Etiket arşivi: HOMO HOMINI LUPUS

Her Büyüyen Ekonomi Gelişmiş Olmaz

KENDİME YAZILAR…
Dr. MAHFİ EĞİLMEZ
14 Mayıs 2021

İngiliz düşünürü Thomas Hobbes (1588 – 1679), Oxford Üniversitesinde öğrenim görmüştü. Ünlü kitabı Leviathan’da; liberalizmin, ülkeyi yöneten Egemen’in iktidarını sınırlandırma aracı olarak geliştirdiği güçler ayrılığı ilkesine karşı çıkmıştı. Çünkü Hobbes’a göre güçleri ayırmak Egemen’i zayıflatır, gücünü azaltır, böyle bir zayıflık ortaya çıktığında insanlar doğaları gereği yine güç savaşına girerler ve bu gidiş sivil (AS: İç) savaşa yol açar. Hobbes’a göre insan insanın kurdudur (homo homini lupus). Bu yüzdendir ki mutlak egemenlik, devleti yıkılmaktan korumanın gerekli koşuludur. Siyasal ve dinsel iktidarlar arasında yapılan ayırım Hobbes’a göre iktidar gücünü zayıflatacak bir ayırımdır. O nedenle bu ikisi tek elde toplanmalıdır. Hobbes meşruti monarşi, aristokrasi ve demokrasi gibi yönetim biçimleri olduğu gerçeği kabul edilse bile asıl olarak egemenin gücünün mutlak olması gerektiği görüşündedir. Hobbes’un mutlak monarşiden yana olduğunu desteklemek için verdiği örnek evrenin tek bir Tanrı tarafından yönetilmesidir. Bunu model alırsak ülke için de en iyi durum yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tek elde toplanmasıdır.

Aynı çağda yaşamış olan, Aydınlanma ve akıl çağının kurucusu olarak kabul edilen bir başka İngiliz filozofu John Locke da (1623 – 1704) Hobbes gibi Oxford Üniversitesinde okumuş ve aynı yerde öğretim üyesi olmuştu. Doğa bilimleri ve teolojiyle ilgilenmesinin yanı sıra yargıçlık da yapmıştı. John Locke’a göre uygar toplumda bireylere yönelebilecek üç tehlike vardır :

  1. Yasama erkini elinde tutanların yürütme erkini de ellerine geçirmeleri ya da tam tersine yürütme erkini elinde tutanların yasama erkini de ellerine geçirmeleri.
  2. Yasaları yapanların ve uygulayanların kendilerini yaptıkları yasalara uyma yükümlülüğü altında görmemeleri.
  3. Yasaları yapanların bu yasaları kendi özel yararlarına uygun olarak yapıp özel yararlarına göre uygulamaları.

Bu tehlikelerden kurtulmanın tek yolunun yasama ve yürütme erklerinin farklı kişilerde olması gerekir. Bunlara ek olarak yargının da bağımsız olması şarttır.

  • Locke’a göre insan hakları; yaşam hakkı, özgürlük ve mülkiyet hakkından oluşur. Bu hakların korunmasının güvencesi bağımsız yargının varlığıdır.

***
Ekonomik büyüme, bir ülkede insan ihtiyaçlarını karşılayacak olan araç ve ürünlerdeki artış olarak tanımlanıyor.

Bunu ölçmenin en kestirme yolu bir ekonominin ürettiği ölçülebilir bütün değerlerin piyasa fiyatından karşılığını ifade eden GSYH’de bir dönemden diğerine reel (fiyat artışlarından arındırılmış) bir artış olup olmadığına bakmaktır.

Ekonomik gelişme, daha çok kalkınma aşamasını tamamlamış ve yapısal değişim içine girmiş ekonomilerin durumunu anlatmak için kullanılır. Gelir ve refah sorununu bir anlamda çözmüş olan ekonomilerin, sosyal alanlarda, eğitimde, hukuk alanında, demokraside, kültürel yaşamda ilerlemesini tanımlamakta kullanılır.

