Etiket arşivi: Büyük Atatürk

Başbakan’ın “EDEPSİZ – YALANCI” Öfke Patlamasının Tarihsel Bedeli..


Başbakan’ın “EDEPSİZ  – YALANCI” Öfke Patlamasının 
Tarihsel Bedeli..


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Demokrasilerde siyasal önderler serinkanlılığı ile bilinen deneyimli ve birikimli insanlardır.
Özgüvenlidirler ve demokrasi terbiyesi almışlardır.
Bu donanımları sayesindedir ki, hoşgörülü ve dayançlıdırlar (tahammüllüdürler).

Başbakan R.T. Erdoğan, Türkiye’yi 12 yıldır deyim yerinde ise
demir yumrukla yönetiyor.
Sindirmediği kişi – kurum kalmadı gibi..
Hala yetin(e)miyor yarattığı örtük faşizm rejimiyle.

Son durak İslami faşizm midir?

Brunei Sultanlığı, Osmanlı Padişahlığı, Suudi Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri benzeri
mutlak bir Despotizm / Tiranlık mıdır?

Ancak o zaman mı tatmin olabilecektir??

Antik Yunan‘da, günümüzden 2400 yıl kadar önce Platon ve Aristo‘nun yazdıklarına bakılsın.
Orada bile ülke yönetiminin Tiranlaşmaması için sistematik – kurumsal demokratik öneriler var. Güçler Ayrılığı gibi..

AKP ve Başbakan ile bu yüz kızartıcı olayda TBB Başkanı
Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na edepsiz – yalancı diyerek
 destekçileri,
Antik Yunan anlayışının bile gerisine düştüklerinin ayırdındalar mı acaba??

Türkiye neden böyle bahtsız bir ülke??

Atatürk’ün AYDINLANMA Devrimi yarım kaldı
60 yıldır da -1950’den bu yana- karşıdevrim iktidarda.

Halk bu yönde koşullandırıldı, çağdaş eğitim veril(e)medi.. Hızlı nüfus artışı ile yoksullaştırıldı, işsizleştirildi, çaresizleştirildi, sömürüldü ve oy deposu durumuna düşürüldü – dönüştürüldü..

  • En ürküncü de Halkın, İktidar yolsuzluklarından nemalandırılarak
    ahlakı bozuldu, 
    demokrasi anlayışı yozlaştırıldı..

Halk, kendisine benzeyeni seçiyor..
Kısa erimli çıkar ve beklentilerinin tutsağı, popülizmin oyuncağı..
Politik öngörüde bulunamıyor, günü yaşıyor, sorgulayamıyor,
deneme – yanılma ile öğreniyor.
Basın çok büyük ölçüde ele geçirilmiş ve beyin yıkama – koşullama işlevi görüyor.

Ülkede demokrasicilik oynanıyor..

Ama tarihten de biliyoruz ki, insanların – toplumların algısını (idrakini) sonsuza dek teslim alıp yönetmek olanaklı değil..

Halklar, önünde sonunda uyanıyor ve intikamı da ağır oluyor.

En somut örneklerden biri Fransız Devrimi değil mi?

Çıplak ayaklı köylüler yapmadı mı bu kanlı ayaklanmayı?
Yitirecek hiçbir şeyleri kalmadığında..
Ama Voltaire’in, Robespierre’in, J.J. Rousseau’nun, D. Diderot’un, Montesquieu‘nun..
Aydınlanma önderleri olarak yaşamsal katkılarını unutmadan..

Kral 16. Louise ve Kraliçe M. Antoinetté giyotinle idam edilmedi mi?

Krallık çok kanlı olarak tasfiye edilip laik Cumhuriyet kurulmadı mı?
Ve de 1789’dan bu yana gericilerin bu Fransız Cumhuriyet’ini 4 kez yıkmalarına karşın ilericiler – Devrimciler 5. Cumhuriyeti kurmadılar mı?

1958’den bu yana General C. DeGaulle’ün 5. Cumhuriyeti dimdik ayakta değil mi?

Türkiye de mutlaka laik – demokratik rejim yönünde ilerleyecektir;
yaşamın diyalektiğinin gereği budur.

AKP iktidarının ve başının engelleyici direnişleri olsa olsa “bir süre” gecikmeye
neden olur; hepsi o denli..

Büyük ATATÜRK’ün şu sözleri kulaklara küpe olmalıdır :

  • “Benim ölümlü bedenim elbet bir gün toprak olacaktır ama
    Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır.”

Herkes de davranışının bedelini tarih önünde öder..

Artık herkesin aklını başına alması gerek..
Bunun ilk koşulu, kıyasıya da olsa eleştiriye dayanmak ve hatta yararlanmaktır.

Başbakan R.T. Erdoğan ve AKP’ye içten önerimiz bu yöndedir;
giderek umudumuz azalsa da..

Tarih yinelensin (tekerrür etsin) istemiyorlarsa eğer..

Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan iyimserlik ve oldukça yüksek bedellerini “dengeli” olarak irdeleyen bir öngörü (prediction) yazısı aldık..

Ali hocaya göre, “UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR” dır..
Bu “Uzak Umut “22. yy. başına sarkacaktır.
4 – 5 kuşak sonra ve günümüz Dünya nüfusunun 2/3’ünün şöyle veya böyle
“telef” olmasıyla!..

Doğallıkla temel varsayım;

  • Dünyanın savunma tepkisinin (refleksinin) yeryüzünde yaşamı sürdürme doğrultusunda utku kazanacağına dayalı.

Ya tersi olursa?? Gezegende uygarlık – yaşam hazin biçimde acılar içinde bitecektir.

– Tüm Çevrebilimciler (Ekolog – Ekolojistler) Dünyanın yüksleme ve durgunluk     ;    aşamasının ardından “çökme” evresinde olduğunda düşünbirliği içinde (hemfikir).

En başta gelen çözümlerden biri HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Ve “yaşamın tüm alanlarında en üst tasarruf düzeyinde yaşamak..”

  • Gelecek kuşakların yaşam hakkını çalmayı durdurmak zorundayız..

Büyük ATATÜRK‘ün diyalektik – bilimsel öngörüsünü de hiç ustan çıkarmadan :

  • “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”


Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

… ama mutluluk döneminin doğumu çok acılı olacak..

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, artık her önüne gelen, her eli kalem tutan, her mikrofonu veya kamerayı önünde bulan hemen her konuda bilir-bilmez yazıyor, çiziyor, konuşuyor. Eskilerin deyimiyle “ahkâm” kesiyor. Büyük bir bataklıktaki milyonlarca kurbağa sesinin yarattığı curcunaya çok benziyor Bilişim Dünyamız; gürültülü bir kakafoni, iğrenç  bir bilgi kirliliğinden başka bir şey değil… Aslına bakarsanız Dünyadaki genel durum da bizdekinden pek farklı değil…

Bilerek – bilmeyerek yaratılan bu sisli ortam, aslında oltanın ucuna takılmış informasyon (reklam!?) kurtçuklarıyla dolu “bir avlan ortamı” dır; kafası bulandırılmış, pusulası şaşırtılmış yığınlara yönelik sürüm, satış, siyaset, sömürü alanıdır.

