Kategori arşivi: Hekim Saltık

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği),
Başbakan R.T.  Erdoğan‘ın Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümünde
TBB (Türkiye Barlar Birliği) Genel Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘na
“edepsiz – yalancı” gibi sözlerle hakaret etmesi nedeniyle, aşağıdaki
basın açıklamasını yaptı..

Bu metni aşağıda paylaşıyor ve Başbakan R.T.  Erdoğan‘ı,

  • Sn. Feyzioğlu’ndan ve kamuoyundan açık özür dilemeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

TUMOD_LOGOSU

Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) olarak,
Danıştay’ın kuruluşunun 146. yıldönümü nedeniyle 10 Mayıs 2014’te yapılan törende Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu konuşurken,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “edepsiz” diyerek tepki vermesini
şiddetle kınıyoruz.

Başbakanın, Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına karşı verdiği nezaketsiz
ve kelimenin tam anlamıyla “edepsiz” tepkiyi kabul etme olanağı bulunmamaktadır.

Danıştay’ın kuruluş yıldönümü törenlerinde Başbakanın, yargının asıl ve kurucu ögesi olan savunmanın sesine ve eleştirilere tahammül edemediğine
bir kez daha tanıklık edildi.

Cumhurbaşkanı’nın uyarılarını dinlemeyerek, o makama da saygısızlık eden,
daha da vahimi cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanını da adeta arkasında sürükleyerek, salonu terk eden başbakan, büyük bir devlet skandalına
neden olmuştur. Danıştay Başkanı’nın töreni saygısızca terk eden Başbakanın arkasından giderek konuklarını yalnız bırakması da, yargının bağımsızlığı ilkesine uygun düşmemiştir.

Aynı gün partisinin Afyon’da düzenlediği kampta Prof. Dr. Metin Feyzioğlu için;
“senden bir şey olmaz, istediğin kadar profesör ol” diyen başbakan,
bu ülkenin cumhurbaşkanı olmayacak bir kişi olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

Bu son olay göstermiştir ki, cumhurbaşkanlığı seçimi için bütün muhalefet partilerinin
bir araya gelerek, tüm ülkeyi kucaklayacak, yurtsever ve sağlıklı bir cumhurbaşkanı adayı üzerinde uzlaşma sağlamaları gerekmektedir.

TÜMÖD Yönetim Kurulu Adına
Prof. Dr. Recep AKDUR
Genel Başkan

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan iyimserlik ve oldukça yüksek bedellerini “dengeli” olarak irdeleyen bir öngörü (prediction) yazısı aldık..

Ali hocaya göre, “UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR” dır..
Bu “Uzak Umut “22. yy. başına sarkacaktır.
4 – 5 kuşak sonra ve günümüz Dünya nüfusunun 2/3’ünün şöyle veya böyle
“telef” olmasıyla!..

Doğallıkla temel varsayım;

  • Dünyanın savunma tepkisinin (refleksinin) yeryüzünde yaşamı sürdürme doğrultusunda utku kazanacağına dayalı.

Ya tersi olursa?? Gezegende uygarlık – yaşam hazin biçimde acılar içinde bitecektir.

– Tüm Çevrebilimciler (Ekolog – Ekolojistler) Dünyanın yüksleme ve durgunluk     ;    aşamasının ardından “çökme” evresinde olduğunda düşünbirliği içinde (hemfikir).

En başta gelen çözümlerden biri HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Ve “yaşamın tüm alanlarında en üst tasarruf düzeyinde yaşamak..”

  • Gelecek kuşakların yaşam hakkını çalmayı durdurmak zorundayız..

Büyük ATATÜRK‘ün diyalektik – bilimsel öngörüsünü de hiç ustan çıkarmadan :

  • “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”


Sevgi ve saygı ile.
11 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

UZAK DA OLSA BİR UMUT VAR

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

… ama mutluluk döneminin doğumu çok acılı olacak..

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, artık her önüne gelen, her eli kalem tutan, her mikrofonu veya kamerayı önünde bulan hemen her konuda bilir-bilmez yazıyor, çiziyor, konuşuyor. Eskilerin deyimiyle “ahkâm” kesiyor. Büyük bir bataklıktaki milyonlarca kurbağa sesinin yarattığı curcunaya çok benziyor Bilişim Dünyamız; gürültülü bir kakafoni, iğrenç  bir bilgi kirliliğinden başka bir şey değil… Aslına bakarsanız Dünyadaki genel durum da bizdekinden pek farklı değil…

Bilerek – bilmeyerek yaratılan bu sisli ortam, aslında oltanın ucuna takılmış informasyon (reklam!?) kurtçuklarıyla dolu “bir avlan ortamı” dır; kafası bulandırılmış, pusulası şaşırtılmış yığınlara yönelik sürüm, satış, siyaset, sömürü alanıdır.

“Küresel liberal ekonomik sistem” bu minval üzere, kendine özgü bir mantıkla işlemektedir; bu mantığa göre, ne olursa olsun, tekerlek dönmeli,

  • üretim-paylaşım-tüketim sarmalındaki bireyin beyni,
    Din-Siyaset-Ticaret kafesinde 
    tutulmalıdır.

Birey doğumundan ölümüne değin “müşteri”dir ve öyle kalmalıdır; bebek müşteridir, çocuk müşteridir, kadın müşteridir, öğrenci müşteridir, hasta müşteridir,
emekli müşteridir, inanan müşteridir vs…

Ve birey-müşteri son çözümlemede aldığından daha çoğunu vermiş olarak
sahneden ayrılmalıdır (AS: Artı değerine sermaye el koyabilmelidir!).
Anlamsız ve gereksiz olsa da, Doğanın yıkımına mal olsa da,
bir şekilde üretim sürdürülmeli, haksız ve dengesiz paylaşımla gerginleştirilmiş toplumlar savurgan tüketim döngüsünde tutulmalıdır…

Peki, Gezegenimiz üzerinde, doğayla çelişkili bu gidiş daha ne denli sürer dersiniz?  

“Hep böyle gider; çünkü insanlar aslında gerçek bilgi aranışında değil,
teselli beklentisindeler; bilgi edinmek değil, teselli bulmak istiyorlar; coşku, heyecan arıyorlar, alkışlamak istiyorlar.. Bilgi edinmek ise zor, zahmetli ve sıkıntılı bir iştir;
o nedenle insanlık alışkanlıklarına bağlılığı sürdürecek, topluma nesnel bilgi verenler değil, sosyal ortamda ve medyada eğlendiren, gaz veren, umut ticareti yapan insanlar, teselli eden kaynaklar (yani tuzaklar) tercih edilecektir…..”
  diyebilirsiniz. 

Ama unutmayalım, son sözü doğa yasaları söyler;

  • Doğa yasalarıyla çelişkili sosyal yasalar sürgit egemen olamazlar.

Varolan gidişin çok uzun süreceği kuşkuludur. En geç bu yüzyılın ortalarına doğru Petrolün eko-teknik anlamda bittiği, dolayısıyla, enerji bunalımıyla tetiklenmiş küresel ekonomik bunalım(lar)ın, çöküntünün baş gösterdiği, bir yandan da nüfusun 10 milyara doğru tırmandığı karmaşık (kaotik) bir durumu düşünün. Üstüne üstlük, kaçınılmaz
hızlı iklim değişikliğinin neden olacağı olumsuz çevre etkilerini düşünün.

