Etiket arşivi: gazi mustafa kemal atatürk

Atatürk’ün vasiyetnamesi

Atatürk’ün vasiyetnamesi

hikmet sami türk ile ilgili görsel sonucu

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
Eski Adalet Bakanı, 26.9.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiği açıklaması, haksız bir iddiadır.

[Haber görseli]

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Eylül 2018 günü Azerbaycan dönüşünde uçakta gazetecilerin CHP’nin bir TV kanalını satın aldığı iddiası ile ilgili bir sorusu üzerine; “Bunlar önemli değil. Ama daha önemli bir suç var. Siyasi partiler banka kurabilir mi? Hayır, kuramaz. Ama şu anda CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suiistimal ederek, onun cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin %28’inin sahibi durumunda. Oradan para alamıyor, ama yönetim kurulunda dört üyesi var. Bu dört üye ne yapar? Buna bir bakılması lazım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tür bir varlığı herhangi bir siyasi partinin etiketi altına giremez. Girse girse Hazine’ye girer.” şeklinde konuşması (1), bir konu hakkında yeterince bilgi edinmeden yaptığı önyargılı açıklamaların yeni bir örneğidir.

Ata’nın mirası
CHP’nin Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olması, Atatürk’ün ölümünden iki ay beş gün önce “Dolmabahçe, 5-IX-1938 Pazartesi” düzenleme yer ve tarihiyle, kendi el yazısıyla yazarak ertesi gün (6 Eylül 1938) Dolmabahçe Sarayı’na çağırdığı İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter’e kapalı ve mühürlü bir zarf içinde teslim ettiği, 10 Kasım 1938 günü ölümünden sonra 28 Kasım 1938 günü Ankara 3. Sulh Hukuk Hâkimliği’nce açılan vasiyetnamenin gereğidir. Altında “K. Atatürk” imzası bulunan bu vasiyetname, -günümüz Türkçesiyle- şöyledir:
“Malik olduğum bütün para ve pay senetleriyle Çankaya’daki taşınır ve taşınmaz mallarımı Cumhuriyet Halk Partisi’ne aşağıdaki koşullarla terk ve vasiyet ediyorum:
1. Para ve pay senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır (faiz ve kâr payı ödenecektir).
2. Her yılki nemadan, bana yakınlıkları şerefi saklı kaldıkça yaşadıkları sürece Makbule’ye ayda 1.000, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200, Rukiye ve Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir.
3. S. Gökçen’e ayrıca bir ev alınabilecek para verilecektir.
4. Makbule’nin yaşadığı sürece Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü’nün çocuklarına yükseköğrenimlerini tamamlamaları için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.
Her yıl nemadan kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”(2)

İşte Atatürk, bu koşullarla ölümünden kısa bir süre önce düzenlediği vasiyetname ile malvarlığını kurucusu olduğu ve o dönemde tek parti konumunda bulunan CHP’ye bırakmıştır. Vasiyetnamede sözünü ettiği pay senetleri, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar(3) doğrultusunda 26 Ağustos 1924 günü Mahmut Celâl Bey’e (Bayar’a) 1 milyon TL esas sermaye ile kurdurduğu Türkiye İş Bankası’nın pay senetleridir. Kuruluşta esas sermayenin dörtte biri olan 250.000 TL Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından karşılanmış ve başlangıç sermayesi olarak fiilen ödenmiştir. Bu para, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek üzere Hindistan Müslümanlarının (AS: Pakistan’lılar!) gönderdiği paranın kalan yarısı idi(4).

Ortaklık yapısı
30 Haziran 2018’de Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bunlara sahip üç büyük grup arasındaki dağılımı şöyledir: İş Bankası Munzam Sandık Vakfı % 40.12, CHP (Atatürk hisseleri) % 28.09, halka açılma ile binlerce pay sahibi % 31.79(5). Atatürk’ün vasiyeti gereğince maliki olduğu pay senetlerinin kâr payları her yıl yarı yarıya Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına ödendiği için CHP, mülkiyet hakkından doğan diğer yetkileri kullanmakta ve Türkiye İş Bankası AŞ sermayesinin üçte birine yakın bir bölümü ile Banka Yönetim Kurulu’nda temsil edilmektedir. Vasiyetname gereklerini yerine getirmek bakımından CHP, vasiyeti yerine getirme görevlisi konumundadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olmasını “önemi bir suç” olarak nitelemesi ise, yalnızca yasal değil, mantıksal dayanaktan da yoksundur. Bu, Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’yi vasiyet yoluyla suçlu duruma getirdiğini iddia etmekten başka bir anlam taşımaz. Böyle bir mantık olabilir mi? CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince bu pay senetlerine sahip olması, Anayasanın 69. maddesinin II. fıkrasında siyasi partiler için yasaklanan “ticarî faaliyet” niteliği taşımaz. Kaldı ki ne Türk Ceza Kanunu’nda, ne Siyasî Partiler Kanunu’nda, ne Bankacılık Kanunu veya başka bir kanunda böyle bir suç öngörülmüş değildir.
CHP’nin mülkiyetinde bulunan pay senetlerine düşen, fakat Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarına ödenen Türkiye İş Bankası AŞ kâr payları hakkında anayasanın “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” ile ilgili 134. maddesinin II. fıkrasında bu ödemenin yapılmasını güvence altına alan şu hükme yer verilmiştir:

  • “Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatlar saklı olup kendilerine tahsis edilir.”

Bu hüküm, aynı zamanda Atatürk’ün vasiyetnamesinin gereğinin yerine getirilmesi için konulmuş anayasal bir dayanaktır.

Sonuç
Açıklanan nedenlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiğini öne sürmesi, haksız ve yanıltıcı bir iddiadır. Atatürk’ün ölümünden 80 yıl sonra bu hisselerin Hazine’ye geçmesi gerektiğini savunmak, böylece banka yönetimine girmenin yolunu açmak, O’nun iradesine saygısızlık anlamına geldiği kadar miras hukukuna da aykırıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında CHP’nin -haberi veren gazetedeki yazılışıyla- “onun (Atatürk’ün) cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin %28’inin sahibi” olduğunu söylerken Türkçe/Osmanlıca sözlüklerde yer almayan bir sözcük kullanmıştır. Böyle bir sözcük varsa “ceb-i hümayunundan” biçiminde yazılması gereken bu Farsça isim tamlaması, “padişahın cebinden” anlamına gelir. Böyle bir sözcüğün saltanatı kaldıran Atatürk hakkında kullanılması, Cumhuriyet’in kurucusuna gösterilmesi gereken saygı ile bağdaşmayan bir davranıştır.
============================
Dostlar,

Sayın Prof. Hikmet Sami Türk, önceki Adalet Bakanlarımızdandır. Uzmanlık alanı Ticaret Hukuku olup, Ankara Üniv. Hukuk Fak. emekli öğretim üyesidir. Kaleme aldığı yukarıdaki yazısı uzmanlık alanındadır ve tam bir ehliyetle yazılmıştır. 

Eskilerin ama eskimeyen bir deyimle ağır ama “kemal-i edep” ile yazılmıştır. Anlayana.. Biz de günlerdir sitemizin manşetinde tutuyoruz :

  • İŞ-BANKASI‘ndan pis ellerinizi çekin.. İğrenç emellerinize bu ulusal bankamızı da alet etmeyin..
  • İŞ BANKASI Cumhuriyetin ve ATATÜRK‘ün Türk halkına ve ekonomisine armağanıdır.
  • O nedenle yönetim kurulunda, Atatürk’ün kendisinin kurduğu parti CHP‘den 4 üye, güvence amacıyla atanmıştır.
  • İŞ Bankasından CHP’ye maddi katkı yoktur. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna gelir güvencesi sağlanmıştır ileri görüşlülükle.
  • Hem gündem oyunudur hem de asla iyi niyetli değildir. Halka tuzak kurarak bu bankayı da Varlık Fonuna aktarıp yutmak vatana ihanetle eşdeğerdir. Kınıyoruz!

Sevgi ve saygı ile. 26 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

Dr. Noyan UMRUK
E. General

Koca Nazım’dan sonra Memetçiğin İzmir’i kurtarışını anlatmak ne mümkün… En iyisi, sözü yine  Nazım’a bırakmak…

saat beşe beş var.
topçu evvel mülâzımı Hasan’ın
yaşı yirmi birdi.
kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

yüzbaşı sordu :
– saat kaç?
– beş.
– yarım saat sonra demek…

Teğmen dediğin böyle olacak, içi içine sığmayacak, yüzbaşı dediğin soğukkanlı…
      …

98956 tüfek
ve şoför ahmet’in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
birinci ve ikinci ordular
baskına hazırdılar….

