Etiket arşivi: İBRAHİM Ö. KABOĞLU

KPD ayrıştırıcı, DHD ise birleştirici

Yurttaş, kuralı koyan (yasama), onu uygulayan (yürütme) ve uyuşmazlıkları çözen (yargı) organların birbirinden ayrı olduğuna, hukuk önünde herkesin, eşit olduğuna inanmalı. Cumhuriyet’in niteliklerinin özü, demokratik hukuk devleti (DHD): yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı organlarda toplanması anlamında erkler ayrılığı.

2017 Anayasa kurgusu, beş yıllık uygulamasında tek kişili yürütme, yasama ve yürütmeyi güdümü altına almasının ötesinde parti başkanlığı yoluyla Devlet tüzel kişiliği ile özdeşleşti. Öyle ki, parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme (PBDBY), adeta kişi+parti+devlet (KDP) birleşme (füzyon) sürecini beraberinde getirdi.

BİRLEŞME VE AYRIŞTIRMA

Bu üçlü füzyon, toplumu ayrıştırdı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) başkanı kişiliğinde somutlaşan üçlü birleşme, Cumhur İttifakı eşliğinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) desteğiyle pekişti.

TBMM’de AKP’nin, Anayasa ve kamu yararına aykırı da olsa, her yasa önerisini kayıtsız koşulsuz destekleyen MHP, araştırma önergeleri görüşmelerinde yok.

Ama toplumu ayrıştıran asıl füzyon, ‘dava’ ve ‘yürüyüş’ sloganlarında somutlaşmakta.

Hiçbir felaket, tarihi yürüyüşümüzü sekteye uğratamayacak” (D. Bahçeli).

‘Dava arkadaşlığı’ ise, Erdoğan’ın süreğenleşen söylemi.

Dava yürüyüşü’, Cumhur İttifakı ortak paydası olarak görülebilir.

Türkiye ülkesi/Türkiye toplumu ve Türkiye Devleti’nin tarihsel/kültürel ve doğal değerleri ile anayasal ve siyasal belleğini silmeye çalışan zihniyet için “iktidar bekası”, her şeyin önünde. Bu bakımdan dava yürüyüşü, siyasal münavebe yollarını elden geldiğince tıkama ana hedefine odaklı. 2022 seçim ve sansür yasaları, Cumhur İttifakı’nın, siyasal iktidarı sürdürmek için baskı araçları.

Kuşkusuz “dava yürüyüşü”, Devlet düzleminde hukuk ve demokrasiye, toplumsal alanda da insan hakları değerlerine yabancı.

Hal böyle olunca, toplum, “dava yürüyüşü” yanlısı ve ötekiler biçiminde ayrıştırıldı ve bu süreçte, AKP ve MHP Genel Başkanlarının söylem, işlem ve eylemleri belirleyici oldu.

AYRILIK VE BİRLEŞTİRME

Erkler ayrılığı kuramına göre, yasama, yürütme ve yargı organlarında somutlaşan devlet örgütünün işleyişi, kurumlar ve kurallar yoluyla ilkeler ve değerler bütününde sağlanır.

Hak ve özgürlük öznelerinin gönüllü birlikteliğine dayanan özerk toplum yapısı, ancak demokratik devlet çatısı altında kurulabilir.

Yöneticilerin talimatlarıyla değil, hukuk kuralları ile biçimlenen toplum, hukuk toplumu veya demokratik toplum olarak nitelenir.

Özetle, erkler ayrılığı ekseninde işleyen anayasal demokrasi, toplumu birleştirici bir işlev görür.

YSK’NİN TARİHSEL İŞLEVİ

DHD, şu halde sivil alana hukuk toplumu kavramı ile yansır. Hukuk toplumu, toplumsal barış ve birliktelik güvencesidir.

CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı, Millet İttifakı olarak DHD yolunun ilk adımı. Kuşkusuz bu yolda, HDP’nin öncülük yaptığı demokratik parlamenter rejimi savunan Emek ve Özgürlük güçbirliğinin payı da belirleyici.

Bu süreçte hukuk yoluyla demokrasi kavramı öne çıkarılmalı ve uygulamaya konulmalı.

10 Mart günü Sayın Erdoğan, kameralar önünde imzaladığı seçimlerin 18 Haziran yerine 14 Mayıs’ta yapılması kararı ile topluma meydan okuyarak kampanyayı da başlattı.

3. kez adaylık yasağından seçimlerde uygulanacak yasaya, parti genel başkanı CB adayına uygulanacak seçim yasaklarından sandık güvenliğine uzanan seçim sorunları karşısında tek belirleyici anayasal organ, Yüksek Seçim Kurulu (YSK).

Demokrasi inşası için yola çıkan partiler, başvuru haklarını kullanarak YSK’yi hukuki kuşatma altında tutmalı, toplumsal bütünlük ve gelecek kuşakların barış içinde yaşaması için.

Gezi’ye selam: Turizmi Teşvik ve Uludağ Alan Yasaları ardından Orman Kanunu değişikliğini görüşen AKP-MHP koalisyonu, ‘Türkiye ekosistemi’ne ihanet ediyor. Güvenli çevrede yaşam için mücadele bedelini özgürlükleriyle ödeyen Av. Can Atalay’a nice yıllar dilerken, Sevgili Mücella, Çiğdem ve Mine’ye, Hakan, Osman ve Tayfun’a selam olsun!

Deprem, seçimler ve üniversiteler

10 Mart günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, kameralar önünde imzaladığı seçimlerin 18 Haziran yerine 14 Mayıs’ta yapılması kararı sırasında, seçim konuşması eşliğinde kampanyayı da başlattı.

Beş hafta öne çekmede şu üç gerekçe kullandı: Sınavlar, hac ve deprem.

-Sınavlar; bir gerekçe değil, çünkü 2018’de de vardı.

-Hac vb. seyahatler gerekçe olarak kullanılamaz; çünkü yurttaşlar, oy hakları ve başkaca hak ve özgürlüklerini kullanmak arasında tercih hakkına sahip.

-Deprem ise, seçim gerekçesi değil engeli; çünkü, seçime harcanacak emek, felaketin yaralarını sarmak amacıyla kullanmaya yönlendirilebilirdi.

Ya anayasal gerekçe?

TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na seçimleri yenileme yetkisini tanıyan madde 116 gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” neden ve amacına dayanır. Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Tam tersine, seçim takviminin 3 aylık OHAL süresi ile örtüşmesi nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, enkazlar altındaki binlerce depremzedeye henüz ulaşamamışken, kurtarılanların barınma sorunları giderilememişken, deprem yaralarını sarmak yerine seçim tarihini öne çekmek, iki şekilde açıklanabilir:

-Deprem yaralarından yararlanmak,

-14 Mayıs’ı demokratik görüntü için kullanmak.

ÜNİVERSİTELER KAPALI

Afet bölgesi ilanı yeterli olduğu halde OHAL ilanı ve uygulaması, Türkiye genelinde depremzede yaratmakla sonuçlandı. Şöyle ki; ilkin, depremzedeler için oteller açılacak, dendi; ama, öğrenci yurtları depremzedeler için boşaltıldı; üniversiteler kapatıldı.

Üniversitelerde derslerin uzaktan verilmesi ve farklı uygulama biçimleri, öğretim üyesi ve öğrenci arasındaki iletişimin tümüyle koparılması riskini de birlikte getirdi.

Üniversite öğrencilerini öğrenim hakkından yoksun kılmak, Anayasa’nın başta 13, 42 ve 130. maddelerine aykırı olduğu gibi, madde 15’e de aykırı. Neden madde 15? Çünkü bu maddeye göre, savaş halinde bile, hak ve özgürlüklerin kullanımı, ancak durumun gerektirdiği ölçüde durdurulabilir.

Haliyle, Maraş merkezli bölgesel deprem nedeniyle Türkiye genelinde üniversitelerin kapatılması, deprem ile gerekçelendirilemez. Bu uygulama, deprem yaralarını sarmak bir yana, Türkiye genelinde deprem mağduru yaratmak ve depremzede öğrencileri ise, daha çok mağdur etme sonucun doğurmakta.

ATOMİZE GENÇLİK

Şöyle ki; bölgesel deprem, örneğin Artvin ve Muğla, Edirne ve Hakkari yurtlarını boşaltmayı ne ölçüde gerekli kılar? Ya da Ankara, İstanbul ve İzmir üniversiteleri öğrencilerinin yüzde kaçı yurtlarda kalmakta?

Bu nedenle, deprem illeri dışındaki üniversiteler açık tutularak hibrid (karma) yöntem ile öğretim üyesinin hazır bulunan öğrencilere verdiği dersleri, uzaktan katılıma da açık tutmak, en rasyonel (ussal, akılcı) çözüm olacaktı.

Bugünkü uygulama ise, on milyona yakın genci evlerine kapattığı gibi, barınaksız depremzedeleri, uzaktan katılımdan da alıkoymakta.

Yaklaşık 13 milyon yurttaşın etkilendiği deprem bahanesiyle, sayıları on milyona yaklaşan gençliği evlerine kapatmak, ancak seçim kaygısı ile açıklanabilir:

  • Gençleri birbirinden soyutlamak!

Üniversite gençliğini kamusal etkinlikten alıkoymak, demokratik toplumu bastırarak seçimlere giden yolda serbest kamuoyu oluşumunu engelleme amaçlı.

DEMOKRASİ Mİ, MONOKRASİ Mİ?

Bu ortam ve koşullarda 14 Mayıs, olsa olsa demokratik hukuk devleti yanlısı Millet İttifakı için simgesel bir tarih olabilir; yoksa, tek kişi yönetimini pekiştirme amaçlı Cumhur İttifakı sloganı olamaz.

Deprem yaralarını sarmak yerine, deprem felaketinin seçimler için yarar sağlamasını bekleyerek ve bu amaçla üniversite gençliğini evlerine kapatarak 14 Mayıs’ı araçsallaştırmak da, ‘monokrasi bekası’ için yeterli olamaz.
***
Bir düzeltme  : Muharrem İnce’ye 2018 CB adaylığı sırasında CHP tam destek verdi; dahası, vekil adayları bile, TBMM seçimlerinden çok CB kampanyasına öncelik verdi.

Seçmen iradesini gölgeleyici zorlamalar

SİYASET09.03.2023, BİRGÜN

 

Anayasa’ya sadakat andı içmiş olan seçilmişlerin açıklamaları, 2023 seçimlerine ilişkin olarak halkın özgür tercihini gölgeleme eğilimini dışa vurmakta ve seçim hukukuna ilişkin aykırılıkları yansıtmakta.

Aykırılıklar, adaylık, seçim tarihi, uygulanacak yasa ve süre bakımından açıktır:

Tarih: 18 Haziran seçimlerini 14 Mayıs’a almanın hiçbir haklı gerekçesi ve nedeni yok. Üstelik 14 Mayıs, üç aylık OHAL dönemi ile örtüşmekte. Seçimleri öne almak, bu bakımdan da sakıncalı.

Adaylık: 2007’de konulan ve kesintisiz biçimde yürürlükte olan ”Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” kuralına göre, görevdeki Cumhurbaşkanı’nın 3’üncü kez aday olabilmesi için TBMM kararı gerekli.

Uygulanacak yasa: Eğer seçimler 14 Mayıs’a çekilirse, seçimlerde uygulanacak yasa hangisi olacak? 6 Nisan 2022 günü Resmi Gazetede yayımlanan 7393 sayılı Yasa, Anayasa md. 67 gereği, bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanamaz. 14 Mayıs için seçim takvimi mart ayında başlayacağına göre, uygulanacak yasa hangisi olacak?

60 gün mü, 90 gün mü: Yenileme kararının Cumhurbaşkanı’nca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen ………… ilk pazar günü oy verilir (2839 sy. MV Seçim K., md.8/2). Bu kural yürürlükte.
(AS: Madde metni eksik aktarılmış, tümü şöyle :
“Yenileme kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından verilmişse Meclis, seçimin yapılacağı tarihi de belirler. Yenileme kararının Cumhurbaşkanınca verilmesi halinde, bu kararın verildiği günden sonra gelen doksanıncı günü takip eden ilk pazar günü oy verilir.”)

OHAL CBK’LERİ…

OHAL ilanı TBMM’de oylanmadan önce (9 Şubat) uyarmıştım:

-OHAL’e gerek yok, mevzuat yeterli…

-OHAL ilanı TBMM’ce onaylansa da, OHAL yasası yeterli; ayrıca OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) çıkarmaya gerek yok.

Ne var ki, 2 Mart’a kadar çıkarılan 11 OHAL CBK’si, düzenleme konularıyla ilgili yürürlükteki yasalar ile çakışmakta ve birçok maddesini yürürlükten kaldırıcı sonuçlar doğurmakta; OHAL amacı dışına çıkmakta; zaman olarak, OHAL sonrası dönemi etkileyici düzenlemeler öngörmekte. Dahası, konuları, TBMM gündemindeki yasa önerileri ile örtüştüğü halde, bunlarla hiçbir ilişki kurulmamakta.

