Etiket arşivi: Uluslararası Çalışma Örgütü

ONUR ÖYMEN :Halk TV’de Soma maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim..


Halk TV’de Soma maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim.. 

Portresi_ATA_ile

 

Onur ÖYMEN

 

 

 

Dün akşamki (AS: 18 Mayıs 2014) Halk TV yayınında Soma’da yaşanan
maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim
özetle şunlar:

-Bu olayın başka ülkelerde de benzerleri her zaman görülen sıradan bir kaza olduğu söylenemez. İstatistiklerinn tutulduğu 1375 yılından bu yana, yani 600 yılı aşkın zamandan beri bu büyüklükten daha büyük kaza sayısı 23’tür. Bu kazaların da büyük bölümü grizu patlamasından kaynaklanmıştır. Maden yangını sonucunda bu denli çok insanın yaşamını yitirdiği kazaların sayısı çok azdır.

Bu olayın teknik ve yönetseli boyutları üzerinde duruluyor ama siyasal sorumluluk boyutu biraz geri planda bırakılıyor. Oysa çağdaş ülkelerde son zamanlarda yaşanan ve
çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği kimi kazalarda Başbakanların doğrudan siyasal sorumluluğu üstlenerek istifa ettikleri görülüyor.

– Örneğin Japonya’da Tsunami faciasından sonra bir nükleer reaktörün hasara uğraması (AS: 11 Mart 2011, Fukuşima) ve insan sağlığını tehdit edecek radyasyon sızıntısının ortaya çıkmasından sonra Başbakan istifa etti. O bu tesisin doğrudan sorumlusu değildi. Ama gerekli önlemleri daha önceden yeterince alınmamasının
siyasal sorumluluğunu üstlendi..

Güney Kore’deki Feribot kazasından sonra Başbakan istifa etti.
O da feribotun kaptanı veya kurtarma ekibinin başı değildi ama siyasi sorumluluğu üstlendi.

-Letonya’da bir alışveril merkezinin çatısının çökmesi üzerine başbakan istifa etti.
O da bu binanın mimarı veya mühendisi değildi ama gerekli denetimlerin yapılmamasından kendisi siyaseten sorumlu gördü.

– Muhalefetin kimi Bakanları eleştirirken Başbakanın sorumluluğunu ön plana henüz çıkartmamış olması bence eksikliktir. Böyle bir yaklaşım bu felaketten siyasal avantaj sağlama girişi olarak değerlendirilemez. Üstelik Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında
iş kazalarından ölümlerde 1. sırada yer alması mutlaka siyasal sorumluluk doğurmalıdır.

-Ayrıca Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün devlete ve maden sahiplerine sorumluluklar yükleyen Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Konusundaki 176 sayılı Sözleşmesini Türkiye’nin hala imzalamamasının bir siyasal sonucu olmalıdır.
İlgili bakanın “Bizim mevzuatımız bu Sözleşmeden ileridir..” yolundaki sözlerini
kabul etmek olanaklı değildir. Sözleşmeyi imzalayan 26 ülkenin yasaları acaba Türkiye’nin gerisinde olduğu için mi o ülkeler bu sözleşmeyi imzalamışlardır?

-Başbakanın bu olay vesilesiyle iki gazeteciyi suçlayıcı ifadeleri ve bunların görevden alınması için gazete sahibine çağrıda bulunması çağdaş demokrasilerde örneği
pek görülmeyen bir durumdur. Benzeri drumlara ancak totaliter devletlerde rastlanıyor. Nazi döneminde Almanya’da 1300 gazeteci görevden alınmıştı. 2. Dünya Savaşından sonra Amerika’da McCarthy‘nin estirdiği baskı ortamında da pek çok aydın, sanatçı
ve gazeteci sıkıntı çekmişti. Ancak McCarthy döneminin sona erdirilmesinde özgürlüklere sahip çıkan gazetecilerin büyük rolü olmuştu. Önemli olan basının
siyasal baskılara direnme gücünün olup olmamasıdır. Ne yazık ki, kimi kez, yansız sayılan basında da baskılara boyun eğme işaretleri görülüyor. Cumhuriyetin değerlerini savunanların görüşlerine medyada pek rastlanmıyor. Kendi kendine sansür yaklaşımları yaygınlaşıyor.

