Etiket arşivi: Mustafa Aydınlı

NEREDEN ÇIKTI İDAM ?

NEREDEN ÇIKTI İDAM ?

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Akit TV muhabiri Mehmet Özmen bir cezaevinin idam sehpasını göstererek; “Millet, örneğin Kemal Kılıçdaroğlu gibi bazı isimlerin de işte bu darağacında asılmasını, idam edilmesini bekliyor diye düşünüyorum” ifadelerine yer vermesi hayra alamet değildir. Toplumda yerel seçim üzerinden bir karmaşa (kaos) yaratmanın hesabı mıdır? İdam sözcüğünün sık konuşulur olması, gündeme gelmesi, ülkemizde işlerin şirazesinden çıktığını gösteriyor.

Türkiye’de idam cezası 1920’de BMM’nin aldığı kararla uygulanmaya başladı. Türkiye’nin 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında idam cezası vardı. Bu ülke, son derece üzücü, insanlık adına utanç duyulacak idamlar gördü. Ancak, 1984 sonrasında bu ceza eylemli olarak uygulanmadı, bir bakıma askıya alındı. 1991’de yapılan yasal düzenlemeler sonucu idam alanların cezaları ömür boyu hapse çevrildi. AB’ye üyelik görüşmeleri gereği, AİHS’nin 6 ve 13 sayılı Protokollerinin imzalanmasıyla idam cezası, “Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile (yasa no 5218, RG 21 Temmuz 2004, sayı 25529) 1926 tarihli ve 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunundan çıkarıldı.

Türkiye “barış zamanında” idam cezasının kaldırılmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6. Protokol’ü 15 Ocak 2003’te imzaladı. TBMM, 26 Haziran 2003’te bu protokolün onaylanmasını uygun buldu. 6. Protokol’deki “savaş ve yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş fiiller için ölüm cezası öngörülebileceği” istisnası 13. Protokol’le kaldırıldı ve ölüm cezasının her koşulda kaldırılması benimsendi. Türkiye, 2004’te 13. Protokol’ü imzaladı. 7 Mayıs 2004’te tarihli anayasa değişikliği ile anayasadan idam cezasının kalıntıları tümüyle ayıklandı. Ardından ceza yasalarından çıkarıldı. Böylece ölüm cezası Türk hukukundan (savaş halleri dışında) bütünüyle kaldırılmış oldu. Yenilenen TCK’nda da yer almıyor. İdamın kaldırıldığı dönem DSP-MHP-ANAP koalisyonudur. 9 Ağustos 2002 tarih ve 4771 sayılı yasayla da “Savaş, yakın savaş ve terör suçları halleri dışında ölüm cezası verilmez” kararıyla idam cezası kaldırılmıştır.
****
Günümüzde 58 ülkede halen idam cezası vardır. Çin, Hindistan, Endonezya ve ABD gibi (50 eyaletin 30’unda) ülkelerde idam cezası uygulanmaya devam ediyor. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık % 60’ına denk düşmektedir. Bu ülkelerin 35’inde idam cezası, savaş ve olağanüstü hal ile sınırlandırılmıştır. Yine bu ülkelerin 32’sinde en az 10 yıldan beri idam cezası infaz edilmemektedir. Pek çok gelişmiş ülke idam cezasını kaldırmıştır : Finlandiya 1826’da, Norveç 1875’te, Danimarka 1892’de, İsveç 1910’da, Hollanda 1850’de Portekiz 1867’de, Almanya 1949’da, Mussolini dönemi dışında İtalya 1890.. Türkiye ise idam cezasını kaldırmakta geç bile kalmıştır. Araştırmalara göre idam cezasını en çok uygulayan ülkeler Çin, İran, Pakistan, S. Arabistan, ABD (30/50 Eyalette), Irak, Somali, Mısır, Endonezya, Çad. İdam daha çok 3. dünya ülkeleri veya geri kalmış ülkelerde uygulanan bir ceza. ABD bu kuralın dışında görünüyor ancak ABD tarihinde sömürge (koloni) döneminden kalma gelenekler temelli.
****
İdam istemleri kimi kez can acıtıcı ve toplumsal tepkiye konu “haklı” (!?) reflekslerle gündeme geliyor. Olabilir, “asalım gitsin!” gibi kestirme istemler toplumda dillendirilebilir. Ne var ki insan hakları bağlamında en temel insan hakkı olan “yaşam hakkı tepkisel dürtülerle tartışılamayacak ölçüde kritik bir konudur. Tarih boyunca uygulanagelen sayısız idam cezası, suç ve suçluluğu bitirmeye yetmemiştir.

Dolayısıyla idam cezasının bütünüyle caydırıcı ol(a)madığı anlaşılmıştır..
İdam cezası çözüm olabilseydi, ilgili ülkelerde benzer suçlar artık işlenmezdi.
Ayrıca idamla birlikte kurbanın aileleri de büyük ızdırap çekiyor, birlikte cezalandırılıyor.
Oysa cezaların kişiselliği evrensel bir hukuk kuralıdır..

Uygar insanlığın idama karşı oluşunun ana teması, “İdam bir cinayettir” odaklıdır..
Hem de devlet eliyle işlenmiş bir cinayet! Oysa Devlet kin güdemez, cinayet işleyemez.

  • Adli hata yapıldığında idam cezasının geriye dönüşü yoktur!

Yakın tarihimizde en iz bırakan idamlardan örneğin Başbakan Menderes ve 2 Bakanı’nın idamının ardından (17 Eylül 1961) Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşının idam cezası “3’e 3, intikam” çığlıkları ile TBMM’de onanmış (Başbakan Demirel 2 elini de “evet” için kaldırmıştır!) ve 6 Mayıs 1972’de yerine getirilmiştir. İdam cezaları genellikle kamu vicdanında çelişik izler bırakmaktadır.

Günümüzde, söz konusu 2 olayda idam edilenlere anıt mezarlar yapılarak heykelleri dikilmiştir. Görülüyor ki idam, onarımı olanaksız bir cinayet türü gibidir. Uygar insanlık kültürü dışında bir eylemdir.

12 Eylül generallerince “Asmayalım da besleyelim mi?… Bir sağdan bir soldan astık..” gibi bir garabetin ardılı olarak, çocuk yaşta bir mahkumun (17 yaşındaki Erdal Eren‘in!) yaşının büyütülerek asılması, uygar dünyaya asla savunulamayacak bir insanlık suçudur..

Son seçimlerde (24 Haziran 2015) 11,5 milyon oy almış ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na idam istemi aymazlığı ise, ülkede bir karmaşa (kaos) yaratarak toplumu birbirine düşürme kurgusudur. Bu davranış her türlü hukuk ve insanlık sınırını aşmıştır.

6 Eylül 1958’de Adnan Menderes Başbakan iken, CHP genel başkanı İsmet İnönü’ye “İdam sehpalarında can verenlerden ders al” gibi sözler kullanıyor. İsmet Paşa ise “İdam sehpaları bir kez kurulmaya görsün, nasıl işleyeceği belli olmaz!” diyor. Kaderin cilvesine bakın ki; Menederes ve arkadaşları idamla yargılanırken, eşi Berrin Menderes İnönü’ye giderek idamların durdurulması yönünde yardım istiyor. İnönü Org. Cemal Gürsel’e mektup yazarak idamların durdurulmasını istiyor. Ancak İnönü’nün bu çabaları, yaklaşık 15 kişiyi bulacak idamları, yalnızca 3 kişiye düşürmeye yetebiliyor.

Ülkemizin “beka sorunlarını” (!?) tartıştığımız şu günlerde, nereden çıktı idam söylemleri?

Bunlar hayra alamet söylemler değil Herkes ağzından çıkan sözü, hele siyasiler kamuoyu önünde, çok büyük özenle tartmalıdır.
Üstelik 31 Mart 2019 yerel seçimleri Türkiye’de ilk kez olmuyor..
=================
Dostlar,

Sonuçta Erdoğan ve sekreterleri (Bakanları!?) 24 Haziran 2023’e dek iktidardadır olağan koşullarda ve yerel seçim sonuçlarından bağımsız olarak. Halkı ve muhalefeti “idam” cezası ile korkutmak uygar demokratik siyaset kalıplarının çooook dışındadır.

Kaldı ki; tüm uluslararası hukuku, bağlantılarımızı ve yükümlülüklerimizi bir yana koysak bile, hukuk tekniği bakımından Anayasa değişikliği gerektirmektedir idamı yeniden getirmek. Bu da Anayasa md. 175 gereği en az 200 vekil ile teklifi, en 3/5 kabul oyunu (360 vekil) gerektiriyor. 2/3’ten (400’den) az oy ile (360-400 arası) kabul halinde halkoylaması zorunlu. AKP + MHP oyları 360’ı bile bulmuyor.. Öbür partilerin idama karşı çıkması durumunda AKP + MHP ittifakının gücü yetmiyor bu girişime. TBMM’den geçse bile Türk Ulusu ne diyecek buna?