CBK 126 ÖRNEĞİ

Yürürlükteki yasalarda afet sonrası yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin düzenlemeler vardır. Oysa CBK-126, afet sonrası yasal düzenlemeleri (örn.7269 sy. yasa) yok saymaktadır.

OHAL önlemleri zamanla sınırlı olması gerekirken CBK-126, olağan dönemde etkisini sürdürecek düzenlemelerle; olağan mevzuattaki sınırlayıcı ve koruyucu hükümlere aykırı düşecek hukuksal ve fiili (eylemli) durumlara, özellikle meraların ve ormanların yapılaşmaya açılmasına ve mülkiyet hakkı ihlallerine yol açmaktadır. Oysa

  • Depremzedelerin konut ihtiyacının ivedi olarak giderilmesi için ormanlık arazilerin ve meraların yok edilmesi gerekmemektedir.

TBMM tarafından görüşülüp karara bağlanacağı yaklaşık üç ay sonraki tarihe kadar, Anayasa’ya aykırı bu CBK temelinde başlayacak inşaatlar ilerlemiş olacak ve depremzedeler konut beklerlerken TBMM’nin mevcut (varolan, eldeki) inşaatların yıkılmasına yol açacak biçimde bir tutum alması olanaklı olamayacak.

Dahası, milyonlarca insanın yaşam hakkını etkileyecek iskân (yerleşim) alanlarının belirlenmesinin ve söz konusu kriterlerin (ölçütlerin) saptanmasının, nesnel ve bilimsel olarak maddi ve şekli anlamda yasa düzeyinde yapılması gerekirdi. Bu hususların Bakanlığın keyfî takdir yetkisine bırakılması, yaşananlardan ders alınmadığı göstermekte olup, Anayasa’nın yaşam hakkını düzenleyen 17’nci maddesi ve hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2’nci maddesiyle çelişmektedir.

SOL İLE DİYALOG

OHAL gölgesinde seçim yolunda en önemli gelişme, CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı tarafından Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmiş olmasıdır. Bütün halkın adayı olarak Sn. Kılıçdaroğlu’nun, başta HDP gelmek üzere sol ile diyalog içinde seçim kampanyası yürütmesi pek doğal.

Bunu yapması, yalnızca seçimi kazanması için değil, demokratik siyaset ve demokratik toplum gereğidir.

Demokratik güç birliği yelpazesinin genişletilmesi, ‘kişi+parti+devlet birleşme süreci’ ile özdeşleşen Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasında eşit olmayan yarışma koşullarının dengelenmesi açısından da önemli ve yaşamsaldır.

OHAL’de seçime hayır!

SİYASET02.03.2023, BİRGÜN

 

8 Şubat 2023’te TBMM’de, 3 ay süre ile OHAL ilanına ilişkin kararın 1 aya indirilmesine ilişkin önergeyi TBMM başkanı oya sundu:

AKP’lilerin de oylarıyla kabul edildi.

Uğultular başladı ve -genellikle olduğu üzere oylama sırasında salona akın eden- AKP’lilerin, neye oy verdiklerinin ayırdında olmadıkları anlaşılır anlaşılmaz oylama, İçtüzük çiğnenerek yinelendi ve AKP oylarının rengi birkaç saniyede değişti. Böylece, 2023 seçimlerine de OHAL gölgesinde gitme riski doğdu.

“SEÇİMLER, 18 HAZİRAN’DA YAPILACAK”

Seçimler, “beş yılda bir yapılır” (Anayasa md.77) gereği, seçim tarihi 18 Haziran 2023.

Buna karşılık, madde 116 çerçevesinde erken seçim CHP, HDP ve İyi Parti gibi özellikle TBMM’de temsil edilen demokratik muhalefet partilerince sürekli istendi.

AKP ve MHP Genel Başkanlarının, erken seçim isteklerini geri çevirmek için “seçimler 18 Haziran’da yapılacak” yanıtı, otomatik bir söyleme dönüştü.

Beş yıllık “18 Haziran’da yapılacak” nakaratı, seçimlere beş ay kala terkedildi ve “14 Mayıs” dillendirilmeye başlandı.

14 MAYIS’A ALINABİLİR Mİ?

TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na seçimleri yenileme yetkisini tanıyan madde 116 gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” neden ve amacına dayanır. Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Anayasal dayanaktan yoksun bulunması ötesinde, ortam ve koşullar bakımından; seçim takviminin 3 aylık OHAL süresi ile örtüşmesi nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, enkazlar altındaki binlerce depremzedeye henüz ulaşamamışken, kurtarılanların barınma sorunları giderilememişken seçim mühendisliği yapmak, yaşamını yitiren yurttaşlarımıza ve yakınlarına saygısızlıktır.

DEPREM “FIRSATI”!

OHAL ilanına karşı şu iki soru öne çıkmıştı:

-Neden ilk 6 saat değil de 36 saat sonra?

– Hangi yasal hükümler hızlı ve etkili önlemlere engel?

Bu vb. sorular yanıtsız kaldı; ama OHAL ilan edildi. Ne var ki, yine etkili ve hızlı önlemler alınmadığı için eleştirilere karşı, önce “namussuz” vb. sözlerle muhalefet partilerine hakaret Cumhurbaşkanı, acı gerçekler karşısında ise, “helallik” istendi. Oysa aslolan, yargı önünde hesap vermektir. Siyasal sorumluluktan bağışık tek kişili yürütme karşısında, “hükümet istifa” çağrısının hiçbir karşılığı yok.

Bu nedenle, planlama, imar ve yapı hukukunda düzenleme-denetleme ve yaptırım zincirini işletmeyen yetkili ve görevli makam ve kişilerin sorumluluğunu öne çıkarmak gerekiyor.

2017 kurgusunun sonucu kişi+parti+devlet birleşmesi, AFAD’dan KIZILAY’a kadar resmi kurumlar bütününü çürüttü. Deprem, sanal olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan tek kişi yönetiminin de aslında bir enkaz yığını olduğunu teşhir etti.

OHAL BİLE KURTARAMAZ

Uyarımız, deprem sırası ve sonrasında alınacak önlemler için afet bölgesi ilanının ve afet mevzuatının yeterli olduğu idi.

OHAL ilanı durumunda ise, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) yerine OHAL Kanunu’nun yeterli olacağı idi.