– beş otuz…
ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz…
sonra.
sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.

sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu

sonra.
sonra, 9 eylülde izmir’e girdik
ve kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
güneyden kuzeye,
doğudan batıya, türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından akdeniz’i.

“Dünyanın hiçbir ordusunda Türk askeri kadar yüreği temiz ve büyük bir asker görülmemiştir.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Bizim Davazlı yeğen de bir mesaj atmış “bene”: “Sıgmeycen canını, 96 yıl soğra İzmir yene İzmir be daayı… Melmegetin hebisini yene aydınlatıveecek  gaari…”
İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

SEVR Antlaşması’nın 94. Yıldönümü…

SEVR Antlaşması’nın 98. Yıldönümü....

Dostlar,

Geçtiğimiz yıl bu gün, son Osmanlı Padişahı Vahdettin‘in onadığı lanetli Sevr Antlaşması’nın 93. yılında sizlerle paylaştığımız dosyayı güncelleyerek sunuyoruz.

Türkiye yangın yeri,, Ekonomi çöktü.. Tek sorumlu AKP = Erdoğan..

Bu gün Sevr’e kimse değin(e)medi dolayısıyla..
Oysa bu gün yaşadığımız 1920’nin Sevr’inin güncel uzantısı gibi değil mi??
Tam bağımsızlığınızı yitirirseniz olacağı budur..

10 Ağustos 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK

=======================
Türkiye’nin 12. CB / Yarıbaşkanı seçimi ne yazık ki ülkemizin gündemini kilitledi.

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nu resmen bitiren ve anayurt Anadolu’nun bile işgalini öngören bu lanetli Antlaşma’nın unutulmaması ve genç kuşaklara tarih bilinci verecek biçimde sürekli işlenmesi gerek..

SEVR paçavrasını yırtan ulus kahramanlarına, başta önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, 94 yıl sonra bitmeyen bir şükran ve minnetle..

Yeni Osmanlıcıların da aklını başına alması dileğiyle..
Böylesi bir yok edici Antlaşmaya Vahdettin’in onay verdiğini unutmadan..

Bir de, 2. Padişah Orhangazi’dan başlayarak tüm Osmanlı Padişahların eşlerinin, dolayısıyla 3. padişah sonrası padişah analarının Türk olmadığını unutmadan..

Basit ama, anlayana anlamlı bir hesap yapalım :

36. ve son Padişah Vahdettin’in Oğuzların Kayı boyundan genetik kalıtım oranı
(1/2)^34 = 11 milyarda 6’ya düşmektedir. Hala biyolojik – etnik olarak Asya Türkmen genetiğinden söz edilebilir mi? O halde bu “Atalarımız Osmanlılar” ne demektir??

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================================


SEVR ANTLAŞMASI’nın 93. YILDÖNÜMÜ..

Bu gün, 10 Ağustos 1920’de hain Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahdettin ve
Sadrazamı Damat Ferit’in Sevr Anlaşması’nı Fransa’da bağıtlayışlarının
93. yıldönümü..

1. Dünya Paylaşım Savaşı sonunda 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi ile fiilen çökertilen Osmanlı Devleti, Sevr Antlaşması ile tümüyle parçalanıyor ve hukuksal olarak da ortadan kaldırılıyordu. Türklere, İstanbul dolayı ile Anadolu’nun ortasında Akdeniz ve Ege’ye kapalı küçük bir toprak parçası (280 bin km2, şimdiki topraklarımızın 1/3’ü kadar) bırakılıyordu. Aşağıdaki haritaya bakınız lütfen..

Bu sınırlı toprakların bile Yengin (galip) İtilaf Devletleri gerek görürse (!) işgali
Sevr Antlaşması’na göre olanaklıydı (md. 206).

Bu boğulmaya isyan, zincirleri kırma bağlamında Mustafa Kemal Paşa tarafından
30 Ağustos 1922’de “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” buyruğu ile veriyordu. Ege ve Akdeniz’i bir bütün görerek denizlere açılmak, özgürleşmek, Sevr’i yırtmak için..

İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Ermeni birlikleri öz yurdu bile tümüyle işgal ediyordu. Boğazlar uluslararası güce bırakılıyordu. Ordu’nun tank, ağır top, uçak ve gemilerine el konuyor; asker sayısı elli bin ile sınırlanıyordu. Azınlık hakları Türklerin haklarını aşıyordu.

Tam bir aşağılanma, onursuzluk ve tutsaklık hatta Türkleri tarihten yok ediş belgesi idi Sevr!

  • Bir Ulusa topyekun suikast (soykırım!) girişimi!

Atatürk Sevr Antlaşmasıyla ilgili olarak şunları söylemişti SÖYLEV‘inde :

  • “Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve sonuç olarak
    yaşama hakkımızı inkar ve ortadan kaldırmaya yönelik olan
    Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa ile İnönü, başta dava ve silah arkadaşları ulusumuza öncülük ederek, tarihte benzeri olmayan bir Kurtuluş Savaşı verdiler ve bu uğursuz ihanet belgesini, şanlı İstiklal Savaşımız ile yırtıp attılar. Bize, Lozan Antlaşması ile Ulusal And (Misak-ı Milli) sınırları içindeki bugünkü güzelim yurdumuzu, özgürlüğümüzü ve onurumuzu sağladılar (24 Temmuz 1923).

Bizler; yüce önder ATATÜRK’ün bize armağanı ve kutsal emaneti olan
bağımsız, özgür, demokrat, halkçı, laik ve insan haklarına saygılı, çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti’mizi sonsuza dek yaşatacağız.

Tüm Türkiye toplumunu (Atatürk’ün deyimi ile “ahalisini”) bilinç ve kararlılıkla,
varlığımızın özü ve güvencesi olan bu temel değerlere sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Özellikle BOP vb. AB-ABD süreçleriyle sinsice tuzaklanan kimi uluslararası girişimlere karşı son derece uyanık olmak zorundayız. Sözde “Yeni Anayasa”,
dünkü İtilaf Devletleri’nin, günümüzün ise sözde stratejik / trajik müttefiklerinin diplomatik “Yeni Sevr” dayatmasıdır. AB yasama organı AP’nin (Avrupa Parlamentosu), açıkça Sevr’in uygulanmasını isteyen utanmaz istekleri olmuştur
ne yazık ki! Hem de kezlerce..

Ama köprülerin altından çok sular akmıştır.

  • Artık Türkiye halkı uluslaşarak TÜRK MİLLETİ olmuştur

ve bu tür bildik oyunlara gelmeyecek denli deneyimlenmiş, bilinçlenmiştir.

Tarihin “aptallar için tekerrürüne” asla izin vermeyecektir.

Atatürk’ün SÖYLEV’inde vurguladığı üzere;

  • Türk Ulusu’nu tarih sahnesinden silme amaçlı olup, yüzyıllardan beri hazırlanagelen bir “suikast planı” (apaçık SOYKIRIM!) olan meş’um (lanetli) Sevr paçavrasını 

yırtarak bizlere Lozan Antlaşması ile günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukukta adeta tapusunu sunan Anadolu İhtilalcilerini ve Anadolu Aydınlanmacılarını, Türk Devrimi’nin harcını kanları ve canları ile karan tüm şehit ve gazilerimizi
(artık hiçbiri yok galiba!?) sonsuz bir minnetle anıyor; kutsal emanetlerini sonsuza dek tam bağımsız ve dünya uluslar ailesinin eşit haklara sahip onurlu bir üyesi olarak yaşatacağımıza söz veriyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Elazığ, 10.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bu Sevr haritası ile Lozan’da sağlanan ve Atatürk’ün büyük çabalarıyla 1939’da Hatay’ın anavatana katılımıyla; ayrıca yine Atatürk’ün başarısı 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tamamlanan günümüz T.C. sınırları (Musul – Kerkük dışında ne yazık ki) Misak-ı Milli karşılaştırıldığında, her şey çok daha net anlaşılacaktır..

Not     : Fransız işgal bölgesi neredeye Karadeniz’e ulaşacak! Niye acaba?
Divriği demir madenlerini de ele geçirmek için!

Başarı budur! Avrupa’da şampiyon dünyada ilk 5’teyiz!