Halkı korkutarak ve asıl yakıcı sorunları gündemden düşürmek üzere gündem oyunları ile siyaset yapmanın ne denli ahlaksal, moral, etik, adil, erdemli… olduğunu da unutmadan.

16 Haziran 1944’te henüz 14 yaşında iken cinayet ile suçlanan George Stinney elektrikli sandalyede idam edilmiş, ablasının açtığı davada 40 yıl sonra 1974’te aklanmıştı! Ancak yaşamının baharında hatta çocuk yaşta idam edilen küçük George çıkıp gelemedi mezarından!

Son olarak ülkemizin bir “beka” sorunu varsa, bunu 17 yıldır tek başına iktidar olan AKP yaratmadı da kim yarattı? Sorunu yaratan bu kez suçuna gerekçe gösterip halktan oy isteyemez!

Beka sorunu AKP içindir, %40’ın altına düşmemek için;
Beka sorunu MHP içindir, %10’un altına düşmemek için;
Beka sorunu, Cumhur ittifakı denen örtük koalisyon içindir, %50’nin altına düşmemek için!

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

MEDYA TOPLUMUN KUTUP YILDIZIDIR

MEDYA TOPLUMUN KUTUP YILDIZIDIR

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Medya; iletişim sağlayan radyo, TV, gazete ve dergiler gibi basın yayın organlarının tümü, yani kitle iletişim araçları, basın yayın organları. Günümüzde, sanal ortamda “sosyal medya” olanakları da eklendi bunlara. Toplum bu organlar aracılığı ile kanaat sahibi olur. Yönünü belirler, haber alır, görüş açıklar, karar verir. Kısacası medya toplumun yön belirlemesi, bilinçlenmesi doğruları öğrenmesi konusunda kutup yıldızı görevi görür.

  1. Son yıllarda medya organları, çeşitli isimlerle adlandırılmakta. Örneğin “yandaş medya”, “Candaş Medya”, “Yoldaş medya”, “Paralel Medya”, “Havuz Medyası” gibi adlarla belirli yayın organlarını işaret ederek onları olumsuz yönleri ile eleştirmek, suçlamak, küçük görmek veya yermek gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kurtuluş Savaşımız döneminde bir de “Mütareke Basını” vardı. Doğal olarak çağdaş, demokratik ve hukuk kuralları egemen olan bir ülkede basın – yayın organlarının belli bir yayıncılık anlayışı ve mevzuat kurallarına bağlı ve güvenceli olması gerekir. Tarafsızlık ve bağımsızlık en temel ilkelerdendir. Basın Ahlak Yasası çerçevesinde doğru haber verme, basın ahlak ve ilkeleri anlayışı “Yanıt verme ve düzeltme” haklarının kullandırılması gibi. (Basın Ahlak Yasası, basın çalışanı gazetecilerin uymayı kabul ettikleri, yasal dayanağı olmayan bir anlaşma metnidir. 14 Şubat 1952’de Uluslararası Basın Enstitüsü’nün ilkelerine dayalı olarak benimsenmiştir.)
  2. Yandaş medya günümüzde, basının (Doğan Medya Grubunun, Demirören Grubuna verilmesi ile) yaklaşık %95’ine egemendir.  “İktidar yanlısı” basın – yayın organları için kullanılan bir deyimdir.
  3. Havuz Medyası; TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından el konan şirketlerin yayın organlarının sözde ihaleyle satış bedellerinin bir “havuzda” toplanarak, bu şirketleri satın alması istenen iktidar yanlısı kişilerin sahip oldukları yayın organlarına bu ad verilmiştir. Bu yayın organları, kayıtsız – şartsız iktidarı desteklemekte hatta güdümünde bulunmaktadırlar. Hiçbir sorgulama gereği duymayacak ölçüde iktidar yanlısı %95’lik yandaş – devşirilmiş blok içindedir.

Candaş ve Yoldaş Medya; iktidar karşıtı, muhalif basın-ayın organları için kullanılan bir deyimdir. Yazılı ve görsel basının ancak %5’lik bir dilimini oluşturmaktadır. Ancak aksine, toplumun en az %50’yi aşkın kesimince dikkatle izlenmektedir.

Paralel Medya terimi; Fetullah Gülen Cemaati ve yayın organları için kullanılıyordu. 15 Temmuz 2016’ya dek AKP iktidarının ortağıydı. İktidarı paylaşamama nedeniyle aralarının açılması ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra tümü kapatıldı.

Mütareke Basını : Osmanlı Devleti 1918’de 1. Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştı. Mondros Mütarekesi (silah bırakışması) imzalanmış (30 Ekim 1918), başkent İstanbul dahil, anayurdun her yanı işgal edilmişti. Teslim olmayan yurtsever güçler silaha sarılarak Anadolu’da mücadele başlatmışlardı. Adı Kuvayı Milliye direnişi, önderi de Çanakkale Kahramanı Mustafa Kemal Paşadır.

İşgal altındaki İstanbul’da basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere yalakalık yapıyordu. Milli Mücadele tarihimizde utanç verici bir olaydır. İşgalci güçlere karşı çıkılmamasını, onların tüm isteklerine boyun bükülmesini, dahası Yunan işgaline bile karşı çıkılmaması gerektiğini istemiş ve Saltanat öncülüğünde haince yayınları ile halkı uyuşturmaya çalışmıştı. O gününün “Mütareke basını”ndan kimi örnekler :

ALİ KEMAL: “Padişaha sadakatle bağlı Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen şakiye haddini bildirecektir.” (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah)

REF’İ CEVAT (Ulunay) : “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.” (21 Nisan 1919 ve 16 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)

“Yunanlar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun, bugünkü galiplerimizin bir müttefikidir, onlara karşı yapılacak hareket, İtilaf Devletlerinin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!” (23 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)

“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası ağır olmalıdır!” (29 Nisan 1920, Peyamı Sabah)
*****
Basın toplumun gözü, kulağı hatta beynidir. Ona yönünü bulmasında en önemli rolü oynayan, Kutup Yıldızı konumundadır. Yeter ki basın özgür – tarafsız – bağımsız olsun, tekelleşip, kartelleşmesin, nesnel (objektif) olsun.

Kimi basın kuruluşlarının Çanakkale Savaşları kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’e yer vermemelerini, adını anmayıp yok saymalarını hayret ve dehşetle karşılıyor, soruyoruz:

  • Yukarıda örneklerini verdiğimiz Mütareke Basınından da mı hiç ders al(a)madık?

 

SOĞAN KUYRUĞU

SOĞAN KUYRUĞU

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Ülke bütün boyutları ile yerel seçim sarmalında. 31 Mart (2019) yaklaştıkça söylemler sertleşmeye başladı. Aslında bu seçimle yalnızca yerel yöneticiler belirlenecek. Fakat genel seçim havasına sokuluyor. İktidarın yitirmeye tahammülü yok. Görülen gerçek ise yitiriyor.

İktidar açısından bu yerel seçimleri yitirmenin bütün koşulları var. O da bunun bilincinde ki MHP ile ittifak yaparak seçime giriyor. AKP – MHP Cumhur İttifakı, doğallıkla, karşıtı olan Millet İttifakını doğurdu. Görülen o ki, Cumhur İttifakı inişte iken Millet ittifakı yükselmekte.

AKP, son zamanlarda Cumhur İttifakı ülkemizi 16+ yıllık yönetimin sonunda, ithal kuru soğan kuyruğuna mahkum etmiştir. İşsizlik, enflasyon, pahalılık doruk noktada, eğitim geri gitmiş, bozulmuş. Paramız devalüasyonla neredeyse %40 değer yitirmiş. Tencere ferman dinlemiyor. Halkın yüzünü güldürecek ne söyleyebilirler ki? Belki ülkede yüzü gülenler var ama bu durum büyük kitleleri ilgilendirmiyor. Onlar mutlu bir azınlık ve çoğu yandaş. Kimi AKP’li seçmenler bile yakınmacı ve mağdur.

Tüm bu olumsuzlukların toplamı, iktidarı zorlayıcı yan yollara saptırıyor. Ezan, Bayrak konusunu gündeme taşıyor. Provokatörleri bir yana bırakırsak, gerçekte kimsenin Ezan ve Bayrakla sorunu yok. Ne var ki, daha önce Kabataş senaryosunda da böylesi bir film izlemiştik. Türkiye bu tür kışkırtmalardan çok çekti, halkımız asla bu tip oyunlara gelmeyecektir. İnsanları birbiri ile, komşuları ile veya faklı düşüncelerle şiddete yönelten bir sorun yoktur. Özgür, mutlu, gönenç (refah) ve barış içinde yaşamak istiyor Ulusumuz. Uygar bir yaşam biçiminden, başka ne beklenir ki?