Dünya uygulamasına baktığımızda gelişmiş ülke olmak için John Locke’un dediklerini izlemek gerektiğini görmemek mümkün değil. Günümüz dünyasında büyüdüğü halde henüz gelişmemiş birçok ekonomi var: Hızla büyüyen Çin, Hindistan ve Rusya bunların en önde gelen örnekleri arasında sayılabilir. Bu ülkelerin halkları belirli bir zenginliğe ulaşabilirse, ekonomi dışındaki alanların önemini anlayacak ve onların peşinde koşmaya başlayacak.

En acıklısı Türkiye’nin durumudur.

Türkiye, yakın zamana kadar, ekonomisi yeterince güçlü olmasa bile, gelişmişlik için gerekli olan ekonomi dışı düzenlemelerin çoğuna az ya da çok sahipti. Bunları geliştirip ileri taşıyacağına çoğundan vazgeçerek, Hobbes’un söylediklerine kapılıp, geriye gitti.

Kamu Özel Ortaklığı yolsuzluk – yolsuzluk – yoksulluk yaratır


Kamu Özel Ortaklığı yolsuzluk – yolsuzluk – yoksulluk yaratır

10 Nisan 2017, Türk Tabipleri Birliğihttp://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/koo-6647.html

Şehir hastanelerinin peş peşe açılışları yapılıyor. Ancak bu hastanelerin maliyetleri,
Sağlık Bakanlığı’nın şirketlere ödeyeceği kira ve hizmet satın alma bedellerine dair tek bir bilgi verilmiyor. Kamu özel ortaklığının bir finansman yöntemi olarak kamu zararına neden olduğuna dair uyarıları dikkate alınmıyor. İngiltere 25 yılda devasa borç yaratan bu yöntemi başka ülkelere önermeye devam ediyor. Sağlık Bakanlığı’na şehir hastaneleri için bu yöntemi
öneren de İngiltere Hazinesi.

Borçları Sonlandıralım Kampanyası tarafından hazırlanan İngiltere’nin Kamu Özel Ortaklığı Felaketi / Özel Finansmandan Dünyanın Geri Kalanı İçin Dersler” başlıklı çalışma gerçekleri bir kez daha ortaya koyuyor. Kamu özel ortaklığıyla, kamu hizmetlerinin finanse edilmesi kamuyu her yönüyle zarar uğratıyor, şirketlere bedeli ölçülemeyen faydalar sağlıyor. Kamu özel ortaklığını, kamu yatırımları için tavsiye edenlerin aynı zamanda finans kuruluşları ve şirketlere de danışmanlık hizmeti veren şirketler olduğu belirtiliyor. Dolayısıyla, kamu özel ortaklığının asıl kazananı işte bu şirketler.

Kamu özel ortaklığı proje maliyetlerinin öbür yatırım türlerine göre yarattığı devasa borç yolsuzluğa, yolsuzluk yoksulluğa neden olmaktadır. Kamu özel ortaklığı bir finansman yöntemi olarak kamu zararına ve insan hakları ihlallerine neden olmaktadır. İngiltere’nin 25 yılı geride bırakan kamu özel ortaklığı deneyimi şunları net olarak kanıtlamıştır:

Devlete, kendisi borçlanıp altyapı yatırımı yaptığında katlanacağından daha büyük maliyet getirmektedir,

Şirketlere, kamunun zararı pahasına aşırı kârlar getirmektedir,

Off shore hesaplar ve mülkiyet yoluyla vergi kaçırmayı mümkün kılmaktadır,

Hizmet standartlarında ve kamu personel sayısında düşüşe yol açmaktadır,

Devletin altyapı tasarlama, inşa etme, finansman ve işletme kapasitesinin altını oymaktadır,

Demokratik hesap verebilirliği erozyona uğratmaktadır.

Borçları Sonlandıralım Kampanyası’nın çalışmasını konuyla ilgilenen tüm kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.

Raporun aslı için…

Türkçe çevirisi için…
=================================
Dostlar,

KÖO -Kamu Özel Ortaklığı / Girişimi (Public-Private Partnership – PPP), küresel sermayenin onmaz hastalığı – mahkumiyeti olan maksimım kâr tunç yasasının temel aracı olan sermaye birikimi vahşetini sürdürmesi için son birkaç onyıldır dayatılan post-modern sömürü araçlarından biri..