“Küresel liberal ekonomik sistem” bu minval üzere, kendine özgü bir mantıkla işlemektedir; bu mantığa göre, ne olursa olsun, tekerlek dönmeli,

  • üretim-paylaşım-tüketim sarmalındaki bireyin beyni,
    Din-Siyaset-Ticaret kafesinde 
    tutulmalıdır.

Birey doğumundan ölümüne değin “müşteri”dir ve öyle kalmalıdır; bebek müşteridir, çocuk müşteridir, kadın müşteridir, öğrenci müşteridir, hasta müşteridir,
emekli müşteridir, inanan müşteridir vs…

Ve birey-müşteri son çözümlemede aldığından daha çoğunu vermiş olarak
sahneden ayrılmalıdır (AS: Artı değerine sermaye el koyabilmelidir!).
Anlamsız ve gereksiz olsa da, Doğanın yıkımına mal olsa da,
bir şekilde üretim sürdürülmeli, haksız ve dengesiz paylaşımla gerginleştirilmiş toplumlar savurgan tüketim döngüsünde tutulmalıdır…

Peki, Gezegenimiz üzerinde, doğayla çelişkili bu gidiş daha ne denli sürer dersiniz?  

“Hep böyle gider; çünkü insanlar aslında gerçek bilgi aranışında değil,
teselli beklentisindeler; bilgi edinmek değil, teselli bulmak istiyorlar; coşku, heyecan arıyorlar, alkışlamak istiyorlar.. Bilgi edinmek ise zor, zahmetli ve sıkıntılı bir iştir;
o nedenle insanlık alışkanlıklarına bağlılığı sürdürecek, topluma nesnel bilgi verenler değil, sosyal ortamda ve medyada eğlendiren, gaz veren, umut ticareti yapan insanlar, teselli eden kaynaklar (yani tuzaklar) tercih edilecektir…..”
  diyebilirsiniz. 

Ama unutmayalım, son sözü doğa yasaları söyler;

  • Doğa yasalarıyla çelişkili sosyal yasalar sürgit egemen olamazlar.

Varolan gidişin çok uzun süreceği kuşkuludur. En geç bu yüzyılın ortalarına doğru Petrolün eko-teknik anlamda bittiği, dolayısıyla, enerji bunalımıyla tetiklenmiş küresel ekonomik bunalım(lar)ın, çöküntünün baş gösterdiği, bir yandan da nüfusun 10 milyara doğru tırmandığı karmaşık (kaotik) bir durumu düşünün. Üstüne üstlük, kaçınılmaz
hızlı iklim değişikliğinin neden olacağı olumsuz çevre etkilerini düşünün.

Sosyal yapı büyük acılarla kökünden değiştirecek ve

  • Tapınılagelen küresel kapitalist paradigma,
    bu Yüzyılın sonunda çökecektir
    .

Kapitalist sistemin uydurup dillere doladığı “Sürdürülebilir kalkınma” saçmalığı terk edilerek, “sürdürülebilir yaşam” aranışına geçilecektir.

22. yüzyıla insanlık büyük bir kıyımdan arta kalan oldukça azalmış, (2-3 milyarlık)
bir nüfusla ve epey yıpranmış olarak, ama kesinlikle çok daha deneyim kazanmış, aydınlanmış ve beynindeki binlerce yıllık cenderelerden kurtulmuş olarak girecektir.

22. Yüzyıl, Gezegenimizde bilimin gerçekten egemen olduğu, küresel sosyal barışın etkin olarak korunduğu yepyeni, mutlu bir sürecin başlangıcı olabilir; bedeli çok ağır olsa da.

World Day for Safety and Health at Work – Dünya İş Sağlığı Günü


28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü
28th April, World Day for Safety and Health at Work 

2014-01-11 20.50.57

 

 

 

 

 

 

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

Dostlar,

Türkiye’miz, 1919’da kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü ILO‘ya
1932’de üye olmuştu.

Büyük ATATÜRK döneminde..

1936’da da, 151 sayılı Amele Kanunu‘nu saymazsak ilk İş Yasası’na sahip olmuştuk.

BM’nin İş-İşçi Sağlığı ve Güvenliği, çalışma yaşamı alanlarında bir uzman kuruluşu olan ILO (BM sisteminin bir tür Çalışma Bakanlığı gibi),
her yıl 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü‘nde bir tema belirleyerek
yıl içinde ele alınmasını sağlıyor..

Bu yılın tematik alanı, 28 Nisan 2015’e dek İŞYERİ KİMYASALLARI..

Gerçekten de önemli bir sorun alanı.
Yaklaşık 80 bin kimyasal, çalışma yaşamında kullanımda.
Her yıl çok sayıda yeni kimyasal da kullanıma giriyor.
Üstelik önemli ölçüde güvenlik testleri yapıl(a)madan;
tam toksikolojik profilleri aydınlatıl(a)madan..

Karsinogenetik, mutajenik, genotoksik, fetotoksik, teratojenik, fertilite (doğurganlık) engelleyici.. potansiyelleri bütünüyle aydınlatılamadan..

Dolayısıyla bu kimyasalları açıkçası deneme – yanılma yöntemiyle tanıyarak öğreniyoruz. Bedeli de elbette öncelikle çalışanlar – emekçiler ödemekte.

Dünya Sağlık Örgütü – DSÖ’ye (WHO) bağlı Fransa – Lyon’daki IARC (International Agency for Research on Cancer) laboratuvarları ve IPCS (International Program on Chemical Safety) olanakları da yeterli değil.. Dünyanın bu bağlamda ek kurumsal kapasite yaratma gereksinimi var..

Söz konusu kimyasalların prospektüslerindeki ya da Malzeme Güvenlik
Bilgi Formlarındaki (MSDS – Material Data Safety Sheet) bilgiler çok eksik.

Bu sorun önümüzde ciddi bir meydan okuma (Challenge) olarak duruyor.
Dileriz gelecek 28 Nisan’a dek (2015) anlamlı çözümler sağlansın..

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

İş kazalarına – iş cinayetlerine kurban gidenlerin acıları yüreğimizi yakıyor.

Meslek hastalığı – iş kazası – işle ilgili hastalıklar nedeniyle engelli kalanların
acıları da yüreğimizde.. Sayılar hala çoook kabarık..

Türkiye, ölümlü (fatal) iş kazalarında Hindistan ve Rusya’nın ardından Dünyada 3.
ve de Avrupa’da 1. sırada..

Kayıtlara girebildiği kadarıyla

– Her yıl 70 bin dolayında iş kazası oluşuyor.
– Her ay 6 bin iş kazası
– Her gün 200 iş kazası
– Her saat 8 iş kazası…
– Her gün 3 ya a 4 iş cinayeti…
– Her gün 6 dolayında emekçinin işgöremez duruma gelmesi..
– Her yıl 25 milyon dolayında iş günü yitiği..