AKP, iktidara gelmeden vadettiği “3 Y” (Yasaklar – Yoksulluk ve Yolsuzluk) sorunlarının hiçbirini çözemedi. Tersine, bu 3 temel sorun katmerli biçimde büyü(tül)dü! Türk halkı bu çarpıcı gerçeklerle günlük yaşamında giderek daha somut yüzleşmektedir. “Oy”u ile 31 Mart’ta bu kötü gidişe “Dur!” demek istiyor gerçekte. Bu olgunun ayırdında olan iktidar ise, Millet İttifakı partileri genel başkanları Kılıçdaroğlu ve Akşener’e açıkça gözdağı veriyor, hatta hapis tehdidinde bulunuyor.

İçişleri Bakanı Soylu, politik nezaket sınırlarını ağır biçimde çiğneyen söylemleriyle Erdoğan’ın başlatmak istediği yangına adeta körükle gidiyor. Kılıçdaroğlu için kullandığı burada yineleyemeyeceğimiz  ölçüde ağır hakaretleri ne yazık ki Başsavcılıkça “eleştiri” sınırları içinde görülürken, Anamuhalefet liderinin Soylu’nun ağır – çirkin hakaretlerine yanıt olarak “5 paralık adam” sözleri nedeniyle Soylu’nun yakınması üzerine fezkeke düzenlenerek TBMM’ye gönderiliyor ve yargılanmak üzere dokunulmazlığının kaldırılması istenebiliyor!?

Yalpalamalar, öfke patlamaları, baskılar, mizansenler, Ankara BŞB Başkan adayı Mansur Yavaş’a dönük ellerinde patlayan salvolar, iktidarın 8 Mart provokasyonu… toprağın ayaklarının altından hızla kaydığını algıladıklarını açıkça gösteriyor.

AKP yerel seçim bildirgesinde planlı kentler, altyapı ve ulaşım, kentsel dönüşüm, akıllı kentler, çevreye saygılı kentler, sosyal belediyecilik, yatay kentleşme, halkla birlikte yönetim, tasarruf ve saydamlık, değer üreten kentler… vaatlerine yer veriyor. Ancak AKP’li Cumhurbaşkanının partisinin propagandası için yoğun biçimde meydanlara inmesi, ortamı genel seçim havasına dönüştürüyor. İyi de 17 yıldır tek başına iktidarınızda neredeydiniz, ne yaptınız bu bağlamda? Kendi ağzınızla itiraf ettiniz;

  • Biz İstanbul’a biz ihanet etmişiz, bundan ben de sorumluyum..

Üstelik 1994’ten bu yana 25 yıldır ya da çeyrek yüzyıldır İstanbul ve Ankara belediyesi Erdoğan ve partisinin yönetiminde! İstanbul ülkenin kalbidir, bu görkemli kente ihanet ettiyseniz, hala başarı masalları uydurmanın savunulabilir yanı olabilir mi??

Kırka yakın ülkede heykelleri dikilen, büyük saygı duyulan, okullarda çocuklara devrimleri öğretilen Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, yok olmaktan kurtardığı ülkesinde heykelleri yıkılıyor, stadyumlardan, havalanlarından, kent meydanlarından adı – yontuları kaldırılıyor. İdealleri, çağdaşlaşma hedefleri, görkemli devrimleri unutturulmaya çalışılıyor…

Türkiye’yi 2023’te ilk 10 ekonomi içine sokacağız masallarını yıllarca her yerde yinelemenize karşın 2018 sonunda ilk 20’nin (G20’nin) dışına siz düşürmediniz mi? Kişi başına gelir son 6 yıldır sürekli azalıyor ve 2018 sonunda 10 bin Doların da altına düştü.. Oysa yandaş Dolar milyarderleri üretmeyi sürdürüyorsunuz. İşsizlik geçen yıl 700 bin arttı ama akıl dışı biçimde nüfus artışını teşvik etmeyi sürdürüyorsunuz.. İktidar olduğunuzda (2002 sonu) 230 milyar Dolar olan ulusal gelir 3 kat olarak 700 milyar dolara yaklaştı. Toplam borçlar ise 129 milyar dolardan 476 milyar dolara tırmandı. Ulusal gelirdeki artış neredeyse dış borç kadar.. Ülkenin yarım trilyon dolar servetini betona ve dikey kentleşmeye, imar rantlarına gömdünüz..

Artık deniz bitti ve çok yönlü ekonomik – politik – hukuksal – toplumsal bunalım ağırlaşarak sürüyor. Hikâyeniz bitti, ne sizin yeni bir hikâye yazacak gücünüz var, ne de Türkiye’nin bunu bekleyecek sabrı – gücü.. İçinize sindirin ve seçimle geldiğiniz gibi seçimle paşa paşa gitmeyi kabul edin..

  • Beka masalların halkı aptal yerine koymaktır.

16+ yıldır tek başına iktidar olduğunuz bir ülkede gerçekten “beka” sorunu çıktı ise bunun nedeni yalnızca ve yalnızca siz olabilirsiniz. Sorunu yaratan mı çözecek? Hadi canım sen de,, “Beka sorunu” sizin, iktidarınızın – partinizin – sarayınızın – ittifakınızın – dosyalarınızın sorunudur; işte o kadar..

Kısaca sorumuz şudur : Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün 15 yılda yaptıklarını, siz 16+ yılda Cumhuriyetin tüm iktisadi kurumlarını haraç – mezat satmanıza karşın, ülkeyi ithal kuru soğan, patates, “terörist biber – patlıcan – domates” (!) vd. kuyruğuna sokmadık diyebiliyor musunuz? Akıl almaz biçimde laf kalabalığı ile çarpıtarak bu kuyruklara “varlık kuyruğu” diyebiliyorsunuz!? Oysa düpedüz üretim kıtlığı sonucu bu hazin tablo, tarımı da çökerttiniz!

AB, ilişkileri dondurma kararı aldı, kararın gerekçeleri çok ağır Türkiye’nin onurunu kırıcı ama ne yazık ki gerçek.. Bu sefil duruma ülkemizi siz sürüklediniz ama hala, inanılmaz bir pişkinlikle “hükümsüz, itibarsız, değersiz..” diyebiliyorsunuz bu karar için. Feraseti bu derecede bağlanan bir siyasal kadro oldu AKP – MHP ittifakı ve tam da bu nedenlerle artık sürdürülebilirliği kalmadı diyalektik olarak..

Sahi, 1955’te hizmete giren Ankara Esenboğa havalanını da “biz yaptık biiizz!” demenize ne demeli??

 

KÖYLÜ MANDA KOŞACAK

KÖYLÜ MANDA KOŞACAK

Mustafa AYDINLI
Eğitimci -Yazar

Arabamla yolda gidiyorum, şehir dışına çıktım, uzunca bir yokuşu tırmandım. Baktım yol ortasında bir kırmızı traktör, sağa çekmiş duruyor. Yanında da belli ki, sahibi köylü dayım. Elinde ateşlenmemiş bir sigara, el kaldırdı durdum.

-“Kusura bakma hemşerim, seni eğledim. Bir cıgara yakacağım ateşin var mı?”

– Var dedim. Arabanın sigara çakmağını uzattım. Sigarasını yaktıktan sonra, ciğerlerine çektiği dumanı havaya savurdu. Teşekkür etti.

-Hayırdır, yol üstünde ne iştir böyle?

-Orasını ne sen sor, ne ben söyleyim. Yolda kaldım. Mazot bitti. Çocuğu bidonla benzinliğe gönderdim, mazot alıp gelecek.

-Biteceğini tahmin edemedin mi? Hazırlıklı olsaydın biraz.

-“Yüz liralık mazot koyardım hep, karşıda gördüğün gök kayanın dibindeki tarlayı sürünce bizi eve kadar götürürdü. Bu defa götürmedi. Bizim çocuk çok bilir. “Baba mazota zam geldi. Sen aynı para diyorsun ama, daha az litre mazot alıyoruz..” dedi. Takip edemiyoruz ki, her gün zam geliyor. Bayıra yukarı tırmanınca, mazot deponun arkasına birikiyor, litresi de azalmış bu defa gidemedik.”

Belli ki köylü dayı sıkıntılıydı ve adeta burnundan soluyordu. Yol kenarında zorunlu mola vermiş ve hava alırken, köylü dayımla tutuştuk bir sohbete. Öyle bir konuşuyor ki, şiir gibi. Bir dokun bin ah dinle, belli ki dertler birikmiş. Tohumdan gübreye, küspeye, mazota dek anlat anlat bitmiyor. Sabırla dinledim.

