Etiket arşivi: kadına yönelik şiddet

Hekimlerin isyanı büyüyor

author

İşaretleri vardı, 14 Mart Tıp Bayramı hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük eylemlerine sahne oldu. Geniş katılımlarla, üç güne varan iş bırakmalar gerçekleşti. Cumhurbaşkanı’nın “giderlerse gitsinler” açıklaması özellikle genç hekimlerin kırgınlığını ve öfkesini artırdı.

  • Yurttaşların hekimlere sahip çıkması, eylemlerde yan yana duran görüntüsü çok çarpıcıydı.

Sağlıkta işlerin iyi gitmediği ve yeni “müjdelerle” durumun idare edilmeye çalışıldığı görülüyor. Çok mesele var, ancak sıkıntıların vücut bulmuş göstergesi sağlık kurumlarında önüne geçilemeyen şiddettir.

Sağlıkta şiddetin gör dediği

Öldürülen, bıçaklanan, boğazı jiletlenen, kafasında kaldırım taşı kırılan
hekim görüntüleri ne anlatıyor?

Yıllardır Sağlık Bakanlığı bir “Türk Mucizesi” tarif ediyor, dünyada sağlığa en az kaynak ayırarak en yüksek memnuniyet elde eden ülkeyiz! Halkımız bu kadar memnunsa neden hastanelerde doktor dövüyor, kayıt yapan sekreterden hemşiresine gördüğüne hakaretler ediyor? Bu tablo verilmeye çalışılan “sağlıkta işler iyi” imajının üzerini çiziyor.

Bundan olacak, Cumhurbaşkanı’nın verdiği 14 Mart müjdeleri içinde önemli bir yeri sağlık çalışanlarına yönelik şiddetle ilgili düzenleme oluşturuyordu. Hemen arkasından hazırlanan yasa teklifi önceki gün TBMM Adalet Komisyonu’na iletildi. Teklif TTB’nin yıllardır önerdiklerinin bir kısmını içeriyor. Kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik düzenlemeler ve hatalı tıbbi uygulamalarda izlenecek yola ilişkin esaslar da aynı teklifte yer alıyor.

Burada esas olarak, mevcut haliyle 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’na 2014 yılında eklenen “sağlık çalışanlarına yönelik görevleri sırasında ve görevlerinden kaynaklı yaralama suçunun tutuklama nedeni varsayılan suçlar arasında sayılacağına” dair hüküm asıl düzenleme olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi’ne alınıyor. Tutuklama koşulu olarak yaralama suçunun silahla işlenmesine dair hüküm kaldırılıyor. Teklifin Genel Gerekçesi’nde hükmün “görünür hale getirilmesinden” söz ediliyor. Hukukçular zaten bu düzenlemenin kendi kanunu yerine sağlıkla ilgili bir kanunun içinde bulunmasını eleştiriyor ve bu değişikliği öneriyorlardı.

Önceki yerinde düzenleme yeterince “görünür” değil miydi bilinmez, sağlıkta şiddet olaylarında tutuklama kararı pek çıkmıyordu. Şimdi “katalog suçlar” listesine alınması işi çözer mi? Meseleyi sadece tutuklama üzerinden tartışabilir miyiz?

Düzenleme önemli, peki yeterli mi?

Ne yazık ki hekimler de hukukçular da olmayacağı düşüncesinde. Sağlıkta şiddet görünen ve görünmeyen pek çok kaynaktan beslenen, sadece ceza tartışmalarıyla çözülemeyecek ciddi bir soruna dönüştü. Son 10 yıldaki sayısız düzenlemeye rağmen, salgın döneminde bile şiddet arttıysa, samimi olmaya, bütünlüklü çalışmaya ihtiyaç olduğu açıktır.

Dr. Ersin Aslan öldürüldükten sonra hazırlanan “TBMM Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu” önemli tespitler içeriyor, tekrar ele alınmalı, geniş katılımlı ve çok yönlü bir çalışma başlatılmalı.

Nereden başlanmalı? Öncelikle şeffaflık. Sorunun büyüklüğünü gizlemeden ortaya koymak önemlidir. Sağlık Bakanlığı’nın elinde, açıklamakta ketum davrandığı önemli veriler var. Beyaz kod raporlarını yıllık olarak başvuru gerekmeksizin hukuki yardım sonuçlarıyla birlikte düzenli açıklamalı. TTB’nin önerilerine mutlaka bakılmalı. Adli Sicil İstatistik Genel Müdürlüğü’nün “sağlık çalışanlarına yönelik suçlar” başlığı açarak yıllık raporlarında yer vermesi gerekli. Suçun önlenmesine yönelik kolluk faaliyetleri kapsamında şiddet vaka haritası ile fail profil çalışmalarının yapılması değerli.

En önemlisi uygulanan politikaların bu denli kötüleştirdiği sağlık ortamı. Sağlık kurumlarındaki yoğunluklar, kötü çalışma koşulları, hastaya yeterli zaman ayıramama, piyasacı uygulamalar sorgulanmadan şiddetin önlenemeyeceği belli.

Hekimleri, sağlıkçıları hedef gösteren, küçük düşüren iktidar dili mi? Şiddetin beslendiği önemli bir kaynak, artık son bulmalı.

Türkiye Barolar Birliği: İnsan hakkı ihlallerinin sıradanlaşmasına izin vermeyeceğiz!”: İnsan hakkı ihlallerinin sıradanlaşmasına izin vermeyeceğiz!”