Meslek hastalıklarının ise kökünü kazıdık neredeyse.. (!)
Yılda birkaç yüzü geçmiyor kayda girebilen..
Oysa her yıl onbinlerce yeni meslek hastalığı tanısı beklenir 16+ milyon işçide..
(Artı öbür çalışanlarda..)

Ve de toplam ulusal gelirin %4 – 6.5’i arasında maddi yitik! (ILO uzmanı Takala, 2005).
TSK’ya ayrılan yıllık % 2.3 payın 2 katından çoğu bu alanda etkin önlem almama (proaktif – öngelen politikalar gütmeme) yüzünden yitiriliyor..

Dünya genelinde de rakamlar hiç iç açıcı değil.. Hindistan, Çin ise hızla iyileşiyor.

Büyük endüstriyel kazalarda 10 – 20 – 30 işçimiz telef oluyor ve Başbakan R.T. Erdoğan, 30 işçiyi yutan Zonguldak Karadon faciasında

  • “Bu mesleğin kaderinde ölüm var..” diyebiliyor!?..

Yürek yakan ve % 98’i önlenebilir olan iş kazalarını “yazgı” olarak açıklayarak
çözümün önünü daha baştan kesiyor.

“Prof.” ünvanlı İşletme uzmanı Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, grizu patlaması ile yanarak feci biçimde ölen ve cenazeleri bile bulunamayan 30 işçimiz için
güzel öldüler” (!?!) diyerek hepimizi ve 7 sülalesini utanca boğuyor.

Onlarca işçinin iş cinayetine kurban gittiği olaylarda, adli yargıda davalar ilerlemiyor
ve gerçek sorumlular nedense bir türlü bulunamıyor!?

Türkiye’nin ve Dünyanın kapitalistlerinin
yepyeni bir küresel ahlak kodu sistematiğine gereksinimi var..
Kendiliklerinden edinecekleri de yok!
Türk ve dünya işverenlerinin ciddi matürasyon (olgunlaşma) sorunu sürüyor..
Çook yıllar önce de yazmıştık bu konuyu.
Bu devasa sorun nasıl aşılası ki??
En çok kazanç (kar maksimizasyonu) kapitalizmin tunç yasası olarak kaldıkça..
Anayasa Mahkememiz ve son günlerde atağa kalkan (?!) başkanı Haşim Kılıç,
bir bireysel başvuruda bu yasayı iptal eder mi ki??

*****

Bağlayalım..
Gün gene üstümüze doğdu. Saat 07:07’yi gösteriyor..
Gün boyu mesaimiz için koşturacağız..

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK : “Yaşamak demek çalışmak demektir.”

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

  • Emek en yüce değerdir ve de..
  • Emeğe saygı insan olmanın baş koşuludur..

Sevgi ve saygı ile.
29 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yazıyı pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız…

28_Nisan_2014_Dunya_Is_Sagligi_Gunu-World_Day_for_Safety_and_Health_at_Work-28th_April_2014

=================================================

World Day for Safety and Health at Work
An ILO report shows that while chemicals can be useful, necessary steps should be taken to prevent and control potential risks for workers, workplaces, communities and the environment.

Safety and health in the use of chemicals at work

28 April – World Day for Safety and Health at Work

(http://www.ilo.org/global/lang–en/index.htm#a1, 28.4.14)

“Safety and health in the use of chemicals at work“ is the theme for the 2014 World Day for Safety and Health at Work. Marking the day, an ILO report shows that while chemicals can be useful, necessary steps should be taken to prevent and control potential risks for workers, workplaces, communities and the environment.

Why are chemicals important in the workplace and beyond?

pharmaceuticals that cure illnesses, and cleaning products that help establish hygienic living conditions. Chemicals are also critical in many industrial processes for dev
Chemicals are key to healthy living and modern convenience. They range from pesticides that improve the extent and quality of food production, to eloping products important to global standards of living. 

However, governments, employers and workers continue to struggle to address controlling exposure to these chemicals in the workplace, as well as limiting emissions to the environment. 

Background documents

What are the main threats created by chemicals?

Chemicals pose a broad range of potential adverse effects, from health hazards such as cancers and physical hazards like flammability, to environmental hazards such as widespread contamination and toxicity to aquatic life. Many fires, explosions, and other disasters result from inadequate control of chemicals’ physical hazards.

Is progress being made for the sound management of chemicals?

Significant progress has been made concerning the regulation and management of chemicals in the field of occupational safety and health but more needs to be done. Serious incidents continue to happen and there are still negative impacts on both human health and the environment.

 Promotional materials

Workers who are directly exposed to hazardous substances should have the right to work in a safe and healthy environment and be properly informed, trained and protected.

Can we easily evaluate the impact of chemicals on workers’ health?

It is difficult to determine the extent of health effects in the workplace related to chemical exposures. Because of the complexity of assessing mixtures of chemicals, strategies to prevent harmful exposure tend to focus on individual chemical substances. This is further complicated by the fact that these substances can also be found combined with mixtures in most workplaces. They are rarely assessed or tested in the form of a mixture. Standards for individual chemicals routinely address problems with a single chemical.

Still, the reality is that there are so many chemicals to which workers may be exposed that this substance-by-substance approach will never be able to adequately protect them. Most workers are exposed to mixtures, rather than individual chemical substances, therefore the control of mixed exposures is critical for an effective protective programme. Furthermore, efforts to establish the connection between an exposure to chemicals 20 years ago and a case of cancer today have also been hampered by lack of information about the effects of chemical exposures. Record keeping on effects resulting from exposure to chemicals also needs to be improved.

What are the main recommendations included in the report?

The report calls on governments, employers, workers and their organizations to collaborate in the development and implementation of national policies and strategies aimed at the sound management of chemicals at work. These must comprehensively and simultaneously address the health, safety, and environmental aspects related to the production and use of chemicals. The idea is to maintain the benefits achieved through the production and use of chemicals while minimizing workers’ exposure as well as the emission of chemicals into the environment through national and international action.

A coherent global response is necessary to coordinate the continuous scientific and technological progress, the growth in chemicals production and changes in the organization of work. Likewise, new tools need to be developed to provide readily available information about chemical hazards and risk, and associated preventive and protective measures.

What is a chemical?
  • According to the ILO Convention on safety in the use of chemicals at work, 1990 (No. 170), the term “chemical” refers to chemical elements and compounds and their mixtures, whether natural or synthetic, such as those obtained through production processes.
  • Hazardous chemicals are classified according to the type and degree of their inherent health and physical hazards. The hazardous properties of mixtures composed of two or more chemicals are determined by assessments based on the inherent hazards of their component chemicals.

Partners

Further information

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 74. yılı ..

Dostlar,

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Deneği,
Köy Enstitülerinin kuruluşunun 74. yılı nedeiyle bu yıl da etkinlikler düzenlemekte.

