışında kalamayacağını söylemiştir.

Umut, yaşamın adıdır 
Kötülükler, önünde sonunda hep yıkılmıştır, bunun nedeni belki de, insanlığın akış yönü iyilikten yana olduğu içindir.
Bu akışın, yazgısal bir yaklaşımda bulunursak büyük bir bilgelik içerdiğini söyleyebiliriz. Yani, tek tek bireylerin düşüncesinden bağımsız, uzun erimde iyiliğe koşan, umudu içselleştirmiş bir bütünsel insaniliğin varlığını belki düşünmeliyiz… Çünkü yıkıntılar arasından toplumların dünyası her zaman yeniden kurulur.
Belki insanlığın geçmiş yaşamından yeterince ders alamadığından veya kötülüğün geçici egemenliğini engelleyemediğinden, sistemde bir yanlışlıktan bahsetmeliyiz.
Umutsuzluk Yakışmaz kitabının konuları ve içerdiği düşünceler üzerine iz sürüyorum kaçıncı kez. Toplum, Çağdaşlık, Kültür, Düşünce, İslam, Kent, Kaos, Cumhuriyet başlıkları altında toplanmış 58 yazının her biri, bir Rönesans insanının eleştirel süzgecinin nasıl çalıştığının ders dolu örnekleridir. Kimi kez cehaleti ele alır yerden yere vurur, kimi kez de kurtuluşun yolu olarak halkın aydınlatılmasını önerir.
Ben ise halkın yüz binlerce öncü kadrosunun adanmışlığıyla toplumun değişebileceğini düşünürüm.
Umutsuzluk dağıtır, bireyi içine kapatır, onun tüm ilişkilerini kopartır ve salgın hastalık gibi yayılmasını sağlar. Kötülüğün sürmesine yarar.
Oysa düşünceye, insana, aydına Umutsuzluk Yakışmaz, hiç mi hiç!
Kuban kitabıyla hepimizi her şeyi yeniden düşünmeye çağırıyor.
=========================================
Dostlar,

Gecenin 04:23’ünde dostumuz sevgili Orhan Bursalı’ya da, bu nefis kitabı yazan hocamız bilge insan Doğan Kuban’a da selam olsun.. Alıp okuyacağız hızla..

Biz de Kuban hoca ve Bursalı gibi iyimseriz..;

Batı emperyalizminin ve yerli maşalarının sömürgeleştirmek istedikleri halkların öncelikle UMUDUNA SALDIRDIĞINI düşünüyoruz. En stratejik hedef budur.. Sömürgelerde UMUT KIRILMALIDIR öncelikle ve hızla.. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir..

Dolayısıyla, sömürgelerde – sömürgeleştirilmek istenen coğrafyalarda ve de post-modern sömürü dizgesinde AYDINA YARAŞAN, umudunu asla ver-me-mek-tir!

  • Umut, direnenlerin en büyük ve etkili silahıdır. O kale “düşmediği” sürece sömürgenlere geçit yoktur..

Savaş bu eksende yürütülür hep..

ODTÜ Felsefe bölümünden Prof. Ahmet İNAM hocamızın da enfes bir kitabı var :

  • UMUTSUZLUK AHLAKSIZLIKTIR!Bu da okunmalı..
    İnsanlık onuru, geç de – güç de olsa hep ama kazanıyor, kazandı ve kazanacak!Mustafa Kemal ATATÜRK‘ten yaklaşık 100 yıl sonra, tuhaf – ilginç bir döngüsellikle gene kuşatmadayız içeriden – dışarıdan; ancak diyalektik bir zorunluk ki; gene biz = AYDINLANMA kazanacağız..

    İnsanlık onurunun bitmeyen enerjisiyle savaşıma devam :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacak..

    Gazi’ye vefa borcumuz, çağcıl Rönesans işlevimiz – yükümümüz bu, 21. yy. şafağında; Türkiye’de, kadim Anadolu’da..

    Kolay gele!