Sosyal yapı büyük acılarla kökünden değiştirecek ve

  • Tapınılagelen küresel kapitalist paradigma,
    bu Yüzyılın sonunda çökecektir
    .

Kapitalist sistemin uydurup dillere doladığı “Sürdürülebilir kalkınma” saçmalığı terk edilerek, “sürdürülebilir yaşam” aranışına geçilecektir.

22. yüzyıla insanlık büyük bir kıyımdan arta kalan oldukça azalmış, (2-3 milyarlık)
bir nüfusla ve epey yıpranmış olarak, ama kesinlikle çok daha deneyim kazanmış, aydınlanmış ve beynindeki binlerce yıllık cenderelerden kurtulmuş olarak girecektir.

22. Yüzyıl, Gezegenimizde bilimin gerçekten egemen olduğu, küresel sosyal barışın etkin olarak korunduğu yepyeni, mutlu bir sürecin başlangıcı olabilir; bedeli çok ağır olsa da.

Hekimliği Yargılayanları Tarih Yargılayacaktır


Dostlar,

Bu gelişmeleri teesüfle karşılıyoruz.
Sorunlularını kınıyoruz..
AKP’nin “ileri demokrasisi” bu mu??
Dış dünyaya ülkemizi resil ediyoruz..
Yapılmak istenen aslında çok açık :
Toplumun tüm kesimlerini yıldırıp korkutarak baskı altına almak ve yalnızlaştrımak..
Böylece baskıcı rejim kurup sürdürmek..
Öylesine klasik ve bildik ki..
Tüm despotik rejimler gibi şimdiki özentileri ve benzerleri de
tarihin çöplüğüne atılacaklar.

Yargılanan 2 meslektaşımızı destekliyoruz.
Yasalarımızın hukuka uygun olmasını istiyoruz.
Yoksa TBMM’den geçen her metin vicdana, akla, adalet duygusuna, bilime, toplumun gereksinimlerine uygun olmazsa kadükleşir, meşru da olmaz ve ülkede anarşi – kaos doğar. TBMM’nin bu hususları kendiliğinden ve en üst düzeyde titizlikle gözetmesi
varlık ve meşruluk nedenidir..

Sevgi ve saygı ile.
9 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Hekimliği Yargılayanları Tarih YargılayacaktırBu

Aralarında 2 genç meslektaşımızın da bulunduğu 255 kişinin yargılandığı Gezi Davası 6 Mayıs 2014’te İstanbul Çağlayan Adliyesi 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başladı.

Bilindiği gibi Gezi olayları sırasında polis şiddetinden kaçarak Dolmabahçe Bezmi Alem Valide Sultan Camisi’ne sığınan yaralılara yardım eden 2 meslektaşımız
“suç isleyen kişilere imkan sağlayarak ‘suçluları kayırdıkları’ ve ilgili dini inanışı benimseyen toplum kesimini tahkir maksadıyla ‘camiyi kirlettikleri’ iddialarıyla suçlanmaktaydı.

Gerçekte cezalandırılmak istenenin hekimlik değerleri olduğuna dikkat çeken TTB ve İstanbul Tabip Odası yöneticileri 7 Mayıs 2014 Çarşamba günü sabah saatlerinde duruşmaya katılarak meslektaşlarına destek verdiler.

Ayrıca aynı gün 12.30’da İstanbul Tabip Odası, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Adli Tip Uzmanları Derneği tarafından Çağlayan Adliyesi önünde gerçekleştirilen bir basın açıklamasıyla açılan dava ve hekimler üzerindeki baskılar protesto edildi.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç basın açıklaması öncesinde yaptığı konuşmada;

Bu gün burada insanlık onuru, insanlık değerleri, hekimliğin ruhu ve hekimlik yargılanıyor. Bizler, yasalar ne derse desin hekimlik değerlerine sahip çıkmayı sürdüreceğiz. Yargılanan 255 kişi arasında olan 2 genç meslektaşımız basta olmak üzere, hekimlik mesleğinin gereğini yapmaktan çekinmeyen, geri durmayan
tüm meslektaşlarıma teşekkür ederim.” dedi.

Ardından söz alan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan‘sa yaptığı konuşmada;

TTB_logosu

“2 hekim arkadaşımız nezdinde bugün burada yargılanan; Türkiye’nin onuru, Türkiye’nin insan haklarına saygısıdır. Burada yargılanan hükümettir, devlettir. Hekimlerimizin yaptıklarıyla ilgili olarak en ufak bir endişemiz yok; doğruyu yapmışlardır, bundan sonra da hekimliğin gereği neyse onu yapmaya devam edeceklerdir. Maalesef Gezi olayları sürecinde hekimlik yapmanın suç sayıldığı, hekimlik yapanların korkutulduğu, sindirilmeye çalışıldığı bir dönem yaşadık. Bu süreç içinde birçok meslektaşımız hastalara baktığı, yaralılara yardım ettiği için suçlandı, soruşturmalara uğradı. Hükümet bununla da yetinmeyip alelacele yasalar da çıkarttı ve bu tür durumlarda verilen sağlık hizmetlerine karşı hekimlere 1 ile 3 yıl hapis ve 2 milyon liraya dek para cezası öngören bir yasa maddesi, bir utanç maddesi maalesef ki yasalaştı. Verilen cezalar kara para aklayanlara verilen cezayla, uyuşturucu kaçakçılarına verilen cezayla eşdeğerdedir. Acil durumdaki hastalara bakmanın, yaralılara yardım etmenin cezası maalesef bu yüz kızartıcı suçlarla aynı kefeye konmaktadır. Ancak unutmayalım ki, bu yasa aynı şekilde depremler sırasında koşup yaralılara yardım eden hekimler için de geçerlidir. Bu ülkede depremler yaşayacağız. Daha önce olduğu gibi hekimler yine yardıma koşacaklar, yasalara karşın yardıma koşacaklar. Hekimleri bağlayan hususlar yasalar değil, evrensel tıp kuralları, evrensel etik kurallarıdır. Bu nedenle
bu yargılamalar hekimleri yolundan çeviremez, kimseyi korkutamaz.”
dedi.

Yapılan konuşmaların ardından ortak basın metnini Odamız Yönetim Kurulu Üyesi
Dr. Hakkan Hekimoğlu okudu.

Istanbul_Tabip_Odasi_logosu

Başın açıklamasında;

  • “Bugün burada yalnızca 2 hekim değil, kadim bir mesleksel yemin olan
    Hipokrat Andı, günümüzde ve gelecekte hekimlik yapma biçimi, ulusal ve uluslararası hukuk ve sözleşmeler, evrensel etik kurallar ve vicdan yargılanmaktadır (yargılanmıştır). Sonuç ne olursa olsun, böyle bir yargılamaya cüret edilmiş olması bile, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Bir hekimin,
    hangi koşullar altında olursa ölçüde, bir yaralıya karşılıksız bakması,
    hekimlik mesleğinin gereği olduğu denli insanlık onurunun da bir gereğidir.
    İnsan olduğunun bilincinde olan herkesin, bu etik ve mesleksel yükümlülüğü
    yerine getiren hekimlere teşekkür etmesi gerekir. Meslek etiğine, insanlık onur
    ve değerlerine uygun davranışları nedeniyle baskıya, yaptırıma uğrayan
    bütün hekimlerin, tip öğrencilerinin ve sağlıkçıların yanındayız. Biz de oradaydık, orada olabilirdik, orada olacağız, bu nedenle bizi de yargılayın ve bilin ki;
    her zaman düşünceleri, politik tutumları, cinsiyet ve cinsel yönelimleri,
    sosyal durumları ne olursa olsun, ayrımsız olarak tüm insanlara sağlık hizmeti sunmaya devam edeceğiz. Ve diyoruz ki;

    Hekimlik yargılanamaz! 
    – Hekimliği yargılayanları tarih yargılayacaktır.” denildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı ve Düşündürdükleri


7. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı ve Düşündürdükleri

5-7 Mayıs 2014 günlerinde planlanan İstanbul
VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı sürüyor..

