Etiket arşivi: Prof. Dr. Türkkaya Ataöv

‘Ermeni soykırımı’ diyenlere…

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

Cumhuriyet, 30 Nisan 2022

ABD Başkanı Biden’ın uzun Osmanlı-Ermeni ilişkisinde 1915’in 24 nisanını “soykırım” diye nitelemesi tarih yönteminin yansız bir değerlendirmesi değil, bir iç siyaset zorlaması, bize karşı da bir baskıdır. Yoksa, yalnız kendi anadilinde okuma becerisi olan Biden S.J. Shaw, J. McCarthy, H. W. Lowry,  C.F. Dixon-Johnson, F. Valyi, R. de Nogales, K.S. Papazian, P. Price, M.A. Shaikh, E. Tashji, S.A. Weems, E. Feigl ve benzerlerinin güvenilir kitaplarının kapaklarını bile herhalde görmemiştir.

1915 olaylarının nedeni Van’da başlayan Ermeni terörünü ve onların tek yanlı kan dökümünü, ayrıca baskın, işgal, kitlesel kıyım ve askerlerimizle kadınlara saldırılarını çevre il, kent ve köylere yansıtmalarıdır. Uzun dostça ilişkilerin yerini genişlemeci Çarlık Rusyası’nın, Katolik Fransız ve Protestan Anglo-Sakson, ayrıca Amerikan din yayıcılarının Ermenileri yüreklendirmeleri, giderek silahlandırmaları aldı. Örneğin, Van’da Rus Konsolosu Binbaşı Kamsaragan Ermeni yurttaşlarımıza askerlik eğitimi veriyordu. İstanbul’daki ABD Büyükelçisi Morgenthau’un iki çevirmeni-danışmanı Ermeniydi. Tek yanlı bilgileri bu ikisinden alıyordu.

ENVER PAŞA’NIN ÖNERİSİ

Oysa, 1915’te Van’a görevle giden E.H. Niles ve A.D. Sutherland adlı iki Amerikalı, o ildeki Türk-Müslüman Mahallelerinin bütünüyle yanıp yıkıldıklarını, erkeklerin öldürüldüğünü, geri kalan ailelerin de kaçmaya çalıştıklarını saptamışlar, Ermeni mahallesindeyse hiçbir müdahale olmadığını görmüşlerdi. Ermeniler Van’ı Osmanlı’dan ayırdıklarını açıkladılar, başlarına da tüm kapıları Rus askerlerine açan A. Manukyan geçti. Bu gerçeği anlatan ortak yazanakları Ermeniler ABD Kongre kitaplığından yok ettiler. Aynı gerçeği Osmanlı asker-sivil görevlileri de İstanbul’a bildirince Enver Paşa önce Ermenilerin değil, Türklerin yer değiştirmelerini düşündü. Kararı verecek olan içişlerinden sorumlu Talat Paşa, Ermenileri Halep ve Şam gibi güneyde cepheden uzak yerlere yollamayı önerdi. Parası olan tren gibi bir araçla da gidebilirdi. Yolda kafilelerin birkaçına saldıran birtakım siviller oldu. Büyük çoğunluk yeni yerlerine salimen vardı. Zaten, birkaç yüz bin Ermeni de yerlerinde bırakılmış ya da Batı Anadolu’ya götürülmüşlerdi. Saldırı haberi İstanbul’a geldiğinde, yakalanan sanıklara ağır cezalar verildi. Bunlar 1915’teki Osmanlı yargılamalarıdır. Ceza görenler Müslümanlar oldu. Suçlu Ermenileri Ruslar, Fransızlar ve İngilizler koruyorlardı.

ÇARPICI İTİRAF

Batı Hıristiyan dünyası Ermenileri, Hz. İsa’nın tek ya da çift kişiliği üstüne farklı yorum nedeniyle bir tür aforoz etmişti. Ermeni Kilisesini 1461 gibi erken bir tarihte tanıyıp ona devlette resmi yer veren Osmanlı Türkleridir. Tartışılan 1915 yılıysa da 1913’te Osmanlı Dışişleri Bakanının Gabriel Noradunkyan adlı Ermeni olduğu bilinmelidir. Yahudi kökenli ABD büyükelçisinin 1915 olaylarına eğildiği söylenen kitabı Ermenilerle birlikte yazılan, Amerikan Devlet Bakanı Robert Lansing’in sayfa sayfa okuyup dilediği gibi değiştirdiği ve Burton J. Hendrick gibi ünlü yazarın para karşılığında baştan yazdığı bir metindir. “Görgü tanığı” dedikleri elçi (Filistin’e gitmesi dışında) İstanbul’dan dışarıya adımını atmamıştı; meslekten emlakçıydı; Ermeni sorununu da bilmezdi. Elçinin Amerika’daki ailesine mektuplarını bile patronun danışmanı Ermeni M. Şinopyan yazıyordu. Öteki danışmanı Arşak K. Şmavonyan’ı Washington’a dönerken yanına alıp götürdü. Bu iki Ermeniyle Paris’teki baştemsilci Bogos Nubar Anadolu’nun neredeyse çoğunu kapsayan bir “Büyük Ermenistan” haritası çizdiklerinde Fransız bakanın tepkisi, “Ama buralarda hiçbir yerde çoğunluğunuz yok ki!” olmuştu…

Suudi Arabistan’da Kuran’ın İslam’ı değil Kralın İslamı yaşanıyor!…

Değerli Dostlar,

 

Duran AYDOĞMUŞ
E. Dışişleri Bakanlığı Uzmanı

Suudi Arabistan’da Kuran’ın İslam’ı değil Kralın İslamı yaşanıyor!…

Prof. Dr. Ahmet SALTIK hocamızın web sitesinde yayımladıkları ve bana da ayrıca göndermiş olduğu 21 (yirmi bir) yazı içinde en çok gerçeklerle ve yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçekleri anlatanlardan, bence en önemlisi, siyaset bilimcisi Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV‘ün “ÜMMET DEĞİL CUMHURİYET” başlıklı yazısıdır. Bilmeyenler / unutanlar için paylaşıyorum. 
ATAÖV hocanın anlattıklarının tümüyle gerçek olduğunu, ben Arap ülkelerinin çoğunda ve özellikle de Suudi Arabistan’daki gözlemlerimi doğruladığını belirtiyorum. Bu yazıda anlattıkları tüm İslam toplulukları için ve özellikle Suudiler için bütünüyle doğrudur!..
57 İslam ülkesinin insanları, İslam’ın merkez ülkesinin Suudi Arabistan olduğunu bilir veya zannederler. Ben de öyle zannederdim! Nasıl zannedilmesin? İslam Peygamberi Suudi Arabistan’dan, kutsal bilinen Kabe Suudi Arabistan’da, Hac ve Umre ibadeti için oraya gidiyor Müslümanlar, İslam’ın 4 Halifesi Suudi Arabistan’dan vd. İşte bu nedenlerle İslam’ın Merkez Ülkesi olarak biliniyor Suudi Arabistan! 
Suudi Arabistan’da bulunmamış ve bizzat görmemiş, yaşamamış olan dostlar, şuna inanın lütfen;
  • Suudi Arabistan’da Kuran’ın İslam’ı değil, Kralın İslamı yaşanıyor!…
  • Yani, Kral ne isterse o yaşanıyor ülkede!
Bu gerçeği Suudilere hep söylüyordum 1980’lerde. Ülkelerinden ayrılıp başka ülkelere giderken, (havada-karada-denizde) LAİK yaşamı yaşamaya başlıyor Suudiler’in erkeği de kadını da!.. Bir örneğini uçakla Cidde’den Ankara’ya gelirken yaşadım :
Suudi erkekler’in çoğu -uçak ülkeden ayrılıp bulutlar üzerine çıkıp ikram başladığında- Ankara’ya ininceye dek viski içtiler... Uçağa siyah tesettür kıyafeti ile binen Suudi kadınların tümü siyah giysilerini lavaboda çıkarıp süslü püslü modern kadın oldular! 