    Sevgi ve saygı ile. 02 Nisan 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Çanakkale Zaferi: Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü

Çanakkale Zaferi:
Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü

Çanakkale Savaşı, İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerindeki askeri ve siyasi prestijini sarstı, bağımsızlık hareketlerine neden oldu. Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında da etken oldu. En önemlisi ise Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü ve başlangıcı oldu.
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Çanakkale Savaşı sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Çanakkale muharebeleri, dünyanın en büyük ordularının kara, hava, deniz ve denizaltı unsurlarıyla saldırıları karşısında, çok sıkıntılı bir dönem geçirmekte olan Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmiş olduğu büyük direnişi simgeler. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, İtilaf devletleri Çanakkale cephesini açarak savaşı kısa sürede bitirme çabası içine girmişlerdi. Onlara göre, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek İstanbul’u ele geçirmekle eşanlamlıydı. İstanbul’un düşmesi ise Osmanlı Devleti’nin savaş dışı kalması demekti. Bu da müttefiklerin işini büyük oranda kolaylaştıracak, Almanya ile daha rahat mücadele edebilecekler, savaşı da kısa sürede kazanabileceklerdi. Dünyanın en güçlü donanmasına sahip İngilizler, Çanakkale’den zorlanmadan geçebilecekleri inancındaydılar. İngiltere Deniz Bakanı Churchill, donanmanın Boğaz’dan zorla geçerek İstanbul’a ulaşmasının fikir babasıydı. Bir iki yıl önce Balkan devletlerine kolayca yenilen Osmanlı Devleti’nin hemen teslim olacağını düşünüyordu. Churchill’e göre, zırhlıların büyük topları karşısında Türk askeri cepheden hemen kaçacaktı.

Büyük direniş

Fakat gelişmeler hiç de müttefiklerin bekledikleri gibi olmadı. Zırhlı gemilerin topları görülünce hemen cepheden kaçacağı düşünülen Türk askeri, ülkesini kahramanca savundu. Öyle ki, 18 Mart 1915 tarihinde kesin sonuç almak üzere var güçleriyle Çanakkale Boğazı’na saldıran müttefik donanması, büyük kayıplar vererek geri çekildi. Yenilmez armada olarak nitelenen İngiliz donanması, Fransızlardan da destek almasına rağmen, tarihi bir mağlubiyete uğradı. Sonrasında Çanakkale’nin karadan aşılması planları hayata geçirildi. 25 Nisan 1915 tarihi itibarıyla Gelibolu Yarımadası’na çıkartma harekâtı başlatıldı. Aynı deniz savaşlarında olduğu gibi, burada da Türk askeri ve subayının kahramanca mücadelesi ön plana çıktı. Denizden sonra kara savaşlarını da kaybeden İtilaf devletleri, Çanakkale cephesinden geri çekildi.

Balkan Savaşı travması

Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşlarıyla içte ve dışta sarsılmış olan milletin ve devletin prestijini kurtarıp güçlendirdi. Müttefikler, Balkan Savaşı hezimetini göz önünde bulundurarak Türk ordusunun savaş kabiliyetini yitirdiğini zannediyorlardı. Ancak böyle olmadı. Türk askeri ve subayı, müttefiklerin öngördüğü gibi kaçmak yerine, Çanakkale’yi Balkan Savaşı’nın hezimetinin utancının ve lekesinin temizleneceği bir yer olarak gördü, ölümü hiçe sayarak savaştı. Bunun çok sayıda örneği var. Mesela Mustafa Kemal Atatürk 1 Mayıs 1915’te Arıburnu cephesinde emrindeki birliklere yaptıracağı hücum öncesi birlik komutanlarına yaptığı konuşmada;

  • “İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat’iyen kabul etmem

diyerek bu duyguyu açığa vuruyordu. Balkan Savaşı yenilgisi Türk askeri ve subayı üzerinde derin bir travma yaratmıştı. Bu travma atlatılmalıydı. Benzer şekilde, Hamdullah Suphi’nin aktardığına göre Çanakkale’yi ziyareti sırasında hastanede yaralı bir subay yarasını sarmaya çalışan sıhhiye erine şöyle diyordu:

  • “Ko aksın! Balkan lekesini ancak bu kan temizler”.

Türk askerinin yüksek ruhu

Çanakkale Zaferi ile, Balkan Savaşı’nın yarattığı eziklik ve travma, üzerinden daha iki sene geçmeden atlatılmıştı. Çanakkale’de savaşan askerlerin manevi anlamda son derece güçlü olduğunu da bilmek gerekir. Türk askerinin üst düzeyde manevi güce sahip olarak gösterdiği kahramanlıkların bir örneğini Mustafa Kemal Atatürk şöyle anlatıyor:

  • “Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olamıyoruz. Yalnız size, Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor, fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz!.. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok!.. … Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran,
    bu yüksek ruhtur.”