Planlarının büyük ATATÜRK döneminde yapılması, 1940’ta kıyametin ortasında
3008 sayılı yasa açılış, 2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı’nın cehennem koşullarında
çok ağır yokluk ve yoksunluk içinde serpiliş, ülke genelinde yayılarak sayıca
21 Aydınlık Enstitü‘ye ulaşma ve kalkınmayı kırsaldan başlatma tasarımı,
Hasan Ali Yücel – İsmail Hakkı Tonguç gibi efsane öncüler ve onlara
uygun politik iklim sağlayan CHP yönetimi – Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ

Topu topu 14 yılda 20 bini aşkın GERÇEK AYDIN yetiştirme ve 1954’te
DP döneminde Menderes’in Başbakan olduğu hükümette,
MEB R. Şemsettin Sirer eliyle tarihin derinliklerine gömülme..

TBMM’de Van DP Milletvekili Kinyas Kartal‘ın kulak tırmalayan, tarihi yırtan sözleri :

  • O ağa, bu ağa, hani benim marabam??

Artı :

  • ABD’nin Marshall yardımları için
    Köy Enstitülerini kapatma koşulunu dayatması
    ..

Veeee. geldik bu günlereee.

– Her yer İHO-İHL,
– Her yer Cemaat okulu ve dersanesi,
– Her yer Kuran kursu,
Anayasal zorunlu din dersi (1982 Anyasası ile) ve
– okullarda “seçmeli” mantık – felsefe dersleri ile azaltılan matematik saatleri fakat bunların yerine Arapça, Peygamberin Hayatı… gibi dersler..
– PISA eğitim yarışmalarında nal toplayan Türkiye fakat okullarında akıllı tahtalar var, öğrencilerin de pad bilgisayarları.. İçilecek ayran yok ama atla gidiyoruz ……ye..

Encamımız hayrola..

Olağanüstü “Köy Enstitüsü” tasarımının ve yürütümünün tüm emekçilerine ve
sayıları çoook azalan yaşayan – yaşamayan bitirenlerine engin hürmet ve şükranla..

Türkiye, benzer bir Eğitim Devrimini yaşama geçirmek zorunda..

Derneğin etkinlik planı aşağıda..

Kolay gele ve çok başarılı ola dileriz..

Sevgi ve saygı ile.
15 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ ve ÇAĞRIŞTIRDIKLARI..

Dostlar,

Bu gün “DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ“!

2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler sistemine geçildiğini biliyoruz. “Milletler Cemiyeti” başarılı olamamış, 2. Büyük savaşı engelleyememişti. Yeni sistem ,yeni ve etkin kurumlaşmalar ve düzenekler getirmeliydi kalıcı barış için. Bunların başında BM Güvenlik Konseyi uluslararası toplumun yaptırım gücü geliyor.. Yaptırımlar çeşitlendirilmiş durumda : Diplomatik, politik, ekonomik, ticari ve askeri.. “Koalisyon güçleri” oluşturarak sıcak çatışmalı
askeri müdahale dahil.

24 Ekim 1945’te NewYork’ta açılan BM örgütü, bir bakıma soğuk savaşın başlangıcını ve Dünyanın hegemon gücünün İngiltere’den ABD’ye, Londra’dan NewYork’a geçişini de tarihlemekteydi. Doğu ve Batı Blokları oluşmuş ve 2 kutuplu stratejinin geriliminde küresel siyaset mayalanmıştı. Ancak nükleer caydırıcılık (nuclear deterrance) ile frenlenebilen polarizasyon yaklaşık 45 yıl sürmüş ve SSCB’nin dağılmasıyla (26 Aralık 1991) bir ABD monopolüne dönüşmüştü.. Günümüzde ise bu kez çok kutuplu bir denge var..

Her neyse…

Yeni BM yapılanması bir Dünya Hükümetini andırmaktaydı. Örn. Dünya Sağlık Örgütü – DSÖ (World Health Organisation – WHO) Cenevre’de kurulmuş ve küresel sağlık sorunları onun yetki ve sorumluluğuna bırakılmıştı. Dünyaya dağılmış 6 bölgeliydi.
UNEP (United Nations Environmental Program) Kenya / Nairobi’de kurulmuş ve küresel çevre sorunları da onun yetki ve sorumluluğuna bırakılmıştı… UNESCO, UNICEF, FAO.. benzer yapı ve işlevli kurumlardı. ILO ise taa 1919’lardan gelmekteydi ve Türkiye, Büyük ATATÜRK döneminde 1932’de bu Örgüte üye olmuştu.
ILO (International Labour Organisation), Uluslararası Çalışma Örgütü olarak dilimize çevrildi ve bir tür küresel Çalışma – Sosyal Güvenlik Bakanılığı işlevi üstlenmişti.

Türkiye BM’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Bu amaçla BM örgütünün ana sözleşmesini (anayasasını) ülke parlamentosunda onamak gerekiyordu, yapıldı.

Türkiye DSÖ’ye de üye oldu. Benzer yolla DSÖ’nün ana sözleşmesini (anayasasını) ülke parlamentosunda onamak gerekiyordu, bu da yapıldı. DSÖ Anayasası, 1947’de 5062 sayılı yasa ile TBMM’de onandı ve uluslararası andlaşma niteliği kazandı.
Bilindiği gibi Anayasa’nın 90. maddesi Mayıs 2004’te değiştirildi ve son biçimiyle şöyle (kısaltılarak):

D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

  • Madde 90 Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük
    Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. 
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile
    Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.)
    Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. 

Böylelikle, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar
kanun hükmünde”
kılınmıştır. Bu bağlamda DSÖ Anayasası TBMM’de bir yasa ile uygun bulunduğuna göre, iç hukuktaki yasalarla eşdeğerdedir ve Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemeyecektir. Dahası, DSÖ Anayasası (Ana Sözleşmesi) = T.C.’nin 5062 sayılı yasası, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma” olması  nedeniyle de ek bir üstünlük sahibidir ve ulusal yasalarla çelişmesi durumunda bu Andlaşma hükümleri uygulanacaktır (üstün hukuk normu).

  • SAĞLIK hakkı, tartışmasız en temel insan hak ve özgürlüklerinin
    başında gelmektedir.

İlk sıra YAŞAM HAKKI’nındır. Bu hakkı anlamlı kılan, içini dolduran ise sağlıklı ve onurlu olmasıdır. Nitekim BM’den 3 yıl kadar sonra 10 Aralık 1948’de benimsenen ve Türkiye’nin de “taraf olduğu” (bu terim uluslararası bir teknik hukuk terimidir..)
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 25. maddesinde SAĞLIK hakkını
apaçık tanımlamıştır :

  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 25 : “ HER-KE-SİN, KENDİSİ ve AİLESİNİN SAĞLIK ve GÖNENÇ İÇİNDE BESLENME, GİYİM, KONUT ve  TIBBİ BAKIM HAKKI VARDIR. ”

*******

DSÖ, başlangıç yıllarında Dünya sağlığı için anlamlı hizmetler vermiştir.
Özellikle dünyanın gelişmemiş bölgelerinde, Afrika’nın derinliklerinde, G. Amerika’da
ve uzak doğu Asya’da bulaşıcı hastalıkların denetimi ve yönetimi için bu ülkelere yol göstermiş; teknik ve insangücü, lojistik desteği sağlamıştır.
Genişletilmiş Aşı Programları (EPI), daha sonra GAVI stratejisi özellikle anılabilir.