Yoğun ders programımız bu bilimsel etkinliğe katılmamıza olanak vermedi.

Ancak sunumları yakından izleyecek ve daha sonra okuyacağız..

İşçi Sağlığı – İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları
HALK SAĞLIĞI uzmanlık alanımız içinde en çok emek verdiğimiz alt alandır.

İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduğumuz yıl (15 Haziran 1977) Keban’da
Etibank Simli Kurşun İşletmesinden de sorumlu SSK hekimi olarak görev aldığımız günden bu yana 37 yıldır bu alana emek veriyoruz.

Yaşayarak deneyimlediğimiz ve öğrendiğimiz çok yalın gerçeklerin başında

SENDİKAL ÖRGÜTLENMENİN YAŞAMSALLLIĞI
 geliyor..

Hatta şöyle savsözleştirmek (sloganlaştırmak) pek yerinde olacak :

  • SENDİKA YOKSA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ DE YOK!

Oysa 4 Mayıs 2014 günlü AYDINLIK’ta “Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?” başlıklı makalesini okuduğumuz, yaşamını bu konulara adayan Sn. Engin Ünsal’ın da (PhD) belirttiği üzere, 1980’de üç milyon SSK’lı işçinin yarısı sendikalı iken, günümüzde bu oran 16+ milyon işçide %10’un da altındadır!

Bir milyonu bulmayan sendikalı işçinin yarısından çoğu kamu işyerlerinde örgütlüdür.

  • Yabanıl kapitalizm ÖZELLEŞTİRME ile emek sendikacılığını avuç içinde kar gibi eritmektedir.

Bu 1 (bir!) milyon dolayındaki sendikalı işçinin ise ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumdadır. Kalanı küçük – bölük pörçük, dolayısıyla kurgu ile yetkisizleştirilmiş “sendikacık” ların üyesidirler. Emekçilerin %95’i, bırakın grevi, toplu sözleşme yapabilecek sendikal örgütten yoksundur!

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa referandumunda değiştirilen 26 maddeden biri de (“Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” diyerek 51. madde ile), akıllara durgunluk verecek biçimde “ileri demokrasi – özgürlükleri genişletme” masalları ile pazarlanan 1’den çok sendikaya üyelik hakkıdır (!).. (Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası md. 17).
Ülkemizde, hatırı sayılır oranda “aydıncık” da “yetmez ama evet” zeka fukaralığı bağlamında büyülenmiş (?!) ve eğitimsiz yığınları aldatmışlardır.

Sendikal örgütlenmeyi destekleyen çok sayıda AB metninin iç hukukumuza katılmasına karşın (örn. ESSENTIAL EC LAWS1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları,
12. md. ayrıca İHEB ve AİHS) gerçek durum ortadadır ve en temel insanlık haklarından olan örgütlenme konusunda Türkiye dibe vuran ülkelerdendir..

Memur sendikacılığı ise tam bir orta oyunudur.. Toplu sözleşme ve grev yapamayan bir örgüte “sendika” denilmesi ucubeliği, olsa olsa Dünyada “ileri demokrasi” sahibi tek ülke olan Türkiye’ye özgüdür.

Kayıtlı işçilerin yarıya yakını asgari ücretle çalış(tırıl)maktadır.

Taşeron işçisi
 (“Taşeron işçi” değil!) = postmodern köle sayısı, 2003’te çıkarılan
4857 sayılı İş Yasası‘ndan bu yana 2,5 milyona dayanmıştır.

Postmodern bir “moda” kasıp kavurmaktadır.
Özel sektörü geçelim, kamu kesimi ne yazık ki bu yakıcı süreçte başı çekiyor

25+ milyon kayıt içi istihdamın en az 1/3’ü kadar da kayıt dışı çalışan vardır.

Basın özgürlüğünde önceki gün açıklanan yüz kızartıcı veriler yetmezmiş gibi..

Ülkemiz Başbakan R.T. Erdoğan ve AKP yönetimiyle karanlıklara sürüklenmektedir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği verileri tam anlamıyla “stigmatik” tir (utanç verici!).

VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı
tam da böylesi bir ortamda İstanbul’da düzenleniyor..
Dostlar alışverişte görün..

Ülkemizdeki yakıcı İş Sağlığı Güvenliği (İSG) sorunlarının temelinde yukarıda belirtilen engeller vardır.
Bunlar giderilmeden İSG alanında anlamlı iyileşme beklemek ham hayaldir.

Yine de tüm saflığımızla, VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı‘na
başarı dileriz..

Sevgi ve saygıyla
6.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?


Dostlar
,

5-7 Mayıs 2014 günlerinde İstanbul’da VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı toplanıyor..

Yoğun ders programımız bu bilimsel etkinliğe katılmamıza olanak vermedi.
Ancak sunumları yakından izleyecek ve daha sonra okuyacağız..

İşçi Sağlığı – İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları,
HALK SAĞLIĞI uzmanlık alanımız içinde en çok emek verdiğimiz alt alandır.

İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olduğumuz yıl (15 Haziran 1977) Keban’da
Etibank Simli Kurşun İşletmesinden de sorumlu SSK hekimi olarak görev aldığımız günden bu yana 37 yıldır bu alana emek veriyoruz.

Yaşayarak deneyimlediğimiz ve öğrendiğimiz çok yalın gerçeklerin başında
SENDİKAL ÖRGÜTLENMENİN YAŞAMSALLLIĞI geliyor..

Hatta şöyle savsözleştirmek (sloganlaştırmak) pek yerinde olacak :

  • SENDİKA YOKSA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ DE YOK!

Oysa makalesini aşağıya aktardığımız, yaşamını bu konulara adayan Sayın
Engin Ünsal’ın da (PhD) belirttiği üzere, 1980’de 3 (üç!) milyon SSK’lı işçinin yarısı
sendikalı iken günümüzde bu oran 16+ milyon işçide %10’un da altındadır!

Bir milyonu bulmayan sendikalı işçinin yarısından çoğu kamu işyerlerinde örgütlüdür.

  • Yabanıl kapitalizm, ÖZELLEŞTİRME üzerinden emek sendikacılığını
    avuç içinde kar gibi eritmektedir.

Bu 1 milyon dolayındaki sendikalı işçinin ise ancak yarısı toplu sözleşme yapabilecek durumdadır. Kalanı küçük – bölük pörçük, dolayısıyla kurgu ile yetkisizleştirilmiş sendikacıkların üyesidirler. Emekçilerin %95’i, bırakın grevi, toplu sözleşme yapabilecek sendikal örgütten yoksundur!

