Etiket arşivi: PKK ve IŞİD

İnsanlığın öldüğü kumsal

İnsanlığın öldüğü kumsal

Veysi Şahin

Veysi Şahin
YURT, 04 Eylül 2015

Bodrum Akyarlar’da lastik botla, Kos Adası’na ‘umuda gitmek üzere’ yola çıkmıştı
küçük Aylan
Ailesi belki de etnik nedenlerle Türkiye’deki kamplarda yer bulamamıştı.
Dün Yurt Gazetesi’nin 1’inci ve 7’nci sayfalarında de yer alan minik Aylan’ın kıyıya
bir yaprak gibi vurmuş cansız bedeni gören herkesi darmadağın etti. Dünya’yı da.
Acaba hepimizi mi?
Resim yayınlanmalı mıydı? Minik Aylan’ın cesedi kapatılmalı mıydı? Sonuç ne olursa olsun dünya basınını da ikiye bölen bu fotoğrafa kayıtsız kalamazdık. Çünkü tarihe kayıt düşmek gerekiyordu. Tarihin kara sayfasıydı bu ve maalesef Türkiye’de yaşanıyordu.
Unutulmasın, unutturulamasın diye…  İçimiz yanıp kavrulsa, yüreğimiz kan ağlasa da
3 yaşındaki Aylan’ın o sarsıcı fotoğrafını yayınladık.

2 Eylül sabahı saat 06.00 sıralarında Bodrum Akyarlar sahilinde çektiği o sarsıcı fotoğraf; için Doğan Haber Ajansı muhabiri Nilüfer Demir,

“Sahile vuran 3 yaşındaki Aylan’ın cansız bedenini gördüğümde kanım dondu.
Ama deklanşöre bastığım anda gazetecilik görevini yapabilmek dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu.”
demiş.

Hayatının sonuna kadar o anı unutamayacağını emin olduğum genç meslektaşımın yapabileceği başka bir şey yoktu ama üç yaşındaki Aylan’ın minicik cesedinin insanlığın öldüğü o kumsala vurmasına neden olan savaşa yol açan tetiğe basanların “savaş” dışında seçenekleri de vardı. Ama kullanmadılar, kullandırtmadılar.

Merak ediyorum. Yüreğimizi küle çeviren bu fotoğrafa yol açan IŞİD’e El Nusra’ya eğitim verenler, her türlü silah ve lojistik desteği sağlayanlar bu fotoğrafı görünce neler hissettiler acaba?

2 yaşındaki çocukları canlı canlı yakan, diri diri kaynar su ve yağ dolu kazanlara sokarak
etlerini lime lime eden bu caniler, gün gelir Türkiye’yi de Suriye’ye çevirirlerse ne yapacaklar.

Lafı uzatmadan buradan sormak, bizi telefon ve mesaj yağmuruna tutan okurlarımızın adına moda deyimle  haykırmak istiyorum:

– Ey Recep Tayyip Erdoğan
– Ey Ahmet Davutoğlu
– Ey Kemal Kılıçdaroğlu
– Ey Devlet Bahçeli
– Ey Selahattin Demirtaş…

Sizler, çocuğunuzu, torununuzu kucağınıza aldığınızda minik Aylan’ın fotoğrafını hatırlayıp  içiniz yanmayacak mı? Burnunuzun direği sızlamayacak mı? Bu fotoğrafı gördüğünüzde yüreğiniz kor alev olup yanmayacak mı?

– Ey, Rabia için ağlayanlar… Aylan için de ağladınız mı?

Sayın Davutoğlu, Sayın Kılıçdaroğlu…

Bugün torununuzu bağrınıza bastığınızda aklınıza minik Aylan düştü mü?
Sayın Bahçeli, peki ya siz?
Sizin böyle bir sıkıntınız yok sanmayın! Siz de yeğenlerinizi, arkadaşlarınızın çocuklarını  kucağınıza aldığınızda yüreğiniz acıyla sıkıştı mı?