Dr. Halfdan Mahler‘in DSÖ Genel Başkanı olduğu yıllarda benimsenen “HFA-2000” projesi bizleri de ilk hekimlik yıllarımızda çok heyecanlandırmıştı. Kazakistan’ın başkenti Alma-Ata’da 1978’de toplanan DSÖ üyesi ülkeler, ünlü Alma-Ata Bildirgesi‘ne
imza koymuşlar ve “2000 Yılına Dek Herkese Sağlık” hedefini evrensel düzeye taşımışlardır.

Ne var ki, ilerleyen zaman, özellikle 1980’ler sonrası ve SSCB’nin dağılmasından sonra hızlanarak abanan KÜRESELLEŞ-tir-ME = Yeni emperyalizm süreci tüm akışı alt üst etmiştir. DSÖ hızla DB (Dünya Bankası) ve IMF güdümüne sokulmuştur ne yazık ki..

Alma-Ata Bildirgesi hedefleri unutturulmuş, “21. Yüzyıl İçin 21 Hedef” konmuş, ardından da “2020 Hedefleri” önerilmiştir.

DSÖ küresel sermayenin güdümünden çıkarılmalıdır..
Bu nasıl olacaktır??

2013 boyunca temel tema HİPERTANSİYON idi DSÖ için..
Sessiz katil (Silent killer)..

2014 için vektörlerle bulaşan hastalıklar öne çıkarılıyor..

Small bite – big threat.. Küçük ısırık – büyük tehdit..

Kolay gelsin ve sağlıklı bir 2014 dileyelim..

Sevgi ve saygı ile.
7 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

TÜRKER ERTÜRK : Kan değişikliği gerekli


Dostlar,

Sn. Ertük’ün yazısını özellikle son tümcelerinde çok katı ve abartılı bulmakla birlikte paylaşmak isteriz.

Öte yandan Sn. Ertürk, çok kez rica etmemize karşın, oldukça eski bir Türkçe,
dahası Osmanlıca yazmayı sürdürüyor. Türkçe Devrimine de sahip çıkması için
çook rica ettik. Büyük Atatürk‘ün şu sözünü birçok kez anımsattık :

 

*    “..Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti; 
       dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır..”

Ama Sn. Ertürk’ün tutumu hemen hemen hiç değişmedi..
Üzülerek bunu da paylaşıyoruz..
Bu yazısında da “epeyTürkçe’ye çeviri yaparak size sunuyoruz..
(Çok sayıda noktalama ve yazım yanlışını da gidererek; Türker Paşa çok yoğun ve yorgun anlaşılan..)

Sevgi ve saygı ile.
3 Nisan 2014, Ankara


Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

KAN DEĞİŞİKLİĞİ GEREKLİ

AKP'nin genç yaşta emekli ettiği parlak Tuğamiral, Deniz Harbokulu Eski Komutanı..


Türker ERTÜRK

Sandık, demokrasinin olmazsa olmazlarından biridir ama sandığın var olması ve halkın önüne konuyor olması demokrasi demek değildir. Faşist yönetimler de halkın önüne sandık koyarlar ve her seferinde daha da yüksek oy alarak bunu meşruiyetlerinin kaynağı sayarlar.

Durumun böyle olmasına karşın bunu bilmeyen, anlamayan ve içselleştirmeyen bir Başbakan’ın yönetiminde geçen Pazar günü yerel seçimleri yaşadık.
Seçimlerden sonra kendisi açısından gelenek haline getirdiği şekliyle,
geniş ailesiyle birlikte balkon konuşması yaptı.

Bu tür balkon konuşmaları demokratik ülkelerde seçimle gelen ve giden liderler tarafından asla yapılmaz ve yapılamaz. Bu sahneleri ancak ve ancak faşist yönetimlerde, diktatörlük altında bulunan ülkelerde ve monarşiyle idare edilen topraklarda görebilirsiniz.

Erdoğan bu konuşmasında “Suriye ile savaş halindeyiz” dedi.
Türkiye’nin Suriye ile herhangi bir alıp veremediği yoktur. Suriye’nin bölünmesinin,
bu ülkede istikrarın bozuk olmasının ve yönetimin devrilmesinin ülkemize yönelik herhangi bir faydası olmadığı gibi, Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarına zarar vermektedir. Savaş halindeyiz ama Suriye ile değil.

  • Gerçek savaş Aydınlanma Devrimlerini içselleştirmiş Türkiye ile
    Erdoğan’ın temsil ettiği Ortaçağ karanlığı arasındadır.

Yerel seçimler adeta genel seçim havasında yapıldı. Erdoğan 17 Aralık’ta (AS: 2013) başlayan ve daha sonra kepazeliklerin ortaya döküldüğü “Rüşvet ve Yolsuzluk” iddialarına karşı bu seçimi bir aklanma yeri olarak gördü. Erdoğan değil % 43.23;
%70 bile alsa temize çıkamaz. Aklanabileceği tek yer mahkemedir ama devletin gücünü kullanarak buradan kaçmıştır. Çünkü verebileceği bir hesabı yoktur.

Erdoğan siyaseten bitmiştir!

Erdoğan, seçimlerden kendisinin bile beklemediği kadar sayısal başarı ile çıktı.
Bu başarının en önemli nedeni, halkın özgür iradesinin yansımasının bir biçimde
önüne geçilmesiydi.

– Baskı, korkutma,
– sosyal medyayı da kapsayacak şekilde çok ağır sansür,
– seçimler öncesi çıkar ve avanta dağıtarak şike yapmak ve
– seçimler sırasında hileye başvurmak..

yöntemlerden yalnızca bazılarıydı!

Seçimlerden çıkan başka önemli bir sonuç da; Türkiye genelinde eğitim ve öğretim düzeyi arttıkça AKP’ye oy verenlerin oranında köktenci bir düşme olduğuydu.
Başka bir anlatım ile AKP’nin oy oranını artırmak için, cehaleti daha çok artırmak gerekmektedir.

  • Seçim sonucu ne olursa olsun artık Erdoğan siyasetten bitmiştir.

Bu sonuçlar, Onun siyasal yaşamını bir süre daha öteler ama kesin sonucu
asla değiştiremez. Direndikçe yalnızca kendisinin ve ülkemizin başına gelecek yıkımın şiddetini artırır o denli!

Erdoğan’ın elde ettiği bu başarıda başka önemli bir etken, halkın önüne umut olarak güçlü bir seçeneğin konamamasıdır. Çoktan seçmeli sınavlarda da böyledir.
Size sunulan seçeneklerden emin olamaz iseniz, yukarıda en çok işaret ettiklerinizden birini, yani istikrarı seçersiniz.