Başarı budur! Avrupa’da şampiyon dünyada ilk 5’teyiz!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez
Aydınlık Gazetesi, 5.4.2018

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

AKP iktidarı eseriyle ne kadar övünse haklıdır bence. T. Erdoğan ve B. Yıldırım’ın 30 Ulusal TV kanalının neredeyse 28’inde günde en az 5-6 kez, canlı-canlı bağıra-çağıra konuşarak, ekonomik icraatlarıyla övünüp, böbürlenmelerini çok görmemek lazım. Hatta büyük ekonomik başarıları başta olmak üzere AKP’nin icraatlarını 24 saat canlı olarak verecek birkaç TV kanalı daha tesis ve tahsis edilmesinde yarar var bence. Neden mi? Niçin olmasın? Dile kolay ülkeyi ve ekonomiyi Avrupa’da şampiyon yaptıkları ve dünyada da ilk 5 ülke arasına sokmayı becerdikleri için! Şaka bir yana, Türk ekonomisi;

  • giderek zayıflayan temel ekonomik göstergeleriyle,
  • biriken ve ötelenen riskleriyle,
  • ağırlaşan borç yüküyle ve
  • hızla bozulan yatırım iklimiyle..
    yokuş aşağı giden, freni patlamış kamyon misali savruluyor maalesef.
  • Ülkemiz bugün, Avrupa’da toplam 50 bağımsız devlet arasında hem enflasyonu, hem işsizliği, hem de faizleri çift haneye fırlamış ve burada kronikleşmiş olan tek ülke.

Tabi cari açık ve dış ticaret açığında da öyle. Tek bir istisna olan, büyüme ve “ihracat arttı” şovları yapılırken, kişi başına düşen milli gelirde de dünyada 75. sıraya düşüyor olunması ne yazık ki…

438 milyar $’ı aşan rekor dış borcu ile, TL bazında – nominal (kâğıt üzerinde) olarak büyüyen ama reel olarak, dolar bazında küçülen bir ekonomiden söz ediyoruz. Ancak iktidar ve hempaları rekor ithalat ve dış ticaret açığı artışlarını “ihracatta rekor kırdık” nidalarıyla örtbas ediyorlar.

  • 5 yıldan beri dolar bazında küçülen ekonomimizi “rekor büyüdük” diye sunuyorlar.
  • Yine dolar bazında reel olarak fakirleşen halkı “büyüme masallarıyla” avutuyorlar.

Bana göre iktidarın en büyük başarısı gerçekleri ters-yüz etmekte ve başarısızlıkları ise başarı diye empoze etmekteki kabiliyetidir. Hiç sıkılmadan, gerçekleri böylesine ters-yüz edebilmek hakikaten büyük bir başarı. Bu kafa sayesinde,

  • Avrupa’da bugün faiz oranları “sıfır ile %2” arasındayken, Türkiye’de %15-20’lere fırladı.

Bu kafa sayesinde, ev kadınlarını ve iş bulsa çalışmaya hazır olanları hesaba katmamalarına rağmen, % 17’lere yaklaşan çift haneli işsizlik bugün sosyal felaket boyutlarına erişmekte. Bu kafa sayesinde, yoksulu daha da yoksullaştıran en haksız ve adaletsiz vergi olan enflasyon Avrupa’da ve gelişmiş ekonomilerde “sıfır ile %2-3” aralığında iken Türkiye’de çift haneye demir atmış durumda. Buna sebep olanlar ise günde 5-6 kez canlı yayınlarla, Gobells’e rahmet okutacak türden “başarı propagandası” yaparak adeta beyin yıkıyor, milletin aklıyla bir manada da alay ediyorlar.

Buna başarı denmez de ne denir? Futbolda olamadık ama

  • çift haneli faizlerde,
  • çift haneli işsizlikte ve
  • çift haneli enflasyonda Avrupa’da şampiyonluğu, dünyada ise, 5.’liği yakaladık.

Bundan ala başarı olur mu hiç? Ne mutlu bize…
==============================================
Dostlar,

2018 BÜTÇESİNİN SEFALETİ!

Sayın Ufuk Söylemez’in yazısı çok çarpıcı. Somut rakamlara dayalı. Sitemizde daha önce özetle paylaşmıştık, 2018 merkezi yönetim bütçesinin sefaletini ama bir kez daha dikkate sunalım :

  • 2018’de öngörülen bütçe gideri 763 milyar TL. Bunun 599’u (%88’i) vergi! Bunun da en az 2/3’ü çok adaletsiz dolaylı vergi (tüketimden alınan vergi); kazançtan alınan doğrudan vergi değil!
  • Beklenen bütçe geliri gelir 697, bütçe açığı 66 milyar TL; yerli – yabancı sermayeden borçlanılacak! 2 basamaklı enflasyonun altında bir faizle bu borcu kim verecek Türkiye’ye?
  • Hele Moodys’ “Türkiye’de  kurumlar çöktü.” gerekçesiyle kredi notumuzu geçen ay indirmişken!
  • Bu durumda AKP = RTE‘nin “indirin şu faizleri..” bağırtıları ne anlama geliyor, kime dönük?
  • 2018’de ödenecek kamu borcu faizi 71,6 milyar TL Öngörülen bütçe gelirlerine oranı 71,6/697 milyar TL = %10,3. Öngörülen vergi gelirlerine oranı 71,6/599 milyar TL = %12. Açıkçası, bütçe gelirinin her 10 TL’den 1’i, vergilerimizin her 8,5 TL’den 1’i, kamunun borçlarına faiz olarak gidecek.
  • Ayrıca borç anapara ödemeleri de var her yıl. AKP iktidarı bunları azaltarak öteliyor; faizi daha da büyüyecek zamanla!
  • 2018’de 230 milyar $ dolayında sıcak (taze!) döviz girdisi gerek borçların çevrilmesi için.
  • Sormak ve anımsamak gerek (438 milyar $’ı aşan rekor dış borcu unutmadan!) :
    Devlet neden borçlanır?
    Devlete kimler borç verir; vergi vermeyenler mi Devlete borç veriyor?
    Enflasyonun altında faizle kim borç verir devlete?
    -Borç isteyeceklerimiz Moodys’in raporuna bakmayacak mı? “Bu rapor bizim için yok hükmünde” demenin ne anlamı olabilir gerçekleri okuyamayan milyonları aldatma dışında??
  • Nitekim Bütçede borç faizinin 2017’ye göre %26 artması üstte yazdıklarımızın kanıtı değil mi?
  • 2018 bütçesinde öngörülen yatırım ödeneği 68,8 milyar TL ile borç faizinden daha az!?
  • Sağlık Bakanlığı bütçesi 37,6 milyar TL. Borç faizinin neredeyse yarısı. 81 + 4 = 85 milyon insanın 1 yıl boyunca Sağlık Bakanlığı ödeneği (SGK dışında) kişi başına yalnızca 442 TL! Yaşasın! Vergi + prim = ek vergi yetmiyor; sağlık hizmeti için eller cebe; 12 kalem haraç!
  • Diyanet İşleri Başkanlığı ödeneği 7,8 milyar TL. Diyanet Vakfı muazzam fonlara sahip. Ayrıca yüz bin dolayında camiye temizlik, aydınlatma, su, bakım – onarım yerel yönetimlerden.. 151 bin personeli var bu Sünni mezhepçi kurumun.. Ekonomiye katkısı ne??
  • SGK’ya aktarım (transfer) : Bu yıl 133,5 milyar TL! Beklenen bütçe geliri 697 milyar TL’nin yaklaşık 5’te 1’i! Bu aktarım 2016’da 108 milyar TL idi, 1/4 oranında artırıldı. Oysa Bütçe 2016’ya göre %17 büyüdü. SGK açıkları hızla büyüyor, 2017 sonunda 30 milyar TL oldu. Geçen yıl bütçe açığı 47 milyar TL idi ve Maliye Bakanı N. Ağbal, “..62 milyar TL açık hedeflemişken 47 oldu, çok başarılıyız..” buyurdu! Oysa Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün 1923-38 arası Cumhurbaşkanlığı döneminde 1 yıl (1929 Dünya ekonomik bunalımına bağlı..) dışında bütçe hep denkti, fazlalık verdi. Osmanlı borç taksitleri yıl yıl bütçenin %31’ine ulaşırken! Batılılar buna “Atatürk’ün ekonomi mucizesi” dediler hayranlıkla. Zamanede AKP iktidarı ve Maliye Bakanı, bütçenin %8’i dolayında açığı “başarı” olarak sunabiliyor. Oysa “açık bütçe” başlıbaşına bir utanç kaynağı ve tam bağımsızlığın 1 numaralı düşmanı! “Algı yönetimi” ya da halkımızı aptal – salak yerine koyup vahşice aldatma – sömürme tam da bu olsa gerek!
  • Emniyet Genel Müd. + Jandarma Gn. Kom. ödeneği 40,1 milyar TL. Sağlık Bakanlığından çok!
  • Merkezi Yönetimin borcu 2017 sonunda 871,6 milyar TL’ye ulaştı; %15 artarak.. Gerçek enflasyon bu oran mı acaba?? Enflasyon bunun altında ise neden Merkezi yönetim reel (gerçek) enflasyon hızının da üstünde borçlanır? Üstelik borçlanma artarken kamu yatırımları neden geriler??
  • Neden 2017’de gelir dağılımı iyileşmemiş, yeni Dolar milyarderleri var edilmiştir iktidar eliyle?
  • Ulusal gelir (GSMH) ve kişi başına gelir Dolar olarak neden düşmüştür? Dünyada kaçıncıyız?
  • Türkiye hala GSMH rakamı ile dünyanın ilk 20 ülkesi içinde midir yoksa G-20 liginden düşmüş müdür?
  • Ve de tüm bu çıplak – yakıcı gerçekler karşısında tümüyle gereksiz – yersiz – yanlış – yandaş zengin eden… 3. havaalanı, Akkuyu NGS, Kanal İstanbul, Şehir Hastaneleri.. vb. mali yükü çooooooooooooooook ağır (60 milyar TL’yi geçiyor salt Kanal İstanbul ve 2018 bütçesinin 10’da 1’i!) göstermelik projeler nasıl bir sorumsuzlukla sürdürülebilir??
  • Son olarak; bırakalım 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde olmayı, ilk 20’den bile düşmüş iken neden bu büyük yalan sık sık söylenmekte ve Saray’da üniversite hocalarınca bile alkışlanabilmektedir??!!