  • Ey Selahattin Demirtaş
    Senin de feryat figan etmen için çocukların illa kurşunla mı ölmesi gerek?

    Vicdanlara sesleniyoruz, hani toplumsal vicdan nerede?

    Minik Aylan, Bodrum koylarını dolaşan bir mavi yolculuk teknesinde ölmedi.
    Gittiği yol mavi yolculuk değil, umuda yolculuktu.

  • Kim bilir, belki de gerçek etnik kimliğinden dolayı Türkiye’deki göçmen kamplarına alınmayan bir ailenin çocuğuydu

    Türkiye’de ne yazık ki anormal ölümler normal ölümlerin önüne geçti.
    Bir savaştan bile daha çok ölüm gerçekleşiyor bu ülkede. Duble yollarda, erkek zorbalığında,
    iş kazalarında (AS: iş cinayetleri!) ölenler… Şehit cenazelerine ve ‘gerilla’ diye övünerek PKK’lı ölümüne gidenler…

    Alıştınız beyler bayanlar, ölümlere alıştınız.
    Alıştırdınız beyler, bizi bu ölümlere alıştırdınız.
    Ama yemin olsun ki biz alışmayacağız.
    Bunda hepinizin suçu var.

Olağandışı ölümler vicdanlarımızı kanatıyor.

Tezkere için PKK ve IŞİD gerekçelerini ortaya koyup daha nice minik Aylan’lara
zemin hazırlayanlar… Ölüm üzerinden siyaset yapanlar… Ölümün gölgesinde Dolar kuruyla oynayanlar… Gün gelir arkasına saklandığını sandığınız o duvarlar sizin için de yıkılır.
Paranın ve para sahiplerinin bir gün nasıl sefalet içine düştüklerinin çok örneğini gördü
bu topraklar.

Adriyatik’ten Çine uzanan Osmanlı Hanedanı’nın şehzadelerini de…
İstanbul Pera’da hizmetçilik yapan Çarlık Rusya’sının prens ve prenseslerini de…

Çocukların geleceği için vicdanlarınızı harekete geçirin beyler. (AS: ve de hanımlar!)

Minik Aylan’ı hiç unutmayın. Çünkü biz unutmayacağız.
Bunun peşini bırakmayacağız. Kimliğinin ne önemi var?
Denize bir minik can düştü. O minik beden sahile vurdu. Dünya seyretti, hepimiz seyrettik.
Adı mı? Çocuk…

==========================

Dostlar,

YURT Gazetesinin çiçeği burnunda genel yayın yönetmeni Sayın Veysi Şahin‘in
yüreğimize dokunan makalesini paylaşmak istedik..

Bir dizi soruya ek olarak Sayın Şahin’in yazısında 2 kez dillendirdiği bir sorunun inatçı çengeli aklımıza takılı kaldı :

  • Kim bilir, belki de gerçek etnik kimliğinden dolayı Türkiye’deki göçmen kamplarına alınmayan bir ailenin çocuğuydu

Dileriz doğru değildir!?.. Aksi, dehşet verici bir ayrımcılık = DİSKRİMİNASYON‘dur ki;
en ağır insanlık suçları içinedir.
Ama karineler (tersi kanıtlanan dek geçerli sayılan kanıt) var elde :

– Esad Suriye Arap Alevisiydi (Nusayri) değil mi?
– Esad’ı devirip Şam’da Muaviye camisinde namaz kılacaklardı değil mi?
– Hedef Suriye, Mısır, Irak’ta Müslüman Kardeşler – Hamas çizigisinde yobaz İslami rejimler..
– Bay RTE, Reyhanlı katliamında “32 Sünni kardeşimizi öldürdüler..” demedi mi?
– Sonra aynısı Türkiye’de… veeee Hazret bölgede Halife – Sultan..

*****

Ham ama –çoook kanlı ve tehlikeli– hayaller bunlar..
Ancak uğruna bunca kan dökülen..