-Gazetecileri değerlendirme görevi hükümetlere değil, okuyuculara ait bir görevdir.

Başka ülkelerde büyük maden kazaları olduğu zaman ileri teknolojiye sahip ülkelerden yardım istenmesi doğaldır. Şili, sağladığı dış tekniik yardımların katkısıyla
33 madenciyi 69 gün yer altında yaşatmayı ve sağ salim kurtarmayı başarmıştı.

  • Acaba Soma faciasında Hükümet yabancı ülkelerin yardım tekliflerini
    niçin reddetti?
  • Acaba madendeki eksiklerin yabancılar tarafından görülmesi
    arzu edilmediği için mi?

Başta siyasal sorumluluk konusu olmak üzere, bütün bu konular muhalefet partilerince gecikmeden ve ülkenin gündemi değişmeden ele alınmalı ve gerekli girişimlerde bulunulmalıdır. 

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen

DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ ve ÇAĞRIŞTIRDIKLARI..

Dostlar,

Bu gün “DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ“!

2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler sistemine geçildiğini biliyoruz. “Milletler Cemiyeti” başarılı olamamış, 2. Büyük savaşı engelleyememişti. Yeni sistem ,yeni ve etkin kurumlaşmalar ve düzenekler getirmeliydi kalıcı barış için. Bunların başında BM Güvenlik Konseyi uluslararası toplumun yaptırım gücü geliyor.. Yaptırımlar çeşitlendirilmiş durumda : Diplomatik, politik, ekonomik, ticari ve askeri.. “Koalisyon güçleri” oluşturarak sıcak çatışmalı
askeri müdahale dahil.

24 Ekim 1945’te NewYork’ta açılan BM örgütü, bir bakıma soğuk savaşın başlangıcını ve Dünyanın hegemon gücünün İngiltere’den ABD’ye, Londra’dan NewYork’a geçişini de tarihlemekteydi. Doğu ve Batı Blokları oluşmuş ve 2 kutuplu stratejinin geriliminde küresel siyaset mayalanmıştı. Ancak nükleer caydırıcılık (nuclear deterrance) ile frenlenebilen polarizasyon yaklaşık 45 yıl sürmüş ve SSCB’nin dağılmasıyla (26 Aralık 1991) bir ABD monopolüne dönüşmüştü.. Günümüzde ise bu kez çok kutuplu bir denge var..

Her neyse…

Yeni BM yapılanması bir Dünya Hükümetini andırmaktaydı. Örn. Dünya Sağlık Örgütü – DSÖ (World Health Organisation – WHO) Cenevre’de kurulmuş ve küresel sağlık sorunları onun yetki ve sorumluluğuna bırakılmıştı. Dünyaya dağılmış 6 bölgeliydi.
UNEP (United Nations Environmental Program) Kenya / Nairobi’de kurulmuş ve küresel çevre sorunları da onun yetki ve sorumluluğuna bırakılmıştı… UNESCO, UNICEF, FAO.. benzer yapı ve işlevli kurumlardı. ILO ise taa 1919’lardan gelmekteydi ve Türkiye, Büyük ATATÜRK döneminde 1932’de bu Örgüte üye olmuştu.
ILO (International Labour Organisation), Uluslararası Çalışma Örgütü olarak dilimize çevrildi ve bir tür küresel Çalışma – Sosyal Güvenlik Bakanılığı işlevi üstlenmişti.

Türkiye BM’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Bu amaçla BM örgütünün ana sözleşmesini (anayasasını) ülke parlamentosunda onamak gerekiyordu, yapıldı.