Türkiye Barolar Birliği: İnsan hakkı ihlallerinin sıradanlaşmasına izin vermeyeceğiz!
  • “Türkiye Barolar Birliği, insanlığın ortak değeri olan hak ve özgürlükleri savunmak için baskıcı yönetim anlayışlarının karşısında demokrasiyi ve insan haklarını en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir”
Türkiye Barolar Birliği, 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, “İnsan hakkı ihlallerinin sıradanlaşmasına izin vermeyeceğiz!” denildi.  Açıklamada, “Türkiye Barolar Birliği, insanlığın ortak değeri olan hak ve özgürlükleri savunmak için baskıcı yönetim anlayışlarının karşısında demokrasiyi ve insan haklarını en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir.” değerlendirmesi yapıldı.
Açıklamada, “İnsanlık tarihinin dönüm noktalarından birini simgeleyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilan edildiği 10 Aralık günü, bu yıl 73. kez, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de İnsan Hakları Günü olarak anılıyor. Bununla birlikte, 10 Aralık’lar bir süredir hem dünyada hem de Türkiye’de insan haklarının ve evrenselliğin yüceltildiği değil, insan hakları savunucularının ve hukukçuların sürekli artan bir şekilde kaygılarını aktardıkları özel günlere dönüşmüş durumdadır. Ne yazık ki 10 Aralık 2021 de bu endişe verici eğilimin devam ettiği bir insan hakları günüdür.” denildi.
Açıklamada şu ifadeleri kullanıldı:
  • “Evrensel Bildirge; adından da anlaşılabileceği üzere insanların zamana, mekâna, dine, dile, milliyete, ırka, etnik kökene, cinsiyete, cinsel yönelime bağlı olmaksızın ve hepsinden önemlisi devletlerin tanımasından bağımsız şekilde, evrensel ve doğal haklara sahip olduğu düşüncesi ile hazırlandı. II. Dünya Savaşı’nın insanın temel hak ve özgürlüklerini devletlerin milli hukuklarının insafına bırakılamayacağını gösteren acı deneyimlerine bir tepki olarak hazırlanan Bildirgenin kaçınılmaz sonucu, insan haklarının devletlerin iç işi olarak görülemeyeceği, insanlığın ortak sorunu olarak tanınması gereğidir.
  • Ne var ki; bu evrensellik ilkesi günümüz dünyasında yükselen popüler otoriter rejimlerin “yerellik, millilik” iddiaları ile ciddi bir şekilde aşındırılmaktadır. İnsanı değil belli siyasi görüşleri, milliyetleri, dini inançları merkezine alan ve bu gruplara dahil olmayanların eşit haklara sahip olma haklarını inkâr eden (AS: yadsıyan) bu küresel yeni akım, özgürlük / güvenlik dengesini de sürekli bir şekilde özgürlük aleyhine bozma konusunda tereddüt etmemektedir.
  • Ne yazık ki 2021 yılı, ülkemizde de insan hakları alanında çok ciddi geri adımların atıldığı bir yıl olarak akıllara kazındı. Türkiye Cumhuriyeti, bu yıl en başta gururla adını verdiği ve kadına yönelik şiddete ilişkin en önemli uluslararası belge sayılan Avrupa Konseyi’nin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı bir şekilde çekildi. Gerileme bu adımla sınırlı kalmadı.
  • Türkiye, buna ek olarak siyasilerin hukuk devleti ve yargı bağımsızlığını hiçe sayan açıklamalarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını tanımayacağını ve uygulamayacağını ilan etti. Bu ısrar ve kural tanımazlık, Türkiye’yi Avrupa Konseyi tarihinde ikinci kez Bakanlar Komitesi’nin ihlal usulüne başvurduğu üye devlet konumuna getirdi.Türkiye Barolar Birliği gerek dünyada gerekse ülkemizde otoriterliğin ve kural tanımazlığın yükseldiği, hukuk devleti ilkesinden uzaklaşıldığı, yargı bağımsızlığının aşındığı bu dönemde umutsuzluğa yer olmadığını, tam tersine evrensel insan hakları değerlerini daha güçlü şekilde savunmanın gerekliliğinin bilincindedir. Her avukat, işinin gereği olarak aynı zamanda bir insan hakları savunucusudur. İnsan hakları, evrensel bildirgede ifadesini bulduğu üzere medeni ve siyasal haklar ile ekonomik, kültürel ve sosyal hakların birbirini tamamladığı ve birbirine dayandığı bir bütün olarak anlaşılmalı ve savunulmalıdır.

    Uluslararası standartların Türkiye’de yaşama geçirilmesi ve uygulanması, başta AİHM olmak üzere insan hakları mekanizmalarının kararlarının bağlayıcılığının “ama”sız ve “fakat”sız kabulü, Türkiye Barolar Birliği’nin insan haklarının evrenselliği ilkesinin yaşama geçirilmesi için olmazsa olmaz olarak gördüğü hedeflerdir.

    “Türkiye Barolar Birliği, insanlığın ortak değeri olan hak ve özgürlükleri savunmak için baskıcı yönetim anlayışlarının karşısında demokrasiyi ve insan haklarını en güçlü şekilde savunmayı sürdürecektir”

    Dünyanın en büyük hukuk örgütlerinden biri olan Türkiye Barolar Birliği, insanlığın ortak değeri olan hak ve özgürlükleri savunmak için baskıcı yönetim anlayışlarının karşısında demokrasiyi ve insan haklarını en güçlü şekilde savunmaya devam edecektir.”

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Her Türlü Şiddete HAYIR!

Kadına yönelik şiddet, ister kamusal ister özel yaşamda olsun, kadınlara yönelik fiziksel, cinsel ve psikolojik zarara yol açabilecek eylemlerdir. Önlenemeyen kadına yönelik şiddet eylemleri, kadınların toplumda yasal, sosyal, politik ve ekonomik eşitlik elde etme fırsatlarını tehlikeye atmaktadır. Kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak, soruna yönelik kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu kararı ile 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), kadına yönelik şiddeti önemli bir halk sağlığı sorunu olarak tanımlamıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde gelişen şiddetin hedefi kadınlar ve kız çocuklarıdır. Dünyada her üç kadından birinin yaşamı boyunca fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı bilinmektedir. Bu şiddet çoğunlukla en yakınları tarafından uygulanmaktadır. Ülkemizdeki durumu yansıtan son çalışma  2014 yılında yapılan Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’dır. Bu araştırmada, evlenmiş kadınların %38’i, yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri ya da birlikte oldukları erkekler tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz bırakıldıklarını belirtmişlerdir. Çocukluğunda cinsel istismara uğrayanların oranı %9’u bulurken, çocuk yaşta evlenen kadınların, cinsel, fiziksel, duygusal olmak üzere şiddetin her türüne daha fazla maruz kaldıkları görülmektedir. On sekiz yaşından önce evlenen kadınların yarısı yaşamlarının bir döneminde duygusal şiddet ve istismara uğradığını, fiziksel veya cinsel şiddet mağduru olduğunu ifade etmiştir. (AS: Ekonomik şiddet!?)

Cinsiyete dayalı fiziksel, duygusal, sözlü, cinsel ve ekonomik şiddet, kadınların ve çocukların yaşamına zarar verdiği gibi ailelerin, toplulukların, ülkelerin sağlığına da zarar verir. Şiddet artan yaralanma riski, depresyon, kaygı bozuklukları, planlanmayan gebelikler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla da ilişkilidir.

Türkiye, 11 Mayıs 2011’de dahil olduğu kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesi olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Temmuz 2021’de çekilmiştir. Ne acıdır ki, Türkiye’de 2021 yılı içinde 310 kadın, kadına yönelik şiddet sonucu öldürülmüştür. (11 Kasım 2021 verisi)

Bu dönemde sağlık çalışanı olan kadınlara karşı da şiddetin arttığı görülmektedir. Hem bireyleri hem aileleri hem toplumları etkileyen şiddet, küresel bir halk sağlığı sorunudur: ŞİDDET BİR PANDEMİDİR!

  • Şiddete sessiz kalmak da ŞİDDETTİR.

Kurumlar arası işbirliği ile hareket etmeli ve sesimizi tüm sağır kalplere duyurmalıyız.

HASUDER – HALK SAĞLIĞI UZMANLARI DERNEĞİ
TOPLUMSAL CİNSİYET, KADIN VE ÜREME SAĞLIĞI ÇALIŞMA GRUBU

  1. International Day for the Elimination of Violence against Women. UN. Information NoteDivision for the Advancement of Women. https://www.un.org/womenwatch/daw/news/vawd.html
  2. Şiddetten ölen kadınlar için dijital anıt. http://anitsayac.com/
  3. https://www.who.int/health-topics/violence-against-women#tab=tab_1 erişim,11.11.2021
  4. https://www.who.int/health-topics/violence-against-women#tab=tab_2 erişim, 11.11.2021
  5. https://apps.who.int/iris/bitstream/handle/10665/331699/WHO-SRH-20.04-eng.pdf?ua=1
    erişim, 11.11.2021

İstanbul Sözleşmesi’nin Feshine İlişkin HASUDER Görüşü

’KADINA YÖNELIK ŞİDDET ve AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ ve BUNLARLA MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ’NİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN FESHEDİLMESİNE YÖNELİK ÇALIŞMA GRUBUNUN GÖRÜŞÜ

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve
Üreme Sağlığı Çalışma Grubu

Resmi Gazete’nin 20 Mart 2021 tarihli 31429 sayısında yer alan Cumhurbaşkanı kararında

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan 10 Şubat 2012 tarihli ve 2012/2816 Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan ’Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti tarafından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

İlk imzacı ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğu ve 2012 Mart ayında tüm partilerin destekleyerek TBMM’nin onayladığı bu sözleşmeye dayalı olarak hazırlanan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”, bilindiği gibi İstanbul Sözleşmesi’nin temel alındığı bir kanundur. Kadına yönelik şiddetin yaygın ve hiç azalmadan devam eden acı bir gerçek olduğu bu durumda, kadınların şiddetten korunmasının güvencesi olan bu yasanın hangi zihniyetle değiştirilmeye teşebbüs edildiği anlaşılamamakta olup, kabul edilebilir değildir.