12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa referandumunda değiştirilen 26 maddeden biri de
(“
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” diyerek 51. madde ile), akıllara durgunluk verecek biçimde “ileri demokrasi – özgürlükleri genişletme” masalları ile pazarlanan 1’den çok sendikaya üyelik hakkıdır (!).. (Sendikalar Ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası md. 17). Ülkemizde, hatırı sayılır oranda “aydıncık” da “yetmez ama evet” zeka fukaralığı bağlamında büyülenmiş (?!) ve eğitimsiz yığınları büyülemişlerdir.

Sendikal örgütlenmeyi destekleyen çok sayıda AB metninin iç hukukumuza katılmasına karşın (örn. ESSENTIAL EC LAWS1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları, 12. md. ayrıca İHEB ve AİHS) gerçek durum ortadadır ve en temel insanlık haklarından olan örgütlenme konusunda Türkiye dibe vuran ülkelerdendir..

Memur sendikacılığı ise tam bir orta oyunudur.. Toplu sözleşme ve grev yapamayan
bir örgüte “sendika” denilmesi ucubeliği ise olsa olsa Dünyada “ileri demokrasi” sahibi tek ülke olan Türkiye’ye özgüdür.

Kayıtlı işçilerin yarıya yakını asgari ücretle çalışmaktadır.

Taşeron işçisi
 (“Taşeron işçi” değil!) sayısı, 2003’te çıkarılan 4857 sayılı
İş Yasası’ndan bu yana 2,5 milyona dayanmıştır.
25+ milyon kayıt içi istihdamın en az 1/3’ü kadar da kayıt dışı çalışan vardır.

Basın özgürlüğünde önceki gün açıklanan yüz kızartıcı veriler yetmezmiş gibi..

Ülkemiz R.T. Erdoğan ve AKP yönetimiyle karanlıklara sürüklenmektedir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği verileri tam anlamıyla “stigmatik” tir (utanç verici!).

VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı
tam da böylesi bir ortamda İstanbul’da düzenleniyor.. Dostlar alışverişte görün..

Ülkemizdeki yakıcı İş Sağlığı Güvenliği (İSG) sorunlarının temelinde belirtilen engeller vardır. Bunlar giderilmeden İSG alanında anlamlı iyileşme beklemek ham hayaldir.

Yine de tüm saflığımızla VII. Uluslararası İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Konferansı‘na 
başarı dileriz..

Bu bağlamda Sn. Ünsal’ın aşağıdaki makalesi gerçekte bam teline vurmaktadır..

Sevgi ve saygıyla
5.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

================================

Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?

portresi

ENGİN ÜNSAL, PhD
AYDINLIK, 4.5.14

 

 

Her hafta ders vermek için Kıbrıs’a gidip gelirken 3 saatlik yolculuk boyunca bir kitap okuyorum.

Geçen hafta değerli bir sendika emekçisinin, Celal İlhan’ın yazdığı “Grevden Dönenin” adlı anı kitabını okudum. Celal İlhan’la Aydınlık’ta çıkan “Kulağı Kesik Sendikacılar” yazım nedeni ile tanıştık. Bana gönderdiği elektronik postada, “Ben kulağı kesik sendikacı değilim” diyor ve yazdığı anı kitabını göndereceğini söylüyordu.

Celal İlhan, Akdeniz Gübre Fabrikası’nda 1970’li yıllarda sendika baştemsilcisi olarak yaşadığı olayları bir polisiye roman kıvamında anlatırken, o yıllarda yaşayan işçilerin, sendika yöneticilerinin de çok net bir fotoğrafını çekiyor. Bir gübre fabrikasında
işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yaşanan çok önemli sorunların ısrarla izlemcisi olduğu için işinden atılıyor. Fabrikanın işçileri yeni evli ve çocuk sahibi olan bu değerli baştemsilcilerini yalnız bırakmıyor, inanılmaz bir dayanışma göstererek aralarında topladıkları parayı O’nun ayakta kalması için her ay evine getiriyorlar. Bahçelerinden topladıkları portakalları, yakaladıkları Akdeniz’in lezzetli balıklarını işten atılan arkadaşları ile paylaşıyorlar.Sendika genel merkezinin olaya sahip çıkıp stratejik nedenlerle işi yavaştan alışı onları yıldırmıyor ve işçilerin can sağlığını hiçe sayan yönetime karşı mücadeleleri inançla sürdürülüyor.

Altın yıllar

Celal İlhan’ın anıları beni 1965 yılından beri içinde yaşadığım sendikacılık yıllarına yeniden götürdü. 274-275 sayılı yasaların çıkması ile sendikacılığımız 1963-1980 yılları arasında altın yıllarını yaşadı. Sendikaların üye sayısı üç milyona yakındı.
Sendika üyeleri yürüyüştü, grevdi, eylemdi her işçi olayında yüreğini ortaya koyardı.
1 Mayıs günleri işçilerin topluma “Biz de varız” iletisini verdiği görkemli kalabalıklarla kutlanırdı. Sendika yöneticileri 1967 yılına dek tek konfederasyon olan Türk-İş yönetimine kafa tutacak ve gerektiğinde ayrılıp yeni bir konfederasyon kuracak ölçüde cesur yürekliydiler. Daha sonralar Türk-İş yönetimin açıkça siyasal tavır sergilemesini isteyen sosyal demokrat sendikacılar ayaklanması hep o yiğit, inançlı, eğilip bükülmeyen sendika önderlerinin varlığını işçi hareketine kanıtlıyordu. İşçiler gerektiğinde Çorum’dan İstanbul’a dek yürüyor, yapılan her greve tam kadro katılıyor
ve işverenlerden haklı isteklerini söke söke alıyorlardı.

Sonra ülkeye 1980 askeri müdahalesinin faşizan gölgesi düştü. Kurtuluş Savaşı’nı kazandığı için herkesin gözbebeği gibi sevdiği Silahlı Kuvvetler, bu ülkenin özverili, sömürülmek istenen işçisinin ve sendikalarının üzerine bir balyoz gibi indi. Silahlı Kuvvetlerin birçok yurttaşın gönlündeki o dev gibi imajı tuzla buz oldu ve işçilerin beline öyle bir dipçik darbesi indi ki, işçiler bugün bile bellerini doğrultamamaktadırlar.

Nerede o baş eğmeyen yürekli sendikacılar?

1980’e dek var olan işçi sınıfının ve onun sendika yöneticilerinin yerine bugün yeller esiyor. İşçiler öyle bir sindirildi ki; başını kaldırmaya, hakkını aramaya korkar duruma getirildi. Çıkarılan koruyucu yasalara karşın örgütlenemiyor. Her nasılsa sendika üyesi olmuş olanlar Çay-Kur ve THY grevlerinde olduğu gibi greve katılmaktan, haklarını bir sendika çatısı altında, grev hakkını kullanarak korumaktan korkar duruma getiriliyor. 1980 faşizmi, AB’nin baskıları ile kabul edilen koruyucu yasaların varlığına karşın, işçi sınıfının mertliğini yok ettiği gerçeği karşısında şaşkınlıkla duraksamak zorunda kalınıyor.

Ya sendika yöneticileri? 1980 öncesi yılların sendikacılarını utandıracak bir konumdalar. Çoğunluğu işçi haklarının korunmasını, işçilerin sendika üyesi olabilmesini ancak iktidar partisine yalakalık yapılarak olanaklı olabileceğine inanmış inançsız yöneticilerin varlığını gördükçe insan işçilerin ve sendikalarının, demokrasinin geleceğinden tüm umudunu kesiyor.

