Kategori arşivi: Hekim Saltık

Hacettepe “Hekimliğime Dokunma!” diyor!


Dostlar
,


Sağlık Bakanlığı’nın Tabip Odalarına tahammülü yok.. 

Ankara ve Hatay Tabip Odalarının kapatılmasını istiyor..

Duruşma günleri de belirlenmiş.. Aşağıda..
30 Eylülk’de Ankara Adliyesindeki duruşmaya biz de gideceğiz.

Oysa Anayasa’nın 135. maddesi, “Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu” olarak tanımlıyor Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB), TMMOB’yi, TDHB’ni, TEB’ni, TBB’ni…
Bu meslek kuruluşlarının her birinin ayrı kuruluş yasası ve bu yasadan kaynaklanan tüzel kişilikleri var.

AKP bu kuruluşlarda egemen olmak için elinden geleni yapıyor ama iyi eğitimli aydınlık insanlar AKP’nin içyüzünü elbette çok iyi biliyorlar.. Bu yüzden seçimleri kazanamıyor.
O zaman da hırçınlaşıyor.. ve bu kuruluşların yasalarıyla oynayarak gelir kaynaklarını kısmayı, etkisizleştirmeyi deniyor. Elinden gelse kapatacak.. Ancak Anayasa md. 135 buna elvermiyor. Olmadı, AKP denetçi yollayarak bu kurumları sözüm ona denetleyerek açık arıyor ve yaptırım uygulama yolu arıyor.
İktidar yetkileri bu denli kötüye kullanılabilir mi? Hukuk kötü niyeti korur mu?

Önceki Sağlık Bakanı, adını zorlukla anımsadığımız Dr. Recep Akdağ, Samsun’da bir konuşmasında gazetecilere “..çıkartırız 2 maddelik bir yasa, kapatırız bu Odaları…” buyurmuştu. Ancak Anayasa md. 135’ten haberi yoktu..

Yüce TBMM’miz de bu siyasal kadronun elinde oyuncak edilmiş durumda..
İktidarın kaprislerine alet ediliyor.. Örn. 663 sayılı Yasa Gücünde Karaname,

“SAĞLIK BAKANLIĞI ve BAĞLI KURULUŞLARININ TEŞKİLAT ve GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME” adını taşıyor ((2.11.2011, RG 28103, mükerrer). TBMM açıkken, bir bakıyoruz 2 Kasım 2011 günü gecesi 35 adet YGK (KHK) çıkarılıyor. Birisi de 663 sayılı YGK. Başlığından anlıyoruz ki, Sağlık Bakanlığı yeniden yapılandırılıyor..

Fakat bir de görüyoruz ki, 58. maddede tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak..” ibaresi cımbızlanarak TTB yasasından (1.md) çıkarılmış.
Anamuhalefet Partisi CHP ikna edilerek konu Anayasa Mahkemesine taşınıyor ve büyük çabalarla iptal ediliyor..

Şimdi sormak gerekir : TTB yasasının 1. maddesinden tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesini sağlamak..” ibaresini özellikle seçerek yasadan çıkarısanız TTB felç olmaz mı? Amaç bıu ise sizin de üye olduğunuz meslek örgütünü işlevsiz bırakmak (kökten kapatamayınca!) ne işinize yarar? Yer yüzünde hangi demokratik ülkede böyle bir yaklaşımolabiiir? Çıkartılan bu ibare neresine batıyor ilgililerin?

Utanç verici şeylerdir ancak içimizi acıtan, TBMM’nin de bu kinci – intikamcı – ilkel anlayışa alet edilerek rastgele metinlerin Yasa olarak oradan geçirilmesidir.

Türk yargısı, böylesine çağdışı bir saldırıya geçit vermeyecektir eminiz..
Batı’da bu meslek kurumları çok daha fazla yetkiye sahipler.

Sağlık Bakanını, demokrasiyi içine sindirememişliğini dışavuran bu davranışı nedeniyle kınıyoruz. Bu utandırıcı – çağdışı davaları geri çekmeye çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
23.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Hacettepe “Hekimliğime Dokunma!” diyor!

Okumaya devam et

İNME’de Erken Tanı; İlk ve Acil Yardım Yaşam Kurtarır..


İNME’de Erken Tanı; İlk ve Acil Yardım Yaşam Kurtarır..

Dostlar,

Bize ulaşan ve tıbben doğru, yerinde olan bir iletiyi paylaşmak istiyoruz..

İnme = felç günümüzün en önemli ölüm nedenlerinden biri.

Tıpta kısaca SVA – SVO (serebro-vasküler olay) denilen bu acil durum
ya hemen, kısa sürede öldürücü oluyor ya da engelli bırakarak
yaşam niteliğini ciddi biçimde bozuyor, yaşamı kısaltıyor..

Başlıca nedenleri arasında;

– Sigara,
– Yüksek tansiyon (hipertansiyon)
– Diyabet geliyor.

İletide verilen görselde (aşağıda) olduğu gibi her zaman atherom plağının (pıhtı diyelim..) kopması ve bir beyin atardamarını (serebral arter) tıkaması değil, atardamarın yırtılması ile kanama nedenli olarak da inme görülür.

İlk ve acil yardım yaşam kurtarıcı olabilir. Özellikle atherom plaklarının kopmasına bağlı trombüs tıkamasında ilk saatlerde uygun ilaçlarla müdahale ile bu pıhtılar eritilebilmekte, serebral anjiyo mekanik girişim yapılarak tıkanma açılabilmektedir.

İketiyi paylaşanlara teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
22.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

FELÇ GELİNCE NE YAPMALI (ÇOK ÖNEMLİ) ??

DİKKAT DİKKAT!
ÖNLEMDE KUSUR ETMEYELİM,
HATA YAŞAMIMIZA MAL OLMASIN.


Felçle ilgili yararlı bir yazı. 


FELÇ 

BUNU OKUMANIZ SADECE BİR DAKİKANIZI ALIR!!!  PAYLAŞMAKSA NİCE HAYATLAR KURTARIR  Ben kendime düşeni yaptım, Siz de yapar mısınız???      Barbekü esnasında Ayşe tökezledi ve   düştü,onu temizlediler. Biraz sarsılmış görünse de Ayşe akşamın  geri kalanını eğlenerek geçirdi.  Ayşe'in kocası daha sonra telefonla arayarak eşinin hastaneye kaldırıldığını söyledi (akşam 06:00'da Ayşe öldü.) Barbekü'de felç geçirmişti. Eğer   felç'in     işaretlerini tanımlayabilselerdi, belki de Ayşe şu anda aramızda olacaktı; bazıları ölmüyor, ama çaresiz ve ümitsiz bir durumda kalıyorlar!     Bir nörolog felç vakalarını inmenin geldiği zamandan üç saat içinde müdahale edebilse felcin etkilerini tamamen geri çevirebileceğini söylüyor.  PÜF NOKTASININ felcin tanımlanması, teşhis edilmesi ve üç saat içinde hastanın medikal bakımının başlaması olduğunu söylüyor.    • FELCİN tanımlanmasında ÜÇ TEST: "S.T.R."    Bazen felcin  semptomlarının tespit edilmesi zordur. Bilinçsiz olmak malesef felakettir. Felç hastası, eğer yakınındaki kişiler tarafından   felcin semptomları teşhis edilemezse, ciddi beyin hasarına maruz kalır.     Doktorlar yakında bulunan herhangi birinin ÜÇ BASİT SORU sorarak felci teşhis edebileceğini söylüyor:    S *Gülümsemesini söyleyin (Smile)  T *Basit bir cümle kurmasını söyleyin (Talk)    (örn. Bu  gün    dışarısı güneşli.)  R *Her iki kolunu kaldırmasını söyleyin. (Raise)    Hasta bu görevlerin herhangi birini yapmakta  zorlanıyorsa, derhal acil servis numarasını arayın ve semptomları almaya gelenlere söyleyin.    •Felcin yeni işareti: Dilinizi çıkarın!    DİKKAT: Felcin bir başka işareti şudur: Hastaya dilini çıkarmasını söyleyin. Eğer dil kıvrılmışsa veya bir tarafa doğru yatmışsa bu da felç işaretlerindendir.    Bir kardiyolog bu mektubu her alanın 10 kişiye iletmesi halinde iletenin en azından bir hayat kurtaracağını   söylüyor.

BUNU OKUMANIZ YALNIZCA BİR DAKİKANIZI ALIR!!!
PAYLAŞMAKSA NİCE YAŞAMLAR KURTARIR

Ben kendime düşeni yaptım, Siz de yapar mısınız???


Barbekü esnasında Ayşe tökezledi ve düştü,
O’nu temizlediler. Biraz sarsılmış görünse de
Ayşe akşamın geri kalanını eğlenerek geçirdi.
Ayşe’nin eşi daha sonra telefonla arayarak eşinin hastaneye kaldırıldığını söyledi (akşam 06:00’da
Ayşe öldü.) Barbekü’de felç geçirmişti. Eğer felç’in işaretlerini tanımlayabilselerdi, belki de Ayşe şu anda aramızda olacaktı; bazıları ölmüyor, ama çaresiz ve ümitsiz bir durumda kalıyorlar!

Bir nörolog, felç olgularına inme zamanını izleyen üç saat içinde müdahale edebilse, felcin etkilerini tümden geri çevirebileceğini söylüyor.