Ayrıca, Anayasa’nın madde 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi bizim için kanun hükmündedir; İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır ilkesi de Anayasanın gereğidir. Sözleşme’nin en önemli özelliği; kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin olarak “koruma, önleme, kovuşturma, yargılama ve bütüncül politikalar geliştirme gibi dört temel alanda maddeler içermesidir. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunu benimseyen Sözleşme, kadınlara yönelik ayrımcılığı yasaklamaktadır.

Türkiye’de her 3 kadından birisi insanlık onuru hiçe sayılarak devlet tarafından korunarak öldürülürken ’Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi FESH EDİLEMEZ, bunu KABUL ETMİYORUZ.

Esasen Hukuk yönü ile “yok hükmündeki bu kararnamenin (AS: Cumhurbaşkanlığı Kararının) ACİLEN GERİ ÇEKİLMESİNİ DİLİYORUZ . Türkiye dahil 20 Avrupa ülkesinin onayladığı İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, bugüne kadar kadın örgütleri ve tüm duyarlı insanların koruduğu Sözleşmeyi korumakla yükümlü DEVLETİ ve her düzeyde SORUMLULUK taşıyanları, sözleşmede yazılı olmayan hükümleri öne sürerek kamuoyunun yanıltılmasına son verilmesine ve de KADINLAR İÇİN YAŞAMSAL ÖNEMİ OLAN BU SÖZLEŞMEYE SAHİP ÇIKMAYA DAVET EDİYORUZ! BUNU TALEP EDİYORUZ… 

HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu

====================================
Dostlar,

Biz de, HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) üyesi bir hekim olarak bu çağrıya katılıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 24 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukukiliği tartışması

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukukiliği tartışması

Prof. Dr. Ersan Şen
Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık – İstanbul Sözleşmesinin Feshinin Hukukiliği Tartışması (sen.av.tr) 20 Mart 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu yazımızda, Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesinin feshedilip feshedilemeyeceği hususuna yer verilecektir.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” başlıklı ve “İstanbul Sözleşmesi” olarak da bilinen Sözleşme; Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından 11.05.2011 tarihinde İstanbul’da imzalanmış ve Sözleşmeye ilişkin Kanun Tasarısı, 24.11.2011 tarihinde 6251 sayılı Kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan açık oylamada tüm siyasi partilerin mutabakatı ile 1 çekimser, 246 milletvekilinin oyu ile kabul edilerek yasalaşmıştır.

8 Mart 2012 günlü ve 28227 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede; “Milletlerarası Sözleşme”
başlığı altında 2012/2816 Karar sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre;

“11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan ve 24/11/2011 tarihli ve 6251 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12/1/2012 tarihli ve HUM/7771842 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 10/2/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır”.

Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinin ikinci fıkrasına göre; “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz”. Bu sebeple; İstanbul Sözleşmesi, Anayasada öngörülen “pozitif ayırımcılık” esasına uygun olup, “kanun önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmez.

Ancak kamuoyunda İstanbul Sözleşmesinin; toplumun örf, adet ve gelenekleri ile uyuşmadığı, tartışmaların temelinde LGBTİ bireylerin bu Sözleşme sayesinde belli hak ve hürriyetlere sahip olduğu veya olmaya çalıştığı, Sözleşmenin bu toplulukları güçlendirdiği veya bu toplulukların Sözleşmeden güç aldıkları, Sözleşmenin toplumda “cinsiyetsizlik” algısı oluşturduğu, “cinsel sapma” kavramını, “cinsel yönelim” diyerek meşrulaştırdığı, “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramından hareketle toplum ve aile yapısının değiştirilmeye çalışıldığı, tüm bunların dayanağını İstanbul Sözleşmesinden aldığına dair iddialar kapsamında, 29.07.2020 tarihli ve “İstanbul Sözleşmesi; Çekilmeli mi, Devam mı Etmeli?” başlıklı yazımızda konuyu ve tartışmaları değerlendirmiştik[1].

20.03.2021 tarihli ve 31429 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında; “Türkiye Cumhuriyeti adına 11.05.2011 tarihinde imzalanan ve 10.02.2012 tarihli ve 2012/2186 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir”.

İstanbul Sözleşmesi; “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı Anayasa m.90’nın birinci ve beşinci fıkraları uyarınca, 6251 sayılı Kanunla onaylanıp uygun bulunduğundan, bu Sözleşme ve Kanunla ilgili tasarruf yetkisi TBMM’ye ait olup, Anayasa m.104/17 uyarınca da bu konuda Cumhurbaşkanının yetkisi sınırlandırılmıştır. Aşağıda, kısa başlıklar halinde İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukuki olup olmadığı ile ilgili açıklama yapılacaktır.

20.03.2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan bu Karar; İstanbul Sözleşmesi’nin “Fesih” başlıklı 80. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, fesih bildiriminin Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne iletilmesinden itibaren başlayacak üç aylık sürenin sonunu izleyen ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. Kararın dayanağı olarak 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi gösterilmektedir.

9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin “Onaylama” başlıklı 3. maddesi uyarınca;
“(1) Milletlerarası andlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri (AS: bildirimleri) yapma, milletlerarası andlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur.

(2) Onaylama konusu olan milletlerarası andlaşmanın Türkçe metni ile andlaşmada muteber olduğu belirtilen dil veya dillerden biri ile yazılmış metni, onaylamaya ilişkin Cumhurbaşkanı kararma ekli olarak Resmi Gazetede yayımlanır.

(3) Bir milletlerarası andlaşmanın veya Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüğe girdiği, bir milletlerarası andlaşmanın uygulama alanının değiştiği, uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak Resmi Gazetede yayımlanır. Bir milletlerarası andlaşma, yürürlük tarihinin tespitine dair Cumhurbaşkanı kararında belirtilen yürürlüğe giriş tarihinde kanun hükmünü kazanır”. (AS: son tümce Anayasaya aykırı! CB kararı ile hiçbir metin “yasa” niteliği kazanamaz. Bu yetki TBMM’nindir. )

Kararnamenin 3. maddesinde; Cumhurbaşkanına, uluslararası sözleşmeleri fesih yetkisi tanındığı görülmekte, 20.03.2021 tarihli ve 31429 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin dayanak alındığı görülmektedir.

Bununla birlikte;

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sınırı vardır ve bu sınır, Anayasanın “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları çerçevesinde belirlenmelidir.

Anayasa m.90 uyarınca; “(1) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

(2) Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.

(3) Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik,
ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

(4) Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

(5) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”.

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini tanımlayan Anayasa m.104/17 uyarınca;
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda
farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir”.

