Etiket arşivi: Ataol Behramoğlu

Kazanan Türkiye olacak

Kazanan Türkiye olacak

Cumhuriyet, 05 Mayıs 2018

Haftalardır süren sıkıntılı, gergin bekleyiş; kimileri iç karartıcı tahminler CHP cumhurbaşkanı adayının açıklanmasıyla sona erdi ve rahat bir nefes aldık… Kendi payıma benim korkum, sol kimlikten uzak birinin aday gösterilme olasılığıydı. Bu yönde söylentiler de azımsanamayacak yaygınlıktaydı. Neyse ki korkulan olmadı. Her biri saygın kişilikler olan CHP’li adaylar arasında toplumun belki en çok yakından tanıdığı ve sempati duyduğu sayın Muharrem İnce ipi göğüslemeyi başardı… Kendisine ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum ve öyle de olacağına yürekten inanıyorum.
***
Dün geceden belli olup bu gün (Cuma) açıklanan “mutlu son”a biraz daha öncesinden bakarsak, CHP’li on beş milletvekilinin İYİ Parti’ye katılımıyla bu partinin önündeki seçime girememe tehdidinin ortadan kaldırılmasının, ülkemizin içinde bulunduğu çıkışsız görünen süreçten kurtulmada ilk büyük adım olduğu görülür. Bu bakımdan, o günden bugüne

  • Baş döndürücü hızla gelişen olaylar dizisinin başmimarı kuşku yok ki sayın Kılıçdaroğlu’dur.
  • CHP Genel Başkanı’nın gerek eylemleri, gerekse söylevleri ve demeçleriyle bütün bu süreçte sergilediği büyük performans, gerçekten de baş döndürücü olmuştur.

    Karşı tarafın sersemlemiş ve saçmalamakta oluşunda bu bakımdan şaşılacak bir şey yoktur.
    Sayın Akşener’in ve Saadet Partisi sayın Genel Başkanı’nın kararlı, gözü pek duruşlarını da ayrıca takdirle, saygıyla alkışlamak gerekir.
    ***
    Sadece siyasetçi kimliğiyle değil, bir duygu adamı, fizik eğitimi almış olmasının yanı sıra edebiyat sever, şiir dostu kişiliğiyle de yakından tanıdığım; Adalet Yürüyüşü’nde omuz omuza yürüdüğümüz Muharrem İnce’nin omuzlarında, Cumhurbaşkanlığı adaylığının ilanından bu yana, bu ülkede hiç kimsenin omuzlarında olmayan ağırlıkta bir yük bulunmaktadır. Ağır olduğu kadar onur verici bu müstesna yük, bir ülkenin kaderidir.

    Aday olarak ilk konuşmasında altını çizerek belirttiği gibi, o artık bir partinin değil, bütün ülkenin tarafsız cumhurbaşkanı adayıdır.

  • Taraflılığı;

    – Cumhuriyetimizin,
    – evrensel insan haklarının,
    – aydınlanma değerlerinin,
    – özet olarak insan olmanın gerektirdiği yerde ve bütün bu değerlerin savunucusu olmaktır.

    Şimdi ondan toplumca beklediğimiz, tartışmalarda karşısına çıkacağı kuşkusuz düzeysizlikler karşısında

  • soğukkanlılığını bir an bile yitirmeksizin,
  • günlük siyaset girdabına hiçbir ucundan kapılmaksızın,
  • halkımızın ağırbaşlı değerlerinin, beklentilerinin, saygın, sevgili, birleştirici sözcüsü olmasıdır.

    Muharrem İnce’nin bu hassas dengeyi kurmada, bu ağır yükü ustalıkla taşımada gereken bilgi, kültür, deneyim, sağduyu, inanç ve duygu birikimine sahip olduğunu, bir arkadaşı olarak da biliyor ve görüyorum.
    ***
    Sıra şimdi var gücümüzle 24 Haziran seçimlerine ve mutlaka ulaşılması gereken ikinci tura hazırlanmakta. Bu süreçte şimdi asıl büyük sorumluluk, bazılarımıza belki şaşırtıcı gelebilir ama, her türden sol seçmendedir. Şu anda en zayıf konumunda bulunan dikta yönetimini mutlaka, ama mutlaka alt etmeli, parlamenter demokrasinin önündeki engelleri enkaz çöplüğüne göndermeliyiz. 

    Bunun için, dikta karşıtı birlikteliği orasından burasından didiklemenin diktanın ekmeğine yağ sürmek olduğunu görerek felaket tellallarının, “evet ama..” diye başlayan iflah olmaz karamsar ve eylem kaçkını ruh hastalarının, her türden fırsatçı ve çıkarcı kişilerin ve çevrelerin uğursuz yorum ve telkinlerine kulak tıkayarak;

    – demokrasiden,
    – iyilikten,
    – bağımsızlıktan,
    – özgürlükten,
    – aydınlıktan,
    – sevgiden,
    – eşitlikten yana bütün bir ulus olarak

    güçlerimizi bütün bu değerlerin düşmanlarına, 21. yüzyılda saray özenticiliği ve savurganlığına, cehaletin ve nefretin meydan okuyuşuna karşı tek bir yumruk, tek bir akıl, tek bir yürek olarak birleştirmeyi başarmalıyız.

  • Başaramazsak bütün bir ulusça yok olacağız ve bu yok oluşu hak etmiş olacağız demektir. 

    Başaracağız ve kazanan Türkiye olacak.
    ==========================================
    Dostlar,

    Sayın Prof. Behramoğlu dostumuzun bu nefis yazısı adeta bizimde klavyemizden aktarmak istediklerimize, klavyemizden döküleceklere aracı oldu.

Teşekkür ederek ve bütünüyle paylaşarak site okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 05 Mayıs 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Fazıl Hüsnü Dağlarca anılıyor

Usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca anılıyor

Fazıl Hüsnü Dağlarca, ölümünün 9. yıldönümünde 13-20 Ekim arasına yayılan bir dizi etkinlikle anılacak. (cumhuriyet.com.tr, 11 Ekim 2017 )

Ataşehir Belediyesi’nce düzenlenen Dağlarca’yı anma etkinlikleri kapsamında 13 Ekim’de Novada Ataşehir AVM Cemal Süreya Sergi Salonu’nda İsa Çelik’in hiçbir yerde yayımlanmamış Dağlarca fotoğraflarından oluşan sergi açılacak. 30 fotoğrafın yer alacağı “İsa Çelik’in objektifinden Dağlarca Fotoğrafları” sergisi 20 Ekim’e kadar ziyaret edilebilecek. Dağlarca’nın ölüm günü olan 15 Ekim’de ilk olarak saat 13.00’te Karacaahmet mezarlığında şairin mezarı başında yapılacak anma töreninin ardından, saat 15.00’ten sonra İçerenköy’deki Neşet Ertaş Kültür Evi’nde panel düzenlenecek. Alâettin Bahçekapılı’nın “Görsel Radyo” biçeminde sunacağı panele ünlü eleştirmen ve yazar Doğan Hızlan, şair ve akademisyen Hilmi Yavuz, edebiyat tarihi araştırmacısı Konur Ertop, Çocuk Vakfı Başkanı şair Mustafa Ruhi Şirin, Dağlarca Şiir Ödülü sahibi şair Ömer Erdem, fotoğraf sanatçısı İsa Çelik ve Dağlarca’nın yakın dostu Ruhan Ertop konuşmacı olarak katılacak.