Kürselleşen kapitalizm – emperyalizm köşeye sıkıştıkça yeni sömürü araç ve yöntemleri geliştirmekte… Bakalım nereye dek sürdürebilecek bu uzatmaları?? Sona yaklaşıyoruz.
Ne yaparsanız yapınız, 21.. yy. insanına bu vahşeti dayatamazsınız, sürdüremezsiniz..

Geride kalan Kamusal kaynakları daha da çekebilmek için, zaten iliği – kemiği boşaltılmış Kamu kesimine bu kez sermaye sözde “ortaklık” öneriyor. Gerekçeler çok.. Hem 2 kesimde de sermaye kıtlığı bir gerekçe, hem bu yöntemle kamunun kimi hizmetleri daha kolay, etkili, ekonomik, verimli.. yapılabilecek. Bu hizmetler tümüyle özel olamıyorsa, hiç olmazsa yarı – kamusal olmuş olacak. Dolayısıyla özel sektöre tanınan imtiyazlara (gerçekte kapitülasyonlara!) kimi kamu olanakları da eklenecek…. Liste uzatılabilir belki ama dünya deneyimini görüyoruz ki; sermaye burada bir kez daha “başarılı” çıkarak İdare eliyle halktan kamusal kaynakları kendine aktarıyor. Sonuç bu hizmetlerin daha da pahalılaşması, içi boşaltılmış kamudan – halktan sermayeye ek yeni kaynaklar aktarılması, halkın daha da yoksullaşması ve gelir dağılımının bozulması.. tüm bunlara karşın halkın gene de KÖO – PPP yöntemiyle verilen yası kamusal hizmetlere erişiminin güçleşmesi..  sonucu doğuyor..

Nedir bu insanın insana düşmanlığı?
Nedendir “Homo homini lupus!” mottosunun lanetli anlamı ve işlevi?
Neden ADİL – ERDEMLİ – DAYANIŞMACI – PAYLAŞIMCI… bir değerler sistemini toplumda genel geçer kılamıyor ve bu temellerde yükselen toplumsal düzenler kuramıyoruz??

Üzerinde çoooook kafa yormamız gerekiyor feslsefi olarak bu temel sorunsala..
Bu arada Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bu yabanıl (vahşi) post-moderm sömürü yöntemlerineden uzak durmalı. Adil ve etkin bir vergi toplama yöntemi ile gerekli – yeterli kamusal kaynaklar oluşturulmalı ve bunlar planlı – verimli – önceliklere dayalı bilimsel yöntemlerle harcanmalıdır.

Kamu sektörü – Devlet ve halk küresel sermayenin oyuncağı – sağmal ineği olmaktan
artık çıkarılmalıdır.. AKP bu yöntemi çok kullandı, yasasını bile çıkardı!*

Sevgi ve saygı ile. 11 Nisan 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

  • SAĞLIK BAKANLIĞINCA KAMU ÖZEL İŞ BİRLİĞİ MODELİ İLE TESİS YAPTIRILMASI, YENİLENMESİ VE HİZMET ALINMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN (RG 09.03.2013, 28582)

FAŞİZMİN YÜKSELİŞ SESLERİ

FAŞİZMİN YÜKSELİŞ SESLERİ

Özgür MUMCU
Cumhuriyet, 23.02.17

(AS: Bizim katkımız yazını altındadır..)

Sayın Numan Kurtulmuş’u bilirsiniz. Hükümet sözcüsü. Has Parti’nin eski genel başkanı. AKP’nin sağı yutma operasyonunun bir örneği. Bir zamanlar en sıkı iktidar karşıtlarının dahi etmeyeceği, yenir yutulur olmayan sözleri AKP’ye yöneltmesiyle meşhurdu. Harun-Karun meselesiyle Ali-Muaviye benzetmeleri literatüre geçmiştir.
Partisini kapatıp AKP’ye geçerken “Numan Kurtulmuş ve arkadaşları makam, mevki, servet, şan ve şöhret peşinde koşan insanlardan değildir” demişti. Eski Has Parti’li yeni AKP’lilerden kendisi hükümet sözcüsü, Ahmet Demircan milletvekili, Abdülhamit Gül ise hem milletvekili hem de başkanlık rejimini öngören anayasa değişikliğinin mimarlarından.
AKP’ye katılmayı reddeden Has Parti kurucularından Prof. Cihangir İslam ise son
OHAL KHK’si ile ihraç edilen akademisyenler arasında.