İstanbul Sözleşmesi; Anayasanın 90. maddesinin birinci ve beşinci fıkralarına uygun olarak yürürlüğü koyulduğundan ve Sözleşmenin onaylandığı 6251 sayılı Kanun hala yürürlükte olduğundan, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi dayanak alınarak Cumhurbaşkanı Kararı ile yapılan Sözleşme feshinin iç hukukta karşılığının olmadığı görülmektedir.

Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasa m.104/17’de ve m.90/1’de; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasının uygun bulunması, TBMM’nin çıkaracağı kanunlarla mümkün kılınmış olup, bu konuda yürütmenin yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa m.90’nın ikinci ve üçüncü fıkralarında, istisnai olarak TBMM’nin yetkisi dışında bırakılan uluslararası sözleşmeler sayılmıştır ki, bunların arasında temel hak ve hürriyetleri ilgilendiren sözleşmeler sayılmamıştır. İstanbul Sözleşmesi; Anayasa m.90/2-3’ün dışında kalan ve m.104/17’de Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu edilemeyecek bir uluslararası sözleşme niteliğine sahiptir. Bu nedenle; İstanbul Sözleşmesinin, Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmesi İdare Hukuku açısından
fonksiyon gasbı olarak değerlendirebileceğinden, bu işlem yetki unsuru yönünden sakat
gözükmektedir.

Cumhurbaşkanı kararları Anayasa Mahkemesi denetimine tabi olmadığından ve 6216 sayılı Kanunun “Bireysel başvuru hakkı” başlıklı 45. maddesine göre bireysel başvuru için gereken
bir bireysel işlem de sayılamayacağından, yazımıza konu Cumhurbaşkanı Kararına karşı
Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacaktır. 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de
davaya konu edilemez. Bu Kararname, sadece Karara hukuki dayanak kılınmıştır. (AS: CB kararının iptali için Danıştay’a başvurulursa, yasal dayanak yapılan 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek AYM’ye taşınması olanağı yakalanabilir.)

9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi doğrultusunda; fesih, ancak Anayasa m.90/2 ve m.90/3’de öngörülen ve Meclis onayına ihtiyaç duyulmayan hallerde mümkün olabilecektir ki, Anayasanın 90/1. maddesi uyarınca yasama organının onayının gerekli olduğu hallerde, TBMM tasarrufu ile bir uluslararası sözleşmenin feshinin dayanağı olabilecek karar alınabilir.

Açıklanan sebeplerle; İstanbul Sözleşmesinin feshi Anayasaya aykırı olduğundan,
Sözleşmenin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararına karşı 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun
24. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, yürütmenin durdurulması talepli olarak Danıştay’da iptal davası açılabilir.

Uluslararası Hukukta “ahde vefa(AS: pacta sund servanda) ilkesi de gözetilmelidir. Bu sebeple; 2011 yılında İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ve 2012 yılında da TBMM tarafından onaylayan (AS: onaylayan değil uygun bulan) Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sözleşmeye bağlı kalmaya ve Sözleşmenin tümünden veya bir kısmından çekilecekse, bunu içeride ve dışarıda tartışmak suretiyle usulüne uygun yapmalıdır.

Tüm bu nedenlerle;

19.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararına dayanak gösterilen, 7142 sayılı Yetki  Kanununa dayanılarak çıkarılan 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 181. maddesi tarafından ilk dört (1 ila 4.) maddesi ile 6. maddesi mülga edilen (AS: ilga edilen), yukarıda belirttiğimiz Anayasa maddeleri ile 6251 sayılı (AS: özel) Kanunun da üstünde olmayan 244 sayılı Bazı Andlaşmaların Yapılması İçin Cumhurbaşkanına Yetki Verilmesi Hakkında Kanunu, İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanı kararı (AS: ile) feshine dayanak kılınamaz. Çünkü 244 sayılı Kanunun “Onaylama ve sair tasarruflar:” başlıklı 3. maddesi, hem 703 sayılı KHK’nın 181. maddesi ile mülga edilmiş (AS: mülga) ve hem de yeni
yönetim sisteminde Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri yeniden tanımlanıp belirlenmek suretiyle Anayasa m.104/17’de ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

Bir an için 244 sayılı Kanunun mülga 3. maddesi yürürlükte olsa ve 703 sayılı KHK’nın 181. maddesi de dikkate alınsa, Anayasa m.90/1-5 ve m.104/17 karşısında bu düşüncenin savunulabilir yanı olmayacaktır. Kaldı ki; İstanbul Sözleşmesi içeriği ve niteliği itibariyle, 244 sayılı Kanunun mülga 2. maddesinin ikinci fıkrası ile mülga 3. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girmektedir. Somut olayda; İstanbul Sözleşmesi, 6251 sayılı Kanunla onaylanmak suretiyle uygun bulunmuş olup, Sözleşmenin içeriği itibariyle Anayasa m.90/1 uyarınca TBMM’nin kanunla onayına (AS: kanunla uygun bulmasına) ihtiyaç bulunduğu hususunda tartışma da yoktur. Bakanlar Kurulu’nun 10.02.2012 tarihli Kararı, açıkça 6251 sayılı İstanbul Sözleşmesinin Onay (AS: uygun bulma) Kanununa atıf yapılmak suretiyle 8 Mart 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Anayasa m.90/5 uyarınca; kanun hükmünde sayılan ve usulüne göre yürürlüğe girmiş temel hak ve özgürlüklerle ilgili İstanbul Sözleşmesi korunmalıdır.
Anayasaya göre, İstanbul Sözleşmesinin onaylanması ve tatbikinin durdurulması veya sonlandırılması TBMM kararı ile (AS: yasa ile!) mümkündür.

15.07.2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 9 sayılı Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. ve 3. maddeleri incelendiğinde ise; “Onaylama ve onaylamanın
uygun bulunması” başlıklı Kararnamenin 2. maddesi ile Anayasa m.90 arasında uyum olduğu,
“Onaylama” başlıklı 3. maddesinin 3. fıkrasının ilk cümlesinde “Bir milletlerarası andlaşmanın
veya Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin
Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüğe girdiği, bir milletlerarası andlaşmanın uygulama alanının değiştiği, uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak Resmi Gazetede yayımlanır.” 
hükmüne yer verildiği, hükmün “bir milletlerarası andlaşmanın uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihlerin, Cumhurbaşkanı kararı ile tespit edilmek suretiyle Resmi Gazetede yayımlanacağı” yorumu ile İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanı kararı ile feshinin hukuka uygun olduğu savunması gündeme getirilebilir. Esasen bu hüküm, 244 sayılı Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasının tekrarı olup, yalnızca usuli nitelik taşıyıp, Anayasa m.90 dikkate alınarak TBMM veya Cumhurbaşkanı tarafından tatbiki durdurulan veya sonlandırılan sözleşmelerle ilgili bildirimin “Devlet Başkanı” sıfatıyla Cumhurbaşkanınca uluslararası muhataplara iletilmesinden ibarettir. Aksi kabul, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesinin 3. fıkrasının Anayasaya aykırılığını gündeme getirir.

[1] Ersan Şen – Buğra Şahin, İstanbul Sözleşmesi; Çekilmeli mi, Devam mı Etmeli?
Çevrim İçi: https://www.hukukihaber.net/istanbul-sozlesmesi-cekilmeli-mi-devam-mi-etmeli-makale,8130.html, 20.03.2021
====================================
Dostlar,

Bu hukuksal irdeleme (mütalaa) kuşkusuz oldukça değerlidir.
Ancak metin içinde pek çok yerde kimi kavram ve sözcüklerin yerinde kullanılmadığı görülüyor. Bu noktalarda doğru kavram ve sözcükler ayraç içinde italik olarak tarafımızdan verilmiştir.