İçerenköy’deki Neşet Ertaş Kültür Evi’nde 15 Ekim Pazar günü saat 15.00’te başlayacak panel etkinliğinde, Dağlarca’nın kitaplarından oluşan bir sergi de yer alacak.

Dağlarca Şiir Ödülü Çiğdem Sezer ve Turgay Fişekçi’nin

Beşiktaş Belediye Başkanlığı tarafından, PEN Yazarlar Derneği ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın desteği ile bu yıl 3’üncüsü gerçekleştirilen Dağlarca Şiir Ödülü, Çiğdem Sezer ve Turgay Fişekçi’ye verildi. Arife Kalender, Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Enver Ercan, Ertan Mısırlı, Haydar Ergülen ve Tarık Günersel’den oluşan seçici kurul oy çokluğuyla, 3. Dağlarca Şiir Ödülü’nü Çiğdem Sezer’in “Küçük Şeyler Mevsimi” ile Turgay Fişekçi’nin “Nerdesin?” adlı kitaplarına verdi. Seçici Kurul ayrıca 2018 yılının Dağlarca’nın ölümünün 10. yılı olması nedeniyle Beşiktaş Belediyesi’nin öncülüğünde “Uluslararası Dağlarca Sempozyumu’’nun düzenlenmesine karar verdi.

3. Dağlarca Şiir Ödülü töreni 15 Ekim Pazar günü Saat 18:00’da Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Ödül töreni öncesinde Saat 17:00’da, 22 ressamın Dağlarca’ya bir saygı duruşu niteliğinde olan Dağlarca için: RESİM/ SESİM sergisinin açılışı gerçekleştirilecek.
===========================================
Dostlar,

Fazıl Hüsnü Dağlarca  gerçekten büyük bir şair..

Ozan Dağlarca, ölümünden (2008) 2 yıl önce hastalığı sırasında hastaneye ziyarete gelenlerin hep “geçmiş olsun” demesinden yakınır.. Söyleşiyi yapan Cumhuriyet muhabiri şaşırır ve “ne demeliydiler?” diye sorar. Dağlarca’nın yanıtı çok ama çok öğreticidir :

Kimse, Fazıl Hüsnü iyileş de gelecek olsun!” demedi.. der.

Kurtuluş Savaşımızdaki tarif edilmez ağır yokluklar karşısında şu dizeleri yazar :

Atım acından hasta, çalmışlar kılıcımı
Üşürüm
İçimde silah sesleri,
Sabaha kadar, tövbe tövbe,
Gecelerle dövüşürüm.
*****

O’nun Küreselleşme (= Yeni emoeryalizm) hakkında yazdığı kısa şiir çok çarpıcıdır. İlk 4 dize tüm çıplaklığı ile KüreselleşTİRme vahşetini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. İzleyen 5 dize ise olması gereken insancıl düzeni betimliyor.


Birbirimizi yaşamamız” sözleri, olabilecek en derin özdeşim = empati çağrısı ve de tanımı değil mi?

Üstad Dağlarca, 94 yıl süren yaşamını 75 yılını şiire ve Türkçe’mizin arılaşmasına adayarak Türk yazınında (Edebiyatında) saygın bir yer edinmiş ve simgeleşmiş bir şairdir. Hiçbir akımdan etkilenmeyip kendi şiir akımını yaratmıştır. Türk yazınının en verimli dönemlerinden olan erken Cumhuriyet Dönemi, Türk şiirinin özgün temsilcilerinden biri olan, dilimize

*“Türkçem benim ses bayrağım” 

deyişini kazandıran ozan Dağlarca, dilimizin olanaklarını zorlayarak Türkçe’nin söz varlığını varsıllaştırmıştır. Bunu yeni sözcükler türeterek ve konuşma dilinin ağız özelliklerini ve halka ait sözcükleri kullanarak yapmıştır.

Bir Dil Derneği üyesi olarak O’nun üretken çabalarını kıvançla karşılıyoruz..
*****

Söyle Sevda İçinde Türkülerimizi

“Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?”
*****

O’nu özlem ve şükranla anıyoruz..
Daha çok çocuğa okutacağız güzelim şiirlerini ve O daha çok yaşayacak böylelikle..
Biz erişkinler de ara sıra çocuklaşacak ve O’nun şiirlerini çocuksu çocuksu okuyacağız.

Sevgi ve saygı ile. 12 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi – Dil Derneği üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yürümek sevinçtir