Erdoğan’a bu başarıyı yaşatan başka bir olgu da YCHP’dir.
Yani CHP’yi dönüştürme ve başkalaştırma projesinin iflasıdır.
Seçimler öncesinde verdiğim konferanslarda sorardım;

“Seçimlerde kime oy vereceğinize emin misiniz?” diye.

Beni dinlemeye gelenlerin %75’inin CHP seçmeni olmasına karşın, yalnızca bir veya iki parmak kaldırıldığını görürdüm. Bunun anlamı, CHP seçmeni bile partilerinin politikaları ile hal ve gidişinden hoşnut değildi.

Irkçılığa dayalı Atatürk milliyetçiliği!

  • “Statükocu ve ırkçılığa dayalı Atatürk milliyetçiliğine son vermek ve kardeş halkların özgürce yaşadığı bir Türkiye için CHP..”

Bu sözler, hakkında CIA ajanı savları da bulunan Sezgin Tanrıkulu’na ait.
Sıradan birisi değil, CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı.
CHP milletvekillerinden öğrendiğime göre, eşbaşkan muamelesi görüyor.

YCHP için bu bir seçim bir hezimettir. Özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir’de
AKP kazanmasın diye CHP adaylarına oy veren MHP seçmenlerini de düşünürseniz; oyları bırakın artmayı, düşmüştür. Konjonktürün bu denli avantaj sunmasına karşın,
Ana Muhalefet Partisi olduğu halde oylarını düşüren sanırım dünyada ilk örnektir.

Atatürk düşmanlarının,
– bölücülerin,
– etnik milliyetçilerin,
– kurucu ideolojimize düşmanlık edenlerin,
– liboşların,
– II. Cumhuriyetçilerin,
– Altı Ok’un modasının geçtiğini söyleyenlerin,
– cemaatçilerin,
– hırsız ve uğursuz takımının

partiye monte edilmesinin sonuçlarıdır bunlar.

Ne yazık ki, seçimler öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve onun üzerinden
Türkiye Cumhuriyeti’ne kumpas kuran çetenin bir numaralı tetikçisi olan F Tipi Örgüt ile işbirliğine girilmiş ama beklenen sonuç alınamamıştır.
Bunun bir faturası olmalıdır!

Kemal Kılıçdaroğlu temiz bir siyasetçidir ve dürüsttür
ama kitleleri ikna edebilecek, peşinde sürükleyebilecek, umut verebilecek ve çok zor bir dönemden geçen ülkemizi esenliğe çıkarabilecek bir lider görüntüsü vermemiştir, verememiştir.

CHP’de ivedi olarak kan değişikliğine gereksinme vardır. Hem CHP için hem de
ülkemiz için bu farzdır. Aksi yolda direnmek ve mücadele vermek hainliktir.

Saygılar sunarım.

Prof. Dr. D. Ali ERCAN : “Küreselleşme ve Çevre Sağlığı”


Sevgili AÜTF Dönem 3 Öğrencilerimiz,

“Küreselleşme ve Sağlık” seçmeli dersimiz bağlamında dün,
19 Mart 2014 günü bir konuk öğretim üyemizi dersimizde ağırladık.

Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN,

bir nükleer fizik uzmanı olarak  bizlere

  • “Küreselleşme ve Çevre Sağlığı” 

konusunu güzelim yansıları ile sundu.
Kendisine çok teşekkür borçluyuz..

77 yansıdan oluşan öğretici görseli izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki)
tıklar mısınız??

Enerji_ve_Cevre_Ali_Ercan_AUTF_19.3.14

  • “.. Küreselleşmenin bundan böyle 3 cepheden saldırdığını yurttaşlar bilmeli.
    İlki, insanlığı bütünüyle ilgilendirdiği için esas cephe olan ekonomi cephesidir.
    Bu cephe IMF, DB ve DTÖ’nün oluşturduğu GERÇEK ŞER EKSENİ’nin komutası altında bulunuyor. Bu uğursuz mihver, pazar diktatörlüğünü,
    kâra tapmayı dünyaya dayatmaya ve yeryüzünün bütününde korkunç zararlara
    yol açmaya devam ediyor. ENRON’un hileli hiper iflası (Aralık 2001),
    Türkiye’deki para krizi, Arjantin’in tepetaklak çöküşü,dört bir yandaki ekolojik yıkımlar..

    Ignacio RAMONET, Le Monde Diplomatiqué başyazarı.
    http://monde-diplo-friends.org.uk/LMDarticles/march02art1.html

Le Monde başyazarı Ignacio RAMONET’nin yukarıdaki dizelerine
yer verdiğimiz koyu kırmızı boyayıp altını çizdiğimiz sözcüklere dikkat..

  • dört bir yandaki ekolojik yıkımlar.. 

Ekolojik yıkımın da başlıca sorumlusu ne yazık ki KÜRESEL KAPİTALİZM..

Kör olası Tunç yasa “en çok (maksimum) kâr”!
Yeni din ve yeni Tanrı da para..
Çevreyi de her yönüyle kör kâr hırsıyla yıkıma uğratan
Küreselleşme adı altında kendini maskeleyen “Yeni emperyalizm”!

Çare; Büyük ATATÜRK‘ün vurgusuyla,

  • “..Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizm ile savaşımı ‘meslek‘ edinmek..”..

Dikkat buyurulsun, “meslek” edinmek.. denmekte!
Bu 2 kadim düşmanla boş zamanlarda, hafta sonlarında, yaz tatillerinde..
uğraşarak başetmek olanağı var mı?
Onlar böyle mi yapıyor, bu zamanlarda mı çalışıyor ve saldırıyor yalnızca?

O halde bu savaşım, tüm zaman ve mekanlarda, tüm yurttaşların bu 2 süregen düşman ile savaşımı 2. bir meslek edinmesi ile başarıya kavuşturulabilecektir..
2. bir meslek edinmek..
Bu insanlık düşmanı ideoloji ile sistematik savaşımı yaşam biçimine dönüştürmek..

Sevgi ve saygı ile.
20 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

1. SAĞLIK HUKUKU SİMPOZYUMU – İZMİR


Dostlar,

Sağlık / Tıp Hukuku öteden beri ilgi duyduğumuz bir alan..
Hatta Tıp öğrenciliğimizin son 2 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nin de
öğrencisi olmuştuk.

Bu temel bilgiler çok işimize yaradı, yaramaya devam ediyor.
1975’te piyasada 20 dolayında Anayasa Hukuku kitabı vardı ve hepsini okumuştuk.

Daha sonraki meslek yaşamımızda hep sağlık mevzuatı ve hukukunun içinde olduk.
Başhekimliğimizde, Bölge Halk Sağlığı Laboratuvarı Müdürlüğümüzde, Sağlık Müdürlüğü Yardımcılığımızda, TTB Yüksek Onur Kurulu’nda, Sağlık Bakanlığı,
Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bilimsel uzmanlık kurullarında, İşyeri hekimliklerimizde, Üniversitede….

Sağlık Mevzuatı basılı ciltler olarak kitaplığımızda kollarımızın kavuşamadığı genişlikte yer tutardı..

