Etiket arşivi: “Organoleptik muayene”

Mustafa BALBAY : ANKARA’nın SULARI… ve bizim katkılarımız..


ANKARA’nın SULARI… ve bizim katkılarımız..


Dostlar
,

Balbay dünkü yazısını Ankara’nın su sorununa ayırdı.
Doğallıkla teknik boyutların ayrıntılarına girmedi.
Bunları biz tamamlayalım..

Biz, doğrusu bu son kirlenme furyasına dek, kendimizi zorlayarak da olsa
musluk suyu içiyor ve soranlara da öneriyorduk.

“Halk Sağlığı” alanında uzman bir hekim olarak yıllarca
“Halk Sağlığı Bölge Laboratuvarı Müdürlüğü” yaptık..
Tüm su ve gıda örneklerinin laboratuvar çözümlemelerini (analiz) yasal resmi yetkili olarak yürüttük.

Suyun muayenesi “Organoleptik muayene” denen yöntemle başlar.
Adından da anlaşılacağı üzere, bu başlangıç muayenesinde başlıca duyu organları kullanılır.

Önce göz.. Bakılır, içme-kullanma suyu berrak – saydam olmalıdır.
Tortu ve yabancı cisim içermemelidir.
Ankara’nın suyu son zamanlarda beklenen ölçüde iç açıcı berrak değil..
Yer yer, zaman zaman boz bulanık, kahverengiye dek giden tonlar taşıyor..

Sıcaklık… Örnek alındığı cam kapta ya da ele değdiğinde bir sıcaklık sorunu yok.

Koku… Hoş olmayan metalik bir koku var..
İnsanı itiyor. İç huzuruyla kana kana içmeye engel bir koku. Çay da olmuyor..

Ve tad… Ağızda hiç de öyle huzurla içilebilecek tad bırakmıyor.
Ağır metal tadı var. Bu itici – rahatsız edici tadı apaçık ayrımsıyoruz.

Hele pet şişe sularıyla karşılaştırınca bu farklar iyice belirginleşiyor.

Ankara’nın 21. yıllık Belediye Başkanı Melih Gökçek ne denli savunursa savunsun, ortadaki veriler böyle. Kendisinin musluktan su içtiğine hiç ama hiç inanmıyoruz.

Ancak söylediklerinden ve yaptıklarının doğruluğuna inanıyorsa çağrımız şöyledir :

  • TTB Ankara Tabip Odası ve TMMOB Kimya Mühendisleri Odası yetkilileriyle
    Noter eşliğinde, basının izlediği biçimde yeterince su örneği bilimsel yönteme uygun olarak alınsın ve biri kamu biri özel 2 yetkili laboratuvarda incelensin..
    Bu işlem haftanın farklı günlerinde (Kızılırmak suyunun şebekeye verildiği ve verilmediği) yinelensin.. Sonuçları saydam olarak BİLME HAKKI bağlamında birlikte öğrenelim.

Gökçek dedikoduları aşmak istiyorsa yolu budur.
Başkaca bir inandırıcı ikna yöntemi yoktur.

Bizzat Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu‘nun “Ben bu suyu içmem!” demesi Gökçek için “çok uyarıcı” olmalıdır. Ama Melih bey hep savunmacı iletişimde.

Gökçek son derece başarısız bir yerel yöneticidir. 3 dönemdir O’nu aday gösteren
AKP sorumluluğa ortaktır. Eryaman – Sincan Metro hattını yıllarca bitirememiş,
sonunda Ulaştırma Bakanlığı tamamlamıştır. Su sorununu da çözememiştir ama
Ankara Belediyesi merkezi yönetime en borçlu belediyelerin başındadır.

Sağlık Bakanı’nın “Ben bu suyu içmem!” demesi sorumluluğu bitirmez.
Yasalara göre son çözümlemede Halkın Sağlığından sorumlu olan Sağlık Bakanlığıdır :

5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasası,
13.6.10, RG : 27610; md. 27: 

“.. kaynak suları, içme suları, doğal mineralli sular ve tıbbi amaçlı suların üretimi, uygun şekilde ambalajlanması, satışı, ithalat ve ihracatına ilişkin ilke ve yöntemlerle içme – kullanma suların teknik ve hijyenik koşullara uygunluğu,
nitelik standartlarının sağlanması-izlenmesi ve denetimi ile ilgili ilke ve yöntemler Sağlık Bakanlığınca belirlenir.” demektedir.