Ataol Behramoğlu


Yürümenin bir sevinç olduğunu 1962 yazında, 20 yaşımda, Ege’nin bütün körfezlerinde denize girmek amacıyla Bursa’dan Bandırma’ya doğru yürüyerek yola çıktığımda duyumsamıştım…
Kuşkusuz bir otostoptu bu. Fakat İzmir’e girerken ayaklarımın altının derileri soyulmuştu ve kanamıştı. Amacımı, anımsadığımca bir ayda gerçekleştirip otobüsle döndüm… Bu yolculuk bana hem şiirlerim hem bütünüyle yaşamım bakımından tükenmez izlenimler, deneyimler kazandırdı…
Yeniliğe doğru yürüyor olmak her şeyden önce bir mutluluktur…
***
Aynı yıllarda bir gün, bir gece yürüyüşü deneyimi yaşadım… İnegöl’de davetli olduğum bir düğün eğlencesinde iki kadın ya da genç kızın birbirleriyle dans ettiklerini görünce derin bir sıkıntı duyarak kalktım ve kimseye bir şey söylemeden gecenin ilerlemiş bir saatinde Bursa’ya doğru yürüyerek yola çıktım… Arada bir yaptığım, bugün de pek uzak olmadığım deliliklerimden biriydi bu… Bir otobüs beklemek ya da geceyi bir başka yerde geçirmek aklımın ucundan geçmemişti… Sıkılmıştım ve sıkıntımı ancak sonsuzca yürüme duygusuyla aşabilirdim… Kaç kilometre yürüdüğümün farkında değilim…
Ipıssız gecede, yeryüzünü çepeçevre kuşatan yıldızlı bir gökyüzünün altında, dünyanın yuvarlaklığını gözlerimle görüp duyumsayarak yürüdüm…
“Yeniden, Hüzünle” adlı şiirimin son dizelerinde yazdığım gibi, saatler sonra, “sabah oldu, oluyor ânında / eski, külüstür, kömür / yüklü sarı bir kamyonla” yolculuğun geri kalan bölümünü tamamladım…
***
On yıl sonra, bu kez 1970 başlarında, Paris’ten Nice’e uzanan yarı yürüme, yarı otostop yolculuğumun da apayrı öyküleri vardır. Fakat yazıyı bunlarla daha fazla uzatmayayım…
***
19 Haziran Pazartesi öğleye doğru, o günkü Büyük Adalet Yürüyüşü’nün Kızılcahamam çıkışında başlayan ikinci evresinde Kılıçdaroğlu’yla omuz omuza yürümekteyken, neredeyse unuttuğum o büyük sevinci, yürüme sevincini bir kez daha kuvvetle duyumsadım. Siyasal amaçlarla elbette pek çok kez yürüdük.
Mitinglerde, 1 Mayıs’larda, gösterilerde, protestolarda…
Fakat genellikle (Deniz’lerin büyük yürüyüşünü saygıyla bir yana ayırarak) kentlerde, bulvarlarda yürüyüşlerdi onlar… Kır yollarını, ırmak kıyılarını, bir yanı uçurum bir yanı ormanla kaplı tepelerden kıvrıla kıvrıla geçen yolları aşarak bir hedefe doğru yürümenin olağanüstü bir tadı var.
Hele bu hedef kutsal bir kavram olan adaletiçinse…
Beş altı kilometrelik yürüyüş bir an gibi sona erdi ve içimde bir yetinmezlik duygusuyla ayrıldım o sevgili arkadaş konvoyundan… Fakat sona doğru, mola ne zaman verilecek diye düşünmeye başladığımı itiraf etmeyecek olursam, başta Kemal Bey’in kendisi olmak üzere yürüyüşün asıl kahramanlarına haksızlık etmiş olurum…
***
Adaletsözcüğü TDK sözlüğünde “yasalarla tanınan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması” diye tanımlanıyor. Yasalar da adil olmayabilir. Bence doğrusu “evrensel insan hak ve özgürlükleri” olmalıdır.
Bir de yazılışı ve söylenişi adalete çok benzeyen “atalet” sözcüğü var. Yani tembellik, eylemsizlik, durağanlık…

  • Büyük Adalet Yürüyüşü, toplumu çürüten ümitsizlik ve korku duygularıyla
    onların besleyip büyüttüğü büyük ataletin aşılacak oluşunun işaret fişeğidir…
    ****

    NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI KAYBEDİYORUZ!
    BİR ÜST YETKİLİNİN ÇIKARAK “GREVİ BIRAKIN. DURUMUNUZ YENİDEN
    VE ACİLEN GÖ
    RÜŞÜLÜP BİR HAKSIZLIK VARSA GİDERİLECEKTİR” DEMESİ
    BU KADAR MI GÜÇ? İNSAF, VİCDAN, MANTIK, HUKUK, ADALET
    BUNU GEREKTİRMİYOR MU?
    =============================
    Dostlar,

    Üstad Prof. Ataol Behramoğlu bir yazı mimarı ustalığı ile her bir sözcüğü yerli yerince yerleştirerek bu etkili köşe yazısını üretmiş.. Eklenecek birşey yok..

    Bütünüyle katılarak paylaşıyoruz..

    Yazının altındaki çooooooook önemli uyarı ve çağrıyı bir kez daha yineliyoruz..
    Bu konu son 1 aydır sitemiz manşetinden inmiyor..

  • NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’YI KAYBEDİYORUZ!
    BİR ÜST YETKİLİNİN ÇIKARAK “GREVİ BIRAKIN. DURUMUNUZ YENİDEN
    VE ACİLEN GÖ
    RÜŞÜLÜP BİR HAKSIZLIK VARSA GİDERİLECEKTİR” DEMESİ
    BU KADAR MI GÜÇ? İNSAF, VİCDAN, MANTIK, HUKUK, ADALET
    BUNU GEREKTİRMİYOR MU?

Bu 2 masum genç insanın ölüme kanatlanışı 110. gününde.. Batsın bu dünya!

Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Coşkun Özdemir : CUMHURİYET ve CUMHURİYETÇİLER

CUMHURİYET VE CUMHURİYETÇİLER 

portresi

Prof.Dr. Coşkun Özdemir

92 yıllık Cumhuriyet Gazetesine iktidar yargısı tarafından bir baskın bir saldırı gerçekleştirildi.
13 kişi göz altına alındı ve dün sabah 9 gazetecinin tutuklandığını öğrendik.
İlk günden başlayarak yüzlerce Cumhuriyet okuyucusu gazetenin avlusunu doldurdu ve bu hukuk dışı icraatı protesto ettiler.
Destekçiler eylemlerini 24 saat sürdürdüler ve gece nöbeti gerçekleştirdiler.

Bende en az 60 yıllık bir Cumhuriyet okuyucusu ve 35 yıl yazarlığını yaptığım gazetedeki kalabalığa katıldım.
Dün bir konuşma yaparak aydınlanmacıları birliğe çağırdım. Orada olmayanları sordum niçin bizimle değiller dedim. Bu sorgulama değil nedenleri araştırma çağrısı idi…

Gazetedeki değişimden rahatsız olabilirsiniz, eleştirecek çok şey bulabilirsiniz ve birçokları gibi artık okumayabilirsiniz.
Ama düşünün ki orada Türkiye’nin yüz akı yazar arkadaşlarımız var. Okumazsanız çok şey kaybedersiniz.
Orhan Bursalı, Erdal Atabek, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Zeynep Oral, Mine Kırıkkanat, Işıl Özgentürk, Erol Manisalı, Yakup Kepenek, Meriç Velidedeoğlu ve unuttuklarım sağlam ilkeli cumhuriyetçiler.
Hele yıllardır Bursalı’nın yönetimindeki Bilim Teknik‘i okumuyorsanız kaybınız çok büyük. Şimdi onu bağımsız çıkarıyor Orhan..

Gazetede ADD yoktu, 68’ler de öyle ÇYDD’den kimseyi göremedim. Üyesi olduğum TÜMOD yoktu ve TGB …
TGB’li gençlerle sık sık buluşuyorum ve yürüyüşlerine katılıyorum. Pırıl pırıl, Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı Atatürkçü heyecanlı coşkulu çocuklar.
Cumhuriyet niçin onlara uzak durur, bunu anlamış değilim.