Daha fazlasını ANILARIMDA 5 ÜLKEkitabımda anlattım..
ANILARIMDA 5 ÜLKE, Duran Aydoğmuş ile ilgili görsel sonucu
Daha çok  uzatmak istemiyorum.

Çağdaş yaşam özlemi ve saygı ile.

Duran Aydoğmuş
16.08.2019

Ümmet değil Cumhuriyet, kulluk değil bilgelik!

Ümmet değil Cumhuriyet,
kulluk değil bilgelik!

Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV

Cumhuriyet, 13 Ağustos 2019

Dinlerdeki hak ve ahlak öğretileriyle bir derdimiz yok. Ancak, küçücük çocuğun başına takke ya da türban geçiren, başka dilden ayet ezberleten, din eğitimi yerine masallarla vakit harcayan ve rastgele yorumlarla beynini ele geçiren ile düşüncesi bu yollardan tutsak edilenden ne hayır beklenir? Küçük çocuk eğitim kitapları onların o yaşlarda oyuna, doğa sevgisine, öteki canlılarla etkileşime ve kendi dillerini iyi öğrenmeye gereksinimleri olduğunu belirtir. Birçok Arap ülkesiyle kimi Hıristiyan toplumlarda olan budur. Neden böyle? Önce, ilkel eğitimin geçmişi yüz binlerce yıl geriye gider, bilimin tarihiyse ancak 300 yıldır. Bruno ve Vanini yakılmış, Galilei tutuklanmış, Hallacı Mansur’un derisi yüzülmüş, (AS: Derisi yüzülen Nesimi’dir..) ama Darwin’in “Evrim Kuramı”nı derste anlatmış olan öğretmen Scopes’u mahkemede savunmuş olan hukukçunun heykeli şimdi tam o yapının karşısına dikilmiştir. 
Ancak, birkaç yüz yıllık bilim, boş inançlı çocuksu masallara ve büyü-muska benzeri safsataya ağır darbeler indirmiştir. Dinlerde ahlak dersleri de vardır ama bilim geçmişin kurumuş tahtalarına özlemci değil, onarımına sürekli gereksinim duyulan tutarlı bir yapıdır. Akılcı, deneyimci, yanlışlardan da öğrenen ve ileriye doğru değişimden yanadır. 
Bağnaz Hıristiyanlık Haçlı Seferlerini başlatırken “Tanrı bunu istiyor” parolasıyla tetiklemişti. Papa X. Pius, Descartes’ı yasaklatmıştı, ama Vatikan Hitler’i aforoz bile etmedi. Şimdiki sözcüleri de İsa’nın dünyaya gene gelip Tanrı’nın ordusunun başkomutanlığını üstleneceğini, son büyük savaşın Ortadoğu’da olacağını, zaferi Evangelist ve yandaşlarının kazanacağını, sonra da bu tür Hıristiyanlığın her yerde egemen olacağını yazıyorlar. Bu türlü kitapların her biri ABD’de 60 milyonun üstünde satıyor.

Atatürk Türkiyesi 
Küresel ısınmanın yaşamı tehdit ettiği ilk söylendiğinde “iklime yalnız Tanrı karar verir” diyen aymazlar vardı. Bu konuya ABD’de on yıl önce değindiğimde, biri bana da buna benzer bir tepki göstermişti. Bizde de yağmur duası için “denenmiş yollardan geri dönülmez” diyen sorumlular çıktı. “Kadın başörtüsüyle özgürleşti” diyen kişi yapabilirse dünyada ve ülkemizde kadın hakları atılımlarını incelesin. “Mekke ve Medine’yi izlemeliymişiz” de diyorsa, Suudi, Körfez şeyhlikleri ve Afganistan gibi toplumlarda kızların cehennem yaşamı üstüne basılmış kitapları görsünler. Afgan kızı babasının dükkânına gitmek için bile giysileri ve traşıyla erkek gibi görünmelidir. Kırkaltı Suudi kadın erkeksiz otomobil kullanınca, minaredeki imam şöyle bağırmıştı: “Öldürülmeleri gerekir.” Bugün “Tanrı’ya itaat” sözü kölelik olmamalı.

  • Müslüman toplumlar içinde yalnız Atatürk Türkiyesi’nde aydınlanma süreci yaşandı.

Dünyanın her yerindeki bağnaz çevre yobazlıklarını tartışmaya bile yanaşmıyorsa ve kemikleşmiş çıkarlarına dost elle sarılmışsa, öteki gezegenlere ulaşma yarışında yeri nerede olabilir? Bilimsel doğrularla uyumlu eğitime kapalı yurttaş “kula-kul” olmuş, körinancın kapattığı beyni ve daralan olanaklarla uzun ve karanlık bir yoldadır. “Ah, Mekke ve Medine” derken tüm Arap ülkelerinde bilim adamı yetişmemesinin nedeni budur. Kişi varlıklı olsa da tembel beyinlidir. Petrol gelirini aralarında bölüşen prensler ancak hızlı yatları ve Avrupalı kapatmalarıyla Akdeniz limanlarını dolaşır, arada muhalifleri yok ederler. Körfez ülkelerinde resmi görüş “din kitabı olduğuna göre anayasaya gerek yoktur” diyor, ama din başka, anayasa başka! 
Yahudilerde on buyruk, islamda beş şart ve Hindistan’da sekiz yol gibi ilkeler ve başka benzerliklere karşın, ufak farklılıklardan mezhepler çıkmış, savaşlarda kanlar akmıştır. J. Swift “Gülliver’in Yolculukları” adlı yapıtında iki komşu ülke savaşını şu saçma nedene dayandırır: “Yumurta sivri ucundan mı, yuvarlak gerisinden mi kırılmalı?”

Ilımlı İslam 
Oğul Bush’un bakanları memurlara öğle arasında İncil okuyorlardı. ABD’de Evangelistlerle birtakım tarikatlar ve cemaatler iktidarı ele geçirme yarışındaydılar. Ortak düşmanları laiklik, bilime dayalı eğitim, halk yararına düşünce ve kapkaç düzene muhalifler. Küresel çaptaki tekelci sermayenin sözcüsü olan azınlık “ılımlı” sıfatını da yapıştırdığı FETÖ kıvamındaki siyasal İslama bir bağlaşık kemendi sarıp kendine bağlamıştır.

  • Emperyalizm yakıp yıkmada, öldürmede, altyapıları çökertmede ve yoksul çoğunluğu cehennem ezincinde yaşatmada Nazi Gestaposuyla yarıştadır.

Orwell’in “1984”te anlattığı zebani kuruluşlarıyla bir anlama karşı karşıyayız. Oysa, değişim bir doğa kuralıdır. Kendine dinci diyenler bilgi yerine masa ile kasa peşindeler, ama Sünni dünyası 7.5 milyonluk İsrail’de bilimsel çalışmaların sayısının 22 Arap ülkesindeki toplam çalışmaların iki katından çok olduğunu bilsin.
Bilimin çekip gideceği yok, daha da hızlanıp gelişeceği biline. Ok atma değil, ışık hızı çağındayız. Toynbee diyor ki: “Fatih İstanbul’u teknolojik üstünlükle aldı.” Ümmet çağı da çok geride kaldı. Suudi Kralı adına yılın büyük ödülü, dünyanın yerinde durduğunu ve güneşin onun çevresinde döndüğünü yazan Sünni Arap rektöre verilmişti. Mars’a yollanan yapay uydu fotoğraf çekip gönderiyor, robotlar hizmete giriyor. “İstikbal göklerdedir” diyen Atatürk’tü; aydın veziri boğduran Abdülhamit ya da “halk bir sürüdür” deyip yabancı zırhlısıyla kaçan sözde halife Vahdettin değil. 
Ümmet kavramı geçerliyken, 279 çalışması olan El-Kindi kırbaçlanmış. 184 araştırmalı El- Razi kör edilmiş, tıp kitabı yüzlerce yıl başvuru kaynağı olan İbni Sina kentten kente kaçıp durmuş, İbn Rüşd’ün yazdıkları yakılmış, insanbiliminin kurucusu İbni Haldun’un değeri bilinmemişti. 