-Peki, nasıl olacak bu işler?? diyecektim ki, köylü dayım bir aldı sözü ağzımdan, artık bize dinlemek ve izlemek kaldı.

-“Tohum kaç lira oldu bilir misin? Nerden bileceksin? Alamaz olduk. Hem bu yıl ekiyoruz seneye yok, yeniden alıyoruz. Kim oynadı bizim tohumumuzla? Biz yakın zamana kadar kendi tohumumuzu kendimiz üretirdik. Ekerdik, seneye yine ekerdik. Tadı vardı, lezzeti vardı ürünün. Sahi kim muhtaç etti bizi İsrail cavırına?”

Ben köylü dayımı dikkatlice dinleyince, kendini bir dinleyen buldu ya, dayım coştukça coştu. Sanki her şeyin de sorumlusu benim. Nerdeyse yakama yapışacak.

-“ Sahi bu GDO mudur ne merettir, yahu bu nereden çıktı? Bizim memleketimizde böyle birşey yoktu, kim getirdi? Söyler misin efendi? Okumuş yazmış adama benziyorsun söyler misin,  tohumla mı geldi? Yoksa cavırın gübresiyle mi? Bizim toprağımızı kim zehirledi? Yalnızca bu mu? Küspenin çuvalı olmuş ateş pahası, hayvanları besleyemiyoruz, en iyisi satıp bir daha da almamak daha kârlı. Devlet bize mera bırakmadı, hepsini ona buna sattı. Doğru dürüst mera kalmadı, hayvanları otlatacak.”

-“Gelelim bizim traktörün yolda kalmasına. Benim traktör köydeki traktörlerin en iyi huylusu. Neden dersen? Geçen gün Veli Ağa’nın traktör dama çıkmış, “Yaklaşmayın kendimi damdan aşağı atacağım” diyor. Köylü köycek toplandık traktörün başına, etme eyleme atma kendini, intihar etme ne derdin varsa derman bulalım. Derdi veren mevlam dermanını da vermiştir, köylü köycek traktöre yalvardık. İnmez aşağı, “atacağım kendimi damdan” aşağı der de başka bir şey demez.

-Peki neymiş derdi?

-“Ne olacak aç kalmış. Neymiş efendim, az mazot alıyormuş karnı doymuyormuş. Bu cavırın malının hiç insafı yok, idare ediyim yok. Sonra yalvar yakar intihardan vazgeçirdik, benzinliğe götürdük, bir depo mazot aldık, borç dert, traktör kendine geldi. Bu defa da tutturdu yağımı da yenileyin, onu da sanayiye götürüp değiştirdik, günü çok geçmiş yağın, simsiyah olmuş. Fakat cavır malına yüz verdik ya ille de ayakkabı isterim! Etme eyleme.. yok, laf dinletemedik. Lastiklerde hiç diş kalmamış. Onu da borç harç yeniledik, harman veresiye. Veli ağada derman kalmadı, hepsi veresiye, borç.”

Şaşkın şaşkın bakıyorum köylü dayının yüzüne, nasıl oluyor der gibi. Çarıklı erkan-ı harp köylü dayım, neye şaşırdığımı hemen anladı.

-“Sen şimdi diyorsun ki, traktör nasıl intihar eder? Biz Nasrettin Hoca’nın torunları değil miyiz? Hoca derse “Kazan doğurdu veya öldü” ya da Hoca ipe un serse inanırsınız. Göle yoğurt mayası çalsa inanırsınız. Göl yoğurt tutacak diye de beklersiniz, belki de! Bu köylü  dayın söyleyince neden inanmıyorsun?”

Benim şaşkın bakışlarım arasında köylü dayım sorusunu da kendi soruyor, yanıtını da kendi veriyor.  “Bana sorarsan, ben de bu traktörü satıp bir çift manda alacağım.”

-Hazır traktör devrindeyken, neden tekrar manda devrine? diyorum. Sözü ağzıma tıkıyor köylü dayım.

-“Bak dinle efendi. Bizim hökümeti örnek alıyorum. Hökümet şimdi ne yapıyor? Kabzımallık. Tanzim satış filan. Yani kırk yıl öncesine döndü. Biz o zaman rahmetli babamla bir çift manda koşardık. Bu güne göre çok mutluyduk. Sümerbank vardı, Gazi Paşa kurmuştu ucuz ve sağlam elbiselerimizi oradan alırdık, ayakkabılarımızı da güzel güzel giyinirdik. Şimdi nerde? Sattılar, yok ortada, Gazi Paşa’nın eserleri.”

-“Madem ki Hökümet kırk yıl öncesine döndü, ben de döneceğim. Manda koşarsam ne olacak? Merak ediyorsun, mandanın mazot derdi olmayacak. Yolda kalmayacağım. Manda yoğurdunu bilir misin? Dünyanın en lezzetli ve de organik gıdası. Hem yoğurdunu yiyeceğiz hem manda koşacağız. Ayrıca kömür derdimiz olmaz. İki manda, günde iki gaz tenekesi poh yapar. Başlı başına servet. Altı aylık birikimi, tezek yaparız. Yakacak sorunu kalmaz. Kalan altı aylık birikimi de gübre olarak tarlaya saçarız, gübre sorunu da kalmaz. Organik kalkınma buna derler. Soğanı, sarmısağı da dışarıdan almayız.”

-“ Hökümet kırk yıl geri giderken, köylünün ileri gitmesi düşünülebilir mi? Zaten hökümet de öyle istiyor. Zam üstüne zam, nefes alamıyoruz.”

-“Okumuş yazmış adamsınız, senin bir önerin var mı?” dedi. Derin bir iç çektikten sonra köylü dayıya, sana kolay gelsin, diyerek yanından ayrıldım.

ÇIĞLIK

ÇIĞLIK

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
24 Şubat 2019

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Tokat İŞKUR’da, çeşitli kurumlarda 6 ay süreyle geçici olarak çalıştırılmak üzere 1500 kişinin işe alımı için yapılan kura çekiminde, kucağında çocuğu ile birlikte, işsiz bir kadın emekçinin

  • ‘Açım aç, ekmek istiyorum!’

diyerek isyan etmesinin yankısı kulaklarımızdan gitmiyor.
Olay önceki hafta yaşandı ancak gündemden düşürülmemesi gerekiyor.
Hiç kuşku yok; azıcık düşünebilen, azıcık vicdan sahibi, azıcık toplumsal sorumluluğu olan, ülkesini ve insanını yürekten sevme tutku ve idealine sahip olan olanların, o “feryat” yüreklerini dağlamıştır. Kim bilir duyarlı kaç şair şiirler yazdı – yazacak o “çığlıklar” üzerine, öyküler yazılacak kuşkusuz, yazılmalı!

Çığlık; acı, ince ve keskin ses, feryat, figan demek sözcük anlamıyla. Ünlü şair Nazım ne demişti Ressam Abidin Dino’ya;

Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren
Melek yüzlü anneciğin resmini …
Mutluluğun  resmini yapabilir misin Abidin
Hürriyet sözcüğünün resmini ama yalansızının..

Acaba hangi ressam, kucağında yavrusuyla

  • “Açım aç, ekmek istiyorum”

diyen annenin resmini çizebilir?
Hangi romancı bu öykücü tasvir edebilir o salonda yankılanan acı, ince ve keskin feryadı?

Hangi şair anlatabilir şiirlerinde, feryat ederken hıçkırıklara boğulan sesi, hangi fotoğrafçı yakalayabilir o anlık kareleri?

Gözlerden süzülen boncuk boncuk göz yaşlarını ve o gözlerdeki isyan yüklü acıyı buğuyu hangi objektif algılayabilir?

Biz dışarı dökülen göz yaşlarını gördük, bir de onun içeri döküleni var ki, onu kimse bilemez. Acıyı tatmayan acıyı bilemez, çaresizliği yaşamayan o dramı anlamaz. Ne yazık ki o annenin sesini dünya duydu, duyulmayan ve sesini duyuramayıp kara yazgısına boyun büken, yüzbinlerce anne var bu ülkede.