Neyse, şimdilik bunu not etmekle yetinelim. Bu geçmişle her sabah uyanıp aynaya bakmak zorunda olan biz değiliz, kendi bilir.
İşte sayın Numan Kurtulmuş geçen gün şunu söyledi:

  • “Avrupa için en büyük tehlike, Avrupa’da artık ayak seslerini duyduğumuz
    yeni faşizmin yükseliş sesleridir. Buna karşı herkesin uyanık olması lazım.”

Senelerdir bu köşe de dahil olmak üzere çok yerde tartışılan bu konuyu geç de olsa fark etmesi pek güzel. Gerçi artık yükselen aşırı sağ, popülist dalgadan bahsetmeyen kalmadı. Ama yine de geç olsun güç olmasın. Gelgelelim bu hadise hakkındaki neredeyse tüm incelemelerde sözcülüğünü yaptığı hükümetin siyasi çizgisi de yer alıyor. Trump, Brexit, Putin ve Erdoğan aynı yükselen popülist dalganın parçaları olarak değerlendiriliyor. Kaldı ki karşı karşıya olduğumuz sadece Batı’nın sorunu değil.
Filipin Devlet Başkanı Duterte’den Hindistan başbakanı Modi’ye kadar uzanan küresel bir hadise bu. Mesela Macaristan başbakanı Viktor Orban bu durumu özgürlükçü olmayan
demokrasi
olarak yüceltiyor. Dahası bu otoriter, popülist yönetim biçimine överek verdiği örnekler arasında Erdoğan rejimi de var.

Yeni Türkiye” sloganını çağrıştıran “Yeni Hindistan”, Gandi’nin mirasına bayrak açmış Hindu milliyetçisi Modi’nin sevip kullandığı bir kavram mesela. Erdoğan’ın Modi’nin ardından hologramla nutuk attığını da hatırlamakta fayda var.
Avrupa’da aşırı sağ akımlar, Putin Rusya’sından destek alıyor. ABD’de Trump’ın seçim zaferinde Rusya’nın parmağı olduğu çok konuşuldu. Hatta Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn, Rusya ile izah edemediği görüşmeleri sebebiyle istifa etmek zorunda kaldı. Flynn aynı zamanda Türkiye için lobi yapmasıyla da gündemdeydi. İslamcı mizah dergileri, ABD başkanlık seçim sonuçlarını Rabia işareti yapan bir Donald Trump karikatürü ve Erdoğan’ın sıklıkla dile getirdiği bir şiire göndermeyle “Ne yapsalar boş, Clinton’ın ötesinde bir Trump vardır” diye kutladı.
Doğrudur. Dünya bir kırılma safhasında. Aşırı sağ, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiç olmadığı kadar kuvvetli ve daha da kuvvetleniyor. Fakat ve maalesef bizim bugünkü iktidarımız da bu kuvvetlenen akımla beraber değerlendiriliyor. Sayın Kurtulmuş’a bu mesele hakkında daha çok okumasını tavsiye ederiz. Kendisi akademisyendir. Biraz çalışırsa hızla öğrenir. Ya da dilerse üniversiteden ihraç ettikleri siyaset bilimcilere sorsun, eminim kendisini aydınlatırlar.
===============================
Teşekkürler sevgili Özgür Mumcu…

Prof. Numan Kurtulmuş
 kemiksiz dilinin ettiği bu büyük laflardan ne zaman kurtulacak? Sanırız hiç kurtulmuş olmayacak.. Arşivler unutmaz,, yakılsalar da.. Bir yerlerden sürgün verir.
Kurtulmuş’u kim kurtaracak? İnişe geçen ve dağılma sürecine giren AKP mi??
Hadi canım sen de…

Bir de hakkını yemeyelim, bizimkiler Nazi faşizminin akıl edemediklerini de başarıyor!
OHAL KHK’ları ile binlerce kamu çalışanını içeren blok blok ihraçlar ile SİVİL ÖLÜME
(Post-modern Türk usulü idama!?)
mahkum edilenlerin pasaportlarına da el konarak
gurbet ellere sığınmaları da engelleniyor..