PÜF NOKTASININ felcin tanımlanması, tanı konması
ve üç saat içinde hastanın tıbbi bakımının başlaması olduğunu söylüyor.

• FELCİN tanımlanmasında ÜÇ TEST:


“S.T.R.”

Kimi kez felcin semptomlarının belirlenmesi zordur. Bilinçsiz olmak ne yazık ki yıkımdır. Felç hastası, eğer yakınındaki kişiler tarafından felcin semptomları tanınmazsa, ciddi beyin zedelenmesi ile karşılaşır.

Doktorlar, yakında bulunan herhangi birinin ÜÇ BASİT SORU sorarak felce tanı koyabileceğini söylüyor:

S *Gülümsemesini söyleyin (Smile)
T *Basit bir cümle kurmasını söyleyin (Talk)
(örn. Bu gün dışarısı güneşli.)
R *Her iki kolunu kaldırmasını söyleyin. (Raise)

Hasta bu görevlerin herhangi birini yapmakta zorlanıyorsa, derhal acil servis numarasını (AS: 112) arayın ve belirtileri, hastayı almaya gelenlere söyleyin.

•Felcin yeni işareti: Dilinizi çıkarın!

DİKKAT: Felcin bir başka işareti şudur: Hastaya dilini çıkarmasını söyleyin. Eğer dil kıvrılmışsa veya bir tarafa doğru yatmışsa bu da felç işaretlerindendir.

Bir kardiyolog, bu iletiyi her alanın 10 kişiye iletmesi durumunda iletenin en azından 1 yaşam kurtaracağını söylüyor…

Mustafa BALBAY : ANKARA’nın SULARI… ve bizim katkılarımız..


ANKARA’nın SULARI… ve bizim katkılarımız..


Dostlar
,

Balbay dünkü yazısını Ankara’nın su sorununa ayırdı.
Doğallıkla teknik boyutların ayrıntılarına girmedi.
Bunları biz tamamlayalım..

Biz, doğrusu bu son kirlenme furyasına dek, kendimizi zorlayarak da olsa
musluk suyu içiyor ve soranlara da öneriyorduk.

“Halk Sağlığı” alanında uzman bir hekim olarak yıllarca
“Halk Sağlığı Bölge Laboratuvarı Müdürlüğü” yaptık..
Tüm su ve gıda örneklerinin laboratuvar çözümlemelerini (analiz) yasal resmi yetkili olarak yürüttük.

Suyun muayenesi “Organoleptik muayene” denen yöntemle başlar.
Adından da anlaşılacağı üzere, bu başlangıç muayenesinde başlıca duyu organları kullanılır.

Önce göz.. Bakılır, içme-kullanma suyu berrak – saydam olmalıdır.
Tortu ve yabancı cisim içermemelidir.
Ankara’nın suyu son zamanlarda beklenen ölçüde iç açıcı berrak değil..
Yer yer, zaman zaman boz bulanık, kahverengiye dek giden tonlar taşıyor..

Sıcaklık… Örnek alındığı cam kapta ya da ele değdiğinde bir sıcaklık sorunu yok.

Koku… Hoş olmayan metalik bir koku var..
İnsanı itiyor. İç huzuruyla kana kana içmeye engel bir koku. Çay da olmuyor..

Ve tad… Ağızda hiç de öyle huzurla içilebilecek tad bırakmıyor.
Ağır metal tadı var. Bu itici – rahatsız edici tadı apaçık ayrımsıyoruz.

Hele pet şişe sularıyla karşılaştırınca bu farklar iyice belirginleşiyor.

Ankara’nın 21. yıllık Belediye Başkanı Melih Gökçek ne denli savunursa savunsun, ortadaki veriler böyle. Kendisinin musluktan su içtiğine hiç ama hiç inanmıyoruz.

Ancak söylediklerinden ve yaptıklarının doğruluğuna inanıyorsa çağrımız şöyledir :

  • TTB Ankara Tabip Odası ve TMMOB Kimya Mühendisleri Odası yetkilileriyle
    Noter eşliğinde, basının izlediği biçimde yeterince su örneği bilimsel yönteme uygun olarak alınsın ve biri kamu biri özel 2 yetkili laboratuvarda incelensin..
    Bu işlem haftanın farklı günlerinde (Kızılırmak suyunun şebekeye verildiği ve verilmediği) yinelensin.. Sonuçları saydam olarak BİLME HAKKI bağlamında birlikte öğrenelim.

Gökçek dedikoduları aşmak istiyorsa yolu budur.
Başkaca bir inandırıcı ikna yöntemi yoktur.

Bizzat Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu‘nun “Ben bu suyu içmem!” demesi Gökçek için “çok uyarıcı” olmalıdır. Ama Melih bey hep savunmacı iletişimde.

Gökçek son derece başarısız bir yerel yöneticidir. 3 dönemdir O’nu aday gösteren
AKP sorumluluğa ortaktır. Eryaman – Sincan Metro hattını yıllarca bitirememiş,
sonunda Ulaştırma Bakanlığı tamamlamıştır. Su sorununu da çözememiştir ama
Ankara Belediyesi merkezi yönetime en borçlu belediyelerin başındadır.

Sağlık Bakanı’nın “Ben bu suyu içmem!” demesi sorumluluğu bitirmez.
Yasalara göre son çözümlemede Halkın Sağlığından sorumlu olan Sağlık Bakanlığıdır :

5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasası,
13.6.10, RG : 27610; md. 27: 

“.. kaynak suları, içme suları, doğal mineralli sular ve tıbbi amaçlı suların üretimi, uygun şekilde ambalajlanması, satışı, ithalat ve ihracatına ilişkin ilke ve yöntemlerle içme – kullanma suların teknik ve hijyenik koşullara uygunluğu,
nitelik standartlarının sağlanması-izlenmesi ve denetimi ile ilgili ilke ve yöntemler Sağlık Bakanlığınca belirlenir.” demektedir.

Su-gıdaların son derece önemli bir bulaşma yolu oluşturduğu bilinmektedir.
Salgınların çıkmasını önlemek için, kişi ve topluma dönük koruyucu çevre sağlığı hizmetlerinin kamu eliyle sürekli ve etkin yürütülmesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Beş milyonu aşkın büyük bir kitlenin sağlığı söz konusudur. Konunun şakaya gelir yanı yoktur. Sağlık Bakanı, sorunu Bakanlar Kurulu’na taşımalı ve İçişleri Bakanlığı mülkiye denetçisi (müfettişi) görevlendirerek Gökçek’in görev ihmali – kusuru araştırılmalı ve gerekirse Danıştay kararı ile görevden alınmalıdır.

1992’de Peru’da çıkan kolera salgını 5 yıl sürmüş ve DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) yoğun desteğiyle ancak yıllar içinde sönümlendirilmişti. 1971 İstanbul Sağmalcılar kolera salgını unutulmalaıdır. Halk ürkü (panik) içinde %30 koruyuculuğu olan Kolera aşısı olma için kuyruklara giriyor, Eminönü’de, Bakırköy’de, Üsküdar’da
3 kez aşı olarak koruyucu etkilerin birbirine ekleneceğini sanıyordu! Ne hazin!?

Başkent Ankara’da bu bağlamda bir bulaşıcı hastalık salgınının ekonomik boyutu sanıldığından çok büyük olacaktır. AKP’nin “Yeni Türkiye” si bu mudur??

Orman ve Su İşleri, Çevre ve Şehircilik, Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere Hükümetce görevlendirilmeli ve TTB, TMMOB’den uzmanlar da katılarak soruna el konulmalıdır.

Son olarak, Türk Ceza Yasası‘nda yer alan 3. Bölüm “Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar” başlığı altındaki maddeleri (185-196) Gökçek başta olmak üzere
ilgililere anımsatalım :

TCY Md. 185 : 
(1) Taksirle (kusurlu olarak, kasıt olmadan) bir insanın ölümüne neden olan kişi, 2 yıldan 6 yıla dek hapis ile cezalandırılır.

(2) Fiil, 1’den çok insanın ölümüne ya da 1 veya 1’den çok kişinin ölümü
ile birlikte 1 veya 2’den çok kişinin yaralanmasına neden olmuş ise,
kişi 3 yıldan
15 yıla dek hapis ile cezalandırılır.

Burada Ceza hukukunun “kusursuz sorumluluk” ilkesinin geçerli olacağını,
sorumluların kent suyunun sağlıksız olmasından kaynaklanan olumsuz sonuçlara karşı ileri sürecekleri gerekçelerin (def’i) dikkate alın(a)mayacağını vurgulamak isteriz.

Ayrıca, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın da yaşananları “ihbar” kabul ederek adli soruşturma başlatması yerinde olacaktır. Yukarıda da değinilen 5996 sayılı yasa md. 40 bunu gerektirmektedir..

Son söz                 :

  • Ankara’nın su sorunu çok ciddidir ve bu sorun Gökçek’i aşmıştır;
  • Hükümet ivedilikle duruma el koyarak hızlı ve güvenli – sağlıklı – kalıcı çözümler üretmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
19.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Metnin pdf biçimi için : ANKARA’nin-SU_SORUNU

==============================================

Mustafa_Balbay_portresi_Ata_ile

 


 

 

Tam başkentte iç politikadan dışişlerine kadar her alanda işin suyu çıktı derken, Ankara’da ciddi bir su tartışması çıktı. 