Nerede o eski günlerin yiğit işçileri, o baş eğmeyen yürekli sendikacıları?
Yoksa o günler hayal miydi? Hiç yaşanmadı mı? Ben yaşadığım tüm düş kırıklıklarına karşın o güzel günlerin bir gün geri geleceğine, işçilerin ve sendikaların özgür ve güçlü olarak bu ülkeyi, işçileri ve tüm ezilenleri insanın insana kul olmadığı bir düzene taşıyacağına inanıyorum. Bu nedenle işçilerin ve sendika yöneticilerin Celal İlhan’ın
Grevden Dönenin kitabını okumalarını öneriyorum. Belki o zaman grevlerin dönülmeyecek denli kutsal bir eylem olduğunu ayırdına varacak, işçi hareketine, sendikalarına ve de demokrasiye sahip çıkacaklardır.

Öğretim Üyesinin Düşünce Özgürlüğünü Kullanması Disiplin Suçu Değildir!


Dostlar
,

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden değerli meslektaşımız Doç. Dr. İlker Belek‘e Üniversite yönetiminin verdiği
disiplin cezası, ilk derece yönetsel yargıda (Antalya 2. İdare Mahkemesince) iptal edildi

Öğretim Üyesinin Düşünce Özgürlüğünü Kullanması Disiplin Suçu Değildir!

(Doç. Dr. İlker Belek’e verilen ceza iptal edildi) 

portresi

Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi olan Doç. Dr. İlker Belek hakkında görevden çıkarma suçunu işlediği iddiası ile soruşturma açmış, sonrasında aylık kesim cezası vermişti.

 

Antalya 2. İdare Mahkemesi bu disiplin cezasını iptal etti. Mahkemenin iptal kararının gerekçesi pek çok üniversitede öğretim üyelerine karşı açılan haksız soruşturmalara ışık tutacak niteliktedir. Kararı ekte paylaşıyoruz.

Anımsanacağı üzere Doç. Dr. Belek, Tıp, Fakültesi Morfoloji binasında mescit açılma kararını eleştirmiş, üniversite kaynaklarının öğrencilerin, yemekhane, derslik, laboratuvar gibi ortak gereksinimleri için harcanmasını, isteyenlerin üniversite hastanesinde bulunan mesciti kullanabileceğini belirtmiş, üniversitede bilim üretilmesi gerektiğini, üniversite ortamının dincileştirilmesinden kaçınılması gerektiğini, öğrencilerin eğitime, bilime, araştırmaya yönlendirilmesi için çaba gösterilmesini belirten yazılar yazmıştı.

Üniversite Rektörlüğü, Doç. Dr. Belek’in bu düşüncelerini açıklayarak;
mescit açılmasına karşı öğretim üyeleri ve idarecileri idareye karşı kışkırtma çabası içinde olduğunu, akademisyenlere yazılar göndererek amacına ulaşmaya çalıştığını, kişilerin inanç ve ibadet özgürlüğüne karşı çıktığını böylece, dinsel yükümlerini öğrenim gördükleri okulda yerine getirmek isteyen öğrencilerin ibadet özgürlüklerini engellemek istediğini, bu davranışlarının Yükseköğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliğinin 9/i maddesinde tanımlanan “Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak” fiilini oluşturduğunu varsayıp ceza vermişti.

İdare Mahkemesinin iptal kararında özetle şu gerekçelere yer verildi : 

İlker Belek’in “düşünce ve kanaatlerini ifade ettiğinin anlaşıldığı, söz konusu düşünce ve kanaatlerinin gerçekleşmesi amacıyla yasa dışı yollara veya şiddete başvurulmasını teşvik etmediği, başkalarının özgürlüklerini kısıtlayacak veya bu özgürlüklere müdahale edecek ayrımcılık niteliğinde bir davranışta bulunmadığı, gösteri, basın açıklaması veya toplantı yapma gibi yasal hakların kullanılmasına ilişkin organizasyon girişiminde bulunulduğu, öbür yandan, her ne denli davacı tarafından ifade edilen düşüncelerin bir bölümü toplumun bir kesimince kabul edilemez bulunsa bile, AİHS – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ile AİHM – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin yerleşik içtihatları doğrultusunda, devletin ya da toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, tasvip edilmeyen, şok eden, rahatsız eden bilgi ve düşüncelerin de ifade özgürlüğü kapsamında olduğu gözetildiğinde, davacının ifadelerinin Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin açık olduğu görülmektedir.

Bu durumda, davacının düşünce özgürlüğü kapsamında kalan ifadelerinin, görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak şeklinde değerlendirilmesi suretiyle 1/2 aylıktan kesme cezasıyla tecziyesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.”

*****

Kararı son derece yerinde buluyor, Antalya 2. İdare Mahkemesine teşekkür ediyor ve Akdeniz Üniversitesi Yönetimini de kararı temyizle üst mahkemeye götürmeden yanlıştan dönmesini öneriyoruz.

Sevgili meslektaşımız yürekli insan Doç. Dr. İlker Belek’i kutlayarak
dayanışma duygularımızı belirtiyoruz..

Kararın tam metni için lütfen tıklayınız..

Ilker_Belek_davasi_Antalya_2._Idare_Mahk._Iptal_Karari_metni

 

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

World Day for Safety and Health at Work – Dünya İş Sağlığı Günü


28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü
28th April, World Day for Safety and Health at Work 

2014-01-11 20.50.57

 

 

 

 

 

 

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

Dostlar,

Türkiye’miz, 1919’da kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü ILO‘ya
1932’de üye olmuştu.

Büyük ATATÜRK döneminde..

1936’da da, 151 sayılı Amele Kanunu‘nu saymazsak ilk İş Yasası’na sahip olmuştuk.

BM’nin İş-İşçi Sağlığı ve Güvenliği, çalışma yaşamı alanlarında bir uzman kuruluşu olan ILO (BM sisteminin bir tür Çalışma Bakanlığı gibi),
her yıl 28 Nisan Dünya İş Sağlığı Günü‘nde bir tema belirleyerek
yıl içinde ele alınmasını sağlıyor..

Bu yılın tematik alanı, 28 Nisan 2015’e dek İŞYERİ KİMYASALLARI..

Gerçekten de önemli bir sorun alanı.
Yaklaşık 80 bin kimyasal, çalışma yaşamında kullanımda.
Her yıl çok sayıda yeni kimyasal da kullanıma giriyor.
Üstelik önemli ölçüde güvenlik testleri yapıl(a)madan;
tam toksikolojik profilleri aydınlatıl(a)madan..

Karsinogenetik, mutajenik, genotoksik, fetotoksik, teratojenik, fertilite (doğurganlık) engelleyici.. potansiyelleri bütünüyle aydınlatılamadan..

Dolayısıyla bu kimyasalları açıkçası deneme – yanılma yöntemiyle tanıyarak öğreniyoruz. Bedeli de elbette öncelikle çalışanlar – emekçiler ödemekte.

Dünya Sağlık Örgütü – DSÖ’ye (WHO) bağlı Fransa – Lyon’daki IARC (International Agency for Research on Cancer) laboratuvarları ve IPCS (International Program on Chemical Safety) olanakları da yeterli değil.. Dünyanın bu bağlamda ek kurumsal kapasite yaratma gereksinimi var..

Söz konusu kimyasalların prospektüslerindeki ya da Malzeme Güvenlik
Bilgi Formlarındaki (MSDS – Material Data Safety Sheet) bilgiler çok eksik.