Hep birlikte SOSYAL ŞİZOFREN mi olduk??

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Lozan’ın anlamı

Lozan’ın anlamı

Emre Kongar
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
AKP iktidarının, Sarraf Mahkemesi ve Man Adası tartışmalarını geriye itmek için başlattığı tartışmanın konusu olan Lozan Antlaşması’yla yeni bir devlet kurulmuştu: 
Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan Osmanlı İmparatorluğu yerine, İstiklal Savaşı’nı kazanan Türkiye Cumhuriyeti. 
Lozan bir zafer antlaşmasıdır!
***
1920’li yıllarda Anadolu’nun nüfusu 11-12 milyon kadardı; yani bugünkü İstanbul’un nüfusundan daha az. 
Bu nüfusun yüzde onu okuma yazma biliyordu, yaklaşık bir milyon kişi; onların da yarısı ancak adını yazabiliyordu. 
Hemen herkes hastaydı: Trahom, verem ve sıtma. (AS : Cüzzam ve Frengi!)
Tüm nüfus, uzun süren savaşların sonunda zaten yorgun, bezgin, aç ve hastaydı.
(AS: Erkekler savaşta kırılmıştı..)  

İşte bir Din/Tarım Toplumu’nu 15 yıl içinde bir Kentsel/Endüstriyel Toplum olma eşiğine getiren, yirminci yüzyılın en çarpıcı siyasal ve kültürel atılımı, böyle bir nüfusla gerçekleştirilmiştir! (AS: Batılı emperyalistlerin diliyle KILIÇ ARTIĞI!)
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük devletler tarafından cetvelle harita üzerinde çizilmedi:
Yüz binlerin kan ve gözyaşı ile yoğrulmuş savaşlar sonunda belirlendi. 

1) Sadece İstanbul’u, Trakya’yı ve Anadolu’yu işgal eden galip devletlerin silahlı kuvvetlerine, İngiliz, Fransız, İtalyan ordularına karşı değil… 
2) Batı’dan saldıran taze Yunanistan ordularına karşı… 
3) Doğu’dan gelen taze Ermenistan ordularına karşı… 
4) İçteki Halife taraftarlarının isyanlarına karşı… 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, “ölümüne verilen” bir mücadele ile çizildi bu sınırlar.
***
Çok kişinin aşırı milliyetçi, şovenist duygularını gıcıklayan bu saldırılar,
yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ırkçı, faşist bir diktatörlüğe yöneltmedi: 

Tam tersine, yeni Cumhuriyet, ırk, din, dil, mezhep farkı gözetmeksinizbu sınırları çizen,
bu devleti kuran halka Türk
 halkı denir” anlayışıyla, siyasal bilince ve bireysel tercihe dayalı bir vatandaşlık kavramı üzerinde yükselen “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olmayı hedefledi.
***

  • Lozan, Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalananlar arasında devam eden
    tek barış antlaşmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşından bugüne kadar varlığını, gelişerek sürdürmüştür. 
Bu Cumhuriyet’in hedeflediği Demokrasi ve İnsan Haklarının, bütün farklılık ve çatışmaların panzehiri olduğunu unutmayalım. 
Farklılıklarımızı koruyarak bir arada yaşamanın, gelişmenin nimetlerinden,
bu toprakların güzelliklerinden eşit ve adil bir biçimde yararlanmanın yollarını arayalım. Siyaseti, gerilim, kavga, kin ve intikam üzerine kurmayalım. 

Birbirimize, haksız ve adaletsiz bir biçimde, ayrımcı bir vicdanla bakmayalım. 
İnsanları haksız, hukuksuz ve adaletsiz muamelelere tabi tutmayalım;vicdanlarımızda
ve özellikle de adalet
 mekanizmasında yargısız infazlar yapmayalım… 

Cumhuriyetimizi, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olarak geliştirmeye çalışalım: 

  • DİREN İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ!

==================================================
Dostlar,

LOZAN ANDLAŞMASI’nın ANLAMI ve
AKP = ERDOĞAN’ın DERİN AÇMAZI

Üstad Emre Kongar’ın sözünün üstüne söz söyleme olanağı var mı??
Metinde 2-3 yerde ayraç içinde not düştük..
Lozan’ın böylesine derin bilinçsiz – bilgisiz – sorumsuz ve bu halkın verdiği şehitlerin, gazilerin, dökülen kanların hürmetsiz biçimde ağza alınmasını asla içimize sindiremiyoruz..
Türkiye bu tabloyu, böylesine yöneticileri hak etmiyor..
Yunan Cumhurbaşkanı ve uluslararası hukuk profesörü Pavlopulos adeta ders verdi sözleriyle. Uluslararası Andlaşmalar için Erdoğan’ın bilinçsizce önerdiği böylesine bir yol – yöntem olmadığını açıkladı. 43 yaşındaki genç Başbakan Çipras da..  Erdoğan ise “..siyaset hukukunda var böyle bir şey, yaparız biz..” anlamında karşılık verdi. Anımsatmaya gerek var mı, böyle bir hukuk dalı yok! Konuya ilişkin normlar Uluslararası / Milletlerarası Hukuk dalınca konuyor.

Mülkiye de okumuş olma yetkisiyle not düşelim ki; bu tür Andlaşmaların / metinlerin altına ancak “ek maddeler” konabilir. Özgün metne dokunulamaz. ABD Anayasası tipik bir örnektir. 1776’lara uzanan bu çekirdek Anayasa salt 7 (yedi!) maddedir ve Amerikan halkınca adeta kutsanmaktadır. 240 yılı aşkın süredir bu maddelere dokunul(a)mamıştır. Gereksinim duyulan içerikler madde olarak da değil “ammendment” (düzeltme) sıfatıyla eklenmiştir, o kadar.

Anayasada Cumhurbaşkanı’nın tek başına yaptığı işlemlerden sorumlu olmadığı kurala bağlanıyor.. (md. 125/1 ve 2). Ancak yaşanan pratik, bu madde ile ilgili sorunlar yaratıyor. Anayasa koyucu Erdoğan gibi “atipik” cumhurbaşkanlarını elbette hesaba katamazdı. Ne var ki bu hukuksal – anayasal bağışıklık Türkiye için son yıllarda ağır faturalara neden oluyor.  Erdoğan’ın Lozan Andaşması hakkındaki bu sözleri Dışişleri bürokrasisince hazırlandı ise bu kişiler için yasal sorumluluk doğabilir. Bu durumda o talihsiz ve asla kabul edilemeyecek ağır gaf niteliğindeki sözlerin oluşturduğu “idari eylem”de Cumhurbaşkanı “tek başına” değildir ve hazırlık işlemi kendisi dışında yapıldığından sorun Yönetsel (İdari) Yargıya taşınabilir. Nitekim önceki yıllarda Rektör atamalarında Erdoğan’ın, YÖK’ün sunduğu 3 aday içinden dilediği bir adı Rektör atama işlemi benzer gerekçeyle Danıştay’a taşınmış ve yüksek yargı başvuruyu kabul etmişti. Sorunun hukukçular ve kamu yöneticilerince tartışılması yerinde olacaktır.

