Etiket arşivi: ermeni soykırımı

‘Ermeni soykırımı’ diyenlere…

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Cumhuriyet, 30 Nisan 2022

ABD Başkanı Biden’ın uzun Osmanlı-Ermeni ilişkisinde 1915’in 24 nisanını “soykırım” diye nitelemesi tarih yönteminin yansız bir değerlendirmesi değil, bir iç siyaset zorlaması, bize karşı da bir baskıdır. Yoksa, yalnız kendi anadilinde okuma becerisi olan Biden S.J. Shaw, J. McCarthy, H. W. Lowry,  C.F. Dixon-Johnson, F. Valyi, R. de Nogales, K.S. Papazian, P. Price, M.A. Shaikh, E. Tashji, S.A. Weems, E. Feigl ve benzerlerinin güvenilir kitaplarının kapaklarını bile herhalde görmemiştir.

1915 olaylarının nedeni Van’da başlayan Ermeni terörünü ve onların tek yanlı kan dökümünü, ayrıca baskın, işgal, kitlesel kıyım ve askerlerimizle kadınlara saldırılarını çevre il, kent ve köylere yansıtmalarıdır. Uzun dostça ilişkilerin yerini genişlemeci Çarlık Rusyası’nın, Katolik Fransız ve Protestan Anglo-Sakson, ayrıca Amerikan din yayıcılarının Ermenileri yüreklendirmeleri, giderek silahlandırmaları aldı. Örneğin, Van’da Rus Konsolosu Binbaşı Kamsaragan Ermeni yurttaşlarımıza askerlik eğitimi veriyordu. İstanbul’daki ABD Büyükelçisi Morgenthau’un iki çevirmeni-danışmanı Ermeniydi. Tek yanlı bilgileri bu ikisinden alıyordu.

ENVER PAŞA’NIN ÖNERİSİ

Oysa, 1915’te Van’a görevle giden E.H. Niles ve A.D. Sutherland adlı iki Amerikalı, o ildeki Türk-Müslüman Mahallelerinin bütünüyle yanıp yıkıldıklarını, erkeklerin öldürüldüğünü, geri kalan ailelerin de kaçmaya çalıştıklarını saptamışlar, Ermeni mahallesindeyse hiçbir müdahale olmadığını görmüşlerdi. Ermeniler Van’ı Osmanlı’dan ayırdıklarını açıkladılar, başlarına da tüm kapıları Rus askerlerine açan A. Manukyan geçti. Bu gerçeği anlatan ortak yazanakları Ermeniler ABD Kongre kitaplığından yok ettiler. Aynı gerçeği Osmanlı asker-sivil görevlileri de İstanbul’a bildirince Enver Paşa önce Ermenilerin değil, Türklerin yer değiştirmelerini düşündü. Kararı verecek olan içişlerinden sorumlu Talat Paşa, Ermenileri Halep ve Şam gibi güneyde cepheden uzak yerlere yollamayı önerdi. Parası olan tren gibi bir araçla da gidebilirdi. Yolda kafilelerin birkaçına saldıran birtakım siviller oldu. Büyük çoğunluk yeni yerlerine salimen vardı. Zaten, birkaç yüz bin Ermeni de yerlerinde bırakılmış ya da Batı Anadolu’ya götürülmüşlerdi. Saldırı haberi İstanbul’a geldiğinde, yakalanan sanıklara ağır cezalar verildi. Bunlar 1915’teki Osmanlı yargılamalarıdır. Ceza görenler Müslümanlar oldu. Suçlu Ermenileri Ruslar, Fransızlar ve İngilizler koruyorlardı.

ÇARPICI İTİRAF

Batı Hıristiyan dünyası Ermenileri, Hz. İsa’nın tek ya da çift kişiliği üstüne farklı yorum nedeniyle bir tür aforoz etmişti. Ermeni Kilisesini 1461 gibi erken bir tarihte tanıyıp ona devlette resmi yer veren Osmanlı Türkleridir. Tartışılan 1915 yılıysa da 1913’te Osmanlı Dışişleri Bakanının Gabriel Noradunkyan adlı Ermeni olduğu bilinmelidir. Yahudi kökenli ABD büyükelçisinin 1915 olaylarına eğildiği söylenen kitabı Ermenilerle birlikte yazılan, Amerikan Devlet Bakanı Robert Lansing’in sayfa sayfa okuyup dilediği gibi değiştirdiği ve Burton J. Hendrick gibi ünlü yazarın para karşılığında baştan yazdığı bir metindir. “Görgü tanığı” dedikleri elçi (Filistin’e gitmesi dışında) İstanbul’dan dışarıya adımını atmamıştı; meslekten emlakçıydı; Ermeni sorununu da bilmezdi. Elçinin Amerika’daki ailesine mektuplarını bile patronun danışmanı Ermeni M. Şinopyan yazıyordu. Öteki danışmanı Arşak K. Şmavonyan’ı Washington’a dönerken yanına alıp götürdü. Bu iki Ermeniyle Paris’teki baştemsilci Bogos Nubar Anadolu’nun neredeyse çoğunu kapsayan bir “Büyük Ermenistan” haritası çizdiklerinde Fransız bakanın tepkisi, “Ama buralarda hiçbir yerde çoğunluğunuz yok ki!” olmuştu…

ABD Politikasında Soykırım İddiaları

HİKMET SAMİ TÜRK | Independent Türkçe

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK
ESKİ ADALET BAKANI

29 Nisan 2021, Cumhuriyet

Üzerinden 106 yıl geçmiş bir olayla ilgili, gerçekdışı “Ermeni soykırımı” iddiasını her yıl, üstelik bu kez ABD başkanının ağzından dile getirmek onu yeniden canlandırmak demektir. Başkan Joe Biden, konumunun gerektirdiği sorumlulukla bağdaşmayan soykırım iddiasıyla Türkiye ile ABD arasındaki dostluk ilişkilerinin de kolay kolay düzelmeyecek şekilde bozulmasına yol açmıştır. Ortaya attığı asılsız iddia buna değer mi?

ABD Başkanı Joe Biden, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı koşullarında aldığı, Doğu Anadolu’da ayaklanan Ermenilerin ülkenin Irak, Suriye ve Lübnan gibi güney bölgelerine sevk ve iskânı şeklindeki tehcir (zorunlu göç) kararının uygulanmasında meydana gelen olayları “genocide” (soykırım) olarak niteledi. ABD’de 1915 olayları için ilk kez 1981 yılında Başkan Ronald Reagan tarafından kullanılan bu terim, 2019 yılında Temsilciler Meclisi ve Senato tarafından kabul edilen karar tasarılarında da kullanılmakla birlikte, Başkan Barack Obama ve Donald Trump, hukuki bir terim kullanmaksızın olayları Ermenice “Metz Yeghern” (Büyük Felaket) olarak nitelemekle yetindiler.

Joe Biden ise seçim kampanyası sırasında verdiği sözü tutarak “soykırım” terimini kullandı. Osmanlı Devleti’nin Ermeni terörünü önlemek için komita merkezlerini kapattığı ve önde gelen üyelerini tutuklattığı 24 Nisan 1915 tarihinin yıldönümü, ABD’deki Ermeni diasporasının çabalarıyla her yıl soykırım iddialarının tekrarlandığı bir anma günü haline getirildiği için önümüzdeki yıllarda da aynı terim kullanılmaya devam edebilir. Reagan’dan 40 yıl sonra Biden, gerçek olmayan bu iddiayı dile getiren ikinci ABD Başkanı olarak yeni bir yanlış iş yapmıştır.

SOYKIRIM NEDİR?

Çünkü söz konusu olaylarda bir soykırım yoktur. BM Genel Kurulu’nca 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme’nin 2. maddesinde “soykırım” şöyle tanımlanmıştır:

“Bu sözleşmede soykırım, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla aşağıdaki fiillerin işlenmesi anlamına gelir:

a) Grup üyelerini öldürme,
b) Grup üyelerine bedensel veya ruhsal ağır zarar verme,
c) Kasıtlı olarak grubun fiziki olarak tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak yaşam koşullarına zorlanması,
d) Grup içinde doğumları engellemeye yönelik önlemler alınması,
e) Grubun çocuklarının başka gruba zorla nakledilmesi.”

Aynı tanım, 26.9.2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “soykırım” kenar başlıklı 76. maddesinin 1. fıkrasına alınmıştır.

ÖNCESİ VE SONRASIYLA 1915 OLAYLARI

1915 olaylarından 33 ve 89 yıl sonra yapılmış olan bu tanımlar, “soykırım” kavramının henüz bilinmediği bir dönemdeki olaylar hakkında uygulanmak istense bile ortada böyle bir fiil yoktur. Çünkü bu olaylar sırasındaki ölümler, bir yanda Osmanlı Devleti’nin savaş halinde olduğu Çarlık Rusyası’nın kışkırtmasıyla Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak için ayaklanan, vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı düşman ordusunun yanında yer alan Ermenilerin ihaneti ve bölgedeki mezalimi nedeniyle Türklerin uğradığı can kayıpları, diğer yanda Rus askerleriyle savaşan Türk askerlerinin aynı zamanda onlarla işbirliği yapan Ermeni çeteleriyle çarpışmak zorunda kalması nedeniyle meydana gelen can kayıpları ile devletin cephe gerisinde bir önlem olarak Ermenileri bölgeden uzaklaştırmak için uyguladığı tehcir sırasında yollarda hastalıklar ve bazı Kürt aşiretlerinin de katıldığı çete baskınları nedeniyle uğranılan can kayıplarından oluşmaktadır.

Soykırım niteliği taşımayan bu karmaşık süreçte en az Ermeniler kadar Türkler de büyük acılar yaşadılar.

Sonraki yıllarda Ermeni terör örgütleri, intikam almak için birçok cinayet işledi. Tehcir kararını veren veya uygulayan İttihat ve Terakki Fırkası hükümetlerinin sadrazamları (başbakanları) Talat Paşa 15 Mart 1921’de Berlin’de, Sait Halim Paşa 6 Aralık 1921’de Roma’da, yüksek komuta görevlerinde bulunmuş bir asker ve önde gelen fırka yöneticileri arasında yer alan bir siyaset adamı olan eski Bahriye Nazırı Cemal Paşa 25 Temmuz 1922’de Tiflis’te Ermeni komitacılar tarafından öldürüldü.