Biz de kendimizi suyun içinde bulduk.

Sürekli konuk olarak katıldığım, Halk TV’de Şaban Sevinç’in hazırlayıp sunduğu
Basın Koridoru programında her Salı olduğu gibi bu hafta da öncelikle siyasal gelişmeleri konuşmak üzere hazırlanmıştım. Latif Şimşek’in de katıldığı program, Ankara’nın bir süredir tartışılan içme suyu ile başlayınca, Melih Gökçek yanıt hakkını kaçırmadı. Aramızda üslup farkı olsa da kentin içme suyunu konuşmamak olmazdı.

CHP Ankara milletvekilleri Aylin Nazlıaka ve Levent Gök bir süredir konuyu gündemde tutuyor. Nazlıaka ve Gök kentin değişik bölgelerinden gelen yakınmaları da dikkate alarak Ankaralıları uyardılar, Gökçek’i de kamuoyunu doğru bilgilendirmeye ve sorumluluğa çağırdılar.

Gökçek’in canlı yayında verdiği bilgilere bakılırsa Ankara suyunu elmas niyetine sat, dünyanın çok az ülkesinde bu kadar temiz, arındırılmış, damıtılmış su var.
Her gün 400 ayrı bölgeden alınan örneklerinin ölçümü de bunu kanıtlıyor.
Kaldı ki, Ankara’nın çeşmelerinden akan su Gökçek’in ağzından dökülen sözcükler kadar hızlı olsa başkent tropikal iklime dönerdi.

***

Gökçek’in rakamlarına karşın Ankara’daki hastanelerin acil servislerine özellikle son bir aydır normalin üzerinde sindirim yolu rahatsızlığına dayalı başvuru yapılıyor.
Doktorların genel anlatımla söylediği şu:

  • “Bu aralar Ankara’nın sularında bir şey var!”

İçme suyu bir kentin can damarıdır. En küçük bir kuşkunun bile dikkate alınması, toplumu doyurucu bilgi verilmesi gerekir. Gökçek bir yandan art arda sıraladığı rakamlarla bunu yaptığını söylerken bir yandan da Ankara’nın sularında sorun olduğunu söyleyen hekimler hakkında suç duyurusunda bulunacağını haykırıyor.
Bu yönde çok umudumuz yok ama, olması gereken, o hekimi can kulağıyla dinlemek.

Gökçek’in mantığıyla hareket edilirse, hastalıklara neden aramaya gerek yok;
başlıca suçlu, bunu saptayan doktor. Teşhis etmese, hastalık da ortaya çıkmış olmaz!

2000’li yılların başında Ankara’nın su gereksiniminin Bolu çevresinden mi yoksa Kızılırmak’tan mı sağlanması gerektiği ikilemi yaşanmıştı. Bolu pahalı ama temizdi, Kızılırmak ucuz ama ağır metallerle dolu idi. Gökçek ikincisini tercih etti.

Kızılırmak suyu çok değerlidir; madenciliğe ve kimya sektörüne birebirdir!
Gelinen noktanın özeti bu.

***

Konuşmalarda medya ile ilgili soru sorulduğunda şöyle başlardım:

Medya içme suyu gibidir.
Bir kentin içme suyu kirlendiğinde insan bedenine ne olursa,
medya kirlendiğinde de topluma o olur.


Ankara’nın içme suyunda yaşanan sorun bir bakıma her iki kirliliği de anımsatıyor.

Günlük tartışmaların içinde su sorunu basit bir konu gibi gelebilir. Ancak daha şimdiden 21. yüzyılın en ciddi konularından biri durumuna geldi.

Suda 3’lü kıskaç var                            : 

1. Dünya nüfusu artıyor,
2. Her bireyin kullandığı ortalama su miktarı artıyor,
3. Temiz su kaynakları azalıyor.

Örneğin 1900’lu yılların başında dünya nüfusu 1.5 milyar iken kişi başına yıllık su tüketimi 350 metreküp idi, nüfusun 7 milyarı aştığı günümüzde tüketim 750 metreküpü buluyor.

Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke de değil.

Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına yılda 8 bin metreküp suyun düşmesi gerekiyor. Bizdeki rakam 1500 metreküpün altında.
Durum böyleyken barajlardan plansız kentleşmeye dek her yöntemle temiz su kaynaklarımızı kurutuyoruz, kirletiyoruz.

Başkentteki temiz su tartışmasının sorunun gerçek boyutlarını gündeme taşımasını dileyelim.  

Bu ülke sahipsiz değil!

Dostlar,

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği Anabilim Dalı Başkanı değerli meslektaşımız
Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU‘ndan kısacık bir ileti var..

Murathan Mungan‘ın bir sözünü alıntılayarak..

  • “Haklı olduğunu bilmenin güveniyle sakin, sabırlı, inançlı ve diri, dipdiri olmak gerekiyor. Bu ülke her şeye karşın o denli sahipsiz değil.
    Ölülerin hatırasına, yaşayanların geleceğine borcumuz var.”

Teşekkür ederek paylaşıyoruz bir sonbahar sabahında..

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Edirne Valisi; kanser uyarısı yapan doktoru görevden aldı


Edirne Valisi, kanser uyarısı yapan doktoru görevden aldı!

Dostlar,

Uz. Dr. Dilek Tucer‘i Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki 1988 – 2004 arasında geçen 16 yıllık öğretim üyeliği (tıp öğretmenliği) döneminden tanırız. Çalışkan, titiz, zarif bir insandır. Tıp Fakültesini başarıyla bitirdikten sonra sınavla kazandığı İç Hastalıkları Uzmanlık eğitimi almış sonra da yine sınavla kazandığı üst uzmanlık / yan dal olarak Mide – Bağırsak Hastalıkları (Gastroenteroloji) dalında 3 yıl daha eğitim alarak, tez yazarak “ileri uzman – yan dal uzmanı” olmuştur.

Konuya ilişkin bize ulaşan e-iletilerden bir-ikisi aşağıda..

*******************

  • Sizin o doktor hanım dediğiniz bir gastroentorologdur. Beş yıllık dahilye ihtisası üstüne üç yıllık bir süper ihtisas sahibidir. Şu ülkede bundan çok okumuş insanlar sayıyladır. Bir uzman hekimin uyarıları bile kulaktan dolma bilgi sayılıyorsa,
    yıkılsın bu dünya. Kime güveneceğiz. İmamlara, milletvekillerine, başbakana, cumhurbaşkanına güvenebilir miyiz? Doğrusu benim bu kafiye zerre kadar güvenim yoktur.Ve ayrıca, velev ki, bu hanım yanlış, yanlı beyanda bulundu. Buna bile hakkı vardır. Yanlış ya da yalanın ayıracı nedir? Hükumet mi, valiler mi ölçü olacak?Peki bu uzman doktor hanım beyanda bulundu ve diyelim ki birileri de zarar gördü.
    Peki kimler bunlar? Neden bunlar ortada yok da vali neden kendi kendine durumdan görev çıkarmış? Çiftçilerin kooperatifleri yok mu? Bırakın meslek örgütlerini, tek bir çiftçi bile yok mu, kendini anlatacak?
    Konuşamaz mıydı bir çiftçi o güzel Trakya şivesiyle?Uluorta açıklamaymış.
    İfade özgürlüğü nasıl olacak peki?
    Uluorta ifade edemedikten sonra nasıl bir özgürlüktür bu?
    İzin mi alınacak, valilik mi izin verecek?
    Bırakın lütfen, partizanlığı, fanatizmi.
    Onun bunun izniyle ifade özgürülüğü olmaz.

    İfade özgürlüğünün devlet memurları için sınırlanmasının bile bir sınırı vardır.
    Askeri, polisi, MİT görevlisini anlarım, ama doktor konuşur.
    Konu Halk Sağlığıysa özellikle konuşur.

    Rusya’da Çernobil olayında gördük.
    Japonya’da Fukuşima olayında yaşadık.
    Türkiye’de yüzlerce kez tanık olduk.
    Kamu görevlilerinin gerçekleri halktan gizleme geleneği vardır.
    Bu türden yerlerde özellikle aydınların ve bilgiye sahip olanları sorumluluğu vardır.

    Sizinki kraldan çok kralcı olmaktır.
    Devlet halk içindir.
    Kamu görevlilerinin suçlarını, ihmallerini, “devleti koruyoruz” diye
    halka rağmen korumak gayretkeşlikten başka bir şey değildir.

    Bir halk sağlığı olayını halktan gizliyorlar. Bu kadar basittir.