İstanbul Sözleşmesinden çekilme, ülkemizdeki dinci – gericilere öyle rahat bir ortam da sağalamayacaktır. Çünkü AİHS‘nin 8. maddesi zaten özel yaşamı ve bu alana ilişkin yaşam biçimi seçimlerini güvence altına almaktadır ve bu Sözleşmeye Türkiye taraf olduğu gibi, AİHM‘nin yargı yetkisini de tanımış durumdadır. Çiğnemler (ihlaller) bu uluslararası Mahkemeye taşınabilecektir.

Tek adam RTE‘nin ve hukuk danışmanlarının bir kez daha çuvalladığı açıkça ortadadır.
Ya da açıkça Cumhuriyete meydan okuma ile “ben yaptım oldu” dayatması ile karşı karşıyayız.
Büyükşehir belediye başkanlarının Genel Müdür atama yetkilerinin Belediye meclislerine devri, Gezi Parkı mülkiyetinin Büyükşehir Belediyesi tüzel kişiliğinden alınarak vakıflara devri,
TCMB Başkanının 4 ay sonra görevden alınması…
HDP’ye yönelik kapatma davası aç(tır)ılması,
Bir HDP’li vekilin vekilliğinin sonlandırılması ve yaka paça gözaltına alınması..
Andımızın okunmasını engelleyen yönetmelik değişikliğinin iptali isteminin Danıştay’da kumpasa getirilmesi..

  • ACIMASIZCA TIRMANAN VE CAN ALAN SALGININ UNUTTURULMAYA ÇALIŞILMASI…

Tümü ile yersiz ve zamansız, tuzak nitelikli Anayasa değişiklikleri istemi.. tek sözcükle İNSAFSIZCA GÜNDEM OYUNLARIDIR.. AKP = RTE iktidarı olağanüstü sıkışmıştır.
AKP =RTE
, hızla eriyen oylarını toparlamak için çılgınca girişimler içindedir ve giderek daha çok hata yapmakta; hukuk devleti değerlerini pervasızca ayaklar altına almaktadır. Ne var ki, bu irrasyonel – dekapite savrulmalar merhem olamayacağı gibi, bumerang etkisi gösterecektir.

Ahmet SALTIK BSc, MSc, PhD (sürüyor)
Mülkiye Lisans, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi

İstanbul Barosu’nun İstanbul Sözleşmesi Açıklaması

Dostlar,

İstanbul Barosu’nu gönülden alkışlıyor ve destekliyor, sahip çıkıyoruz.

***

TBB (Türkiye Barolar Birliği) basın açıklaması ise şöyle :

(https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/istanbul-sozlesmesi-ile-ilgili-basin-aciklamasi-81674)

1. Kamuoyunda İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” nden Türkiye’nin imzasını çekmesi hukuka aykırıdır.

2. Adı geçen Sözleşmenin onaylanması, 24.11.2011 gün ve 6251 sayılı Kanunla uygun bulunmuştur. Ayrıca bu Sözleşme temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin bir sözleşmedir. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına göre normlar hiyerarşisindeki yeri kanunların üzerindedir.

3. Usulde paralellik ilkesi ve Sözleşmenin yukarıda açıklanan niteliği gereği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin söz konusu Sözleşme’den çekilmesi için çekilme yetkisi veren kanuni bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu sebeple idari karar ile çekilme hukuka uygun değildir.

4. Öte yandan kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet ülkemizin ve tüm dünyanın en önemli meselelerinden biri iken, şiddetle mücadelenin hukuki temellerini zayıflatacak, şiddet eylemlerinin faillerini psikolojik olarak cesaretlendirecek, mağdurlarına ise korunmasızlık hissi verecek bu çekilme, insan haklarının etkin biçimde korunması açısından da kanaatimizce yerinde olmamıştır.

5. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi kamu kurumları ve sivil toplum örgütlerinin görev alanlarını belirleyip, ulusal ve uluslararası işbirliğini teşvik eden bir düzenlemedir. Bugüne kadar bu Sözleşme hükümleri çerçevesinde şiddetle mücadele açısından kurumlar arası işbirliğinde önemli mesafeler katedilmiştir. Kadına yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadelede en kapsamlı uluslararası antlaşma olan bu Sözleşmeden çekilme hem bu iş birliğine zarar verecek hem uluslararası alanda Türkiye açısından olumlu olmayacaktır.

Kamuoyunun bilgilerine saygıyla sunarız. 20 Mart 2021.

Türkiye Barolar Birliği

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

Ey Nalıncı!..

Zafer Arapkirli
21 Ağustos 2020, Cumhuriyet

Ne bu öfke?
Yine her zamanki gibi hararetli şekilde “kendine kendine” yontmaktasın.
İşine geldiği gibi gündeme yön vermeye çalışmandan söz ediyorum.
Joseph (Joe) Biden’ın “Muhalefete destek vermeliyiz” mesajına verdiğin tepkiden söz ediyorum.

Çok dokunmuş sana bu tavrı, ABD’li başkan adayının. Haklı olarak “Herkes kendi işine baksın. Başka memleketlerin içişlerine, iç siyasetine burnunu sokmasın. Nerede, kimin iktidara geleceğini, gelmesi gerektiğini filan başkaları tayin etmeye çalışmasın…” diyorsun.

Diyorsun da… Kendini gülünç duruma sokuyorsun.

Çünkü sen, şu anda dünyanın kim bilir kaç yerinde, gizli ya da açık biçimde, “üstelik gizli ve açık silahlı güç” kullanmak sureti ile başkalarının ülkelerindeki yönetimlerin değişmesi yolunda faaliyet gösteriyorsun be Nalıncı. Onun başkentindeki bilmem ne camisinde namaz kılma sevdasının, ötekinin bilmem ne şehrini işgal edip topraklarına (neye dayanarak?) fethetme rüyasının peşinden koştuğun için seni eleştirenlere, yıllardır “1400’lü, 500’lü, 600’lü yıllarda ecdadımızın yaptığını” emsal gösteriyor ve o devirleri taklit zihniyetini filmlerde dizilerde, okullarda, müfredatta ve dahi günlük söylemde pompalıyorsun.

Şimdi kalkmış, “perhiz” muhabbeti yaparken, “lahana turşusunu” maşallah tabak tabak götürüyorsun. Ayıp olmuyor mu?

Bak Nalıncı!

O keserle hep kendine yontma işinden kafanı kaldır da dinle.

Biz senin, “daha hiçbir resmi yönetici sıfatı taşımadığın” günlerde, dünyanın en önemli siyasi makamlarınca kırmızı halılarda kabul gördüğün, yani “o makamlardaki birilerince iktidara hazırlandığın, hatta adım adım arkadan itildiğin” günleri de hatırlıyoruz. Beyaz Saray diyorum. Downing Street 10 numara diyorum. Brüksel diyorum. Hatırladın mı? Biz de oralardaydık, naçizane işimizi yapıyor bu ziyaretleri haberleştiriyorduk.

Pişpirik oynamaya gitmemiştiniz oralara. Bal gibi de birileri bir yerlerde, sizin “İktidar (kutlu?) Yürüyüşünüz”e el veriyordu, destek atıyordu.

Ey Nalıncı!

O gün “Egemenlik, hükümranlık, içişlerine karışmama ilkesi, el âlemin iktidarına muhalefetine karar vermeme ilkesi” aklına geliyor muydu?