Bu gibi sorunların aşılması için Anayasa’nın anılan maddesinde Cumhurbaşkanının anayasal sorumsuzluğu nedeniyle, “tek başına” yapabilecekleri dışında bırakılan işlemlerde ilgili Bakan – Başbakan’ın imzası koşul tutularak onlar sorumlu tutulmuştur. Kimi ülkelerde ise Devlet Başkanlığı Konseyi biçiminde bir yapılanma ile kritik kararlar bu kurula bırakılmıştır.

Erdoğan, fiilen (de facto) tek adamdır ve henüz “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen yeryüzünde örneği olmayan ucube – uyduruk – zorlama rejim 3 Kasım 2019 seçimleri yapılmamış olduğundan yürürlüğe girmemiş olmakla birlikte, TEK ADAM yönetimi sergilemekte ve ülkeyi tek başına demir yumrukla, son 1,5 yıldır da resmen OHAL dayatmasıyla totaliter bir rejime sürüklemektedir, sürüklemiştir. Zaten açıkça itiraf edilmiştir Anayasa dışına çıkıldığı ve Anayasa’nın yaratılan fiili duruma uydurulması = anayasayı fiilen çiğneme suçunun işlendiğinin itirafı ve fakat yasallaştırılması AKP tarafından ülkeye dayatılmıştır. Dönemin İçişleri Bakanı Efgan Ala, TBMM kürsüsünde elini vargücüyle kürsüye vururken, avazı çıktığınca da “Tanımıyoruz bu anayasayı!” diye haykırmıştı.. (03 Mart 2015, TBMM)

16 Nisan 2017 Anayasa değişiklikleriyle; böyle giderse 3 Kasım 2019 sonrasında
AKP = Erdoğan hala ülkenin başında olursa, çok daha katı – sekter, Erdoğan’ın kendi deyimiyle “astığın astık kestiğin kestik” bir eğik düzleme ülkemiz sürüklenmiş olacaktır.
Erdoğan Başbakan iken, 23 Nisan 2010’da simgesel olarak makamına oturttuğu kız çocuğuna
bu sözleri söyleyebilmişti..

Lozan görüşmelerinde Başdelegemiz ve Dışişleri Bakanımız İsmet Paşa‘nın yakın hukuk danışmanı aile büyüğümüz Prof. Dr. Veli Saltık‘ın kulakları çınlasın. Lozan Andlaşması bu bağlamda bizim için ayrı bir önem ve değer taşımakta.

Nezihe Araz’ın aktardığına göre İsmet Paşa Lozan’dan Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı bir mektupta;

  • Velinimetim efendim, beni görseniz tanıyamayacaksınız. Birkaç ayda saçlarım bembeyaz oldu.. Hasretle ellerinizden öperim. / İsmet

diye yazmıştı.

Siyaset çooooooooook gergin, gerçekte AKP = RTE tarafından bilerek ge-ri-li-yor..
Kamuoyunun dikkatini dağıtmak ve asıl sorunlardan uzaklaştırmak zorunda AKP = RTE
Son bir hafta – 10 günde ne çok yapay “gündem tohumu” saçıldı topluma değil mi?

2018 Bütçe görüşmelerinde AKP tarafından özellikle izlenen gerilim politikası da
aynı bağlamda.

AKP = RTE‘nin derdi 1 değil ki… Bin dert ile boğuşmaktalar ve ipler giderek el ve ayaklarına dolaşmakta. Dillerine de… Bakışlarına da.. Yüz ifadelerine de… Beden dillerine ve duruşlarına da.. Beyinlerine, akıllarına, sağduyularına, sabır ve belagatlarına…. da! Güliver’in cüceleri pek hünerli.. Üstelik ülke dışından da “epey çelme” gelmekte..

Ne var ki; ne Lozan, ne Kudüs, ne %11 büyüme masalı kurtuluş değil..

  • AKP = RTE uzatmaları oynamakta..

Yolun sonu görünüyor.. Erken seçim?? Orada da denklemler çoook karmaşık ve çoook bilinmeyenli.. En azından Anayasa md. 67 ciddi zorluk çıkarıyor : Seçim yasalarında yapılacak değişiklikler en az 1 yıl sonra yapılacak seçimlerde uygulanabiliyor. AKP bu noktada bağlanmak istemiyor; erken seçim zorunlu duruma gelirse ne yapacak??

Kongar hocamız gibi bağlayalaım :

  • DİREN İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ!

Sevgi ve saygı ile. 12 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

İpek Demiryolunun Açılışı

Mülkiye Haber
İpek Demiryolunun Açılışı

İpek Demiryolunun Açılışı
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Önce Melike Hatun Camisi bir konuşmayla açıldı:

  • “Tek parti döneminde Ankara’nın kadim kimliğinden kopartılmak ve adeta camisiz hale getirilmek istendiği inkârı mümkün olmayan bir gerçektir. Ankara’da mescitleri binaların
    en kör noktalarına hapsetmişlerdir. Bir başkente asla yakışmayan, yer altı camileri uzun yıllar Ankara’nın kaderi olmuştur.”

Sonra Konya konuşması yapıldı:

vecdiseviğ“Tek parti döneminin en büyük kötülüğü tarihimizi 1923 yılından başlatmış olmasıdır. Onun öncesinde koskoca bir devlet birikimimiz vardı. Bugün Karadeniz’den Hint Okyanusuna kadar her yerde hüsnü kabulle karşılanıyorsak sebebi budur.”

Ardından 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı mesajı yayımlandı:

  • “Başta Cumhuriyetimizin banisi, Kurtuluş Savaşımızın muzaffer komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm gazilerimizi de rahmetle, tazimle yâd ediyorum.”

Sonra olarak Anıt Kabir özel defterine imza atıldı:

  • “Türkiye Cumhuriyeti, her satırı kahramanlıklarla, her safhası fedakârlıklarla dolu çetin bir mücadelenin eseridir… Cumhuriyetimizin 94’üncü kuruluş yıl dönümünü kutlarken, başta zat-ı aliniz ve silah arkadaşlarınız olmak üzere tüm gazilerimizin hatıralarını saygıyla yad ediyor,”

Bu açıklamaları anlamaya çalışırken, “Demir İpek Yolu Açılıyor” başlıkları gazetelerde Cumhuriyet Bayramı haberleriyle bir arada verilmeye başlandı.  30 Ekim günü yapılan törende, “Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi’nin ilk seferinin gerçekleşmesiyle, Orta Koridor Projesi’nin en önemli ayağı tamamlanmış oluyor.” denildi, “böylece, Londra’dan Çin’e kesintisiz demiryolu bağlantısı kurulduğu” en yetkili ağızdan ilan edildi.  Bunun da “Kararlılığımızın ve vizyonumuzun eseri” olduğu iddiası dillendirildi.

Özel uçak yolcuları, bu açılış haberinde Başbakan’ın hakkının yendiği görüşünde olmalılar ki, “Bakü-Tiflis-Kars hattında fitili ilk Yıldırım ateşledi” başlığının altına, projenin 2004 yılında dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından gündeme getirildiği bilgisini döşendiler.

Hattın yapılmasına giden yolu açan “Demir İpek Yolu” ya da Avrupa Kafkasya Asya Ulaşım Koridoru (Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia TRACECA) nedir diye merak eden pek çıkmadı.

Türkiye, konunun uluslararası tartışmaya açıldığı 1994 tarihli Brüksel Deklarasyonu çalışmalarında bulunmuş, ancak konferans üyesi olmamıştı. 1998 yılında Konferansa taraf olma olanağı buldu ve 8 Eylül 1998’de Bakü’de 32 ülkenin katıldığı zirve sonunda Avrupa-Kafkasya-Asya Koridoru Üzerinde Uluslararası Taşımacılığın Geliştirilmesi Hakkında Temel Çok Taraflı Anlaşmayı imzaladı. Anlaşmayı dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel imzalarken, yanında da Dışişleri Bakanı İsmail Cem bulunuyordu. Anlaşma 26 Nisan 2001’de TBMM’de kabul edildi.

Gürcistan ile demiryolu bağlantısı kurulması konusunda ilk görüşmenin tarihi de 1993’e uzanıyor. Bu tarihten 2004 yılına dek geçen süre içinde Ermenistan engelinin kaldırılması için çaba gösterildi. 7 Haziran 1999’da Ecevit Hükümetinin programı TBMM genel kurulunda görüşülürken kürsüye gelen Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller aynen şunları söylemişti:

  • “Bizim başlattığımız ve özellikle Gürcistan nezdinde yapmış olduğumuz bütün girişimler ile Kars-Tiflis arasındaki 134 kilometrelik bir demiryoluyla, tamamlandığı takdirde, ta Özbekistan’dan İspanya’ya kadar bir demiryolu ile demirden bir ipek yoluyla Türkiye’nin, Asya’yı, Avrupa’ya bağlaması mümkün olacaktır. Bizim başlattığımız bu proje, bu iktidar tarafından bitirildiği takdirde, kendilerini en içten sevinçle alkışlayacağımızı da ifade etmek istiyorum.”