    Oraj POYRAZ

*********************

Dansöz bunlar.
Meğer doktor açıklamasından dolayı değil de, gelişi güzel basına bilgi vermesinden dolayı görevden alınmış. Basın ne işe yarar.
Fikir ve ifade özgürlüğü nedir?
Devlet memurları kul mudur, köle midir?
Amir nedir, yetkileri nereye kadar uzanır?
Ve en önemlisi toplumun bilgi edinme hakkı ne olacak?
Ve şunu belirtmek isterim : Eğer dindar denilen toplum bunu oyluyor ve onaylıyor ise kanser olmayı bin kere hak etmiştir.
********************

Vali, kanser uyarısı yapan doktoru görevden aldı

Engin ÖZMEN-
Ali Can ZERAY EDİRNE,(DHA)
15 Eylül 2014
EDİRNE’de Kamu Hastaneleri Birliği’ne bağlı Devlet Hastanesi’nde Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Dilek Tucer, düzenlenen basın toplantısında Ergene Nehri’nin suladığı alanlarda yetişen pirinçlerin kansere yol açabileceğini söylediği gerekçesiyle Edirne Valisi Dursun Ali Şahin tarafından görevinden alındı.
Vali Şahin, doktoru açıklamasından dolayı değil, gelişi güzel basına bilgi vermesinden dolayı görevden aldığını açıkladı.
Edirne Devlet Hastanesi’nin belirli aralıklarla çeşitli uzman hekimler aracılığı ile halkı bilgilendirmek amacıyla düzenlediği basın toplantısına katılan Gastroenteroloji uzmanı Dr. Dilek Tucer, 9 Eylül günü basın mensuplarıyla bir araya geldi. Bilgilendirme toplantısında uzmanlığı olan şifalı otlar adı altında kullanılan bitkilerin, bilinçsiz ve yanlış kullanımından dolayı kanser tehlikesine sebep olabileceğini anlatan Dr.Tucer, daha sonra gazetecilerin sorusu üzerine Ergene Nehri’ndeki kirliliği ve çevresine verdiği zararları,

“Trakya bölgesinde Ergene Nehri gibi bir sorun varken yalnızca otlar açısından değil, yediğimiz öbür ürünler konusunda da büyük bir kanserojen etkisi var. Trakya bölgesi için bu çok önemli bir sorun.
Özellikle pirinç üretiminde önde gelen bölgelerden birisiyiz. Otları bir kenara bırakıyorum, pirinçte de neredeyse tüm Türkiye’ye bizden dağıtım yapılıyor. Bir otun nereden ve nasıl toplandığı çok önemli, Ergene’yi özellikle söylüyorum çünkü biz organik tarıma yönelmeye başladık ve gastroenterolojik açıdan da Trakya bölgesinde kolon ve mide kanseri özellikle
son yıllarda artmış durumda. Bunda tabii yalnızca Ergene rol oynamıyor. Çernobil’den etkilenen bölgeler arasında Karadeniz’den sonra Marmara Bölgesi geliyor zaten. Bu konu hakkında aslında bilimsel bir çalışma yok.
Türkiye’de bildiğim kadarıyla yapılan iki büyük çalışma var. Bu çalışmalar bir hekim tarafından yapılan çalışmalar değil. Özellikle Halk Sağlığı Uzmanları tarafından yapılan bir çalışmada ve yabancı kaynaklı bir çalışmada da Çernobil faciasının Trakya bölgesindeki etkilerinden çokça bahsedilmekte. Gözümüzle de bunu görüyoruz.”
diye anlattı.


VALİ GÖREVDEN ALDI, SORUŞTURMA AÇTI
 

Açıklamaların basında yer alması üzerine Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, Dr. Dilek Tucer hakkında soruşturma açılması talimatını vererek görevinden aldı. Edirne Kamu Hastaneleri Birliği’ndeki tek Gastroenteroloji uzmanı olan Dr. Dilek Tucer yerine Kırklareli’nden bir hekim görevlendirildi. Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, Dr. Dilek Tucer’in ‘gelişi güzel basına bilgi vermesi’nden dolayı görevinden aldığını
ifade ederek şunları söyledi:
“Doktoru görevden aldık, pirinçler kanser yaptığından diye değil.
Pirinçler kanser yaptığını hangi bilimsel ortamda açıklanmış ki?
Kanser yapmış. Gelişi güzel basına bilgi vermesinden dolayı görevden aldık. Başka bir şey değil. Açıklamalarından dolayı değil.
Açıklamaları bilimsel değil. Kendiliğinden bu şekilde açıklama yapması, izin almadan bu işlere giriştiği için görevden aldık.
Bu konuyla ilgili çalışma başlattık, bakanlıktan gelen müfettiş çalışmasını sürdürüyor. Kırklareli’nden gelen bir doktor O’nun yerine göreve başladı.”

DOKTORLAR KARARA TEPKİLİ

Edirne Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Tanrıkulu ise
Dr. Dilek Tucer’in soruşturma tamamlanmadan görevinden alınmasına tepki gösterdi. Tucer’in hekimler arasında gurur kaynağı olan bir hekim olduğunu kaydeden Tanrıkulu;

 

“Öncelikle şunu söyleyeyim, liseden sonra 6 yıl Tıp okuyorsunuz, 4 yıl dahiliye uzmanlığı yapıyorsunuz,
3 yıl da bunun üzerine Gastroenteroloji uzmanlığı yapıyorsunuz. Bakın 13 yıl liseden sonra eğitim alıyorsunuz. Dilek Tucer’in bir basın açıklaması yüzünden görevden alınması bizi gerçekten üzmüştür. Dilek hanımın her zaman yanındayız ve destek veriyoruz. Buradan bir şey de açıklamak istiyorum Kamu Hastaneleri Birliğinin ayda bir açıklaması var,
bu yönetimin izniyle bir yapılan açıklaması.
Zaten yönetim bunu kendisi istiyor. Kamu Hastaneleri Birliği Devlet Hastanesi Hekimlerini ayda bir halkı bilgilendirmek üzere bir toplantıya davet ediyor.
Bu son olayda Dr. Dilek Tucer’in yine yönetimin istediği bir mekanda yaptığı bir basın açıklamasıdır.
İzinsiz bir basın toplantısı değildir.” 
diye konuştu.

 

MÜFETTİŞ SORUŞTURMAYA BAŞLADI

Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in talimatıyla görevinden alınan
Dr. Dilek Tucer ile ilgili Sağlık Bakanlığı’ndan istenen müfettiş kente gelerek incelemeye başladı. Tucer’in hekim arkadaşları da sosyal medya üzerinden tepkilerini dile getirerek soruşturma tamamlanmadan görevden alınması kararını protesto etti.
********************
Dostlar,

 

Bu tür soruşturmalarda gerek başhekimliğimniz ve sağlık müdürlüğü görevimiz, gerek Türk Tabipleri Birliği ve Üniversitede çeyrek yüzyılı aşan hocalık görevlerimizde çoook bulunduk. Diyelim ki izin alınmadan basına açıklamada bulunuldu.. Niçin görevden el çektirirsiniz? Bir yandan yönetsel soruşturmanız sürer, öbür yandan soruşturma yürür. Atılı suç bu denli ağır mıdır ki görevden el çektiriyorsunuz? Dr. Dilek hanım görevde kalsaydı sözde suç kanıtlarını mı değiştirecekti? Kimilerine baskı mı yapacaktı?

Görevden alınmasında hangi üstün kamu yararı ve hukuksal gerekçe vardır?


İmam Hatipli 4 aylık Edirne Valisi
yanlış yapmıştır.
Yetkilerini aşmış ve hukuku zorlamıştır.
Yapılan işgüzarlıktır, terör estirmedir..

Vali, 657 sayılı yasanın kimi ilkel hükümlerini (Md. 15) katı bir baskıcı – antidemokratik – özgürlükçü olmayan ve hoşgörüsüz anlayışla uygulamıştır. Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek (657 md.125/B-m) 17.09.2004 tarih ve 5234 sayılı 17.09.2004 tarih ve 5234 sayılı yasayla, 657 sayılı Yasada yapılan değişiklikle, eylemin karşılığı Kınama olarak tanımlanmıştır.

 

Kınama, Uyarıdan sonraki en hafif disiplin cezasıdır.
Eylem ile önlemin ya da yaptırımın dengeli olması gerekir. Görevden elçektirmenin hiçbir hukuksal, akla uyar yanı ve gerekçesi yoktur. Kaldı ki, açıklamanun yasal zemin ve zamanda yapıldığını Edirne Tabip Odası Başkanı Dr. Ertuğrul Tanrıkulu açıklamaktador.

 

AYRICA :

 

  • Sanık “türbanlı” olsaydı, İmam Hatipli Edirne Valisi
    bunu yapabilir miydi??

Ayrıca yaş 64.. Seneye emekli olacak Vali,
neden katı – yasakçı despot yolu seçer? 657’nin ve
bağlı disiplin yönetmeliğinin bu anti-demokratik hükümlerinin daha üstün hukuk normları karşısında
bir anlamı yoktur.

Doktorların halkın sağlık eğitiminden sorumlu olduklarını biliyoruz. (Dünya Sağlık Örgütü tanımı)

4 yıllık Hukuk eğitimli Vali çok ayıp etmiştir,
hiç şık değildir yaptığı.. Biz hekimler, bu tür davranışların ruhsal arkaplanını çok net biliriz.
Yazar ve söylersek ayıp olur, çok ağır kaçar.