Bilmek gerek acı gerçeği.. Halka anlatmak gerek tane tane..
Özellikle AKP’ye oy veren milyonlarca mütedeyyin insanımıza..
Bunca kanın neden döküldüğünü, BOP’un ve Bay RTE’nin BOP eşbaşkanlığının
tam da bu ateş çemberi ve kan deryası.… demek olduğunu..
Şehit – gazi ailelerine özellikle anlatmak gerek..
Şehit cenazelerinde artık gerçekler haykırılıyor ama onlar bile boğulmak isteniyor.
“CB’na hakaret” kılıfı uydurularak şehit amcaları bir hapse atılıyor..
Gözdağı acımasız çünkü korku salt dağları değil, Sarayları, Külliyeleri de sardı..

Şafak yakındır..

Sevgi ve saygı ile.
04.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmailcom

Sivas Kongresi, Tıbbiyeli Hikmet ve 9 Eylül 1922


Sivas Kongresi ve Tıbbiyeli Hikmet ve 9 Eylül 1922

Dostlar,

Sayın Servet Camgöz’den çok değerli bir ileti aldık.. Aşağıda aktarıyoruz.
Ama öncesinde birkaç sözümüz var :

Tıbbiyeli Hikmet ile övünüyoruz ve o geleneği yaşatmaya çabalıyoruz..

Türkiye’nin “Tam bağımsızlık” dışında bir dış politika seçeneği yoktur.
Mustafa Kemal Paşa konuşmalarında gırtlağını yırtarcasına “İstiklal-i tamme!”
diye haykırmıştır.

1925-37 arasında 12 yıl kesintisiz Atatürk’ün Dışişleri Bakanlığını yapan bir başka tıbbiyeli Dr. Tevfik Rüştü Aras‘ın ünlü ve işleyen – başarılı olan ilkesini hiç akıldan çıkarmamak gerekir :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur.
    Herkesle dostluk kurmak isteriz.
    Fakat hiç kimseyle ittifak kurmayız..”

Bu politika ilkesi günümüzde de geçerlidir. Uluslararası İlişkiler profesörü Davutoğlu, 2009-14 arasında Türk Dışişleri politikasında tam bir batağa sürüklemiştir ülkemizi.
“Stratejik Derinlik” kitabının karmaşık aktarma kuramları, ne yazık ki Ortadoğu cehenneminde “Stratejik Dehlizlere” dönüşmüş ve Türkiye yalnızlaştırılmıştır.
Başta NATO –  AB ve öbür çokuluslu yapılar tarafından tek yanlı olarak acımasızca ve onur kırıcı biçimde kullanılmaktadır. Obama, Ukrayna için Türkiye’den asker isterken, başımıza bela ettikleri PKK ve IŞİD gibi taşeron bölücü – kanlı örgütlerle
yüz yüze bırakmıştır.

Dış politikada başarılı olmak için, Doç. Dr. Hüner Tuncer‘in belgesel olarak kaleme aldığı “ATATÜRK’ün DIŞ POLİTİKASI” adlı yapıtın ivedilikle okunmasını dileriz..
Başta 62. hükümetin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından..

Sivas Kongresi’nin kahramanlarına selam olsun…

Bir de, unutulmasın; 30 Ağustos 1922 günün Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın kazanılması ve Yunan mevzilerinin çökertilmesi ile savaş bitmemişti..

Başkumandan Mareşal Mustafa Kemal Paşa,
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İLERİ!” komutu vermişti ve Mehmetçik yalın ayak, seller gibi akarak Yunan birliklerini Ege’de, İzmir’de denize dökmüştü.. Afyon ovasından İzmir’e dek yaklaşık 330 km yolu büyük ölçüde yalın ayak katetmişti!..
Fahrettin Altay Paşa‘nın sınırlı süvari birlikleri dışında..

Bu muazzam süpürme operasyonu, 92 yıl önce bugünlerde sürmekteydi..