Büyük Latin atasözüdür : Homo homini lupus! (İnsan insanın kurdudur)
Dolayısıyla kendinin de kurdudur ve de o kurtlar şimdilerde AKP’yi kemirmektedir..
Kim saldı bu kurtları AKP’nin üzerine??
Hacamatçılar?
Sülükçüler??
Cin çıkarma hastanesi açanlar ve ona ruhsat verenler??
Bahçeli devlet??
Hangisi, hangisi??
1933’te Alman Parlamentosu Reichstag yandı, buna dayalı Hitler faşizmi geldi ülkeye.
Yıllar sonra, Alman Parlamentosu Reichstag’ı kundaklayanların Naziler olduğu kanıtlandı.
Bizde TBMM hain FETÖ’cüler tarafından bombalandı; Türk tipi / usulü OHAL!li faşizm
de jure ve de facto olarak gelip kuruldu.

HAYIR” lara vesile olur ve de necip milletimiz “HAYIR” ile amel eyler inşallah!

Sevgi ve saygı ile. 23 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

F. Gülen yerli üründür

F. Gülen yerli üründür

ALI SIRMEN ( YAZAR ) VEDAT ARIK 20.09.2007

ALİ SİRMEN

Cumhuriyet, 06.10.16

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimini, dünyaya anlatmak misyonunu yüklendi son günlerde. Konumu gereği, girişiminin dünyada yankı yapması beklenir ama iktidarın uygulamaları ona ne derece yardımcı olur bilemem. Mesut Bey, Hürriyet’ten Cansu Çambel ile yaptığı söyleşide ise global görevi olduğunu belirttiği Fethullah Gülen hakkında şunları söylemiş:
– Bana göre Gülen milli değil, uluslararası bir projedir. 170 ülkeye el atması kendisine verilen global görevin gereğidir.
Fethullah Gülen’in, dünyanın dört bir yanına dağılmış okulları, Mesut Yılmaz’ın yukarıda ileri sürdüğü görüşlerin birçok kişi ve çevre tarafından da paylaşılmasına neden olmakta, Fethullah Gülen – CIA ilişkileri uzunca bir süredir dillendirilmiş bulunmakta.
Dünyanın neresinde “ılımlı İslam” etiketli bir hareket baş gösterse, ABD’nin CIA aracılığıyla, bunlarla ilgilenip ilişkiye girmesi, Fethullah Gülen’in kendisine Pensilvanya’yı ikametgâh seçmesi ve nihayet cemaatin evrensel emelleri, Gülen Hareketi’nin uluslararası proje olduğu savını güçlendiriyor.
***
Gerçekten de, Washington’ın, bütün dünyada ve özellikle ülkemizdeki “ılmlı İslam”akımları ile içli dışlı ilişkileri yukarıdaki savı destekler niteliktedir. 2. Dünya Savaşı ertesinde ABD, Truman Doktrini ile Türkiye’yi kendi etki alanı içine alırken dinci akımlarla da, özellikle komünizm ile mücadele dernekleri aracılığıyla yakın ilişkiye girmiştir. 40 yıl içinde bir cemaatten bir imparatorluğa dönüşmüş olan Fethullah Gülen Hareketi’nin de ABD’nin bu ilgi ve desteği dışında kalması beklenemezdi.
Ancak Gülen Hareketi’nin filizlenip boyatmasında Türkiye’deki iç siyasal ortamın ılımlı İslamın (ılımlı İslam yazılır, ama uyumlu İslam olarak okunur) elverişli yapısını da görmezden gelmemekte yarar var.
Başka bir deyişle, Türkiye’nin, Stalin’in 2. Dünya Savaşı öncesi ve ertesinde Ankara’ya ilettiği taleplerinin de tetiklediği iç dinamiklerin itişi olmasaydı, salt ABD’nin ilgi ve desteği ne özelde Fethullah Gülen Hareketi’nin ne de genelde “ılımlı İslam”ın bu kadar gelişmesini sağlayabilirdi.
İç dinamiğin, İslamcı akımları güçlendiren etkenlerinin başında, yapısı gereği tutucu Anadolu sermayesi ile mahcup laik İstanbul sermayesi gelmekte.
Bunların siyasal arenadaki yansımalarının başında ise, laikliğin önemini asla kavrayamamış, laik düzeni, laik eğitimi bir türlü özümseyememiş, başlangıçta dinci siyaseti, kendine dayanak olarak görürken zamanla kendisi siyasal İslamın dayanak asası (AS: payandası!) haline düşmüş sağ partiler gelmektedir.
Laikliği kendi varlık nedeni olarak görmek ve bu ilkeye inanmakla birlikte, çeşitli nedenlerin etkisiyle, “daha dindar görünmek” zorunluluğunu duyan 1947 sonrası CHP’si ve onun türevi mahcup laik siyasi partiler de, laik siyasetin, politik alanda sesini yeterince yükseltememesine neden olmuştur.
Cumhuriyetin ve laikliğin önemini bir türlü kavrayamayan bir kısım yeminli Mustafa Kemal karşıtı “sol” da dinci hareketleri ideolojik destekleriyle meşrulaştırma yolunu tutmuşlardır.
Genelde başlangıçtaki ılımlı görünme kaygısından hızla vazgeçen “ılımlı İslam” da, özelde Gülen Hareketi ile benzerleri de, iktidarı kimse adına değil, bütünüyle kendileri için istemektedirler ve kendilerini var eden koşullar sürdükçe de var olacaklardır.
Ve herkesin görmesi gerekir ki; Gülen Hareketi’ne can veren koşullar hâlâ canlılıklarını korumaktadırlar, her türlü “ılımlı İslam” hareketi sürdükçe de, kendi içinden Gülen benzeri hareketleri doğurmaya adaydır.
Gülen Hareketi’yle ne ılımlı İslam, ne siyasal İslamı baston olarak görüp sonra da kendisi onun bastonu haline gelen anti-laik sağ, ne mahcup laikler, ne de baş hedefleri Cumhuriyetin kazanımları olan yeminli Mustafa Kemal karşıtı “sol!” mücadele edebilir. Bu ancak laik siyasetin başarabileceği bir iştir ve kabul de etmek gerekir ki, bu ortamda onların da işi çok zordur.