Kimbilir, o gün o sesi duyan din adamlarımız, imamlarımız – vaizlerimiz dini kurumlarında vaazlarını bu konuya ayırmışlardır. Olasıdır ki sevgili peygamberimizin “Komşun açken sen tok yatamazsın” sözünü anımsatmışlardır. Bu ülkede dinsel inancı güçlü çok sayıda ‘mütedeyyin’ insan olduğu da bir olgu

İnanıyoruz ki Tokat valimiz de hepimizi utandırması gereken bu “Kral Çıplak!” uyarısını  duymuş ve “algılamış” olsun.. Bizim bin km uzaktan duyduğumuz, uykularımızı kaçıran bu acılı tınılar, iktidarın da uykusunu kaçırmış olsun… Ancak ne yönde? Bir an önce bastırılarak gündemden düşürülmesi için mi? Altta yatan nedenlere inme fırsatı olarak değerlendirilmeden mi? Ne yazık ki, AKP iktidarı bunca sabıka biriktirdi 17 yılı bulan tek başına iktidarında!

Dileriz ki iktidar, bu elim olaya da bir kılıf uydurarak “muhaliflerin – dış güçlerin işi..” gibisinden saçma sapan savunmalara girmesin.. Toplumun içine düşürüldüğü yaygın ve ağır yoksullaştırmanın net bir göstergesi olarak görülsün ve yapılan ürkünç (vahim) yanlışlardan bir an önce dönülsün.

Varsın AKP, “her musibette bir hayır vardır” raconu ile karşılasın ama artık mutlaka “sürgit ve ağır irrasyonalite” den kendisini kurtarsın, “sosyal devlet” sorumluluğunu anımsasın.

Yedi düvele meydan okuyup, 600 yıllık imparatorluğun küllerinden saygın ve onurlu Türkiye Cumhuriyetini yaratan bu Ulus, Cumhuriyet’in 100. yılına koşarken, hiçbir annesinin

“Acım, aç, ekmek istiyorum!”

zilletine düşmesine izin vermeyecektir. Gerekirse AKP’ye ve asla insancıl olmayan politikalarına karşın da!

Ülkemizi yönetenler bizden iyi bilirler ki, yalnızca “YAVRULARIYLA BİRLİKTE AÇ BIRAKILAN ANNELERİN” dramlarından değil, ormanlarımızdaki iki tavşan yavrusundan bile sorumludur. Gerçekte, Türkiye’yi çağdaş dünyaya deyimi yerinde ise “rezil” eden o birkaç saniyelik trajedi, AKP politikalarının ağır dinci sömürüye – baskıya karşın iflasının kanıtıdır.

Somut olarak yaşadıkları, az eğitimli kitleleri de bileyecek ve insana saygısız sömürü politikaları güden siyasal kadroların tasfiyesine diyalektik itki sağlayacaktır. Ne denli direnseler ve vicdanları taşlaşmış olsa da iktidar kanadında da sorgulamalar başlasın dileriz.
=========================================

Dostlar,

Sayın Aydınlı, Tokat’ta 6 Şubat 2019 günü yaşanan yürek sızlatan olayı 2-3 hafta sonra yeniden gündeme getirmekte. Bu acı olaydan herkes ders çıkarmalıdır, kuşku yok en başta iktidar partisi AKP! İktidar, bu elim olayı doğru okumalı ve mesajı almalıdır, artık mızrak çuvala sığmıyor!

63 saniyelik bu enstantane kezlerce ve dikkatle izlenmeli ve tez elden bu ağır ve yaygın yoksullaştırmanın nedenlerine dönük kalıcı – insancıl – sosyal adalete – hakça paylaşıma dönük sistemli önlemler yaşama geçirilmelidir.

https://youtu.be/kkYIJfidOKA

Yani AKP, şimdiye dek yapageldiklerini (örn. her yıl en az 1 yandaş Dolar milyarderi yaratmayı!) bir an önce terk etmeli ve Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün

  • Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir..”

    eşsiz tanımının rotasına girmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Şubat 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

DOMATES, BİBER, PATLICAN TERÖRÜ

DOMATES, BİBER, PATLICAN TERÖRÜ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
Çorlu, 15.02.2019

Devletin en üst makamından “Domates, biber, patlıcan terörünü bitireceğiz.” dendi.  Terörün her türlüsünü duymuştuk ancak “domates, biber, patlıcan terörü“nü yeni duyuyoruz! Terör deyince aklımıza vurdulu – kırdılı şeyler geliyor. Kanlı – bıçaklı silahlı olaylar filan. Terör olayları sonunda üzülen, boynu bükülen insanlar olmaz mı? Ben de şehrimizdeki sebze pazarında “terörü” incelemek üzere pazarı gözlemledim.

Gazetelerin yazdığına göre ayçiçeğini Moldova ve Bulgaristan’dan; arpayı Fransa ve Danimarka’dan; domates, buğday, mısırı Rusya’dan; çeltiği (pirinç) Rusya ve ABD’den; çayı Sri Lanka’dan (eski Seylan); kuru fasulyeyi Meksika, Hindistan, Kanada ve Arjantin’den; nohutu Meksika ve Hindistan’dan; inciri Almanya ve Fransa’dan; üzümü İran, Şili ve Güney Afrika’dan alıyoruz. Tohumda ise İsrail’e bağımlıyız.

  • Görülüyor ki, gıda terörüne dış güçler de iyiden iyiye işe karışmış!

Bu bir gıda terörü olduğuna göre, terörü çıkaran kimler? Başı kim? Ayağı kim? Terör aracı domates, biber, patlıcan vb. olduğuna göre, olayı örgütleyen kim? Tetikleyen kim? Terörün mağdurları kim? Savaşçılar kimler? Savaş alanı ise, hiç kuşku yok pazar, manav, büyük marketler olmalı!?

Ayşe teyzem emekli, 100 TL ayırabilmiş pazara. Bindi otobüse, indi pazara.. Pazar meydanı değil, gerçekten savaş meydanı, sözü edilen “terörün“, “sıcak çatışmanın” (!) tam anlamıyla doruğa çıktığı er meydanı!  Ortada terörist sebze – meyve yığılı tezgahlar, alıcı savaşçı tezgahın bu yanında, satıcı savaşçı karşı yanda.

Ayşe teyzem 1 adet domatesi eline alıp hafif okşayarak, sert mi yumuşak mı bakarak savaşta ilk hamleyi yapmış oldu. Karşı cepheden gelen ses “Dokunma ablaaaa, seçmek yasak!” diyen davudi bir sesle, sıcak çatışma başlamış oldu. Ayşe teyzem zaten etiketi görünce (9 TL/kg!) domates elinden düştü, eli yandı, elinden yaralanmıştı. Uyarı da yoktu gerçekte “Dikkat, sıcaktır!” diye. Başka bir tezgahta ıspanağa baktı, 8 TL. Maydanozun bağı 3 TL, göbekli marul 7 TL, patlıcan 15 TL.. Artık kabak, karnabahar vb. sebzeler eskisi gibi tane ile değil, dilim dilim satılıyordu! Kim bilir, savaşçılar savaş malzemeleri çoğalsın diye mi böyle yapar acaba? Yoksa bir dilimi bir aileyi yaralamaya yeter, mermi boşa gitmesin diye mi?

Üç kg elma alayım dedi Ayşe teyzem; eee savaşta taktikler bitmiyor. Etikette 4.99 TL yazıyor ama okumak için cambaz olmak gerek 99 kuruşu. 4 TL gibi algılanıyor. Teyzem, 3 TL eksik gelince para üstü ayıklıyor. Pazarcının gözüne bakıyor, eksik.. der gibi. Pazarcı “4,99 TL yazıyor ablaaa, görmüyon mu?” diye çıkışıyor. Ayşe teyzem elmanın yarısını geri veriyor. Evdeki hesap uymadı. Ayşe teyzem cüzdanından da yaralandı, darbe aldı.

Savaş bu, taktikler biter mi? Ayşe teyzem baktı ki sivri biber 8 TL, oh çok iyi dedi, tam 1 kg aldı. Ama 20 TL’den 4 TL geri dönünce pazarcıya, eksik verdin diye çıkıştı. Tecrübeli kurt savaşçı pazarcı,  “½ kilosu 8 TL teyzeee, okuman yok mu?” diye çıkışınca, Ayşe teyze biberin de yarısını geri döküyor tezgaha.

Balık, bakliyat ve pek çok ürüne, yalnızca bakıp geçiyor Ayşe teyzem. Arada Ayşe teyzem sebze ve meyvelere bakıyor. Sonra pazarcı ile göz göze geliyor, hamle yapmaya hazır iki savaşçı konumundalar. Ancak, Ayşe teyzenin etiketi dikkatli okuması ve başka bir tezgaha yönelmesi ile kan dökülmeden son buluyor bu kalkışma.
****
Ayşe teyzem eve geldiğinde 5 TL kaldı cüzdanda. Zaten 6 TL’sini dolmuş parası verdi. Yaklaşık 90 TL harcadı ama gereksiniminin yarısını bile alamadan eve döndü. Aldıklarını dolaba yerleştireyim diye poşetlerini açtığında ise, az da olsa bir miktarının çürük ve kullanılamaz olduğunu görünce, bu kez de  yüreğinden vuruldu Ayşe teyze. Ayşe teyze yenik çıktı bu pazar savaşından.
****
Değerli okurlar;

Savaşın görünen ve görünmeyen yanları vardır. Bu savaşın görünmeyen mimarları sizce anasını alıp giden Mersinli  çifçi mi; mazotu, gübreyi, tarımsal ilaçları, traktörü çoook pahalı tutanlar, tohumu dışarıya bağımlı kılanlar, gerçekçi çözümler üret(e)meyip yerli ve milli tarımı öldürenler mi? Klasik düşmanımız dış güçler mi? Yoksa Ayşe teyzenin kendisi mi?