  • Mera ve ormanları talan riski yaratan OHAL CBK-126,
    Anayasa dışı ve keyfi düzenlemeye tipik örnek.

Görünen o ki, OHAL CBK dizisi, OHAL bölgesi ile sınırlı tutulmayacak; demokratik muhalefeti bastırmak amacıyla kullanılacak.

Zamanında seçim, OHAL’den (8 Şubat- 8 Mayıs) 40 gün sonra; buna karşılık, 14 Mayısa çekilirse seçim, OHAL’in sona ermesinden yalnızca 5 gün sonra yapılmış olacak.

Seçim, gün değil, süreçtir; bu nedenle 14 Mayıs’a hayır demek gerek.

Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak parti genel başkanı olduğu için, siyasal partiler arasında eşit olmayan yarışma koşulları, OHAL uygulamalarıyla daha da bozulacak.

Bu nedenle, 18 Haziran olan resmi seçim tarihini 14 Mayıs’a çekmek, ne meşru ne de anayasal.

Son umut olarak yine OHAL’e sarılan Cumhur İttifakı’nın olası dayatmasına karşı, Millet İttifakı, “sizi OHAL bile kurtaramaz” tavrı yerine, daha kararlı bir biçimde karşı koyabilmeli.

Afet hukuku aciliyeti

SİYASET23.02.2023, BİRGÜN

Afetler ülkesi Türkiye’de afet yönetimi için hukuk, bilim, eğitim ve örgüt yönleri ile bütünlüklü bir düzenleme, ivedi ve yaşamsaldır.

BM İnsan Yerleşimleri Dünya Toplantısı (Habitat-2, İst., Haziran 1996) üzerinden 27 yıl geçtiği halde, gerekleri yapılmadı.

Avrasya fay hattında 6 Şubat’tan bu yana yinelenen depremler, afetler hukukunu bütüncül bir yaklaşımla ivedi olmak için, ‘şimdi değilse ne zaman?’ sorusunu haklı kılmakta.

ANAYASA

Yetersizliklerine karşın 1982 Anayasası, ülkesel ekosistemi koruyan hükümler öngörmekte. Bunlar, kamu yararı ve flora+fauna+homo sapiens ekseninde yaşamın bileşenleri olarak özetlenebilir. Devletin önleme, koruma ve geliştirme yükümlülüğü, ‘güvenli ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı’nı gerçekleştirme amacına yönelik.

Son üç haftada 4 büyük deprem, Anayasayı insan yerleşimleri konusunda etkili kılmanın ne denli ivedi ve yaşamsal olduğunu bir kez daha acı bir biçimde doğruladı.

Kuşkusuz, “ülke/insan/devlet” sıralamasını yansıtması gereken yeni anayasa hedefi, afet hukuku ilkelerini düzenleyici Anayasa değişiklik gereğini perdelememeli.

YASA

Ormandan İmara, madenden çevreye, umumi afetten yönetimine, kentsel dönüşümden deprem sigortasına, yetmiş yıla yayılan yasalar yelpazesi yürürlükte. Ne var ki, bu dağınık mevzuat, öngörülebilirlik ve ulaşılabilirlik sorunları başta birçok düzenleme zaafı nedeniyle, afetler hukukunu etkili kılamadı.

Dağınık mevzuat, afet hukuku için vazgeçilmez olan şu üçlü ilkeler zincirinin ayrı ayrı ve birlikte ortaya çıkmasını engellemekte:

-önleme/kurtarma/onarma,

-düzenleme/denetleme/yaptırım,

-görev/yetki/sorumluluk,

-liyakat/uzmanlık/bilim.

Haliyle, yasal düzenleme, bu ilkeleri bütünleşik kurallara dönüştürmek için gerekli.

AFETLER YÖNETİMİ

Bütünleşik yönetim gereği, zaman ve mekan bakımından da geçerli.

Türkiye Afet Kurumu, değinilen ilkeler çerçevesinde özerk yapıda bir örgüt olarak tasarlanmalı.

Afetler Akademisi, araştırma ve eğitim kurumu olarak yapılandırılmalı.

Yeterli bütçe için sosyal ve çevresel devlet gerekleri öne çıkarılmalı.

Yerel Yönetimeler, demokratik kitle örgütleri ve gönüllü girişimler de, örgüt şeması içinde yer almalı.

HANGİ İLKELER?

İnsan hakları anlayışını değiştiren afet hukuku da, insan hakları gerekleri ışığında dönüşüme uğruyor.

Örnek olarak, aşamalara göre:

-öncesi; herkes için güvenli konut hakkı, yerleşme özgürlüğünün alansal sınırlanmasını gerekli kılar. İhtiyat ilkesi gereğince önleyici önlemlerin alınması, sağlıklı ve nitelikli bir çevrenin önemi, afetlere karşı direnç için eğitim, formasyon ve duyarlılık; önceden bilgilendirme, katılım, ifade özgürlüğü, adalete giriş, işyerlerinde, turizm ve eğlence yerlerinde afetlerin önlenmesi, en kırılgan gruplara yönelik özel önlemler, alarm alıştırmalarının düzenlenmesi vd.

esnası; haberleşme özgürlüğü, yaşam hakkı derecesinde önemli. İnsancıl yardım, afet sırasında bilgilenme ve katılım, zorla boşaltma, haysiyete saygı öne çıkar.

sonrası; temiz hava, su, gıda, sağlık ve barınma hakları için dayanışma, eşgüdüm ve saydamlık gerekleri öne çıkar. Afetlerin sonuçlarına karşı direnci güçlendirmek, iktisadi, sosyal ve kültürel hakların korunması, kişi özgürlükleri ve siyasal hakları korumak, insan haklarının bölünemez özelliğinin de gereğidir.

ÜTOPYA DEĞİL…

Yapabilir miyiz? Bu bir ütopya değil. Ama unutmayalım: bugünün ütopyası, yarının gerçeğidir.

Ne var ki, bugünün acı gerçeği, ütopya sözcüğünü bile gereksiz kılıyor. Nedir bu?

Ölümleri engelleyememe bir yana, ölü sayısını bile saptayamama gerçekliği. Şu halde, yarının gerçeğini beklemeye gerek yok: sayıları bile bilinemeyecek kitlesel ölümler gerçeği ile yeniden yüzleşmemek için bugünden alınacak önlemlerin etkililiği, hukuku etkili kılmaktan geçer.

Şu halde, etkili bir afet hukuku için, yarının gerçeği olarak ütopya değil, bugünün acı gerçeği itici güç olmalı.