Şimdilerde sanırız tüm sağlık hukuku mevzuatı 1 ya da birkaç “Blue Ray” e
rahatlıkla sığar.. Toplamı kilogramlar değil 50 gm bile tutmaz!

Yaşasın Bilişim Devrimi!

Yaşasın, Büyük Atatürk‘ün

“YAŞAMDA EN GERÇEK YOL GÖSTERİCİ US VE BİLİMDİR…” sözü..

Pek çok genç meslektaşımıza sorunlarında danışmanlık yapmaya çabaladık.
Konuya ilişkin makalelerimiz, TV programlarımız, konferanslarımız.. oldu.
Son yıllarda öne çıkan SAĞLIK HUKUKU SERTİFİKA PROGRAMLARINDA
eğitici olarak yer aldık.

Halen Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD’ında Dönem 5 öğrencilerimize ve asistanlarımıza SAĞLIK MEVZUATI derslerini biz üstlendik.

Bu dersler sitemizde yüklü..(http://ahmetsaltik.net/2014/02/19/saglik-mevzuati/)

İzmir Üniversitesi ve İzmir Tabip Odası, sevgili arkadaşımız – meslektaşımız
Oda Başkanı Dr. Suat Kaptaner sevinçli bir haber olarak 1. Sağlık Hukuku Simpozyumu haberini ulaştırdı.

Duyuru posteri aşağıda..

1._Saglik_Hukuku_Simpozyumu_Izmir_15.3.14

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Emekleri için teşekkür ederiz.

Hep düşledik; SAĞLIK HUKUKU Hukuk Fakültelerinde bir disiplin olsun diye..

Sanırız 10’a yakın üniversitede tezsiz – tezli SAĞLIK HUKUKU Yüksek Lisans (Master) programları başladı. Yakınlarda Doktora (PhD) programları da açılır dileyelim..

Az sayıda meslektaşımız var tıp eğitimine ek olarak hukuk eğitimi de alan.
Özellikle özel sektörde yönetici konumda görev alacak hekimlerin çekirdek düzeyde de olsa Sağlık Hukuku ve Mevzuatı bilgisi olması çok arzu ediliyor. Şimdilik Sağlık Hukuku Sertifika Programları katkı sağlıyor. Yaklaşık 42 saat dolayındaki
bu kursların bir bölümü yüz yüze, bir bölümü de uzaktan eğitimle yürütülüyor.
Adli Tıp, Halk Sağlığı ilgili 2 ana tıp dalı.. Bir de konuya ilgi duyan Avukat ve
hukuk bilimcileri ile birlikte..

Halen ülkemizde Sağlık Hukuku alanı Kodifiye edilmiş değildir.
Ceza’dan Medeni Hukuka, Borçlar’dan Ticaret Hukukuna, Uluslararası Hukuk’a dek
pek çok hukuk disiplini içinde dağınıktır. Yer yer genel hükümler yer yer alana özgü hükümlerle düzenlenmiştir.

Geleceğin genç hekimleri için coşku veren yepyeni bir disiplin olarak
oldukça çekici SAĞLIK – TIP HUKUKU ya da Mediko-Legal..

Sevgi ve saygı ile.
19 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç…


Çözülen Devlet, Ulusal Bilinç

portresijpg

 

 

Prof. Dr. Kemal Arı

 

 

(-Ey Büyük Atatürk! Ne Büyük Adammışsın!)

İşte böyleee…
Bilim yasalarını koymuş:
Çağdaş demokratik devlet, ulus bilinci üzerine, güçler ayrılığı temeli üzerinde çoğulculuk, katılımcılık ve özgürlük kavramlarının gelitirilmesiyle oluşur…
Birey özgür değilse; devleti oluşturan üç güç; yani yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrı ve bağımsız değilse; her üçü de gücünü ulustan almıyorsa;
bu devletin modern bir devlet olması beklenemez…

Demek ki neymiş?

Gerçek bir demokrasi, ancak ulus bilinci üzerinde gelişebilirmiş. Ulus bilincine ulaşamamış toplulukların özerklik, federallik vb. gibi yapıları; uzun süreçte zaten birbirinden kopmaya çok uygun yapılardır.
Oluşum gönüllü ve doğallık temelinde değil; zorlama ve dayatma ile olur.
O nedenle altını çiziyoruz:

Ulusal” ve laik devlet; gerçek bir demokrasi için “olmazsa olmaz”dır.
Tarihi sürece bakarsanız avcı – toplayıcı topluluklar, site (kent) devletlerine;
site devletleri tarım imparatorluklarına; tarım imparatorlukları feodal yapılara; feodal yapıların ulus devlete, ulus devlet sanayi devletiyle birlikte adım adım demokratik devlete dönüşmüştür.

Bunu tarih adeta gözlerine sokuyor insanın.
Ve biz de tuttuk, demokratikleşelim diye; ulus devletimizden utanır olduk,
alt etnik kimliklere yöneldik ve milletimizin bayrağından, andından, adından utanır hale geldik…
Bunlarla başlamıştı çözülüş.
Ve bugün, bütün hızıyla sürüyor…
Bunu zaten yaşayarak görüyoruz.

Yaşanan devlet krizi; bize bu bilimsel gerçeğin geçerliliğini açık biçimde
ortaya koyuyor.
Yok, cemaatlerdi, tarikatlardı; ulus devlet bir öcüydü de denilerek,
ulus kimliği için için kemirildi. Ne güzel bunları, sivil toplum örgütlenmeleri diye yutturmaya çalışıyorlardı!

Şeyh irşad eder, ardından işaret eden; müritler topluca şeyhin iradesini
dine hizmet sayarak eyleme geçer…
Bu da demokrasiye hizmet etmek olurmuş ha!
Ulus ve laik devlet yapısıyla karşı karşıya iki temel olgu bu…
Bakın ne yazmış bir gazete yazarı son durumları anlatırken:

Cemaat ve hükümet arasında yaşananlar bir savaşmış ve savaşlarda da yasama, yürütme ve yargı güçleri olmazmış; hepsi için yasama çatısı altında işbirliği yapılırmış!

Hani, Kurtuluş Savaşı’nda, ta Ankara’ya dek Yunan ordusu ilerlediği zamanlarda bile, Atatürk’ü demokrat değildi diye suçluyordu birileri!
Şimdi yaşadığımız savaş, öyle mi?
Hayır savaş değil, çözülüş…
Ama unutmayalım; her çözülüş, en ateşli anına ulaştığında,
çözümü de kendi içinde ortaya çıkarır…
Devletin kılcal damarlarına kadar sızan habis ur gibi cemaatçilik ve benzeri yapılar; ulusun doğal bağlantılarını ve işleyiş düzeneğini işlemez hale getirdi. Böylece kurumların birbirlerine güvensizlik duyguları güç kazandı.
Ve üstelik bu yapıya çıkıp birileri, “Ne istediler de vermedik?” diyebildi.
Verilen kimin; veren kim ve verileni alan kim?