Bu kahramanların emekleri önünde, kan ve canları önünde yerlere dek eğiliyoruz..

Mustafa Kemal Paşa tüm savaşı 8 Eylül 1922’de tamamlamayı öngörmüş ama
1 günlük bir gecikme ile İzmir 9 Eylül’de düşman işgalinden kurtarılabilmiştir..

15 Mayıs 1919… 9 Eylül 1922.. 3 yıl 3 ay ve 25 gün sonra..

Mustafa Kemal Paşa‘nın 4 kim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmadan :

  • “Milletin yazgısını doğrudan doğruya üstlenerek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı,
    bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu coşkuyla dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum”
    (Büyük Zafer Hakkında 4 Ekim 1922’de TBMM’de yaptığı konuşma, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 1997; 265).

Dikkat edilirse Atatürk elde edilen sonucu Meclise, kurmay heyetine, neferinden genelkurmay başkanına dek Türk Ordusuna ve her türlü özveriye katlanan Türk milletine mal etmektedir. Burada kişiliğine çıkarılan pay yalnızca görevini yapmış olmaktan duyulan mutluluktur. Karşıtıyla, yandaşıyla, cephede savaşanıyla, geri planda eleştireniyle Türk Milletini bir bütün olarak kendi ekibi olarak gören bir anlayış görüyoruz. Atatürk, yaptıklarını milletinin beklentilerini karşılamak olarak gören
bir millet adamıdır. Benliğini yok etmiştir..

Şimdi Tıbbiyeli Hikmet‘in aşağıdaki öyküsüne dönelim…

Sevgi ve saygıyla.
6.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Servet CAMGÖZ

Balıkesirliler Derneği / ANKARA
scamgoz@hotmail.com
Tibbiyeli_HikmetCumhuriyet tarihimizde önemli noktalardan olan Sivas Kongresinin toplanmasının 95. yılını kutluyoruz.

İşgalci devletler tarafından saldırıya uğramış, kukla padişah (AS: Vahdettin) tarafından ordusu dağıtılmış, paylaşılmaya çalışılan Anadolu’da, bağımsızlık düşüncesi ile 19 Mayıs 1919’da Samsun’da ulusal ateşi yakan
Ulu önder Mustafa Kemal,
23 Temmuz 1919’da düzenlenen Erzurum Kongresi‘nin ardından Sivas’ta daha geniş katılımlı bir kongre düzenlenmesini uygun görür. Katılımcılar arasında gençlerin de bulunmasını ister ve “Gençlerin de görüşlerini de alalım” diyerek gençlere de

çağrı yaptırır.

Askeri Tıp Okulunun öğrencileri de (o zaman yalnızca İstanbul’da Tıp Okulu bulunduğundan) Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa tarafından vatanın işgalini önlemek
için bir Kongrenin toplanacağını öğrenince, Sivas Kongresi’ne 3 temsilci göndermek için aralarında çalışmaya başlarlar.

Üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Bey ve Yusuf Bey (Balkan) delege seçilir ve
yeterli paraları olmadığı için aralarında para toplarlar. Ancak toplanabilen 9,5 lira yalnızca bir kişinin Sivas’a gidebilmesine yetecektir. Bunun üzerine Tıp Öğrencisi Hikmet Bey, aralarında aldıkları kararla Sivas Kongresine öğrencileri temsil etmesi için  seçilir.

4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanır

Genel bir değerlendirme, ülkenin içinde bulunduğu durum ve neler yapılabileceği tartışılırken devletin başsız, ordusuz, silahsız oluşu kimilerinde olağan çekincler hatta belirsizlik oluşturmakta, işgal devletlerinin güçlü orduları ve silah güçleri karşılaştırıldığında bu karamsarlık artabilmekte, hatta “Manda” (AS: Mandater yönetim) denilen başka bir ülkenin egemenliğini kabul etme yolu bile seçenek olarak konuşulmaktadır.