27 Ocak 1973’te Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in öldürülmesiyle başlayan ve sonraki yıllarda Ermeni teröristlerce sürdürülen bir dizi cinayetle 35 Türk diplomatı hayatını kaybetti. Bu cinayetleri Türklerden başka kimse kınamadı. (AS: ASALA terör örgütü eliyle!)

DEĞERLENDİRME

Başkan Joe Biden, ABD’deki Ermeni lobisini memnun etmeye yönelik iç politika hesaplarıyla söylediği, olayları sadece Ermenilerin iddialarına göre tek yanlı olarak değerlendiren sözlerinin yol açabileceği sonuçları düşünmeliydi. Türk milletinin asla kabul etmeyeceği bir iftirayı dile getirirken bunun, Türkiye’nin Ermeni kökenli vatandaşlarını da rahatsız edeceğini, iki komşu ülke olarak Türkiye ve Ermenistan ilişkileri üzerinde olumlu bir etki yapmayacağını bilmeliydi.

Savaşlardan sonra bile savaşan ülkeler barışır, aralarında yeniden dostluk kurulur. Üzerinden 106 yıl geçmiş bir olayla ilgili, gerçek dışı soykırım iddiasını her yıl, üstelik bu kez ABD başkanının ağzından dile getirmek onu yeniden canlandırmak demektir.

SONUÇ

Bırakınız, bu konuyu iç politika hesaplarıyla siyaset adamları değil, tarihçiler tartışsın. Siyasi tarihi siyaset adamları yapar ama tarihçiler yazar. Türkiye ile Ermenistan arasında iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinin gelişmesini araya barikatlar koyarak engellemeyiniz. Bunun kime ne faydası var?

Başkan Biden, konumunun gerektirdiği sorumlulukla bağdaşmayan soykırım iddiasıyla Türkiye ile ABD arasındaki dostluk ilişkilerinin kolay kolay düzelmeyecek şekilde bozulmasına da yol açmıştır. Ortaya attığı asılsız iddia buna değer mi?

Önyargıları aşmak

Uluç GÜRKAN
ESKİ TBMM BAŞKANVEKİLİ

24 Nisan 2021 Cumhuriyet

Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarına karşı siyasi iradesini ortaya koymalıdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkiler yasak savmaktan öteye gitmez.

Türkiye sıradan bir devlet değildir. Yakın zamana kadar, dünyaya başı dik olarak bakabilmiş, sözünü dinletebilmiştir.

Kuruluş yıllarında, Milletler Cemiyeti’ne, kendisi başvurmadan üye yapılan tek ülke Türkiye’dir. Ötesinde, öncülüğünü yaptığı Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile çevresinde İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin de saygı göstermek zorunda kaldığı barışçıl bir güvenlik kuşağı oluşturmuştur.

NET DURUŞUN KAZANIMLARI

Lozan’da çözüme kavuşturamadığı Boğazlardaki egemenliğini 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile, Hatay’ın anavatana katılmasını da 1939’da silaha başvurmadan barışın zaferi olarak çözüme kavuşturmuştur.

Çok partili dönemde de 1970’li yıllarda önce haşhaş ekim yasağını kaldırarak ABD’ye kafa tutmuş, 1974 Barış Harekâtı ile Kıbrıs’ta iki ayrı devlete giden yolu açmıştır. Bunları yaparken ABD’nin silah ambargosuna boyun eğmemiş, misillemeleriyle ABD’yi geri adım atmaya zorlamıştır.

1980’li yılların ikinci yarısında, ABD Kongresi’ne birbiri ardına sunulan Ermeni soykırımı tasarılarını, ABD’nin Türkiye’deki askeri ayrıcalık ve kolaylıklarına kısıtlama koyarak başarıyla püskürtmüştür.

1990’lı yıllarda da Ege’nin Yunan gölü olmasına izin vermeyeceğini, gerekirse savaşacağını dünyaya kabul ettirmiş, Avrupa Birliği’nin tam üyelik adaylığına kabul edilmesi için dayatılan Ege ve Kıbrıs koşulunu reddederek AB’yi de dize getirmiştir.

BÖLGE MERKEZLİ DIŞ POLİTİKA

Türkiye, kimilerince “çömez devlet” denilerek küçümsenmeye çalışılan 1920’li ve 1930’lu kuruluş yılları ile “güçsüz devlet” diye aşağılanmak istenen 1970’li ve 1990’lı yıllarda, gerçekte bir dünya oyuncusu olarak öne çıkmıştır. Anılan yıllarda başarıyla uygulanan bölge merkezli dış politika Türkiye’yi “dünya politikasında bölgesel bir güç ve pivot devlet” olarak ortaya çıkarmıştır.

Bölge merkezli dış politikanın temel ilkesi komşularımızla ve yakın bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmaktır. Böylece çevremizde bir güvenlik kuşağı oluştururken bölgemizde barışın ve işbirliğinin öncüsü olabilmiştik. Bölgesel ihtilaflarda, örneğin Suriye ile İsrail arasında dahi arabulucu hatta hakem rolü üstlenebilmiştik.

Bölgemizdeki bu sağlam konumumuzdan aldığımız güçle dünyaya başı dik olarak açılabilmiş, Birinci Dünya Savaşı’nda bizi Avrupa’dan sonra Anadolu’dan da kovarak yok etmeye kalkışmış olan Batılı devletlere sözümüzü dinletebilmiştik.

Türkiye yükselen bir dünya gücü olarak kendisini bugün de ortaya koyabilir. Mezhepçi yaklaşımları terk edip bölge merkezli dış politikasına yeniden işlerlik kazandırması halinde, bölgesinde yaşadığı yalnızlıktan kolayca kurtulabilir ve yitirdiği caydırıcılığını yeniden kazanabilir.

Bu ortamda Türkiye, Ermeni soykırımı iddialarını da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin din temelli ırkçı önyargılarının siyasi takıntısı olmaktan kurtarabilir. Tarihin önyargılarla çarpıtılarak güncel politikaya dönüştürülme girişimlerini kolaylıkla engelleyebilir.

Bunun için soykırım iddialarının asılsızlığını tarihi ve hukuki gerçekler temelinde belgelendiren bir devlet politikasının oluşturulması gereklidir.

Türkiye, bu politikanın oluşturulması ve etkin biçimde uygulanması için gerekli belge, bilgi ve beyin gücüne sahiptir. Yurtiçinde ve yurtdışında Ermeni sorunu üzerinde çalışan gönüllüler, devletin hiçbir desteği olmaksızın, 2000’li yıllar itibariyle

soykırım iddialarının hukuksal açıdan hiçbir temelinin bulunmadığını belgelendirmiştir.

Bunun uluslararası yargı kararlarına yansıması da sağlanmıştır.

DEVLET İRADESİ GÖSTERİLMELİ

Gönüllülerin bireysel çabalarıyla tarihsel açıdan da denge her geçen gün Türkiye’nin lehine gelişmektedir. Ancak siyasal bağlamda soykırım lobisinin üstünlüğü dünya genelinde bütün ağırlığıyla sürmektedir.

Bu noktada Türkiye’nin devlet olarak siyasi iradesini ortaya koyması kaçınılmazdır. Tribünde oturup şu ya da bu parlamento, devlet ya da hükümet başkanı “soykırım” dediğinde “Bizim için yok hükmündedir” türü tepkilerle yetinmek yasak savmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.

Devletin tribünden sahaya inmesi, gönüllülerin bilgi, belge ve beyin gücünü de seferber edecektir. Bu seferberlik gerçekleştiğinde tarihsel açıdan haklılığımızın pekişmesi fazla zaman almayacağı gibi, din ve etnik temelli önyargıların aşıldığı bir siyasi denge de mutlaka kurulacaktır.

Ahmet Hakan’ın Doğu Perinçek’le röportajı


Ahmet Hakan’ın Doğu Perinçek’le röportajı

Ahmet Hakan'ın Doğu Perinçek'le röportajı

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan Genel Başkanımız
Doğu Perinçek’le tam sayfa röportajını yayınladı.

Ahmet Hakan : Fethullah’ın adamlarının temizlenmesini desteklerim. Gülen’in devlet mekanizmasındaki varlığının temizlenmesi hususunda Erdoğan’la işbirliği yapmaya
hazır imajı verdiniz. Duruşunuz böyle mi gerçekten?

DOĞU PERİNÇEK : Hayır. Yok. Bizim dediğimiz şu: Üzerlerine gidiyor madem, tutmayın. Niye tutuyorsunuz? Mesela yolsuzluk nedeniyle Tayyip Erdoğan’ın üzerine gidildiği zaman “Bunu Fethullahçılar yapıyor” diyerek nasıl engellemiyorsanız, aynı şekilde Fethullah Gülen’in devlet kadrolarındaki adamlarının üzerine gidildiği zaman da engellemeyin. Burada doğru ve halkı bir şey var. Onun yanında olmak lazım.

Ahmet Hakan: İşçi Partisi idiniz, Vatan Partisi oldunuz.
Partinizin adını neden değiştirdiniz?

DOĞU PERİNÇEK: Biz vatan toprağındaki tüm sınıfları kucaklayan bir programa sahibiz. “Vatan Partisi” adı bizim yıllardır düşündüğümüz bir isimdi. Bir vesile arıyorduk.
Partimize katılmaların olması buna vesile oldu.

Ahmet Hakan: İsim çok mu önemli?

DOĞU PERİNÇEK: Çok önemli değil. Fakat bize toplumda hep “Niye sizin adınız İşçi Partisi? Bir tek işçiler mi size üye? Niye toplumun tamamını kucaklamıyorsunuz?” deniliyordu.
Biz de “Partimizin adı böyle” diyorduk.

Ahmet Hakan: Partinize kimler katıldı? İsim verebilir misiniz?