Yoksa bu domates, patlıcan, biber, patates, soğan da mı bizi kıskanıyor ve dış güçlerin güdümüne mi girdiler??

Artık AKP aklının düz – çarpık mantığını biliyorsunuz; yanıtı bulmakta zorlanmamalısınız.

 

 

 

ATATÜRK’ÜN İŞ BANKASI HİSSELERİ

ATATÜRK’ÜN İŞ BANKASI HİSSELERİ

Konuk yazar : Mustafa AYDINLI
Eğitimci- Yazar

Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin en büyük özel bankası olan İş Bankası’ndaki Atatürk’ün vasiyeti olan Cumhuriyet Halk Partisince temsil edilen hisselerinin Hazine’ye devrini yeniden gündeme getirdi.

AKP’nin TBMM grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis’in çıkaracağı “tarihsel” (!) bir yasayla CHP hisselerinin Hazine’ye geçirileceğini söyledi; CHP tarafından belirlenen İş Bankası yönetim kurulu üyeleri eliyle yolsuzluk yapıldığını da öne sürdü. Oysa söz konusu İş Bankası Yönetim Kurulu 11 kişiden oluşmakta, karar yeter sayısı en az 6, gerçek hisse sahibi Mustafa Kemal Paşa adına CHP’ye bırakılan temsil yetkisi 4 yönetim kurulu üyesi ile yürütülüyor.
Hemen burada şu soruyu sayın Cumhurbaşkanına sormak isteriz : 17 yıldır iktidardasınız, CHP’nin “bu yolsuzluğu” (!?) neden ortaya konul(a)mamıştır şimdiye dek?? Yoksa bu sav (iddia) havada kalır. Pek çok ekonomistin belirttiği gibi dikkatleri enflasyon ve ekonomik krizden çekip başka yöne çekmek olarak almak gerekir. Kaldı ki, CHP’nin belirlediği 4 üye, İş Bankası yönetim kurulunda karar yeter sayısı olan 6’nın altındadır. Usulsüzlük ancak en az 2 üyenin daha katılımı ile olanaklıdır. Bu durumda azınlıkta kalan üyelerin karşı oy yazıları hatta savcılığa suç duyuruları gündeme gelir. Kaldı ki kararlar genelikle, tüm üyelerin birbirini ikna etmesi ile oybirliğiyle alınmaktadır. Yönetim kurulları, denetleme kurulları raporları eliyle genel kurullarda aklanmaktadır (ibra edilmektedir).

Ayrıca İŞ Bankası da öbür bankalar gibi, BDKK denetimindedir ilgili yasalar gereği.
****

Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları sonrası Borsa İstanbul’da işlem gören İş Bankası C hisseleri %5,5 dolayında değer yitirdi. Onbinlerce paydaşa (hisse sahibine) haksızlık değil midir bu?

Atatürk’ün vasiyeti gereği hisselerini CHP temsil ediyor, Atatürk’ün %28 dolayındaki bu hisselerinden CHP temettü (kâr payı) geliri elde etmiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyeti uyarınca temettü ödemeleri, yasal mevzuat çerçevesinde Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na yapılıyor. O Türk Dil Kurumu Derneği ve Türk Tarih Kurumu Derneği ise ne yazık ki, 12 Eylül 1980 sonrasında Atatürk’ün koyduğu gerçek rotadan çıkarılmış olup, devlet dairesine dönüştürülerek yozlaştırılmıştır.

Bu konu miras hukuku ve mülkiyet hakkını ilgilendiren bir konudur. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve “gerçek bir hukuk kişisi” dir.. Kişilerin özgür istenci (iradesi) ile mirasını kimlere, nasıl bırakacağı Medeni Yasa’da kurallara bağlanmıştır. 1938’den bu yana söz konusu vasiyetin gereği, hukuka uygun olarak yerine getirilmektedir. Atatürk’ün ölümünden 80 yıl sonra bunun tersini ileri sürmek, sürecin 80 yıldır hukuksuz yönetildiği savıdır, “ben düzelteceğim” demektir. Böylesi bir savın kesin ve tartışmasız kanıtlara dayanması gerekir; hele bir Cumhurbaşkanı tarafından iddia ediliyorsa!.. Erdoğan’ın sık kullandığı sözdür :,

  • Müddei iddiasını ispatla mükelleftir.. aksi halde müfteridir.

Erdoğan, bu politik manevrasının altında kalacaktır savlarını kesin olarak kanıtlayamaz ise..

İş Bankasının kamuoyuna açıklamasında;

  • “…Atatürk hisselerinin oranı %28,09’dur. … İş Bankası siyaset malzemesi  yapılamayacak önemde bir kuruluş olup, özellikle ülkemizin yoğun ve hassas gündemi içinde tüm değerlendirmelerin bu önem çerçevesinde yapılması milli menfaat meselesidir. Bankaların güven müesseseleri olduğunu, bu güvenin ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde hassasiyetle korunmasının bankalarımızdan ziyade milli ekonomimiz açısından önem taşıdığını kamuoyunun bilgi ve takdirine sunarız.” denilmektedir.

Öte yandan CHP Gn. Bşk. Yrd. Av. Muharrem Erkek, “İş Bankası’nı önce Hazine’ye oradan Varlık Fonu’na ve Katarlılara aktarmak istiyorlar..” uyarısında bulunmuştur.

Gerçekte, Atatürk‘ün kişisel mirası gerekçe yapılarak İş Bankasına operasyon yapmak istedikleri açıktır. Gerek Anayasada (md. 35) gerek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB md. 2/1) ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye Ek Protokol md. 2, kişisel mülkiyetin dokunulmazlığını açıkça vurgulamaktadır.

İŞ Bankası’na dönük böylesine bütünüyle HUKUK DIŞI bir operasyon ulusal ekonomiye çok büyük zarar verir. Zarar ne söz, ekonomik çöküşü daha da hızlandırır ve bunun altında AKP de kalır. Çıkmaz sokaktır! Pek çok kamu bankası milyarlarca TL görev zararı içinde iken İŞ Bankası’nın 6 milyar TL’ye varan 2018 kârlılığı iştah mı kabartmaktadır? Ne ve kimler adına? Kasım 2002’de 129 milyar Dolar olan dış borçlar 2018 sonunda 470 milyar dolara tırmandırıldığı ve artık çevrilemediği için ülkenin dağı – taşı haraç mezat satılacak mıdır!?

  • AKP yönetimi artık düpedüz saçmalamaktadır..

Yerel seçim uğruna temel değerler dönüşümsüz biçimde feda edilemez, edilmemelidir. AKP, ülkeye yararlı olamıyorsa bile zarar vermemelidir. Siyasetin de bir ahlakı, etik değerleri vardır.

 

 

 

 

IMF’NİN AYAK SESLERİ

IMF’NİN AYAK SESLERİ

Konuk yazar : Mustafa AYDINLI           
Eğitimci – Yazar

IMF (International Monetary Fund); Uluslararası Para Fonu anlamına geliyor ve uluslararası mali sistemin işleyişini düzenliyor. 1944’te ABD’nin Bretton-Woods kasabasında Dünya Bankası ile birlikte kurulmuş olan (İkiz Kızkardeşler – Tween Sisters, Bretton-Woods kurumları) ve 1947’de eylemli olarak çalışmaya başlayan uluslararası bir mali örgüt olarak tanıyoruz.

IMF’nin ülkelere doğrudan verdiği kredi (=borç!) çok fazla değildir. Ancak IMF kredi sağlarsa o ülkenin öbür ülkelerden kredi alma olanağı (kredibiletesi) yükselir. Bir tür o ülke için, kredi bulması konusunda yeşil ışık yakılması anlamına gelmektedir.

IMF kur politikalarını düzenler. Ülkelere kısa ve uzun erimli (vadeli) kredi verir. Ülkelerin çeşitli kurumlara borcunu ödeyememesi durumunda arabuluculuk yapar. Ülkeleri, liberal bir kambiyo ve dış ticaret rejimi uygulamaya özendirir. Ülkelere mali (monetary) konuklarda danışmanlık sağlar.