Türkiye DSÖ’ye de üye oldu. Benzer yolla DSÖ’nün ana sözleşmesini (anayasasını) ülke parlamentosunda onamak gerekiyordu, bu da yapıldı. DSÖ Anayasası, 1947’de 5062 sayılı yasa ile TBMM’de onandı ve uluslararası andlaşma niteliği kazandı.
Bilindiği gibi Anayasa’nın 90. maddesi Mayıs 2004’te değiştirildi ve son biçimiyle şöyle (kısaltılarak):

D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

  • Madde 90 Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük
    Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. 
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile
    Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.)
    Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. 

Böylelikle, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar
kanun hükmünde”
kılınmıştır. Bu bağlamda DSÖ Anayasası TBMM’de bir yasa ile uygun bulunduğuna göre, iç hukuktaki yasalarla eşdeğerdedir ve Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemeyecektir. Dahası, DSÖ Anayasası (Ana Sözleşmesi) = T.C.’nin 5062 sayılı yasası, “temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşma” olması  nedeniyle de ek bir üstünlük sahibidir ve ulusal yasalarla çelişmesi durumunda bu Andlaşma hükümleri uygulanacaktır (üstün hukuk normu).

  • SAĞLIK hakkı, tartışmasız en temel insan hak ve özgürlüklerinin
    başında gelmektedir.

İlk sıra YAŞAM HAKKI’nındır. Bu hakkı anlamlı kılan, içini dolduran ise sağlıklı ve onurlu olmasıdır. Nitekim BM’den 3 yıl kadar sonra 10 Aralık 1948’de benimsenen ve Türkiye’nin de “taraf olduğu” (bu terim uluslararası bir teknik hukuk terimidir..)
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 25. maddesinde SAĞLIK hakkını
apaçık tanımlamıştır :

  • İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB), 25 : “ HER-KE-SİN, KENDİSİ ve AİLESİNİN SAĞLIK ve GÖNENÇ İÇİNDE BESLENME, GİYİM, KONUT ve  TIBBİ BAKIM HAKKI VARDIR. ”

*******

DSÖ, başlangıç yıllarında Dünya sağlığı için anlamlı hizmetler vermiştir.
Özellikle dünyanın gelişmemiş bölgelerinde, Afrika’nın derinliklerinde, G. Amerika’da
ve uzak doğu Asya’da bulaşıcı hastalıkların denetimi ve yönetimi için bu ülkelere yol göstermiş; teknik ve insangücü, lojistik desteği sağlamıştır.
Genişletilmiş Aşı Programları (EPI), daha sonra GAVI stratejisi özellikle anılabilir.

Dr. Halfdan Mahler‘in DSÖ Genel Başkanı olduğu yıllarda benimsenen “HFA-2000” projesi bizleri de ilk hekimlik yıllarımızda çok heyecanlandırmıştı. Kazakistan’ın başkenti Alma-Ata’da 1978’de toplanan DSÖ üyesi ülkeler, ünlü Alma-Ata Bildirgesi‘ne
imza koymuşlar ve “2000 Yılına Dek Herkese Sağlık” hedefini evrensel düzeye taşımışlardır.

Ne var ki, ilerleyen zaman, özellikle 1980’ler sonrası ve SSCB’nin dağılmasından sonra hızlanarak abanan KÜRESELLEŞ-tir-ME = Yeni emperyalizm süreci tüm akışı alt üst etmiştir. DSÖ hızla DB (Dünya Bankası) ve IMF güdümüne sokulmuştur ne yazık ki..

Alma-Ata Bildirgesi hedefleri unutturulmuş, “21. Yüzyıl İçin 21 Hedef” konmuş, ardından da “2020 Hedefleri” önerilmiştir.

DSÖ küresel sermayenin güdümünden çıkarılmalıdır..
Bu nasıl olacaktır??

2013 boyunca temel tema HİPERTANSİYON idi DSÖ için..
Sessiz katil (Silent killer)..

2014 için vektörlerle bulaşan hastalıklar öne çıkarılıyor..

Small bite – big threat.. Küçük ısırık – büyük tehdit..

Kolay gelsin ve sağlıklı bir 2014 dileyelim..

Sevgi ve saygı ile.
7 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net