DOĞU PERİNÇEK: Çok seçkin isimler var. Apo’yu yargılayan yargıç Turgut Okyay
Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı PekinEski Meclis Başkanvekili ANAP‘lı Hasan Korkmazcan… Milliyetçi kesimin cefakâr isimlerinden Yaşar OkuyanEski İstanbul Valisi Erol Çakır… Hepsi “Atatürk’te birleştik” sloganıyla Vatan Partisi’ne geldiler.

Ahmet Hakan: Ne kadar oy alacaksınız?

DOĞU PERİNÇEK: Beş milyon oy alıp barajı geçmeyi hedefliyoruz.
Bazı anketlerde oylarımızın yükseldiği görülüyor.

Ahmet Hakan: Girdiğiniz her seçimde binde ile ifade edilen oranlarda oy alıyorsunuz
ama sizin hiç moraliniz bozulmuyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

DOĞU PERİNÇEK: ABD, Türkiye‘yi bölmek için bir operasyon yaptığında Türk Silahlı Kuvvetleri ile Vatan Partisi’ne yöneliyor. Demek ki Türkiye‘nin en büyük partisi biziz.

Ahmet Hakan: Oy önemli değil mi?

DOĞU PERİNÇEK: Oyu önemsiz görmüyoruz ama küresel merkezlerden bakıldığında milletin bütünlüğünü ve Atatürkçülüğü savunan bir parti olarak görülüyor ve
hedef alınıyoruz.
Demek ki uluslararası çapta varlığı hesaba katılan güçlü bir partiyiz.
Yüzde 10 barajı bizim gibi partiler için getirildi. Baraj olmasa bizim alacağımız oyu
kimse tahmin edemez.

Ahmet Hakan: Seçim gecesi sonuçlar ortaya çıktığında siz ne yapıyorsunuz?
Bir çöküş yaşamıyor musunuz?

DOĞU PERİNÇEK: Üzüntü duymamak elde değil. Ama kendimize güvenle ve metanetle karşılıyoruz. Hedeflerimize inanıyoruz. “Bu aşılacak diyoruz..” yani.

Ahmet Hakan: Kısa süre önce Suriye‘ye gittiniz, Esad’la görüştünüz. Esad sonuçta
halkını katletmiş, binlerce insanın ölümüne yol açmış biri… Nasıl görüştünüz,
nasıl elini sıkabildiniz?

DOĞU PERİNÇEK: Bizim gözümüzde Esad, emperyalizme karşı mazlum milletlerin direnişinde cephedeki liderdir. Emperyalizmin saldırıları karşısında kaçmadı, dik durdu, ülkesine bağlı kaldı ve halk O’nu başında tuttu.

Ahmet Hakan: Kendi halkını öldürmedi mi?

DOĞU PERİNÇEK: Her kurtuluş savaşı, bir içsavaştır. Mustafa Kemal‘e bakalım.
Kurtuluş Savaşı’nın başında Akyazı, Düzce, Biga, Konya, Yozgat isyanlarını bastırmadı mı? Neydi o isyanlar? İngiliz liralarıyla örgütlenen şer kuvvetler. Mustafa Kemal onları bastırdı ve ezdi.

Ahmet Hakan: Ama bizim Suriye‘de gördüğümüz şöyle bir şey: Arap Baharı‘nın etkisiyle Suriye halkı sokaklara çıkıp protesto gösterileri yapmaya başladı. Bu sivil gösteriler,
Esad tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Silahsız, sivil eylemciler öldürüldü.

DOĞU PERİNÇEK: Humus gibi yerlerde Müslüman Kardeşler‘in o tür kalkışmaları oldu.
E şimdi PKK kalkışma yapsa…

Ahmet Hakan: Ama bir dakika… Silahsızdı o insanlar. İlk protesto hareketi sivil ve silahsızdı.

DOĞU PERİNÇEK: Kalkışmanın Suriye‘de bir haklılığı yok. Onu bastırmak oradaki rejimin görev ve sorumluluğu… Ama kanlı mı oldu, hukuk ne kadar uygulandı, bunları bilmiyoruz. Doğru bilgiler üzerinden değerlendirme yapmalıyız ve bu konuda bize verilen bilgilerle sınırlıyız. Ama şunu çok iyi biliyoruz: Beşar Esad Suriye‘nin bütünlüğünü, bağımsızlığını, hoşgörüsünü ve laikliğini temsil ediyor. O bakımdan sıktığımız el, sıcak bir eldi.

Ahmet Hakan: Kanlı bir el değil miydi yani?

DOĞU PERİNÇEK: Kanlı bir el değildi. Sıcak bir eldi. Bir dost eli. Beşar Esad,
Mustafa Kemal soyundan gelen bir adam. Mustafa Kemal 1920’lerde ne yaptıysa,
Beşar Esad bugün onu yapıyor. O dönem Mustafa Kemal’e “katil” diyorlardı.

Ahmet Hakan: Siz ısrarla şu kronolojiyi ihmal ediyorsunuz: Önce demokratik taleplerle sokağa çıktı insanlar… Ardından Esad’ın bu gösterilere kanlı biçimde müdahalesi geldi.
İç savaş ve dışarıdan müdahale, bu katliamın ardından geldi. Kronoloji böyle.

DOĞU PERİNÇEK: Acaba öyle mi? Müslüman Kardeşler, biz ona münafık kardeşler diyoruz, Ortadoğu’da örgütlüler. Bunların Türkiye‘de de uzantıları var. Bunların iki özelliği var: Antiemperyalist İslam’ı temsil etmiyorlar ve mezhepçiler. Bu insanların kalkışmalarını bastırmak bir rejimin hakkı. Ama o bastırma sırasında sizin dediğiniz şeyler olmuşsa,
bunlar gerçekleşmişse tabii eleştirilir. Buna da bir şey demiyoruz.

Ahmet Hakan: Esad için antiemperyalist diyorsunuz ama sonuçta başta ABD olmak üzere Batılı güçler “Esad’lı çözüm” falan demeye başladılar. Buna ne diyorsunuz?

DOĞU PERİNÇEK: ABD ve Batı yenildi. Bu noktaya geldiler. Neden?
Çünkü o eli bükemediler. Şimdi bükemedikleri eli öpmek zorunda kaldılar.

Ermeni soykırımı yapıldı’ diyen de özgürce konuşmalı.

Ahmet Hakan: Bazı Batı ülkeleri, “Ermeni soykırımını inkâr suçu” diye bir suç getirdiler. Siz de buna karşı mücadele ettiniz. Oralara gittiniz, tarif edilen suçu işlediniz.
Benim merak ettiğim şey şu: Sizin yönettiğiniz bir ülkede bir insan özgürce
Ermeni soykırımı olmuştur” diyebilecek mi?

DOĞU PERİNÇEK: Bizim yönettiğimiz Türkiye‘de “Ermeni soykırımı yapılmıştır” diyenler de serbestçe konuşacak. Zaten şu anda da serbestçe konuşuyorlar.

Ahmet Hakan: “Ermeni soykırımını inkâr suçu”nu işlediniz ama size destek de
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nden geldi.

DOĞU PERİNÇEK: Biz bir zafer kazandık. Bunu bağnaz milliyetçiler başaramazdı.
Sorunu bir Türk-Ermeni kavgasına getirerek böyle bir başarı kazanılmaz. Biz bu davada Ermenilere yönelik en küçük bir ithamda bulunmadık, onları incitmemeye dikkat ettik,
hatta onları koruyan söylemler belirledik. Mesela “Bu bir emperyalist yalan” dedik. Mücadeleyi fikir özgürlüğü alanına oturttuk.

Ahmet Hakan: Ama yine de ifade özgürlüğü gibi bir Avrupa değeri sayesinde
size hak verildi.

DOĞU PERİNÇEK: O değerler Avrupa‘nın değerleri değildir. İnsanlığın değerleridir. Uluslararası değerlerdir.

Ahmet Hakan: Ermeni soykırımı yalansa… 1914’te ne olmuştur?

DOĞU PERİNÇEK: Bütün belgeler, Rus Çarlığı’nın mahkeme raporları… Bunların hepsi karşılıklı bir kırım olduğunu anlatıyor. Tek taraflı Türklerin yaptığı bir kırım değil.
Ziya Gökalp‘in tabiriyle “mukatele”. 

KARŞILIKLI KIRIMLAR OLDU

Ahmet Hakan: “Mukatele”, karşılıklı öldürme demek. Silahlı Ermeni çeteleri ile silahlı Türk askerleri arasında cereyan eden olaylar için bunu söyleyebiliriz. Ama olaylarda elinde silah olmayan sivil Ermenilerin de katledildiğini görüyoruz. Tehcir kararıyla yollarda perişan biçimde öldüklerini görüyoruz. Bu “mukatele” denilerek geçiştirilecek bir şey mi?

DOĞU PERİNÇEK: Bunu hiç inkâr etmedik. Davayı kazanmamızın bir nedeni de bu.
İnkâr etseydik kazanamazdık.

Ahmet Hakan: İnkâr etmediğiniz şey nedir?

DOĞU PERİNÇEK: Karşılıklı kırımlar oldu. Sivil insanlar da katledildi. Fakat bunların sorumluları da zaten yargılandı. Osmanlı devletinin kurduğu mahkemelerde yüz küsur insan idama mahkûm edildi. Tehcir sırasında yollarda mallarına el konan Ermeni kardeşlerimiz de oldu. Ama bunun sebebi ne? O zaman Osmanlı devletini paylaşmak için bir emperyalist proje vardı. Çarlık Rusya‘sı, İngiltere ve Fransa‘nın projesi… Ermeni çetelerini örgütleyenler bunlar. Lenin‘in “Emperyalizm” kitabında “Çarlık Rusya‘sı Ermeni çetelerini örgütlüyor,
bunları savaşta ateşe sürecek ve Osmanlı’yı parçalayacak” diyor
.

Ahmet Hakan: Sizce sorun Ermeniler vatan topraklarından sürülmeden,
yani tehcir söz konusu olmadan çözülemez miydi?