Bak Nalıncı…

“Instead of pushing him down, putting him to the drain…” (mahut “deliğe süpürmeyin…” konuşması) sözleri ile bu ülkenin en üst makamlarına elin oğlundan destek çağrısında bulunan Cüneyt (Zapsu) Bey’in sözleri hâlâ gök kubbede asılı duruyor.

Yapma. Ayıp oluyor.

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

Bu toprakların tarihinde, bu toprakların kadınları ve çocukları için yapılmış en hayırlı işlerden biri olan, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ve buna bağlı 6284 Sayılı Yasa’nın virgülüne bile dokunmak, bu ülkenin kadınlarına ve çocuklarına yapılabilecek en büyük ihanet olur.

“Ailenin temellerine dinamit koymak” ya da “Farklı cinsel eğilimlerin yaygınlaşmasına teşvik” gibi saçma sapan gerekçelerle ortaya çıkan gerici-yobaz-örümcek kafalı güruha yaranmak ve onların üç tane oyunu garantilemek amacıyla yapılan bu “yeniden değerlendirme”, çok açık söyleyeyim: Tam tersine bu toplumun kadınlarına, çocuklarına ve genelde bu topluma yapılabilecek en ağır ihanetlerden biri olacaktır.

Buna izin vermemek için aklı başında herkesin, 7/24 elinden geleni yapması gerekiyor. Aksi takdirde, üstelik de kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayetlerin her geçen gün hatta saat kendini maalesef hatırlattığı bir dönemde, gericiliğin gazı ile yapılmak istenenin, “ortaçağ karanlığına geri dönmekten” başka bir anlamı yoktur.

Yerel yönetim

Bu ülkenin çeyrek yüzyıllık tarihindeki en önemli siyasi değişimin, yani başta İstanbul ve Ankara olmak üzere önemli pek çok şehirde yerel yönetimin el değiştirmesinin altı, ne yazık ki bir türlü tam olarak doldurulamadı.

İstanbul özelinde, Sayın Ekrem İmamoğlu yönetimi, bu değişimi bir ciddi “dönüşüm” haline getirmek için beklenen pek çok çabayı gösterirken, bazı kadrolara yapılan atamalarda, gereksiz bir “Aman, her kesimi memnun edelim. Yandaş kadrolaşma izlenimi vermeyelim” kaygısı ile ciddi gaflar yapmayı sürdürmektedir. Eski Ziraat Bankası Genel Müdürü’nün ve tescilli yandaş bir yazarın İBB Kültür Sanat Platformu’na atanması sadece öne çıkan 2 örnektir.

Atamalarda “parti-tanıdık-kendi çevreniz” vb. kıstaslar değil, tabii ki “liyakat” birinci sırada yer almalıdır. Ama onca yıllık hasarın müsebbibi bir zihniyetin kucağından gelenlerden başkası ya da “başka cenahlardan” olup da yine de “layık” kimse bulamıyor musunuz diye sorarlar insana.

Yapmayın. Sizlere açılan kredileri har vurup harman savurmayın.

Emine Bulut’un Katli ve Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Emine Bulut’un Katli ve
Eğitimde Kadın Düşmanlığı

Mustafa Solak
Tarihçi

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Emine Bulut’un eski eşi tarafından, çocuğunun önünde öldürülmesi toplumda haklı olarak derin bir infial yarattı. Kırıkkale Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, saldırıya tanık olan çocuğu psikologun gözetimine almışlar.

Her kadına yönelik saldırı ve cinayet sonrası ilgili kurumlar bu tür rehabilite edici yöntemlere başvuruyor ama sorunun köklü çözümü eğitimde. Küçük yaştan başlayarak kadın-erkek eşitliğinin içselleştirilmesinin sağlanması gerekir. Dolayısıyla sorunun kaynağına inmeden olumsuz davranış başa geldikten sonra çözüm arayışları gerçekçi değildir.

Kadına yönelik şiddet ve erken yaşta evlilik arttı, kadınların okullaşma ve istihdam oranları azaldı. Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre, Türkiye’nin cinsiyet eşitliğinde 144 ülke arasında 131. sıradadır. Son 14 yılda kadına yönelik şiddet 4 kat, % 392 artmış, genç kadın işsizliği % 23’e yükselmiş, kadınların istihdama katılımı ise %29-31 ile sınırlı kalmıştır. Son 10 yılda 500 bin kız çocuğu evlendirilmiş, son 6 yılda
142 298 kız çocuğu da erken yaşta doğum yapmıştır.

Eğitimde ise durum vahim ötesi. Değişen müfredata dayalı yazılan ders kitaplarıyla kadının durumu daha geriye götürülüyor. Kadına şiddetin kaynaklarını belirlemek durumundayız. Bunlardan biri de MEB ders kitapları.

Müfredat ve MEB ders kitaplarında da eşitlik ve kadın hakları konusunda geriye gidildi. Kimi ders kitaplarındaki metin ve görsellerde, kadın çalışma yaşamından çok evde gösterildi, ev kadını ve anne olarak betimlendi. Kitaplarda kadınlarla ilgili şu anlatımlar yer almaktadır:

  • Kölelik ve cariyelik,
  • Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet belirtisi sayılıyor,
  • Kadın evlenmesinde denklik ölçütü aranıyor,
  • Erkek, kadınlar akraba değilse 1’den çok kadınla evlenebilir,
  • Boşama yetkisi kocaya ait,
  • Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli,
  • Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir,
  • Miras payı Medeni Yasa’ya değil ayete göre düzenlendi,
  • Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir”,
  • Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeliymiş,
  • Nafaka varken mehir düzenlendi,
  • Kadına bakmak haram,
  • Mezheplere göre avret yeri farklılığı,
  • Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı,
  • Estetik yasak,
  • Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez,
  • Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş,
  • Tarih yazıcılığında kadının rolü çıkarıldı,
  • Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.
  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında “Din ve Aile” başlığında evliliğin önemi, içinde köle ve cariyenin de geçtiği Nur Suresi 32. ayetle anlatılıyor. Kitapta diyor ki:

“Kuran’da ‘Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanlarla evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.’ ayetiyle evlilik teşvik edilir.”[1]

MEB burada kölelik ve cariyeliği onaylamamakta ama yalnızca ayeti mi aktarmaktadır; yoksa kölelik ve cariyeliği olağan mı görmektedir?

Cariyenin kendi sahibesini doğurması kıyamet alametiymiş. Anadolu İmam Hatip Liseleri “Akaid” ders kitabında Peygamberin “cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir”[2] hadisinden söz edilmektedir.

  1. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabında nikahta velinin söz sahibi olmasına yönelik “velayet” sözcüğü şöyle açıklanmaktadır:

“Evlenmede velinin söz sahibi olması (velâyet). Kadının velisi; babası, dedesi, abisi vs. olabilir. Evlilik her ne kadar bir erkek ve bir kadın arasında olsa da kadın ve erkeğin ailesini de etkilediğinden İslam hukukçuları özellikle kadının ailesinin nikâha müdahil olabileceğini söylemişlerdir. Bu şart Mâliki, Şâfiî ve Hanbeli mezheplerine göredir.”

Fıkıh ders kitabında MEB, İslam’ın evliliğin mutluluk ve kalıcılık getirmesi için öngördüğü kimi önlemleri şöyle sıraladı:

“• Evlenecek olanların uygun bir ortamda birbirlerini görmeleri, evlenecek kişilerin birbirine denk olması.”