  • Çözüm ümmette değil Cumhuriyette, kullukta değil bilgeliktedir.

Bu yolda sorumlu aydınlar ve sessiz gibi duran çoğunluğun hareketlenmesi çağ atlatır. İkinci seçenek ise beyin ve yaşam kapılarının özgür düşünceye kapanması demektir.

Bugün 26 Ağustos

Bugün 26 Ağustos

Şahin MengüŞahin Mengü

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Bugün 26 Ağustos, Büyük Taarruzun başlayışının 95. yıldönümü. Bu gün 30 Ağustosta, kan ve gözyaşı ile yoğrulmuş bir kuşağın, emperyalizmin uşaklarına karşı kazandığı zaferin başlangıcıdır. 20. Yüzyılın başından beri cepheden cepheye koşmuş, cephelerde en yakınlarını yitirip kendi elleriyle toprağa bırakan yorgun gövdelerin zaferinin başlangıç yıldönümüdür.

26 Ağustos 1922 sabahı Afyonkarahisar çevresinde toplanmış, İngilizlerin deyişiyle “kiralık silah” Yunan mevzilerine topçu bataryalarının açtığı ateş, Akdeniz kıyılarında sona erecek Büyük Taarruzun başlama işareti oluyordu.

30 Ağustosta kazanılan bu zafer sadece emperyalizme karşı bir başkaldırının simgesi değildir. Yorgun, bitap bir ulusun kendisine duyduğu özgüvenin, Misak-ı Milli sınırlarını korumak için nasıl harekete geçtiğini göstermesi bakımından anlamlıdır.

Sakarya Meydan Savaşı ile Mustafa Kemal’in emir ve komutasındaki Türk Orduları stratejik bir zafer kazanmışlardı. Sakarya Meydan Savaşı ve onu izleyen başarıların gerçek anlamını kavrayabilmek için bu gelişmelere ulusal sınırları da aşan bir açıdan bakmak gerekir. Emperyalizme karşı kazanılan bu büyük zafer ile, sömürülen bütün doğu halkları, Mustafa Kemal’de bir ön savaşçı, bir gün bağımsızlığa açılacak olan girişimin ışıklarını görüyorlardı.

Nitekim, Hint Ulusal Kongresi Önderi Gandi, Mısır VAFT partisi kurucusu Said Zaglul, Rif Boylarında Fransız ve İspanyol sömürgecilerine karşı savaşan Faslı önder Abdülkerim, Afgan Kıralı Emanullah’tan gelen yüreklendirici mektuplar, Mustafa Kemal’in evrensel mesajının tüm ezilen uluslarda karşılık bulduğunun birer belgesiydi.

Hindistan’da Türkiye çalışmalarının öncüsü olan Prof. Dr. Mohammed Sadig Türk Devrimi ve Hindistan Özgürlük Hareketi adlı önemli araştırmasında diyor ki:

  • “Onun etkisi Türkiye’nin sınırlarını aşarak çok uzaklara uzanmış ve sömürü tutsaklığı altında inleyen herkese esin kaynağı olmuştur. O yeni bir uyanışın kapısını açmış, Asya’da özgürlüğü başlatmıştır. O yeni bir uyanışın kapısını açmış. Asya’da Özgürlüğü başlatmış. Türkiye’deki kurtuluş akımıyla Ankara’da sömürgeciliğin ölüm çanlarını çaldırmıştır.”
    (Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’den naklen)

Mustafa Kemal’in bu büyük askeri başarıları, sömürülen bütün doğu halklarına bir ışık olurken, bu ülkede bugün olduğu gibi o gün de emperyalizmin uşakları vardı. Dış düşmanla uğraşan Mustafa Kemal ve arkadaşları aynı zamanda iç isyanlarla da uğraşıyorlardı.

26 Ağustostan başlayarak Mustafa Kemal Türk Ordusunu zaferden zafere koşturdu, Türk ulusu bağımsızlığını , Türkiye ülke bütünlüğüne kavuştu. Atatürk’ün deyişiyle

  • “Amacımız ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü, aynı zamanda da tam egemenliğimizi elde etmektir. Bizi bu amaçtan alıkoyacak herhangi bir güce karşı savaşacağız.”

Ulusal kurtuluş hareketinin lideri, düşmanı salt askeri olarak yenmenin yetemeyeceğini Osmanlı İmparatorluğu deneyinden ötürü çok iyi biliyordu. Askeri alanda düşünülen taktik ve stratejik planların siyasal alanda da uygulanması gerektiğinin bilincindeydi.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşının mağlubu (AS: yenileni) dört devlet içinde yalnız Türkiye, kendine galip devletlerin zorla imzalattıkları Sevr’i yırtıp atıp Lozan’ı kabul ettirerek savaştaki zaferinin ardından bir de diplomasi zaferi eklemiştir. Birinci Dünya savaşının 4 mağlubundan (AS : yenileninden) ne Almanya Versay, ne Avusturya St Germain, ne Macaristan Trianon ve ne de Bulgaristan Neuilly antlaşmalarını kendileri değiştirebilmiştir.

Bize tam bağımsız bir ülkenin çocukları olma hakkını veren başta Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, acılı ve yorgun savaşçılarını saygıyla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
==========================================
Dostlar,

95 YIL SONRA BİR 26 AĞUSTOS SABAHI…

Sayın Av. Şahin Mengü’ye teşekkür ederiz bu yazısı ile verdiği sıcak iletiler için..
Evet, tam 95 yıl önce bu gün, Afyon Ovasında cehennem gibi bir savunma savaşı başlatılmıştı.
Dönemin dünya hegemonu İngiltere (günümüzde ABD… yarın hangi ülkeler??), Yunanistan’a Batı Anadolu’yu vaadetmişti. Böylelikle, Megali İdea denen Büyük İdeal gerçekleşecek, Ege bir Yunan iç denizi olacak ve yüzyılların hülyası Büyük İyonya yeniden kurulmuş olacaktı. 1830’lara dek yaklaşık 400 yıl Osmanlı valileriyle yönetilen Yunanlar, bölüşülen Osmanlı İmparatorluğundan önemli bir pay kapacaklardı. Böylesine tarihsel fırsatlar ender düşerdi. Dolayısıyla uğruna neler feda edilmezdi ki! O zamanki nüfuslarına göre (1930-34 döneminde 6,5 milyon nüfus!) çok ciddi bir rakam olan 250 bin kişilik ordu hazırlayıp 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiler. Ağababaları İngiltere silah ve mühimmat da satacaktı kendilerine.. İşgal Batı Anadolu’da yayıldı. 1921 yazında Polatlı’ya dek uzandı. Bir de Trabzon tarafında Rum Pontus devleti kurulacaktı ki, Kral Venizelos yönetimindeki Yunanlar için Zeus ve yardımcısı Tanrıları seferber olmuştu adeta!

O Venizelos ki, 1934’te T.C. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK’ü NOBEL Barış Ödülüne aday gösterecek denli uygardı..

  • Günümüzde Büyük ATATÜRK’ün aziiiiiiz anısına saldıranlar insan olabilir mi? Erdoğan neden gürlemiyor ATATÜRK‘ün yontularına, yapıtlarına bitmeyen saldırılar karşısında?? İçten bir kararlılık gösterse duracaktır bu iğrenç saldırılar. Net ve kararlı tutum almadığı sürece bu saldırılarda iktidar suç ortağı hatta azmettirici olarak suç işlemektedir!