Hele hele Valinin partisi AKP yasaklara karşı, ileri demokrasi düzeni getirirken (!?).. Ergene havzasındaki tehlikeli kirliliğin sağlık sakıncaları ile ilgili olarak Trakya Üniversitesinde çok sayıda bilimsel çalışma yapılmıştır. Vali isterse bunları Üniversite kendisine sunar.
Trakya pirinçlerinde, yumurtalarında, piliç dokularında DİOXİN adlı toksik-karsinojen maddenin varlığını biz Gıda derslerimizde yıllardır anlatmaktayız.
Yöneticiler genelde halktan saklarlar.. Örnekler öyle çok ki.. Çernobil dönemi bakanlarından Hüseyin Cahit Aral “çaylarımız radyasyonsuzdur..” diyerek TV’lerde çay içerek halka yalan söylemişti. TAEK‘ten emekli uzman arkadaşlarımızın bize aktardıklarına göre, Çernobil sonrası ölçülen radyasyon 10 birim ise halka 1 (bir) birim olarak açıklanmıştır. Benzer biçimde Dilovası‘nda çevre araştırması yapan ve kanser ölümlerinin 3 kat arttığını açıklayan Halk Sağlığı hocamıza Kocaeli Belediye başkanı “şarlatan” demiş ve açılan davada hapis cezası almıştı..

Öte yandan Valini açıklaması içerik olarak da çelişkilidir. İHL’li Vali bir yandan basına izinsiz açıklama nedeniyle “görevden aldık” derken, öbür yandan da “açıklaması bilimsel değil.. nerde kanser verisi..?” gibisinden kendi uzmanlık alanını aşan gerçek dışı bildirim yapmaktadır. Hazin bir durumdur.
Vali, bu soruşturma sonrasında dava edilerek tazminata mahkum edilebilir.


Anayasa md. 90 / son
fıkra bağlamında düşünce ve onu ifade özgürlüğü, çok sayıda uluslararası sözleşme ile temel insan hak ve özgürlüğü kapsamında iç hukuka TBMM’ce usulüne uygun olarak maledilmiştir ve bunlar iç yasalarla çeliştiğinde üstün hukuk normlarıdır.

AİHM’nin de AİHS’ni uygularken İHL’li valinin işgüzarlıkla uyguladığı keyfi yaptırımların iç hukuktaki sıradan dayanaklarını dikkate alacağını hiç ama hiç sanmıyoruz. Dr. Tucer ve Edirne Tabip Odası, TTB desteği de alarak sorunun peşini bırakmamalıdır. Valinin hukuk dışı keyfi eylemi, bir bumerang gibi geri dönerek kendisini vuracaktır.

 

  • Dileriz Sağlık Bakanlığj denetcisi hemen göreve iade kararı verir ve gerekirse yönetsel soruşturma sürer. Verilebilecek en ağır ceza KINAMA’dır çünkü.. Bu olası ceza için sanığı görevden alarak peşinen cezalandırmak kabul edilemez. Ayrıca Dr. Dilek Tucer
    bu hastanede tek Gastro-enteroloji uzmanıdır. Halkı O’nun uzmanlık hizmetinden yoksun bırakmaya hiç kimsenin hakkı olamaz. Kırklareli’nden uzman istenmesi de bu ayıbın farkında oluştur. Ancak bu kez, Edirne’den çok daha küçük bir kent olan Kırklareli’nde 2. bir Gastro-enteroloji uzmanı kaldığını
    hiç sanmıyoruz.

Vali durup dururken terör estirmiştir.

İçişleri bakanlığınca kendisi soruşturulmalıdır.

Bu da bizim Bakanlıktan istemimiz hatta
suç duyurumuzdur.

 

Sevgi ve saygı ile.
16.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ebola virüsü hızla yayılıyor!


Ebola virüsü hızla yayılıyor!

 

Dostlar..

Batı Afrika’nın 4 yoksul ülkesi (Gine, Liberya, Sierra Leone ve
Nijerya)
 onca yoksulluk ve yoksunlukları yanı sıra bir de EBOLA virüsü bulaşı (enfeksiyonu) ile boğuşmaktalar.. Elbette sonuçlar çok ağır hatta yıkıcı..

Uluslararası toplumun teknik sağlık önlemlerine ek olarak,
insancıl ekonomik yardım yapması da bekleniyor bu ülkelere..

Türkiye açısından ise, SAĞLIK BAKANLIĞI eşgüdümünde
Hükümetin geniş kapsamlı bilimsel önlemleri titizlikle sürdürmesi gerekiyor.

Salgından korunmak için halkımızın genel sağlık düzeyinin yükseltilerek
bağışık direncinin artırılması gerekir ama bu hemen sonuç alınacak bir
eylem – makro hedef değildir.

Halktan yana ulusal beslenme – gelir – tarım – gıda – eğitim .. önlemlerini bir bütün olarak uygulamayı gerektirir.

Bunun için de hükümetlerin küresel piyasaların güdümünden sıyrılarak
değindiğimiz alanlarda SOSYAL POLİTİKALAR izlemekten başka seçenekleri yoktur.

Sevgi ve saygı ile.
16 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Ebola virüsü hızla yayılıyor!

Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hatipoğlu,
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Ebola salgınında olgu sayısının
4366’ya, ölümlerin ise 2218’e ulaştığını bildirdi.

http://haber.tr.msn.com/saglik/ebola-vir%C3%BCs%C3%BC-h%C4%B1zla-yay%C4%B1l%C4%B1yor-3, 16.9.14

Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsem Hatipoğlu, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Ebola salgınında olgu sayısının 4366’ya, ölümlerin ise 2218’e ulaştığını, virüs yayılma hızı artarken alınan
önlemlerin salgını önlemeye yetmediğini bildirdi.

Hatipoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sağlık Bakanlığı olarak

Gine,
Liberya,
Sierra Leone ve
Nijerya’daki

Ebola salgınını yakından izlediklerini söyledi.

Yalnızca salgını değil, bölgenin ekonomik ve siyasal yapısını da gözlemlediklerini
ifade eden Hatipoğlu, bu parametrelerdeki (AS: ölçütlerdeki) bozulmalar sonucunda, başta temel gıda maddeleri olmak üzere fiyatların yükseltmesinden ve halkın kısıtlı olan gelirlerinin daha da düşmesi sonucu beslenme bozukluklarının artmasından endişe ettiklerini dile getirdi.

Hatipoğlu, Türkiye’de Ebola virüs olgusunun görülmediğini bildirerek,
“Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Ebola salgınında olgu sayısı 4366’ya,
ölümler ise 2218’e ulaşmıştır. Virüs yayılma hızı artarken alınan önlemlerin salgını önlemeye yetmediği görülmektedir. Buna karşılık bugün itibarıyla
Türkiye’de Ebola virüs enfeksiyonu olgusu yoktur.” diye konuştu.

Ebola virüsünün özgün bir sağaltımının bulunmadığını, önemli olanın kişinin virüse karşı vücut savunma sisteminin geliştirilmesi gerekliliğine değinen Hatipoğlu,
sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Ebola virüsü enfekte şempanze, goril, maymun, yarasa gibi yabanıl hayvanlardan insanlara bulaşır. İnsandan insana geçiş, bütünlüğü bozulmuş deri veya mukozanın enfekte insanların kan ve vücut sıvılarıyla doğrudan değinmesiyle olur. Ayrıca hastanın vücut salgılarıyla kontamine
    (AS: bulaşlı) çevresel materyalle de bulaşma olabilir.
  • 2-21 günlük kuluçka süresinin ardından yüksek ateş, baş ağrısı, eklem ve
    kas ağrısı, halsizlik, ishal, kusma, karın ağrısı, iştahsızlık belirtileriyle ortaya çıkar. Ağır olgularda vücutta yaygın döküntü, gözlerde kızarıklık, öksürük,
    nefes almakta güçlük, boğaz ağrısı, yutkunma zorluğu, hıçkırık, vücut içinde
    ve dışında kanamalar, karaciğer ve böbrek yetmezliği görülür. Bilindiği gibi
    Ebola virüsü enfeksiyonunun özgül bir sağaltımı yoktur. Burada önemli olan ‘bağışık sistem’ dediğimiz kişinin virüse karşı savunma sistemidir.
    Vücudun savunma sistemini artıran etmenlerin başında iyi ve doğru bir beslenme gelmektedir.”

Salgın ekonomiyi vurdu

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü‘nün (AS: FAO) yaptığı açıklamaya göre, bölgedeki Ebola salgınının tarım sektöründeki rekolteyi etkilediğini, kişilerin sektörden uzak kalmasıyla üretimin azalmasına ve gıda fiyatlarının artmasına neden olduğunu aktaran Hatipoğlu, bölgedeki halkın hareketlerinin kısıtlanmasıyla gıda maddelerinin pazarlanmasını da etkilediğini anlattı.

Hatipoğlu, paniğin gıda ürünlerinin stoklanmasına, gıda kıtlığına ve kimi ürünlerin fiyatlarının aşırı yükselmesine yol açtığı belirterek, şöyle devam etti:

  • “Salgın ekonomiyi vurmaya başlamıştır. Yatırımcılar virüs korkusundan
    bölgeyi terk etmeye ve Batı Afrika‘daki ülkelerin gelirlerinde düşme oluşmaya başlamıştır. Halkın açlıkla burun buruna kalabilme riski vardır.
    Dolayısıyla bölgenin sağlık personeli ve tıbbi malzeme yanında artan bir hızla temel gıda maddelerine de acil gereksinimi olduğu görülmektedir.
    Uluslararası toplumun ve yardım kuruluşlarının bu gözle de
    bölgeye bakmalarında yarar var.”

CAN GÜVENLİĞİ İSTİYORUZ!