  • Sonuç olarak; etkili afetler ve risk yönetimi, afet hukuku etkililiği ile kurulur.

Millet Masası Ortak Programı, bu yönde bir irade ortaya koyduğuna göre, Sn. Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı özeleştiri, eşit yurttaşlık temelinde, sorumlulardan hukuk önünde hesap sorarak anayasal demokrasi yolunu açar.

Çifte yıkım ve kitlesel ölümler

SİYASET16.02.2023, BİRGÜN

 

İlk yıkım tarihi, 16 Nisan 2017: Kurumlar, kurallar ve ilkeler kaldırıldı. Beş asırlık kurum olarak hükümet lağvedildi. (İlga için saha temizliği adına, OHAL KHK’zede onbinlerce ‘sivil ölü’ için reva görülen, ‘ağaç kabuğu’ oldu. ).

İkinci yıkım, 6 Şubat 2023 saat 04.17’de 7,7 (ve izleyen saatlerde 7,6) şiddetindeki Kahramanmaraş merkezli depremler, on binlerce (belki de yüz bin!) insanın (tasavvuru güç acılar içinde) fiziksel ölümüne neden oldu.

Karşılaştırılabilirlik sınırları bulunsa da, ‘hukuk ve politika’ kullanımında ortak paydalar belirgin: Öncesi, esnası ve sonrası aşamaları bakımından.

2016: SİVİL ÖLÜLER

Öncesi: Anayasasızlaştırma ve “anayasa suçları”.

Esnası: Darbe girişimi, ‘Allahın lütfu’ olarak görüldü.

Sonrası: Darbe girişimcilerini cezalandırmak için -suç ortaklığını kamufle edici- laik Cumhuriyet’e kasteden cemaatlere karşı durmuş demokratlar için ‘gaz odaları’ (OHALİİK) kuruldu.

2023: FİZİKİ ÖLÜMLER

Öncesi: Düzenleme, denetleme ve yaptırım düzeneklerini işletmek yerine, imar barışı adı altında ‘kente karşı suçlar affedildi. Etki analizi bir yana, imardan kamu ihalesine kadar insan yerleşimleri (habitat) ile ilgili yasalar yalnızca 27. Yasama döneminde onlarca kez, konuyla hiç ilgisi bulunmayan torba yasalara adeta tepiştirilerek ‘mevzuat enkazı’ yaratıldı. Anayasa, kamu yararı, ekosistem ve kentsel kamu düzeni kavramları ile dalga geçen AKP ve MHP’li vekiller için sayısal üstünlük, haklılık ölçütü oldu. Yürütme için, liyakat yerine partizan kadrolaşma yolunu açan düzenlemelerde sınır tanınmadı.

Esnası: Deprem, ’kader planı’ olarak görüldü. Enkaz altındaki mağdurları kurtarmak için doğrudan müdahale görev ve sorumluluğunda olan Yürütme, TSK desteğiyle çok hızlı ve seri davranmak, yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin yardımlarını kolaylaştırmak yerine, geciktirici ve dışlayıcı eylemleri öne çıkardı. Böyle bir ortamda, uluslararası insancıl hukukun katkısı da gölgelendi.

OHAL –gerekliliği bir yana- ilanı bile gecikmeli oldu.

Birçok kamu kuruluşunda olduğu üzere AFAD’ın, liyakat ve uzmanlık dışında yapılandırıldığı teşhir edildi. Ekiplerin bir kenara itilmesi ve kurtarma anında “tekbir” sloganları karşısında, eğer bunlar kendisinden kaynaklanmadı ise, AFAD ne yaptı?

Ensar Vakfı’na milyonlar aktaran Kızılay, ne ölçüde etkili oldu? (8 milyon $!)

Bu enkazın altında Devlet yatıyor” çığlıkları, “Bu enkazın altında kişi + parti + devlet (k+p+d) birleşmesi yatıyor” şeklinde okunmalı.

Can kurtarma müdahalesinde gecikmeye karşın, enkaz kaldırmak için ivecenlik arasındaki çelişki, bazı yabancı ekiplerin erkenden ayrılmasına neden olmadı mı?

Sonrası: Bu soru, sonrasına ilişkin öncelikte yanıtını buluyor: Bir yıl içinde konut inşası; yani seri ve hızlı inşaat. Konut yapımına ilişkin projeler, yine tek kişi iradesi ile ortaya konulmaya başlandı; gündemde ne afet mevzuatı ne de idari yapılanma var. Konut inşaat vaadi var, ama standartlar yok ortada.

Şu da sorgulanmıyor: Düzenleme-denetim ve sorumluluk (yaptırım) zincirinde ne tür zaaflar meydana geldi?

Yurtları tahliye ve üniversiteleri tatil eylem ve işlemleri de hukuksal dayanaktan yoksun.

YASA/YAPI/YARGI

Özetle, çifte yıkım eşliğinde “siyaset-din-ticaret” üçgeni, yüzbinleri enkazlar altında bıraktı. Oysa yaşama öncelik, liyakat-uzmanlık ve bilim üçgeninde mümkün. Bunun için ivedilik taşıyan düzenlemeler:

Afet Yasası: Yeterli birikim var ve bunda, güçlü bir saha deneyimi de olan CHP’nin,
‘hak-hukuk-adalet’ ekseninde öncülüğü belirleyici olacak.

Afet siyasal/idari yapılanması: Bakanlık veya uzmanlık ilkesine dayalı güçlü bir özerk yapı,
TBMM’de Afetler Komisyonu,
Özel yetkili uzmanlık mahkemeleri.
Deprem sonrası bu hızlı adımlar, şu üçlü inşa ana hedefi pekiştirici olmalı:

-Anayasa ve hukuk,
-Siyasal rejim ve kurumlar,
-Türkiye.

  • Gerçekte, enkaz altında kalan Türkiye Cumhuriyeti değil,
  • Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla dayatmanın ürünü olan k+p+d birleşmesi/füzyonu.

Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yanlıları, toplumun bireysel ve kolektif yaşam hakkını güvencelemek için Türkiye Cumhuriyeti tüzel kişiliğini inşa görev ve sorumluluğu ile de karşı karşıya.

OHAL değil, afet bölgesi…

Emsalsiz ve onulmaz acı, asla unutulamaz ve hiçbir aymazlık hoş görülemez!