Conkbayırı ve sonuçları

10 Ağustos 1915’te gerçekleşen Conkbayırı Süngü Hücumu da Türk askerinin üstün manevi gücüne emsalsiz bir örnek teşkil eder. Conkbayırı üzerinden düşmana uçarcasına atılan Mehmetçik, Türk tarihine yeni bir destan yazmıştı. Burada da askerin yüksek manevi gücü kendini göstermişti. Bu konuşmadan sonra hücum başladı ve Conkbayırı zaferi kazanıldı. Müttefikler bundan sonra yenilgiyi kabul edecek ve bir süre sonra cepheyi terk edeceklerdir. Çanakkale Savaşı, İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerindeki askeri ve siyasi prestijini sarstı, bağımsızlık hareketlerinin doğmasına neden oldu. Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında da etken oldu. Diğer taraftan, savaşın en büyük planlayıcısı ve destekçisi Churchill yenilgi üzerine istifa etmek zorunda kaldı ve bir süre politika sahnesinden çekildi. Çanakkale Savaşı, Türkiye’nin ve Türk milletinin hâlâ gücünü ve dinamizmini koruduğunu gösterdi. Çanakkale, Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü ve başlangıcı oldu.

Kahramanlar çıkarttı

Nitekim Çanakkale’de savaşan ve çok güçlü düşman ordularını mağlup etme başarısını gösteren birçok komutan buradan kazandıkları tecrübe ve güvenle Kurtuluş Savaşı’nda da başarıyla görev yaptı. Bunlar arasında başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Fahreddin Altay, Selahaddin Adil, İzzettin Çalışlar, Şükrü Naili Gökberk gibi subaylar vardır.

Tarihin gidişini değiştirdi

Çanakkale Savaşı I. Dünya Savaşı’nın üç yıl daha uzamasına neden oldu. Müttefikler I. Dünya Savaşı’nda en büyük itibar kaybına Çanakkale’de uğradılar. Çarlık Rusya’nın Boğazlara hâkim olma hayali gerçekleşmedi. Müttefiklerinin yardımından yoksun kalan Çarlık Rusya’sında iç karışıklıkların artmasıyla, Bolşevikler 1917 İhtilâli ile Çarlık devrini kapadı. Yerine Sovyetler Birliği’’nin kurulması ile ileriki yıllarda dünya tarihinin gidişatı değişti.

Mustafa Kemal Atatürk

Çanakkale Zaferi’nin Türk milletine en büyük armağanı, şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal, yeni kurulan bir tümeni kısa zamanda modern bir kolordu ile muharebe edecek bir duruma getirmekle, yüksek bir teşkilatçı ve yetiştirici olduğunu gösterdi. Durum ve araziyi kavramaktaki ustalığı, seri ve isabetli kararlar vermesi ve bu kararları azimle uygulaması, Mustafa Kemal’in sahip olduğu yüksek irade, bilgi ve kendine güvenin göstergesidir. Sahip olduğu üstün yetenekleri önce Çanakkale’de gösteren Mustafa Kemal Atatürk, bilahare milli mücadelenin liderliğini yürütecek ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayacaktır.
==============================================
Dostlar,

ÇANAKKALE GERÇEĞİNİ ÇARPITMA SEFİLLİĞİ

Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Vahdettin Engin‘e ve bu güzelim yazıya yer veren Cumhuriyet Gazetesine teşekkür ederiz..

Çanakkale’yi geçemeyen üzerinde güneş batmayan İngiltere İmparatorluğununDeniz (Donanma) Bakanı Churchill değil salt istifa etmek zorunda kalan.. Bu imparatorluğun Başbakanı Lloyd George da istifa etmek zorunda kalmıştır yenilgi nedeniyle. İngiltere Hükümeti düşmüştür Çanakkale Utkumuz nedeniyle (19 Ekim 1922, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-45/canakkale-krizi-ve-lloyd-georgeun-iktidardan-dusmesi-eylul-ekim-1922).