IMF’nin bir ülkeye borç vermesi için kimi koşulları, ilkeleri vardır. Bunlar genelde o ülkenin kamu giderlerini kısmak, vergileri artırıcı önlemler almak, serbest fiyat politikası ve para arzının kısılması,
dış ticaretin liberalleşmesi ve ulusal para değerinin düşürülmesi gibi klasik, acı reçetelerdir.

Bu yakıcı reçetelerden en çok etkilenen kesim işçi – köylü, emekli, ücretli çalışanlar, dar gelirliler, küçük esnaflar, küçük ve orta ölçekli işletmelerdir. IMF nerelere gelir? Ekonomisi dibe vuran ülkelere çağrılır. IMF akbabaya benzer. Kendi olanakları ile ayakları üzerinde yürüyene bir şey yapamaz. Ülkeler ekonomik anlamda el, ayak, kol gibi, bir tarafına felç- inme gelir yürüyemez duruma düşerse başını kaldırınca IMF’yi görürler. Kısaca gününü de görmüş olurlar. Sonrası Allah kolaylık versin. Elini kaptıran kolunu unutmak zorunda kalır. Kim IMF’ye karşı durur ve ülkesini o garabetten korursa o kahraman oluyor. Görevdeki iktidar, IMF adını kaldırarak bu kahramanlık unvanını toplumda yaymayı, hatta tepe tepe kullanmayı iyi becerdi.

Evet, IMF ile 68 yıllık dans ve 19 stand-by anlaşması sonlandırılırken, iktidar bir ara IMF’den borç almıyor, borç veriyoruz gibi ayakları yere basmayan balonlar uçurdu. IMF yerine öbür uluslararası kuruluşlara borçlandık. Borç sürekli büyüyor, alacaklı Ali idi, Veli oldu. İktidarın savunusu, “Borcun tamamı devletin değil özel sektörün” oldu. Peki, özel sektörün kefili kim? Devlet. Yani yoksul ve dar gelirli kesimler, ekonomik anlamda sopa yemeye devam ediyor. IMF gürgen sopayla döverken, öbür uluslararası kuruluşlar meşe sopasıyla dövdü. Yani yine ‘Varsılın kağnısı dağları aştı, yoksulun kağnısı düz yolda şaştı’

Biz IMF’ye yabancı değiliz. Her ne denli hükümet karşı olduğunu söylese de, son günlerde IMF adı çok duyulmaya ve ayak sesleri gelmeye başladı. İktidar öylesine zorda ki, seçim sonrasını bile bekleyemiyor. ABD Başkanı Trump’ın “Türkiye’yi ekonomik olarak mahvederiz” gibi haince tivitinin arkasında IMF gerçeği var ve o saatlerde IMF temsilcileri Ankara’da görüşme yapıyorlar…

Yeni Çağ Gazetesinden Ahmet Takan’ın emin olduğunu belirttiği kaynaklardan aktardığı bilgiye göre; “IMF heyeti, Türkiye’de temaslarını sürdürüyor. Türkiye’ye yardım göndermek için teknik çalışmalar yapılırken, IMF heyeti antlaşmayı seçimden sonra yapmakta kararlı. Seçim sonuçlarını görmeden IMF heyeti herhangi bir anlaşma yapmayacak.Eğer seçimlerden AKP istediği sonucu alırsa, o zaman 50 milyar Dolar kredi = borç serbest bırakılacak.Bunun için iç gelişmelere IMF özellikle dikkat ediyor. Öncelik seçim sonuçları, seçimlerde AKP’nin iyi sonuç alması.IMF bundan sonra anlaşma yapmaya yanaşıyor.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, ülkede ekonominin kötüye gittiğini öne sürerek, “…Bu ülkenin ekonomisi 1 Nisan’dan sonra Uluslararası Para Fonu’na emanet edilecektir. Ben daha önce de söylemiştim ‘bunlar, IMF ile görüşüyorlar.’ diye açıklama yaptı.

Seçim sonrasına kendimizi hazırlayalım, şok etki yaratmaması için açıklayalım : IMF kemer sıkma, ücretleri kısma, paramızın değeri düştü, stand by… gibi karabasan (kâbus) sözcükleri gene duymaya başlarsak şaşırmayalım. Başımızı kaldırınca IMF heyulasını göreceğiz, 1 Nisan şakası olmadığını, izleyen günlerde anlayacağız.

Peki, ya ülkemizi IMF’ye yeniden mahkum edenlere ne demeli, ne diyeceğiz??

 

 

KUŞ YUVALI KİREMİT

KUŞ YUVALI KİREMİT

Konuk yazar : Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Hayvanlar, doğada bizim dışımızda var olan canlılar. Her canlının doğada yaşama ve çoğalma hakkı doğuştan vardır. Hayvanlara iyi davranmak, onları koruyup kollamak uygarlığın gelişimi ile doğru orantılıdır. Son yıllarda ülkemizde de bu duyarlılığın, azımsanamayacak boyutta olduğunu görmek umut verici ve sevindiricidir.

Hayvanlara yaşarken iyi davranmak yükümü gibi, hayvanın yaşamına son vermek zorunda kaldığımızda da bu eylem acısız ve ızdırapsız olmalıdır. Hayvan Haklarını Koruma Derneği ilk olarak 1825 yılında İngilizler tarafından kurulmuştur. Ülkemizde ise hayvan hakları ile ilgili dernek 1955 yılında Ankara’da kurulabilmiştir. 4 Ekim Dünya Hayvan Hakları Günü olarak kabul edilmektedir..

15 Ekim 1978’de Paris UNESCO Evi‘nde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi‘nin ilk iki maddesi şöyledir :

  1. Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı var olma hakkına sahiptirler.
  2. Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan, öbür hayvanları yok edemez. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bilgilerini hayvanların hizmetine sunmakla görevlidir. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakları vardır.

İnsanlık kimi kez buzullar arasına sıkışan bir balinayı kurtarmak için, kimi kez kayalıklara sıkışan bir kediyi kurtarmak için, kimi kez yaralı bir leyleğin kırık ayağını sararken, kimi kez de sokak hayvanları için, kapısının önüne bir kap su ve bir avuç mama koyarak sınav vermektedir.

Kutuplarda buzulların erimesi ile yaşam alanları yok edilen, bir buz parçasına tutunan kutup ayıları, gerçekte çığlıklar atmaktadır. Yalnızca kendileri için değil, insanlık için de! O çığlıkta;

  • “Eyy insanoğlu, yarattığın küresel ısınma – iklim değişikliği ve doğaya saldığın zararlı gazlarla, ozan katmanını deler ve buzulları eritirken…. salt kutup ayılarının yaşamına son vermiyorsun; kendi sonunu da birlikte hazırlıyorsun..” uyarısı gizlidir sanki.

Ünlü bilimadamı kuramsal fizikçi Profesör Stephen Hawking’in uzayda, insan yaşamına uygun gezegen arayışlarına başlanması için, sıra dışı bir tasarıma öncülük etmesi nedensiz değildir. (AS: Hawking, en geç bin yıl içinde yeni bir gezegende yaşam olanağı sağlayamazsak, Dünyada varlığımız sürdürmemizin neredeyse olanaksızlaşacağı uyarısında bulunmuştu..)
****
Geçtiğimiz hafta hava çok soğuktu Trakya’da, oturduğum sitenin bahçesinde, bir serçe yavrusunun güçlükle uçmaya çalıştığını gördüm. Aslında serçeden çok kanaryaya benziyordu. Kanatları açık kahve, karnının altı sarı, serçe türünün en güzeli, sevimlisi, belli ki soğuktan çok etkilenmişti. Aç olduğu da kesindi. Çevrede içecek bir damla su yok, her taraf buz! Kısaca hem aç, hem susuz yavrucak… Kanatları da soğuktan etkilenmiş ki, uçmakta zorlanıyor. Yakalayıp bir süre korumaya almak istedim. Fakat can havliyle kaçmaya çalışıyordu. Fazla yormak istemedim. Kediler yakalamaya çalışırsa, bir dala uçacak kadar gücü kalsın diye.

Kışın serçeler ve sorumluluklarımız” üzerine bir araştırma yapıyordum.. ülkemizde ve Dünyada, kim neler yapmış? İnternette dolaşırken hem sevineceğim, hem de gurur duyacağım bir haberle karşılaştım :

  • – Çorumlu bir girişimci, kuş yuvalı kiremit üretti!