6 Şubat sabahı saat 04.17’de ve sonrası, 10 ilimizi vuran ağır deprem felaketi karşısında, yapılması gereken ilk iş, afetlere ilişkin yasal düzenlemeleri etkili bir biçimde yürürlüğe geçirmekti. Bunun yerine, yaklaşık 36 saat sonra ilan edilen OHAL, anayasal ve siyasal tartışmaları haklı olarak öne çıkardı.

7269 Sayılı Yasa başta gelmek üzere, afetlere ilişkin yasal düzenlemeleri etkili biçimde uygulamaya koymak yerine, Anayasa madde 119’da öngörülen OHAL ilanı, madde ölçülülük (md.13) ilkesini öne çıkardı. Şu halde OHAL, gereklilik, elverişlilik ve orantılılık ölçütleri açısından nasıl değerlendirilmeli?

OHAL

Anayasanın 119 uncu Maddesi ile 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Göre Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa İllerinde 8/2/2023 Çarşamba Günü Saat 01.00’dan İtibaren Üç Ay Süreyle Olağanüstü Hal İlan Edilmesi Hakkında Karar” (KS: 6785; RG:8.2.23).

AFET BÖLGESİ

Oysa, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun, olağanüstü hâl ilanına gerek kalmaksızın, afetle mücadelede idareye önemli yetkiler vermekte. Bu Kanun’un, uygulandığı afet bölgelerinde vali ve kaymakamlara olağan zamanda sahip olmadıkları yetkilerin verilmesi suretiyle (yoluyla) özellikle arsa, bina, araç, tıbbi malzeme, ilaç, yiyecek, giyecek gibi mal temini ve afet bölgelerinde askeri güçlerden vali ve kaymakamın talep ettiği yardımların gerçekleştirilmesi mümkün. Ayrıca, afet bölgesi ilanıyla borç ertelemesi ve vergi muafiyeti olanağı da sağlanmakta. Haliyle, olağanüstü hal rejimine geçilmeden de yürütmenin ve idarenin elinde depremlerin yarattığı yıkıma karşı kullanılabilecek yeterli araç var.

GEREKLİ Mİ?

Şu halde, 7269 Sayılı Kanun’un sunduğu olanaklar nedeniyle OHAL ilanı gerekli değil. Burada tartışılması gereken husus şu: adı geçen 10 ilde alınması gereken önlemler çerçevesinde 7269 Sayılı Yasa, hangi bakımlardan 2935 Sayılı Yasa ile öngörülen yetkilere göre eksik kalmakta?

Bu soruya yanıt verilmediği sürece, OHAL ilanı, gereklilik ölçütü açısından karşılıksız kalmakta.

ELVERİŞLİ Mİ?

7269 Sayılı Yasa, alınması afet sırasında gereken önlemlere elverişli yetkiler tanıdığına göre, bunu etkili bir biçimde uygulamak yerine OHAL düzenlemeleri çerçevesinde kullanılacak yetkiler, amacı aşan araçlar olarak elverişli özellik taşımaz.

Bu nedenle, uygulama sırasında, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu çerçevesinde önlemler alınmalı; seçimlere aylar kala depremler bahane edilerek OHAL Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarılmamalı.

ORANTILI MI?

Meğer ki OHAL ilanı, açıklanmayan nedenlerle başka gerekli olanaklar sağladığı varsayılsın; bu durumda dahi, OHAL süresinin (örneğin) niçin bir ay değil de üç ay olduğu belirsiz. Kaldı ki, 7269 Sayılı Kanun’da, vali ve kaymakama tanınan olağanüstü yetkiler için olağan olarak 15 günlük bir süre belirlenmişken ilan edilen OHAL için öngörülen üç aylık aşırı uzunluktaki sürenin hiçbir açıklaması yok.

ÜÇLÜ TEST YAŞAMSAL

Güncel ölçülülük testi ötesinde, şu üçlü test de gerekli: işlemler, zaman ve an itibariyle.

İşlemler bakımından; yapı hukukuna ilişkin etkili düzenleme, denetleme ve yaptırım.

Zaman bakımından; düzenleme, denetleme ve yaptırım üçlüsünün doğal afet öncesi, esnası ve sonrası uygulanması ve etkililik derecesi.

An olarak; merkezi ve yerel yönetim işbirliği, konuyla ilgili uzman kuruluşlar ve STÖ’leri dışlamadan ulusal dayanışma gerekliliği.

Çok acı, ama gerçek şu: 1999 depreminden bu yana, ‘düzenleme, denetleme ve yaptırım’, etkili biçimde uygulamaya geçirilmedi. Haliyle, doğal afet öncesi işlemler, bilimsellik testinden geçirilemedi. Dahası, -an olarak- doğal afet kurtarma çalışmaları, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme’nin keyfiliği ile damgalandı.

TBMM: Tek kişi için mesai mi?

Ocak 2023’e damgasını vuran siyasal söylem ve yasama işlemi:

-14 Mayıs sloganı.

-Slogan sahibi hizmetinde yasama faaliyeti.

14 MAYIS

18 Haziran seçimleri için, hiçbir haklı gerekçe bulunmadığı halde ‘14 Mayıs’ çıkışı, seçim gündemini etkiledi ve parti başkanları bu tarihi, olağan seçim günü olarak kanıksadı.

Kararı, –360 çoğunluk gereği– TBMM alamayacağına göre, 2’nci dönem görevde olan Cumhurbaşkanı’na adaylık yolunu meşru kılmaya yönelik söylem neden?
Eğer seçim 14 Mayıs’ta yapılırsa, hangi yasa uygulanacak?

Seçimlere ilişkin bu ve benzeri ciddi soru ve sorunlar, ‘14 Mayıs korosu’ ile adeta örtüldü.

NORM MU, PROGRAM MI?

Ya Ocak’tan Şubat’a sarkan bir düzine yasa ve önerisi ile amaçlanan?

Amaç açık:

Bütün siyasal kesimlerin çabucak içselleştirdiği ‘14 Mayıs’ slogan sahibi lehine seçim yatırımı. Düzenlemelerin büyük bölümü, akçasal iyileştirmelere ve rant dağıtımına ilişkin. Öyle ki, yasal düzenleme, norm ve program hüküm karışımı görünümünde. Örneğin, üç sayfadan oluşan tek maddelik konut edindirme yasasının madde başlığı: yeni konut finansmanı programı.

YASALAR

İşte Ocak yasaları:

Antalya Diplomasi Forumu Vakfı: Akçasal konularda tahsis yetkileri de olan bir tür Saray’ın dışişleri ofisi.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası…(torba): Yüzde 30 maaş zammı ile yüzde 100’ü aşan enflasyon karşısında memurlarla dalga geçen düzenleme.