İşte bu kongrede öğrenciler temsilcisi olarak katılan genç Tıbbiyeli öğrenci
Hikmet bey, ABD veya İngiltere’nin Manda veya himayesi konusu telaffuz edildiğinde
çok şaşırmış ve çok sert bir tepki göstermiştir. (Kimi kaynaklara göre İlk gün
ilk oturumlar sırasında, kimi kaynaklara göre 2. gün) Mustafa Kemal‘in de bulunduğu
bir toplantıda, yüksek sesle, tarihe geçecek aşağıdaki görüşleri ifade etmiştir :

  • “Beyler;
    Delegesi bulunduğum Türk gençliği beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz.
    Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa bunları şiddetle reddeder
    ve kınarız. Eğer Manda fikrini kabul ederseniz sizleri hain ilan ederiz.” 

Heyecanla konuşmasını tamamlamış ve ardından Mustafa Kemal’e dönerek
aynı coşku ve kararlılıkla:

“Paşam siz de Manda fikrini kabul ederseniz, sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i 
vatan kurtarıcısı olarak değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.” 

demiştir.

Kongreye katılanların bu kararlı itiraz karşısında şaşkın ve Mustafa Kemal’in tepkisini
merak ettiği ortamda Mustafa Kemal Paşa Tıbbiyeli gencin onurlu duruşunu
çok beğenir, mutlu olmuştur (kimi kaynaklarda alnından öperek) ve hemen
o ünlü yanıtı verir :

  • “ Evlat içiniz rahat olsun. Biz azınlıkta kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Manda da yok, himaye de yok. Parolamız tektir ve değişmez : Ya istiklal ya ölüm!..” 
    der. (Kimi kaynaklarda) temsilcilere dönerek;

    “Beyler gördünüz mü? Muhtaç olunan kudret, gençliğin asil kanında zaten mevcut.” deyip, sonra Tıbbiyeli Hikmet‘i alnından öper ve
     
  • Gençler, vatanın bütün umut ve geleceği size, genç kuşakların anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.” der.

Kongrede söylenen bu sözler, daha sonra Ulu Önderin Büyük Söylev’inin sonunda
1927 Ekim’inde,

“… Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. “
olarak tüm gençliğe yol gösterici olmuştur.

İşte O Hikmet bey, 1901 yılında Balıkesir’in Giresun (Kerasus), sonraki adıyla Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta-Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. Hikmet Bey, İstanbul’da 1919’da İstanbul Askeri Tıp Okulu’nda okumaktadır.

Sivas Kongresi’nin delegesi Hikmet Bey, Askeri-sivil bütün öğrenciler, gençler adına Sivas Kongresine katılan Tıp Öğrencisi Hikmet Bey, ülkesini seven bir Türk gencinin nasıl olması gerektiğini göstermiş, sorumluluk bilinci konusunda örnek olmuştur.

O günün koşullarında kaynak ve dökümlerin çok zayıf olduğu o döneme ilişkin çok bilgi ve belge olmamakla birlikte, eldeki çeşitli kaynaklarda çok etkili bilgiler göze çarpmaktadır. Yıllar sonra Mustafa Kemal Paşa yakınındakilere ve Meclis İdarecilerine;

Bize Sivas Kongresi’nde çok güzel yol gösteren Tıbbiyeli genç vardı, O’nu bulun, Mebus yapalım, vatana hizmet eder..” der. Ancak yeterince yapılmayan araştırmalarda
(kimi kayıtlarda) “O Giresun’lu, Giresun vekillikleri dolu” denir. Oysa O, Giresun
(ya da Kiresun), Karadeniz’deki değil, Balıkesir’in ilçesi (o zaman bucağı) Giresun’dur. Konu daha sonra Mustafa Kemal‘e ulaşınca “2 tane Giresun olmaz, burası savaşın yapıldığı tepe, adı Savaştepe olsun..” der ve M. Kemal Atatürk’ün takdir
ve teklifleri ile 10 Ekim 1934’te TBMM’de adı “Savaştepe” olarak değiştirilir.