DOĞU PERİNÇEK: Tehcir kararı alınmasaydı İstiklal Savaşı verilemezdi.

=========================================

Dostlar,

Bu önemli söyleşinin metnini yaklaşık 1 ay sonra bir kez daha paylaşmakta yarar görüyoruz.
(25 Mart 2015).

Sevgi ve saygı ile.
23 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tarihsel kurultay büyük birleşme : Vatan Partisi’nde birleşiyoruz!


Tarihsel kurultay büyük birleşme!

Doğu Perinçek’in kurultay konuşmasının tamamı: Vatan Partisi’nde birleşiyoruz!

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek konuşmasında, Atatürk Cumhuriyeti’ni kurma sözü vererek,

“Vatan Partisi’ni 4 Eylül 1919’da Atatürk kurmuştur.

Ben bu Parti’nin ilk üyesiyim. Türkiye’nin bütün öncülerine Vatan’da birleşme çağrısı yapıyorum.” dedi.

Doğu Perinçek'in kurultay konuşmasının tamamı: Vatan Partisi'nde birleşiyoruz!

Doğu Perinçek ayrıca; Anadolu Partisi Genel Başkanı Emine Ülker Tarhan, İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler ve Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum’a Vatan Partisi’ne katılma çağrısı yaptı.

İŞTE KONUŞMANIN TAMAMI

Özgecan Aslan’ı alevler içinde çığlık çığlığa bırakmanın utancıyla Arena’da toplanmış bulunuyoruz. Kendimizi affetmiyoruz. Bu karanlık manzara karşısında Cumhuriyet öncüleri olarak kendimizi affetmiyoruz. Burada işte, Cumhuriyet’in direnci Muazzez İlmiye Çığ,
sizi saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet direniyor,

Cumhuriyet Muazzez İlmiye Çığ’ın kişiliğinde ayaktadır.

Cumhuriyet geleceğin belirleyicisidir. Devrimle kurduk biz Cumhuriyeti, bu Türkiye’yi,
bu vatanı! Şimdi yine büyük işlerin eşiğindeyiz. Cennet, Hz. Muhammed’in,
o medeniyet devrimcisinin belirttiği gibi kadınların ayağının altındadır.

Kadınımızı bu karanlık rejimden, bu cehennem zebanilerinin ayaklarının altından kurtaracağız, söz veriyoruz!
Türkiyemiz şeyhler, dervişler, müritler, çelebiler, cemaatler ve tecavüzcüler ülkesi olamaz! Şimdi hep birlikte ayağa kalkıyoruz ve yemin ediyoruz.

SÖZ VERİYORUZ!

Atatürk Cumhuriyeti’ni devlet katında ve toplumda yeniden kurmak için
büyük devrimci önderimiz Atatürk’ün önünde yemin ediyoruz, söz veriyoruz!

Bu karanlık saltanatı, Erdoğanların karanlık saltanatını yıkacağız, söz veriyoruz!
Bağımsız, başı dik, aydınlanmış, Kürdünü kucaklayan, Türküyle Kürdüyle Sünnisiyle Alevisiyle milleti birleştiren, vatanı birleştiren, üreten Türkiye’yi kuracağız, söz veriyoruz!

Soma işçilerine, Yatağan işçilerine, Zonguldak maden işçilerine, Ermenek işçilerine
söz veriyoruz! Onları o karanlık kuyulardan çıkaracak ve memleketin efendisi yapacağız.
Köylüyü Atatürk’ün dediği gibi memleketin efendisi yapacağız.
Germencik Moralı köylüsüne, Mardin’in Alakuş köylüsüne söz veriyoruz!
Taşeron kölesi olmayacağız. Taşeron işçilerine söz veriyoruz!
Şu anda bizi Mardin’in Alakuş köyünden izleyen İlkokul 4. sınıf öğrencisi Aziz Yıldız’a,
20 yıl sonraki cumhurbaşkanımıza söz veriyoruz!

Türkümüzü Kürdümüzü eşitlikle, Türkiye içinde özgürlükle, kardeşlikle birleştireceğimize
söz veriyoruz!

Çarşılarımıza zenginlik getiriyoruz.
Çarşıların zenginleştiği, gül alınıp gül satıldığı çarşıları kuracağız, söz veriyoruz!

Milli sanayicimize, milli tüccarımıza, üretimimize katkısı olan bütün ülkemize söz veriyoruz! Üret Türkiye diyoruz. Üretin çiftçimiz, üretin işçiler, sanayiciler!

Gençliğimize güveniyoruz. Umudumuz gençlik. Herkesin iş sahibi olduğu, emeğiyle hayatını kazandığı, bilim yaptığı, aydınlanmış Türkiye için gençliğimize söz veriyoruz!
Onlardan kuvvet alıyoruz.
Borçlu bir Türkiye yarattılar. 250 milyar Dolar borç içinde çırpınıyorlar, kıvranıyorlar, yıkılacaklar. Borç, sıcak para diktasını yıkacağız. Borçlanmış Türkiye’yi yıkacağız.
Ergene Nehri’ne, İzmir Körfezi’ne söz veriyoruz! Irmakları, temiz akan ormanları, yeşil Türkiye’yi kuracağız. Geyikli Bayır’da Torosların eteklerinde bizi izleyen Fikret Otyam ağabeyime söz veriyoruz. Yaşar Kemal’in İnce Mehmet’ine söz veriyoruz!
Birleşen, üreten Türkiye’yi kuracağız, söz veriyoruz!

TÜRK GENÇLİĞİ’NE, TÜRK MİLLETİ’NE, PARTİMİZE GÜVENİYORUZ!

Parolamız vatan, işaretimiz emek ve namus!

Emeğin Türkiyesini, namuslu insanların Türkiyesini kuracağız. Bütün milletimize,
Hakkari’nin Cilo Dağları’ndaki çobana, Çorum’daki, Adana’daki, Kayseri’deki, Gaziantep’teki, İstanbul’daki, İzmir’deki emekçilere söz veriyoruz, güveniyoruz!

Milletimize güveniyoruz. Binlerce yıllık tarihin içinden gelen milletimize güveniyoruz,
çok cefalar çekmiş, görmüş geçirmiş, medeniyetler kurmuş, çalışkan Türk milletine
sonuna kadar güveniyoruz.

Partimize güveniyoruz. Vatanda birleşenlere güveniyoruz. Barikatları yıka yıka buraya geldik. Her zaman, Türk ordusu, Türk milletini kurtarırdı. Ergenekon, Balyoz davalarında
partimiz barikatları yıktı. TSK ile birlikte partimiz milleti kurtardı.

Milli Hükümet, Milli Meclisi kuracağız. Cumhuriyet’in siperlerinden geliyoruz,
Yatağanlar’dan, Sümerbanklar’dan, Telekomlar’dan, önündeki siper savaşlarından,
Tek-Gıda yol işçilerinin mücadelelerinde savaşa savaşa geliyoruz. Kendimize güveniyoruz.
Sandılar ki okyanus ötesinden ferman gelince Kemalist Devrim biter. İşte Türkiye’de
Atatürk devrimciliği, Türkiye’nin geleceğini kuracak büyük karar olarak büyük güç olarak ayaktadır, güveniyoruz.

Bölemediler, yenildiler. Suriye’de ABD yenildi, Kobane dedikleri Ayn’el Arap’ta bir kez daha yenildi. Suriye’ye, Lübnan’a, Mısır’a, İran’a, Filistin’e, Ortadoğu’da ayağa kalkan komşularımıza güveniyoruz. Komşularda ve yurtta barışı inşa ede ede kurultaya geldik.
Bu nedenle partimize güveniyoruz.

Ermeni Soykırımı, Türkiye’ye dayatılan, Avrupa’nın, Amerika’nın dört şartından biriydi.

Şart bir özerkliği,
iki Ermeni Soykırımı’nı kabul edeceksiniz.

Halka dayanarak yurtdışındaki yurttaşlarımıza dayanarak ve bütün dünyayla birleşerek
ABD emperyalizmini ve Avrupalıları, onların dayatmalarını göğüsleyerek, milletimizin gücüyle başta Rauf Denktaş, Mehmet Gül, Parisler’den yürüye yürüye AİHM’e, adaleti ve hakikati
kabul ettirdik, kendimize güveniyoruz.

GELECEĞİ YARATMAK İÇİN VATAN’DA BİRLEŞİYORUZ!

Atatürk’ün gençliğe seslenişindeki o son cümleyi, kendisine şiar eden vatana her şeyini veren bir gençlik yarattık. Gençliğimize sonuna kadar güveniyoruz ve şimdi vatanda birleşiyoruz. Vatanda birleşenlere güveniyoruz. Vatanda birleşmek, geleceği yaratmanın bugünkü eylemi, hepimiz partimize ve Türk milletine güveniyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, büyük devrimci önderimizin Anayasamızın başına yazarak bıraktığı büyük Altı Ok programı var. Programımıza sonuna kadar güveniyoruz ve
büyük Türk Milleti’nin,milliyetçilerini, halkçılarını, sosyalistlerini, Namık Kemaller’den
Mustafa Kemaller’e

büyük devrimimizin programı olan Altı Ok’ta bütün milletimizi birleşmeye çağırıyoruz.

İşte bu programla yürüyoruz. Arslanlı yolda yürüyoruz.
Çelenk koymak için değil, devrim yapmak için, hükümet olmak için yürüyoruz.

===========================================

Dostlar,

Sayın Doğu Perinçek‘in İP (İşçi Partisi) Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı son konuşma bu gün,
15 Şubat 2015 günü Ankara – Arena salonunda idi..

Tarihsel değerde ve coşkulu bir konuşma idi.

Gerçekçi ve akılcı idi.

Duygusal ve akılcı tonlamaları dengeliydi.
Ajitasyon korkusu, kaygısı yoktu..

Bu metni biz de heyecanla ve büyük ölçüde paylaşarak, sitemizde paylaşmak istiyoruz.

VATAN Partisi ülkemize hayırlı ve uğurlu olsun..