Çanakkale utkumuzun baş mimarı ve kahramanı, Conkbayırı Gazisi Yarbay Mustafa Kemal‘i görmezden gelmek sefilliktir. O’nun askeri ve sevk- yönetim dehası, ölçüsüz vatan aşkı, benzersiz savaş stratejileri olmasaydı Çanakkale geçilmiş olabilirdi. İnsaflı, vicdanlı, gerçekçi ve tarihin gerçeğine saygılı bilim namusu ile davranmak insan olan herkesin boynunun borcudur.

İnsanlık tarihinin akışını değiştiren böylesi görkemli bir askeri – politik utkunun 103. yıldönümünde, uluslararası ölçekte gururunu yaşamak yerine kendi içimizde böylesine saçmalıklarla uğraşmak ne denli acı verici! Avuç içi kadar topraklarda, Gelibolu yarımadasında toprağa verdiğimiz 250 bin dolayında şehidimizin – gazimizin aziz hatıralarına çok büyük saygısızlıktır. Bu tür yersiz tartışmaları yapay olarak yaratanlar için “gaflet  – gafil” sözcükleri çok hafif kalmaktadır. Bunlar olsa olsa yerli – yabancı vatan hainlerinin, onların işbirliklerinin kara propaganda çabası – görevi olabilir.

Osmanlı Devleti, son zamanlarında insanlık tarihine yön veren devasa bir başarıya imza atmıştır ve bu görkemli başarının haklı gururunu Türkiye olarak bizler taşımalıyız.

  • .. Uluslararası alanda başı dik ve onurlu durarak, biz yeryüzünün – insanlığın en büyük devletlerinden – uluslarından biriyiz..

konumu almak yerine aptalca iç çekişmeler.. Çok yazık.. Bu saçmalığa “safiyane“(!)  bulaşanlara anımsatmak isteriz..

Bir kez daha altını çizmek isteriz ki;

  • “HEY 15’li 15’li” ezgisi bir ağıttır!

çanakkale savaşı ile ilgili görsel sonucu

çanakkale savaşı ile ilgili görsel sonucu

çanakkale'de 2 pilot çocuk ile ilgili görsel sonucu

Düğün vb. eğlencelerde oyun havası olarak çalınması ne denli alçaltıcıdır! Bir Ulus kendi yakın tarihine bu denli yabancılaşabilir mi?? Dün katıldığımız bir kapalı salon düğününde bu ezgi gene oyun havası olarak çalınmaya ve necipler necibi milletimiz şıkıdım şıkıdım kurtlarını dökmeye başladığında kanımız beynimize sıçradı.. Koşarak çalgıcı başının (orkestra şefinin) kulağına eğildik ve

  • Arkadaşım bu oyun – eğlence havası değil, AĞIT, AĞIT!. Lütfen kısa kesiniz ve bir daha da bu amaçla çalmayınız!

diye rica ettik, uyardık. Sağ olsunlar uygun yerde kestiler. Biz de bu arada salonu yöneticilerini bularak durumu anlattık. Genç yönetici bu gerçeği bilmediğini söyledi, üzüldüğünü belirtti. Bir daha o acılı ezgiyi bu yönde çalmayacaklarını söyledi..

Yukarıdaki fotoğraflarda Tokat’tan (ilki)….. yollanan “15’liler” görülüyor.. 15 yaşında ya da ağırlığı 45 kg’ı aşan tüm erkek çocukları savaşa sürüldüler.. Anadolu halkı, Mustafa Kemal Paşası’na güvendi ve kınalı kuzucuklarını bir daha dönmeyeceklerini bile bile Çanakkale cehennemine yolladı.

*****
Çanakkale törenlerini çarpıtan, Atatürk’ü önemsizleştirmeye çabalayan, Hz. Muhammet’i bile utanmadan alet eden, hurafeler yakıştıran… Çanakkale halkının seçilmiş temsilcisi Belediye Başkanı Sayın Gökhan’ın ve Başkan Vekilinin bile konuşmasını engelleyenleri, Gelibolu’da temel atma törenlerine ilçe belediye başkanının alınmamasını da kınıyoruz. Tarih önünde teşhir ediyoruz. Eminiz tarih de bu nankörlükleri bağışlamayacak ve hak ettikleri biçimde notunu düşecektir.

Bir işe yarar mı çok umutlu değiliz ama biz yapıcı görevimizi yerine getirerek; bir kez daha bu utandırıcı yoldan çekilmeye, tarihe – şehitlere saygılı olmaya ilgilileri çağırıyoruz.