CAN GÜVENLİĞİ İSTİYORUZ!

 

Dostlar,

İstanbul Mecidiyeköy’de 10 (on) emekçiyi vahşice katleden işçi cinayetinin sorumlularını lanetliyoruz..

Tarifsiz bir acıyla aşağıdaki yazıyı paylaşıyoruz…

Sevgi ve saygıyla.
10.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

DİSK                        :

Türkiye işçi cinayetlerinde Avrupa birincisi: 12 yılda 13168 işçi can verdi!

Torun İnşaat’taki işçi katliamı Türkiye’deki işçi cinayetlerini gündeme getirdi.
  • DİSK ve TÜİK verilerine göre AKP’nin 12 yılında 13168 işçi yaşamını yitirdi!
Türkiye, işçi ölümlerinde El Salvador ve Cezayir’in ardından dünyada 3., Avrupa’da 1. oldu
 
Taraf’ın haberine göre Torunlar GYO’ya ait gökdelen inşaatındaki asansörün düşmesi sonucu 10 kişinin yaşamını yitirmesi, Türkiye’de son yıllarda yaşanan failinin belli olduğu ancak ceza almadığı işçi cinayetlerini akla getirdi. Torunlar GYO’da şimdiye dek üst düzey yetkililer, inşaata ruhsat veren kurumlar, inşaatın denetiminden sorumlu ilgili bakanlıklardan hiçbir yetkili ifadeye çağrılmadı. Yalnızca asansör firmasından iki kişi gözaltına alındı. İfadeye çağrılmaları da sonucu değiştirmiyor. Yaşanan tüm işçi cinayetlerinde çoğu kez takipsizlik kararı verilirken medyanın gündemine gelen büyük felaketlerde ise uzun süren yargılamalar yapılıyor. Bu yargılamalar sonucu yine gerçek kusurlular ceza almadan davalar kapatılıyor. İşte Türkiye’de asıl faillerinin cezalandırılmadığı ya da yargılaması yıllarca süren iş cinayeti davaları
 

Davutpaşa’daki patlamada
21 işçi öldü!

İstanbul Davutpaşa’da 31 Ocak 2008’de havai fişek fabrikasında yaşanan patlama sonucu 21 kişi yaşamını yitirirken 117 kişi yaralanmıştı. Altı yıl süren yargılama Haziran ayında (AS: 2014) sonuçlandı. Ailelerin büyük hukuk mücadelei vererek sürdürdüğü yargılamada beklenen olmasa da sorumluların bir bölümü ceza aldı.
İşçi cinayetlerinde bir belediye başkanının yargılanması ise bir ilkti. Ancak dönemin Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın da sonunda beraat etti. Davanın avukatı Güldem Demir, başkanın beraat nedenin “bilirkişi raporu” olduğunu söyledi.
*********************
OSTİM’de 11 işçi yaşamını yitirdi,
hukuk mücadelesi sürüyor..

Hukuk mücadelesi hala süren bir başka
işçi cinayeti ise Ankara’da 3 Şubat 2011’de meydana gelen OSTİM’de (Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi) yaşanan
tüp patlaması. 20 işçinin yaşamını yitirdiği davanın 22. duruşması 4 Eylül’de görüldü. Geçen duruşmada bilirkişi raporu yayınlandı. Bu bilirkişi raporunda yalnızca tüpleri satan gaz şirketinin suçlu görülmesinin kabul edilemez olduğunu belirten davanın avukatı Erbay Yucak;
“O patlayan tüp firmasına vize veren Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’dır. Patlayan tüplerin dolum şekli olan SNT tüp doldurma ruhsatını önce verip sonra iptal eden Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’dur. Patlamanın yaşandığı işyerinin kaçak olmasına kaşın çalışmasını göz yuman OSTİM yetkilileri, Belediye ve Çalışma Bakanlığı’dır.
Ancak bilirkişi raporunda onlar sorumlu görülmedi. Biz bu rapora itiraz ettik.
Eğer itirazımız kabul edilmezse yalnızca tüp firması yargılanacak..”
eleştirilerinde bulundu.

 

Esenyurt’ta alışveriş merkezi
11 işçiye mezar oldu

İstanbul Esenyurt’ta 11 Mart 2012’de Marmara Park Alışveriş Merkezi’nin inşaatı sırasında işçilerin kaldığı çadırda çıkan yangında 11 işçi yaşamını yitirmiş 4 kişi de yaralanmıştı. Yangına neden olan ise işçilere barınma amaçlı kurulan çadırda kullanılan ısıtıcıydı. Bu davaya bakan Avukat Gülfem Demir, davanın sürdüğünü söyledi. Ancak bu davada da öbür
işçi cinayetlerinde olduğu gibi yalnızca kimi yetkililerin sorumlu tutulduğunu söyleyen Av. Demir, tüm sorumluların yargılanmamasının nedeninin ise bilirkişi raporu olduğunu söyledi. Demir, şöyle konuştu;
 
“Raporlar eksik ve kötü hazırlanıyor. Asıl sorumlular raporda yer almıyor. Genelde belediyenin alt çalışanları, iş güvenliği uzmanları ve ustabaşıları cezalandırılıyor.”
 

Soma Maden Faciası

Geçtiğimiz Mayıs ayında (AS: 13 Mayıs 2014) Manisa’dan gelen bir haber tüm Türkiye’yi yasa boğmuştu. 301 madencinin yaşamına mal olan faciada ihmaller hala konuşuluyor. Hukuksal sürecin başlatılabilmesi içinse bilirkişi raporu bekleniyor. Avukatlar raporlar gelmeden dava açılamayacağını söylerken, ancak usuli (AS: yöntemsel) işlemler düzeyinde ilerleme kaydedildiğini belirtti. Maden faciasının ardından Soma Holding Genel Müdürü Ramazan Doğru, mahkemede “Bana verilen yetki imzası sahte” diyerek Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ı suçlamış,
Gürkan da genel kurul belgesini gösterip Doğru’yu suçlamıştı. Eylül ayı içinde
hazır olması beklenen bilirkişi raporu imza tartışmasını da netleştirmiş olacak.
Rapor doğrultusunda kimlerin yargılanacağı da belirlenebilecek.

Sivas Kongresi, Tıbbiyeli Hikmet ve 9 Eylül 1922


Sivas Kongresi ve Tıbbiyeli Hikmet ve 9 Eylül 1922

Dostlar,

Sayın Servet Camgöz’den çok değerli bir ileti aldık.. Aşağıda aktarıyoruz.
Ama öncesinde birkaç sözümüz var :

Tıbbiyeli Hikmet ile övünüyoruz ve o geleneği yaşatmaya çabalıyoruz..

Türkiye’nin “Tam bağımsızlık” dışında bir dış politika seçeneği yoktur.
Mustafa Kemal Paşa konuşmalarında gırtlağını yırtarcasına “İstiklal-i tamme!”
diye haykırmıştır.

1925-37 arasında 12 yıl kesintisiz Atatürk’ün Dışişleri Bakanlığını yapan bir başka tıbbiyeli Dr. Tevfik Rüştü Aras‘ın ünlü ve işleyen – başarılı olan ilkesini hiç akıldan çıkarmamak gerekir :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur.
    Herkesle dostluk kurmak isteriz.
    Fakat hiç kimseyle ittifak kurmayız..”

Bu politika ilkesi günümüzde de geçerlidir. Uluslararası İlişkiler profesörü Davutoğlu, 2009-14 arasında Türk Dışişleri politikasında tam bir batağa sürüklemiştir ülkemizi.
“Stratejik Derinlik” kitabının karmaşık aktarma kuramları, ne yazık ki Ortadoğu cehenneminde “Stratejik Dehlizlere” dönüşmüş ve Türkiye yalnızlaştırılmıştır.
Başta NATO –  AB ve öbür çokuluslu yapılar tarafından tek yanlı olarak acımasızca ve onur kırıcı biçimde kullanılmaktadır. Obama, Ukrayna için Türkiye’den asker isterken, başımıza bela ettikleri PKK ve IŞİD gibi taşeron bölücü – kanlı örgütlerle
yüz yüze bırakmıştır.

Dış politikada başarılı olmak için, Doç. Dr. Hüner Tuncer‘in belgesel olarak kaleme aldığı “ATATÜRK’ün DIŞ POLİTİKASI” adlı yapıtın ivedilikle okunmasını dileriz..
Başta 62. hükümetin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından..

Sivas Kongresi’nin kahramanlarına selam olsun…

Bir de, unutulmasın; 30 Ağustos 1922 günün Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın kazanılması ve Yunan mevzilerinin çökertilmesi ile savaş bitmemişti..

Başkumandan Mareşal Mustafa Kemal Paşa,
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İLERİ!” komutu vermişti ve Mehmetçik yalın ayak, seller gibi akarak Yunan birliklerini Ege’de, İzmir’de denize dökmüştü.. Afyon ovasından İzmir’e dek yaklaşık 330 km yolu büyük ölçüde yalın ayak katetmişti!..
Fahrettin Altay Paşa‘nın sınırlı süvari birlikleri dışında..

Bu muazzam süpürme operasyonu, 92 yıl önce bugünlerde sürmekteydi..

Bu kahramanların emekleri önünde, kan ve canları önünde yerlere dek eğiliyoruz..