Fıkıh ders kitabında geçici evlenme engelleri de şöyle sıralanmıştır:

“• Müslüman erkek müşrik kadınla, Müslüman kadın da Müslüman olmayanlarla evlenemez.

  • Koca 3 talakla boşadığı kadınla evlenemez.
  • Bir kadın bir erkekten çok kişiyle, aynı anda evlenemez.
  • Bir adam aynı anda kadının teyze, hala ve kız kardeşi ile evli olamaz.”

Fıkıh Okumaları” ders kitabında erkeğin kadının iki akrabasıyla birden evlenmesi evlenme engellerinden biri olarak sayılmış ve şöyle denmiştir:

“Bu durum, erkeğin 1’den çok kadınla aynı anda evli olması hâlinde geçerli olan bir evlenme engelidir. Örneğin iki kız kardeşin veya hala ve yeğeninin ya da teyze ve yeğeninin aynı anda bir erkeğin nikâhı altında olmaları yasaklanmıştır. Ancak bu şekilde olan iki kadından evli olduğu kadın ölür ya da onu boşarsa diğeri ile evlenebilir.”[3]

Demek ki akrabası olmamak koşuluyla, erkeğin aynı anda 1’den çok kadınla evlenmesi olanaklıdır. Zaten “1 kadının aynı anda 1’den çok erkekle evli olması yasaktır” demekle de erkek için olanaklı olduğuna açıklık getirilmiştir.

Boşama yetkisi kocaya ait görüldü. Talak yani boşanma Fıkıh kitabında şöyle düzenlendi:

“Boşanma (talak), evliliğin son bulmasıdır. Talak, taraflar arasındaki evlilik bağını sona erdirir. Evliliği bitirecek boşama işlemi, ‘Aramızdaki evlilik bitti, seninle boşandım.’ gibi açık (sarih) bir sözle veya ‘Artık senin eşin değilim. Ben senden ayrıldım.’ gibi içinde boşama ve talak kelimesi geçmeyen fakat boşanma kastıyla üstü kapalı (kinayeli) söylenen tümcelelerle de gerçekleşebilir.

Koca üç talakla boşadığı kadınla evlenemez” ifadesinden de anlaşılacağı üzere boşama hakkı kocanındır ve mahkemeye başvurulmadan boşanmanın önü açılıyor. Medeni yasaya açıkça aykırı bir durum.

Bir yandan üvey kızla evlenmek, sürekli evlenme engellerinden sayılmakta öte yandan ayetteki “kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-” ifadesiyle üvey kızla evlenilebileceğinden bahseden ifade Fıkıh kitabında şu biçimde yer almıştır:

“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız –eğer anneleri ile zifafa girmediyseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur-, öz oğullarınız karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir.”[4]

Yani anneleri ile zifafa girmediyseniz üvey kızlarınızla evlenmenizde günah yoktur. Peki zifaf olmadan kadın nasıl erkeğin “karı”sı oluyor? Cinsel birliktelik olmasa bile aynı evde yaşadığınız karınızın kızıyla evlenmeyi içinize sindirmek nasıl bir duygudur?

Kızların nikahta taraf olmaları mezheplere göre ayrılmakta ve velilerin rızasına şöyle bağlanmaktadır:

“Hanefilerin dışındaki öbür 3 mezhebe göre ise tam ehliyetli erkek, nikâhta kendi adına taraf olabilirken kızlar, tam ehliyetli de olsalar ancak velileri tarafından evlendirilebilir.”[5] Hanefilerde ise “velisinin izni ve rızası olmadan dengi olmayan birisi (kefâlet) ile evlenmesi veya mehrinin emsal mehirden az olması hâlinde bu evliliğe velisinin itiraz hakkı vardır. Veli izin vermedikçe kızın yapmış olduğu böyle bir akit bağlayıcı değildir.”[6]

 Üç kez boşanınca önceki kocaya geri dönüş yolu Bakara suresinin 228-229. ayetlerine dayanılarak açıklanmaktadır:

“Bir erkek, üç kere boşadığı hanımı ile artık evlenemez. Buna göre bir erkeğin üç talak ile boşadığı kadın, başka bir erkek ile normal bir şekilde evlenip bu ikinci kocasından normal bir şekilde boşanması veya bu ikinci kocasının ölmesi hâlinde eski kocası ile tekrar evlenebilir.”[7]

Akaid ders kitabında mümine tanınan haklara ilişkin şunlar yazılıdır:

“Müslüman muamelesi görür. Müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, Müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.”[8]

Başka türlü söylenecek olursa inancını diliyle açıklamayan kişinin kestiği hayvan yenmez, zekât ve öşür gibi dinsel vergilerle yükümlü tutulmaz. Bu kişi erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez imiş.

Ders kitaplarındaki 10 kadın ve kız öğrenci fotoğrafının 9’u türbanlıdır. Bu, yaratmak istedikleri kadın tipini yansıtmaktadır.

Böyle bir eğitim sisteminde erkek kendini kadından üstün görecektir. Dolayısıyla Emine Bulut türü cinayetler bırakalım sona ermeyi artarak sürecektir.

Kadın-erkek eşitliği için şunlar yapılabilir:

  1. Müfredat ve ders kitapları kadın-erkek eşitliği yönünden incelenmeli ve cinsiyet eşitliğine uygunluğunun denetimi yapılmalı.
  2. Kadınlara yönelik ayrımcılık içeren bölümler müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarından çıkarılmalı.
  3. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm aşamalarında zorunlu ders olarak yer almalı.

NOT: Müfredat (AS: Yetişek) ve ders kitaplarındaki milli devlet, Atatürk, insanlık onuru, kadın ve karşıtlığına ilişkin anlatımları “Gayrimilli Eğitim” kitabımda geniş olarak okuyabilirsiniz.

Kaynaklar

[1] Recai Doğan, Ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 10, Nev Kitap, Ankara, 2018, s.75. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6328.
[2] U. Murat Kılavuz, Nihat Morgül, Veli Karataş, Eba Müslim Yaşaroğlu, Ed. Ahmet Saim Kılavuz, Akaid, MEB Devlet Kitapları, Ankara, 2018, s.39. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: http://www.eba.gov.tr/ekitap?icerik-id=6524.
[3] Abdullah Kahraman, Servet Bayındır, Recep Özdirek, Adnan Memduhoğlu, İbrahim Yılmaz, Ahmet Özdemir, Fıkıh Okumaları, 5. Basım, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2018, s.105. Ders kitabını şu bağlantıdan indirebilirsiniz: httpwww.eba.gov.trekitapicerik-id=6546.
[4] Age, s.104.
[5] Aynı yer.
[6] Age, s.104.
[7] Age, s.105.
[8] Kılavuz-Morgül-Karataş-Yaşaroğlu, age, s.27.
==============================================

Dostlar,

Yalnızca bir  soru üzerinden soruna küçük bir katkı koymak istiyoruz:
Dünyada kadın – erkek nüfusu birbirine çok yakındır. BM Nüfus Fonu’nun (UNFPA) güncel resmi verileriyle dünyada 3,776,294,273 erkek; 3,710,295,64  kadın vardır. Kadın nüfus erkek nüfustan 66 milyon daha eksiktir. Bu denge aşağı yukarı tüm ülkelerde geçerlidir. Erkek nüfus, kadın nüfustan büyüktür

Türkiye’de ise, 2018 sonu TÜİK verileriyle;

  • Erkek nüfus oranı % 50,2 (41 139 980 kişi), kadın nüfus oranı %49,8
    (40 863 902 kişi). Erkekler sayıca 175 bin kişi daha çok kadınlardan..