Evet, Gazeteyi eleştirmek çok doğal ama asıl çabamız Gazeteyi bizim Cumhuriyetimiz haline getirmek için çaba göstermektir.
Cumhuriyetçi ve Aydınlanmacı güçleri bir araya getirmek onları bir dayanışma içinde aydınlık bir Türkiye için savaşan yurtseverler niteliğine kavuşturmaktır.
Bugünkü ayrışma ve cumhuriyetçilerin en azından bir asgari müşterekte buluşamaması Cumhuriyeti çökertmek isteyen iktidarın yararına oluyor.
Bu aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

hoca.jpg========================================

Çooook teşekkürler değerli hocam Sayın Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR…
Sizi İstanbul Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarımdan beri 40+ yıldır tanımanın onurunu yaşıyorum.. Evet hocam,

  • …aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

F. Gülen yerli üründür

F. Gülen yerli üründür

ALI SIRMEN ( YAZAR ) VEDAT ARIK 20.09.2007

ALİ SİRMEN

Cumhuriyet, 06.10.16

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimini, dünyaya anlatmak misyonunu yüklendi son günlerde. Konumu gereği, girişiminin dünyada yankı yapması beklenir ama iktidarın uygulamaları ona ne derece yardımcı olur bilemem. Mesut Bey, Hürriyet’ten Cansu Çambel ile yaptığı söyleşide ise global görevi olduğunu belirttiği Fethullah Gülen hakkında şunları söylemiş:
– Bana göre Gülen milli değil, uluslararası bir projedir. 170 ülkeye el atması kendisine verilen global görevin gereğidir.
Fethullah Gülen’in, dünyanın dört bir yanına dağılmış okulları, Mesut Yılmaz’ın yukarıda ileri sürdüğü görüşlerin birçok kişi ve çevre tarafından da paylaşılmasına neden olmakta, Fethullah Gülen – CIA ilişkileri uzunca bir süredir dillendirilmiş bulunmakta.
Dünyanın neresinde “ılımlı İslam” etiketli bir hareket baş gösterse, ABD’nin CIA aracılığıyla, bunlarla ilgilenip ilişkiye girmesi, Fethullah Gülen’in kendisine Pensilvanya’yı ikametgâh seçmesi ve nihayet cemaatin evrensel emelleri, Gülen Hareketi’nin uluslararası proje olduğu savını güçlendiriyor.
***
Gerçekten de, Washington’ın, bütün dünyada ve özellikle ülkemizdeki “ılmlı İslam”akımları ile içli dışlı ilişkileri yukarıdaki savı destekler niteliktedir. 2. Dünya Savaşı ertesinde ABD, Truman Doktrini ile Türkiye’yi kendi etki alanı içine alırken dinci akımlarla da, özellikle komünizm ile mücadele dernekleri aracılığıyla yakın ilişkiye girmiştir. 40 yıl içinde bir cemaatten bir imparatorluğa dönüşmüş olan Fethullah Gülen Hareketi’nin de ABD’nin bu ilgi ve desteği dışında kalması beklenemezdi.
Ancak Gülen Hareketi’nin filizlenip boyatmasında Türkiye’deki iç siyasal ortamın ılımlı İslamın (ılımlı İslam yazılır, ama uyumlu İslam olarak okunur) elverişli yapısını da görmezden gelmemekte yarar var.
Başka bir deyişle, Türkiye’nin, Stalin’in 2. Dünya Savaşı öncesi ve ertesinde Ankara’ya ilettiği taleplerinin de tetiklediği iç dinamiklerin itişi olmasaydı, salt ABD’nin ilgi ve desteği ne özelde Fethullah Gülen Hareketi’nin ne de genelde “ılımlı İslam”ın bu kadar gelişmesini sağlayabilirdi.
İç dinamiğin, İslamcı akımları güçlendiren etkenlerinin başında, yapısı gereği tutucu Anadolu sermayesi ile mahcup laik İstanbul sermayesi gelmekte.
Bunların siyasal arenadaki yansımalarının başında ise, laikliğin önemini asla kavrayamamış, laik düzeni, laik eğitimi bir türlü özümseyememiş, başlangıçta dinci siyaseti, kendine dayanak olarak görürken zamanla kendisi siyasal İslamın dayanak asası (AS: payandası!) haline düşmüş sağ partiler gelmektedir.
Laikliği kendi varlık nedeni olarak görmek ve bu ilkeye inanmakla birlikte, çeşitli nedenlerin etkisiyle, “daha dindar görünmek” zorunluluğunu duyan 1947 sonrası CHP’si ve onun türevi mahcup laik siyasi partiler de, laik siyasetin, politik alanda sesini yeterince yükseltememesine neden olmuştur.
Cumhuriyetin ve laikliğin önemini bir türlü kavrayamayan bir kısım yeminli Mustafa Kemal karşıtı “sol” da dinci hareketleri ideolojik destekleriyle meşrulaştırma yolunu tutmuşlardır.
Genelde başlangıçtaki ılımlı görünme kaygısından hızla vazgeçen “ılımlı İslam” da, özelde Gülen Hareketi ile benzerleri de, iktidarı kimse adına değil, bütünüyle kendileri için istemektedirler ve kendilerini var eden koşullar sürdükçe de var olacaklardır.
Ve herkesin görmesi gerekir ki; Gülen Hareketi’ne can veren koşullar hâlâ canlılıklarını korumaktadırlar, her türlü “ılımlı İslam” hareketi sürdükçe de, kendi içinden Gülen benzeri hareketleri doğurmaya adaydır.
Gülen Hareketi’yle ne ılımlı İslam, ne siyasal İslamı baston olarak görüp sonra da kendisi onun bastonu haline gelen anti-laik sağ, ne mahcup laikler, ne de baş hedefleri Cumhuriyetin kazanımları olan yeminli Mustafa Kemal karşıtı “sol!” mücadele edebilir. Bu ancak laik siyasetin başarabileceği bir iştir ve kabul de etmek gerekir ki, bu ortamda onların da işi çok zordur.

====================================

Doğrudur Sayın Sirmen, 

Sorun çoooook çetrefillidir.. Ancak eytişim (diyalektik) bizlere çok değerli veriler ve deneyimler sunuyor aynı zamanada..  İmparatorluklar büyüdü, büyüdü, büyüdüler.. “En büyük” aşamaya geldiklerinde merkezi yetkeyi (otoriteyi) sürdürme zorlukları belirdi ve inişe geçtiler.. Kilise’nin en güçlü zamanlarında bilimsel buluşlar imdada yetişti; Kopernikler, Gelileler, Martin Luterler Ortaçağ Avrupasında zıvanadan çıkan Kiliseye karşı halkı harekete geçirebildiler. Balon, en şişkin – görkemli olduğu aşamada patlamaya da en yakın ve yatkın değil midir??