Bu sorun önümüzde ciddi bir meydan okuma (Challenge) olarak duruyor.
Dileriz gelecek 28 Nisan’a dek (2015) anlamlı çözümler sağlansın..

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

İş kazalarına – iş cinayetlerine kurban gidenlerin acıları yüreğimizi yakıyor.

Meslek hastalığı – iş kazası – işle ilgili hastalıklar nedeniyle engelli kalanların
acıları da yüreğimizde.. Sayılar hala çoook kabarık..

Türkiye, ölümlü (fatal) iş kazalarında Hindistan ve Rusya’nın ardından Dünyada 3.
ve de Avrupa’da 1. sırada..

Kayıtlara girebildiği kadarıyla

– Her yıl 70 bin dolayında iş kazası oluşuyor.
– Her ay 6 bin iş kazası
– Her gün 200 iş kazası
– Her saat 8 iş kazası…
– Her gün 3 ya a 4 iş cinayeti…
– Her gün 6 dolayında emekçinin işgöremez duruma gelmesi..
– Her yıl 25 milyon dolayında iş günü yitiği..

Meslek hastalıklarının ise kökünü kazıdık neredeyse.. (!)
Yılda birkaç yüzü geçmiyor kayda girebilen..
Oysa her yıl onbinlerce yeni meslek hastalığı tanısı beklenir 16+ milyon işçide..
(Artı öbür çalışanlarda..)

Ve de toplam ulusal gelirin %4 – 6.5’i arasında maddi yitik! (ILO uzmanı Takala, 2005).
TSK’ya ayrılan yıllık % 2.3 payın 2 katından çoğu bu alanda etkin önlem almama (proaktif – öngelen politikalar gütmeme) yüzünden yitiriliyor..

Dünya genelinde de rakamlar hiç iç açıcı değil.. Hindistan, Çin ise hızla iyileşiyor.

Büyük endüstriyel kazalarda 10 – 20 – 30 işçimiz telef oluyor ve Başbakan R.T. Erdoğan, 30 işçiyi yutan Zonguldak Karadon faciasında

  • “Bu mesleğin kaderinde ölüm var..” diyebiliyor!?..

Yürek yakan ve % 98’i önlenebilir olan iş kazalarını “yazgı” olarak açıklayarak
çözümün önünü daha baştan kesiyor.

“Prof.” ünvanlı İşletme uzmanı Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, grizu patlaması ile yanarak feci biçimde ölen ve cenazeleri bile bulunamayan 30 işçimiz için
güzel öldüler” (!?!) diyerek hepimizi ve 7 sülalesini utanca boğuyor.

Onlarca işçinin iş cinayetine kurban gittiği olaylarda, adli yargıda davalar ilerlemiyor
ve gerçek sorumlular nedense bir türlü bulunamıyor!?

Türkiye’nin ve Dünyanın kapitalistlerinin
yepyeni bir küresel ahlak kodu sistematiğine gereksinimi var..
Kendiliklerinden edinecekleri de yok!
Türk ve dünya işverenlerinin ciddi matürasyon (olgunlaşma) sorunu sürüyor..
Çook yıllar önce de yazmıştık bu konuyu.
Bu devasa sorun nasıl aşılası ki??
En çok kazanç (kar maksimizasyonu) kapitalizmin tunç yasası olarak kaldıkça..
Anayasa Mahkememiz ve son günlerde atağa kalkan (?!) başkanı Haşim Kılıç,
bir bireysel başvuruda bu yasayı iptal eder mi ki??

*****

Bağlayalım..
Gün gene üstümüze doğdu. Saat 07:07’yi gösteriyor..
Gün boyu mesaimiz için koşturacağız..

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK : “Yaşamak demek çalışmak demektir.”

Dünyanın bütün emekçilerini en derin saygılarımızla selamlıyoruz.

  • Emek en yüce değerdir ve de..
  • Emeğe saygı insan olmanın baş koşuludur..

Sevgi ve saygı ile.
29 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yazıyı pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız…

28_Nisan_2014_Dunya_Is_Sagligi_Gunu-World_Day_for_Safety_and_Health_at_Work-28th_April_2014

=================================================

World Day for Safety and Health at Work
An ILO report shows that while chemicals can be useful, necessary steps should be taken to prevent and control potential risks for workers, workplaces, communities and the environment.

Safety and health in the use of chemicals at work

28 April – World Day for Safety and Health at Work

(http://www.ilo.org/global/lang–en/index.htm#a1, 28.4.14)

“Safety and health in the use of chemicals at work“ is the theme for the 2014 World Day for Safety and Health at Work. Marking the day, an ILO report shows that while chemicals can be useful, necessary steps should be taken to prevent and control potential risks for workers, workplaces, communities and the environment.

Why are chemicals important in the workplace and beyond?

pharmaceuticals that cure illnesses, and cleaning products that help establish hygienic living conditions. Chemicals are also critical in many industrial processes for dev
Chemicals are key to healthy living and modern convenience. They range from pesticides that improve the extent and quality of food production, to eloping products important to global standards of living. 

However, governments, employers and workers continue to struggle to address controlling exposure to these chemicals in the workplace, as well as limiting emissions to the environment. 

Background documents

What are the main threats created by chemicals?

Chemicals pose a broad range of potential adverse effects, from health hazards such as cancers and physical hazards like flammability, to environmental hazards such as widespread contamination and toxicity to aquatic life. Many fires, explosions, and other disasters result from inadequate control of chemicals’ physical hazards.

Is progress being made for the sound management of chemicals?

Significant progress has been made concerning the regulation and management of chemicals in the field of occupational safety and health but more needs to be done. Serious incidents continue to happen and there are still negative impacts on both human health and the environment.

 Promotional materials

Workers who are directly exposed to hazardous substances should have the right to work in a safe and healthy environment and be properly informed, trained and protected.

Can we easily evaluate the impact of chemicals on workers’ health?

It is difficult to determine the extent of health effects in the workplace related to chemical exposures. Because of the complexity of assessing mixtures of chemicals, strategies to prevent harmful exposure tend to focus on individual chemical substances. This is further complicated by the fact that these substances can also be found combined with mixtures in most workplaces. They are rarely assessed or tested in the form of a mixture. Standards for individual chemicals routinely address problems with a single chemical.

Still, the reality is that there are so many chemicals to which workers may be exposed that this substance-by-substance approach will never be able to adequately protect them. Most workers are exposed to mixtures, rather than individual chemical substances, therefore the control of mixed exposures is critical for an effective protective programme. Furthermore, efforts to establish the connection between an exposure to chemicals 20 years ago and a case of cancer today have also been hampered by lack of information about the effects of chemical exposures. Record keeping on effects resulting from exposure to chemicals also needs to be improved.

What are the main recommendations included in the report?

The report calls on governments, employers, workers and their organizations to collaborate in the development and implementation of national policies and strategies aimed at the sound management of chemicals at work. These must comprehensively and simultaneously address the health, safety, and environmental aspects related to the production and use of chemicals. The idea is to maintain the benefits achieved through the production and use of chemicals while minimizing workers’ exposure as well as the emission of chemicals into the environment through national and international action.

A coherent global response is necessary to coordinate the continuous scientific and technological progress, the growth in chemicals production and changes in the organization of work. Likewise, new tools need to be developed to provide readily available information about chemical hazards and risk, and associated preventive and protective measures.