Türk siyasal yaşamında yeni bir sayfa açılmıştır.

Türk Ulusu’nun geleceğini karartmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Sevgi ve saygı ile.
15.02.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Uluslararası Hukuk Açısından “Ermeni Soykırımı” ve Atatürk’ün Görüşleri


Değerli Okurlarımız
,

Batılı emperyalistler, artık genlerine sinmiş ikiyüzlülüklerinden kurtulamıyorlar..
Koskoca bir ulusu, Ulusumuzu, soykırım gibi utanç veren ve fakat kendierinin dikalasını işledikleri suçlarla yaftalamaya çabalıyorlar çaresizce.. Ama tarih ve bilim onlardan yana değil.. Bizden, haklıdan yana.. 2 bölümde bu konuyu işlemek istedik. Bu 2, bölüm..
İlkini de okumalısınız.. deriz..

Sevgi ve saygı ile.
26.1.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı
profsaltik@gmail.com
www.ahmetsaltik.net 

===============================

Uluslararası Hukuk Açısından “Ermeni Soykırımı”
ve Atatürk’ün Görüşleri..

“..Şüphe edilmemek gerekirdi ki; Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi.

Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi.

Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? (s. 260,261)

Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor..

Arzu buyurursanız o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim:
Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı. 1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir Paşa‘yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziranında, Ermeniler, Oltu’da kurulan, mahalli Türk yönetimine karşı hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığımız tarafından Ermenilere 7 Temmuz 1920’de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı şekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üç buçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize taarruzu ile savaşa başlandı.

Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın şeklinde yaptıkları
genel bir taarruz ile başarıya ulaştılar. … Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. …
Ordu, 29 Eylülde Sarıkamış’a girdi, 30 Eylülde Göle işgal edildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar, bir ay, Sarıkamış-Laloğlu hattında kaldı.

Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 2 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı terk etti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla,
8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)

Atatürk’ten Tarihsel Yanıt (Hürriyet – 08.05.2005)

Ermeni diasporasının son zamanlarda giderek artan soykırım iddialarını,
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, uzun yıllar önce “Dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.” sözleriyle yanıtlamıştı.

Dünyanın, Ermeni tehciri konusunda Türk devletine karşı haklı bir ithamda bulunamayacağını belirten Atatürk, o dönemde yaşananları, ”Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.” sözleriyle anlatmıştı.

Türk Köylerindeki Ermeni Terörü

Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Clanence K. Streit’in sorusu üzerine, Ermeni tehcirine ilişkin şu tarihi gerçekleri dile getirdi:

“Düşmanca ithamda bulunanların sürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:

Rus Ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu.

Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı.”

İNGİLİZLERİN İRLANDA’YA REVA GÖRDÜĞÜ MUAMELE

Büyük Önder Atatürk, Ermeni tehciri ve Ermeni çetelerinin yaptıkları katliamlar konusundaki görüşlerini de şu sözlerle dile getirmişti:

“İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.”

“Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.”

“Gerek umumi harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.”

“Brest Litovks Muahedesi’nin akdini müteakip Rusların şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.

“TÜRKLER, HIRİSTİYANLARI KATLEDİYOR” İDDİALARI”

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin aldığı yaraları saramadığını gören büyük devletler, İstiklal peşinde koşan Ermenilere yardım ederek Tiflis’te Taşnak, İsviçre’de Hınçak teşkilatlarını kurmalarına ve silahlı mücadele başlatmalarına yardımcı olmuşlardı.

Osmanlı Devleti’nin Balkan Harbi’nden de mağlup çıktığını gören Rusya, İngiltere ve Fransa bir taraftan Türkiye’yi aralarında paylaşma planları, diğer taraftan da Taşnak ve Hınçak teşkilatına her türlü silah ve para yardımı yapıyordu. Bu 3 devlet, Türkiye aleyhine başlattıkları çalışmaları ve 1. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi tasfiye etme hareketlerini kendi kamuoylarına kabul ettirebilmek için kiliseleri de devreye sokarak büyük bir propagandaya girişmişlerdi.

Bu amaçla kitaplar yayınlayan ve toplantılar düzenleyen ülkeler, ”Müslüman Türkler, Hıristiyan halklara zulmediyor, onları katlediyor. Hıristiyan halkları kurtarmak için Türkiye’yi ve Türkleri cezalandırmamız gerekiyor. İşte bu maksatla Türklere karşı harp ediyoruz.” temasını işlemişlerdi.

Ulu Önder, bu gerçek dışı propagandanın öncülüğünü yapan Lloyd George ve George Clemenceau’ya şu çarpıcı sözlerle yanıt vermişti:

“Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin zalim olduğu iddiası baştan başa yalandır. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve adetlerine riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkar olan yegane millet bizim milletimizdir.

Fatih, İstanbul’da bulduğu dini ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı ve Ermeni Kategikosu gibi Hıristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en büyük müsaadekar ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eden en büyük delilidir.”

Sonuç                        :
(İsmet Görgülü, Atatürk’ten Ermeni Konusu-Belgelerle, Bilgi Yay., 2. Bs. 2006)

• Tehcir bir zorunluluktu.
• Tehcir’de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
• Tehcir edilenler hayattadır.
• Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin hayatını kurtarmıştır.
• 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan, asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
• Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu’da önce Ruslar,
sonra İngilizler, Güney’de Fransızlar kışkırtmışlardır.
• Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır, İngiliz propagandasıdır.
• “Ermenilere kırım yaptınız” konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasi emellere dayanmaktadır.
• Siyasi emel topraktır, Türkiye’nin Doğusunda “Kafkas Seddi” oluşturmaktır.
• Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer vasıtadır ve paralel kullanılmaktadır.

TÜRKER ERTÜRK : TEK KİŞİLİK ORDU


Dostlar
,

Sn. E. Amiral Türker Ertürk’ün 12.4.13 günü sitemizde yayımladığımız yazısını,
sözde Ermeni soykırımının her yıl temcit pilavı gibi yoz politik çıkarlar uğruna
gündeme yapay olarak taşınması nedeniyle (98 yıl sonra) bu gün (24 Nisan 2013),
bir kez daha dikkate getirmek istiyoruz..

Ayın Şükrü Server Aya’ya, çok değerli kitabı için teşekkür ederiz.

“Büyükelçinin Mantık Dışı Çelişkileri”
Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau”..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.4.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

TEK KİŞİLİK ORDU

Geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbul Hasköy’de bulunan Rahmi Koç Müzesinde
Şükrü Server Aya’nın Türkçesi “Büyükelçinin Mantık Dışı Çelişkileri“ olan
Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau
 adı altında
İngilizce olarak yazdığı yeni kitabının basına ve uluslararası kamuoyuna tanıtımı yapıldı.

Bu tarihi olaya ben de tanıklık ettim. Hatta Şükrü ağabey bu anlamlı günde
bana da konuşma şansı tanıyarak beni ziyadesiyle onurlandırmıştır.
Kendisine buradan teşekkür ediyorum.

Aya bu kitabında “Ermeni soykırımı“ iddialarının emperyalizmin kuyruklu bir yalanı olduğunu ortaya koyuyor. Kitap Kasım 1913-Şubat 1916 arasında Amerikan Büyükelçisi olarak İstanbul’da görev yapan Morgenthau’nun Türkçesi “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü“ olan “Ambassador Morgenthau’s Story“ adlı kitabını sayfa sayfa, satır satır irdeleyerek yanlışları ve yalanları ortaya koyuyor.

İddiaları yabancı kaynaklarla çürütüyor

Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü kitabı çok önemli. Çünkü “Ermeni soykırımı“ iddialarının temel dayanağı bu kitap! İşte Şükrü Server Aya bu kitabın iddialarını
hem de yabancı kaynaklarla tümüyle çürütüyor.

“Büyükelçinin Mantık Dışı çelişkileri“ Şükrü Server Aya’nın sözde ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili 4’üncü İngilizce kitabı. Kitap İrlandalı bir yayınevi olan ATHOL BOOKS tarafından basıldı ve editörlüğünü İrlandalı Dr. Pat Walsh yaptı.

Tanıtımın yapıldığı salon seçkin konuklarla doluydu. Ama gözler ister istemez bazılarını arıyordu. Tüm yabancı büyükelçilere çağrı gönderilmişti. Belki ABD Büyükelçisi, İstanbul’daki Konsolos veya onların bir temsilcisi katılabilirdi! Yoksa bu beklenti biraz safça mıydı? Çünkü ABD’nin halihazır Ankara Büyükelçisi’nin kendisinden 100 yıl önceki selefinin emperyalist bir projeye altyapı sağlamak için uydurduğu yalanların kanıtlandığı bir toplantıda ne işi olabilirdi! Belki de Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye bacağı ile ilgili Ergenekon ve Balyoz gibi yalanların koordinasyonu ile meşguldü. Evet, ABD’yi temsilen kimse gelmedi!

Dışişleri Bakanı’nın daha önemli ne işi var?

AKP’nin tam denetimine giren merkez akım medyadan da kimse gelmemişti.
Çünkü Erdoğan onların canlarına okurdu. Yandaş medyayı söylemek gerekmez.
Onlar zaten ülkemizin düşmanı olan tarafta yer almışlar ve bunun gereğini
yerine getiriyorlardı!

En üzücü olanı, esas başrol oynaması gereken Dışişleri Bakanı ve Türk Tarih Kurumu ortada yoktu. Dışişleri yasak savmak için Bakanlığı temsilen İstanbul’dan bir diplomatını göndermişti. Ben salonda fark etmedim bile! Ama Bakan neredeydi?
Sözde Ermeni soykırımı iddialarının yıl dönümü olan 24 Nisan yaklaşırken, arkasında emperyalizmin itici, özendirici ve destekleyici gücü bulunan Ermeni diasporasının öldürücü darbe için hazırlandığı 1915 tarihli emperyalist yalanın 100. Yıldönümü olan 2015’e 2 yıl gibi çok kısa bir zaman kalmışken, Dışişleri Bakanı’nın bundan daha önemli bir işi olabilir mi?