Uludağ Alan Başkanlığı: Saray üzerinden Uludağ ekosisteminin bozulması. Amaç, turizm ve para.

Devlet Memurları…(torba): Bir kısım sözleşmeli personelinin kadroya geçirilmesi.

Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi…(torba): Dar gelirlilere değil, orta ve üst gelir sahibi katmanlara konut edindirme amacı.

Odalar ve Borsalar Birliği…( torba) : Oda ve borsa istemlerini düzenliyor.

ÖNERİLER

Şubat’a kayan öneriler:

Yükseköğretim Kanunu…(torba): AYM kararı dolanılarak, öğrencileri mahkeme kararı olmadan üniversitelerden uzaklaştırma amaçlanıyor.

Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Vakfı: Türk-İslam arkeolojisi ile sınırlı olarak tasarlanan Vakıf, tarihsel ve kültürel değerlere dışlayıcı bir bakışı yansıtıyor.

Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması…(torba): Borç yapılandırması ve vergi affına ilişkin 24 maddelik metin, yasa tekniğine uygun yazılsa, 70-80 maddeye çıkar.

EYT: Erken yaşta emeklilik, eksik ve aksak…

Çevre kanunu…(torba): Keyfiliğe açık ve çelişkili düzenlemeler.

Anayasa değişikliği: CHP-HDP ve İYİ Parti karşı çıktığı halde seçim sandığına yönelik AKP-MHP’den Anayasa’ya aykırı değişiklik gündemi.

ANAYASA VE KAMU YARARI YOK

Anayasa yokmuş, yasaların amacı kamu yararı değilmiş yaklaşımıyla son haftalara sıkıştırılan düzenlemelerde, yasa tekniği ve nitelikli yasa vb. özellikler bir yana, vasat yasa bile “mum ışığı” ile aranır oldu.

Gündem yüklemesi ve komisyon çalışmalarının çakışması, hacim geniş ama (sayıca) azaltılmış maddeler şeklinde yazılan önerileri ile amaçlanan, TBMM’de müzakere sürecini en aza indirerek elden geldiğince hızlı geçmesini sağlamak.

Anayasa’ya uygunluk ve kamu yararı ölçütü, Anayasa andı ile göreve başlayan vekillerin çoğunluğuna yabancı. Dahası, “dokunulmazlık, Anayasa’ya aykırı yasayı meşru kılar” mealinde (anlamında) söz edebilen vekiller de TBMM’nin utancı.

YÜZYILLAR MECLİSİ!

Önerilerde ortak ölçüt, akçasal temelde “seçime yönelik”; ama farklı toplum katmanlarına geçici de olsa nefes aldıracak maddeler içerdiği için, muhalefet de ilke olarak karşı çıkamıyor.

Kurtuluş (1919-1922) ve Kuruluş (1920-1923) yüzyılları Meclisi, beş yıllık dönemini, -muhtemelen beş hafta eksiği ile- bir kişinin istikbaline yönelik yasalarla tamamlayacak.
TBMM adına esef verici.

Ortak Politikalar Metni açıklaması ile Şubat’a güçlü bir adım atan parti başkanlarının,
“14 Mayıs sloganı”nı kayıtsız koşulsuz içselleştirmiş görüntüsü ise, Millet İttifakı çelişkisi.

Cumhur İttifakı’nın AKP-MHP vekillerini sadece (yalnızca) el kaldırmak için Meclis’e sokmada zorlanması ise, her şeye karşın bir teselli vesilesi.

Seçimler: Anayasa/yasa/aday

SİYASET 26.01.2023, BİRGÜN

Seçimler 18 Haziran 2023 yapılacak” cümlesini dillerine pelesenk edenler, tıpkı, 3 Kasım 2019’da yapılması anayasa gereği olan seçimleri 24 Haziran 2018’e aldığı gibi, 17-18 Ocak’ta yüz seksen derece çark ederek, ‘14 Mayıs’ta yapılacak’ dediler.

Makul olmayan süreler, fazla uzun (1 yıl dört ay) ve fazla kısa (1 ay dört gün).

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) kurgusunun belirgin özelliği olan ölçüsüzlük ve keyfilik, anayasal düzeni askıya almış bulunuyor.

Üç sorun öne çıkıyor:

-Yenileme nedeni,
-Uygulanacak yasa,
-3’üncü kez adaylık.

YENİLEME NEDENLERİ

Hukuk devleti gereği seçimleri yenileme kararını haklı kılacak nedenler olmalı. Nitekim, TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na bu yetkiyi tanıyan madde 116 (Teklif md. 12) gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” olanağını amaç olarak belirlemiştir.
Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Bu nedenle, 18 Haziran’da yapılacak seçimlerin 14 Mayıs’a çekilmesine ilişkin Meclis veya Cumhurbaşkanı (CB kararı), anayasallık sorunu ile gölgelenecek.

HANGİ YASA?

Seçimlerde uygulanacak yasa ise, Anayasa madde 67/son’da öngörülen, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde uygulanmaz.” kuralı gereği, seçim takviminin başladığı tarihe göre belirlenir. Zira seçim hukukunda seçimin başlangıç tarihi, seçim işlemlerinin ve seçim sürecinin işlemeye başladığı gündür.

Madde 67/son’un amacı, AYM’nin de vurguladığı üzere, “Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran parti veya partilerin seçime bir yıl kala seçim sürecinde kendi lehlerine veya diğer parti ya da adayların aleyhine sonuç doğuracak biçimde değişiklikler yapılmasını öngören yasal düzenlemeler” dir (AYM, E.K: 2019/16). Seçim yasaları ibaresi ile, “seçmen iradesinin seçim sonuçlarına yansımasına tesir edebilecek veya seçime katılanlardan bir kısmına herhangi bir şekilde avantaj
ya da dezavantaj oluşturma sonucunu etkileyebilecek düzenlemeler
” kastedilmekte (prg. 13).

Bu nedenle, seçim başlangıcı 6 Nisan öncesine denk gelen seçim takviminde, bu tarihte henüz yürürlüğe girmemiş olan 7393 sayılı yasa değil, değişiklikten önceki yasal düzenleme uygulanacak.

3’ÜNCÜ KEZ ADAYLIK

  • Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir (md.101/2, 2007).