Yetkilerin ve bunların söyledikleri dışında hiçbir bilgiyi araştırma zahmetine katlanmamayı alışkanlık haline getiren yaygın basın, açılış günü Türkiye sınırları içinde trenlerin hangi noktalar arasında çalıştıklarını da görmezlikten geldiler. İpek yolunu Türkiye üzerinden kullanmak gerekse, hangi hatlardan geçileceği de araştırılmadı.

Trakya bölgesinde demiryolu ağı Halkalı’da bitmektedir. Haydarpaşa – Pendik arasında tren hattı yoktur. İki ucun birleşmesi için toplam 45 kilometrelik demiryolunun yapımı yavaş da olsa sürdürülüyor. Ankara Garı’nın doğu ile bağlantısı Haziran 2016’dan bu yana kesik. Ankara’nın doğusuna gidecek trenler Kırıkkale’nin Yahşihan ilçesine bağlı Irmak istasyonundan kalkıyor. Yani bir trenin Türkiye’nin iki ucu arasında kesintisiz gidip gelebilmesi için zaman zaman zıplaması gerekiyor.

Yine de iyimserlik gerekirse, Kars’tan Gürcistan’ın başkenti Tiflis ve Azerbaycan’ın başkenti Bakü ile tren bağlantısı kurulduğuna sevinmeliyiz. Kars’ın kendi ülkesinin başkentiyle tren bağlantısı yok, varsın olmasın!
======================================
Dostlar,

AKP – RTE POLİTİK ŞOVLARI : NEREYE DEK??

AKP = RTE şovları artarak sürdürülüyor..
Artarak sürdürülen asıl olgu ise yapılanların PAZARLAMASI…
PR (Public Relations) bağlamında halkın algı yönetimine olağanüstü önem veriliyor..
Yapıp ettiğinizin gerçek boyutları ne denli küçük olursa olsun, halkta istenen yönlendirme bu tekniklerle büyük ölçüde başarılıyor (!?)..

29 Ekim 2017 açıklaması, Anıtkabir defterine yazılanlar, ertesi gün İpek demiryolu..
Ertesi gün 5 babayiğitin “yerli otomobil” i geliştirme şovu.. “5’i biryerdeler” ayrı ayrı mı geliştirecek “yerli” (!) otomobili yoksa bir ortaklık mı (konsorsiyum) kuracaklar??
Ertesi gün İstanbul’da 10 yıldır harap edilen Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılması ve yerine Opera binası yapılması????!!! Hani ATATÜRK adı? Neden salt opera binası?? Neden 10 yıldır atıl tutup harap ettiniz?? Size nasıl inanabiliriz??? 2019 başında bitecekmiş, öne alınmazsa Mart 2019 yerel seçimleri öncesi halka politik nevale, seçmene rüşvet hazırlanıyor.

Velhasıl 80 milyona günlük saray vaazları aksatılmadan sürdürülüyor..
Gündem belirleniyor ve okumayan halka gaz verilerek politik tabanın biraradalığı (konsolidasyonu) sağlanmaya çabalanıyor..
6 Ekim 2017 Pazartesi “Eyyyy Standard &Poor’s” diye başlayan “azarlama” görebiliriz..

Elbette bu arada itibardan tasarruf edil(e)mez!? Saray bütçesi ve örtülü ödeneği dudak uçuklatır!
Ama halk ekmeğinden tasarruf edebilir.. daha yoksul, daha çok işsiz, demokrasisiz bırakılabilir, hapislerde tutulabilir; OHAL altında inletilebilir..

Tek bir gelişmiş ülke var mıdır ki yeryüzünde Cumhurbaşkanı / Devlet başkanı… bunca çok konuşsun… Her gün hatta günde birkaç kez konuşsun… Yetmedi, yaşamın hemen hemen her alanına girsin..

Hükümete, parlamentoya kamuoyu önünde apaçık talimat, muhalefete de gözdağı versin..

Faşist diktatör olarak suçlanınca da hemm-men saatler içinde Cumhurbaşkanı zırhını takınarak bu makama hakaretten dava açtırsın Anamuhalefet genel başkan yardımcısı hakkında.. Konuşurken, suçlarken, aşağılarken, hakaret ederken, azarlarken, küçümserken, alay ederken Cumhurbaşkanı olduğunu unutup öfke patlamasıyla iktidar partisi genel başkanı ama yanıt alınca Cumhurbaşkanı! Nerede kaldı hukukun silahların denkliği ilkesi?? Türk hukuk sistemi bu garabete hızla bir çözüm üretmek zorundadır.. Örnek kararlar üzerinden sağlam bir içtihat, gecikmeden.

Böylesi bir  tablo “faşist diktatörün de şeddelesi (azgını – şiddetlisi)” dışında başka nasıl tanımlanabilir?? CHP Gn. Bşk. Yrd. ve parti sözcüsü Bülent Tezcan’ın başka ne seçeneği vardı?

Racon kesilecekse raconu da bizzat Reis kendisinin keseceğini gırtlağını yırtarcasına haykırıyor..

İnsanlık tarihinde asla bir benzeri olmayacak, nev-i şahsına münhasır, istisnalar yaşıyor Türkiye.

Tanrı sonumuzu hayreyleye…

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yüz yıl önce Atatürk ne demiş!

Emre Kongar

Yüz yıl önce Atatürk ne demiş!

Bence Atatürkçülük ya da Kemalizm, her ne ad verirseniz verin,
“BİLİM VE AKIL YOLUDUR”…
  
Başka bir şeye indirgenemez!
“Başka bir şeye indirgenemez” derken, her türlü “indirgeyiciliği” kastediyorum:
Atatürk, ne sadece “İstiklal Savaşı Komutanı”dır…
Ne de sadece “Atatürk Devrimlerinin Filozofu ve Uygulayıcısı”!
Yani kısacası:
Ne sadece “Asker”dir…
Ne sadece “Düşünür”…
Ne sadece “Politikacı”…
Ne sadece “Devlet Adamı”…
Ne sadece “Anti-Emperyalist”…
Ne de sadece “Cumhuriyetçi”dir…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yukarıda saydıklarımın hepsi ve daha da fazlasıdır:

Her dönemde ve her coğrafyada, o dönem ve o coğrafya için çağdaş bilimlerin ve
aklın gösterdiği yolu, çözümleri
temsil eder!
***
Değerli gazeteci-yazar Kerem Çalışkan, Mustafa Kemal’in İsyan Muhtırası, 20 Eylül 1917adlı son kitabı ile sadece tarihe değil, günümüze de ışık tutuyor! Çalışkan, tam yüz yıl önce, Mustafa Kemal tarafından, 1. Dünya Savaşı koşullarında, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver, Sadrazam Talat ve Şam’daki 4. Ordu Komutanı Cemal Paşalara “Zata Mahsus” olarak yollanmış muhtırayı mercek altına almış ve bugün de anlamlı olan şu sonuçları çıkarmış:

1) Milli Politika. Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu.
“Alman Sömürgesi” Olmaya Güçlü itiraz. Bulgar Milliyetçiliği Örneği.
İttihat ve Terakki’nin Programsızlığı. Alman Islah Heyetine Muhalefet.
2) Halkçı Muhalif Söylem.
Siyaseten Muhalefet.
Siyasal Eleştiri. Halkçılığın Başlangıcı.
3) Ordu Çökmüştür Saptaması.
Ordu Gerisindeki Halkın Güçlendirilmesi.
4) Sorumluluk Cesareti.
5) Siyasal Öngörü. Osmanlı’nın Çöküşü. Almanya’nın Yenilgisi. Filistin’in Kaderi.
6) Gerçekçilik.
7) Medeni Cesaret.
8) İsyan Ruhu. İsyan ve Sürgünle Dolu Bir Yaşam.
9) Tarih Bilinci. Devirler Arası Çizginin Teşhisi.
10) Liderlik Bildirgesi.
***
Kerem Çalışkan, bu “İsyan Muhtırası”nı, Mustafa Kemal’in İstiklal Savaşı öncesi hazırlık dönemi çerçevesinde irdelemiş ve değerlendirmiş… “Muhtıra”da, İstiklal Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in, bugünlere dek uzanan ipuçlarını görüyoruz:
Baharı müjdeleyen “Nisan Yağmurları Altında”…
Hiç kurtulamadığım “Siyasal Romantizm” etkisiyle:

Hayır deyin, direnindiyor diye okudum ben bu “Muhtırayı!”
===================================
Dostlar,

Teşekkürler değerli Kongar hocamıza… Gerçekte, Batı emperyalizmi ile birlikte asıl sorumlu oldukları Suriye / Idlip sarin gazı saldırısını – faciasını bile günlük siyasete alet ederek halkoylamasında “evet” için kullanan anlayışa çoook güçlü hem de çooook güçlü bir “HAYIR” demenin, halkı aptal yerine koyan iç – dış politika fiyaskolarını kesin olarak veto etmenin, 16 Nisan’da hep birlikte HAYIIIIRRR! diye haykırmanın vakti – saati gelip çatmıştır sevgili halkımız.