Merak ettiğim bir konu, kim bu girişimci diye, aramaya devam edince; Çorum’da Hitit Terra firması sahibi, değerli dost Cengiz Başaranhıncal ve Ali Arslan’ın ürettiklerine tanık oldum. Aslında daha önceleri gezdiğim bir tesisti ama belli ki, son dönemde üretilmiş bu ürün. Bu yaratıcı girişimi hem üretkenlik yönüyle hem de doğaya ve çevreye gösterilen insana yaraşır duyarlık için kutlamak gerek.

Doğa Koruma ve Milli Parklar 5. Bölge Müdürlüğü’nün konuya dikkat çekmesi ayrıca sevindirici. Gerçekte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, her kiremit döşenmiş çatıya, belli oranda, kuş yuvalı kiremit kullanmayı zorunlu kılmalı. Her üretici, ürününün çevreye ve doğaya vereceği olası (potansiyel) yarar ve zararı hesaplamalıdır.

Evrende, bizim dışımızdaki canlıların da yaşam hakkı olduğunu akıldan çıkarmamalı..

Biz insanlar ormanlara zarar verdik, denizleri kirlettik, anız yakarak tarlada bulunan tüm canlıları yok ettik… Sularımız kirlendi, GDO’lu ürünlerle toprağımız kirlendi…

Kuş yuvalı kiremit” üretmek ince düşüncenin, çevreye duyarlılığın örnek bir göstergesidir. Tüm olumsuzluklara karşın, dünyayı güzellik kurtaracak. Güzel duyan, güzel düşünen, güzel yapan ve yaratan insanlar…

  • Dünyayı yaşanabilir kılmak için hala geç kalmış sayılmayız; umut insanda!…

“CHP ÇÖPTÜR” (!!!???)

CHP ÇÖPTÜR” (!!!???)

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ülkemizde hemen hemen hiç yüksek teknoloji (Hi-Tech) üretimi yapamadığımız, uluslararası patent getiren hiçbir bilimsel – teknik buluşa imza atamadığımız, bilim adamı yetiştiremediğimiz… üzerinde çok söylenir. Üstelik, yetişen bilim adamı ve mühendislerinin yurt dışına kaçtığı konusunda yaygın kanı vardır.

(AS: Nitekim geçen hafta yüz (100!) dolayında ASELSAN mühendisini Hollanda transfer etti!)

Bir Almanla, bir Türk tartışıyorlarmış.. Alman, Türk’e diyor ki; “Sizde bilimsel gelişme ve teknoloji çok zayıf, yok denecek kadar az.” Tük soruyor, neden?

-Alman; “Bizde teknoloji o denli gelişti ki, tesisin bu tarafından ineği veriyoruz, öbür taraftan sucuk olarak alıyoruz.”

-Türk geri kalacak değil ya; “Yahu o da iş mi? Biz sucuğu bu taraftan veriyoruz, öbür taraftan inek olarak geri alıyoruz.”

-Alman bu işe şaşırmış; “Nasıl olur, biz teknik okullarında okuyan onca mühendis marifetiyle bu işi beceriyoruz, sizin mühendisleriniz öyle nerede yetişiyor?

-Türk kasıla kasıla; “Valla biz son 15 yılda bilimde ilerleme kaydettik. Hayvanat Bahçesi Müdürünü TÜBİTAK’ın  (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu) Başkanlığına getirdik, üniversitelerimiz özerk, son yıllarda İmam Hatip okullarının da sayısını birkaç kez katladık ki, bilime katkı sağlasınlar.”

-“Hem ineği sucuk, sucuğu inek yapmak ufak iş, biz mezardaki ölüleri diriltip oy kullandırıyoruz, sonra da ebedi istiraatgahına geri yolluyoruz.

– Alman şaşırmış ağzı açık, hayretler içinde bizim vatandaşa soruyor; “Sahi bu işi nasıl beceriyorsunuz?

-Bizimki tatlı bir gülümsemeyle “Bre sünnetsiz gâvur, bizde öyle nefesi kuvvetli hocalar var ki, okuyup üfledin mi, her iş halloluyor.”

-Bizimki hızını alamamış, “Örnek vereyim, 2010 Anayasa halkoylamasında ABD’de bir hoca öyle bir okuyup üfledi ki, seçimlerin yazgısı değişti”.. “Ölüler bile oy kullanmalı” talimatı verdi, gereği yerine getirildi!

-“Uzağa gitmeyelim, 17 Nisan 2017 anayasa halkoylamasında; Hayır ve Ötesi Koordinasyon Kurulu’ndan Doğan Ergün’ün belirttiğine göre “Şanlıurfa’nın Eyyübiye ilçesinde 2178 no’lu sandığında kayıtlı E.E. adlı, 01 Ocak 1942 doğumlu yurttaşın 31 Mart 2017’de yaşamını yitirdiği belirlenmiştir. Ancak söz konusu sandıkta kayıtlı herkesin oy kullandığı görülüyor.”
****

Alman ağzı açık dinleyedursun, bizimki hızını alamamış ve coşmuş, örnek vermeyi sürdürüyor:

– “Senin bu derinliğe aklın fazla ermez. Sana daha da yakından bir örnek vereyim.”

-“Ucuz et mucizesini gerçekleştiren, ünlü marketlerimiz, tavuktan dana kıyma yapma mucizesine imza hattı”

Hayretler içinde dinleyen Alman,

-”İnanmıyorum, sucuktan inek, tavuktan dana, ölüden diri yapıp, üstelik oy kullandıran bir millet, bir bilim dalı, gerçekten ne duydum, ne gördüm!” diyor.

Bizimki, “İnanamadığını ben de anlıyorum, sünnetsiz gâvur, siz giderken biz geliyorduk, neden aklın ermiyor? Çünkü sizde maneviyat zayıflığı var. İtikat yok. Sizin zihniyetten bizim memlekette de var, aynen CHP zihniyeti.”

-Bizim Reis ne dedi biliyor musun? “CHP çöptür, çöp partisi..”

-“Ünlü marketlerimiz uğraşmış çalışmış, tavuktan dana, hatta dana kıyma yapmayı becermiş, sen ağzının tadını bilme, yok efendim et tadı vermiyor diye, kaldır güzelim etleri, helal gıdayı çöpe at. Attığın, Türk mühendislerinin ürettiği helal gıda! Milli servet. Domuz eti olsa, şapur şupur yerdiniz, CHP zihniyeti, boşuna çöp partisi denmiyor. Allah sonumuzu hayır etsin..
=========================================

Dostlar,

Sitemizin değerli konuk yazarlarından Sayın Eğitimci – Yazar Mustafa AYDINLI, çok başarılı bir “ironi” sergiliyor yazısında..
İnsanın içi acıyor..
Tarafsız kalacağına yemin etmiş (Anayasa md. 103, son tümce) partili bir Cumhurbaşkanı, toplumu son derece geren ve sıklıkla tarihsel gerçeklerle örtüşmeyen söylemlerle bilinçli bir gerilim ve kutuplaştırma politikası uyguluyor..

Bu etik dışı siyaset kısa – orta erimde AKP = Erdoğan‘a oy kazandırabilir ancak orta – uzun erimde toplumsal barışı çok ağır tehdit eder, yaralar…

  • Hatta ülkemizi içsavaşa bile sürükleyebilir!

AKP = Erdoğan’ın bu ürkünç (vahim) olasılıkları görmüyor, göremiyor olması olanaksız..
O zaman, yapılmak istenen nedir??
Ülkede iç kargaşa hatta çatışma – savaş çıkarmak mıdır?
Bundan murat edilen nedir; OHAL ilan etmek ve seçimleri ertelemek, tam diktatörlüğe geçmek, belki de, belki de, belki de ŞERİAT DEVLETİ ilan etmek midir 100. yıldan, 29 Ekim 2023’ten önce??

Ekonomisi başta olmak üzere milli varlıkları, hukuku, ahlakı, etik değerleri, gelecek ülküsü ve öyküsü … tar-u mar (yerle bir) edilen, çökertilen Türkiye, artık iyice yönetilemez duruma bilerek / bilmeyerek sürüklenmiş ve oyunun son perdesine mi gelinmiştir!?

Hiç kimse ham hayallere kapılmasın.. 31 Mart 2019 seçimleri yenilgisi somut olarak algılanmaktadır ve AKP = RTE iktidarı bu sonuca uyarlı çaresiz tepkilerini koymaktadır. Bu sonucu değiştirmek için her şeyi ama herrrrrrrr şeyi yapmaya kararlıdırlar, gözlerini karartmış durumdadırlar…

  • Ama milyonlarca AKP seçmeni de olan biteni artık, kaygı hatta dehşetle izlemektedir.

Bu tablo, oyuncuları – aktörleri ya da özneleri bakımından son derece tehlikelidir.
Zinhar bu ateş senaryosu oynanmamalı, adil – dürüst seçim sonuçlarına saygı gösterilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 08 Ocak 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com