Çanakkale savunmasında tümü askere alınan ve tümü şehit düşen İstanbul Tıp Fakültesi’nin 1. sınıf öğrencilerini de sınırsız bir şükran ve minnetle anıyoruz (bu onurlu tarihsel Fakültenin 1977 mezunu olarak..)  6 yıl sonda 1921’de yapılan bitirme (mezuniyet) töreninde tek 1 doktor mezun olamamış.. gözyaşları sel olmuştu.

Şimdi tüm bu Türk Ulusunun tarihte benzersiz özveri ve kahramanlığını çarpıtarak siyasal rant elde etme çabasına ne ad konabilir?

Yüce Tanrı’nın bile sabrının çoooooook zorlandığından eminiz ve böyle olmasını diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Asrın liderimiz bile isyan etti ama…

Asrın liderimiz bile isyan etti ama…

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 10.03.2018

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Asansörde halvet. Battaniyeden tahrik. Ketçaptan şehvet. Kadın dayak yiyorsa şükretsin. Altı yaşında kızlar evlenebilir filan.
*
Asrın liderimiz bile dayanamadı, Diyanet’i göreve çağırdı… “Meydanı bunlara bırakmamalı, Din İşleri Yüksek Kurulumuz bunlarla bizzat ilgilenmeli, tefsirde fıkıhta yetki sahibi, vasıflı hocalarımız var” dedi. Asrın liderimizin kalbini kırmak istemem ama, maalesef gene yanlış düşünüyor.
*
“Battaniye ve yorgan erkeği gıdıklamamalı, cinsel dürtüleri rahatsız eden yapıda olmamalı” diyen herifin sıkıntısı “dini” değildir, “psikolojik”tir. Diyanet’e değil, Profesör Üstün Dökmen’e, Profesör Doğan Cüceloğlu’na, Profesör Arif Verimli’ye sorulmalı.
*
“Ketçap, kahve, kakao, gazlı içeçekler şehveti uyandırır” diyen zihniyetin doğru cevabı Diyanet’te olamaz.Profesör Yankı Yazgan’a, Profesör Özcan Köknel’a, Profesör Bengi Semerci’ye sorulmalı.
*
Asrın liderimiz imam olduğu için, her sorunun imamlar tarafından çözülebileceğini sanıyor.
Gel gör ki… “Kendimi yakmak için üstüme tiner döktüm, orucum bozulur mu?” diye soran sayın ahalimize, imam ne yapsın, müezzin ne yapsın?
*
Eğer diyanet işleri başkanlığı, asrın liderimizin söylediği gibi “İslamiyet’i güncellemek, günümüze uyarlamak” istiyorsa… Kadın, erkek, çocuk, ergenlik, cinsellik, aile kavramları üzerine, rahmetli bilim insanlarımız Profesör Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın, Profesör Muzaffer Şerif Başoğlu’nun, Profesör Atalay Yörükoğlu’nun kitaplarından alıntılar yapmalı, vaazlarında kullanmalı.
*
AKP’nin kontrolünde yüzden fazla televizyon var. Eğer hakikaten memlekete faydalı işler yapmak isteniyorsa, “terbiyesiz hamileler” diyen tipleri TRT’ye çıkaracağına, Profesör Binnur Yeşilyaprak, Profesör Gelengül Haktanır, Profesör Nevzat Tarhan, Profesör Kemal Sayar, Profesör Haluk Yavuzer gibi vasıflı biliminsanlarını çıkarmalı.
*
Bunca kadın cinayeti, bunca tecavüz, bunca çocuğa musallat…
Dini cehaletle alakası yok kardeşim. Toplumun ruh sağlığı bozuk. Gerçek budur.
*
Teşhisi yanlış koyuyorsun. Tedaviyi imamdan beklemen nafiledir. Ekstra hazin tarafı… Asrın liderimizin Diyanet’e yaptığı çağrının sorgusuz sualsiz doğru kabul edilmesi, manşet yapılması, aslında Türk medyasının akıldan bilimden ne kadar uzaklaştığının, dogma’ya ne kadar teslim olduğunun kanıtıdır. Sayın basınımızın, toplumsal sorunlarda yetkin biliminsanlarına başvurmak yerine, Ulemadan medet umduğunun göstergesidir.
*
Halbuki, ilahiyatçı adı altında sapık supuk fetva verenlere karşı, bugün anca kafalara dank eden teşhisi, tee 93 sene önce Mustafa Kemal Atatürk koymuştu…

  • “Efendiler, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, mensuplar memleketi olamaz, en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır!”