What is a chemical?
  • According to the ILO Convention on safety in the use of chemicals at work, 1990 (No. 170), the term “chemical” refers to chemical elements and compounds and their mixtures, whether natural or synthetic, such as those obtained through production processes.
  • Hazardous chemicals are classified according to the type and degree of their inherent health and physical hazards. The hazardous properties of mixtures composed of two or more chemicals are determined by assessments based on the inherent hazards of their component chemicals.

Partners

Further information

Adalet Arayan İşçi Aileleri 28 Nisan için Ankara’ya gidecek

Adalet Arayan İşçi Aileleri 28 Nisan için Ankara’ya gidecek

İSTANBUL (DİHA) Adalet Arayan İşçi Aileleri, 28 Nisan’ın Türkiye’de
“İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenler Anma ve Yas Günü” olarak
kabul edilmesi için yarın Ankara’ya giderek Cumhurbaşkanlığı ve
TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerle görüşeceklerini söyledi.

İş kazalarında yaşamını yitiren ve yaralananların aileleri tarafından her ayın ilk
Pazar günü düzenlenen “Vicdan ve Adalet Nöbeti”nin 29’uncusu gerçekleştirildi. Taksim Tramvay Durağı’na bir araya gelen iş kazalarında yakınlarını yitirenlerin aileleri ve yakınları, Galatasaray Lisesi önüne dek yaptıkları yürüyüş ile iş kazalarında yaşamını yitirenler için adalet taleplerini haykırdı.

“28 Nisan iş cinayetlerinde yaşamını yitirenler anma ve yas günü kabul edilsin” pankartı açan aileler, yürüyüş boyunca

– “Sorumlular belli adalet istiyoruz”,
“İş kazası değil, cinayet” ve
“Güvenli iş, güvenli gelecek”

sloganlarını attı. Çeşitli tarihlerde meydana gelen iş kazalarında yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını taşıyan aileler iş kazlarının son bulması için gerekli önlemlerin alınmasını istedi.

Yürüyüşün ardından Galatasaray Lisesi önünde 29’uncusu gerçekleştirilen “Vicdan ve Adalet Nöbeti”nde Adalet Arayan İşçi Aileleri adına basın açıklamasını 13.3.2012’de Esenyurt’ta bir AVM inşaatının şantiyesinde çıkan yangın sonucu yaşamını yitiren
Barış Kıyak’ın kardeşi Damla Kıyak yaptı.

İş cinayetlerini önleme noktasında gerekli önlemlerin alınmadığını ve denetimsizliklerin sürdürğünü dile getiren Kıyak, işverenlere seslenerek,

  • “İşverenler işçilerin yaşam hakkının ihlaline daha ne denli kayıtsız kalacaksınız?” diye sordu.

Dünyada 30’u aşkın ülkede resmi olarak 28 Nisan’ın iş cinayetlerinde yaşamnı yitirenler için “anma ve yas günü” olarak kabul edildiğin hatırlatan Kıyak, Türkiye’nin de
28 Nisan’ın “İş Cinayetlerinde Yaşamını Yitirenler Anma ve Yas Günü” olarak kabul etmesi gerektiğini söyledi. Kıyak, bu istemler işçi ailelerinden bir heyetin
yarın Ankara’ya giderek Cumhurbaşkanlığı ve TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerle görüşeceğini söyledi.

Eyleme katılan “2013 Yılı İş Cinayetleri Almanağı”nı hazırlayan Adalet Arayanlar Destek Gurubu Sözcüsü Eylem Can da kısa bir konuşma yaptı. Adalet Arayanlar Destek Gurubu olarak 2008 yılında Davutpaşa patlamasında yaşamın yitiren işçilerin dava süreci ile çalışmalara başladıklarını ifade eden Can, “Bizler Adalet Arayanlara Destek Grubu olarak yaşanan iş cinayetlerine dikkat çekmek için çalışma başlattık.
Bu almanakta 2013 yılında yaşanan iş cinayetleri var. Medya dillini değiştirmeli.
Medya işçileri suçlu gibi gösteriyor. Aslı suçlu önlem almayan işverendir.” biçiminde konuştu.
(http://www.bianet.org/bianet/toplum/139688-esenyurt-yangini-davasi-nda-ihmaller-ortaya-cikti, 28.4.14)

28 Nisan 2014 Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü


Dostlar
,

28 Nisan 2014 Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü nedeniyle
TÜİK‘in bir çalışmasını paylaşmak istiyoruz..

Bu raporu grafikleri ile birlikte görmek için pdf olarak çağırmalısınız.

Is_Kazalari_ve-Ise_Bagli_Saglik_Problemleri_Arastirma_Sonuclari_2013_TUIK

  • EMEĞE SAYGI EN YÜCE DEĞERDİR..
  • EMEĞE SAYGI İNSAN OLMANIN BAŞ KOŞULUDUR!

Sevgi ve saygı ile.
28 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

TÜİK İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri Araştırma Sonuçları, 2013İlki 2007 yılında yapılan “İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri” konulu araştırma, Hanehalkı İşgücü Anketi ile birlikte ülkemizde ikinci defa 2013 yılı Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında, gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçları, uygulama dönemi itibariyle istihdamda olan veya son 12 ay içinde bir işte çalışmış olan fertlerin, son 12 ay içinde herhangi bir iş kazası geçirip geçirmedikleri veya referans haftasında istihdam edilen ya da geçmişte çalışmış olanların son 12 ay içinde işe dayalı bir sağlık probleminin etkilerine maruz kalıp kalmadıklarına ilişkin bilgiler vermektedir.Son 12 ay içinde çalışmış olanların %2,3’ü bir iş kazası geçirdiTürkiye genelinde son 12 ay içinde istihdam edilenlerden %2,3’ü bir iş kazası geçirdi. Bu oran erkeklerde %2,8 iken, kadınlarda %1,3 olarak gerçekleşti. Toplam iş kazası geçirenlerin %81,6’sını erkekler oluşturdu.

Son 12 Ay İçerisinde İstihdam Edilenlerden İş Kazası Geçirenler, 2007 – 2013

Sektörel olarak incelendiğinde, madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı %10,4, elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı %5,2 iken, inşaat sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı %4,3 oldu. Sektör bazındaki sonuçlar, 2007 yılı sonuçları ile karşılaştırıldığında iş kazası geçirenlerin payı madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe 0,1 puan artarken, inşaat sektöründe 0,2 puan azaldı. Elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı ise değişmedi. İş kazası geçiren sayısında en büyük payı alan imalat sanayi sektöründe ise iş kazası geçirenlerin oranı 1,8 puan azalarak %3,3 olarak gerçekleşti.

Sektörlere Göre İş Kazası Geçirenlerin Oranı, 2007-2013

Son 12 ay içinde istihdam edilen 15-24 yaş grubundaki fertlerde iş kazası geçirenlerin oranı %1,9 iken, 25-34 yaş grubunda bu oran %2,3, 35-54 yaş grubunda %2,6 ve 55 ve daha yukarı yaştakilerde ise %2 olarak gerçekleşti.

Son 12 ay içinde istihdam edilen lise altı eğitimlilerin %2,8’i bir iş kazası geçirirken, genel lise mezunlarında bu oran %1,7, lise dengi meslek okul mezunlarında %2,4, yüksek öğretim mezunlarında ise %1 olarak gerçekleşti.