HOMO HOMINI LUPUS…  (İnsan insanın kurdudur..) galatı asla boşuna değildir..

Türk Ulusu olup biteni ibretle gözlemekte, yaşamakta ve muazzam deneyim depolamaktadır. Kuşku yok bu potansiyel enerji mutlaka kinetik enerjiye dönerek boşal(tıl)acaktır.
İnsan aklının – idrakinin sonsuza dek tutsak alınabildiğinin örneği insanlık tarihinde yoktur!

Şairin dediği gibi (Ataol Behramoğlu); “Çaresi isyan olmuştur….” böylesine yıldıran zulümlerin. İnsanlık onuru, aykırı tüm zorbaları, makamları, kurumları.. yıka yıka ilerleyecektir. Tarihin zor – sıkıştığı – yoğunlaştığı ve hızlandığı dönemlerdeyiz..

Gerçek AYDINLAR, asla yılgınlığa düşmeden topluma önderlik için çırpınmalıdır..
Kimse korkmasın; Mustafa Kemal’in devrimci aydınlığının şavkı bu topraklarda sonsuzdur..

Sevgi ve saygı ile.
07 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf


Şehir Hastaneleri’nde Skandal İtiraf

Cigdem_Toker_portresi


Çiğdem TOKER
cigdemtoker@cumhuriyet.com.tr

(ttp://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/231455/Sehir_Hastaneleri_nde_Skandal_itiraf.html, Cumhuriyet, 16.3.2015)

Sistem şu:
Devlet, “Şehir Hastanesi yapacağım” diyen şirkete araziyi tahsis ediyor.
Hazine arazisine kampus inşa ediyor, sağlık hizmeti sunuyor diye 30 yıl boyunca
şirkete kira ödemeyi taahhüt ediyor.

Yetmiyor, şirketin yurtdışından kredi bulması gerekirse Hazine bu krediye de
garanti veriyor. 
Sağlık Bakanlığı’nın, Kamu-Özel İşbirliği adı verilen modelle,
iki yıl önce önümüze koyduğu Şehir hastanelerinin çerçevesi, kabaca böyle.

Belki anımsarsınız da: Dönemin Başbakanı Erdoğan, Eylül 2013’te 15 şehir hastanesinin proje tanıtımı ve imza törenine katılıyor:

“Şehir hastaneleri bu kardeşinizin 11 yıl önceki önemli hayallerinden biridir” diyor.

Bu hayale göre 2017’de 15 şehir hastanesi hizmete girecekti.
Fakat olmadı.
İstanbul, Ankara, Yozgat, Manisa, Trabzon gibi temeli atılan şehir hastanelerinin hiçbirinde ilerleme sağlanamadı.

Meğerse… Şehir hastaneleri müteahhitlerinin kapısını çaldığı yabancı kreditörler,
ilerde uyuşmazlık çıkarsa davanın Türkiye’de görülmesini istemiyormuş.
Kreditörler, Türkiye’de görülecek olası davalara siyasi baskı yapılmasından endişeliymiş.

***
Evet; TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda itiraf edilen bu skandal gerekçeyi,
son Torba Kanunla ilgili Komisyon raporundan öğrendik.

Önce bir bilgi: İktidar vekillerinin getirdiği “Torba”nın 3. maddesi, iki yıl önce bu konuda yürürlüğe giren yasanın ilgili maddesini metinden çıkarıyor. Gerisini Komisyon raporunda “muhalefet şerhi” imzası bulunan MHP’li vekiller Erkan Akçay, Mehmet Günal ve Sümer Oral’dan dinleyelim. Şerhe göre bu düzenleme Komisyonda görüşülürken
söz verilen Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, aynen şöyle demiş:

“Kamu hastanelerinin finansmanı için yüklenici firmaların 30 milyar $ kaynağa ihtiyacı var. Firmalar gerekli kaynağın ancak %20’sini Türkiye’den buluyor. Kalan %80’inin
yurt dışından getirilmesi gerekiyor. Ancak bu projeye kredi açacak yabancı şirketlerin şöyle bir tereddüdü var. Devlet de bir anlamda projeye taraf olduğu için, olur da
bir anlaşmazlık yaşanırsa, Türkiye’de görülecek davalara siyasi baskı olacağı ve
davaları kaybedebileceklerini düşünüyorlar. Onun için de tahkim merkezinin
Türkiye’de olması şartının yasadan çıkarılmasını, davaların Türkiye yerine
yabancı bir tahkim merkezinde görülmesini istiyorlar.”
***

Vekiller, bu madde yürürlüğe girerse, 20 Kasım 2014 tarihli İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu’nun, uygulamada fiilen olanaksız duruma geleceğini vurguluyor.
Benzer eleştirileri CHP’li vekiller de kendi muhalefet şerhlerinde dile getirmiş.
Hazine’nin garantör olduğu şehir hastanelerinin zaten bütçe yükünü artırdığını,
Hazine borç stoku üzerinde de risk ögesi oluşturduğunu vurguluyorlar.


Aşkın Türeli, Bihlun Tamaylıgil, İzzet Çetin, Bülent Kuşoğlu, Müslim Sarı,
Vahap Seçer, Adnan Keskin, Aydın Ayaydın
ve Musa Çam’ın imzalarını taşıyan muhalefet şerhinde, “Türk hukuk sistemi, yabancı yatırımcı önünde boyun eğiyor
ifadesi yer alıyor.


Düşünün şimdi: Devletin arazisini tahsis ediyorsunuz. Sağlık hizmeti veriyor diye
şirkete 30 yıl kira ödemeyi peşinen kabul ediyorsunuz. Yurtdışından borçlanırsa,
o krediye vatandaşınızın cebinden Hazineniz garanti oluyor. Fakat yargınız o denli  
güvenilmez bir duruma gelmiş ki, “İlerde mahkemelik olursam Türkiye’de yargılanmam”diyen yabancı bankanın bu koşulunu da kabul edip,
üç ay önceki yasanızı geri alıyorsunuz.

Ne hastaneymiş ama… Ve de ne itibar!..

=====================================

Dostlar,

Şehir hastaneleri” projesi korkunç boyutlarda rantların döndüğü, döneceği bir alan.
Bu bağlamda sitemizde birkaç yazımız yayımlandı :

– SAĞLIKTA KAMU-ÖZEL ORTAKLIĞI VE ŞEHİR HASTANELERİ
http://ahmetsaltik.net/2013/11/01/saglikta-kamu-ozel-ortakligi-ve-sehir-hastaneleri/

– SAĞLIKTA KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI; SORU VE YANITLARLA
http://ahmetsaltik.net/2013/11/10/19307/

Sayın Çiğdem Toker’e bu ilgisi için teşekkür ederiz.
Sağlıkta Kamu – Özel Ortaklığı (Public – Private Partnership; PPP) ile ilgili mevzuatta bir güvence daha var sermayeye :

Yatak kullanımı % 70’in altına inerse, aradaki gelir yitiği farkını da Devlet bu girişimcilere ödeyecektir!..