Nobel Edebiyat Ödülü alırdı

Dışişleri Bakanı bırakınız gelmeyi bir mesaj bile göndermemiştir. Bu düşmanlık kime?

  • Emperyalizmin çıkarları öyle gerektirdiği için birileri
    Atalarımızı katliamcı ve soykırımcı ilan etmek için yalanlar uyduruyor,

Şükrü Server Aya gibi kimi yurtseverler bu yalanı ortaya çıkarıyor karşılığında ilgisizlik
ve itibarsızlık kazanıyor. Halbuki emperyalist yalanı ortaya çıkaracağına emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden yalanı söyleseydi Nobel Edebiyat Ödülü kazanırdı!
Bence Aya haddini bilmeli! Dua etsin O’nu da zindanlara atmadıklarına!
Mehmet Perinçek de bu yalanın peşine düştü ve Rus belgeleri ile bunu kanıtladı ve
sonuç bildiğiniz gibi; hizmeti cezasız kalmadı!

Kurucusunun Atatürk olduğu Türk Tarih Kurumu da ortada yoktu.
Belki de konuşulan ve tartışılan konular görev alanlarına girmiyordu!

Soykırım mutlaka tanınmalı

Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan “Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için önce Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini“ söylüyor.

Binlerce Azerbaycan Türkünü katleden, Azerbaycan’ın ayrılmaz parçası olan
Dağlık Karabağ’ı halen işgal altında tutan ve yaklaşık 800 bin Azeri Türkünün doğdukları toprakları terk etmesinin sorumlusu Ermenistan’dır. Bu ülkenin 2008’den beri Cumhurbaşkanı olan Sarkisyan, Armennews internet sitesinde “Ermeni soykırımının tanınma koşulunun Ermenistan’ın olmaz ise olmazı olduğunu, Kafkasya’da kalıcı bir barış için şart olduğunu“ ifade ediyor ve açıkça, “Tanıma”nın arkasından 3T’nin
geri kalanı olan Tazminat ve Toprak istemlerinin geleceğini ima ediyor.

AKP hükümeti ve Davutoğlu liderliğinde kimyası bozulan Dışişleri Bakanlığımız,
Atalarımıza karşı yapılan mesnetsiz karalamaya ve arkasında ülkemiz üzerinde emperyalist hesaplar olan saldırıya karşı en kibar söylemle mücadele vermemekte
veya verir gibi yapmaktadır.

Fakat meydan boş değildir. Bu ülkede helal süt emmişler ve yurtseverler vardır.
Bunlardan bir tanesi de Şükrü Server Aya’dır. Adeta tek kişilik ordu gibi çalışmakta
“Ermeni soykırımı“ yalanının tüm dayanaklarını bir bir ortadan kaldırmaktadır.
Türk Milleti adına kendisini saygı ile selamlıyoruz. Ayrıca bundan sonra da vereceği mücadele için Allah’tan kendisine uzun ömürler diliyoruz.

Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN
(5.4.13)

ABD BÜYÜKELÇİLERİNİN MANTIK DIŞI ÇELİŞKİLERİ


E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen


ABD BÜYÜKELÇİLERİNİN MANTIK DIŞI ÇELİŞKİLERİ..

1930’da Romanya’nın Galati kentinde dünyaya gelir. Kentin adı kale anlamına gelen Kuman Türkçesinden gelmektedir. Ailesi ise 19. yüzyılda Trabzon’dan gelerek

Tuna nehrinin Karadeniz’e döküldüğü yerde bulunan bir liman kenti olan Sulina’ya yerleşmiştir. O zaman Sulina çoğunlukla Türklerin yaşadığı bir yerleşim bölgesidir.

Ağustos 1939’da Sovyetler Birliği’nin bugün Moldova olarak adlandırılan
Besarabya 
bölgesini işgal etmesi üzerine babası tası tarağı toplar ve ailesi ile birlikte
Türk bayraklı bir yük gemisi ile kaçarak anavatan Türkiye’ye İstanbul’a gelir.

İlk, Orta ve Lise öğretimini izleyerek bugünkü adı Boğaziçi Üniversitesi olan
Robert Koleje 
kabul edilir. Babasının 1951’de bir deniz kazasında yaşamını yitirmesi üzerine eğitimine ara verir ve ailesini destekler. Daha sonra yeniden okuluna döner ve 1953’te mezun olur.

Mezuniyetten sonra şirketini kurar, uluslararası ticarete başlar ve yaklaşık 50 yıl
hem dünyayı gezer hem de para kazanır. Daha sonra yaşı ilerleyince işlerini tasfiye eder, keyfine keyif katacağına, balık tutup arkadaşlarına avcı hikayeleri anlatacağına
O yine zorlu bir savaşımı (mücadeleyi) seçer.

Çocukluğunun geçtiği Arnavutköy’de, okul sıralarında ve iş yaşamında çok sayıda Ermeni ile ilişki kurmuş ve arkadaş olmuştur. Fakat Ermeni iddiaları konusunda
kafası karışmakta ve kuşku duymaktadır. Tarihe meraklıdır ve sonunda karar verir,
1915 olaylarının gerçek yüzünü araştıracaktır. Gerçekten ataları olan
Türkler soykırım yaptı mı? Yoksa yargısız bir infaz mı söz konusu?

İddialar tümüyle yalan ve iftira

Gerçekleri öğrenmek için kolları sıvar. “Ermeni soykırımı” iddiasında bulunan kitapları, makaleleri ve belgeleri tarar. Bu iddiaların tümüyle yalan ve iftira olduğunu, büyük bir projenin bir parçası olduğunu görür. Bugüne dek 3’ü İngilizce olmak üzere
5 kitap ve başvuru kaynağı yazmış ve hazırlamıştır.

Bu değerli ve yurtsever insanımız Şükrü Server Ayadır. Ben de birlikte katıldığımız bir TV programında yakından tanıma onuruna eriştim. O günden beri arkadaşız ve dostuz. Kendisine Şükrü ağabey diye hitap etme ayrıcalığına sahibim.

Yarın ( 30 Mart 2013 ) saat 15:30’da İstanbul Hasköy’de bulunan Rahmi Koç Müzesi’nde Şükrü ağabeyin “Preposterous Pradoxes of Ambassador Morgenthau“ (Büyükelçi Morgenthau’nun Mantık Dışı Çelişkileri) adlı
yeni kitabının basın mensuplarına ve uluslararası arenaya tanıtımı yapılacak.

Morgenthau, Kasım 1913 – Şubat 1916 arasında 26 ay İstanbul Büyükelçisi olarak görev yapmış. Morgenthau’nun görev yaptığı dönem ile ilgili olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti Yöneticileri ile olan ilişkilerini, görüşlerini ve konuşmalarını, Ermeni tehciri ile ilgili olarak duyduklarını yazdığı “Büyükelçi Morgenthau’nun anlatısı“ adlı bir kitabı var.

Bu kitap Ermeniler tarafından “değeri paha biçilmez bir kaynak“ olarak nitelendirilmektedir. Ermenilerin sözde soykırım iddialarının çok büyük bir bölümü
bu kitaba dayanmaktadır. Ama bu kitap, yalan, dolan ve iftiranın üstüne oturmaktadır. Kitabın yazarı bile şaibelidir!

Morgenthau İstanbul’da görev yaptığı sürede şehrin 10 km dışına dahi çıkmamıştır. Kitap, tercümanları olan Arşak Şimavonyan ve Agop Andonyan’ın anlatılarına dayanmaktadır. Büyükelçi ABD’ye döndükten sonra Osmanlı’yı suçlayabilecek böyle bir kitap yazabileceğini Başkan W. Wilson’a söyler ve onayını alır. Kitabın yazarının kendisi olduğu da yalandır biliyor musunuz? Kitap Pulitzer ödüllü Burton J. Hendrick’e yazdırılmış ve karşılığında bugünkü değeri yaklaşık 1 milyon 300 bin
ABD doları verilmiştir.

İşte Sayın Aya’nın yarın tanıtacağı kendi kitabında bu rezillikleri, kepazelikleri ve iftiraları yabancı kaynaklı belgelere dayanarak anlatıyor. Kitabında karşı konulamaz ve yadsınamaz (inkar edilemez) belgeler konuşuyor, masal anlatılmıyor. Bu kitabı mutlaka alın, okuyun ve çocuklarınıza ve torunlarınıza bırakmak için kütüphanenizde saklayın.

Öldürücü saldırı için hazırlanıyorlar

  • İki yıl sonra 1915 Ermeni iddialarının 100’üncü yıldönümü olacak.

Emperyalizm ve onun güdümünde bulunan Ermeni Diasporası, öldürücü saldırı için hazırlanıyorlar. 10 yılı aşkın süredir iktidarda bulunan AKP şimdiye dek her konuda olduğu gibi bu konuda ne yaptı? Ne yapmayı planlıyor?

İlerlemiş yaşına karşın gecesini gündüzüne katarak çalışan, üreten, bu konuda kendi ekonomik olanaklarını da harcayan ve bağrından çıktığı Türk Milletine hizmet etmeye çalışan Şükrü Server Aya ile gurur duyuyorum. Toplumlar kendisine hizmet edenlerle gurur duyar. Aksi, yani Yorgo ve Barzani gibi örnekler ancak hainler için söz konusudur.

Hiç kuşku yok ki;

  • “Ermeni soykırımı” emperyalist bir yalandır!

Bu yalan büyük bir planın ve ulaşılmak istenen hedefin önünü açmak için uydurulmuştur.

Aynen Ergenekon, Balyoz ve benzeri yalanlar gibi.

Bu nedenle yalanların içinde çelişkilerin olması çok doğaldır. Her iki yalanın ve
iftiranın da amacı bölgemize ve ülkemize yönelik olarak hazırlanan emperyalist planların realizasyonudur.