Millete ait olan, ancak ve ancak yine millete döner.
Herhangi millet dışı bir yapıya değil.
Oysa asıl güç, milletten, yani ulustan alındığına göre; ulusun egemenliği;
yani yasama, yürütme ve yargı ulus için çalışır ve onun isteklerini yerine getirir. Onun için çalışır. Siyasetçi millete efendilik yapmaz,
millete ancak hizmet verir.

O nedenle Büyük Atatürk;

  • “Millete efendilik yoktur; hizmet etmek vardır!” 

demiştir.

Ya bugün şu günlerde yaşadıklarımıza bakarak; ülkemizin ne denli büyük bir tehlikeli eşikten geçtiğini görebiliyor muyuz?

Ey büyük Atatürk!

Ne büyük bir dahi imişsin ki; o olağanüstü öngörülerinle, daha o günlerden
bu günleri görebilmişsin!

Ve onca yaşadığın zorluğa karşı, ne büyük mücadeleler içinden başarıyla çıkarak; tebayı ulus, kulu yurttaş, ümmeti millet yapmış; bundan milli egemenlik kavramını yaratmış; onu cumhuriyete ve giderek demokrasiye yöneltebilmişsin…
O toplum, geleceğe umutla bakıyordu.
Ya şu günlerimize bakın!
Ur bedeni kaplamış…
İçten içe boğuyor ve işleyemez duruma getiriyor.
Bedenin kendini koruma refleksleri adeta zararlı varlıklar tarafından sarılmış…
Adalet duygusu ağır bir yara almış.
Ve hasta beden her an;

kapıya kadar dayanmış olası büyük bir ekonomik çöküntü,

toplumsal çalkantılar ve siyasal krizler ardı ardına dizilmiş…

Ve ülke, içte bu çözülme sürecini yaşarken; dışarıdan gelecek büyük tehlikeler, başta Suriye politikasının çökmesi ve ardından gelen öteki olaylarla birlikte; kendisine yakışmayan bir görüntü ve algı içine yuvarlanmış.

Başkaları Türkiye’yi gittikçe demokratikleşen ülke olarak görmüyor;
gittikçe kurumları çözülen, birbirleriyle mücadele içine giren;
yargının bağımsızlığını yitirerek, siyasal erkin vesayeti altına giren bir yapıda algılıyor.

Yani içteki ateşe bir de dışta uç vermiş başka ateşler katıldı katılacak…
Görüldüğü gibi, yakın gelecek çok daha çetin zorlukları yanında getirecek.

O halde çözüm ne?

Ulusal bilinci yeniden canlı tutmak…

Daha diri duruma getirmek…
Toplumsal sorunlara karşı, kamuoyunun daha gözünü açması ve ülke sorunlarıyla ilgili olarak daha çok kafa yorması ve bilinçlenmesi…

Ulusal bilinç ve gerçek ulus egemenliğinden başka dayanacağımız
hiçbir güç yok…

Bu bilinçle, her bulunduğumuz gün, bir sonraki güne ulusça hazır olmalıyız.

“21. Adalet ve Demokrasi Haftası” Üzerine…


“21. Adalet ve Demokrasi Haftası” Üzerine…

Dostlar,

ADD Genel Merkezi’nin “21. Adalet ve Demokrasi Haftası” etkinlik programı,
web sitesinden aldığımız biçimiyle aşağıda..

Örgütün etkinliklerini bu siteden tümüyle göremiyoruz.
Kuşkusuz pek çok konferans, anma toplantısı vb. düzenlenecektir yıllardır olduğu gibi::
Her 2 aziz şehidi anıt mezarları başında anmak da Ankara’nın ayrıcalığı..
Bu uğurda emeği geçen herkesi saygı ile selamlamak boynumuzun borcudur.

adilsecim-temiztoplum
Yukarıdaki 2 panelde tema, “Temiz ve Adil Seçim” olarak belirlenmiş..

Kuşkusuz son derece yerinde bir belirleme..

Toplum Temiz Toplum – Temiz Siyaset istiyor..
Temiz siyaset – Temiz hukuk da elbet..

Ancak bu cinayetlerin çözümlemesi, dün – bu gün – yarın bağlamında hiç olmazsa
bu özel günlerde yapılmalı.. Yoksa olup biteni kanıksamış ve teslim olmuş sayılabiliriz ki,
bu ne doğru ne de haklı olurdu; ne de bu saygın demokrasi şehitlerinin sevgin (aziz) ruhlarına saygılı..

Bu sorumluluktur ki, biz 23.1.14 sabahı web sitemize bu içerik çerçevesinde
bir makale koyduk :

AYDIN CİNAYETLERİ STRATEJİSİ ve 21. ADALET-DEMOKRASİ HAFTASI..

ADD web sitesinde de yayımlanması dileğiyle bu makalemizi sunduk..
(Bu siteye sunduğumuz yazıların yaklaşık 1/3’ü yer bulabiliyor..
Tek seçici ADD Gn. Bşk. T. Çölaşan’ın yüksek takdirleri böyle gelişiyor..)

Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy,
bu hafta nedeniyle zamanlama bakımından başta olmak üzere;

– Ülkemizin demokratikleşmesi, bağımsızlığı, özgürlüğü, laik bir hukuk devleti
olarak gelişmesi,
İnsan haklarına dayalı bir sosyal devlet olarak gelişerek yolunu sürdürmesi,
Adalet – toplumsal dayanışma ve toplumsal huzur – erinç – gönenç sağlaması
Ülke ve Ulus bütünlüğünü koruyarak Eşitlik – Kardeşlik – Özgürlük özleminin
gerçekleşmesi.. (1787 ABD ve 1789 Fransız Devrimi’nin klasik 3’lüsü!)

yolunda kan ve can veren, ter döken, mürekkep tüketen, gaz ve basınçlı-ilaçlı su yiyen,
dövülen, gözünü yitiren, kemikleri kırılan, iftiralarla hapislerde çürütülen, gözdağı amacıyla mahkemelerde süründürülen, okullarından atılan, işsiz kalan, yoksullaştırılan..

Yarın, 24 Ocak 2014 günü Yatağan’dan ve Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyecek Cumhuriyet’e sahip çıkan, özelleştirme talanına karşı çıkan
saygın maden emekçilerini.. (Yarın onları çiçeklerle karşılayacağız..)

Asker sivil tüm aydınları, emekçileri, Mehmetçiklerimizi ve komutanlarını ve direnen kadim Türk Milletini (Büyük ATATÜRK‘ün tanımlaması ile “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Anadolu halkını ..” minnet ve şükranla selamlarız..

Devrimci bir iktidar kurarak kanlı emperyal cinayetleri önleyemediğimiz
ve hesabını soramadığımız için özellikle onlardan –KAN VE CAN VERGİSİ VERENLERDEN-, şehit ve gazilerimizle ailelerinden çok utanarak af dileriz..

Fakat and ve aşk olsun ki;

Bu kadim millet, bu topraklarda, orta-uzun erimde
lanetli ve eli kanlı emperyalizme dün olduğu gibi günümüzde de boyun eğmeyecektir.

Sevgi ve saygı ile.
23 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net