Vebalin ağır, tarihsel sorumluluğun çoook ağırdır!
Çare, anayasa değişikliği üzerinden köleleştirilmene – yurtsuz ve onursuz bırakılmana, bölünme, kan ve göz yaşına kendin ve gelecek kuşaklar adına HAYIIIIRRRR demekte!

Sevgi ve saygı ile. 06 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Mustafa Kemal ATATÜRK : “Türkler; Ayaklanınız!”

Mustafa Kemal ATATÜRK :
“Türkler; Ayaklanınız!”


Değerli İnsanlar

Ekte tümüyle katıldığım bir saptama ve bir öneriyi bilginize sunuyorum.
Şiddet içermeyen son şansımızı kullandığımızı tüm insanlarımıza anımsatmalıyız.

Bundan sonraki aşama büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün 15 Temmuz 1920’de yayınlanan Hakimiyeti Milliye’nin baş yazısında belirttiği aşağıdaki şanlı görevin günümüz koşullarında gerçekleştirilmesidir.

  • İstiyoruz ki yer yüzünde zulüm kalmasın, uluslar arasındaki düşmanlıklar kalksın.
    Dünyaya hakim olan kapitalizm illeti, bir daha kalkmamak üzere uyusun.
    İşte bugün içinde bulunduğumuz mücadelenin bizce tek anlamı. Biz bu amaçla harekete geçtik. Bağımsızlığımız ve varlığımız için emperyalizme karşı hayat ve dünya devrimi uğrunda, zulümden kurtulmuş yeni bir döneme doğru yürüyoruz. Giriştiğimiz iş; büyük, ağır ve o oranda şerefli ve şanlıdır. Görüyoruz ki kendimizi kurtarmak için uğraşmak demek, bütün dünya uluslarının kurtuluşunun milyonlarca cephesi arasında çalışmak demektir.
  • Yapılan iş, henüz başlanmış olan iş, o kadar büyüktür ki, bunun karşısında ruhların yüksek bir heyecanla titrememesi mümkün değildir.
  • Çünkü bizim kurtuluşumuz dünyanın kurtuluşu demektir. Ve bütün dünya şu uğursuz emperyalizm zulmünden kurtulmadıkça, bizim için hayat ve rahat ihtimali düşünülemez…
  • Zulüm dünyası son günlerini ve son nefesini yaşıyor. Avrupa emperyalizmi karşımıza çıkara çıkara Yunan’ı çıkarabildi. Yunan’ı bozguna uğratmak yalnızca yüzbinlerce kardeşimizi cellat bıçaklarından almak değil, belki de bütün dünyanın kurtuluşuna tarihin en büyük, en şerefli ve en şanlı hizmeti yapmak demektir.
  • Türkler! Ayaklanınız!”
    (Türkiye Nereye Gidiyor? Metin Aydoğan, Umay Yayınları, s. 184)

İşte bu aşamada hiçbir pişmanlık fayda vermeyecektir.
“Mesele Vatansa gerisi teferruattır” ilkesi ile ayaklanacak Türkler‘in teslim olmadığının
yakın tarihimizde kanıtlanması unutulmamalıdır.
En şerefli ve en şanlı hizmet öncesi yapılacak son görev oynanan ortaoyununa
#HAYIR demektir.

Saygılarımla.
Erol Güçlü
====================================
Dostlar,

ADD Avusturya / Viyana Kurucu Başkanı saygıdeğer savaşım insanı Sn. Erol Güçlü‘nün
bu önemli iletisine, kendisine teşekkür de ederek bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Suay KARAMAN : 9 EYLÜL

9 EYLÜL

portresi2

 

Suay KARAMAN 

94 yıl önce 9 Eylül 1922 tarihi, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun emperyalizme karşı başarısını müjdeliyordu. Çünkü ülkemizi işgal eden emperyalist güçler, 9 Eylül 1922’de yurdumuzu terk etmek zorunda kalmıştı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı, üç yüz yıldır dünyayı sömüren emperyalizmin yenilebileceğini gösterdiği gibi, sömürülen uluslara da örnek olmuştur.

Ülkemizde kurtuluştan, kuruluş sürecine geçildikten sonra tam bağımsızlık, çağdaşlık, laik ve demokratik ülke olma yolunda asker ve sivil birlikteliğiyle büyük atılımlar gerçekleştirilmiş, aydınlık için büyük yol alınmıştır. Ancak ne yazık ki Atatürk’ün ölümünden sonra, aydınlık karşıtları ortaya çıkmaya başlamış, etkisiz ve ufku dar yöneticiler yüzünden, ülkemizde karanlık kendini her alanda hissettirmeye başlamıştır.

Yıllardır sürekli Atatürk’e, laik cumhuriyete, demokrasiye saldırı yapılmaktadır. İnönü’lerde, Sakarya’da, Dumlupınar’da dökülen kanlar boşa mı gitmiştir? Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda emperyalistlere derslerini vermemeli miydik? Şanlı ordumuz “dağlarında çiçekler açan” güzel İzmir’i kurtarmamalı mıydı? Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma yolunda çağdaş bir ülke olarak ilerlememeli miydik?

Demokrasi, özgürlükler içinde çarelerin bulunabileceği rejimdir. Bu yüzden demokrasiye sahip çıkmak; korumak ve yaşatmak gerekmektedir. Üstelik bu, her yurttaşın en önemli görevidir. Bunun için;

– Demokratik ve Laik Cumhuriyete,
– Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalmak ön koşuldur.

Demokrasi yozlaştırıldığı zaman, çürüme kaçınılmaz olur. Çürüme sonucunda, tam bağımsızlığın yitimi gündeme gelir ve tekrar emperyalizmin kucağına düşmek zorunda kalınır.

94 yıl sonra ülkemizin, yeniden emperyalizmin kucağına itilmesinin üzüntüsünü yaşıyor ve işgal planlarına eş başkanlık yapılmasının utancını duyuyoruz. 94 yıl önce bağımsızlık için yaşananları bilmeyenlerin, öğrenmeyenlerin ya da özümseyemeyenlerin, günümüzde emperyalizmin maşası olduklarına tanık oluyoruz. 94 yıl önce ulusallık ve özgürlük için savaşan kahramanların, bugünlerde unutturulmak istendiğini, üzülerek görüyoruz. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda destan yazan göz bebeğimiz, şanlı Türk Ordusu, özellikle AKP iktidarı ile birlikte etkisizleştirilmiştir. Bugün çeşitli bahaneler öne sürülerek, çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle Türk Ordusu bitirilmektedir ve bu konuda toplumun sessizliği sürmektedir.

İzmir’in kurtuluşunun 94. yılında karanlıktan beslenenler, güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktadırlar. Yıllardır Türkiye’de her türlü iç ve dış engellemeye karşın, Aydınlanma için, çağdaşlaşma için büyük atılımlar yapılmıştır.

  • Türkiye’de Atatürk’ün düşünce ve ilkelerini koruma ve yaymaya kararlı güçler vardır.

Bu güçler bir araya getirilerek, mücadele için büyük bir kuvvet oluşturacaklardır. Oluşturulacak bu kuvvetlerin aydınlığı, karanlığın egemenliğine son verecektir.

  • Kemalizm’in ilkeleri ve devrimleri de Türkiye Cumhuriyeti gibi sonsuza dek yaşatılacaktır, yaşayacaktır…

=====================================

Dostlar,

9 Eylül 1922’de kazanılan utku öylesine büyük ve önemli ki, çok değerli dotumuz sevgili Suay Karaman‘ın yazısı elmize geç ulaştığı için, gene de -hoşgörünüzle- yayımlıyoruz.. 

Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa‘ya, başta Batı Cephesi Komutanı Org. İsmet Paşa olmak üzere en yakınındaki dava – silah arkadaşlarına, aziiiiz şehitlerimize bir kez daha sonsuz bir minnet ve şükran borcumuzu huşu ile eğilerek ifade ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
14 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

30 Ağustos’ta Orgeneral Sn. H. Akar’dan beklenen!

30 Ağustos’ta
Orgeneral Sn. H. Akar’dan beklenen!

portresi

Ufuk SÖYLEMEZ
AYDINLIK 
23.8.16

(AS: Bizim kısa notumuz ve bu yazıyı 1 hafta bekletme gerekçemiz aşağıda.)