Mustafa Kemal Paşa tüm savaşı 8 Eylül 1922’de tamamlamayı öngörmüş ama
1 günlük bir gecikme ile İzmir 9 Eylül’de düşman işgalinden kurtarılabilmiştir..

15 Mayıs 1919… 9 Eylül 1922.. 3 yıl 3 ay ve 25 gün sonra..

Mustafa Kemal Paşa‘nın 4 kim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmadan :

  • “Milletin yazgısını doğrudan doğruya üstlenerek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı,
    bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu coşkuyla dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum”
    (Büyük Zafer Hakkında 4 Ekim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 1997; 265).

Dikkat edilirse Atatürk elde edilen sonucu Meclise, kurmay heyetine, neferinden genelkurmay başkanına dek Türk Ordusuna ve her türlü özveriye katlanan Türk milletine mal etmektedir. Burada kişiliğine çıkarılan pay yalnızca görevini yapmış olmaktan duyulan mutluluktur. Karşıtıyla, yandaşıyla, cephede savaşanıyla, geri planda eleştireniyle Türk Milletini bir bütün olarak kendi ekibi olarak gören bir anlayış görüyoruz. Atatürk, yaptıklarını milletinin beklentilerini karşılamak olarak gören
bir millet adamıdır. Benliğini yok etmiştir..

Şimdi Tıbbiyeli Hikmet‘in aşağıdaki öyküsüne dönelim…

Sevgi ve saygıyla.
6.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Servet CAMGÖZ

Balıkesirliler Derneği / ANKARA
scamgoz@hotmail.com
Tibbiyeli_HikmetCumhuriyet tarihimizde önemli noktalardan olan Sivas Kongresinin toplanmasının 95. yılını kutluyoruz.

İşgalci devletler tarafından saldırıya uğramış, kukla padişah (AS: Vahdettin) tarafından ordusu dağıtılmış, paylaşılmaya çalışılan Anadolu’da, bağımsızlık düşüncesi ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’da ulusal ateşi yakan
Ulu önder Mustafa Kemal,
23 Temmuz 1919’da düzenlenen Erzurum Kongresi‘nin ardından Sivas’ta daha geniş katılımlı bir kongre düzenlenmesini uygun görür. Katılımcılar arasında gençlerin de bulunmasını ister ve “Gençlerin de görüşlerini de alalım” diyerek gençlere de

çağrı yaptırır.

Askeri Tıp Okulunun öğrencileri de (o zaman yalnızca İstanbul’da Tıp Okulu bulunduğundan) Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa tarafından vatanın işgalini önlemek
için bir Kongrenin toplanacağını öğrenince, Sivas Kongresi’ne 3 temsilci göndermek için aralarında çalışmaya başlarlar.

Üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Bey ve Yusuf Bey (Balkan) delege seçilir ve
yeterli paraları olmadığı için aralarında para toplarlar. Ancak toplanabilen 9,5 lira yalnızca bir kişinin Sivas’a gidebilmesine yetecektir. Bunun üzerine Tıp Öğrencisi Hikmet Bey, aralarında aldıkları kararla Sivas Kongresine öğrencileri temsil etmesi için  seçilir.

4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanır

Genel bir değerlendirme, ülkenin içinde bulunduğu durum ve neler yapılabileceği tartışılırken devletin başsız, ordusuz, silahsız oluşu kimilerinde olağan çekincler hatta belirsizlik oluşturmakta, işgal devletlerinin güçlü orduları ve silah güçleri karşılaştırıldığında bu karamsarlık artabilmekte, hatta “Manda” (AS: Mandater yönetim) denilen başka bir ülkenin egemenliğini kabul etme yolu bile seçenek olarak konuşulmaktadır.

İşte bu kongrede öğrenciler temsilcisi olarak katılan genç Tıbbiyeli öğrenci
Hikmet bey, ABD veya İngiltere’nin Manda veya himayesi konusu telaffuz edildiğinde
çok şaşırmış ve çok sert bir tepki göstermiştir. (Kimi kaynaklara göre İlk gün
ilk oturumlar sırasında, kimi kaynaklara göre 2. gün) Mustafa Kemal‘in de bulunduğu
bir toplantıda, yüksek sesle, tarihe geçecek aşağıdaki görüşleri ifade etmiştir :

  • “Beyler;
    Delegesi bulunduğum Türk gençliği beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz.
    Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder
    ve kınarız. Eğer Manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz.” 

Heyecanla konuşmasını tamamlamış ve ardından Mustafa Kemal’e dönerek
aynı coşku ve kararlılıkla:

“Paşam siz de Manda fikrini kabul ederseniz, sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i 
vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” 

demiştir.

Kongreye katılanların bu kararlı itiraz karşısında şaşkın ve Mustafa Kemal’in tepkisini
merak ettiği ortamda Mustafa Kemal Paşa Tıbbiyeli gencin onurlu duruşunu
çok beğenir, mutlu olmuştur (kimi kaynaklarda alnından öperek) ve hemen
o ünlü yanıtı verir :

  • “ Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de yok. Parolamız tektir ve değişmez : Ya istiklal ya ölüm!..” 
    der. (Kimi kaynaklarda) temsilcilere dönerek;

    “Beyler gördünüz mü? Muhtaç olunan kudret, gençliğin asil kanında zaten mevcut.” deyip, sonra Tıbbiyeli Hikmet‘i alnından öper ve
     
  • Gençler, vatanın bütün umut ve geleceği size, genç kuşakların anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” der.

Kongrede söylenen bu sözler, daha sonra Ulu Önderin Büyük Söylev’inin sonunda
1927 Ekim’inde,

“… Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. “
olarak tüm gençliğe yol gösterici olmuştur.

İşte O Hikmet bey, 1901 yılında Balıkesir’in Giresun (Kerasus), sonraki adıyla Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta-Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. Hikmet Bey, İstanbul’da 1919’da İstanbul Askeri Tıp Okulu’nda okumaktadır.

Sivas Kongresi’nin delegesi Hikmet Bey, Askeri-sivil bütün öğrenciler, gençler adına Sivas Kongresine katılan Tıp Öğrencisi Hikmet Bey, ülkesini seven bir Türk gencinin nasıl olması gerektiğini göstermiş, sorumluluk bilinci konusunda örnek olmuştur.

O günün koşullarında kaynak ve dökümlerin çok zayıf olduğu o döneme ilişkin çok bilgi ve belge olmamakla birlikte, eldeki çeşitli kaynaklarda çok etkili bilgiler göze çarpmaktadır. Yıllar sonra Mustafa Kemal Paşa yakınındakilere ve Meclis İdarecilerine;

Bize Sivas Kongresi’nde çok güzel yol gösteren Tıbbiyeli genç vardı, O’nu bulun, Mebus yapalım, vatana hizmet eder..” der. Ancak yeterince yapılmayan araştırmalarda
(kimi kayıtlarda) “O Giresun’lu, Giresun vekillikleri dolu” denir. Oysa O, Giresun
(ya da Kiresun), Karadeniz’deki değil, Balıkesir’in ilçesi (o zaman bucağı) Giresun’dur. Konu daha sonra Mustafa Kemal‘e ulaşınca “2 tane Giresun olmaz, burası savaşın yapıldığı tepe, adı Savaştepe olsun..” der ve M. Kemal Atatürk’ün takdir
ve teklifleri ile 10 Ekim 1934’te TBMM’de adı “Savaştepe” olarak değiştirilir.

Bir başka kaynakta M. Kemal’in talimatı üzerine mebus yapılmak üzere araştırıldığı , ancak bulunamayınca “ölmüş” dendiği, Mustafa Kemal‘in çok üzüldüğü ancak
o sırada Anadolu’da askeri hastanede (kimi kayıtlarda Yalova’da) Albay rütbesi ile başhekimlik görevinde bulunduğu belirtilmektedir. (Mazhar Müfit KANSU).

Bir başka kaynakta değişik  dönemde Mustafa Kemal‘in milletvekilliği önerisi gönderdiği, bu öneri üzerine “Paşamın ellerinden öperim” deyip “Kendisine söyleyin, burada ülkeme daha yararlı oluyorum.” dediği yazılıdır. Bu yanıt kendisine aktarıldığı zaman Mustafa Kemal’in gururla ve keyifle gülümseyerek “Ben o değerli çocuktan böyle bir cevap bekliyordum.” dediği de aktarılmaktadır.

(Toktamış ATEŞ, Cumhuriyet 4 Eylül 1999) .

Mustafa Kemal’e bir toplantıda Söylev‘in sonundaki o ünlü sözüne göndermeyle
Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet  ettiniz Paşam?” diye sorulur.

M. Kemal bu soruya çok güzel bir yanıt verir :

”Ben  Milli Mücadele’ye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da.

Bir de  bağımsızlık ışığı gözünden parlayan  Dr. Hikmet’i “  der.
Cumhuriyetin ilanından  sonra ” BORAN ” soyadını alır. Öğrenciliğinde ve Cumhuriyetin
ilanından  sonra tatillerde  Savaştepe’ye sık sık geldiği, kaldığı  bilinmektedir.