Ne var ki önce 1. ve 2. İnönü muharebeleri ile önleri kesildi, Temmuz 1921’de ise Sakarya’da
Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusuna yenilerek geri çekilmek zorunda kaldılar. Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılmasından sonra, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya, Millet Meclisi, 19 Eylül 1921’de yasayla ”Müşir” (Mareşal) rütbesi ile ”Gazi” unvanı verdi. Yaklaşık 13 ay sonra ise, 95 yıl önce bu gün, şafak atarken bu kez yine Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusu, Sakarya’dakinin 4 katı dolayında asker ve çok daha güçlü lojistik destek ile, işgal ettikleri Türk yurdunu Yunan askerlerine cehennem etmeye başlamıştı. Öylesine berkitilmiş (müstahkem) askeri mevziler yapmışlardı ki, kolay kolay 6 aydan önce hiçbir saldırı çökertemezdi. Ne var ki yalnızca 4-5 gün dayanabildiler. 30 Ağustos günü arkalarını dönmüş, her yeri yaka – yıka Afyon ovasından Ege’ye doğru kaçmaya başlamışlardı. Ordu komutanı general Trikopis bile tutsaktı ve Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında konuk edilmiş, kahve ikram edilmiş, kılıcı alınmamıştı. Atina’daki başkomutan Hacı Anesti öfke bunalımlarındaydı.

Büyük Taarruz sürdürüldü ve kaçabilen Yunan birlikleri 9 Eylül 1922 günü İzmir’de denize döküldüler. Bu gün, salt Türkiye ve biz Türkler için değil, dünya tarihi açısından da bir dönemeçtir. Hem bizim hem Yunanların.. Hem de emperyalizmin sömürgesi mazlum uluslar için bağımsızlık savaşımı meşaleleri yakılmıştır.

Başta Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, utkuda (zaferde) belirleyici işlev gören Fahrettin Altay paşa ve süvarilerine, emeği geçen her-ke-se, şehit ve merhum gazilerimize vefa borcumuzu ödeyebilmenin tek 1 yolu var.. Atatürk’ün belirttiği gibi Türk Ordusunun utkusuyla (zaferiyle) sonuçlanan Büyük Taarruzdaki temel amaç, yalnızca düşmanı yenmek değil; Kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak olduğuna göre,

  • Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi ”kayıtsız şartsız bağımsız” bir Devlet olarak
    sonsuza dek hep ilerleme içinde yaşatmak, çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine taşımak!

Gerisi hamasi söylevler, boş laflar..)

Ağzına ”Türk” sözcüğünü almaksızın, özellikle … bakın Türk demiyorum! dahi diyebilen ülkemiz yöneticileri (http://ahmetsaltik.net/2017/04/02/pamukoglu-hayir-onde-yuzlerinden-belli/) Hacca da gitseler ihramlara bürünerek, 26 Ağustos’larda Malazgirt’e de gitseler, 26 Ağustos’un ruhu ile barışık olmadıklarını yadsıyamazlar; bu çok utandırıcıdır ve Türk Ulusu böylesine bir aşağılanmaya asla yaraşır olmadığı gibi, kabul de etmeyecektir..

Mustafa Kemal Paşa‘nın kurduğu bu devlette, demokratik cumhuriyetin nimetleriyle ATATÜRK‘ün koltuğunda oturan Erdoğan‘ı bu davranışları nedeniyle esefle karşılıyoruz, kendisini tarihsel gerçeklerimize saygılı olmaya, insafa ve vefaya çağırıyoruz.

Önümüzdeki günlerde de bu konuyu işlemeyi sürdüreceğiz.

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

PROF. TÜRKKAYA ATAÖV : “Düşüncenin Gücü ve Makine Zekasının Çağı”

 

 

ÇARŞAMBA SÖYLEŞİSİ :
PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV

Değerli Mülkiyeliler 
Geleneksel olarak düzenlediğimiz Çarşamba Söyleşilerimizde 31 Mayıs 2017 Çarşamba günü saat 18.30’da, Prof. Dr. Türkkaya Ataöv,
“Düşüncenin Gücü ve Makine Zekasının Çağı” ;
başlığı altında bir sunum yapacaktır. Çarşamba Söyleşimize katılımınızı bekleriz. 
Saygılarımızla.
Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

Sözde Ermeni Soylkırımına Uzmanlardan 3 Dev Yanıt

Sözde Ermeni Soykırımına
Uzmanlardan 3 Dev Yanıt


Değerli Dostlar,

Soykırım ve Terörizm Araştırıcısı Sefa Yürükel,
sözde Ermeni soykırımının emperyalistlerin Osmanlı’yı parçalama
ve Türk’ü ortadan kaldırma planı olan Şark Planı‘nı,
çok yerinde bir benzetmeyle, bugünkü BOP Planıyla örtüştürüyor.
Ekte konuyla ilgili çok önemli uzmanların raporları var.
Lütfen paylaşınız.
 
Dostlukla, 01.04.2015
Lâle Gürman 
**********

Değerli Dostlar,
Bu yilin asirlik yalani propagandasi, emperyalistlerin Osmanliyi parcalama ve Turku imha etmesi olan, Sark Plani (Bugunku adi ile BOP) cercevesinde, sözde Ermeni faaliyetleri esasta ise Emperyalist Patron/patronlar ve piyon faliyetleri (PKK=HDP de bu işi bugün yüklenmistir) babında Ermeni tehciri bir soykirim gibi butun Uluslararasi içtihat ve hukuka karşı oldugu halde, 1. Dunya savasinin devam ettirmeye calismaktadirlar.
Biz Turklerde onurlu milletin evladi olan bir avuc KURSAD da olsak, bunun Emperyalist bir proje oldugunu, Milletimizi ve dunyayi uyarmak. tavir aldirtmak icin calismalar yapmaliyiz. Alinan tehcir kararinin hakli oldugunu bilerek ve savunarak hareket etmeliyiz.
Bu anlamda, bugune kadar emegi gecmis bircok degerimizin eserlerini hem kendi milletimizin mensuplarina, hem Ermenistan ve diger milletlerin mensuplarina da (Cumhurbaskanlari ve parlementerler de dahil olmak uzere) elimizdeki olanaklar dahilinde iletmeli ve Hz. İbrahim Karınca örneğinde olduğu gibi dik durmaliyiz..
Bundan boyle de tavrimiz böyle olmalidir.
Gonderdigim ekteki eserleri de Turk dunyasinin mensuplari olarak, bizim lehimize
etki uyandirmak, tavir aldirmak ve taraf oluşturmak için tum dunyadaki gerekli merci ve kiiliklere yaymaliyiz.
Bunlari bugunku sorunlari gelecek kuşaklara bırakmadan halletmek icin yapmaliyiz
ve yazili metinlerlede Türk’ün alana çıkmasini saglamaliyiz diyorum.
Tum Türk dünyasinin bireylerine, kuruluslarina, calismalarinda bu anlamda
basarilar diliyorum.
Saygilar selamlar
Sefa M. Yürükel
Soykirim ve Terrorizm arastirmacisi
Etnograf ve Sosyal antropolog.
Lahey Türklere Soykırımları Araştırma Vakfı Başkanı.

Stat Identity Pulat Tacar & Guigen
(15 sayfa, İngilizce, 278 KB) 

ArmenianFalsifications_Ataov
(128 sayfa, İngilizce, 7,16 MB)


Kamuraneng ermeni konusu
(327 sayfa, İngilizce, 1,15 MB) 

==========================================

Dostlar,

Değerli araştırmacı Sefa Yörükoğlu ve Lale Gürman hanımefendiye paylaşımları için teşekkür ederken;

Ermeni sorununda uzman 3 değerli araştırmacıya da emekleri için teşekkür ediyoruz..