Bunun adına serbest piyasa, rekabet, risk alma… deniyor galiba!
Hastalıklı, ahlaksız kapitalizmden başka ne beklenebilir ki??
Toplum yaşamın gerçekliğinden koparılarak adeta SOSYAL ŞİZOFRENİ‘ye sokuldu!
Gerçekle sanal olanı ayırdedemez oldu..
Burdan demokrasi çıkar mı?
Olsa olsa “sürü toplum” ve despotik rejim çıkar.

Bu ürkünç (vahim) sürüklenişin durdurulması gerek!

5 yıldızlı otel lüksünde hastane binaları yapılacak..

Peki sağlık hizmetinin niteliği de 5 yıldızlı olacak mı??
Bu gün mütevazi koşullarda kamu hastanelerinde bile tek oda, banyolu oda, WC’li oda, yemek, eşlikçi (refakatçi) gibi kalemlerde SGK sigortalılarından bile ek ücret alınıyor. Lokantacılık ve otelcilik ücretleri. Yarın bu lüks binalarda daha da büyük
“fark ödemeleri” söz konusu olacak ve SGK bunları öde(ye)meyecek! Sıradan yurttaşın
bu lüks binalı hastanelerden yararlanması olanaklı olmayacak.. Peki kimler yararlanacak??
Bir parça Ortadoğu’nun varlıklı yabancıları ve ülkemizin zenginleri, siyasal seçkinler..

Peki finansman neyle? Garip gurebanın ödediği adaletsiz vergilerle..
Hazine arazileri üzerinde Anayasaya aykırı olarak bedelsiz ayni hak tesis ederek.
Yoksul yurttaşın vergisiyle üst katmanlara kaynak aktarımı..
Gelir dağılımı adaletsizliği daha da derinleşecek, eşitsizlikler büyüyecek.
Bu proje de yandaşları zengin edecek, ülke kaynaklarının akıl almaz derecede israfını doğuracak.. Çirkin siyaseti finanse edecek kirli kaynaklar yaratılacak..

Bunlar bir siyasal partinin hülyası / büyük hizmet olarak halka takdim edilerek milyonlarca yurttaş yanıltılacak; fakat biz uzmanlar “kediye kedi diyemeyeceğiz” !?

Ağzımızı açar da gerçekleri söylersek, yazarsak gelsin hakaret davaları;
hapis cezaları ve bol sıfırlı maddi – manevi tazminat cezaları..

Eee, tüm yasal – meşru yolları tıkar ve toplumu cendereye sokarsanız bundan ne çıkar?

Yanıtı Tarih veriyor : MEŞRU DİRENME HAKKI – İSYAN!

Üstad Ataol Behramoğlu‘nun nefis şiirindeki gibi..

*****

YUNUS GİBİ 

Kıran vurdu memleketi
Zalimler hakan olmuştur
Yedikleri yoksul eti
İçtikleri kan olmuştur. 

Kula kulluk etmeyenin
Vicdanını satmayanın
Haram lokma yutmayanın
Mekânı zindan olmuştur. 

Yalan dolan yazıp çizen
Kudretliye övgü düzen
Dün dinsizim diye gezen
Bugün Müslüman olmuştur. 

Emeksiz zengin olanın
Kitapsız bilgin olanın
Sermayesi din olanın
Rehberi şeytan olmuştur. 

Haramisi, soyguncusu
Uğursuzu, vurguncusu
Cellat ruhlusu, soysuzu
Bakan, sadrazam olmuştur. 

Korkan varsa konuşmaya
Anlam yükleyip susmaya
Gerek kalmadı korkmaya
Çünkü korkulan olmuştur. 

Sesime kulak ver gülüm
Tutsaklığa yeğdir ölüm
Nerde varsa böyle zulüm
Çaresi isyan olmuştur.

==================

Değerli Toker,

Cumhuriyet‘teki DEM köşenizde 16.3.15 günü yazdığınız yazı
(Şehir Hastanelerinde Skandal İtiraf) için teşekkür ederim.

Yazınızı web sitemizde yayımladık ve altında bizim de yorumlarımız oldu..

Bakmanızı ve köşenizde değerlendirmenizi dilerim.

Bunu yaparsanız e-ileti ile bilgi vermeniz beni sevindirir..
Atlayabilirim korkusu..

http://ahmetsaltik.net/2015/03/19/sehir-hastanelerinde-skandal-itiraf/

Kolay gelsin..

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

Can DÜNDAR : YAŞAR’ın YERİ

YAŞAR’ın YERİ

portresi
Can DÜNDAR
Cumhuriyet, 18.01.2015

 

Şanar Yurdatapan’dan bir mesaj geldi.
Bir de fotoğraf…
Önce fotoğrafı tarif edeyim.
Uzunca bir duvarın dibine tespih taneleri gibi dizilmiş bir grup yazar… Kimler yok ki aralarında:
Adalet Ağaoğlu, Erdal Öz, Orhan Pamuk, Ataol Behramoğlu, Demirtaş Ceyhun, Ahmet Altan, Onat Kutlar…
Duvar, canlı resimlerle örülmüş bir edebiyatçılar panosu adeta…
Yıl: 1995… 23 Ocak günü…
Yer: Beşiktaş’taki DGM binası
Ben de aralarındaydım.
Yaşar Kemal için oradaydık.

Yasar'in_yeri_18.01.2015

Türkiye, -her devir ve halen olduğu gibi- düşünce özgürlüğünü tartışıyordu.
Terörle Mücadele Yasası’yla özgür düşünce engelleniyor, basın sansür ediliyor,
yazarlar yargılanıyordu.

Bu duvarı delmek için “Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye” başlıklı bir kitap yayınlanması kararlaştırılmıştı. Kitapta edebiyatçıların fikre dair yazıları yer alacak,
böylece bir ortak duruş sergilenecekti.