Bir başka kaynakta M. Kemal’in talimatı üzerine mebus yapılmak üzere araştırıldığı , ancak bulunamayınca “ölmüş” dendiği, Mustafa Kemal‘in çok üzüldüğü ancak
o sırada Anadolu’da askeri hastanede (kimi kayıtlarda Yalova’da) Albay rütbesi ile başhekimlik görevinde bulunduğu belirtilmektedir. (Mazhar Müfit KANSU).

Bir başka kaynakta değişik  dönemde Mustafa Kemal‘in milletvekilliği önerisi gönderdiği, bu öneri üzerine “Paşamın ellerinden öperim” deyip “Kendisine söyleyin, burada ülkeme daha yararlı oluyorum.” dediği yazılıdır. Bu yanıt kendisine aktarıldığı zaman Mustafa Kemal’in gururla ve keyifle gülümseyerek “Ben o değerli çocuktan böyle bir cevap bekliyordum.” dediği de aktarılmaktadır.

(Toktamış ATEŞ, Cumhuriyet 4 Eylül 1999) .

Mustafa Kemal’e bir toplantıda Söylev‘in sonundaki o ünlü sözüne göndermeyle
Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet  ettiniz Paşam?” diye sorulur.

M. Kemal bu soruya çok güzel bir yanıt verir :

”Ben  Milli Mücadele’ye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da.

Bir de  bağımsızlık ışığı gözünden parlayan  Dr. Hikmet’i “  der.
Cumhuriyetin ilanından  sonra ” BORAN ” soyadını alır. Öğrenciliğinde ve Cumhuriyetin
ilanından  sonra tatillerde  Savaştepe’ye sık sık geldiği, kaldığı  bilinmektedir.

Mütevazi kişiliği ile ön plana çıkmayı istemediği, fedakarca çalıştığı, Atatürk’ü
çok sevdiği halde yurt gezilerinde yakın illere geleceğini öğrenince izine ayrıldığı,
yanına yaklaşmak  yerine görünmeden
uzaktan dinlemeyi, izlemeyi tercih ettiği bilinmektedir.
Erken denecek yaşta,  46 yaşında veremden ölür. Ölümüne neden olan Verem hastalığına
da  Tabip Yarbay olarak Sarıkamış’ta görevliyken soğuk ve kara rağmen özverili çalışması,
karda mahsur kalan  askerlere ulaşmaya çalışırken ciğerlerini üşütmesi nedeniyle
yakalandığı belirtilmektedir.
1945 yılında vefat eden Hikmet BORAN’ın mezarı Karacaahmet Şehitliğindedir.

Oğlu bu yıl kaybettiğimiz ünlü  sanatçı, sunucu Orhan BORAN , torunu da Beyin

ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op.Dr. Burak Orhan BORAN’dır.
Vatan ve bağımsızlık sevdalısı Hikmet Bey’in  Sivas Kongresi’ndeki bağımsızlık 
haykırışının günümüz ülke gençlerine örnek

olması ,  gençlerin  yaşadıkları ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk, gelişmelere

ilgisiz  olmak yerine sorumluluk bilinci  ve vatan sevgisi ile yetişmeleri konusunda
fikir vermesi nedeniyle Savaştepe ‘de
artık bir Tıbbiyeli Hikmet anıtı  dikilmelidir.

Bu genç Tıbbiyeli ruhu hep örnek olmalı, yol göstermeli, her koşul ve durumda ,
kötü işgaller dahi olsa  Vatanın bağımsızlığı için mücadele edilmesi gerektiğini ,
bu ülkenin böyle kazanıldığını hatırlatmalıdır.

  1. yılında başta kurtarıcımız Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, Sivas Kongresine

katılıp, bağımsızlık kararı alanları ve Tıbbiyeli Hikmet’i şükran ve rahmetle anıyor,

saygılarımı sunuyorum.

Servet CAMGÖZ
Balıkesirliler Derneği / ANKARA
scamgoz@hotmail.com