Yalanlar kendi içinde çelişkili olabilir ama 100 yıl arayla ortaya konan bu yalanların hizmet ettiği hedefler açısından emperyalizm tutarlıdır.
Hedef dün Osmanlı, bugün onun halefi Türkiye’dir. Bölgenin istikrarsızlaştırılması, Türkiye’nin büyütülüyormuş gibi yapılıp küçültülmesi, iyice taşeronlaştırılması,
komşularına terör ihracı ve rejim değişikliğidir.

ABD Büyükelçilerine çok kızmayın, onlar emir kuludur;
ülkemize ve bölgemize yönelik planların eşgüdüm (koordinasyon) makamıdır!

Saygılar sunarım.
(29.3.13)

Nesnel Tarih Belgeleriyle “Ermeni Soykırımı” ve Atatürk’ün SÖYLEV’den Kanıtları

Dostlar,
Emperyalist Batı, bitmez psikolojik savaşını sürdürüyor bizimle.
Gene 24 Nisan ve gene 1915 senaryoları..Yazımız aşağıda..
Nesnel bilgi-belgelere dayalı, çok somut. ADD sitesinde de yayımlandı bu makalemiz eş zamanlı olarak..

Nesnel Tarih Belgeleriyle “Ermeni Soykırımı”
ve Atatürk’ün SÖYLEV’den Kanıtları..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı (24.4.12, Ankara)
profsaltik@gmail.com

1. “Soykırım” (Genocide), rastgele kullanılabilecek sıradan bir suçlama değildir. Bu ağır suçun tanımı, “BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde yapılmıştır (Aralık 1948) . Ulusal, etnik veya dinsel bir kümenin tümüyle yok edilmesi kastıyla karşılaşmasıdır. Bu eylemin kesinleşmiş bir mahkeme kararına dayanması gereklidir. Ortada böyle bir mahkeme kararı yoktur. Ancak, Hitler Almanya’sında Yahudilere yönelik toplu öldürme eylemleri, Nürnberg Mahkemesi tarafından “soykırım” olarak kesin hükme bağlanmıştır ve hukuksal olarak doğrudur.

2. “Soykırım suçu”nun hukuksal çerçevesine gelince : Hukuksal zemini tanımlayan metin, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesidir. Bu uluslararası hukuk metnine göre; soykırım suçunun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere atılması gerekmektedir.
Ayrıca işlendiğinde “suç” olarak tanımlanmamış herhangi bir eylemin, geriye dönerek “suç” olarak tanımlanması, Ceza hukukunun en temel ilkelerinden olan “suçun yasallığı” ilkesine aykırıdır.
Ek olarak, eylem sahibinin bir “suç işleme kastıyla” söz konusu davranışı sergilemesi gereklidir ki, bu öge de karşılık bulmamaktadır. Aşağıda da değinildiği gibi, bir askeri zorunlukla adeta nefsi müdafa yapılarak “tehcir” zorunluğu yaşanmıştır.
Nitekim ünlü tarihçiler B. Lewis ve J. McCarty “Ermeni Soykırımı” suçlamasını bu nedenle yadsırken, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında yaşananları bir “savaş trajedisi” (karşılıklı kırım) olarak tanımlamıştır. Sözde “Ermeni Soykırımı” suçlamaları, bunca açık hukuksal gerçeklik ve gerekliliğe karşın yine de, halkı ve ülkesiyle Türkiye’ye yükleniyor. Gerçekte bu suçlama hiçbir hukuksal geçerlik taşımayıp, sosyal psikolojik açıdan bir yansıtma, tehcir travmasına sapkın bir tepkidir.

3. I. Dünya Savaşı’nın ardından141 İttihat ve Terakki Partisi yöneticisi “Ermenilere dönük toplu katliam” suçlamasıyla 3 yıl kadar Malta’da tutuklu kalmıştır (Sevr Antlaşması gereğince). Soruşturmayı yürüten İngiltere Kraliyet Başsavcılığı, yetkili hukuksal organ olarak, sanıklara atılı suça ilişkin hukuksal kanıt olmadığından, dava açamamış, bir tür takipsizlik kararı vermiştir.

4. “Soykırım” savlarının temel dayanağı olarak son dönemlerde sunulan “tehcir uygulaması, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin, 1977 tarihli Ek 2 Protokolü uyarınca “askeri gereklilik” kapsamında sayılmalıdır. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ermenileri silahlanarak isyan etmiş ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusya’sı ile birlikte, Rus askeri üniformasıyla savaşa katılmışlardır. Tehcir uygulaması “askeri zorunluluk ” kapsamında değerlendirilmelidir.

5. Soruşturmayı yürüten Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, işgal altındaki Osmanlı arşivinin yanında, İngiltere ve Amerika’da da bu kişiler aleyhine “hukuksal olarak geçerli” hiçbir “katliam / kırım” kanıtı bulamamıştır. Bu nedenle “kovuşturmaya yer olmadığı”
hükmüne vararak İttihat ve Terakki yöneticilerinin serbest bırakılmalarını sağlamıştır.

6. Bu sorun için doğru bir adres de Uluslararası Adalet Divanı’dır. Haksız suçlamayı hukuksal olarak çürütmek gerekir. Türkiye, Uluslararası Adalet Divanı’na, “Fransa Senatosu’nun aldığı karar yasal mıdır?” sorusunu yöneltmelidir. Şimdiye dek belli kaygılarla böyle bir girişim yapılmamıştır. Gelinen yerde artık bu girişim sonuç alıcı olabilir. Gerekli lobicilik altyapısı sağlanarak, olgunlaştırılmış
bir başvuru Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne konmalıdır.

Atatürk Kaynakçaları Ne Diyor ?

Ermeni haber ajansı Novosti Armenii’nin yayımladığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün ABD’li Amiral Bristol’e 7 Mart 1920’de gönderdiği telgrafı paylaşalım (Cumhuriyet, 29.08.09) :

“Topraklarımızın müttefiklerce işgal edilmesi halkımıza zarar verdi. Oysa biz Mondros Ateşkesi ile barış sağlanacağını düşünüyorduk. Durumun değişeceğini ve barış görüşmeleri yapılmasıyla ilgili
adil ve yansız kararlar alınmasını bekliyorduk. Ama kendi çıkarlarının peşinde koşanlar, Anadolu’da 20 bin Ermeni’nin öldürüldüğü yalanını uydurdu. Müttefiklerin ve Amerikan yönetiminin bu yalanlara inanmayacağını düşünüyorduk, çünkü gizli servisleri bütün Anadolu’da faaliyet gösteriyor. Herkes Maraş ve Urfa’daki çatışmalarda Türkler, Fransızlar ve onların safında savaşan Ermenilerin kayıp verdiğini biliyor.

Ama bu bir katliam değil!

Ermeni askerlerinin Müslümanlara saldırmasına yerel halkın gösterdiği direnişin doğal sonucu. Müttefikler insanlara eşit davransa, Ermenileri bazı görevlere atayıp silahlandırmasa,
çatışmalar çıkmazdı. Müttefik ordularına ve Amerikan yönetimine Ermeni katliamı propagandasıyla ilgili gerçek konusunda Dünya kamuoyunu aydınlatma ve Türk halkının adını alçak ve iğrenç suçlamalardan temizleme çağrısında bulunuyoruz.”

SÖYLEV’de Ermeni Sorunu :

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Hey’eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. (s. 2)
Milli kuruluşlar siyasi amaç ve hedefleri Vilayet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin
2. maddesi), Doğu illerinde oturan bütün halkın dini ve siyasi haklarının serbestçe kullanılmasını sağlayacak meşru yollara başvurmak, bu illerdeki müslüman halkın tarihi ve milli haklarını gerektiğinde medeniyet dünyası karşısında savunmak, Doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin sebepleri ile bunları işleyenler ve sebep olanlar hakkında tarafsız soruşturma yapılarak suçluların sür’atle cezalandırılmalarını istemek. Yerli halk ile azınlıklar arasındaki anlaşmazlığın giderilmesine ve eskiden olduğu gibi iyi ilişkilerin sağlamlaştırılmasına gayret etmek, savaş durumunun
Doğu illerinde yarattığı yıkım ve yoksulluğa, hükümet nezdinde teşebbüslerde bulunarak elden geldiğince çare aramaktan ibaretti. (s. 3) İstanbul’daki yönetim merkezinden verilmiş olan bu direktife uygun olarak Erzurum şubesi, Doğu illerinde Türk’ün haklarını korumakla birlikte;

Ermeni göçü sırasında görülen kötü davranışlarla halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını,

Ermeni mallarının Rus istilasına kadar korunduğunu, buna karşılık müslümanlara pek gaddarca davranıldığını; hatta verilen emre aykırı olarak, göçten alıkonan bazı Ermenilerin koruyucularına karşı yaptıkları kötülükleri, güvenilir belgelerle medeniyet dünyasına duyurmaya ve Doğu illerine dikilmiş olan hırs yüklü bakışları hükümsüz bırakacak çalışmalar yapmaya karar veriyor (s. 3)
… Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin kuruluşuna yol açan asıl sebep ve düşünce, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali oluyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesinin de Doğu illeri nüfusunda Ermenilerin çoğunlukta gösterilmesine ve tarihi haklar bakımından onlara öncelik tanınmasına çalışanların, ilmi ve tarihi belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmalarına ve bir de Müslüman halkın Ermenileri topluca öldüren barbarlar olduğu iftirasının bir gerçekmiş gibi kabulüne bağlı olduğu düşüncesi ağır basıyor. İşte bundan dolayıdır ki, dernek, aynı gerekçeye dayanarak ve aynı yollardan yürüyerek tarihi ve milli hakları savunmaya çalışıyor. (s. 4)

Kışkırtmalar

Efendiler, Amasya’da görüşmelere başladığımız 20 Ekim günü, alınan bilgilerin özeti şuydu: İstanbul’da, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Askeri Nigahban Cemiyeti ve Muhipler Cemiyeti bir blok kurdular. Bu blokla, Ali Kemal ve Sait Molla gibi kimseler, azınlıkları sürekli olarak Kuva-yı Milliye aleyhine kışkırtmaya başladılar.

Rum ve Ermeni patrikleri, Kuva-yı Milliye aleyhine İtilaf Devletleri temsilcilerine başvurdular.