====================================

Doğrudur Sayın Sirmen, 

Sorun çoooook çetrefillidir.. Ancak eytişim (diyalektik) bizlere çok değerli veriler ve deneyimler sunuyor aynı zamanada..  İmparatorluklar büyüdü, büyüdü, büyüdüler.. “En büyük” aşamaya geldiklerinde merkezi yetkeyi (otoriteyi) sürdürme zorlukları belirdi ve inişe geçtiler.. Kilise’nin en güçlü zamanlarında bilimsel buluşlar imdada yetişti; Kopernikler, Gelileler, Martin Luterler Ortaçağ Avrupasında zıvanadan çıkan Kiliseye karşı halkı harekete geçirebildiler. Balon, en şişkin – görkemli olduğu aşamada patlamaya da en yakın ve yatkın değil midir??

HOMO HOMINI LUPUS…  (İnsan insanın kurdudur..) galatı asla boşuna değildir..

Türk Ulusu olup biteni ibretle gözlemekte, yaşamakta ve muazzam deneyim depolamaktadır. Kuşku yok bu potansiyel enerji mutlaka kinetik enerjiye dönerek boşal(tıl)acaktır.
İnsan aklının – idrakinin sonsuza dek tutsak alınabildiğinin örneği insanlık tarihinde yoktur!

Şairin dediği gibi (Ataol Behramoğlu); “Çaresi isyan olmuştur….” böylesine yıldıran zulümlerin. İnsanlık onuru, aykırı tüm zorbaları, makamları, kurumları.. yıka yıka ilerleyecektir. Tarihin zor – sıkıştığı – yoğunlaştığı ve hızlandığı dönemlerdeyiz..

Gerçek AYDINLAR, asla yılgınlığa düşmeden topluma önderlik için çırpınmalıdır..
Kimse korkmasın; Mustafa Kemal’in devrimci aydınlığının şavkı bu topraklarda sonsuzdur..

Sevgi ve saygı ile.
07 Ekim 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com