Sayın Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV‘e

Sayın E. Büyükelçi Kamuran Gürün‘e ve

Sayın E. Büyükelçi Pulat Tacer‘e…

Toplam 470 sayfalık son derece değerli 3 kaynak..

Sevgi ve saygı ile.
02.04.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ahmet Gürel : Türk – Ermeni İlişkileri, Çanakkale Destanı.. Ardışık Konferanslar


Ahmet Gürel’den :
Türk – Ermeni İlişkileri, Çanakkale Destanı..
Cumhuriyet ve Kadın… konulu
Ardışık Konferanslar


Dostlar,

Birlikte ADD Genel Yönetim Kurulu üyesi olarak çalıştığımız dönemlerden dava ve çalışma arkadaşımız Sayın Ahmet Gürel, sözde Ermeni soykırımı savlarının 100. yılında çabalarını sürdürüyor..

Sn. Gürel emekli bir inşaat mühendisi.. Fotoğraf sanatçısı..
Yakın tarihimiz ve Atatürk hakkında neredeyse uzman..
Anadolu’nen hemen her yerinde yüzlerce görsel konferans veren bir “atom karınca“!

Son yıllarda Uşakizade Köşkü Müdürlüğü görevini de başarıyla yürüten bir
sanat – kültür insanı aynı zamanda.

‘Yabancı Belgeler Işığında Türk Ermeni İlişkileri’
başlıklı 137 sayfalık belgesel kitabı okunmalı.
İzni olursa sitemizde pdf olarak yayımlarız…

Aşağıda, bize de yolladığı 100. yıl bağlamındaki kapsamlı çalışma programını sunuyoruz.
27 konferans, panel, sunum… Kolaylıklar diliyoruz..
Sitemizi yurt içi ve dışından izleyen binlerce okurumuzun da bu çok değerli – içerikli hazırlıklara destek vermelerini, katılmalarını, en azından etkinlik yerlerinde ve yakınlarında bulunan
eş – dost – arkadaşlarına duyurmalarını diliyoruz.

Sevgili kardeşimiz – adaşımız Gürel’e hem teşekkür ediyor hem de karşılıksız – yurtsever – nitelikli emeği için şükranlarımızı sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
25 Şubat 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===============================================

portresi

 

 

 

 

Değerli arkadaşlarım,

Bu güne dek 5 Türk- Ermeni İlişkileri konferansım oldu, 20 dakikalık belgeselimle
birlikte dağıtılacak olan 4. Türk-Ermeni ilişkileri kitabım çıkıyor.

İyi çalışmalar. 25.2.15

Ahmet Gürel

AHMET GÜREL MART – NİSAN 2015 AYLARI ETKİNLİKLERİ

  1. 27 ŞUBAT 2015 SAAT 10.00 İZMİR TURİST REHBERLER ODASI;
    “İZMİR’Mİ?” SUNUMU
  2. 28 ŞUBAT 2015 İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR;
    ATATÜRK EVLERİ VE KENT GEZİSİ
  3. 4 MART 2015 SAAT 20.00 TENİS KULÜBÜ; CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  4. 5 MART 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ;
    CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  5. 12 MART 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ; KADIN GEZİSİ
  6. 13 MART İZMİR ATATÜRK LİSESİ; ÇANAKKALE DESTANI
    (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  7. 14 MART 2015 CUMARTESİ EÇEV SAAT: 12.00; ÇANAKKALE DESTANI (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  8. 15 MART 2015 PAZAR BORNOVA ADD; TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ
    (KONUŞMACI; LEON PANOS DABAĞYAN VE AHMET GÜREL)
  9. 16 MART 2015 İTK ÇİĞLİ; ÇANAKKALE DESTANI (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  10. 16 MART 2015 SAAT: 19.00 KARŞIYAKA BELEDİYESİ ÇARŞI KM.;
    ÇANAKKALE DESTANI (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  11. 18 MART 2015 SAAT: 15.00 GELİBOLU, ÇANAKKALE DESTANI
    PROF. DR. ERGÜN AYBARS ve Doç Dr. NECATİ ULUNAY UCUZSATAR
  12. 19 MART 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ;
    CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  13. 22 MART 2015 PAZAR ISPARTA ADD Şubesi ADO; CUMHURİYET VE KADIN
  14. 25 MART 2015 SAAT: 19.00, CROWN PLAZA; ÇANAKKALE DESTANI, 
  15. 26 MART 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ; CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  16. 27 MART 2015 CUMA EÜ BAYINDIR MYO; TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  17. 2 NİSAN 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ;
    CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  18. 9 NİSAN 2015 SAAT: 11.30; KONAK BELEDİYESİ
  19. 16 NİSAN 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ;
    CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
  20. 17 NİSAN 2015 CUMA SAAT: 14.00 SELAHATTİN AKÇİÇEK
    KÖY ENSTİTÜLERİ DESTANI” (ENGİN TONGUÇ- HALİL VURAL)
  21. 18 NİSAN 2015 CUMARTESİ, EZİNE ADD; TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  22. 19 NİSAN 2015  GELİBOLU ADD, TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ
    (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  23. 20 NİSAN 2015, EZİNE ADD, TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ
    (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  24. 22 NİSAN 2015 KARŞIYAKA BELEDİYESİ ÇARŞI KÜLTÜR MRK. SAAT: 19.00; TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  25. 24 NİSAN 2015 ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ-KİTAP FUARI;
    TÜRK ERMENİ İLİŞİKİLERİ (KONUŞMACI; AHMET GÜREL)
  26. 25 NİSAN 2015 CUMA ADD BALÇOVA; TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ
    (KONUŞMACI; Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV, BİLAL ŞİMŞİR ve AHMET GÜREL)
  27. 30 NİSAN 2015 SAAT: 11.30 KONAK BELEDİYESİ;
    CUMHURİYET VE KADIN BELGESELİ
Ahmet Gürel
Uşakizade Köşkü Müdürü
Bahattin Tatış Kampüsü
Mithatpaşa Cad. No:687-689 Köprü / İZMİR Telefon: 0(232) 244 05 00 – Faks: 0(232) 231 32 75 http://www.ozelturkkoleji.comhttp://anaokulu.ozelturkkoleji.com http://www.facebook.com/itkanaokullari

Türban – Peçe Ve Kara Çarşaf Üstüne!


Türban, Peçe Ve Kara Çarşaf Üstüne!

Turkkaya_Ataov_Portresi_Ataturk'lu

 

Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV

 

 

Birkaç yıl önce, kimilerimizde “aman, Malezya gibi olmayalım!” kaygısı vardı. İşittiğimize göre, o Müslüman ülkede sokaklar sıkma-başlı hanımlardan geçilmiyormuş. Subay adlarının başında da oldukça sık (“Hacı Albay, Hacı General” gibilerden) “Hacı” eklemesi bulunduğu savı dolaşıyordu. Ancak,
ben Malezya’ya uluslararası bir toplantı nedeniyle gittim. Söylendiği gibi çıkmadı. Şimdi, bizim sokaklarımızda daha fazla türbanlılar dolaşıyor. Ankara’ya yakın bir Orta Anadolu üniversitesinde iki yıl önce bir konuşmam oldu; toplantı salonu türban defilesi gibiydi; dışarıda okul yerleşkesi de öyle…

Sözü gene Malezya’ya getireyim. Önce, Malezya’nın ancak %60’ı Müslüman; %20’ye yakını Budist, %10’a yakını Hıristiyan ve yaklaşık %6’sı da Hindu. Üniversitedeki konuşmalarda dinleyiciler arasında türbanlılar da vardı,
başı açıklar da. Söz alan hanımlar, özellikle başı açık olanlar, iyi birikimli,
bilimsel konuşmalar yaptılar. Benim tebliğimin bütünü, hiç değişikliğe uğramadan, hem orada, hem Viyana’da kitap biçiminde basıldı…