Görevdeki CB, –daha sonra hiç dokunulmayan– bu hüküm çerçevesinde 2014 ve 2018’de seçildi. (2017 değ. yürürlük md.18/b) “75, 77, 101 ve 102’nci maddelerinde yapılan değişiklikler…”. Bunun anlamı şu: Md. 101/2 gibi değişikliğe konu olmayan hükümler kesintiye uğramadı).

Bu nedenle, 3’üncü kez aday olabilmesi, TBMM kararına bağlı:

  • Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” (md.116/3).

Kendisi de karar yetkisine sahip olduğu halde Meclis’i işaret etmesi, CB’nin adaylık koşulunun anayasal yolunu arayışı olarak, anlaşılır bir durumdur.

HUKUK YOLU VAZGEÇİLMEZ

Türkiye, ciddi bir meşrululuk ve hukukilik tartışması ile seçim sürecine girdi. Bu yazıda, öne çıkan üçünün özeti:

-18 Haziran 2023’te yapılması gereken seçimlerin TBMM veya CB tarafından 14 Mayıs tarihine alınmasına ilişkin karar, değinilen nedenlerle anayasal yetkinin kötüye kullanılması anlamına gelir.

-Böyle bir karar alınsa bile, yürürlükteki seçim mevzuatı yerine 6 Nisan’da yürürlüğe girecek olan 7393 sayılı yasanın uygulanması, Anayasa’ya aykırı olacak.

Görevdeki CB’nin 3’üncü kez adaylığı, TBMM’nin seçimleri yenileme kararı dışında
Anayasa dışı olacak.

Anayasal aykırılıklara alet olmamak, demokratik hukuk devleti inşa iradesinin asgari gereğidir. Cami avlularında hukuk – guguk söylemine indirgenen seçim mantığı, demokrasiye de yabancı. Bu nedenle,

  • 6’lı Masa mimarı CHP, bu süreçte, hukukun üstünlüğü ülküsünden asla ödün vermemeli.

Geçiş dönemi dezenformasyonuna hayır!

Bu, üç anayasal durumdur: Anayasa’nın demokratik hukuk devleti çerçevesini oluşturan hükümleri, 2017 kurgusunun demokratik olmayan düzenlemeleri ve de facto (fiili) uygulama.

Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve bakanların Anayasa andı ile bağdaşmayan, anayasa ihlali ve hatta anayasa suçu (Anayasayı ihlal suçu) oluşturan söylem, eylem ve işlemleri, çoğunlukla de facto/ fiili durum alanında. Bunların büyük bir kesimi, Yürütme tekeline sahip Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda parti genel başkanı olmasından kaynaklanıyor.

ETKİLİ YÖNETİM

Seçimden sonra, anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygı olacağından, askıdaki Anayasa hükümleri uygulamaya konulması öncelikli.

Anayasa’nın, demokratik parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. Cumhurbaşkanı kararnameleri (CBK) ile Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılarak; bakanlar, cumhurbaşkanı başkanlığında ve cumhurbaşkanı Yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplanarak, danışma niteliğinde de olsa, dayanışma içinde kurul olarak çalışma (Kabine) yapabilir. Bu çerçevede, cumhurbaşkanı yardımcıları, Anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm işleviyle özgül roller üstlenebilir. Cumhurbaşkanı, “Anayasa’yı uygulama yükümlülüğü” gereği, söylem, eylem ve işlemleriyle Anayasa’ya saygı yönünde somut adımlar atabilir:

-CBK ile, üst kademe yöneticileri atama, görevlerine son verme ve bu konuda gerekli ilkeleri belirleyerek, kamu yönetiminde hukuka ve liyakat ilkesine dönmek,

-Anayasa andı gerekleri doğrultusunda sistematik Anayasa ihlallerini (çiğnemlerini) en aza indirme ve/veya önleme kararlılığını ortaya koymak,

-Tarafsızlığın gereklerini yerine getirmek,

-Kaynağını Anayasa’dan almayan hiçbir devlet yetkisini kullanmamak,

-Anayasa’ya saygı çerçevesinde parlamenter sistem doğrultusunda yönetim ilkelerini öne çıkarmak.

Birlikte çalışma, gerçekte kurulması öngörülen demokratik düzen hedefiyle uyumlu bir süreç.

Devleti temsil ve Yürütme yetkisi, parti başkanının yönetimine indirgenemez; “tek adam” yönetimi, bir kamu tüzel kişisi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bugününe ve gelecek kuşaklara bırakılacak mirasa saygısızlık. Parlamentarizm için oluşturulması öngörülen kurumlar ve kurullar yoluyla devlet yönetimi, ancak farklı siyasal akımları temsil eden siyasal partilerin birlikte çalışmasına dayalı kolektif (ortak) akıl ile kurulabilir.

Keyfi değil hukuki yönetim, haliyle güçlü ve etkili olacak.

YASAMA

Parlamenter rejim paydaşlarının, nitelikli çoğunluğu (400 ve üstü milletvekili) sağlayabilirse, yasama faaliyetlerini rahatça yürütecek olan TBMM, türev kurucu iktidar yetkisini de kullanarak Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.

Beşte üç çoğunluk olarak 360 ve üstü ama 400’den az milletvekili elde edilmesi durumunda TBMM’nin oyladığı Anayasa değişikliğinin kesinleşmesi için halkoyuna sunulması gerekecek.
Bu durumda da Yasama, yasa yapım faaliyetlerine ivme kazandırabilecek; Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar ise, Yürütme görevi üzerinde yoğunlaşabilecek.

TBMM üye sayısının salt çoğunluğu olarak 300 ve üstü milletvekilliği elde edildiği durumda,
bu sayının 360’ın altında kalması, Anayasa değişikliği için yeterli olmasa da salt çoğunluk, parlamenter sistem lehine bir psikolojik etki yaratacak. Seçime giden yolda kullanılacak en güçlü slogan, ‘demokratik parlamenter sistem’ olduğu için, TBMM’deki çoğunluk, –uzlaşmacı bir anlayışla- Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteğini alabilecek.

YARGI

Yürütme ve Yasamanın anayasal sınırlara çekilmesi ölçüsünde Yargı, bağımsızlık ve tarafsızlığın asgari (enaz) gereklerini yerine getirebilir.

Sonuç olarak;

Demokratik hukuk devleti, ancak doğru bilgi paylaşımı ve saydamlık sürecinde kurulabilir.
Tam tersine, kişi ve parti egolarının öne çıkarılması, ‘kişi+parti+devlet birleşmesi’ faillerini kalıcı kılmaya yarar.

  • Bu nedenle, CHP’nin aşırı özverisi, daha çok zorlanmamalı ve kötüye kullanılmamalı.