Su-gıdaların son derece önemli bir bulaşma yolu oluşturduğu bilinmektedir.
Salgınların çıkmasını önlemek için, kişi ve topluma dönük koruyucu çevre sağlığı hizmetlerinin kamu eliyle sürekli ve etkin yürütülmesi gereği ortaya çıkmaktadır.

Beş milyonu aşkın büyük bir kitlenin sağlığı söz konusudur. Konunun şakaya gelir yanı yoktur. Sağlık Bakanı, sorunu Bakanlar Kurulu’na taşımalı ve İçişleri Bakanlığı mülkiye denetçisi (müfettişi) görevlendirerek Gökçek’in görev ihmali – kusuru araştırılmalı ve gerekirse Danıştay kararı ile görevden alınmalıdır.

1992’de Peru’da çıkan kolera salgını 5 yıl sürmüş ve DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) yoğun desteğiyle ancak yıllar içinde sönümlendirilmişti. 1971 İstanbul Sağmalcılar kolera salgını unutulmalaıdır. Halk ürkü (panik) içinde %30 koruyuculuğu olan Kolera aşısı olma için kuyruklara giriyor, Eminönü’de, Bakırköy’de, Üsküdar’da
3 kez aşı olarak koruyucu etkilerin birbirine ekleneceğini sanıyordu! Ne hazin!?

Başkent Ankara’da bu bağlamda bir bulaşıcı hastalık salgınının ekonomik boyutu sanıldığından çok büyük olacaktır. AKP’nin “Yeni Türkiye” si bu mudur??

Orman ve Su İşleri, Çevre ve Şehircilik, Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere Hükümetce görevlendirilmeli ve TTB, TMMOB’den uzmanlar da katılarak soruna el konulmalıdır.

Son olarak, Türk Ceza Yasası‘nda yer alan 3. Bölüm “Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar” başlığı altındaki maddeleri (185-196) Gökçek başta olmak üzere
ilgililere anımsatalım :

TCY Md. 185 : 
(1) Taksirle (kusurlu olarak, kasıt olmadan) bir insanın ölümüne neden olan kişi, 2 yıldan 6 yıla dek hapis ile cezalandırılır.

(2) Fiil, 1’den çok insanın ölümüne ya da 1 veya 1’den çok kişinin ölümü
ile birlikte 1 veya 2’den çok kişinin yaralanmasına neden olmuş ise,
kişi 3 yıldan
15 yıla dek hapis ile cezalandırılır.

Burada Ceza hukukunun “kusursuz sorumluluk” ilkesinin geçerli olacağını,
sorumluların kent suyunun sağlıksız olmasından kaynaklanan olumsuz sonuçlara karşı ileri sürecekleri gerekçelerin (def’i) dikkate alın(a)mayacağını vurgulamak isteriz.

Ayrıca, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın da yaşananları “ihbar” kabul ederek adli soruşturma başlatması yerinde olacaktır. Yukarıda da değinilen 5996 sayılı yasa md. 40 bunu gerektirmektedir..

Son söz                 :

  • Ankara’nın su sorunu çok ciddidir ve bu sorun Gökçek’i aşmıştır;
  • Hükümet ivedilikle duruma el koyarak hızlı ve güvenli – sağlıklı – kalıcı çözümler üretmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
19.9.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Metnin pdf biçimi için : ANKARA’nin-SU_SORUNU

==============================================

Mustafa_Balbay_portresi_Ata_ile

 


 

 

Tam başkentte iç politikadan dışişlerine kadar her alanda işin suyu çıktı derken, Ankara’da ciddi bir su tartışması çıktı. 

Biz de kendimizi suyun içinde bulduk.

Sürekli konuk olarak katıldığım, Halk TV’de Şaban Sevinç’in hazırlayıp sunduğu
Basın Koridoru programında her Salı olduğu gibi bu hafta da öncelikle siyasal gelişmeleri konuşmak üzere hazırlanmıştım. Latif Şimşek’in de katıldığı program, Ankara’nın bir süredir tartışılan içme suyu ile başlayınca, Melih Gökçek yanıt hakkını kaçırmadı. Aramızda üslup farkı olsa da kentin içme suyunu konuşmamak olmazdı.