İşteki duruma göre, iş kazası geçirenlerde en yüksek oran %2,6 ile kendi hesabına çalışanlarda gerçekleşti. Bunu %2,5 ile ücretli veya yevmiyeli çalışanlar, %1,6 ile işveren olarak çalışanlar izledi. Ücretsiz aile işçisi olarak çalışanlarda iş kazası geçirme oranı ise %1,4 olarak tahmin edildi.

Meslek grupları itibarıyla, ‘sanatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar’da iş kazası geçirenlerin oranı %4,8 ile ortalamanın (%2,3) üzerinde gerçekleşti. İş kazalarının
en düşük gözlendiği grup ise %0,8 ile ‘büro ve müşteri hizmetleri’ oldu.

İşyeri büyüklüğüne göre, son 12 ayda iş kazası geçirenlerin en yüksek olduğu işyeri büyüklüğü %3,4 ile “250-499” çalışana sahip işyerleri oldu. En çok istihdama sahip
”1-9” kişi çalıştıran işyerlerinde iş kazası geçirenlerin oranı ise %2,2 oldu.

Son 12 ay içinde bir iş kazası geçirenlerin %63,7’si geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle belirli sürelerde işinden uzak kaldı.

İşle bağlantılı bir rahatsızlık yaşayanların oranı %2,1 düzeyinde gerçekleşti

İstihdam edilenler ya da geçmişte çalışmış olanlardan %2,1’i, son 12 ay içinde çalıştığı/geçmişte çalıştığı işe bağlı bir rahatsızlık geçirdiğini belirtti. Bu oran erkeklerde %2,4 iken, kadınlarda %1,6 oldu.

İstihdam Edilen ya da Geçmişte Çalışmış Olanlardan İşe Bağlı Sağlık Sorunu Yaşayanlar, 2007-2013

Sektörel olarak incelendiğinde, son 12 ay içinde işe bağlı sağlık sorununa maruz kalanların oranının en yüksek olduğu sektör %5,5 ile madencilik ve taş ocakçılığı sektörü oldu. Bu oran, istihdamın en yoğun olduğu tarım, ormancılık ve balıkçılık sektöründe %2, inşaat sektöründe %3,5, toptan ve perakende ticaret, lokanta ve oteller sektöründe %2,1, imalat sanayinde %2,7, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmet faaliyetleri sektöründe ise %2,2 olarak gerçekleşti.

İstihdam edilen ya da geçmişte çalışmış olanlardan son 12 ay içinde işe bağlı sağlık sorunu yaşadığını belirtenlerin oranı %2,8 ile en yüksek 35-54 yaş diliminde gerçekleşti. 15-24 yaş grubunda bu oran %1,2, 25-34 yaş grubunda %1,9 ve 55 ve daha yukarı yaştakilerde ise %1,5 olarak gerçekleşti.

Sektörlere Göre İşe Bağlı Sağlık Sorunu Yaşayanların Oranı, 2007-2013

İstihdam edilenler ya da geçmişte çalışmış olanlardan hem lise altı eğitimliler hem de lise dengi meslek okulu bitirenlerde, son 12 ay içinde işe bağlı sağlık sorununa maruz kalma oranı %2,2 olarak gerçekleşti. Yüksek öğretim mezunlarında ise bu oran %2,1 olarak tahmin edildi.

İşteki durumu kendi hesabına olanların işe bağlı sağlık sorununa maruz kalma oranı %2,9 ile diğer gruplara göre yüksek oldu.

Mesleklere göre en yüksek işe bağlı sağlık sorunu yaşayanların oranı %3,2 ile “sanatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar” grubunda gerçekleşti.

Referans haftası içinde çalışmış olup, işe bağlı sağlık sorunu yaşamış olanların %3,3’ünün 500 ve daha fazla çalışanı olan işyerlerinde çalışmakta olduğu belirlendi.

İşe bağlı sağlık sorununa maruz kalanların %24,9’unun “sırtı veya beli etkileyen kemik, eklem ve kas sorunları”na, %20’sinin ise “stres, depresyon veya anksiyete sorunları”na maruz kaldığı belirlendi.

Son 12 ay içinde işe bağlı sağlık sorunu yaşayanlardan %50,7’si, geçirmiş olduğu sağlık sorunu nedeniyle belirli sürelerde işinden uzak kaldı.

İstihdam edilenlerden %17,1’i kaza riskine maruz kaldı

İstihdam edilenlerden %7,1‘i çalıştığı işle ilgili olarak “zaman baskısı ve aşırı iş yükü” şeklinde ruhsal sağlığını etkileyen elverişsiz faktöre maruz kaldığını belirtirken, bu oran erkeklerde %7,9, kadınlarda ise %5,2 oldu. Fiziksel sağlığını etkileyen faktörlerden “kaza riski”ne maruz kalanların oranı ise %17,1 olurken, bu oran erkeklerde %21,4, kadınlarda ise % 7,3 olarak gerçekleşti.

AÇIKLAMALAR

İş kazası      : İşyerinde veya iş esnasında meydana gelen ve bir yaralanmayla sonuçlanan tüm kazalar kapsanmıştır. Bu çalışmada, iş kaybına yol açıp açmamasına ve olayın hukuken bir iş kazası niteliği taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, işyerinde veya iş esnasında geçirilen ve (şiddetine bakılmaksızın) bir yaralanmayla sonuçlanan tüm kazalar iş kazası olarak değerlendirilmiştir.

İşe bağlı sağlık sorunu   : İşten veya çalışma koşullarından kaynaklanan veya
iş nedeniyle kötüleşen hastalık, sakatlık, fiziksel veya ruhsal sağlık sorunları kapsanmıştır.

Bu araştırmada, işle ilgili yaşanan sağlık sorunları yetkililer tarafından kabul edilen veya kayıtlanan vakalar ile sınırlı değildir, kişinin bu hastalığın işten kaynaklandığını düşünmesi yeterlidir.

 

Bugün Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü…

Tas_tasiyan_isci


 

Bugün Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü…

 

 

 

Dostlar,

Hacettepe Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan ağabeyimiz
sevgili Prof. Dr. Nazmi Bilir aşağıdaki iletiyi yollamış..

Biz de bu konuyu işlemek üzere klavye başına oturma fırsatını yeni bulmuştuk.
Bu iletiyi paylaşarak başlayalım..

Teşekkürler Nazmi ağabey…

Sevgi ve saygı ile.
28 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Nazmi Ağabeyin emeklilik töreni yarın.. (29 Nisan 2014, Salı)
Duyurusu aşağıda..

Emeklilik_törenine_cagri_29.4.14

===================================================

İş Sağlığı ve Güvenliği alanında eğitim yapan, hizmet veren sevgili arkadaşlarım.

Bugün Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü…
Dünya İSG Gününüzü kutluyorum.
Bu yılın teması Kimyasallarla Çalışmalarda İSG olarak belirlendi…
Çalışma hayatının güvenli ortamlarda geçmesini, çalışanların sağlıklı  ve mutlu olmasını diliyorum.
Sevgilerimle, 28 Nisan 2014
Prof. Dr. Nazmi Bilir

28 April – World Day for Safety and Health at Work

The theme for the 2014 World Day for Safety and Health at Work is “Safety and health in the use of chemicals at work“. Chemicals are key to modern life, and will continue to be produced and used in workplaces. With concerted efforts, governments, employers, and workers and their organizations can achieve the sound management of chemicals for an appropriate balance between the benefits of chemical use and the preventive and control measures of potential adverse impacts on workers, workplaces, communities and the environment.