Ermeni Patriği Zaven Efendi, Neologos gazetesinde yayınladığı bir mektupla, son Milli Mücadele hareketinden dolayı Ermenilerin göç etmekte olduklarını ilan etti. (s. 178)

“..Şüphe edilmemek gerekirdi ki; Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etmek politikası, medeni insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi? (s. 260,261)

Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor.. Arzu buyurursanız
o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddi işlerine geçelim: Yüksek hey’etinizce de bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı.
1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir kerteye geldi ve Ermenistan seferine karar verildik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. 15’nci Kolordu Komutanın Kazım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziranında, Ermeniler, Oltu’da kurulan, mahalli
Türk yönetimine karşı hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığımız tarafından Ermenilere 7 Temmuz 1920’de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı şekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üç buçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize taarruzu ile savaşa başlandı. Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın şeklinde yaptıkları genel bir taarruz ile başarıya ulaştılar. …

Ermeniler geri püskürtülüp girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. … Ordu, 29 Eylülde Sarıkamış’a girdi, 30 Eylülde Göle işgal edildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar, bir ay, Sarıkamış-Laloğlu hattında kaldı.

Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz,
2 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars’ı terk etti. Kars 30 Ekimde tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçay’ına kadar olan bölgeyi ve Gümrü’yü ele geçirdi. Ermeniler, 6 Kasımda ateşkes ve barış için müracaat etmişlerdir. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, 8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasımda başlayan barış görüşmeleri 2 Ocak’ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı. (s. 331-333)
Atatürk’ten Tarihsel Yanıt (Hürriyet – 08.05.2005)

Ermeni diasporasının son zamanlarda giderek artan soykırım iddialarını, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, uzun yıllar önce “Dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya
mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.” sözleriyle yanıtlamıştı. Dünyanın, Ermeni tehciri konusunda Türk devletine karşı haklı bir ithamda bulunamayacağını belirten Atatürk, o dönemde yaşananları, ”Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.” sözleriyle anlatmıştı.

Türk Köylerindeki Ermeni Terörü

Atatürk, 26 Şubat 1921’de Amerikalı gazeteci Clanence K. Streit’in sorusu üzerine, Ermeni tehcirine ilişkin şu tarihsel gerçekleri dile getirdi:

“Düşmanca ithamda bulunanların sürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir:
Rus Ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah,
cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak
büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinde yapıyorlardı.”

İNGİLİZLERİN İRLANDA’YA REVA GÖRDÜĞÜ MUAMELE

Büyük Önder Atatürk, Ermeni tehciri ve Ermeni çetelerinin yaptıkları katliamlar konusundaki görüşlerini de şu sözlerle dile getirmişti:
“İngilizlerin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.”

“Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.”

“Gerek umumi harp sırasında gerek mütarekeden sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan mezalim üzerinde durmak uzun bir hikaye olur.”

“Brest Litovks Muahedesi’nin akdini müteakip Rusların şark vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur.

Prof. Dr. NORMAN STONE’UN NESNEL TARİHSEL DEĞERLENDİRMELERİ

“Diaspora Ermenileri, ‘tarihçilerin’ soykırım davasını kabul ettiğini söylüyor. Ortada, diasporanın çizgisini onaylayan ‘soykırım uzmanları birliği’ olarak nitelendirilen saçma bir örgüt var; ancak bunlar kim ve ne tür ehliyetlere sahipler? Ruanda, Bosna ve hatta Auschwitz hakkında bir şeyler biliyor olmak, onlara 1915’teki Anadolu’yu tartışma yetkisi vermez…”

Prof. Norman Stone’dan aktaralım :

Türkler soykırım yapmadı !

Söylenmesi gereken ilk şey, ‘soykırım’ işi hiçbir zaman kanıtlanmadı. Gösterilen en iyi kanıtlar dolaylı düzeyde ve İngilizler, İstanbul’u işgali sırasında hiçbir zaman doğrudan bir kanıt ya da belge bulamadı. İngilizler, Türklere karşı kanıt bulmak amacıyla önde gelen kimi Türkleri Malta’da tutsak etti; ancak hiçbir şey bulamadılar. İngilizler, Amerikalılara bir şey bilip bilmediklerini sorduklarında aldıkları yanıt yalnızca ‘hayır’ dı. Sonuç, olduğu iddia edilen ‘soykırımın’ hiçbir zaman doğru düzgün bir mahkeme sürecine konu olmamasıdır. .. gerçek şu ki, İngiliz kanun adamları
açık bir biçimde tutsaklarını yargılamak için ellerinde yeterli kanıtın bulunmadığını söyledi..”

Gerçek şu ki, ortada bir “soykırım” kanıtı yok, bir bakıma Ermenilerin imha edildiğini gösteren hiçbir belge ortaya çıkmadı.
Ancak düzmece bir kanıt var..

Ermeniler düzmece dokümanları öne sürüyor..

Gerçek şu ki Ermeni diasporası bu iddialarını doğru düzgün bir mahkeme sürecine taşımadı.

Fransız ya da başka bir parlamentonun cevabın ne olduğuna dair hüküm vermesi açıkça kepazeliktir.

Fransa’da gerçeği haykırmaya hazırım…

“TÜRKLER, HIRİSTİYANLARI KATLEDİYOR” İDDİALARI”

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin aldığı yaraları saramadığını gören büyük devletler, İstiklal peşinde koşan Ermenilere yardım ederek Tiflis’te Taşnak, İsviçre’de Hınçak teşkilatlarını kurmalarına ve silahlı mücadele başlatmalarına yardımcı olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin Balkan Harbi’nden de mağlup çıktığını gören Rusya, İngiltere ve Fransa bir taraftan Türkiye’yi aralarında paylaşma planları, diğer taraftan da Taşnak ve Hınçak teşkilatına her türlü silah ve para yardımı yapıyordu. Bu 3 devlet, Türkiye aleyhine başlattıkları çalışmaları ve 1. Dünya Savaşı’nda Türkiye’yi tasfiye etme hareketlerini kendi kamuoylarına kabul ettirebilmek için kiliseleri de devreye sokarak büyük bir propagandaya girişmişlerdi.

Bu amaçla kitaplar yayınlayan ve toplantılar düzenleyen ülkeler,
”Müslüman Türkler, Hıristiyan halklara zulmediyor, onları katlediyor.
Hıristiyan halkları kurtarmak için Türkiye’yi ve Türkleri cezalandırmamız gerekiyor. İşte bu maksatla Türklere karşı harp ediyoruz.” temasını işlemişlerdi. Büyük Önder ATATÜRK, bu gerçek dışı propagandanın öncülüğünü yapan İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransız Başbakanı George Clemenceau’ya şu çarpıcı sözlerle yanıt vermişti:

“Milletimiz aleyhinde söylenenler bütünüyle iftiradır. Milletimizin zalim olduğu iddiası baştan başa yalandır. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve adetlerine riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riayetkar olan yegane millet bizim milletimizdir.
Fatih, İstanbul’da bulduğu dini ve milli teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum Patriği, Bulgar Eksarhı ve Ermeni Kategikosu gibi Hıristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en büyük müsaadekar ve civanmert bir milleti olduğunu ispat eden en büyük delilidir.”

Sonuç :

• Tehcir bir zorunluluktu.
• Tehcir’de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
• Tehcir edilenler yaşamdadır.
• Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin yaşamını kurtarmıştır.
• Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan,
asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
• Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu’da önce Ruslar, sonra İngilizler, Güney’de Fransızlar kışkırtmışlardır.
• Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır, İngiliz propagandasıdır.
• “Ermenilere kırım yaptınız” konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasal emellere dayanmaktadır.
• Siyasal emel topraktır, Türkiye’nin Doğusunda “Kafkas Seddi” oluşturmaktır.
• Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer araçtır ve paralel kullanılmaktadırlar.

Türkiye ne yapmalı ??

Prof. Dr. Norman Stone’a göre :

“Eğer Fransız yasası onaylanırsa, o zaman Türkler eyleme geçmek için hazır olmalı, aksi takdirde tazminat için devasa rakamlar ödeme riski ile karşı karşıya kalacaktır. Örgütlenmek gerekmektedir. Ben gönüllü olarak Fransa’da sıkıntı çıkarabilirim: Halka açık bir konferans vermek ve tüm “Ermeni soykırımı” tezi içinde neyin yanlış olduğuna işaret etmek benim için çok kolay olurdu -aslında sadece Veinstein’in makalesini de okuyabilirim (ya da o dönemin önde gelen ismi Alman General Bronsart von Schellendorf’un makalesini).
Fransız hükümeti muhtemelen bir süre için beni cezaevine koymak için yeteri kadar sıyırmış olacaktır (aslında bu suçu, çok sayıda Afrikalının köle ticaretine dahil edildiğine işaret etmek olan ve bazı kölelerin bu ticaretin kendilerini yamyamlıktan koruduğu için götürülmeye gönüllü olduğunu yazdığı için cezalandırılan saygın bir Fransız tarihçiye de yapılmıştı). Ancak birisinin çıkıp da, parlamentonun yetkisinin saçma bir şekilde suistimal edilmesine ve neredeyse yüz yıl önce ve iki bin kilometre uzaktaki ve dilini bugün sadece çok az sayıda insanın konuşabildiği bir ülkedeki
bir olay hakkında tarihçilere ne söylemeleri gerektiğini dikte eden bir parlamentoya karşı bir duruş benimsemesi gerekmektedir..”

Sonsöz :

Türklere dönük “soykırım suçlaması”, aslında emperyalist Batı’nın kirli bilinçaltını sözde arıtmaya dönük, iyi bilinen ama boşuna bir, “usa bürünme” (rasyonalizasyon) denen ruhsal savunma aracıdır. Zamanla ortaya çıkacak yeni belgeler ve bilim namusu taşıyan nesnel tarihçilerin çabaları, bir kez daha, çarpıtılan gerçeği boş bir eldiven gibi bu utanmazların yüzlerine çarpacaktır.