======================================
Dostlar,

Erdoğan, ölçüsüz yobazlıklara bir sınırlama zorunluğu duydu. oy” kaygısıyla.
Ancak konuşması sırasında “ölçüyü kaçırdı” (!?) ve İslamda Reforma’a dek getirdi sözü.
Dilin kemiği yok. Saatler geçmeden yurt içi ve dışı din baronlarından / İslam kardinallerinden paparayı yedi ve net biçimde geri adım attı..

Mağripten başmüderris (Prof. ve de rektör!) Ahmed Akgündüz hazretleri “haddinizi aşmayın” diye gürledi.. Fesli Kadir efendi “Allah düşmanlarını sevindiriyorsunuz, yanlış yoldasınız..” fetvası verdi… (Her 2 muhterem zat ile Cevizkabuğu programlarında saatlerce tartıştık; youtube’dan erişilip izlenmesi çok yerinde olacaktır.. Prof. Akgündüz bize 9 kez “ben hafızım, Kuran’ı bilirim, sen bilmezsin..” diye kükremiş ve nasıl da belleği kendisini yanıltmıştı; hafızlığı bilgisayarımızda yüklü Kuran mealleri karşısında işe yaramamıştı..)

Erdoğan süklüm püklüm “Haddimiz mi?” diye dize geldi..
Karizma çok fena çizildi..

Anayasa’nın 24. maddesi AKP ile epey zamandır ayaklar altında..

Din ve vicdan hürriyeti
Madde 24 –  ….
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Dolayısıyla, AKP = RTE‘nin ülkeyi içine sürüklediği dinci – yobaz bataklıktan Diyanetin hurafeleri ile çıkılamaz; bu süreçte DİB’na tazelenen bir meşruiyet sağlanamaz.

Anayasa md. 24 çooook açıktır, yineleyelim :

  • … Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,
    din kurallarına dayandırılamaz! 

Dinde reform yapacaksınız, buna mah – kum – su – nuz; esasen Allah’ın emri bu!
– Tekke, zaviye, türbe, tarikat…. ka – pa – ya -cak -sı – nız..
Anayasa md. 174’teki 8 Devrim Yasasına, başta ÖĞRETİMDE BİRLİK, u-ya-cak-sı-nız..
– Din ve dince kutsal her şeyi siyaset dışı bırakıp asla istismar et-me-ye-cek-si-niz..
– Toplumu, saf – mütedeyyin – iyi niyetli insanları ALLAH ile al-dat-ma-ya-cak-sı-nız..
– …….. çooooooooook günah işlediniz; geri dönüp tövbe edeceksiniz; Halktan af dileyeceksiniz..

Oysa çareyi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 1 asır önce çok net koydu, u-ya-cak-sı-nız :

  • “Efendiler, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, mensuplar memleketi olamaz, en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır!”

Yaşamda en gerçek yol göstericinin AKIL ve BİLİM / BİLİMSEL AKILCILIK olduğunu, tersinin ise gaflet – dalalet ve hatta hıyanet olduğunu öğ-re-ne-cek-si-niz..
Yaşamın diyalektiği öğretecek.. Başka hiçbir çare yok…

Bu bağlamda daha önce de bu sitede epey yazı yayınlandı, 4’ünü anımsatalım :

1. Bütün dinler GÜLERYÜZLÜ ve AKILCI – BİLİMSEL olmak zo-run-da-dır!

2. ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR ?? İSLAMDA REFORM KAPIYA DAYANDI

3. ÇOCUKLARINA TECAVÜZ EDEN %95’i MÜSLÜMAN BİR TOPLUM…

4. İSLAMDA REFORM ZORUNLULUĞU

Kızmadan, köpürmeden, küfür etmeden.. Müslümana yakışır olgunlukla okuyun;
size ve dine iyilik yapmaya çalıştığımızı anlayacaksınız..

Erdoğan’ın gündem oyunlarına ve her zamankinden daha çok mahkum olduğu
oy artırma” çaresizlikleri manevraları
na, kıvranışına… alet olmadan..

Sevgi ve saygı ile. 10 Mart 2018, Ankara

 

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com