***

Kitabı, 1994 Ekim’inde Can Yayınları bastı.
Yaşar Kemal’in yazısı “Türkiye’nin Üstündeki Kara Gökyüzü” başlığını taşıyordu.
Şöyle diyordu Büyük Usta:

  • “Almanya’da Hitler ve Hitlerciler, tarihin en büyük suçlarını işlediler. İnsanlık o yüzden daha vicdanını arıtamadı, belini doğrultamadı, hastalandı. Bugün Alman halkı biraz rahatsa, azıcık insanlığın yüzüne bakabiliyorsa, Hitler’e canları pahasına karşı koymuş işçileri, aydınları, bilginleri, sanatçıları yüzündendir. Hitler’e karşı savaşan Thomas Mann, Heinrich Mann, Stefan Zweig, Bertolt Brecht, Erich Maria Remarque vb. olmasaydı, bugün Almanlar böyle başları dik, insanlık içinde dolaşamazlardı. (…)
    Bizim başımızdaki demokrasi adı altındaki bu zulüm, işkence, insanlığı aşağılayan düzene karşı savaşacak Thomas Mann’ımız da yok. Bizim bir Freud’umuz, bir Frank’ımız, Dr. Nissen’imiz, Einstein’ımız da yok. Bizim insanlık karşısında onurumuzu, kültürümüzü kurtaracak hiçbir şeyimiz, yok demeye dilim varmıyor ya, yok.”

Sonra kendisine getiriyordu sözü:

  • “Burnumun kanamasını istemeyen kimi dostlarım benim için kaygılanıyorlar.
    Bir
    de kimileri ‘Sen taraf tutuyorsun’ diyorlar.
    Benim taraf tutmam kadar doğal
    ne var ki?? 
    Kendimi bildim bileli Türkiye halklarının yanındayım. Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim. (…) Bir ülke insanları, insanca yaşamayı, mutluluğu, güzelliği seçecekse bu, önce evrensel insan haklarından, sonra da evrensel, sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Buna karşı çıkmış ülkelerin insanları da 21. yüzyıla onurunu yitirmiş,
    insanlığın
    yüzüne bakamayacak durumlara düşmüş insanlar olarak girerler.”

***

Düşüncenin yasaklanmasını eleştiren bu metin, yasaklandı.
Yaşar Kemal hakkında dava açıldı. Bunun üzerine, “Biz de aynı metne imza atıyoruz” kampanyası başlatıldı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce yazar aynı metni imzaladı.
Onlar için de dava açıldı. Hep birlikte gittik DGM’ye, duvar dibine dizildik.
Unutmuyorum o günü; çocuklar gibi şendik. Mahkemenin bitişiğinde, “Yaşar’ın Yeri” diye bir kahve vardı. Orada buluşur, sohbete koyulurduk. Duruşma salonu, Türkiye tarihinin gördüğü en geniş katılımlı edebiyatçılar paneliydi adeta… Oradan başımız dik çıktık.

***

O dönem kampanyayı organize eden Şanar, bu hafta, o duruşmanın 20. yıldönümünde, düşünce özgürlüğü davasının sanıklarını yeniden “Yaşar’ın Yeri”nde buluşmaya çağırıyor.
Kadronun bir kısmını geçen 20 yılda kaybettik. Bir kısmı fiziken değil, fikren öldü.
Bir kısmı ise aynı kararlılık ve cesaretle sürdürüyor mücadeleyi…
Bugün biraz insanlığın yüzüne bakabiliyorsak, onlar sayesinde…
İnsanlık karşısında onurumuzu kurtarmak için “Bizim Yaşar Kemal’imiz var”diyebiliyoruz göğsümüzü gere gere…
Kalk gel Usta! Zulüm, bildiğin eski zulüm; fikir yine tehdit altında…
Her taraf duvar, her köşe DGM… Ve biz yine “Yaşar’ın Yeri”ndeyiz.
Yerin dolmaz sensiz. Çık gel, gür sesinle, keskin kaleminle umut ol bize…
Anca senin ismin toplar bizi bir araya…
Kalk gel Usta!

============================================

Dostlar,

Sevgili Can Dündar gene usta kalemini çalıştırarak çoook dokunaklı bir yazı kaleme almış..

Dev edebiyat Çınar’ı 92 yaşındaki Yaşar Kemal gitti – gider..
Onurlu – üretken – sağlıklı bir yaşam sürebilecekse elbette dönsün..
Ama başka türlü olacaksa, bırakalım O ya da doğa karar versin..

Can Dündar, Kalk gel Usta! diyor, O’nu geri çağırıyor nafile çaba da olsa..

Buraya dek duygusal tonlamalarla iyi de;  

“Anca senin ismin toplar bizi bir araya…” 
tümcesine ne demeli? Türkiye hala kurumlaşamadı ve hemen her alanda tansık (mucize) kahramanlar bekliyor Ergenekon’un bağrından dağları delip gelecek:
bir elinde çekiç, öbüründe örs..
(Minik bir farkla örs yerine orak alsa Türk milliyetçiliğinden komünizme mi savrulacak?)

*****

Yaşar Kemal yukarıda alıntılanan yazısında “Türkiye halkları” deyimini kullanıyor..
Bir tümcecik ekleseydi önce;

Türk Ulusunu oluşturan / Türk Ulus Devletini kuran Türkiye halkları
deseydi keşke..

Büyük ATATÜRK tam da öyle tanımlamadı mı 3 yerde el yazısıyla :

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına / ahalisine Türk milleti denir.”

Kürt kökenli edebiyat devi Yaşar Kemal, tam da Büyük Atatürk’ün bu bireşim (sentez), Anadolu ahalisine tarihsel- sosyolojik uzlaşı çağrısının tipik – somut ürünü değil mi?

Sevgi ve saygı ile.
18.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

YÜCE DİVAN OYLAMASININ DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ


YÜCE DİVAN OYLAMASININ
DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ

portresi

 

 

Dr. Ceyhun BALCI
06.01.2015

Yıllar önce Mustafa Balbay’ın “Devlet ve İslam” kitabından öğrenmiştim Türkiye’deki İslâmcı oluşumların çeşitliliğini. O zamana dek her nedense tekil bir güç olarak görünmüştü gözüme bu oluşumlar. Haksız da sayılmazdım. Düşünsel, inançsal ve tecimsel farklarını çok da öne çıkartmadan sıkılı bir yumruk gibi duruşları farklılıkları alalamaktaydı.

Bakanları aklayan komisyon kararından sonra aklıma bir kez daha düşmüş oldu bu yalın gerçek. Çıkar ortaklığı ve hedef birlikteliği oldukça bu sıkılı yumruğu açmak çok da olanaklı değil.

Cemaat-AKP çatışmasını ise farklı bir yere koymak gerekiyor.
Orada iktidar çatışması tetiklemiştir geriye dönüşü olmayan ayrılığı.
Söz konusu iktidar olunca değil cemaate, babasının oğluna bile acımaz güç sahibi!

Türkiye, demokrasi kılıflı bir kurguyla tuzağa düşürüldü.

Demokrasiyle karanlığa, faşizme ve baskıya gitmek olanaklıyken;
bu bataktan demokrasiyle kurtulmak olanaksızlaşabiliyor.
Türkiye tam da bunu yaşamıştır.
Güç sahipleri arasındaki çelişme ve çatlakları hevesle izleyenleri; yetinmeyip bu durumdan medet umanları gördükçe acı acı gülümser oldum.