Biz kendimize bakalım. Türban 2000’den önce ilk ortaya çıkıp üniversite kapılarını zorlamağa başladığında, benim Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki bir dersime sıkma-başlı iki öğrenci de girmiş, sağ yanda en ön sırada yan yana oturmuşlardı. Bu konu bir yasa, yönetmelik, fakülte kararı konusu olduğundan, ben hiçbir müdahalede bulunmadım. Ancak, dersler Haziran sonu ve Temmuz başına sarkınca, ben de sınıfa ceketsiz ve kısa kollu gömlekle girmek zorunda kaldım. Ne var ki, yalnız iki hanım kız tepeden tırnağa örtülüydüler. Ankara’nın bilinen yaz sıcağında, üstlerinde gri pardösü, bileklerine değin uzanan kolluklar ve ayaklarında kalınca siyah çoraplar eksik değildi. Bu ikisinden biri birden bayıldı. O sıcakta böylesine giyimin sonu ancak bu olabilirdi. Olayı kısa keseyim, bu ‘dini bütün’ öğrenciyi iki kız ve bir erkek arkadaşın eşliğinde
kendi aracımla hemen üniversite hastahanesine götürdüm.
Ancak orada doktorun odasında ayılabildi.

Bu vesileyle çevreme şunları söylediğimi anımsıyorum: Afrika’da Sudan, Kenya ve Nijerya gibi bu anakaranın en sıcak ülkelerine gittim. Oralarda kalabalık Müslüman halklar da var. Örneğin, yaklaşık 170 milyonluk Nijerya’nın (daha çok kuzey) yarısı Müslüman. Başkent üniversitesinde halka açık konuşmam da oldu. Okul yerleşkesinde başı açık kadın heykelleri de vardı. Özellikle kız öğrenciler
o sıcakta (ister istemez, diyelim) oldukça açık giyiniyorlardı. Halk oyunları
prova ve gösterilerini de izledim. Kimilerinin göğüsleri bile açıktı.
Kapanmasalar, Ankara’daki öğrencimiz gibi, en azından düşüp bayılacaklardı. Giysinin iklimle kuşkusuz bağlantısı var.

Sözü genelde İslâm’a ve kapanmaya getirelim. Kimi sözcülerimiz yurt içinde ve dışında Türkiye’de kadının saçını kapama hakkını elde ederek özgürlüğe kavuştuğunu ileri sürdüler. Hiç değilse, güvenilir bir ansiklopedide “Kadın Hakları” maddesine bir baksınlar; konunun tarihsel geçmiş ve kapsam yönlerinden ne denli zengin olduğunu biraz olsun anlasınlar.

Şu genelleme haksız sayılmaz:

İnsanlığın yarısı olan kadınların geri kalmışlığının genelde Müslüman toplumlarda görülmesinin akılcı bir anlatımı olmalıdır. ABD’de bir kadının henüz başkan ya da başkan yardımcısı seçilmediği doğru, ama İslâm dünyasında yadsınamayacak geriliğe çıkar yol arayanlar az değil. Ancak, kimi İslâmcı ulema “kadın haklarını” bir Batı düşüncesi, bu yoldan da İslâm-dışı olarak kabul eder. Eski Türklerde kadının seçkin yeri gibi istisnaları şimdilik bir yana koyalım.
Öte yandan, kadını erkeğe (kavuşturan değil ama) yakınlaştıran ilk düşünce İslâm’daydı. Bunun altını önemle çizmek istiyorum. “Bilgisizlik çağı” anlamında “Cahiliyye” denilen İslâm-öncesi Arabistan’da kızların canlı gömüldükleri bile oluyordu. Boşanma, miras, mülk hakları yoktu. İslâm bilgi edinmeyi iki cins için (külli muslimin ve muslimatin) gerekli gördü. Peygamber’in zamanında kadınlar da onunla birlikte savaştılar; Uhud’da Peygamber’in yaşamını bir kadın kurtarmıştı; Anadolu kadını da mermi taşıdı ve savaştı. Peygamber, Cemile adlı bir kadının, kocasının itirazına karşın, boşanmasını onaylamıştı. Ama Mısır Meclisi bu yönde yasa sunan Mubarek’in aynı tavrına 2010’da karşı çıktı. Eşinden tokat yiyen kadın Peygamber’e danışınca, yanıtı “İzhabi vas iktasi (Sen de ona vur).”

İslâm’ın başlangıcında başı ve yüzü kapama diye bir şey yoktu.
Hele Suudîlerde “abaya”yı ve İran’da da “çadır”ı Kur’an’da boşuna aramayalım.

Kara çarşaf ortasında yalnız iki gözün görünmesi de cahilce bir komedidir.

Günümüzde kölelik olmadığından, onu köleden ayıracak baş sarmasına
gerek yok. Müslüman kadın siyahlara bürünmeden önce mahalle imamının değil, Kur’an’ın ne dediğini bilsin. Müslüman kadının önündeki engeller yanlış
din eğitimi, haklarından habersizlik, erkek dayatması, yoksulluk ve düşük
okur-yazarlıktır. Keşmir’de sözde Müslüman erkek yüzünü ve başını kapamayan kadına asit atıyor. Bizdekinin tersine, Kuveyt’te Meclise (daha yeni) seçilen kadınlar peçe ve türbanı reddettiğinde dışarı çıkarılınca, davayı
Yüce Mahkemede kazandılar. Şeriat’taki donukluk ilerisi için pusula olamaz. Kadını İslâm adına geride tutan Şeriat’ı “Tanrı buyruğu” sanan bilgisiz ulemadır. Bu yakıştırmanın aldatmaca olduğunu bilen erkekler de kendi buyurganlıklarını tehlikeye atmamak için susup otururlar.

Kimileri kendi çıkarlarına uygun hadislere, yani Peygambere atfedilen sözlere onay verdiler. Oysa, Kur’an ile hadis iki ayrı dünya gibidir.

İmam Buharî 600.000’den fazla hadis toplamıştı.

Büyük çoğunluğu “rivayet” ya da şunun bunun uydurmasıydı. Peygamber ve Ebubekir onların toplanmasını bile yasaklamışlardı. İslâm’da “kadın hukuku” denen kavramın yaşı en az bin yıldır. Şimdi, 2014’teyiz. Atatürk Türkiye’si kadına oy hakkını Fransa, İtalya ve İsviçre’den önce tanıdı. Hintli ozan
M. İkbal’e göre de, İslâm’da reform yapmış olan yalnız Türkiye’dir.

Kadını ikinci sınıf yurttaş yapıp erkeğin (Mümtaz Ali Han’ın deyimiyle) “sahte üstünlüğü”ne (cuti fazilet) teslim eden Kur’an ya da İslâm değil, erkek ağırlıklı Orta Çağ ortamının yanlış yorumlarıydı. Hiçbir İslâm kuramı ya da Kur’an ayeti tek başına, ayrıca dönemin alışkanlıkları, önyargıları ve özel koşulları dışında ele alınmamalıdır. Örneğin, birden fazla evlilik Uhud’da erkeklerin onda-biri şehit olup dullar ve yetimler çoğalınca, gündeme geçici olarak geldi. İslâm’a çağdaş yorum getirmek isteyenler değişen koşulları dikkate aldılar. Örneğin “Hukuk-u Nisvan” yazarı Seyyid Ahmed Han ve “Fıkh el-Kur’an”ı yazan Ömer Ahmet Osmani, ABD’de Kur’an’ı feminist gözle çeviren Lâle Bahtiyar ve Faslı Fatima Mernissi ile Emine Vudud gibi.