Dinci-Amerikancı-gayri milli FETÖ’nün halk düşmanı darbe teşebbüsü, ordu-millet işbirliği ile 24 saat içinde püskürtüldü, bastırıldı ve bozguna uğratıldı. Türk milleti sağ-sol demeden, köken-mezhep ayırmadan, iktidarıyla-muhalefetiyle gönüllü-demokratik-milli bir cephe oluşturdu. Böylece ülkenin bütünlüğünü-milletin birliğini hedef alan PKK-IŞİD ve FETÖ terörüne ve bunların hamiliğini ve işbirlikçiliğini yapan emperyalizme karşı bir istiklal savaşı-bir kuvayı milli ruhu yeniden ayağa kalktı.

Şurası tartışmasızdır ki; Genelkurmay Başkanı ve TSK üst komuta kademesinin karşı duruşu ve TSK’nın çok büyük bir çoğunluğunun bu nedenle emir-komuta zinciri dışına çıkmayı reddederek direnmesi sayesinde olayın çok daha vahim ve kritik bir yöne doğru evrilmesine ve çok daha fazla kan dökülmesine mani olunmuştur. Ama gelin görün ki, Adalet Bakanlığını, Milli Eğitim Bakanlığını, tüm Emniyet teşkilatını, Valileri, TÜBİTAK’tan-Adli Tıp’a kadar bütün kamu kurum ve kuruluşlarını bu sapkın-dinci-kanlı ve tehlikeli örgüte göz göre göre teslim eden ve FETÖ’ye “ne istedilerse verdik (AS : RTE!) diyen, “sivillerin” oluşturduğu iktidar zihniyeti, iş TSK’ya gelince, birden Asker düşmanı-Türklük ve Atatürk düşmanı olan çevrelerin, yobazların ve Sorosçuların yıllardır tekrarladıkları “askeri sivilleştirelim, askeri vesayete son verelim” teranelerini hemen vizyona sokuverdi.

Sanki, TSK’da FETÖ mensuplarının “irtica” nedeniyle ihraçlarına önce “şerh” koyan, bilahare bunların YAŞ’ta gündeme getirilmesine bile mani olarak FETÖ’cülerin terfilerinin önünü açan başkalarıydı. Sanki, “alnı secde gören, başına türban takanlar” ümmettendiler de, onlardan 14 yıldır mağdur edebiyatı yapan bu iktidara “zarar” gelmezdi. Ne de olsa hepsi “laiklik karşıtı” odaktılar. Yani “menzilleri” aynıydı. O nedenle de, Ergenekon-Balyoz vb. alçak kumpaslarda “beraber yürüdüler” her daim. Ama görüldü ki, ümmetçilik ve mezhepçilik siyasal İslamcıların birbirlerini boğazlamalarına, birbirlerine karşı kanlı darbe teşebbüsünde bulunmalarına, hiç de engel değilmiş. Yine görüldü ki; bu belayı “ümmet” değil, ancak “millet” yani “Türk Milleti” defedebilirmiş.

Genelkurmay Başkanı Sn. Akar ve Kuvvet Komutanlarının-biliyor ve hissediyorum ki- bugün içleri kan ağlasa da, TSK’ya hem içine sızan hainlerden, hem de iktidardaki molla kafalılardan gelen bu saldırılar büyük üzüntüler yaratsa da, ulusça karşı karşıya kaldığımız bu emperyalist- ağır ve vahim terör saldırıları ile psikolojik savaş karşısında, Türk askerinin vakarına-cesaretine ve kahramanlığa yakışır bir biçimde görevlerinin başında, dimdik ve kararlı bir biçimde duruyorlar. Ordu’nun birlik ve beraberliğine, yaşadığı travmanın aşılmasına ve Cumhuriyetin korunup kollanmasındaki tarihi görevlerine kararlılıkla sahip çıkıyorlar ve yaşamsal bir süreçte rol üstleniyorlar.

15 Temmuz öncesi, TSK’nın Amerikancı-F-tipi darbe yapacağına dair dedikodu ve söylentilerin yoğunlaştığı günlerde, yine bu sütunlarda 03 Mart 2016’da TSK -bunları- asla yapmaz” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. O yazıda; “…Cumhuriyetin kurucu değerlerine gönülden bağlı olan ve bunu her kezinde kanıtlayan milli Ordunun, F-tipi cemaat görünümlü, ABD iltisaklı – karanlık ve tehlikeli – örgütün elemanlarının sosyal medyada yazdığı gibi bir “Amerikancı müdahale” yapması beklentisi boş ve ham bir hayalden ibarettir.

TSK artık milli duruş ve ulusal çıkarlardan başka bir adım atmaz ve atmayacaktır.
Bir ABD’li gazetecinin yazdığı gibi “turuncu-Sorosçu-Amerikancı” bir müdahaleye ne TSK yanaşır, ne de Türk milleti buna izin verir. TSK’nın Cumhuriyetin Kurucu değerleri ki – Anayasanın ilk 4 maddesinde açıkça yazılıdır- dışında hiçbir dış ve/veya iç fitne-fesat odağının etkisine girmesi, yönlendirilmesi veya maşası olması asla mümkün olamaz, olmayacaktır. Bugün Anayasayı tanımayan ve ihlal edenlerle, kuvvetler ayrılığını-laiklik ilkesini ve Atatürk Cumhuriyetini yıkmak isteyenlere karşı bu milletin bağrından çıkan, milli ordusu TSK dışında güveneceği-inanacağı ve dayanacağı başka hiçbir güç yoktur.

Öte yandan daha önce de yazdığımız gibi; TSK molla değil, milli ordudur. Laik Atatürk Cumhuriyetinin ordusu olarak asla din ve mezhep ordusu olamaz-olmayacaktır. Din-mezhep-Allah adına yine Müslümanları katleden Ortaçağ’dan kalma, yobaz-Vahabi-Emevi zihniyetle, TSK’nın adını yan yana anmak bile Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük bir haksızlık ve ayıp olur.

  • TSK ne Sorosçu-renkli-Amerikancı müdahaleye kalkışır, ne de bir din ve mezhep ordusu olmayı kabul eder. Onun kabulü de, yemini de milli-üniter-laik Atatürk Cumhuriyetidir.

Milletçe sevip-saydığımız, kahraman TSK’nın yüksek karakterini çok iyi bildiğimiz ve tanıdığımız için bunları gönül rahatlığı ile yazıyor ve gururla söylüyoruz…” diye yazmıştım. Sonuçta elbette, TSK emir-komuta içinde böyle bir şeye asla tevessül etmedi. Ancak, içine yuvalanmış-korunmuş ve kollanmış azınlık FETÖ unsurları maalesef böyle bir alçaklığa kalkıştılar ama behemehal bozguna uğratıldılar. Bu olay, benim ve milletin ezici çoğunluğunun TSK’ya yönelik bakışımızı, güvenimizi ve inancımızı asla değiştirmedi, değiştirmeyecek.

Şimdi, Genelkurmay Başkanımız Akar Orgeneralimizden, önümüzdeki 30 Ağustos’ta, konuşmasını ve açıklamasını beklediğimiz önemli bir husus var. O da, kurtuluş savaşı vererek bu ülkeyi kuran, bağımsızlığımızı ve haysiyetli bir millet olarak yaşamamızı sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetinin kurucu değerlerine, başta “laiklik ve milli devlet” olmak üzere açıkça-tereddütsüz ve kararlı bir biçimde sahip çıkarak TSK’nın tarihi misyonunu ve duruşunu dosta-düşmana bir kez daha cesaretle ilan etmesidir. TSK’ya karşı bugün Sorosçuların ve molla kafalıların birlikte yürüttüğü operasyonlara ancak bu şekilde cevap verilebilir ve karşı durulabilir.

Sn. Akar’ın mazisi kahramanlıklarla dolu, göz bebeğimiz milli ordumuzu, şerefli bir komutanı sıfatıyla, bu şekilde hakkıyla temsil ve ifade edeceğine inanıyor, 30 Ağustos’u umutla bekliyoruz.

========================================

Dostlar,

Arada kaynamasın diye, Sn. Söylemez’in 23.8.16 günü AYDINLIK’ta yayımladığı yazısını bu akşam paylaşyoruz.. 30 Ağustos’tan 1 gece önce.. Dileriz çağrı kendisine ulaş(tırıl)ır ve gereğ yapılır..

Sevgi ve saygı ile.
29 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com