CHP Ankara milletvekilleri Aylin Nazlıaka ve Levent Gök bir süredir konuyu gündemde tutuyor. Nazlıaka ve Gök kentin değişik bölgelerinden gelen yakınmaları da dikkate alarak Ankaralıları uyardılar, Gökçek’i de kamuoyunu doğru bilgilendirmeye ve sorumluluğa çağırdılar.

Gökçek’in canlı yayında verdiği bilgilere bakılırsa Ankara suyunu elmas niyetine sat, dünyanın çok az ülkesinde bu kadar temiz, arındırılmış, damıtılmış su var.
Her gün 400 ayrı bölgeden alınan örneklerinin ölçümü de bunu kanıtlıyor.
Kaldı ki, Ankara’nın çeşmelerinden akan su Gökçek’in ağzından dökülen sözcükler kadar hızlı olsa başkent tropikal iklime dönerdi.

***

Gökçek’in rakamlarına karşın Ankara’daki hastanelerin acil servislerine özellikle son bir aydır normalin üzerinde sindirim yolu rahatsızlığına dayalı başvuru yapılıyor.
Doktorların genel anlatımla söylediği şu:

  • “Bu aralar Ankara’nın sularında bir şey var!”

İçme suyu bir kentin can damarıdır. En küçük bir kuşkunun bile dikkate alınması, toplumu doyurucu bilgi verilmesi gerekir. Gökçek bir yandan art arda sıraladığı rakamlarla bunu yaptığını söylerken bir yandan da Ankara’nın sularında sorun olduğunu söyleyen hekimler hakkında suç duyurusunda bulunacağını haykırıyor.
Bu yönde çok umudumuz yok ama, olması gereken, o hekimi can kulağıyla dinlemek.

Gökçek’in mantığıyla hareket edilirse, hastalıklara neden aramaya gerek yok;
başlıca suçlu, bunu saptayan doktor. Teşhis etmese, hastalık da ortaya çıkmış olmaz!

2000’li yılların başında Ankara’nın su gereksiniminin Bolu çevresinden mi yoksa Kızılırmak’tan mı sağlanması gerektiği ikilemi yaşanmıştı. Bolu pahalı ama temizdi, Kızılırmak ucuz ama ağır metallerle dolu idi. Gökçek ikincisini tercih etti.

Kızılırmak suyu çok değerlidir; madenciliğe ve kimya sektörüne birebirdir!
Gelinen noktanın özeti bu.

***

Konuşmalarda medya ile ilgili soru sorulduğunda şöyle başlardım:

Medya içme suyu gibidir.
Bir kentin içme suyu kirlendiğinde insan bedenine ne olursa,
medya kirlendiğinde de topluma o olur.


Ankara’nın içme suyunda yaşanan sorun bir bakıma her iki kirliliği de anımsatıyor.

Günlük tartışmaların içinde su sorunu basit bir konu gibi gelebilir. Ancak daha şimdiden 21. yüzyılın en ciddi konularından biri durumuna geldi.

Suda 3’lü kıskaç var                            : 

1. Dünya nüfusu artıyor,
2. Her bireyin kullandığı ortalama su miktarı artıyor,
3. Temiz su kaynakları azalıyor.

Örneğin 1900’lu yılların başında dünya nüfusu 1.5 milyar iken kişi başına yıllık su tüketimi 350 metreküp idi, nüfusun 7 milyarı aştığı günümüzde tüketim 750 metreküpü buluyor.

Türkiye sanıldığı gibi su zengini bir ülke de değil.

Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına yılda 8 bin metreküp suyun düşmesi gerekiyor. Bizdeki rakam 1500 metreküpün altında.
Durum böyleyken barajlardan plansız kentleşmeye dek her yöntemle temiz su kaynaklarımızı kurutuyoruz, kirletiyoruz.

Başkentteki temiz su tartışmasının sorunun gerçek boyutlarını gündeme taşımasını dileyelim.