  • İslâm’ı bugün kadın açısından yorumlayan kadın-erkek uzmanlara gereksinim var. 

Yoksa gelecek Orta Çağ’ın feodal ve erkekçi önyargılarıyla geriye gidiş olur.

İslâm’ın yalnız geçerli inançlarına bağlı kalmak isteyen Doç Dr. Bahriye Üçok’u öldüren bomba bu dinin kalıcılığına ve çağdaşlaşmasına da atılmış demekti.

Orta Çağ’ın güçlenen İslâm devleti yeni topraklara girdikçe, Roma, Bizans ve Sasani imparatorluklarının eski adetleri de Müslüman topluluğa eklendi. Zaten, Arab’ın kabile inancında kadın “nakıs-ul akl”, yani aklı kıttı. Irak, İran, Mısır ve İspanya’daki “fukaha” farklı tellerden çaldılar. Kadın hele Emevî iktidarında haklarını yitirdi, eve kapatıldı, camiye gitmesi bile sorun oldu. Orta Çağ’da kölelik bile yasal ya da töreldi. Ulema kör “taklid”i geliştirdi, yeni düşünce kapısını açan “içtihad”ı yasakladı. Oysa, “adalet” çok önemli bir Müslüman ilkesidir. “Hanımlar evimizin gururudur” deyip onları eve hapsetmek, ilk çıktığında bir devrim olan ve ileriye dönük olması gereken İslâm’la bağdaşmaz. Bugünün kimi uleması da
Orta Çağ kafasının uydurduğu, içinde “Cahiliyye” döneminin alışkanlıklarını barındıran çarpık bir Müslüman dünyasında yaşıyor; günümüz Taliban’ı ve benzerleri de öyle.

Eski düzen savunucularının kendilerine özgü stratejileri var: siyasal iktidarı ele geçirmek, dini kendilerine göre yorumlamak, dini siyasetin aracı yapmak, siyasal yapılanmayı onun çevresinde kurmak, dini kazançlı işlerin dağıtımında kullanmak, basın ve üniversiteler gibi entelektüel kaynakları bu stratejinin desteğine almak ve bir zamanların devrimi olan dini bu kez birilerinin yararına geriye götürmek.
Böyle bir yaklaşımla Kur’an’ın amaçları arasında dağlar kadar fark vardır.

İslâm’ı dikkate almak isteyenlerin,
onun çıkışında ve sonrasındaki tüm koşulları
gereği gibi değerlendirmeleri beklenir.

ABD Yeni Bahane Peşinde!


Dostlar
,

Sayın Prof. Türkkaya ATAÖV, Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesinden emekli Uluslararası İlişkiler uzmanıdır. Özellikle Filistin sorunu ve sözde Ermeni soykırımı konusunda uzmanlığı ile bilinir. Afrika Kurtuluş Mücadelelerinin Tarihi de ünlü kitapları arasındadır.

Suriye’de askıya alınmış gibi duran sıcak savaş, –emperyalist jargonda “müdahale” denilmekte!?- ve ardalanı (arka planı) hakkındaki makalesi çok öğretici..

Özellikle yazının sonunda sorulan soruya Türkiye’yi son derece tehlikeli kanlı serüvenlere kısır çıkarları adına gözükara sürükleyen AKP yönetimi yanıt vermeli.

Türkkaya hocanın boynunda kravat düğümü yerine iri bir metal Atatürk madalyonuna dikkat..

ADD web sitesinde yayımlanan MİLLİYETÇİLİK başlıklı makalesinin  okunmasını da yeğinlikle (şiddetle) öneririz.. (http://add.org.tr/milliyetcilik.html)

O, son derece sıkı bir Atatürk aşığı..

Adı Türk + kaya.. Türkkaya

Soyadı Ata + öv.. ATAÖV..

80 yaşını aşkın bu Kemalist bilge”yi, yaşamı boyunca tutarlı çizgisi
ve çok değerli bilimsel üretimi için şükranla ve hürmetle selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

ABD Yeni Bahane Peşinde!

Türkkaya Ataöv-4, Ulusal Eğ. Drn. Ermeni sorunu, 09.05.09


Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

“ABD savaştan vazgeçti” yaygın yorumuna kanmayalım. Esad’ın direnişiyle Putin siyaseti ABD’yi köşeye sıkıştırdı, ama Vaşington’un elini tetikten çektiği yorumu yanlış.

Ne emperyalizm tüm olanaklarını kullanmadan asıl amaçlarından yan çizer,
ne de biz görüntüyle aldanacak bebekleriz. Obama’nın dedikleri bir yalana dayalıdır.

  • ABD ekonomik ve siyasal düzeniyle onun kulu medya askeri müdahale istiyor.

Bu aşamada emperyalizmin dünya üssü Vaşington yeni ama uydurma bahaneler kotaracaktır. Kuşkusuz, tutarsa!

Komşu Suriye’deki çatışmayı, dıştan gelen para, silah, örgütleme, eğitim ve baskılara karşın, Şam yönetimi kazanıyor.

ABD’nin hedefi Şam’ın elinden kimyasal silahları almak değil, tüm Ortadoğu’yu
kendine bağımlı kılmak için başı dik duran Esad yönetimini devirmek, öteki komşumuz İran’la Lübnan’da Hizbullah’a da benzer müdahalelerin kapılarını biraz daha açmaktır.

Emperyalizmin ne olduğunu bilen gerçekçilerin yorumu ancak bu olmalıdır.

ABD ve yandaşlarına karşı çıkan Rusya-Suriye-İran ortak diplomasisi parlak bir
ara dönem yaşadı. Yasaklı silahları teslim seçeneği İran Meclisi’nin ulusal güvenlik kurulu başkanı Alaeddin Borucerdi’nin geçen hafta Şam’a gitmesinden sonra ortaya atıldı. Gerçekte, bu üç başlı eksen Vaşington’a içine düştüğü açmazdan çıkma olanağı armağan etmiş oldu. Bu üç başlı kümeden başka, ortak toplantılarını Kırgızistan’da yapmakta olan Şanghay İşbirliği Örgütü de var.

Obama yönetiminin zikzakları, O’na oy vermiş olanların O’nun maskesinin ardındaki çirkin “neo-kon” yüzünü görmesini belki sağlamıştır. Ama ABD-Britanya-Fransa-Arap Birliği ekseni de müdahale nedenini gizleyecek yeni bir propaganda masalı türetme peşindedir. “Sosyalist” balonu çoktan sönmüş olan Fransız Hollande’ın Suriye’ye müdahaleyi Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 7’nci bölümüne uydurmaya çalışarak ABD’ye destek vermesini ve Obama’nın da en son konuşmasında sözde sınırlı
askeri harekâtın kendi çıkarları gereği olduğunu söylemesini gereği gibi değerlendirelim.

  • Kuşku yok ki Vaşington, Suriye’yi bombalayabilmek için
    yeni bir masal uydurma arayışı içindedir. 

“Arap Birliği” denen örgüt bir Suudi Arabistan sömürgesidir. İslamın gerçek sahibi görünmek isteyen Suudilerle İsrail’in ortak isteği Suriye’deki düzenin şimdi değişmesidir. Emperyalizmin kulu bu Arap kümesi de iyi bilmeli ki, Ortadoğu’da kimyasal silahların yasaklanması İsrail’i de içine almalıdır. Ama bunu ağzına bile alan yok. Anlaşılan, bu ırkçı devlet, nükleer olanlar dahil, her türlü silaha sahip olabilir.
Üç güçlü Siyonist baskı kuruluşu (AIPAC, ADL, RJC) Vaşington’da sürekli işbaşındadır. Üçü de konuyu sanki bir Amerikan güvenliği söz konusuymuş gibi sunuyorlar.