Dinciye göz kırpalım! Bölücüye mavi boncuk dağıtalım!
Ya da başkaca cin fikirli yöntemler bulup oyları toplayalım!
Sonra da bu karanlıktan kurtulalım! Biraz safça ve epeyce de ahmakça yaklaşımlar olarak görünüyor gözüme tüm bunlar!

Birbirlerine düşsünler de, biz aradan sıyrılıp paçayı kurtaralım anlayışı, olsa olsa
Nasreddin Hoca’nın çalılara takılan koyun yünlerini eğirip kazanç sağlaması kadar gerçekçi beklentilerdir. Edilgen tutumu bir yana bırakıp etkinleşmek, tepişmeden çıkacak çözüme tutsak olmaktan kurtulup bir halk hareketini kurgulayacak çıkış yolları aramak gerekiyor.

Hiç kuşkusuz bu görev siyasete düşüyor!

Ama, o siyasetin ana gövdesi önümüzdeki seçimde iktidar olmayı ummuyor! Çünkü, böyle bir hedefi yok!

Büyük fırsat Gezi sürecinde kaçırıldı.

O harekete sahip çıkılıp, bir halk hareketinin önüne düşmek varken kuyrukçusu bile olunamadı!
Bu nedenledir ki; yüce divan oylamaları ya da cemaatle çatışmadan
bir iktidar değişikliği bekleyemiyorum.
Bu gibi çelişmelerin bir iktidar değişimine yol açması gerçek anlamda mucizeye eşdeğer bir gelişme olacaktır.

Komisyondaki Yüce Divan oylamasının sonucuna şaşıranlara şaşırdım!

=====================================

Dostlar,

Değerli Meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘nın yazısı düşündürücü..

Ancak bu davranışın (Yüce Divan’a yollamama kararının) da
bir faturası mutlaka olacaktır..

Doğa boşluğu kaldırmaz..

Ama tarihsel, ama politik, ama insancıl hesabı sorulur..

Göreceğiz…

2015 umut yılıdır.. Dün Ataol Behramoğlu‘nun nefis yazısına
yer verdik bu sitede.. UMUT YILI..

Dr. Balcı da bu yazıyı servis etmişti ayrıca..

Sevgi ve saygı ile.
06.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

DİL DERNEĞİ 2014 YILI ÖDÜLLERİ

 

DİL DERNEĞİ 2014 YILI ÖDÜLLERİ

DİL DERNEĞİ ÖMER ASIM AKSOY ÖDÜLÜ
ÇEVİRMEN KORAY KARASULU’YA


Yaşamı boyunca Dil Devrimine emek veren, 30 Ekim 1993’te yitirdiğimiz,
Dilci Ömer Asım Aksoy’un devrimci düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak için Aksoy Ailesinin katkılarıyla düzenlenen Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü, 1995’ten bu yana değişik dallarda verilmektedir.

2104 yılında çeviri dalında düzenlenen ödülün Prof. Dr. Necdet Adabağ,
Prof. Dr. Rahmi Er, Prof. Dr. Nedim Kula, Prof. Dr. Nevin Özkan
ve (aile adına) Sevgi Özel’den oluşan seçici kurulu, “Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülü”nü oybirliğiyle Koray Karasulu‘nun F. M. Dostoyevski’den çevirdiği “Kumarbaz” adlı yapıta vermeyi kararlaştırmıştır.

Koray Karasulu (1975), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiştir. Ataol Behramoğlu’nun öğrencisidir; onun yönlendirmesiyle yazınsal çeviriler yapmaya başlamış, tiyatro çevirmeni olarak da çalışmıştır. Puşkin, Dostoyevski, Tolstoy, Gogol ve Gorki gibi büyük yazarların önemli yapıtlarıyla çağdaş Rus yazarlarından da çeviriler yapmıştır.

Koray Karasulu’ya ödülü Dil Derneği’nin Çankaya Belediyesi, Cumhuriyet gazetesi ve pek çok kitle örgütüyle birlikte 26 Eylül 2014’te kutlayacağı 82. Dil Bayramında sunulacaktır. 82. Dil Bayramı töreni, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde, saat 18.00’de başlayacaktır.

* * *

DİL DERNEĞİ KERİM AFŞAR ÖDÜLÜ VERİLEMEDİ

Türk tiyatrosunun usta oyuncu ve yönetmeni Kerim Afşar’ı, 26 Eylül 2003’teki Dil Bayramında yitirdik. Türk Devriminin ödünsüz savunucusu Kerim Afşar’ın Türk tiyatrosuna verdiği emeği ve sanatçı kimliğini gelecek kuşaklara aktarmak üzere eşi Leyla Afşar ile Dil Derneği’nin birlikte düzenlediği, “oyun yazarları”nı özendirmeyi amaçlayan ödül, 2005’ten bu yana Dil Bayramlarında verilmektedir.

Ahmet Levendoğlu, Üstün Akmen, Gülşen Karakadıoğlu, Zeynep Kaçar ve
Leyla Afşar’
dan oluşan seçici kurul, 2014’te ödüle değer yapıt bulamamıştır.

=========================

Dostlar,

Bir Dil Derneği üyesi olarak etkinlikleri paylaşmak istiyoruz..
Bu çabaların öznelerine de başta Başkanımız Sevgi Özel olmak üzere
çok teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
26 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

ADD 25. yılını kutluyor!.. 25’inci Yıl Şenliği


ADD 25. yılını kutluyor!.. 25’inci Yıl Şenliği

Dostlar,

İçimiz çoooooook buruk – kırık – yıkık da olsa..

Aydınlık geleceği inşa etme adına ADD yaşamalı ve güçlenmeli..

Bu bağlamda olmak üzere;

ADD 25. yılını kutluyor!..

Haklı bir gururla..

Bir de ŞÖLEN var programda..

Yenimahalle Belediyesinin Nazım Hikmet Kongre ve Sanat Merkezi‘nde..

25 Mayıs 2014 Pazar günü saat 18:00 sonrasında.

25._yil_kutlama_ADD_afis

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Timur – Hazal Selçuk, Ataol Behramoğlu, Haluk Çetin katkı vereceklerden..

Etkinliğe emek veren ve verecek herkese şükranla..

Poster yukarıda..

Destek verelim, destek olalım..
Biletlerimizi erkenden alalım, dostlarımıza armağan edelim, topluca katılalım..

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine
    sanat ve sanatçılarla da sahip çıkalım!

Şarkı ve türkülerimizi, SOMA’nın bahtı kara madenci kurbanlarına
ve onların geride bizlere emanet bıraktığı canlarına adayarak okuyalım..

Sevgi ve saygı ile.
13 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net