Böylesi bir demografik yapıda 1 erkeğin 1’den çok kadınla evlenebilmesi matematiksel ve biyolojik bakımlardan olanaksız.

Bu yol açılırsa toplumsal denge bozulur ve çok sayıda erkek kendisine evlenecek kadın bulamaz. Zina ve evlilik içi yasal olmayan ilişkiler artar, çocukların soybağı karışır.. 1’den çok kadınla evlenebilen erkekler, evlenecek kadın bulamayan başka erkeklerce deyim yerinde ise boynuzlanır

Argo olmasın ama; biri yer, biri bakarsa, kıyamet ondan kopar..

Oysa İslamiyette evlilik, yukarıda da aktarıldığı gibi, teşvik ediliyor. İlgili Ayetlerin hangi koşullarda geldiğine bakmak gerekir. İslamiyetin kuruluşunda Mekke – Medine arası savaşlarda erkekler kırılıp kadınlar geride çocuklarıyla sahipsiz kaldığından, Muhammet Peygamber belli koşullar ve sınırlamalarla, maddi durumu elverişli….. erkeklerin bu kadınları bir tür sahiplenerek korumaya almalarını önermiş olabilir.

Günümüz koşullarında bu Ayetlerin yaşama geçirilmesi olanağı yok…
Kuran‘ın daha pek çok ayetinde de durum aynı.
Ayrıca Kuran hükümlerinin günümüz toplumlarının olağanüstü çeşitlenmiş ve karmaşıklaşmış tüm gereksinimlerini devingen biçimde karşılama olanağı da yok.. Çünkü İmam Gazali‘den bu yana 7-8 yüzyıldır İçtihat Kapısı kapalı…

Tanrı, hiç değişmeyecek hükümler koyarak insanları çözümsüz bırakıp bunaltmayı hedeflemiş olabilir mi!

İslamiyet, çağın koşullarının zorlaması karşısında Hıristiyanlık gibi reformunu yapmamakta direnirse, en büyük kötülüğü kendisine kendisi, bu akıl dışı ve sürdürülemez, inatçı tutumuyla yapmış olacaktır.. Bu bağlamda Deizm, Ateizm gibi akımların – inançların artışından yakınma son derece temelsizdir. Aklı başında İslamcılar, söz konusu direnci ve bilinen öznelerini sorgulamak ve aşmak zorundadırlar..

Sevgi ve saygı ile.
25 Ağustos 2019, Tekirdağ


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

Suay Karaman : PENİS KAFALILAR

PENİS KAFALILAR

portresi

Suay Karaman

TBMM Başkan Vekili, AKP Kayseri Milletvekili, hukukçu Sadık Yakut,
14. Ulusal Çocuk Forumu 
etkinliğinde yaptığı konuşmada kızlı-erkekli karma eğitimi eleştirdi. Karma eğitimi büyük bir yanlışlık olarak değerlendiren Sadık Yakut,
bu yanlışlığın önümüzdeki dönem içinde düzeltileceğini sözlerine ekledi.

Cumhuriyetimizin 90. yılını kutladığımız günümüzde, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin TBMM Başkan Vekili’nin sığ, çarpık, sapık ve Ortaçağ zihniyetinde olması, ülkemiz adına çok kaygı verici bir durumdur.

Gelen tepkiler üzerine Sadık Yakut; “Bu benim, eğitimde alternatif olarak söylediğim sözler. Partimin görüşü değil.” açıklamasını yaptı. Ancak karma eğitime karşı olma fikrini, konu ile ilgili yeni bir düzenlemenin habercisi olarak algılamak gerekir.
Muhalefet partilerinin özellikle de CHP’nin karma eğitimi reddeden TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut‘un yönettiği tüm oturumları boykot etmesi gerekir.
Yoksa laf kalabalığı ile yapılan protesto, yalnızca göstermelik olur.

Şimdi siyasal iktidar, kızlarla erkeklerin okullarını, yurtlarını, kantinlerini, yemekhanelerini, merdivenlerini, girip çıktıkları okul kapılarını, ulaşım araçlarını ayırmak için çalışmalar yapmaktadır. Bundan sonra eğlence ve dinlenme yerlerinin, alışveriş yapılacak yerlerin, hastanelerin, kamu dairelerinin, parkların ve yolların bile ayrılmasını gündeme getireceklerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaçağ karanlığına çekmek isteyen bu iktidara,
gerekli ders, kadınların öncülüğünde verilmelidir. Çünkü Türk Kadını, uzun yıllar önce Atatürk’ün verdiği hakları sonuna dek korumasının gerekliliğini artık anlamıştır. Kadınların öncülüğünde çağdaş, karma, laik, bilimsel eğitime karşı girişilen
kirli saldırılara direnerek, bu saldırıları püskürtmek gerekliliği vardır.

Kendi azgınlıklarına sahip olamadığı için kadını örtmeye çalışmak, kendi sapkınlıkları uğruna akıl almaz yasaklarla kadınları eve kapatarak, yaşamın dışına itmek, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmamaktadır. Kadını cinsel kimliğiyle
gündeme getirip
, aşağılayanların içinde kadına karşı bastırılmış bir korku vardır.
Bu korku, kadınları görmemek için sürekli kaçma üzerine kurgulanmış, sapkın bir kişiliğin oluşmasına neden olmaktadır.

Bu penis kafalı sapkın kişiliğin sonucunda da, kadınlar mağdur edilmektedir.

Bugün ülkemizde artan kadının mağduriyeti çerçevesinde, kadına yönelik şiddetin de sürekli olarak arttığı görülmektedir. Siyasal iktidar kadınların özgürlüğünü kılık kıyafete indirgerken, ürkütücü boyutlara ulaşan dövülen, tecavüze uğrayan, yaralanan, öldürülen kadınların sorunları için, somut bir şeyler yapmamaktadır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye’nin, şiddet gören kadınlar sıralamasında
86 ülke arasında 75. sırada yer alması, ülkemizdeki kadınların içler acısı durumlarını
göz önüne sermektedir.

100. yılında İmam Hatip Liseleri Uluslararası Sempozyumu’nda, Atatürk dönemine karşı çirkin ve yakışıksız sözler söylenmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı
Yusuf Tekin
“1930’lu yıllar bir daha asla yaşanmasın” derken,
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, Atatürk dönemi ve çağdaşlaşma hareketlerini “hüzünlü ve sıkıntılı bir dönem” olarak tanımlamıştır.
Sürekli olarak Atatürk’ten kaçan ve eleştiren bu Ortaçağ zihniyetinin,
kendi karanlıklarında boğulacağı günler yakındır.

Sadık Yakut’a göre, karma eğitim büyük bir yanlışlıkmış!

  • Ancak asıl yanlışlık AKP iktidarıdır!

21. yüzyıl Türkiye’sinin yüz karası olan bu siyasal iktidar sayesinde, her konuda dünya sıralamalarında en sonlarda yer almaktayız.

  • Beyinleri ile penisleri yer değiştirmiş, penis kafalı Ortaçağ zihniyetli insanların yönetiminde, laik ve demokratik cumhuriyetimiz sözümona din kurallarına göre düzenlenmek istenmektedir.

Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlığı, toplumun çağdaşlaşma yolunda ilerlemesini sağlayacak ve Ortaçağ karanlığına geçit vermeyecektir.

İlk Kurşun Gazetesi
(25 Kasım 2013)