Büyük mali sermaye ABD silahlı kuvvetlerine, o da kul Obama’ya buyruk veriyor.
ABD ve yandaşları Ortadoğu’yu geçmişte emperyalizm yararına bölmüş olan antlaşmaların yenilenmesi düşleri içindedirler. Ortak amaçları tüm bölgeyi
ABD tekellerine iyice bağlamaktır. Ne demeli? “Allahu ekber” mi?

Bunun yeni adımı nasıl olabilir? Örneğin, Suriye’de bir muhalif küme, müdahalecilerden alacağı malzeme ve buyrukla genelde Şam denetimli bir toprağın köşesinden İsrail’e bir kimyasal saldırıda bulunabilir. Böyle bir senaryo ABD müdahalesini sanki haklı çıkarır. Filistinlilerin haklarına gözlerini kapayan, kendileri Irak’ta uranyum ve Gazze’de beyaz fosfor kullanmış olanlar gizlice örgütledikleri bu suçu Şam’a yüklemekten çekinmezler. Suriye’ye saldırı bu gerekçeyle yer alırsa, Suriye ile Rusya’nın bir savunma antlaşması yapması mantıklı değil midir? O durumda ne olacağını Türkiye’deki karar-vericiler enine boyuna düşündüler mi? (Cumhuriyet, 19.9.13)

Mısır’da ve Suriye’de Siyasal İslam

Mısır’da ve Suriye’de Siyasal İslam
(Cumhuriyet 26.08.2013)

Turkkaya_Ataov_Portresi_Ermeni_soykirimi_belgesi_yok

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

ABD Suriye’de şimdi kendi yaratığı “El Kaide”cilerden ürküyor. Libya ve Irak’taki gibi sivil hedefleri de bombalayamaz. Bir umudu, Şam’da bir general kümesinin varlıklı sınıflar yararına Esad’dan da kurtulmasıdır.

“Siyasal İslam” tartışması Mısır ve Suriye’de akan kanla dünya gündemine iyice oturdu. Bu kavram, vuruşkan dincilik ve İslamcı uygulama her yerde aynı değil. Ne tarihte, ne şimdi. Körfez’de Vahabilik, Şii İran, Filistin’de Hamas ve Lübnan’da Hizbullah birbirlerine benzemezler.

Batı’daki “İslam korkusu” gerçekte iki tarafın da işine yarıyor. Batı’nın muhaliflerini böldüğü için emperyalizmin ve emperyalizme karşıymışlar gibi bir maske taktırdığı için İslamcıların ekmeklerine yağ sürüyor. Siyasal İslam önderleri genelde “çağımız emperyalizmi” olan küreselleşmenin ve “eşitsizliğin güvencesi özelleştirmenin” tırmandırdığı yağma fırtınasının destekçileridir. Mısır’daki sözde dinciler, (Hıristiyan) Kıptilere karşı ne denli acımasız olduklarını son haftalarda da kanıtladılar; kendilerini Müslüman sayan Şii, Alevi ve Ahmedilere karşı da acımasızdırlar; insanlığın yarısını oluşturan kadınları ikinci sınıf saydıklarını herkes bilir. Ancak laik siyasetle solun çözemediği sorunların yarattığı kızgınlığı siyasal (aynı zamanda kişisel) kazanca çevirmesini bilmişlerdir.

Bu sorunların çözümünün din kitabında olduğunu tüm köktendinciler, yani Yahudi, Hıristiyan ve Hindu bağnazlar da savunuyorlar.

Oysa küresel ısınma gerçeğinin çözümü Şiiliğin “Saklanan İmamı”nda mı, Brahmanizmde mi?

* Doğa kendinin kimya, fizik ve matematik kurallarını herhangi bir duanın okunması nedeniyle değiştirmez.

Teknolojiyle gelişen makinelerin büyüttüğü işsizlik sorununun çözümü İncil’de mi, cihatçıların söylemlerinde mi? Kişi başına en yüksek gelir yabancıların çıkardıkları petrolden zenginleşen Birleşik Arap Emirlikleri’ndedir; ancak bu ülke müspet ilimlerde öne fırlayan tek bir bilim adamı yetiştirmedi.

Siyasal İslam, önündeki engelleri Nasır, Burgiba, Bin Bella ve Esad gibi temelde laiklerin başarısızlıkları ve ABD’nin desteği sayesinde aştı. Afgan savaşında mücahitleri uluslararası sahneye sokan Vaşington yönetimiydi; Pentagon’un silahları, büyük bankaların paraları ve Friedman’ın neo-liberal ekonomi düşünceleriyle.

– Uluslararası büyük sermayenin dünyayı ele geçirmesinde “ilk darbe” alanı, petrolü bol ve konumu uygun Müslüman kuşağıdır.

Üstelik Çin, Rusya ve öteki olası rakiplerine karşı bir fırsatlar diyarıdır.
Ayrıca bölge jandarması, nükleer İsrail de oradadır.

Yeni bağlaşığı, petrole ve Dicle-Fırat sularına egemen konuma geçebilecek Kürtlerin bir bölümüdür.

ABD’nin Mısır ve Suriye ile ilgisi bu yüzdendir. Tunus’un soy-sop hırsız başkanı
Bin Ali halka kurşunlarla ateş ederken, Obama’dan bunu kınayan tek bir söz gelmemişti. Mısır’da emperyalizmin ve İsrail’in dostu Mübarek’ten memnundu.

Müslüman Kardeşler’in desteğiyle seçilen Mursi’nin kısa sürede peş peşe demokrasi karşıtı kararlarıyla İslamcıların saygınlığı önemli ölçüde azalmıştı. Adaleti ve içişlerini kendi baskısı altına aldı, yandaşı olmayanlara kapıları kapattı. Halktan kaçırır gibi hazırlattığı anayasaya ekmeği, elektriği ve benzini olmayan çok sayıda yurttaş karşıydı.

ABD siyasal İslam seçeneğinden bu nedenle uzaklaşıp Mübarek dostu generallerle konuşmaya başladı.

    ABD’nin “ırkçı İsrail”le özel ilişkileri vardır

, anayasası bile olmayan Suudiler’le onun peyklerine ses çıkarmaz, ama yandaşı olmayan Esad’a karşı çıkmıştır.

Kuşku yok ki Mısır’da bir “darbe” oldu.

İktidarı alanlar “Arap Baharı”nın başlangıcında alanlara sığmayan milyonlarca yurttaş değil, sömürgen sınıfın koruyucusu, ABD emperyalizminin uygulayıcısı ve şahlanan emekçilerin önünü kesmek isteyen varlıklı generallerdir.

Mısır ordusu (ve Suriye’de İslamcılar) ne işsizliği azaltır, ne halka hizmet götürür, ne de demokratik hakları sayar. Yapacağı “halk devrimi”nin boğazını sıkmak, Esad’ın ordusunu kendine karşı çevirmektir. O devrimi ne Mursi yandaşları ne de generaller yaşatır. Her ikisi de halkın çoğunluğunun karşısındadırlar; ikisi de iktidarlarını savunmak için dişlerini tırnaklarına takarlar. Sıradan insan da (generallerden ve dinci geçinenlerden) haklarını almak için dişlerini tırnaklarına takmak zorundadır.

ABD Suriye’de şimdi kendi yaratığı “El Kaide”cilerden ürküyor. Libya ve Irak’taki gibi sivil hedefleri de bombalayamaz. Bir umudu Şam’da bir general kümesinin varlıklı sınıflar yararına Esad’dan da kurtulmasıdır. Ne Fransız mandasının iktidara hazırladığı bu Alevi azınlığın üst kaymağı, ne de ABD emperyalizmi Suriye’de halk denetiminde bir demokrasiye yanaşır. Vaşington her ikisinde de kendine “kul-köle” olacakları arıyor. Mısır’da “general atı”na oynadı; Suriye seçeneklerinde o da var.