Mütevazi kişiliği ile ön plana çıkmayı istemediği, fedakarca çalıştığı, Atatürk’ü
çok sevdiği halde yurt gezilerinde yakın illere geleceğini öğrenince izine ayrıldığı,
yanına yaklaşmak  yerine görünmeden
uzaktan dinlemeyi, izlemeyi tercih ettiği bilinmektedir.
Erken denecek yaşta,  46 yaşında veremden ölür. Ölümüne neden olan Verem hastalığına
da  Tabip Yarbay olarak Sarıkamış’ta görevliyken soğuk ve kara rağmen özverili çalışması,
karda mahsur kalan  askerlere ulaşmaya çalışırken ciğerlerini üşütmesi nedeniyle
yakalandığı belirtilmektedir.
1945 yılında vefat eden Hikmet BORAN’ın mezarı Karacaahmet Şehitliğindedir.

Oğlu bu yıl kaybettiğimiz ünlü  sanatçı, sunucu Orhan BORAN , torunu da Beyin

ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op.Dr. Burak Orhan BORAN’dır.
Vatan ve bağımsızlık sevdalısı Hikmet Bey’in  Sivas Kongresi’ndeki bağımsızlık 
haykırışının günümüz ülke gençlerine örnek

olması ,  gençlerin  yaşadıkları ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk, gelişmelere

ilgisiz  olmak yerine sorumluluk bilinci  ve vatan sevgisi ile yetişmeleri konusunda
fikir vermesi nedeniyle Savaştepe ‘de
artık bir Tıbbiyeli Hikmet anıtı  dikilmelidir.

Bu genç Tıbbiyeli ruhu hep örnek olmalı, yol göstermeli, her koşul ve durumda ,
kötü işgaller dahi olsa  Vatanın bağımsızlığı için mücadele edilmesi gerektiğini ,
bu ülkenin böyle kazanıldığını hatırlatmalıdır.

  1. yılında başta kurtarıcımız Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Sivas Kongresine

katılıp, bağımsızlık kararı alanları ve Tıbbiyeli Hikmet’i şükran ve rahmetle anıyor,

saygılarımı sunuyorum.

Servet CAMGÖZ
Balıkesirliler Derneği / ANKARA
scamgoz@hotmail.com

 

 

Ankara Tabip Odası’ndan IŞİD Göçmenlerine Destek Çağrısı..


Ankara Tabip Odası’ndan IŞİD Göçmenlerine Destek Çağrısı..

Dostlar,

Üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası‘nın bir insancıl çağrı duyurusunu
paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygıyla.
6.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

ATO_logosu

 

 

 

 

Değerli Meslektaşımız,

Son aylarda Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) saldırıları (AS: IŞİD terör örgütü demek gerekiyor!) Suriye ve Irak’ta yaşayan bir milyon (AS: dolayında) insanı yerinden etmiştir. Savaştan etkilenen bu nüfusun bir bölümü Türkiye’ye gelerek Şırnak, Diyarbakır, Batman, Mardin, Silopi gibi sınıra yakın yerleşim alanlarında geçici olarak barınmaya başlamıştır. Daha büyük bir nüfus, Suriye ve Irak’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerinde yaşam mücadelesi vermektedir. Barınma, temiz ve güvenilir içme suyuna erişim,
acil sağlık hizmetlerine erişim, gıda güvenliği, temel sağlık hizmetlerine erişim,
kronik hastalıkların tedavisi gibi pek çok alanda sorun yaşanmaktadır.

“Karmaşık insani acil durum” olarak adlandırılabilecek bu manzara karşısında bölge Tabip Odalarına bağlı meslektaşlarımız savaştan etkilenen nüfusun yukarıda değinilen sorunlarının çözülebilmesi ve ivedi gereksinimlerinin karşılanması için halen büyük bir özveri ve çabayla çalışmaktadır. Türk Tabipleri Birliği, kısa sürede değişmeyeceği kestirilebilecek olan bu koşullar karşısında bölge Tabip Odalarının çalışmalarını destekleyecek uzun erimli bir hazırlık içindedir. Bu kapsamda, öncelikle gereksinim durumunda bölgede görev yapabilecek hekimlerin belirlenmesi,
ardından bu meslektaşlarımızın her türlü olağan dışı koşulda hizmet sunabilmesi için eğitimi planlanmaktadır.

Gereksinim durumunda bölgede gönüllü olarak çalışabilecek olan üyelerimiz,
aşağıdaki linkte (AS: erişke) bulunan formu doldurarak kayıtlarını yaptırabilirler.

http://ato.org.tr/#/duyurular/detay/333

Ankara Tabip Odası

OKUL SAĞLIĞI SİMPOZYUMU : AĞIZ – DİŞ SAĞLIĞI..


Dostlar
,

2 günlük bir simpozyum duyurusu yapmak istiyoruz..
8-9 Eylül 2014, Ankara, Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Kültür Merkezi Kırmızı Salon

3. OKUL SAĞLIĞI SİMPOZYUMU ..
Teması AĞIZ – DİŞ SAĞLIĞI..

Ağız – diş sağlığı önemli ve yaygın bir Halk Sağlığı sorunu
Pek çok boyutuyla önemli bir Halk Sağlığı sorunu..
Günümüzde bu bağlamda kullanılan başlıca ölçüt DALY (Disability Adjusted Life Year). (Ayrıntılı bilgi SAĞLIK EKONOMİSİ ders notlarımızda bulunabilir :
HEALTH ECONOMICS & PUBLIC HEALTH / Sağlık Ekonomisi ve Halk Sağlığı
; http://ahmetsaltik.net/2012/06/02/health-economics-public-health-saglik-ekonomisi-ve-halk-sagligi/)

Yani, herhangi bir sağlık sorunu – yaralanma nedeniyle oluşan erken ölüm nedenli yitirilen yaşam yılları ve yine aynı nedenlerle gelişen engelli yaşam yılları..
DB’nca (Dünya Bankası) geliştirilen bir “moneter” (parasal) ölçüt..

Türkiye’de 2004 tarihli bir çalışma dışında DALY yükünü / kazancını
yıllık olarak hesaplayacak düzenli (rutin) bir veri toplama sistemi yok.
(DALY_turkiye_hastalik_yuku_calismasi_2004 veya
http://ekutuphane.tusak.gov.tr/kitaplar/turkiye_hastalik_yuku_calismasi.pdf)

Ancak yine de, ağız – diş sağlığı sorunlarının, ülkenin toplam DALY yükü içinde
oransal payının yüksek olduğunu, veri toplayabilen gelişmiş ülkelerden biliyoruz.
(2004 Araştırmasında ilk 10 neden arasında değil; syf. 19, tablo 11..)

Diş çürükleri, süregen (kronik) tonsillo – farenjit enfeksiyonlarının
önemli bir bölümü A grubu beta hemolitik streptokoklar.
Bu bakteriler değindiğimiz odaklarda yerleşiyor ve en önemli 3 komplikasyon olarak

KARDİT – ARTRİT – NEFRİT nedeni oluyorlar.

İlkinde kalp kapakçıklarını, 2. de eklemleri ve 3. de de böbrek işlevlerini bozarak yetmezliğe neden oluyorlar..

dental_health_problems_infographicAnılan 3 enfeksiyon ve özellikle romatizmal kalp kapak hastalığı olarak da bilinen beta hemolitik streptokok enfekiyonu komplikasyonu kalp yetmezliklerinin görülme sıklığı; doğrudan doğruya bir ülkenin temel sağlık düzeyi göstergeleri içinde sayılıyor.
Bu sonki hastalık hızı (rate; görülme sıklığı) doğrudan ülkenin gelişme düzeyini yansıtıyor..

Sağlık Bakanlığı’nın bu hizmetleri daha da yaygınlaştırması ve nitelik olarak iyileştirmesi gerekiyor. SGK kapsamında ilgili sağlık kurumlarına geri ödemelerin (re-imbursement) rahatlatıması ve bu hizmetlerin bilimsel yönetimi için de düzenli veri toplanması ve araştırmalar yapılması gerekiyor.

Değindiğimiz simpozyumda dileriz bunları da konuşma olanağı olur..

Poster aşağıda…

OKUL SAĞLIĞI SEMPOZYUMU BİLİMSEL PROGRAMI

Bize ulaşan çağrı metni ise şöyle :

*****
Değerli HASUDER* Üyeleri,

Doğu Akdeniz Halk Sağlığı Anabilim Dallarının (DAHSAD) geleneksel olarak düzenlemeye başladığı Okul Sağlığı Sempozyumlarının üçüncüsü bu sene 08-09 Eylül 2014 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü ve Diş Hekimliği Fakültesi işbirliğinde, Halk Sağlığı Uzmanları Derneğinin desteği ile “Okul Sağlığında Ağız ve Diş Sağlığı” teması ile düzenlenmektedir. Okul Sağlığında Ağız ve Diş Sağlığı’ konulu III. Okul Sağlığı Sempozyumu’na katılımınız bizleri onurlandıracaktır.

Prof. Dr. Hilal Özcebe ve Prof. Dr. Tayyar Şaşmaz

Açılış: 8 Eylül 2014, Saat: 09:30
Yer: Hacettepe Üniversitesi Sıhhiye Kültür Merkezi Kırmızı Salon

* HASUDER : Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (biz de üyeyiz..)

********************

Simpozyuma başarılar dileriz..
Emek verenlere de teşekkür ederiz.
Biz ilk gün öğleden sonra oturumlarını izleyebileceğiz..

Sevgi ve saygıyla.
4.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net